Her hafta düzenli olarak yaptığımız Balkan Konuşmaları’nın bu haftaki konusu ‘Balkan Savaşları’nı değerlendirmek oldu. Saatler süren ve verimli geçen sohbetimizi, bilgi paylaştıkça güzeldir mantığıyla elimizden geldiğince sizlere de sunmak niyetindeyiz.
Bilindiği üzere Osmanlı koca bir toprak parçasını beklenmedik bir anda, hazırlıksız bir şekilde, çok kısa bir zaman dilimde kaybetti. Tabir-i caizse ‘Rumeli’ye Elveda’ deme vaktimiz dahi olamadı. Aslında Osmanlı-Rus savaşları ile başlayan ‘Pan-Ortodoks’luk anlayışının devamı niteliğini taşıyan ‘Pan-Slavist’ politikanın etkisini, ele geçen fırsatlar ile artarak devam ettirmesi, Tanzimat ile birlikte gelen özgürlük, eşitlik, adalet gibi kavramların tam anlamıyla içi doldurulamayıp, gayri Müslimlere yettirememe durumu, Girit’te yükselen sesler, Bulgaristan’ın bağımsızlığı ve Bosna Hersek’in ilhakının beraberinde getirdiği 31 Mart Vakası, Tanzimat ile başlayan reform hareketlerinin birinci ve ikinci Meşruiyet ile devam ederek ayrılıkçı grupların hem lehinde hem aleyhinde işlemesi gibi nedenler savaşa giden süreci gözümüzün önüne getirmemize yardımcı olacaktır. Göz ardı etmememiz gereken bir diğer nokta da Osmanlıcılık anlayışının artık bir anlam ifade etmeyişi, İslam ile birleştirilerek Müslüman kesime hitap etmemeye dahi başlamasıyla birlikte umutların ‘Türkçülük’te birleşmesi de İttihat Terakki’nin savaşa giden süreçte üstlendiği önemli rollerdendir.
İyi bir örgütlenme örneği olarak tarihte yerini alan bu hareket birçok yanlış adımı da beraberinde getirmiştir. Elbette bunun sorgulaması istibdat dönemine kadar çekilebilir fakat orduda ve iktidar katında atılan yanlış adımların nedenlerini tam anlamıyla doldurmamıza yetmez. Özellikle bu sıkıntılı zamanların hissedilebileceği bir dönemde ordu içi reformları ve iktidar kadrosunun değişmesi, siyasi çekişmeler, İttihat Terakkinin yaptığı yanlışlardan bir tanesi olarak sayılabilir. Tartışılan bir konu olsa da Abdülhamit’in ayrılıkçı anlayışı bastırmaya çalıştığını söyleyebildiğimiz gibi bunun açığa çıkmasındaki önemli aktörlerden birinin İttihat ve Terakki olduğunu da dile getirebiliriz.
Uzun yıllardır devam eden ve bir türlü çözüme ulaşamayan Arnavutluk isyanı, İtalya’nın Trablusgarp işgali, Makedonya’dan ve Yemen’den gelen karışıklık haberleri de ‘milliyetçilik’ söylemi ile başlayan ulus-devlet anlayışının vuku bulmasını kolaylaştırmış, Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan’ın ittifakı ile sonuçlanmıştır. Edirne, İşkodra ve Yanya’da tarihsel direnişler olsa da yeterli olmamış, Osmanlı 15 gün içerisinde Selanik, Üsküp, Ohri, Kosova, Manastır’da dâhil olmak üzere çok büyük toprak kaybı yaşamıştır.
Özellikle Sırbistan ve Bulgaristan’ın dur durak bilmeyen yayılmacı politikasının Avusturya Macaristan’ı endişelendirmesi, Ege’nin Yunanlılar tarafından işgalinin Rusya için tehdit oluşturması Londra Konferansı toplantılarının başlamasını sağlamıştır. Başlarda mevcut durumun devamından yana olan, söylenen genel tabir ile ‘büyük devletler’, Osmanlı aleyhinde kararların verilip, hem kendi aralarında hem de Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ devletleri arasında anlaşmazlığa neden olacak Londra Barış Anlaşmasının da mimarı olacak, İkinci Balkan Savaşlarının yolunu açacaklardır. Arnavutluğun bağımsızlığı ise savaşın stratejik sonuçlarından biridir.
Osmanlı coğrafik olarak tanımladığımızda Midye-Enez çizgisinin batısında kalan topraklarını savaş sonunda kaybetmiştir. Bulgaristan’ın başlarda tahmin edilenden daha fazla toprak kazanımı, dönemin ‘Makedonya’sı konusunda anlaşmazlıkların oluşumu başta Sırbistan olmak üzere, Bulgaristan ve Yunanistan’ı rahatsız etmiş, Bulgaristan tarafından hazin sonuçlanacak, Osmanlı’nın ise Edirne ve Kırklareli’ni almasına yarayacak bir savaşın başlangıcı olmuştur. Romanya’nın da sürece dâhil olmasından sonra, Osmanlı’nın ilerleyişini durdurmak, Bulgaristan’ın da kayıpları sonucu barış istemine cevap verebilmek amacıyla Bükreş Anlaşması İkinci Balkan Savaşını bitirmek için imzalanmıştır. Avrupa’ya sınırı olmayan Osmanlı, Bulgaristan ile Edirne’nin geri alındığı ‘İstanbul Anlaşması’nı imzalamıştır.
Genel manada bakıldığında, başlarda Osmanlı İmparatorluğu ve yayılmacı Balkan Devletleri arasında kalması istenen savaş, Osmanlı lehinde ve aleyhinde taraflar ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Rusya arasında bir güç gösterisine dönüşmüştür. Din, dil, sınır sorunları ile başlayan savaş statükonun da Avrupalı devletlerin çıkarlarına göre şekillenebileceğini gösterdiği gibi kendi aralarındaki anlaşmazlığı da müsait bir zeminde bizlere sunmuştur. Koca bir imparatorluk neredeyse gelirlerinin üçte birine tekabül eden binlerce kilometresini kaybetmiş, yapılan zorunlu göçlerin altyapı eksikliklerinin beraberinde getirdiği problemler ile mücadele etmekte de savaş sırasında olduğu gibi yalnız kalmıştır.
Gelecek hafta Birinci Dünya Savaşı’na giden süreçte tüm boyutları ile ‘Avrupa’ perspektifinden Balkanların önemine değineceğiz.
TUİÇ BALKAM
@tuicbalkam