Kitabın Adı: Balkanlar’ı Tahayyül Etmek
Yazarı: Maria TODOROVA
Yayın evi: İletişim Yayınları
Basım Tarihi: 2003
Türü: İnceleme
İşlenen Konu: “Balkan” ve “Balkanlı” kavramlarının irdelenmesi
Tercüme: Dilek ŞENDİL
Sayfa Sayısı: 440 Sayfa
Balkanlar’ı Tahayyül Etmek
Gelişme
Ana Fikir: Balkanlar’ın farklı görüşler çerçevesinde zaman ve mekan içinde nasıl kurgulandığını oluşturulan emperyalist proje çerçevesinde Batı’da üretilen stereotip ve Batı’nın önyargılı tutumunun açığa çıkması.
Kurgu: Balkan bölgesi diye adlandırılan toprakların oryantalizm bakış açısı altında kimlerin ve neden “balkan” diye hitap ettikleri, “oryantalizm” ve “balkanizm” kavramlarının çatışması ve kesişmesi, kastedilen toprakların doğuya mı ait yoksa batı içerisinde mi olduğu, bu bölgede yaşayan farklı etnik gruplar ve gerek coğrafya sınırları içerisinde yaşayan gerek coğrafya sınırları dışında yaşayan insanlar tarafından “balkanlı” olarak kastedilen kavramın ne olduğu incelenmektedir.
Olaylar: Doğunun tabiriyle oksidentalist güçler balkan ve balkanlıları yok etmek istedi. Zaten oluşturulan kutsal ittifaklar da bu amaca el ayak olmuştu. Bu süreçte elbette meşru yollar seçilmiş, istikrarlı ve yutturulmaya çalışılan projeler üretilmişti. Balkanlar için bir de Avrupa’nın ötekisi olarak tanımlama yapılmıştı. Zafer ve toprakları genişletme düşleri daha düne dek pek çok başarılar ile gerçekleştiriliyor olsa da Balkan irredantizmi (yayılmacı milliyetçilik) ile birdenbire nerede duracaklarını bilmeleri güçleşmişti. Balkanlar’daki yeni türedi devletlerin, çoğu Alman küçük prenslerin ılımlı kılavuzluğu altında Batı Avrupalı modellerin emperyal davranışlarına öykünmüşlerdi. Bu çerçevede de bir kurgu yaratılmaya çalışıldığını anlamak çok da güç değildi.
ABD’nin SSCB’yi çevreleme politikasının mimarı olan George Kennan’ın hazırlamış olduğu raporun en büyük değeri, günümüzün insanlarına bugünkü sorunun ne kadarının derin kökleri olduğunu, ne kadarının olmadığını ortaya koymasıdır. Yine bu raporda geçen “Karşı karşıya bulunduğumuz acı gerçek şu ki: eski çağlardaki gelişmelerin, yalnızca Türk egemenliği dönemindeki değil, ondan daha önceki gelişmelerin sonucu, Avrupa kıtasının güneydoğusuna, Avrupalı olmayan ve bugüne dek Avrupalı olmama niteliğini büyük ölçüde koruyan bir medeniyetin hakim olmasıdır.” Sözleri kitapta anlatılmak isteneni az çok özetler niteliktedir.
Doğu ile Batı bölünmesi ortaçağda dar olarak Katoliklik ile Ortodoksluk, geniş olarak ise İslam ve Hristiyanlık arasındaki çekişmeyi betimlemekteydi. Her durumda doğu-batı diye ikiye bölünme, düpedüz mekânsal boyutları tanımlamıştı: Bir arada yaşayan, ancak siyasal, dinsel ya da kültürel nedenlerle birbirine karşı olan toplulukları yan yana koymaktaydı. Doğu her zaman bu karşı oluşun küçültücü bileşeni değildi. Roma’nın çöküşünden sonra yüzyıllar boyu uygar Avrupa dünyasının rakipsiz merkezi olan Bizans açısından, Batı, barbarlık ve kabalıkla eş anlamlıydı. Ancak 1453’te Konstantinopolis düşüp Ortodoks kilisesinin yıldızı sönünce, özellikle de Batı Avrupa’nın ekonomik yönden eşsiz yükselişiyle birlikte doğu, Ortodoks dünyasında da ikiliği karşıtlığın daha az ayrıcalıklı tarafı olarak içselleştirildi.
