Kitabın;
Adı: Balkan Tarihi 2 – 20. YY
Yazarı: Barbara JELAVİCH
Yayınevi: Küre Yayınları
Basım Tarihi: Ekim 2006
Türü: Araştırma – İnceleme
Tercüme: Zehra SAVAN- Hatice UĞUR
İşlenen Konu: Balkan Tarihi
Sayfa Sayısı: 506 Sayfa
Ana Fikir:
Bu kitap Balkan Tarihi’ne ışık tuttuğu için önemli bir yapıt olduğu kanısındayım. Şöyle ki; Balkan Tarihi ikinci cildinde Balkanlar’ın 20. yüzyıldaki genel durumu ele alınırken Balkan ülkelerinin ekonomik, jeopolitik, jeostratejik gelişmişlikleri ve coğrafi konumlarının yanı sıra 19. yüzyılda Balkanlarda egemenlik kurmaya çalışan Habsburg hanedanlarından olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun politikalarını, geçmişte sahip olduğu Balkan ülkelerini ve özellikle Müslüman çoğunluğun bulunduğu bölgeleri bir bir kaybeden Osmanlı İmparatorluğu’nun durumunu, akabinde Balkan Savaşları’nı, I. Ve II. Dünya Savaşları ile savaş sonrası Balkan bölgelerinin ve halklarının sorunlarını, büyük güçlerin bu bölgelerde hakimiyet çalışmalarını -ki özellikle komünist rejimin kurulmasını- halkın uğradığı hezimetleri, ülkelerin kendi iç ve dış politikalarını, Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı’nın oluşumunu, Yugoslavya’yı, parçalanmasını ve burada oluşan federal yapıyı, bölgelerde oluşan etnik ve dini çatışmaları geniş ölçüde yansıtmaktadır.
Kurgu:
Kitapta geçen olaylar Güneydoğu Avrupa’da 20. yüzyıla ait olaylardır. Kitabın girişinde 19 yüzyıldaki Balkanlarda Habsburg egemenliği ve Osmanlı’nın Balkan yarımadasındaki topraklarına sahip olmak için giriştiği olaylar ve sonunda verdiği kayıplar anlatılmaktadır. Yazar Barbara Jelavich yakın geçmişimizde batı komşularımızın tarihini bilmemiz açısından son derece aydınlatıcı bir çalışmaya imza atmıştır. Anlatılanlar bir ülkede değil, genel olarak Balkan coğrafyasında geçen tam bir yüzyılın (20. YY.) şahitliğini yapmış ne yazık ki tamamen gerçek olaylardır. Ne kadar Balkanların tarihi olsa da buralarda gerek Osmanlı’nın egemenliğini yapmış olması, gerek büyük güçlerin bu ülkelerde hakimiyet mücadelesine girmiş olması nedeniyle evrensel bir boyuta doğru sürüklenmiştir.
Olaylar:
Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan bölgelerinde hükümdarlığının bitişinden itibaren Balkanlar’ın paylaşımına dair sıkıntılar günümüze dek sürmüştür. Kitapta da yer alan en önemli olaylardan kronolojik şekilde örnek verecek olursak; 1866’da Prusya – Avusturya Savaşı yenilgisi ve Alman Konfederasyonu’nun dağılmasından sonra prestijini kaybeden Avusturya İmparatorluğu, genel olarak Ausgleich adıyla bilinen, 1867 Avusturya-Macaristan Antlaşması ile ikili monarşi oluşturmuştur. 1867’de Avusturya İmparatoru Franz Joseph, Budapeşte’de Macaristan krallık tacını giymiştir. Böylece, Avusturya Macaristan İmparatorluğu kurulmuştur. Dalmaçya, Bukovina ve Sloven toprakları Avusturya idaresine verilirken Hırvatistan, Slavonyo, Voyvodina ve Erdel Macaristan’a verilmiştir. 1970’te Habsburg Monarşisi köklü bir teşkilatlanma sürecinden geçerken Osmanlı İmparatorluğu ise ıslahat çalışmalarına rağmen Balkan Yarımadası’nın büyük bir bölümünde etkin hakimiyetini kaybetmiştir.
