Bayramlardan Bayram Beğenmek

Türkiye’deki ideolojik gettoların onulmaz yalanları vardır. Bu yalanların çoğunluğu “tarih” denilen anlatılar üzerinden devşirilir. Yalanların amacı, milletin mazideki hatırası demek olan tarihi geriye dönerek yeniden yazmaktır. Geçmişi tarih ya da revize tarih olarak yazmak, halde olanları meşrulaştırmak, geleceği ele geçirmek içindir.

Türkiye’de tarihçilerin bir kısmı niyet tavşanı gibidirler; siyasilerin gösterdiği “kısmet”i çeker ve millete okuturlar. Bir kısmı zaten “devlet”in millet tasarımlarında aktif rol alır ve tefrika babında tarih yazarlar; okuyucu tepkilerine göre, hikâyenin sonucu değişir. Bir kısmı da bağımsız bir entelektüel çaba olarak görür tarihi. Ancak, yazdıkları ancak akademisyenler arasında kalır. Medyada görünürlükleri azdır.

Tarih yalanlarının bazıları mitolojik boyuttadır.

Eski Yunan’da mitoloji nasıl tarih olduysa, yeni Türkiye’de de öyle olmuştur.

Rusya da yaptı bunu ABD’de, Türkiye Cumhuriyeti de.

Aslında “Cumhuriyet” olma aşamasında bütün “Cumhuriyet”lerin yaptığı oydu.

Rusya’da Bolşevikler Devrimi meşrulaştırmak için eski gazeteleri yeni içerikle bastı, arşivlediler.

ABD’de George Washington “hayatında hiç yalan söylemedi” yalanı da ABD tarihinin bir parçasıdır. Hâlâ ders kitaplarında okutulur.

Bağımsızlık Savaşında aslında sadece monarşiden kurtulmaktan ibarettir.

Amerika’da yaşayan İngiliz’in Birleşik Krallıktan yaşayan İngiliz’le yolları ayırmasıdır.

Kuzey-Güney Savaşı, hürriyetçi Kuzey ve kölelik yanlısı güney arasında olmadı.

Sermaye ve mezhep savaşından ibaret iktidar savaşıydı.

Savaş sonrasında siyahlar beyazlarla, kadınların beyazlara eşit olmadı.

Michael Jackson, onca şöhretine rağmen, hâlâ siyahlığından başladığı macerada beyazlaşırken öldü.

Ülkemizle devam edelim…

Türkiye’de tarih anlatıları daha da zengin boyuttadır.

Bir kısmı “millet yaratmak” için oluşturulan mitolojilerdir.

Bir kısmı “getto yaratmak” için oluşturulanlardır.

Farklı gettoların yalanları diğerlerini tekzip eder.

Karşılıklı tekzipleri yerli yerine oturtunca ortaya gerçekler çıkar.

A gettosunun tekzipleri B gettosunun gerçeklerini ortaya koyar.

B gettosunun tekzipleri de A ile ilgili olanları.

Tekziplerde amaç zaten karşı tarafı “tahkik” etmek değildir.

Karşı tarafı ilzam etmek için önceden harekete geçmektir.

“Hukuk,” haklar bütünü değildir ülkemizde.

“Hukuk,” demokrasi de olduğu gibi, karşı tarafı sindirmek, kıskıvrak etmek içindir.

Sorunun özünde yalanlar üzerine inşa edilen yanlış bilinçler yatmaktadır.
Bireysel anlamda bakınca insanlar, can ciğer kuzu sarmasıdır ülkemizde.
Ancak bireyler, gettolarının zırhlarını giyince, kirpiklerinden kan damlar, canavarlaşır.
Hatta canavarlığını bazen “insan hakları” adına, bazen din adına gayrete büründürür.
İnsanlıkların terk edildiği yerde tercüme kimlikler çıkar ortaya.
Kendi kültürünün diliyle konuşmayan insanlar bir de kendine yabancılaşır artık.
Sonrasında bayramlardan bayram beğenmek faslı çıkar ortaya.
Kimliğinin dini veya milli kısımlarını bırakmak gerekçesi nedir derseniz, ideolojik fay hatlarıdır.