Balkan adının öyküsüne gelecek olursak Bulgaristan’ı doğudan batıya kesen ve Tuna boyunca yükselen sıradağlar, İngiliz dilinin gezi edebiyatına ilk kez “balkanlar” adıyla girdiği söylenmiştir. Balkan adı daha sonra 1582 yılında Martin Grünberg tarafından bu coğrafyada yaptığı gezileri sonrasında kullanır. Ancak bahsettiği bölge Rodop Adaları’dır. Bu terim görüldüğü üzere gezilerde görülen dağ silsilelerinden türetmeler yapılmıştır. Artık onlara zorlu dağlar anlamına gelen Balkan denilmeye başlanmıştı. Osmanlılar ise balkan sözünü ilk önce Rumeli’de Rumeli’de genel olarak dağ anlamında kullanılmış, kesin coğrafi yapıyı belirlemek için de yanına ek adlar ya da sıfatlar koymuşlardır. Balkan sıradağlarının Karadeniz’e doğru alçalan doğu uçtaki kısmına Emine Balkan (Haimos Dağı’nın Osmanlıca’daki karşılığı), ana silsilesine Koca Balkan, Şumen’in kuzeyine doğru düzlüğe uzanan dağ burnuna Küçük Balkan, Karpatlar’a da Ungaru (Macar) Balkan denilmiştir.
Güneydoğu Avrupa olarak da kapsamlı bir tanımlama getirilmiş yarımadanın içine aldığı bölgeler Slovakya (çek toprakları hariç), Macaristan, Romanya, Eski Yugoslavya, Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan ve Avrupa Türkiye’sidir. Ayrıca Tuna ve Sava ırmaklarını Balkan Yarımadası’nın kuzey sınırları olarak görülmektedir. Bunun anlamı ise Romanya’yı Balkanlar’ın dışında bırakılmasıdır. Diğer yandan Güney Slavları ele alırken siyasal ve antropolojik ölçütleri de işin içine katarak Balkan Uygarlığı adı verilen oluşuma Hırvatlar ve Slovenler de sokulur. II. Balkan Savaşı’ndan sonra ise Balkan kavramı Romanya da dahil olmak üzere bütün yarımadayı içine almıştır. I. Dünya Savaşı’nın ardından küçük devletlerin çoğalmasının nedeni ise Habsburg ve Romonov İmparatorlukları’nın parçalanmasıdır. Polonya, Avusturya, Çekoslovakya, Letonya, Estonya, Litvanya kurulmuştur. Bu mirasa bir de tabi ki Yugoslavya’yı da eklemek gerekir. “Balkanlaşma” nosyonunun hakim batılı devletlerin küçük ülkeleri kendi nüfuzunda tutma pratiğini rasyonalize ederek, yeryüzünün talihsiz insanlarına silinmez bir damga vurmak, onlarda utanç ve değersizlik duyguları yaratmak için kullanıldığı da belirtilmiştir. Özel adlandırma da ise bu küçük devletlerden bazıları balkan devleti olduklarını bizzat kendileri kabul etmez. Mesela Romanya’nın “bizi yarı vahşi Yunanlılar ile Slavlar ile nasıl karıştırırsınız, biz Latin’iz” şeklinde ülkenin balkanların bir parçası olduğuna karşı çıkmaktadır. Ancak iki dünya savaşı arasında lekelenmiş coğrafi terime gösterdiği aşırı politik hassasiyeti azaltmış ve “Balkan Paktı” ’na imza atmıştır. Öte yandan Arnavutluk ise kendisinin salt bir şekilde balkan kavramını karşıladığını belirtse ve diğer bazı balkan devletlerinin batısında bile yer alsa da hem coğrafya içinde hem coğrafya dışında Arnavutluk doğu olarak görülmüştür.
20.yy başlarken artık Avrupa literatüründe Balkan imgesi çoktan şekillenmişti. Avrupalılar, Balkanları sadece coğrafi olarak değil fikir olarak da “doğu” olarak görmüşlerdir. Balkanlar, söylenegeldiği gibi yolu büyük devletlerin kötü niyetleriyle döşenmis bir cehennemdir. Alman filozof Hermann Graf Keyserling ise Edward Said’den çok çok önce ve Said’e benzer bir yaklaşımla “Balkanlar mevcut olmasaydı, icat edilmesi gerekirdi” demiştir.
I. Dünya Savaşı’nın başlamasından önce Balkanlardan ayrı olarak bahsedilmemekle birlikte Doğu Avrupa, doğu-orta Avrupa ve Güneydoğu Avrupa tabirleri kullanılmıştır. Burada Doğu-Orta Avrupa: Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya; Güneydoğu Avrupa: güney Yugoslavya, Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya ve Moldova; Doğu Avrupa ise Rusya için kullanılmıştır. Aslına bakılırsa Doğu Avrupa’nın Rusya olarak algılanması gelecek için korkunç senaryonun bir parçasıydı. Daha sonraki tartışmalar ise Doğu Avrupa’nın yani Rusya’nın haricinde kalan bölgeleri Orta Avrupa olarak nitelenmesine sebep olmuştur. Ve Orta Avrupa bir inanç eylemi, bir proje hatta bir ütopya diye nitelendirilirken Rusya’ya yönelik tutum ise belirsizliğini korumuştur.
