Geride bıraktığımız 2010 yılının Balkanlar coğrafyası özelinde kısa bir değerlendirmesini yapacak olursak, geleceğe dair atılan önemli adımların yanı sıra daha çok sarsıcı olaylarla gündeme geldiğini görürüz. Zira bölge ülkeleri, 1990’lardan bu yana yaklaşık 20 yıllık bir dönemi geride bırakmış olmalarına rağmen, halen geçiş döneminin etkisinden tam anlamıyla kurtulamamıştır.
Devlet yapılanmalarından kurumsal düzenlemelere, sivil toplum örgütlenmelerinden ekonomik altyapıya kadar birçok alanda eksiklikler devam etmekte ve bunun sonucunda başta yolsuzluklar ve organize suçlar olmak üzere kaçakçılık, yasadışı faaliyetler, kayıt dışı ekonomi ve ekonomik verilerin gerçekleri göstermemesi gibi ciddi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bilhassa Batı Balkanlar özelinde ele alındığında bu durum daha da gözle görülür bir hal almaktadır. Pek çok uluslararası örgüt, raporlarında, son dönemde bölge ülkelerinin üçte ikisinin devlet dairelerinde ve özel sektörde yolsuzluğun yaygınlaştığına ve her yana sindiğine işaret etmektedir.
Bu açıdan bakıldığında 2010 yılı Balkanlarda önceki senelerden farklı geçmemiştir. Olumlu ve olumsuz birçok önemli gelişme yaşanmıştır. 22 Temmuz’da Uluslararası Adalet Divanı, Kosova’nın tek taraflı bağımsızlık deklarasyonu üzerine danışma görüşünü açıklamış ve uluslararası hukuku ihlal etmediği sonucuna varmıştır. Bölge ülkeleri için öncelikli dış politika hedeflerinden biri olan AB üyeliği yolunda önemli bir adım olarak Sırbistan, Karadağ ve Makedonya’nın ardından Bosna-Hersek ve Arnavutluk’a da vize uygulaması kaldırılmıştır. Bölge ülkeleri kendi aralarında ve yakın coğrafyalarında da benzer girişimleri başlatmış ve bu kapsamda Başbakan Erdoğan’ın Temmuz ayındaki Sırbistan ziyaretinin ardından iki ülke arasındaki vizeler kaldırılmıştır. Sırbistan ayrıca, yolsuzlukla mücadele kapsamında başlattığı operasyonlar sonucu birçok üst düzey devlet yetkilisini görevden almış ve tutuklamıştır. Savaş suçlularının yakalanması ve yargılanması konusunda isteksiz ve ağır tutumu nedeniyle sürekli eleştirilere maruz kalan Sırbistan ilk kez, halen ele geçirilememiş olan Ratko Mladiç ve Goran Hadzic’in yakalanması için INTERPOL’e resmi başvuruda bulunmuştur. 16-17 Aralık tarihlerinde yapılan AB Liderler Zirvesi’nde bir taraftan Karadağ aday ülke ilan edilirken bir taraftan da Balkanlarda en uzun süre yönetimde kalan lider olarak bilinen Başbakan Milo Dukanoviç 21 Aralık’ta görevinden istifa ettiğini açıklamıştır. AB üyelik yolunda hızla ilerleyen diğer bir Batı Balkan ülkesi Hırvatistan’ın Eski Başbakanı Ivo Sanader hakkında ciddi yolsuzluk suçlamaları haberleri basına yansımıştır. Kosova’da ise hükümetin düşmesinin ardından 12 Aralık’ta yapılan erken seçimlerde yeniden hükümete gelen Başbakan Hasim Thaci, seçimlerin hemen sonrasında açıklanan Avrupa Konseyi raportörü Dick Marty’nin hazırladığı raporda organ kaçakçılığı ile suçlanmıştır. 2009 sonlarından beri sıklıkla konuşulan ve “krizin eşiğinde bir devlet” olarak tanımlanan Bosna-Hersek’te ise 3 Ekim’de yapılan genel seçimler mevcut sorunların çözülmesi ve gerekli reformların hayata geçirilmesi anlamında beklenen hareketliliği getirmemiş, aksine üzerinden üç ayı aşkın zaman geçmesine rağmen halen hükümetin kurulamamış olması ülkeyi ayrı bir siyasi çıkmaza doğru sürüklemiştir. Diğer taraftan Arnavutluk’ta Haziran 2009’da yapılan tartışmalı seçimlerin kavgaları 2010 yılında da devam etmiştir. Muhalefet partisi ile arasında çok az bir farkla iktidara gelen Sali Berişa hükümetinin ciddi yolsuzluklarla suçlanması, halihazırda ekonomik krizle boğuşan ülkede şiddetini gittikçe arttıran tepkilerin doğmasına zemin hazırlamıştır.
Söz konusu örneklerden yola çıkarak genel bir değerlendirme yapıldığında, görülen odur ki Batı Balkanların değişmez kaderi 2010 yılında da ülkelerin peşini bırakmamıştır. Bölge, siyasi bunalımlardan, iktidar mücadelelerine; yolsuzluk ve organize suçlardan, sınır anlaşmazlıklarına kadar sayısız sorunla birlikte anılmaya devam etmiştir. Fakat tüm bunlara rağmen, küçük de olsa olumlu gelişmeler gözden kaçırılmamalıdır. Bilhassa, başta Hırvatistan ve Sırbistan olmak üzere bölge ülkeleri yolsuzlukla mücadelede ciddi bir irade beyanı ortaya koymuş ve bu anlamda gerek AB gerekse uluslararası kurumlarla yakın işbirliği içerisinde hareket etme çabasına girmiştir. Zira yolsuzluk ve Batı Balkanlar yıllarca hafızalarımızda birbirini tamamlayan sözcükler olarak yer etmiştir. Bu noktada küçük de olsa belirli adımların atılıyor olması oldukça önemlidir. Bu süreçte muhakkak ki AB entegrasyon süreci önemli bir rol oynamaktadır. Bölge ülkelerine vaat edilen üyelik perspektifi tarafları ortak bir zeminde buluşmakta itici bir güç olmaktadır. İlaveten Türkiye gibi bölgede aktif bir aktörün varlığı ve çatışan taraflar arasında ortak bir diyalog geliştirilmesine kapı aralayan yapıcı girişimleri bölgenin geleceği açısından son derece önemlidir.
Sonuç olarak olumlu ve olumsuz tüm bu gelişmeler, bir taraftan sorunların kronikleştiğini gösterirken bir taraftan da bölge ülkelerinin birlikte yaşama ve birlikte çalışma kapasitesinin olduğuna işaret etmekte, hatta bunu zorunlu kılmaktadır. Bunun gerçekleşebilmesi için ihtiyaç duyulan temel şey, iç dinamiklerin hayata geçirilmesidir. Bu noktada refah kapısı olarak görülen ve küresel bir aktör olan AB ile içeriden bir devlet olarak görülen ve önemli bir bölgesel aktör olan Türkiye gibi aracılara önemli sorumluluklar düşmektedir.
Muzaffer VATANSEVER
USAK AB Araştırmaları Merkezi