1875’te Bosna ve Hersek’te Müslüman köylüler Sırp-Hırvat dili ve milliyetine mensup toprak sahiplerinden özellikle aldıkları haksız vergiler yüzünden şikayetçi olmuşlardır. Ardı arkası kesilmeyen vergilerden dolayı mağdur olan köylüler isyan çıkarmış, Osmanlı ise uğraşlarına rağmen isyanı bastıramamıştır. 1876’da Sırbistan ve Karadağ’ın kargaşadan yararlanarak Osmanlı İmparatorluğu’na savaş açmasıyla büyük bir uluslararası kriz çıkmıştır. Bu kriz 1877’de Rusya’nın savaş ilan etmesiyle doruğa ulaşmıştır. Osmanlı’ya karşı bir zafer kazanılmış ve hemen arkasından Rus Hükümeti 1878’de Ayestefanos Antlaşması’nı zorla kabul ettirmiştir. Balkan Devletleri ile büyük güçler arasındaki güç dengesini altüst eden bu antlaşma ile bugünkü Bulgaristan topraklarına ek olarak Makedonya ve Trakya’yı da içine alan büyük bir Bulgar Devleti kurulmuştur. Zaten bu yüzyıldaki olaylar silsilesi de asıl olarak buradan başlamaktadır. Ancak bu antlaşmaya İngiltere ve Avusturya-Macaristan’ın tepkisi çok şiddetli olmuştur. 1878’de Berlin Kongresi toplanmış ve Rus Hükümeti de bu kongrede alınan kararlara razı olmak zorunda kalmıştır. Berlin ile Ayestefanos’ta kurulan devlet üç kısma ayrılmıştır: Balkan dağlarının kuzeyinde kalan topraklarda özerk bir Bulgaristan, güneyde yarı özerk bir vilayet olan Doğu Rumeli ve Osmanlı’ya geri verilen bir Makedonya. Ayrıca Avusturya-Macaristan Bosna ve Hersek olarak bilinen her iki bölgeyi de işgal etme hakkı kazanarak Bosna-Hersek olarak tek bir idari merkez oluşturmuş üstüne bir de Sırbistan ve Karadağ’ı ayıran toprak şeridi Yeni Pazar Sancağı’nı topraklarına almıştır. Rusya Romanya’dan Güney Beserabya’yı, Romanya ise ileride Bulgaristan ile aralarında paylaşamayacakları Güney Dobruca’yı almıştır. İngiltere ise Kıbrıs’ın işgaline Osmanlı’yı razı olmaya mecbur bırakmıştır.
Sırbistan, Romanya ve Yunanistan Ayestefanos’ta sonrasında Berlin ile biraz da olsa küçülse de kurulan Büyük Bulgaristan’dan rahatsız olmuştur. Makedonya meselesi ise bütün balkan devletlerinin menfaatleriyle ilgili bir meseledir. Çünkü Makedonya’da tek bir millet değil Türkler, Bulgarlar, Rumlar, Sırplar, Arnavutlar, Ulahlar, Yahudiler ve çingeneler olmak üzere 8 farklı halk yer almaktadır. Ayrıca stratejik bakımdan da yarımadanın kalbi konumunda olması da önemli bir nedendir. Bu durumlar neticesinde gelecekte balkan devletleri kendi içlerinde anlaşmazlığa ve birbirleri üzerinde hakimiyet kurmaya yönelecektir.