Tüm bu kadar kurgunun üzerine Balkanlar’ın Osmanlı mirası olduğunu söylemek hiç de abartı olmayacaktır. Nitekim günümüz balkanlar stereotipinde bahsi geçenler ne kadar Bizans unsurlarını içerse de Osmanlı unsurlarıdır ya da Osmanlı olarak algılanan unsurlardır. Siyasal alanda Osmanlı mirası kronolojik olarak Balkanlarda otonom veya bağımsız devletlerin kuruluşundan Osmanlı’nın yarımadadaki siyasal varlığına son veren I. Dünya Savaşı’na dek uzanır. Otonom ve bağımsız balkan devletlerinin kurulması, siyasal geçmişle yalnızca bir kopuş değil aynı zamanda bu geçmişin reddi anlamına geliyordu. Bu durum Osmanlı devlet kurumlarının ve yerel özyönetim biçimlerinin yerine yeni Avrupalı kurumlar kurma girişiminde açıkça kendisini göstermiştir.
Sonuç
Kitap Yorumları:
Çok dilli, çok dinli, çok uluslu bir toplumu oluşturmak, bir arada istikrarı sağlamak başarıldığı takdirde çok büyük bir yetenektir. Çünkü her daim içeriden sorunlar patlak verdiği için dışarıdan müdahale etmesi, içeridekileri bir görüşe, bir düşünüşe kaydırması çok daha kolaylaşmaktadır. Nitekim Balkan coğrafyası da bu durumun kurbanıdır. Maria Todorova, okuduğum bu kitabında durumu ayrıntılarıyla açıklamıştır. Kitabı bitirdiğimde bir kere okumanın yetmeyeceği kanısına vardım. Çünkü yarımada geçmişten günümüze çok karmaşık ve hareketli bir tarihe sahiptir. Bu durum da olayları kavramak açısından çok fazla detaya inmeyi ve irdelemeyi istiyor. Birkaç kez okunduğu takdirde balkan coğrafyası ile ilgilenenlerin çok detaylı ve kaliteli bilgilere sahip olacağını ve bu kişilerin ezber klişelerden ziyade derinlemesine bilgi sahip olmak istiyorlarsa kesinlikle okumaları gereken sayılı kitaplardan biri olduğunu düşünüyorum. (Nimet CEYLAN)
Maria Todorova’nın Balkanlar’ı Tahayyül Etmek kitabı çarpıcı bir giriş cümlesiyle başlar. Batı kültüründe bir hayalet geziniyor: Balkanlar hayaleti. Bütün güçler bu hayaletten kurtulmak için kutsal bir ittifak oluşturdular: Politikacılar, gazeteciler, tutucu akademisyenlerle radikal aydınlar, her türden, cinsiyetten ve akımdan ahlakçılar.” Bu girizgaha bakıldığında bile kitabın neyle alakalı olduğunu, hangi düşünceleri aslında bir nevi zorladığını anlamak pek de güç değil. (Ceren ÇEVİK)
Maria Todorova’nın bu kitabı Balkan coğrafyası, Balkan halkları hakkında içerden ve dışardan olan gözlemleri ile bizlere Balkan tarihi hakkında geniş bilgiler sunuyor. Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra yedi devletin ortaya çıktığını düşünürsek balkan coğrafyasının karmaşıklığı, çok kültürlülüğü, din ve dil konusundaki zenginliği avantaj unsuru olabilmesini umut ettiğimiz lakin bunun bu zamana kadar diğer güçlü devletler nezdinde balkanları istikrarsızlaştırmak için kullanılması balkan coğrafyasının dezavantajı olarak durmaktadır. Ayrıca yakın gelecekte Balkanlarda Balkanlaşma kelimesinin yeniden o eski küçültücü anlamıyla karşımıza çıkmayacağının garantisini kimse veremez. Çünkü balkanların etnik yapısı, çeşitliliği, tarihi tecrübeleri bize hala Balkanların yeni krizlere gebe olduğunun habercisidir. Ayrıca bu kitap bize aynı zamanda tarih okumalarında ki en önemli unsurun olayların tarafsız ve doğru bir şekilde aktarılmasının önemini göstermektedir. (Sezer BOZACI)
Kitabı kesinlikle tavsiye ederim, zira içerdiği bilgiler ve farklı bakış açısı sayesinde Balkan konseptine bakış açımı değiştirdi. En önemli yeri olarak tabir edebileceğim kısmı ise kitabın içinde yer alan bölümlerden değil, ilk sayfasında yazan: ‘Bana Balkanları bir gurur veya utanç kaynağı yapmadan sevmeyi öğreten anneme ve babama…’ kısmı oldu. Todorova’nın anlatmak istediği de tam olarak bu bence kitabında. (Merve AYAZ)
TUİÇ Balkan Araştırmaları Merkezi Stajyerleri
Nimet CEYLAN – Ceren ÇEVİK – Seren BOZACI – Merve AYAZ