İyice incelendiğinde öteki mahalleye yönelen husumetler, yapılan yanlışlar değildir.
O “yanlışları” “bizim mahallenin” yapma gücünün olmamasıdır.

Tarih üzerinden oluşan fay hatlarına bakalım.

Birinci ideolojik bakışa göre…

Özetle, Türkiye’de muhafazakârlık artıyor, daha çok kapalı kadınlar sokaklarda ve alışveriş merkezlerinde, lüks araba ve mekânlarda karşılarına çıkıyor, gitgide içki içilen yerler azalıyor, ruhsatları iptal ediliyor ya da yeni içkili yer ruhsatnamesi verilmiyor. Özellikle Ramazan ayında oruç tutmayanlara yan gözle bakmalar çoğaldı. Dahası, bu gelecekte büyük sıkıntılara yol açacak gelişmelerin öncü depremleri şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Devletin TV ve radyolarında gitgide artan bir muhafazakâr kadrolaşma oluşmaktadır. Yetmez gibi, Türkiye’de her türlü sermaye de olduğu gibi, devlet imkânları kullanılarak, medyanın yarıya yakını “dinci”, “kinci” kitlelerin ellerine geçmekte ve bu da gelecek için tehdit oluşturmaktadır.

Bu devlet eliyle, medya, sermaye ve bürokraside el değiştirmeler, kadrolaşmalar, zamanı gelince, o zamana kadar ülfetin hazzını yaşayan bazı kitlelerde bazen derinde bazen yüzeyde sıkıntıları ortaya çıkarmıştır. Bütün bunların arkasında, bir karşı-devrim heyecanı ve planı yatmaktadır. Nihai olarak, Kurtuluş Savaşında amaçlarına ulaşamayan Emperyalizm, dincileri kullanarak, Atatürk’ün Batı’ya çevirdiği yüzünü Doğu’ya çevirmek istemekte,  Batılılaşma projesine karşı çıkmakta, teokratik bir devletin özlemini yansıtmaktadır.

Osmanlı zaten Türkleri de “ahmak” olarak algılamış, Anadolu’ya yatırım yapmamıştı.  Bu tür yatırımlar Cumhuriyet döneminde hızlı bir şekilde Anadolu’ya fabrikalar kurup,  yollar açarak halletmeye çalışmıştır.

Atatürk’ün vaktiyle kırık-dökük bir sandalımsı yat ile Samsun’a çıkarak yaktığı, aydınlık meşaleyi söndürmek, onun izlerini silmek istemektedirler.  Hâlbuki Atatürk olmasaydı, bugün hem vatan hem din emperyalizmin çizmeleri, tankları altında olacaktı.  O zaman ne cami ne de ezan olurdu. Hem anlamadığınız bir dilde ezan ve ibadet yerine anlayarak, kendi dilinde ibadet etmek en güzel bir şeydir.  Tanrı zaten her dili biliyor. 

Mustafa Kemal sayesinde insanlar okuma yazmayı öğrendi. Osmanlı döneminde ise, okuma yazma bilen zaten yok denecek kadar azdı. Okumuş kadın zaten hemen hiç yoktu. Dünyada kadınlara seçme hakkını da ilk defa Türkiye Cumhuriyeti vermiştir.  Atatürk bunları yapmasa, tekke ve zaviyelerde miskin ve din sömürücüleri hala işlerine devam edecekti.  Atatürk dine karşı değil, dincilere, din sömürüsüne karşıydı.  Annesi kapalıydı, karısı da öyle.  Hilafeti kaldırmış, ama imam-hatip okulları açtırmış ve Diyanet İşleri Başkanlığı onun emriyle kurulmuştur.