20. yüzyılın başlarına geldiğimizde ise İtalya’nın Osmanlı tabiiyetindeki Trablusgarb’a saldırdığını ve bunun sonucunda yeni krizlerin baş gösterdiğini ve Osmanlı’nın mağlubiyetine şahit oluyoruz. Hemen arkasından hız kesmeden Balkan Savaşları patlak vermiştir. İlk anlaşma 1912’de Sırbistan ile Bulgaristan arasında sağlanmış ve kendi aralarında toprak paylaşımı yapmışlardır. Makedonya toprakları dışta kalmış, uzlaşma sağlamazsa Çar’dan arabuluculuk isteneceği kararı alınmıştır. Hemen arkasından Yunanistan ve Bulgaristan, yine aynı şekilde Sırbistan ile Bulgaristan da aralarında benzer bir anlaşma yapmıştır. Böylece Balkan devletleri kendi içlerinde örgütlenmelerini oluşturmuştur. Büyük güçler özellikle Rusya ve Habsburg yeni bir doğu krizinin ortaya çıkmasını istemedikleri için ikaz gönderse de savaş çoktan saldırılarla başlamıştır. Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ ilk kez Balkan İttifakını oluşturmuş ve Osmanlı’ya karşı birlikte hareket etmişlerdir. Osmanlı ise o sıralarda iç sorunlarıyla uğraştığı ve ordusunun zayıflığı nedeniyle mağlup olmuştur. Büyük güçlerin müdahalesi sonucu Girit Yunanistan’a, Edirne Bulgaristan’a bırakılarak Midye-Enez hattı çizilmiştir. Savaş sonunda balkan ittifakı devletleri arasında güç dengesi meselesi yaşanmıştır. En büyük rakip olan Bulgaristan’ın fazla toprak almasını hazmedemeyen ve Bulgaristan’dan korkan Sırbistan ve Yunanistan yanına Romanya, Karadağ ve Osmanlı’yı da alarak gizli bir anlaşma imzalamış ve Bulgaristan’a karşı yeni bir ittifak oluşturulmuştur. Böylece ikinci Balkan Savaşı başlamış ve Bulgaristan’ın tam yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Savaş sonunda anlaşmalar imzalanarak ateşkes sağlanmıştır. Makedon toprakları paylaştırılırken Arnavutluk’a bağımsızlık tanınmıştır. Büyük payı Sırbistan ve Yunanistan alsa da Osmanlı da Edirne’ye tekrar sahip olmuştur.
20. yüzyılın ilk çeyreğini tamamladığımızda ise büyük bir dünya savaşı yeni bir krizle devletleri baş başa bırakmıştır. Almanya, Avrupa kıtasındaki en güçlü devlet olsa da dünya sömürgesine Fransa ile İngiltere hakimdi. Habsburg ve Osmanlı imparatorlukları’nın çöküşü, Çarlık Rejimi’nin yıkılması dünya ilişkilerinde kısa süre sonra ikinci bir dünya savaşına neden olmuştur. Sırplar Balkan uluslarını hep tek çatı altında birleştirme gayesini taşımışlardır. Bu gayelerindeki temel neden Sırpların aşırı milliyetçi olmasıdır. Hatta bu durum I. Dünya Savaşı’nın fitillenmesine neden olan yegane olaydır. Saraybosna’yı ziyarete gelen Habsburg veliahdı Ferdinand’ın bir Sırp milliyetçisi tarafından bir suikast kurbanı olması savaşın başlamasına bahane olmuştur. Üstelik suikast tarihi Sırpların milli bayramı olan Kosova Savaşı’nın yıldönümüyle aynıdır. En sonunda 1914’te Doğu sorunu ve Balkan ulusal birleşme hareketleriyle yakından ilgili meseleler yüzünden büyük bir savaş başlamıştır. Dönemin Jön Türk lideri Enver Paşa’nın Alman hayranı olması ve savaşın Almanya’nın kazanacağına inanılması nedeniyle Osmanlı bu safta yer almak istemiş ve gizli bir ittifaka imza atmıştır. Savaşa hemen girmemiştir ancak Alman gemileri Goben ve Breslav’ı korumaya alması otomatik olarak savaşa dahil etmiştir zaten. Bu durumda İtilaf Devletleri’ne karşı resmen savaşa girmiş ve boğazları itilafların gemilerine kapatmasıyla da itilafların müttefiki olan Rusya ile bağlantı da kesilmiştir. İtilaf Devletleri Boğazlardaki başarısızlığını İtalya’yı satın alarak gidermiştir. İtalya’dan sonra savaşa giren devlet Bulgaristan’dır. Amaç geçmişteki gibi hala Ayestefanas ile kurulan devletin ihyası, Yunanistan ile Sırbistan elinde bulunan Makedonya toprakları ile Romanya’nın ele geçirdiği Güney Dobruca kesiminin elde edilmesidir. 