Başbakan Erdoğan’ın Mısır Ziyareti ve Türkiye-İsrail İlişkileri Açısından Olası Sonuçları

Başbakan Erdoğan’ın, tarihi bir değişim sürecinde olan Mısır, Libya ve Tunus’a gerçekleştirmekte olduğu ziyaretler bu ülkeler açısından olduğu kadar bölgedeki güç dengesi ve uluslararası toplum açısından da ciddi sonuçları olacaktır. Özellikle Erdoğan’ın Mısır ziyareti ve bu kapsamda düşünülen Gazze gezisi tarihi ve stratejik bir öneme sahiptir.

Mısır ziyareti kapsamında Başbakan Erdoğan’ın Arap Birliği dışişleri bakanlarıyla Kahire’de üst düzey bir toplantı gerçekleştirmek için girişimde bulunması ise hem bölge ülkeleri hem de uluslararası toplumun dikkatlerini Kahire’ye yöneltmesine yol açmıştır. Erdoğan’ın ziyaretinin zamanlama olarak Kahire’deki İsrail büyükelçiliğine gerçekleştirilen saldırılar ve bunun üzerine İsrail misyonunun Mısır’ı terk ettiği bir döneme denk düşmesi itibariyle de oldukça önemlidir.

Böylelikle bölgede İsrail’le ilişki içinde bulunan her iki önemli ülkede de İsrail’in en azından bugün itibariyle Büyükelçilik nezdinde temsilden yoksun kaldığı görülmektedir.

Olası Gazze ziyaretinin gerçekleşmesi ise İsrail ve bölgedeki güç dengeleri açısından yeni bir dönemin tescil edilmesi olarak görülecektir. Başbakan Erdoğan’ın yanına Arap Dışişleri Bakanlarını da alarak Gazze’ye gitmesi ise bağımsız Filistin Devletinin tartışılacağı BM’deki gündemi de sarsacak ve de facto olarak Filistin Devletine giden yolu aralayacaktır. Dolayısıyla Başbakan Erdoğan’ın Mısır ziyaretinin hem zamanlama hem içerik hem de etki olarak oldukça önemli olduğunun altını çizmek ve yeni dönemde izlenecek bölge siyasetinin anlaşılmasında bir kilometre taşı olacağını belirtmek gerekir.

Mısır ve Ortadoğu’da Siyasetin Yeni Dili ve Türkiye’nin Rolü

Ortadoğu ve Kuzey Afrika tarihi, iktidar yapısı ve dış politikası yakın dönemde kendi içinde 2011 öncesi ve sonrası olarak ayrılmaktadır. Ayrım, sokağın ve sokak muhalefetinin iktidara hakim olmaya başladığı bir sürece girmiş olmasıyla ortaya çıkmıştır. Daha açık bir deyişle 2011 öncesi dönemde nispeten durağan olan siyasal yapılar, Tunus’ta halkın iktidarı devirmek için sokağa çıkmasıyla birlikte büsbütün değişmeye başlamış ve Tunus’u ardı sıra diğer Kuzey Afrika ve Ortadoğu halkları takip etmiştir. Yaşanan değişim ve devrim süreçlerinin nereye varacağı konusunda şimdiden bir tahminde bulunmak güç olmakla birlikte yeni dönemde iktidarı ele alan kesimlerin Arap sokağının tepkilerini göz ardı eden iç ve dış politikalar izlemesi oldukça zor olacaktır. Örneğin, Mısır’da halkın İsrail Büyükelçiliğine saldırmasının hemen ardından yarı resmi Al Ahram gazetesinde hükümetin istifasını sunduğu ileri sürülmüştü. Aynı zamanda değişim sürecine giren tüm ülkelerde en kısa sürede genel seçimlerin yapılacağı ilan edilmiştir. 2011 sonbaharı Mısır ve Tunus dahil olmak üzere birçok ülkede genel seçimlerin yapılacağı bir dönem olacaktır.