Mustafa Kemal dine değil, din adına Araplaşmaya ve bağnazlığa karşıydı.  Zaten Osmanlıyı Batılılarla bir olup Araplar sırtından bıçaklamıştı. İslam’a dair bir sürü övücü vecizesinin olmasının ardında ki gerçek de, onun bir Türk olarak, din kavramına yaklaşması, ihmal edilen Milleti onun yeniden gündeme getirmesi oldu.  İstese kendisi de halife olabilirdi.  Ya da sultan olarak iktidar sürebilirdi. İstemedi. 

Üstelik Osmanlı’dan kalan borçları da ödeyen odur.  Düyunu Umumiye Osmanlı’nın saraylarına giden paralar değil miydi? Hâlbuki Atatürk’ün hiç sarayı olmamıştır. İstanbul’da sarayda yaşamak varken, Ankara’da bir başkent yaratmış bataklıktan şehir oluşturmuştur. 

Atatürk ve tek parti döneminin, zamanın şartları ve devrimlerin bir önce oturması için yaptığı uygulamalarda bazı eksiklikler aksaklıklar olmuştur, ama başka yolu da yoktu. O gün Batı’ya çevrilen bir yüz vardı.  Bugün belki AB’ye girmek yoluyla belki bu dinci gidişata karşı çıkılabilir. Ya da arada Anıtkabir’de yapılan protesto muhabbetlerini, her On Kasım törenlerinde ağlamak yerine, O’nu anlamak tarzında geçirseydik bunlar olmazdı. 

(İfadede çelişki olsa da) Batılı güçler, özellikle ABD “yeşil İslam” ve BOP ile Türkiye’deki dincilere destek vermekte, Türkiye’yi Truva atı gibi kullanmak istemektedir. Truman doktrini ile anti-komünist olsun da isterse İslamcı olsun diye, Afganistan’daki Taliban benzeri oluşumlara giden süreci açıktır.

ABD terörü desteklemekte ve AB de zaten “bizi” bölmek istemektedir PKK vs. ile.  “Bunların” amacı Sevr Anlaşmasını yeniden gündeme taşımaktır. Bu şekilde Batı Atatürk zamanında yapamadıklarını, Emperyalizmin yeni silahlarıyla yapmaktadır.  İstanbul’u bir New York, Paris gibi görmek isteriz, ama ya orada da “türbanlı tipler” olursa!

Dahası, madem İslam’da “şura” vardır. O halde, cumhuriyet rejimi saltanattan daha İslami’dir.

Asr- Saadet döneminde üç halifenin şehit edilmesi ve sonrasında Muaviye döneminin başlaması ne kadar İslam’a uygun olabilir?

Alevi-Bektaşi geleneği neden Osmanlıda bastırılmıştır?

Mustafa Kemal dönemi, gelişmenin en hızlı dönemi olmuştur.

Biz dine karşı değil, kutsalların suiistimaline karşıyız.

İkinci ideolojik gettoya göre ise…

Özetle, Türkiye Cumhuriyetini kuranlar, Osmanlı devletini yıkanlardır. Vahdettin hain değildir. Hatta Mustafa Kemal’e, onu şehit olmaktan koruyan saati hediye eden de, sonra 19 Mayıs sürecinin, yani artık küllerden yeniden diriliş sürecini başlatan Vahdettin’dir.  Zamanın en iyi yatlarından birini Mustafa Kemal’in emrine berat eşliğinde vermiştir.  Anadolu’nun istiklalini kazanmasından sonra “Müslümanlar” hayal kırıklığına uğramışlardır.  Onlar “İslam” devleti beklerken, Birinci Meclis’in kabul ettiği Anayasa’da “Devletin dini İslam’dır.” Yazıyordu. Sonradan bu madde kaldırıldı ve Türkiye Cumhuriyetinin “laik” olması benimsendi.