1917’ye gelindiğinde Bolşeviklerin zaferiyle Rusya savaştan çekilmek zorunda kalmış ve Osmanlı’yı aralarında paylaşma kararının alındığı gizli anlaşmalar açığa çıkmıştır. Savaşın sonu da yavaş yavaş gözükmeye başlamış ve ittifakların kaybetmesi an meselesi olmuştur. Bulgar hükümeti teslim olmuş, Habsburg ve Alman birlikleri kuzeye çekilmek zorunda kalmıştır. Sırp birlikleri Bosna-Hersek ile Voyvodina’yı işgal etmiştir. Avusturya ve Macaristan ayrılmış ve iki ayrı devlet oluşmuştur. Hemen arkasından Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı kurulmuştur. Osmanlı devleti zaten teslim olmuş ve savaşın arkasından İslami ilkelere dayanılarak yönetilen bir Osmanlı’nın yerini seküler bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti almıştır. ABD’nin temsilcileri tarafından savaş sonunda barış anlaşmaları imzalanmıştır. Bu savaşın en önemli sonuçlarından olan Osmanlı ve Habsburg imparatorlukları tarih olmuş, yerine yeni devletler kurulmuştur. Savaş sonrası dönem ise hem Avrupa hem Balkanlar açısından kriz dönemlerinden olmuştur. Yine bu dönemde Balkan devletlerinde sosyalist teşkilatlar ortaya çıkmıştır ki bu, özellikle Bulgaristan ve Romanya’da etkili olmuştur. Buralarda sosyalist partiler kurulmaya başlanmıştır. Daha sonrasında sosyalistlerin aşırı kesimleri Komünist ismini almış ve Bulgar sosyalistleri komünist partisine dönüşmüştür. 1918’de Zagreb’te Sırp, Hırvat ve Slovenler ulusal konseyi kurulmuştur. Ve bu 1929’a kadar Yugoslav Devleti’nin resmi temsilcisi Sırp-Hırvat-Sloven Krallığının doğum tarihidir.
Balkan Devletlerinin esasen tarım ürünleri ve hammadde üreticileri olduğu için 1929’da ABD borsasının çökmesi bu devletlerin ekonomilerini temelden sarsmıştır. Fiyatlardaki ani düşüş üretimin de düşmesine neden olmuştur. Büyük Buhran’ın getirdiği sorunlar, Almanya’daki nasyonal sosyalist rejimin kurulması gibi durumların sonucunda 1939’a kadar uluslararası durum o kadar bozulmuştu ki, yeni bir dünya savaşının başlamasına neden olmuştur. 1941’de Almanya Sovyetler’i işgal ettiğinde bütün Balkan Devletleri’ni kuşatan bir düşmanlık ortamı oluşmuştur. Romanya ve Bulgaristan Mihver Müttefiki iken Yunanistan, Arnavutluk ve Yugoslavya ise Alman, Bulgar ve İtalyan işgali altında kalmıştır.
Bağımsızlığını da ilan eden Hırvat Hükümeti genişlemeyle birlikte Yugoslavya’nın en vahşi yerlerini de içermiştir. Öyle ki geçmişteki isyanların merkezi, ulusal düşmanlığın en yoğun yaşandığı yerler olmuştur. İdare çok geçmeden bozulmuş ve ülkede anarşi ortamı doğmuştur. Bu durum Hırvat Hükümeti’nin kontrolü altındaki bölgelerde yaşayan Sırp nüfusunun üçte birini yok etme politikasının benimsenmesiyle birlikte daha kötü bir hal almıştır. Sırplar mezhep değiştirmeye yani Ortodoksluk’tan Katoliklik’e dönmeye zorlanmıştır. Olanlar olmuştur, olmayanlar ise öldürülmüştür. Hırvatistan’da Ustaşa rejimi oluşturulurken Sırbistan’da ise Albay Mihailovich ve küçük bir grup Sırp görevlisi dağlara çıkarak bir direniş merkezi oluşturmuşlardır. Yugoslav ordusu bunu Çetnik olarak adlandırmıştır. Çetnikler hem Hırvat hem de komünizm karşıtı olmuşlardır. Yugoslav Komünist partisi genel sekreteri Josip Broz Tito önderliğinde ise Partizanlar örgütlenmiştir.
Savaşın sonuna doğru komünizm Balkan ülkelerinde mutlak hakimiyet sağlamaya başlamıştır. İlk hakimiyet ise Yugoslavya ve Arnavutluk’ta kazanılmıştır. Yani Partizanların askeri üstünlük kurduğu bölgelerde.