Tam da bu noktada Türkiye’nin rolüne değinilecekse Arap sokaklarında en etkili olan aktörlerin kimler olabileceği tartışılmasıyla başlamak yerinde olacaktır. Şüphesiz her devrim kendi içinde yeni liderler ve iktidar yapıları ortaya çıkartacaktır. Ulusal liderlerin yanında bir de dışarından hangi aktörlerin Arap sokağını etkileme gücü olacağı tartışması gerekilen bir olgudur. Bu sorudan hareket edildiği takdirde Türkiye’nin Arap sokağı üzerinde etkisinin Mısır’da İsrail Büyükelçiliğine yapılan saldırılarda bile gözle görülür şekilde etkili olduğuna dikkat çekmek gerekir. İsrail Büyükelçiliğine saldırı gerçekleştiren Mısırlıların ellerinde Türkiye bayrağı taşımalarının yanı sıra Türkiye’nin yaptığı gibi Mısırlı yetkililerin de İsrail Büyükelçisini sınır dışı etmelerini talep etmesi yalnızca bir benzerlik olmasa gerek.

Bilindiği üzere 18 Ağustosta Sina Yarımadasında İsrail’in saldırısı sonucunda 6 Mısır askeri yaşamını yitirmişti. İsrail, Mavi Marmara olayında olduğu gibi resmen özür dilemeye yanaşmamış ve kurulmak istenen araştırma komisyonuna tam anlamıyla destek vermemiştir. 10 Eylül günü İsrail saldırısı sırasında yaralanan güvenlik personeli de yaşamını yitirdiği gün Mısır halkı İsrail Büyükelçiliğine saldırmış ve Kahire’de en sık korunan binaya girmeyi başararak İsrail Büyükelçiliğine ait olan tüm resmi evrakları Kahire sokaklarına dökmüştür.[1] Tüm bu gelişmeler karşısında halkın tepkisini daha fazla üzerine çekmek istemeyen Mısır Başbakanı istifasını sunarken, Giza Valisi Ali Abdülrahman da İsrail Büyükelçiliğinin bulunduğu binanın korunması için yeni bir duvar inşa etmeyeceğini açıklamak zorunda kalmıştır.[2]

Dolayısıyla Ortadoğu’da 2011 tarihinde başlayan yeni dönemi halkın ve sokağın iktidara ortak olması sürecinin başlangıcı olarak değerlendirmek yerinde olacaktır. 2011 öncesi dönemde Ortadoğu siyasetine etkili olan en önemli kurumun silahlı kuvvetler olduğu bilinmekteydi. Hatta halen birçok analist silahlı kuvvetlerin rolüne dikkat çekmekte ve eski bir mantıkla olaylara bakmaktadır. Mısır ve Tunus’ta silahlı kuvvetlerin iktidarı ele geçirmesine dikkat çekmektedir. Oysa, her iki ülkede de ordu birimleri tarafından yapılan tüm açıklamalarda geçici olarak iktidarı ele aldıkları ve en kısa sürede gerçekleştirilecek seçimlerin ardından iktidardan çekileceklerini deklere ettikleri dikkate alınmamaktadır. Oysa söz konusu ülkelerde sokağın oldukça hareketli olduğu ve artık orduların sokağa hâkim olamadıklarını görmek gerekir. Örneğin, Suriye’de bile ordu tüm gücünü kullanmasına rağmen sokak muhalefetini kontrol altına almaktan oldukça uzaktır. Dolayısıyla yeni dönemde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da halkın iktidar üzerinde etkili olduğu yeni bir sürecin başladığını görmek gerekir. Elbette Ortadoğu’daki toplumsal yapının Batı tarzı olmadığını ve bu bölgelerdeki siyasetin de söz konusu ülkelerdeki toplumsal yapıların özelliklerine göre değişkenlik göstereceğini belirtmek gerekir. Sonuç olarak iktidarlar kendi ülkelerindeki toplumsal yapıların hassasiyetlerini dikkate alan bir iç ve dış politika yürütmek zorunda kalacaklardır. 

