Tunus, Mısır, Ürdün ve Libya’daki halk hareketleriyle aynı günlerde Bahreyn ve Yemen’de meydana gelen gösteriler Türkiye’nin de içinde yer aldığı uluslararası kamuoyunun Arap halklarının yeniden uyanış hareketleri üzerinde daha detaylı çalışmalar ortaya koymasına yol açmıştır. Temel algılamaların başında Arap ülkelerinde halk hareketlerinin birbirini tetiklediği yani domino etkisi yaptığı üzerinde durulmaktadır. Bu bağlamda bir domino etkisinden bahsedecek olursak, barışçıl kitlesel gösterilerin bir yöntem olarak kabul gördüğünü ifade etmemiz gerekir. Diğer yandan her ülkenin siyasal istikrar adına yıllardır uyguladığı politikaların toplumsal istikrar getirmediği gibi tam tersine toplumsal istikrarsızlığa yol açtığı görülmektedir. Kitlesel gösterilerin yaşanmasında ekonomik faktörler kadar siyasal temsil sorunlarının olması da oldukça önemli bir rol oynamaktadır. Bu çerçevede toplumsal istikrarını sağlayamamış ülkelerde görünürdeki siyasal istikrarın yanıltıcı olduğu ve halk hareketleri sonucu yeni bir düzenin kurulmasının zorunluluk olduğu görülmektedir. Arap ülkelerinin kendi halklarının zorlamasıyla yeni bir siyasal sisteme doğru gideceklerini şimdiden belirtmek gerekir. Bu yeni sistem Mısır’dan Bahreyn’e kadar tüm bölgeyi içine alacak şekilde olacaktır.
Esasında İran’ın da içerisinde yer aldığı Orta Doğu’da son günlerde sıklıkla vurgulandığı üzere siyasal temsil konusunda yaşanan sorunların temelinde bu ülkelerin yıllardır rejim karşıtı veya bir tehdit unsuru olarak tanımladıkları farklı etnik, mezhepsel veya ideolojik gruplara siyasal alanda yaşam hakkı tanımaması vardır. Bahreyn’in yanı sıra Yemen’de de durum pek farklı değildir. 2004’den itibaren ayrımcılık politikalarına karşı askeri bir mücadele başlatan Şii Hutsi hareketini İran’ın bir uzantısı olarak gören mantık, söz konusu insanların temel yaşam haklarının ellerinden alınmasına seyirci kalmış ve olayları terör sorunu bağlamında değerlendirmiştir. 1978’den itibaren ülkeyi yöneten Devlet Başkanı Abdullah Salih yönetimine son yıllarda verilen uluslararası desteğin arkasında otoriter rejimi destekleme çabaları olduğu bilinmektedir. Son birkaç yıldır özellikle Aden merkezli Güney Yemen topraklarında meydana gelen barışçıl protesto eylemlerinin bastırılmasına Batılı ülkelerin ses çıkartmaması da dikkat çekicidir.
Dolayısıyla rejimin veya liderin varlığını sürdürmesi adına halk kitlelerinin siyasal sistemin dışına itilmesi, bu ülkelere bir istikrar getirmediği gibi otoriter yönetimler varlığını sürdürmek için ülke dinamikleri yerine Batılı ülkelere dayanmak zorunda kalmışlardır. Ancak Tunus ve Mısır’ın ardından tüm Orta Doğu’da bir değişim hareketinin yeniden başladığını ve bunun bir şekilde tüm ülkeleri siyasal katılım konusunda önemli reformlar yapmaya zorlayacağını görmemiz gerekir. Söz konusu reform talepleri Yemen’de Abdullah Salih yönetiminin sona ermesi anlamına gelirken Bahreyn’de de rejim varlığını korumak için önemli reform kararları almak zorunda kalacaktır.
Bahreyn’deki Şiilerin Rejimle İlişkileri: Sorunlu Bir Birliktelik
1932 yılında Basra Körfezi’nde ilk petrol keşfedilen ülkelerden biri olan Bahreyn, düşük bir petrol üretimi ve nispeten önemsiz bir petrol rezervine sahip olmasına karşın, uzunca bir dönem bölgenin gelişen hizmet sektörüne ev sahipliği yaptı. 1 milyon 230 bin olan nüfusunun yüzde 46’sının Bahreyn vatandaşı olduğu ülkede Şiilerin toplam nüfusa oranlarının yüzde 65-70 arası olduğu ileri sürülmektedir. Adalar ülkesi olan Bahreyn’in stratejik konumu onu uzunca bir dönem bölgede önemli bir ticaret ve hizmet merkezi haline getirmişti. Ancak Dubai ve ardından Katar’ın ekonomik alandaki girişimleri sonucu Bahreyn ticaret merkez olma özelliğini ve cazibesini yitirmiştir. Bahreyn son birkaç yıldır bazı ekonomik açılımlar göstermesine karşın bölgenin ticari değil ancak eğlence merkezi olma özelliğini korumaktadır. Diğer yandan 1980’lerin başında itibaren tekrar başlayan Şii muhalefeti 2011’de de ülkedeki siyasal istikrarı etkilemeyi sürdürmektedir. Mezhepsel olarak çoğunluğu oluşturmalarına karşın siyasal ve ekonomik olarak sistemden dışlandıklarını öne süren Şii çoğunluk Sünni gruplar tarafından İran rejimiyle iş birliği yaparak bölgeyi istikrarsızlaştırmakla suçlanmaktadır.