II. Dünya Savaşı sonrası Doğu Avrupa’da Sovyetler’den sonra en güçlü devlet Yugoslavya olmuştur. Moskova ile yakın ilişkiler içinde olan devrimci bir rejim iş başındadır. Ancak bu durum çok uzun sürmemiştir. Çünkü bağımsız Yugoslav tutumu, gerek iç gerekse dış meselelerle ilgili her harekette Sovyetler’e danışma gereği duymak istememiştir. Bunun sonucunda Sovyet-Yugoslav ayrılık krizi 1948’lerde baş göstermiş ve böylece Yugoslavya KOMİNFORM’dan çıkartılmıştır. Komünist devletler ve Kominform gazetesi Tito’yu “cani Tito hizbi, adi vatan haini, proleterya enternasyonalizme hainlik edenler” şeklinde değerlendirmiş ve halka yansıtmıştır. Bütün bunların sonucunda Yugoslavya yalnızlığa itilmiş, komşuları tarafından dışlanmış, COMECON üyeleri ticari ilişkileri kesmiştir. Yugoslavya bu yalnızlığından kurtulmak için 1953’te Türkiye ve Yunanistan ile dostluk anlaşması imzalamıştır.
Bu dönemde Almanya ve İtalya bozguna uğramış, Fransa ve İngiltere ise büyük güç kaybetmiş, Sovyetler ve Amerika ise iki büyük güç olarak en iyi olmanın mücadelesi içerisine girmiştir. Bu iki büyük güç savaştan sonra liderlerin seçimi ya da aday gösterilmesi de dahil olmak üzere devletlerdeki hükümet şekillerini belirlemeye kadar çok önemli alanlarda etkilerini göstermişlerdir. İlk olarak İngiltere sonrasında ise Amerika Birleşik Devletleri, Yunan siyasetinde üstün bir yere sahip olmuştur. Sovyetler Birliği ise en azından başlangıçta diğer devletlerde özel bir yere sahip olmuşsa da 1948 yılından sonra sadece Bulgaristan, Romanya ve 1960’lı yıllara kadar da Arnavutluk üzerinden doğrudan kontrol sağlamıştır.
Yunanistan İç Savaşı’nın sona ermesinden ve Yugoslavya’nın Sovyetler ile ilgili olan ilişkilerinin istikrara kavuşmasından sonra, Balkan Yarımadası uluslararası çekişmelerin temel ilgi odağı olmaktan çıkmıştır. Dünya’nın ilgisi Asya ve Afrika’daki önceki sömürge alanlarına çevrilmiş ve oraların kontrol edilmesi için mücadelelere başlanmıştır. Avrupa’daki en önemli mesele ise Alman sorunu ve komünist devletleri ilgilendirdiği şekliyle Sovyetlerin Macaristan ve Çekoslovakya’ya mücadelesi olmuştur.
Balkan uluslarının uluslararası konumlarındaki kaymadan daha da önemli olan, savaş sonrası dönemde iç politikada meydana gelen köklü değişikliklerdir. Bu değişiklikleri Balkanlar’da yaşayan bireylerin günlük yaşantısında meydana gelen değişiklikler şeklinde izlemiştir. Büyük savaşlar ile geçmişteki devrimler yerel düzeyde çok fazla maddi kayba ve birçok insanın hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Yarımadada iç ve denizaşırı göçler nüfus hareketlilikleri yaşatmıştır.