Yukarıdaki tespitlerden hareket ile Türkiye’nin Mısır ziyaretine değinmek gerekirse, Ankara’nın son yıllarda hem kendi kamuoyunun hem de Arap ve uluslararası kamuoyunun hassasiyetlerini ve değerlerini dikkate alan bir dış politika izlediği ve bunun da doğal olarak özellikle bölge halkları üzerinde büyük etki oluşturduğunu görmek gerekir. Söz konusu etki birçok ülkedeki halk hareketlerinde, gösterilerde açıkça görülmektedir. Aynı zamanda Arap entelektüelleri, gazetecileri ve iş adamları da Türkiye’nin izlediği dış politikaya atıf yaparak kendi halkalarının olumlu Türkiye algısını desteklemişlerdir. Dolayısıyla bu aşamadan sonra Somaliden Arap Ortadoğusuna kadar oldukça geniş bir alanda Türkiye’nin sokak üzerinde etkili bir aktör olduğunu belirtmek gerekir. Türkiye’nin özellikle İsrail’le ilişkilerinde izleyeceği stratejilerin karşısında değişim sürecine giren ülkelerin farklı bir dış politika izlemesi oldukça güçtür. Örneğin, eğer Türkiye İsrail’le ilişkilerinde Filistin yanlısı bir politika izliyorsa, Mısır ve Ürdün’ün de bu yönde bir politika izlemesi gerekir. Aksi durumda halkın İsrail’e yönelik öfkesi söz konusu ülkelerin iktidarlarına yönelebilir.

Nitekim, Başbakan Erdoğan’ın Mısır ziyareti öncesi Mısırlıların havaalanından başlamak üzere büyük bir karşılama töreni düzenleyeceklerini açıklamış olmalarına dikkat çekmek gerekir. Kahire’de Askeri Konsey ve hükümetinin meşruiyetlerinin her gün tartışıldığı bir dönemde yabancı bir ülkenin Başbakanına gösterilen ilginin önemsiz olduğunu ileri sürmek oldukça yanlış olur. Aksine Türkiye’nin Mısır başta olmak üzere bölgenin istikrara ve düzene kavuşturulmasında en önemli aktörlerin başında geldiğinin işaretleri verilmektedir. ABD’nin bağımsız Filistin Devletine karşı olduğunu açıkladığı şu günlerde Washington’un ve Barack Obama’nın Arap sokaklarında ne kadar etkili olduğu sorusunu sormak gerekir. Aynı zamanda Fransa’da İslam ve Müslüman Arap göçüne karşı sert politikalara başvurmaktan çekinmeyen Sarkozy’nin de etkisi tartışmak gerekir. Kendi içinde ekonomik krizler ve İsrail yanlısı politikalara hapsolan Batılı güçlerin Ortadoğu’daki etkisinin her geçen gün azaldığı bir dönemde Türkiye bölgenin istikrar ve düzen arayışları için önemli bir ülke olarak görülmektedir. Nitekim, Başbakan Erdoğan’ın katılımıyla Mısır’da düzenlenmesi planlanan Arap Birliği Dişişleri Bakanları toplantısında da en önemli tartışma konularının başında da Filistin sorununun yanı sıra Mısır’ın istikrara kavuşturulmasına verilecek destek gelmektedir. Belki görüşmelerden yeni bir yol haritası çıkacaktır. Demokrasiye geçiş sürecinin daha net çizgilere kavuşturulması, bunun için Mısır’a verilecek ekonomik, siyasi ve diplomatik destek ele alınabilir.  İç sorunlarını ve istikrarsızlığını nispeten gidermiş bir Mısır’ın Arap sistemine tekrar katılımıyla birlikte birçok Arap ülkesi de başta İran ve İsrail olmak üzere bölgeyi istikrarsızlaştıran güçlere karşı yeni bir müttefik kazanacaklardır.

