Türkiye’de konuşlandırıldığı “iddia edilen” füze radar sistemleri var. Bu sistemler aslında yeni kurulan bir GSM operatörünün baz istasyonlarıdır. Özellikle deprem zamanlarında hızlı ve kesintisiz iletişim sağlama amacına yönelik olarak kullanılacak. Suriye ve İran’da olması muhtemel depremleri önceden haber vereceği de anlaşılıyor.
ABD Başkan Yardımcısı Joseph Biden bu “gerçeğin” sadık şahitleri arasında geliyor. Malumunuz, “Joseph” Yusuf anlamına geliyor. Yani Biden’ın (Baydın) İbrahimî dinlerden gelen bir isim taşıdığı açıktır. Ehl-i Kitaptan yani. En sevdiği uğraşı ise, Karadul masalları anlatmak. Yusuf’u kuyuya attılar; ancak, Joseph kuyu kazıcı. Firavun bölgedeki bütün “erkek” çocukları “demokrasi” için doğratmış.
Ve Baydın Türkiye’yi çok seven bir insan. Öyle ki, Türkiye’de kaldığı süre içinde sadece Türk yemekleri yiyeceği sanılıyor. Maastrich Anlaşmasına aykırı olsa da kokoreç yemiş hava limanında. Krizleri fırsata dönüştürmek zamanıdır.
Turizmcilere not:
Baydın için Eminönü’nde bir balıkçı teknesi ayarlamak Türk inanç turizmi için harika bir fırsat olacaktır. Hem oradan Gülhane’ye çabucak intikali mümkün olacaktır. Belki Reşit Paşa’nın hatıratını yâd edip, arkasından Topkapı’ya saldıran meczup ile ilgili bir açıklama yapacaktır. Hünkâr İskelesinde, Hünkârbeğendi yiyecek olan Biden, Türkçe olarak “has dur!” demeyi bile öğrenmiş.
Müzik erbabına notlar:
Neşet Ertaş’ı çok sevdiği sanılan Baydın’ın, “Kalpten kalbe bir yol vardır, bilinmez. Gönülden gönüle gider, yar oy yar oy!” diye türkü terennüm ettiği kulislere yansıdı. “Eziz dostum mennen küsüp incidi” türküsü’nü bizzat kendisi İran tarı eşliğinde icra edecek olan Baydın’ın, Mehteran müziğine sevdalı olduğu ve mehterana Jazz okutmak istediği de gelen bilgiler arasında. Türklerdeki “aşık atma” geleneğine hâkim olan Baydın “aşık kemikleri” yerine misket kullanmayı önermiş. Anlatılanlara bakılırsa, misketler Irak’ta oldukça rağbet görmüş.
Müzakereciye notlar:
“Avrupa” mitolojide bir kadındı. Zeus Anadolu’dan bugünkü Avrupa kıtasında kaçırmıştı. AB burada giriyor devreye. Basın toplantısı yaparak, AB üyesi 11 ülkenin dışişleri bakanları tarafından Türkiye’nin AB müzakerelerine destek vermek için bildiri makale yayımladı. Yani Türkiye’nin Avrupa’nın bir parçası olduğunu, AB’de yer alması gerektiği filan tecdit-i nikâh ile anlattılar. Mehir olarak henüz bir şey belirlenmedi.
Tiyatrocuya notlar:
Avrupa Parlamentosu Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Helene Flautre sahne alır sonra. Helene Flautre, Arap baharının Avrupa’da nasıl algılandığından bahseder. Arap dünyasında yaşanan olaylardan sonra Avrupalı yöneticilerin önlem almada biraz geciktiklerini söyleyen Helene Flautre, “İtalya ve Fransa’nın bütün bu yaşananları dikkate almadıklarını” söyler. “Devrimde olan ülkeler nereye kadar gidebilir?” gibi sorular sorulmuş. Burada Türk modeli ortaya çıkmış. Despotluğa dayanan İran modelini bir kenara atmışlar.” Deus ex Machine devreye girer. (Euripides göz kırpmaktadır.)
Türk Hamamı teolojisine notlar:
Flautre, “Avrupa’da Türkiye’nin AB giriş müzakerelerini yürütüyoruz. Türkiye’nin inancı AB’ye çok şey katabilir. Kesinlikle Türkiye’nin çekiciliği, kapasitesi için bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de AB için bir ilham kaynağı olabilir.” Türkiye’nin bir gün AB’ye üye olacağını” düşünmeye devam ederken, yeni “hizmet” alanlarına işaret etmiş.
Meteoroloji notları:
Daha da devamla Flautre şöyle demiş ki, Türkiye “bütün bu fırtınalar, politik engeller kalktığında üye olacaktır.”
Deli Dumrul notları:
“Türkiye AB’ye kesinlikle çok önemli bir bölgeye geçiş kapısı sunmaktadır.”
Ve Evanjelist Karadul notları:
“Kültürel, ekonomik, sosyal anlamda önemli bir kapı açmaktadır. Hıristiyan Avrupa’sında sonraki gelecekler için bazen AB’nin kenara atan bir modelle karşı karşıya kalıyoruz. Türkiye’nin AB içerisinde olması gerekiyor. Türkiye AB içerisinde olmadan biz bu sorunları aşamayız. Türkiye’nin bu anlamda ilham verici bir rolü vardır,”demiş Flautre.