Daha önceleri Amasya Tamimi, Sivas Kongresi gibi süreçlerde Osmanlının devamı gibi hareket eden Mustafa Kemal, önce birinci Meclis’te “müspet” insanlardan oluşan bir ekip oluşturmuş ve fakat sonraları, yapı (dış güçlerin ya da inançların etkisiyle) değişmeye başlamış inkılâpların (bazılarına göre “inkilapların” başlamasıyla sadece Osmanlıyı değil, aynı zamanda dinin, özelde İslam’ın tasfiye sürecini başlatmış, “sırf şapka giymem” dediği ve hatta bunu “Şapka Kanunu”ndan önce yazdığı bir yazıda ifade etmesine rağmen, kanun geriye işletilmiş, İskilipli Atıf Hoca idam edilmiş, Akif ülkeyi terk etmiş, sonra da “İstiklal Mahkemeleri”nde insanlar asılmıştır. Bu süreç sonunda Atatürk’ün kurduğu CHP de tek parti döneminde oklarını milletin değerlerine fırlatmıştır. Hâlbuki Osmanlı döneminde, devlet İslami yapıya göre hareket eder, sultanların çoğu ise, evliya idiler. Osmanlı’nın tek amacı İ’la-yı Kelimetullah idi. Rakı da şarap da içmediler. Tütün içenleri de yoktu…

Osmanlı tarihten silindikten sonra dünya öksüz kaldı. Ortadoğu tamamen Batılıların eline geçti.  İngilizler ve Fransızlar Osmanlının mirasını hallaç pamuğu gibi attılar.  Lawrence “gâvurunun” yaptıkları malum. Araplar durup dururken Osmanlıya düşman olmadı. Tahrik edildiler.  Osmanlı ne zaman İslami yaşadıysa başarılı oldu.  Ne zaman ondan uzaklaştıysa o zaman sıkıntılar çıktı ve sonunda tarihe gömüldü, ama onun ruhu ölmedi. 

Tanzimat Fermanına, Ulu Hakan’ın düşmanları İttihatçıların torunlarına rağmen, Mondros Mütarekesindeki “ihanete” rağmen, Osmanlı yeniden dirilecek ve tüm İslam âlemine yeniden önderlik edecektir. Bunu da Osmanlı’nın eski haritası üzerinden değil, hemen koltuk altına alabileceğiniz dünya atlasını alarak yapacak. Tarihte her şeyi Müslümanlar buldular, ilk makineler dâhil, ama sonra geri kaldılar. Bu da onlara Allah’ın bir imtihanı olarak yansıdı.  Geri kalış sürecinde Osmanlı bunun farkına vardı, ama “kefereden” fırsat bulamadı düzeltmeye.

Bütün bunlara rağmen Osmanlı, “iman gücüyle” yedi düvele karşı savaştı ve kazandı.  İstiklal Muharebesinin galibi biziz, ama “Almanlar yenildiği için” biz de yenik sayıldık.  Ayrıca Çanakkale Savaşlarında Atatürk değil, bir Alman komuta ediyordu.  İsmet İnönü ise, zaten hiçbir zaman muharebeye katılmadı. Ayrıca Atatürk onu sevmez, o Atatürk’ü sevmezdi.  İnönü onun resimlerine kadar, banknotların üzerinden kaldırıp devlet dairelerinden söktürüp kendininkini koydurmadı mı? 

“Sağır” İnönü İkinci Dünya Savaşı’nda cami avlularını silah, mühimmat deposu yaptı, millet açlıktan ölürken o silolarda tahılı çürüttü. Abdülhamit’e rahmet okutacak kadar İstibdat yaptı. Tevfik Fikret bile—ki oğlu Haluk Hıristiyan olmuştu—Abdülhamit’i hayırla yâd ettiyse bunda bir hikmet vardır. Ayrıca onun döneminde köylerde cenaze yıkayacak imam bile kalmadığı için millet ne sıkıntılar çekmiştir.  “Yalan Söyleyen Tarih” resmi tarih, Osmanlı’yı da kötülemekten başka bir şey yapmamıştır.