Mısır Ziyaretinin Türkiye-İsrail İlişkileri Açısından Sonuçları

Erdoğan’ın Mısır ve olası Gazze ziyareti ve söz konusu ziyaretler sırasında Arap sokağının göstereceği ilgi İsrail’in mevcut Ortadoğu ve Kuzey Afrika siyaseti açısından sonun başlangıcı olarak değerlendirilebilir.  Bilindiği üzere İsrail, Mübarek döneminde Mısır’ın hem iç hem de dış politikasını yönlendiren en önemli aktör konumunda olmuş bundan dolayı hem Türkiye-Mısır hem de Mısır’ın diğer Arap ülkeleri ile ilişkilerinde ciddi sorunlar yaşanmıştır. Mübarek döneminde Mısır Türkiye’yi başta Filistin sorunu olmak üzere bölge siyasetinin dışında tutma girişimleri içinde olmuş; Hamas’a karşı uygulanan siyasi, ekonomik ve diplomatik yaptırımlara tam destek vermiş ve İsrail’in savucusu rolünü üstlenmişti.  Böylelikle Mübarek sayesinde İsrail hem Hamas ve Filistin sorunu hem de Türkiye’nin Arap Ortadoğu’sundaki etkisini zayıflatma konusunda önemli bir rol oynamıştı. Mısır’ın dışında İsrail aynı zamanda Körfez ülkelerine de İran tehdidi karşısında güvenlik sağlama konusunda garantiler vererek söz konusu ülkeler üzerinde de etkili bir aktör olmuştu. İran tehdidinden dolayı Körfez ülkeleri Filistin sorununun barışçıl şekilde çözümü ve Hamas’ın Arap-İsrail sorununda bir aktör olarak görülmesi konusunda fazla ısrarcı olmamışlardır. Hatta Hamas konusunda kendi iç politikalarından kaynaklanan nedenlerin de etkisiyle İsrail’le paralel politikalar yürütmüşlerdi. Hatırlanacağı üzere bazı Arap ülkeleri İsrail’in 2008 sonu ve 2009 başında Gazze yönelik gerçekleştirdiği Dökme Kurşun Harekatı karşısında Hamas’ı suçlayan açıklamalarda bulunmuşlardı.

Oysa Kuzey Afrika’da olduğu gibi Ortadoğu’da Türkiye’nin Arap sokağı üzerinde artan etkisi ve İran konusunda Körfez ülkelerine yakın durması, İsrail’in Körfez ülkeleri üzerindeki etkisini de sınırlamış ve İsrail’in bölgedeki güç dengelerinin dışına doğru itmeye başlamıştır. Özellikle Mısır’ın yeniden yapılandırılması sürecinde Türkiye’nin aktif çabaları bir anlamda Mısır’ın bir kez daha Ortadoğu’daki sorunların barışçıl şekilde çözümünde ve Körfez ülkeleri başta olmak üzere bazı Arap ülkelerinin İran’dan kaynaklanan güvenlik tehdidiyle mücadele etmesine ciddi bir katkı sağlayacaktır. Bu durum doğal olarak İsrail’in Körfez ülkelerine sunacağı güvenlik garantilerini anlamsızlaştırabilir. Diğer yandan İsrail Körfez ülkelerindeki olası halk hareketlerinin bastırılması konusunda destek verme konusunda girişimlerde bulunabilir. Ancak söz konusu girişimler kamuoyları tarafından karşı tepkiyle karşılanma riski taşıdığından, Tel Aviv’in bu konuda da hareket alanı oldukça sınırlıdır.

Dolayısıyla Mısır’daki temaslar sırasında Türkiye Mısır’ın istikrara kavuşması için Arap ülkelerinin desteğini gündeme getirmesinin ardından dış politikada da Kahire’nin Arap sokağının hassasiyetlerine uygun bir politika izlemesi gündeme gelecektir. Böylelikle Kahire’nin Arap halkı üzerinde yitirilen etkisini yeniden kazandığı bir dönem başlayabilir. Böylelikle Mısır’ın Körfez ülkelerinin istikrarına katkı sağlaması gündeme gelecektir. Doğal olarak bunun yöntemi de İsrail’in yıllardır uygulamış olduğu Filistin politikasına karşı çıkmakla olacaktır. İsrail’in Filistin’de uygulamış olduğu baskı ve saldırılara karşı gelmek ve bağımsız Filistin devletinin kurulmasını savunmak Mısır-İsrail ilişkilerinin de değişeceğini göstermektedir. Türkiye, Mısır’ın Arap sistemine katılması için gerekli olan ekonomik, siyasi ve diplomatik desteğin Arap ülkeleriyle birlikte karşılanması konusunda rol oynarsa, Kahire de İsrail’le ilişkilerini gözden geçirebilir. Böylelikle yıllardır ABD ve İsrail’den almış olduğu ekonomik ve askeri desteğe gerek kalmadan Mısır yönetimi, kendi değişimini sağlıklı bir şekilde gerçekleştirebilir. Bu ise İsrail’in bölgede daha da yalnızlaşmasına yol açacaktır.