Kahramanlar/Devletler
Hiç şüphesiz ki bu kitapta da yer aldığı gibi Balkanlar deyince akla büyük güçler ve siyaset adamları gelir. Bu güçlerin ve etkili karakterlerin önde gelenleri ise Habsburg İmparatorluğu hanedanlarından Avusturya-Macaristan -ki bu hanedan Balkan ülkelerinde hep bir egemenlik kurma eğiliminde olmuştur- savaş sonunda parçalanmıştır. Kitabın başlangıcında da yer verildiği gibi dönemin Osmanlı padişahı Sultan II. Abdülhamid’in Balkanlar için önemi büyüktür. Şöyle ki; Abdülhamid, dış politika anlayışında hiçbir zaman Batı düşmanı bir imaj oluşturmamış, anti-emperyalizm gibi içi boş sloganlar kullanmamıştır. Batılı devletlere karşı kullanabileceği bütün kozları kullanmaya gayret göstermiş, değişik alternatifler aramış, ıslahatlara girişmiştir Jöntürklerin engellerine rağmen. Sovyetler Birliği özellikle Bulgaristan ve Arnavutluk’un yardımıyla Yugoslavya Federasyonu’nun kurulmasına engel olmuştur ki burada da önemli Sovyet Josef siyaset adamı Stalin ve Yugoslavya lideri Jossip Broz Tito ön plana çıkmaktadır. Karadeniz ve Akdeniz’in bir parçası olan Balkan yarımadası, Rusya’yı Avrupa’ya bağladığı gibi aynı zamanda, Rusya’nın en önemli dünya ticaret noktalarına çıkışını sağlamaktadır. Böylece Rusya’nın Balkanlar’a olan ilgisine hem jeostratejik ve jeopolitik açıdan bakmamız mümkündür. Asırlardır kopmadan devam eden ilişkilerin altında ülkelerin kültürel ve dini yakınlığının önemi de büyüktür. SSCB ve Stalin rejimi ile Tito arasındaki anlaşmazlıklara rağmen, Tito önderliğinde kurulan sosyalist sistem ilk dönemlerde Stalin uygulamalarına göre kurulmuştur. Fakat kısa bir süre sonra Yugoslav modeli sosyalizm daha çok öne çıkartılmaya başlamıştır. Tito, giderek Stalin’den uzaklaşmaya ve kendine özgü sosyalizm modelini kurma çabasına girmiştir. Alman işgali sırasında Moskova’ya yaptığı yardım taleplerinin karşılıksız bırakılması ve SSCB’den yardım almadan kendi imkânlarıyla işgalden kurtulması Tito’yu doğal olarak SSCB’den uzak durmaya teşvik etmiştir. Burada daha bahsedilecek kişi ve devletler olmasına rağmen uzatmamam gerektiğini düşünerek son olarak Papandreu’dan söz etmek istiyorum; 1959’da, Yunanistan Başbakanı Konstantin Karamanlis’in Ekonomik Kalkınma ve Araştırma Programı’nın başına geçmek için davet etmesi üzerine ABD’den ülkesine dönmüştür. 1967’de gerçekleşen Albaylar Darbesi’ni hazırlayan etmenlerden biri olmuştur. Bu askeri darbenin ardından tutuklanan Papandreu’nun, 8 ay hapis yattıktan sonra ABD yönetiminin en üst düzeyde baskısı sonucu, ülkesini terk etmesine izin verilmiştir.
Görüşlerim
Eserin Balkan Tarihi’ni gerçek kapsamıyla anlayabilmek için birebir ilaç gibi bir yapıt olduğunu düşünüyorum. Zaten Barbara Jelavich, Amerika’da önde gelen Balkan Tarihi araştırmalarının önde gelen isimlerinden olduğu için kitaba oldukça sempatiyle başladım ki başladıktan sonra bu kanımın olaylar örgüsüyle, kronolojik anlatımıyla, gerçeklikleri anlatış tarzıyla, düzen ve intizamıyla desteklendiğinin hemen farkına vardım. Elbette ki bu kitabı okumadan önce az da olsa Balkan Tarihi ile ilgili bir bilgi birikimine sahip olunarak başlanması gerektiği düşüncesindeyim. Zira içeriğinde olayların başlangıç ya da gelişimini anlamanız bahsedilen ulus ya da devletten bir bilgi sahibi olmamıza bağlıdır. Ancak o zaman bu kitabın ne kadar değerli bir şaheser olduğunu anlayabiliriz. Umuyorum ki herkes bir şekilde bu eserden haberdar olur ve Balkanlarda yaşanan kirli oyunların, sinsi planların, politikaların, siyasaların az da olsa farkına varırak devamında daha yeni araştırmalar yapabilmek için bu alanda farklı eserleri de beynine kazandırabilmek için bir atılımda bulunur.
TUİÇ BALKAM Stajyeri Nimet CEYLAN