Coğrafya notları:
Bütün bunlar olurken, Acem mülkü devreye girdi. İran Devrim Muhafızları Hava-Uzay Komutanı Emir Ali Hacızade Türkiye’de konuşlandırılacak NATO füze radar sistemini değerlendirdi. Hacızade’nin, “İran’a karşı komplolara tanık oluyoruz. ABD Siyonist rejim İsrail’in hatırına Türkiye’de bir füze radarı konuşlandırmak istiyor. Türk milleti uyanıktır. İranlılar, Türk halkının bu komploları engelleyeceğinden emin” dediği belirtildi. Haberde ayrıca Hacızade’nin bir tehdit durumu söz konusu olduğu takdirde ilk hedeflerinin “Türkiye’deki füze radarı” olacağına işaret ettiği ve daha sonra diğer hedeflere yöneleceklerini ifade ettiği vurgulandı.
“Vaat edilen” notlar:
İsrail ordusuna ait insansız hava araçlarının, Güney Lübnan’da Hizbullah’ın haberleşme için kurduğu sisteme yerleştirilen istihbarat cihazlarını, yerlerinin belirlenmesi üzerine imha ettiği belirtildi.
İktisadi notlar:
İran’a petrol ambargosu isteyen İngiltere, Almanya ve Hollanda’nın başını çektiği ülkeler, bu ülkeden piyasa şartlarından daha ucuz ham petrol ithal eden Yunanistan, Kıbrıs Rum kesimi ve diğer bazı Akdeniz ülkelerinin itirazına takıldı. Tam “nasıl olur?” diyecektik ki, ABD Başkanı Barak Obama yönetimi, BAE’ye ”bölgesel tehditleri caydırmak amacıyla” aralarında ”bunker buster” olarak adlandırılan tipte bombaların da bulunduğu mühimmat satma teklifini ABD Kongresine sundu.
Tarih notları:
Türkiye ve İran birbiriyle çok uğraştılar. Sonra İngilizler geldi bölgeye, ikisiyle birden uğraştı. Osmanlı ve Safevi Hanedanı; iki hanedanın ayrıştırdığı iki devlet, Türkiye ve İran. Safevilerden sonra Afşar, Zend ve Kaçar Hanedanlıkları oldu İran’da. Hepsi de Türk kökenli idiler. İngilizlerden ve petrolden önce, önemli rol oynadılar Ortadoğu’da. İkisi de güçlü devlet geleneğine ve tarih hafızasına sahip.
Osmanlı-İran çatışması tarihte malum. Osmanlı’nın Batı’ya her ileri harekâtında İran endişesi vardı. Arkadan hançerlenme endişesi gücünü hep böldü Osmanlı’nın. Bu endişenin özünde farklılık yoktu aslında. Benzerlikler ağır basıyordu. İran Şahı ve Osmanlı Sultanının askeri ve siyasi kodları aynıydı. Bu açıdan birbirlerine en büyük “tehdit” oldular geçmişte. Husumetin özünde rekabet yatıyordu. Kızıl elmayı paylaşamadılar…
Din farkı zaten yoktu, siyasi farklar vardı. Sanıldığı gibi, İran tarihte hep Şiiliğin merkezi filan da olmadı. Türk olan Şah İsmail, Türkçe divan yazdı. İran hükümdarıydı. Osmanlı’ya inat Şiiliği devlet doktrini yapan Şah İsmail oldu. Osmanlı da kendi saflarını “Sünniliğin kalesi” olarak tahkim etti. Mezhepsel-siyasi açıdan ayrıştırmak suretiyle, devletin sınırlarını tahkim etmiş oldu hanedan.
İran “Batı’ya direnişini”–İsrail-Amerika’nın marjinalleştirme çabalarına rağmen– İslam âlemini yanına çekmeye çalışarak, Müslümanların şuuraltına işleyen 1950’lerdeki sorunları sık sık kaşıyarak yapmaktadır. Ortadoğu’da Mısır-Ürdün-Türkiye ve İsrail’le Amerikan çıkarlarının müttefikleri oluşmuşken, “İslam Devrimi” bu dengeyi de bozdu.
Bölgenin strateji mimarı İngiltere’nin kraliçesi Humeyni ile ticari anlaşmalar yaparken, Kraliçe “kapkara” çarşaf içinde görüşmeler yaptı. Türkiye ise, “devrim ihracı” endişelerinden dolayı İran’a dirseğinin arasından baktı. Devrim sonrasında İran’dan kaçan milyonlarca insan Türkiye’de yıllarca yaşadı. Bir kısmı da Amerika’ya giderek oraya yerleşti ve İran diasporasını oluşturdu.
İran’daki Türk nüfusun büyük bir kısmı bugün de Azerbaycan’ın uzantısı olarak görüyor kendini. Öylesine ki müziği, mutfağı, dili, dini uygulamalarıyla Azeri sınırınca uzanan bölgeye “Güney Azerbaycan” diyenler var. Ve aslında Bu kavramı en çok işleyen ABD’de yaşayan İran-Azeri diasporasıdır. Nedenine gelince, ABD’nin zamanı geldikçe “nükleer tehdit” yanıltmasından bulamayacağı fırsatları Azeri Türkleri üzerinden İran’a uygulamak istemesidir.
Hâsılı…
İran bölgede Türkiye için dönem dönem “tehditler” oluşturdu. İki tarafın da rejimleri “ordu teminatı” altında oldu. Ancak tehdit algıları iki ülkeyi kıskacına alan ülkeler tarafından ve karşılıklı oluşturuldu. İran ve Türkiye’nin bölgede sağlam işbirliği yapması öncelikle İsrail’in istemeyeceği bir şey. Hele İran Türkiye ve Mısır—hani olmaz da!—sıkı iş birliği kurarsa! İşte o zaman hem eski İngiliz planlarının askeri ve siyasi yürütücüsü olan ABD’nin hem de ileride ABD’nin yerini almak isteyecek olan Çin’in en büyük denge unsuru olacaktır.
Tıp notları:
Aksi halde, bölgenin “Maya tabletleri” bize de yutturulacak.
Metin BOŞNAK
Uluslararası Saraybosna Üniversitesi Öğretim Üyesi