Diğer yandan Türkiye söz konusu ziyaretler ile hem ABD’ye hem AB ülkelerine hem de bölgede etkili olmak uzak doğu ülkelerine bölgenin istikrara kavuşturulmasında kendisinin de önemli bir aktör olduğunu göstermiş olacaktır. Özellikle Arap sokağının Başbakan Erdoğan’a göstereceği ilgi Washington, Tokya, Pekin  ve AB başkentlerinde Türkiye’nin rolüne dönük oluşan belirsizliklerin giderilmesine önemli bir katkı sağlayacaktır. Bu durum doğal olarak İsrail’in Batı İttifakına yıllardır vermiş olduğu bölgedeki düzen ve istikrar arayışlarında önemli bir aktör olduğu savının da zayıflamasına yol açacaktır. Bu aşamadan sonra İsrail’in Batılı ülkeler üzerindeki etkisi de zayıflayacaktır. Nitekim bugüne kadar 126 ülkenin bağımsız Filistin Devletini tanımaya hazır olduğunu açıklamış olması da İsrail etkisinin azaldığının somut göstergesidir.[3]

Tüm bu tespitlerden sonra Türkiye-İsrail ilişkilerinin geleceğine yönelik bazı öngörülerde bulunmak gerekirse, İsrail’in bölgede oluşan yeni durumu ve güç dengelerini anlamada başarısız olduğu ve bundan dolayı da kısa ve orta vadede Tel Aviv’in birçok cephede kaybedeceği öngörülebilir. Türkiye’nin Filistin sorunu başta olmak üzere İsrail’in bölgede uyguladığı politikaları eleştirmesinin ardından bölgede siyasi değişim süreci içine giren ülkelerin yeni liderleri de İsrail’le ilişkilerine mesafe koymak zorunda kalacaklardır. Aksi durumda İsrail’e karşı oluşan Arap sokağındaki öfke doğrudan kendilerine yönelecektir. İsrail’deki Haaretz gazetesinin yazarlarından Gideon Levy çok açık bir şekilde eğer Türkiye İsrail’le ilişkilerini keserse Mısır’ın da aynısını yapmak zorunda olacağını ve Kahire’nin farklı bir politika izleyemeyeceğinin altını çizmektedir.[4] Levy yazısında oldukça önemli tespitlere de yer vermiştir. Mısır’daki halk hareketleri sırasında İsrail karşıtı eylemler gerçekleşmediğini ancak Sina Yarımadası saldırılarıyla aynı dönemlerde Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinin bozulmasının Mısır’lıları İsrail karşıtı eylemlere teşvik ettiğini ve Kahire yönetiminin de halkın öfkesinden kaynaklanan nedenlerle İsrail’le ilişkilerini değiştirmek zorunda kalacağını ileri sürmektedir. Diğer yandan Levy ilişkilerde yaşanan krizin temel nedeninin de Türkiye’de bazı kesimler tarafından ileri sürülenden farklı olarak ideolojik olmadığını ve İsraillilerin Gazze Savaşı ile başlayarak uyguladığı kibirli ve saldırgan politikalarının bir sonucu olduğunu belirtmektedir. Gazze Savaşında sivil Filistinlilere karşı gerçekleştirilen saldırıların İsrail karşıtlığını güçlendirdiğini, ardından Mavi Marmara ve Sina Yarımadasındaki saldırılarla birlikte İsrail yönetiminin ilişkileri düzeltmek yerine resmi özür ve tazminat karşıtı bir tutum takınarak İsrail’in güvenliğini tehdit altına soktuğunu ve bunun diplomatik bir fiyaskoya dönüştüğünü, şimdi ise sıranın bu işlerin sorumlularını cezalandırılmaya geldiğini söylemiştir.[5]

Aluf Benn, Haaretz gazetesinde yazdığı  editöryal yazısında Türkiye ve Mısır’la yaşanan krizin İsrail politikası açısından bir Tsunami niteliği taşıdığını ifade etmiş ve İsrail’in Türkiye’nin bölgede artan etkisini ve Mübarek’in iktidardan uzaklaştırılmadığını görmezden gelemeyeceğini ileri sürmüştür. Benn, 18 Ağustos saldırısının başlayan gösterilerin Türkiye’nin İsrail Büyükelçisini sınırdışı etme kararının ardından genişlediğini ve Türkiye’den farklı olarak Mısır halkının kendi ülkelerindeki diplomatik misyonu şeflerini Kahire’den çıkarttığına dikkat çekmiştir. Benn’in de belirttiği gibi Türkiye’nin İsrail’le karşı uygulamaya koyduğu stratejilerin kısa sürede Mısır halkının da aynı tepkileri vermesinde teşvik edici bir role sahip olduğu görülmektedir.[6]