Dahası, Milletin dilini de dinini de alfabesini de değiştirmişler, tarihini , “Kâbe Arabın olsun” diyenlere yazdırmışlardır.  O dönemden Akif’in oğlunda temeyyüz eden, “Asım’ın Nesli,” olmasa, son asrın “müceddidi” olmasa, din elden hepten gitmişti. Şu anda Haluk’un nesli olurdu sokakta. Oldu da zaten, sokaklara bakın!  Osmanlı zamanında böyle şeyler yoktu.  Asrı Saadette Hz. Ömer’in adaletine benzer adalet hangi siyasi de var?  İnanan insanlardan neden korkarlar ki?  Onlarda Allah korkusu vardır, çalmaz çırpmaz, “hizmet” etmek isterler.

İmamın keçisi çalınır, “imam keçi çaldı!” diye manşet yaparlar. Türkiye ne zaman atağa kalksa, Yahudici, Sabetaycısı, masonu, Ergenekoncusu hemen engel olur, tökezletirler. Paletler altında milleti ezerler.  Ezdirirler.  1960 ihtilalı, bunun için yapıldı. 1980 ihtilalı de aşağı yukarı öyle oldu. Hele 28 Şubat ve e-muhtıraya ne demeli.  Peygamber ocağında neler tüttürüyorlar?  Orduya kimler hâkim ortada! O halde orduyu ve siyaseti ele geçirmek lazım ki bu şekilde güç dengeleri olsun ve sonuçta “Asım’ın Nesli” Haluk’un Nesli, “Altın Nesil” olarak tagallüp etsin. 

Tek Parti döneminde dini tüketmek istediler, muvaffak olamadılar. Bu ülkenin şehitleri, görünmeyen kahramanları engel oldu.  Menderes geldi, Demirel geldi, Özal geldi, şimdi de Erdoğan var. Dünyada tek komünist ülke Türkiye kaldı.  Bir gün gelecek ki yakındır, Lenin’in heykelleri, Saddam’ın heykelleri gibi, “onun” heykelleri de İbrahim’in elinde paramparça olacak, putlar kırılacaktır. Bunu da Firavun’un sarayında onun maişetiyle büyüyen, Musa’lar yapacaktır.  Türkçe ezan devri kapanmıştır.

Bu süreçte zarar görmemek için,  beklemek lazım.  İçerdeki dengeleri gözetmek, içerde savaşmak yerine, dışarıdaki unsurları devreye sokmak lazım.  AB bu açıdan işe yarayabilir.  Yoksa “zinde güçler” filizlenen “İslam”a fırsat vermezler.  İçerdekileri terbiye etmek için de dışarıdan güçlerle diyalog halinde olmalıdır. Batılı materyalisttir, ama onların da hikmetleri vardır. Bu açıdan Hıristiyan olmaları sorun değildir.  Müslümanlar da zaten Hz. İsa’ya inanırlar.  Önemli olan içerdeki Firavun’un hakkından gelmektir.  Firavun sonrasını zamanı gelince düşünmek lazımdır.

Gerçi Yahudi ve masonlar 500 senelik planlar yapar ve uygulamaya koyarlar, ama şimdiki halde Firavun ve Sarayı’nı halletmek suretiyle, belki sonradan yeni bir sarayda yeni ve uzun vadeli planlar yapmak mümkün olacaktır.  Tevfik Allah’tandır.  Olmasa da yolunda ölmek de bir hedeftir.  Zaten dünya geçici bir âlem ve kısadır.  O halde, bu dünya tarlasına güzel şeyler ekmek de var, onu gerekirse kanla sulamak da. Bunca sıkıntının kaynağında yatan dinden uzaklaşma faslını, ehl-i dünyaya benzemeden, onlara, basında, medyada, gösteri dünyasındaki insanlara ve mümkünse, asker ve polis içinde yer alarak, ilerde onlar farkına varmadan, herşeyin değiştiğini anladığında zaten esas ihtilal olmuş olacaktır. 