Aynı şekilde İsrailli gazeteci Ari Shavit, İsrail Büyükelçisinin Ankara’dan gönderilmesinin ve hemen ardından Kahire’deki İsrail misyonuna yapılan saldırıların, İsrail hükümetinin uygulamış olduğu yanlış ve sertlik yanlısı politikalardan kaynaklandığını vurgulamıştır. Shavit yazısında, Başbakan Netanyahu ve İsrail Evimiz Partisinden Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın Filistin, Türkiye ve Mısır karşısında geri adım atmayan politikalarının İsrail’in güvenliğini büyük bir tehdit altına soktuğunu ileri sürmektedir.[7]

İsrailli yazarların de belirttiği üzere bölge siyaseti birbirinden etkilenen parçalardan oluşmaktadır. Eğer Türkiye ile ilişkiler bozulursa bu doğal olarak Mısır ve diğer Arap ülkeleriyle de olan İlişkileri olumsuz etkileyecektir. İsrail bir yandan Türkiye ile krizi tırmandırırken diğer yandan Mısır veya diğer bir Arap ülkesiyle iyi ilişkiler kuramaz. Çünkü, Ortadoğu eski Ortadoğu değildir. Halkın tepkisini dikkate almayan yeni Mısır yönetiminin ülkeye istikrar kazandırma girişimleri büyük bir yara açabilir. Aynı durum diğer Arap ülkeleri için de geçerlidir. Dolayısıyla Filistin sorunu, Türkiye veya Mısırla ilişkiler, birbiriyle bağlantılı konular olarak görülmelidir. Erdoğan’ın Mısır ziyareti belirtmiş olduğumuz konular arasında bağlantı olduğu varsayımını bir kez daha somut olarak ortaya koyması açısından önemlidir. Kahire ziyareti sonrası İsrail’in bölge siyasetinden dışlanmamak için hızlı bir şekilde yeni adımlar atması gerekir. Bunların başında da belki de yeni bir seçim takvimi açıklayarak Netanyahu hükümetinin görevden uzaklaştırılması bile gündeme gelebilir. Çünkü İsrail halkının kendisine güvenlik sağlamaktan uzak olan bir iktidarı daha fazla yönetimde bırakmayacak kadar rasyonel olduğu düşünülmektedir.  

ABD ve Avrupalı yazarların bir kısmının da göz ardı ettiği en önemli olgu, yeni dönemde askeri güçlerin Arap politikalarına hükmetmekte başarısız oldukları veya zayıf kaldıklarıdır. Diğer bir deyişle 2011 öncesi dönemde bir ülkede orduya hükmeden güç, o ülkenin iç ve dış politikasına da hükmeder şeklinde bir anlayış vardı. İsrail ve Batılı ülkeler, uzun yıllar Mısır’dah Ürdün’e, daima silahlı kuvvetler/ordular üzerinden kurdukları özel ilişkiler sayesinde bu ülkelerin Filistin ve İsrail politikalarını önemli ölçüde yönlendirmekte başarılı oldu. 2011 sonrası dönemde ise Ortadoğu ve Kuzey Afrika siyasetinde orduların rolü ciddi şekilde aşınmaya başlamıştır. Mısır ve Tunus’ta her ne kadar ordu mensupları şu an yönetimde yer alsalar da meşruiyetlerini yalnızca ordunun silahlı güçlerinden almadıklarının ve alamayacaklarının farkındadırlar. Bundan dolayı Mısır’ın Filistin, İsrail ve Türkiye politikası Mübarek’li dönem ve Mübarek sonrası diye kendi içinde iki farklı döneme ayrılacaktır. Bu durum doğal olarak Mübarek sonrası İsrail’in bölgede yalnızlaşmasına yol açacaktır.

İsrail’in çok kritik bir sürece girdiğini İsrailli yazarlar da son dönemlerde çok açık bir şekilde ifade etmektedirler. İsrail’in uygulamış olduğu sertlik ve uzlaşmaz politikaların İsrail’in güvenlik stratejisini çökme noktasına getirdiğini belirtmektedirler. Dolayısıyla sorunun Türkiye’nin veya Mısır’ın uyguladığı politikalardan kaynaklanmadığı, aksine Robert Fisk’in de işaret ettiği gibi “İsrail’in çok az düşünme ve çok fazla ateş etme” stratejisinden kaynaklandığı görülmektedir. İsrail Gazze’de, Batı Şeria’da, Akdeniz’in uluslararası sularında, Golan Tepelerinde, Sina Yarımadasında veya Lübnan’da sorumsuzca öldürdüğü sivillerin uluslararası toplum üzerinde ne gibi bir etki yaptığını hesaplamak zorunda kalacağı bir döneme istemeye istemeye girmiştir.

Dolayısıyla bölgede yaşanan Arap Baharının da etkisiyle İsrail’in güvenlik anlayışını büsbütün değiştirmesi ve bölgede güvenlik içinde yaşamak için daha barışçıl politikalara acilen yönelmesi gerekmektedir. Filistin sorunu çözülmeden Türkiye-İsrail ilişkilerinin seyrinin değişeceğini öngörmek gerçekçi bir analiz olmaz. Ne Türkiye ne de değişim sürecindeki Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri, İsrail’in Filistin’de akıttığı kanın ortağı olmak isteyecektir. Dolayısıyla İsrail’in bölge ülkeleriyle ilişkilerini yeniden gözden geçirmesi ve Arap sokağının tepkisini almaktan kaçınması gerekir. Bugün itibariyle Arap sokağında etkili olan en önemli aktörün kim olduğu düşünüldüğünde İsrail’in Türkiye karşısında oldukça zayıf bir konumda olduğu ileri sürülebilir.

Yazının İngilizcesi için tıklayınız…

 

Doç. Dr. Veysel AYHAN

ORSAM Ortadoğu Danışmanı

Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İliş. Bölümü

 

Kaynak: ORSAM

 

Kaynaklar


[1] Ahram Online, “Sixth Egyptian soldier shot by Israel dies in hospital as a result of his injuries”,  Saturday 10 Sep 2011, http://english.ahram.org.eg/NewsContent/1/64/20843/Egypt/Politics-/Sixth-Egyptian-soldier-shot-by-Israel-dies-in-hosp.aspx

[2] Ahram Online “No more walls around Israeli embassy: Giza governor,”  , Saturday 10 Sep 2011, http://english.ahram.org.eg/NewsContent/1/0/20861/Egypt/0/No-more-walls-around-Israeli-embassy-Giza-governor.aspx. Hükümetin istifasının Askeri Konsey tarafından reddedildiği ileri sürülmektedir. Bkz., Dina Ezzat ,”Conflicting reports over the fate of Egypt’s Essam Sharaf government”,   Ahram Online, Saturday 10 Sep 2011, http://english.ahram.org.eg/NewsContent/1/0/20853/Egypt/0/Conflicting-reports-over-the-fate-of-Egypts-Essam-.aspx

[3]Raghida Dergham, “Palestine at the United Nations… The Long Path of Wisdom”,  09 September 2011, http://www.daralhayat.com/portalarticlendah/305636

[4]  Gideon Levy, “Israel is paying for Gaza war with Turkey and Egypt crises”, Haaretz News, 11.09.11, 

[5] Ibid.

[6] Aluf Benn ,  “Crises with Turkey and Egypt represent a political tsunami for Israel”, Haaretz News,  10.09.11, http://www.haaretz.com/news/diplomacydefense/analysis-crises-with-turkey-and-egypt-represent-a-political-tsunami-for-israel-1.383596

[7] Ari Shavit, “Arab Spring showed its real face in attack on Israeli embassy in Egypt, Haaretz News,  11.09.11, http://www.haaretz.com/print-edition/news/arab-spring-showed-its-real-face-in-attack-on-israeli-embassy-in-egypt-1.383689

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Srebrenitsa Soykırımı Mahkumu Radislav Krstic’in Mektubu

Srebrenitsa’da soykırımın desteklenmesi ve yardım edilmesi suçundan Lahey’de 35...

Trump’ın Ukrayna’da Batı/NATO Barış Gücü Planına Yönelik 10 Engel

Andrew Korybko 10 Obstacles To Trump’s Reported Plan For Western/NATO...

Türkiye-AB İlişkilerinde Kırılma Noktası: AK Parti Döneminde Yaşanan Gelişmeler ve Güncel Durum

Dr. Aziz Armutlu Giriş: Türkiye AB İliskileri Türkiye ile Avrupa Birliği...

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...