Bunun için de hem boşluklara bakmak ve onları doldurmak hem de dolu olan yerleri zamanla boşaltarak “bizim arkadaşları” ikame etmek lazımdır. Bu süreç içinde sıkıntılar olursa, bunlar imtihanın bir parçasıdır. Ayrıca, eğer uzun süre hastalık ve yokluk çekmezseniz bu zaten Allah’ın sizden ümit kesmesi anlamına da gelebilir.  Hz. Eyüp Kıssa’sını hatırlamak lazımdır. 

Gün sadece birlik zamanıdır. 10 tane 1 yan yana toplanırsa 10 yapar, ama yan yana olurlarsa 111,1111,111 eder.  Aradaki farkı zaten inananların ihlâsları dolduracaktır. Ebcet ve cifir ilimleri bu açıdan yok göstermektedir.

Bizler demokrasiye ve laikliğe karşı değiliz. Karşı olduğumuz laiklik adına dinsizlik yapılması ve “bizden” olmayanların idarede olmasıdır.

Ali’yi sevmek Alevilikse, bizler de Aleviyiz. Ayrıca, Osmanlı’da Bektaşilik Balkanların fethi ve İslamlaşmasında büyük rol oynamışlardır. Hacı Bektaşi Veli de bizim büyük bir değerimizdir. Yunus Emre de…

Kurban Bayramı’na Şeker Bayramı diyenler, çikolata verilince bayramın adını mı değiştirecekler?

İşte böyle…

Liste uzar gider. Gerçeklerin ucuyla gerçeğin tamamını temsil eden veriler ülkemizde fay hatlarını oluşturmaktadır. Ve bu fay hatları artık bayramlar arasında tercih konusuna gelmiştir. Bir yanda dini bayramlara sahip çıkan, milli bayramlarda “küçücük yavruları” soğukta titreten “Cumhuriyet.”Diğer yanda milli bayrama sahip çıkıp da Kurban Bayramındaki “vahşet” görüntülerine dayanamayanlar furyası…

Ve ben bayramlar arasında ayırım yapmadan sahiplenmek tarafındayım. Bunun için de Mustafa Kemal’in “tek kurtarıcı” olduğu mantığı yatmıyor. Bitmiş tükenmiş olan bir Osmanlı Medeniyetinin, yine kendi küllerinden bir başka devleti bir milletin “yedi düvel”e rağmen çıkarması yatmaktadır. Devlet başa, kuzgun leşe! Ne İslam’ın demokrasiye uygunluğu, ne de Cumhuriyetin demokrasi anlamına gelmediği cerbezesi beni ilgilendirmez. Beni demokrasinin en iyi rejim olduğu safsatası da ilgilendirmez.

Beni ilgilendiren sadece ülkemde milli ve dini bayramların huzur ve mutlulukla kutlanması, hem dini hem de milli geçmişi yâd etmek suretiyle, milletçe varlığımızın yeniden tescilidir. Unutmayalım ki, İstiklal için, ezan ve bayrak için  “kurban” verdiğimiz Mehmet, İsmail’den daha az itaatkâr değildi. Kime itaat edeceklerini biliyorlardı. Ve boynuna bıçak dayayanlar babaları değil, “tek dişi kalmış canavarın,” ittifak halindeki deccalıydı. Ve milletin ittifak halinde yaşaması gönüllü kurbanlık kuzu oldular.

Bayram olsun!

Metin BOŞNAK

Uluslararası Saraybosna Üniversitesi  

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Srebrenitsa Soykırımı Mahkumu Radislav Krstic’in Mektubu

Srebrenitsa’da soykırımın desteklenmesi ve yardım edilmesi suçundan Lahey’de 35...

Trump’ın Ukrayna’da Batı/NATO Barış Gücü Planına Yönelik 10 Engel

Andrew Korybko 10 Obstacles To Trump’s Reported Plan For Western/NATO...

Türkiye-AB İlişkilerinde Kırılma Noktası: AK Parti Döneminde Yaşanan Gelişmeler ve Güncel Durum

Dr. Aziz Armutlu Giriş: Türkiye AB İliskileri Türkiye ile Avrupa Birliği...

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...