Bu kapsamda Bahreyn’deki Şii gösterileri dönemin Katar Emiri olan El Halife ailesinin 1782-83 tarihinde nüfusu Şii Araplardan oluşan Bahreyn’deki İran etkisini ortadan kaldırarak Bahreyn’i de kendi denetimleri altına almasıyla başlatılabilir. Bahreyn’deki son İran valisi Nasr El Mazkur’ın Buşher şehrine geçmesinin ardından Bahreyn’in yönetimi Sünni El Halife ailesinin denetimi altına girmiş oldu. 1820’de İngilizlerle yapılan koruma anlaşması ardından 1861’de bir diğer koruma anlaşmasının imzalanmasıyla sürmüş ve böylelikle Halife ailesinin Şii çoğunluk karşısında iktidarını koruması İngiltere’nin temel güvenlik politikaları arasında yer almıştır.
Bununla birlikte 1922, Şiilerin ayrımcılığa karşı eşit haklar talebiyle isyan etmesi üzerine İngiltere bir dizi idari, siyasi ve ekonomik reform kararı almıştır. Reform kararına en sert tepki ise Halife ailesinin yanı sıra sistemden önemli ayrıcalıklar elde eden Sünni ailelerden gelmiştir. Buna rağmen yerel yönetimlerin (belediyeler) oluşturulması, Şiilerin kendi yerel meclislerinde temsil edilmeleri, kültürel ve sportif amaçlı derneklerin açılması Şiilerdeki siyasal ve kültürel bilincin artmasına yol açmıştır.
1938 ve 1954-1956 arası dönemde Şiilerin yoğun destek verdiği İngiltere karşı gösterilere sahne olan Bahreyn, 1968’de İngilizlerin Süveyş’in doğusundan çekileceğini ilan etmesiyle farklı bir politik tartışmanın içine sürüklenmiştir. İngiltere Bahreyn’den çekileceğini açıklamasına karşın Bahreyn’in kaderinin BM’nin gözetiminde gerçekleşecek bir referandumla belirlenmesi talebinde bulunmuştu. Çünkü söz konusu dönemde İran’ın Bahreyn üzerindeki hak iddialarını sürmekteydi ve İngilizler doğrudan Şah ile bu konuda sorunlar yaşamak istemiyordu. 1968 yılında dönemin en önemli Şii din adamını olan Büyük Ayetullah Muhsin El Hekimi ziyaret eden Şeyh Isa bin Salman Al-Halife referandumda bağımsızlık kararının alınması konusunda destek talebinde bulunmuş ve Şiilerle iyi ilişkiler geliştirileceği izlenimi vermiştir. Yapılan referandumda Şiiler de bağımsızlık yanlısı olunca Bahreyn 1971’de bağımsız bir ülke olmuş ve 1972’de bir Anayasa Komisyonu kurarak yeni anayasa için çalışmaları başlatmıştır. Anayasa’nın yürürlüğe girmesinden sonra 1973 yılında gerçekleşen Meclis seçimlerine katılan Şiilerin iktidarla ilişkileri kısa sürede değişmeye başlamış ve Sünniler Şiileri sistemin dışına doğru etmeye başlamışlardır. Böylelikle iki taraf arasındaki gerginlik de yeniden başlamış oldu. Politik reform taleplerine karşılık Bahreyn Emiri 1975’de Parlamentoyu süresiz fesh etme kararı almıştır.
İran Devrimi’nin ardından Şiilerde yeniden bir hareketlilik başlamış ve Bahreyn’de başlayan sokak gösterileri kesintili bir şekilde 2000 yılına kadar sürmüştür. Söz konusu dönemde binlerce Şii aktivist yurt dışına kaçmak zorunda kalırken, onlarcası gösteriler sırasında yaşamını yitirmiş ve binlerce Şii de tutuklanarak cezaevine gönderilmiştir. 1999’de Bahreyn Emiri’nin ölmesi ve yerine oğlunun geçmesiyle birlikte başlayan Şii muhalefetle uzlaşma çabaları sonuç vermiş 2001 tarihinde referanduma sunulan 2001 Ulusal Şartı ile Bahreyn’de yeni bir politik süreç başlamıştır. Emirlikten Krallığa dönüşen yeni devlette Kral ünvanını alan Şeyh Hamad bin Isa Al-Halife iki yapılı bir meclisin çalışmalarına destek vermenin yanı sıra tüm sürgünde yaşayanlar da dahil olmak üzere siyasi af ilan etmiştir. Yasama yetkilerinin önemli bir kısmının doğrudan Kral tarafından atanan Şura Meclisi’ne verilmesi (40 üye) seçimle oluşan Millet Meclisi’nin (40 üye) varlığını önemsizleştirmiştir. Nitekim, dönemin Şii liderleri yaptıkları açıklamalarda yeni anayasanın taleplerini karşılamaktan uzak olduklarını ifade ettiler.
2006 ve 2010 seçimlerine katılan Şiilerin her iki seçimde de 18’er parlamenter çıkartmaları ciddi gerginliklerin yaşanmasına yol açmıştır. Şura Meclisi’nde ise 25’e 15 Sünni-Şii dengesi oluşturulmaktadır. Seçim sisteminin ve seçim bölgelerinin Şiilerin 16-18 arası parlamenter çıkartacak şekilde oluşturulması Şiilerde tepkiye yol açmıştır. Buna rağmen Millet Meclisi’nin yetkilerinin sınırlı olması, Kral’ın Başbakan’ı atama dahil geniş yetkileri elinde tutması Şiilerde Meclise olan güvenin azalmasına yol açmıştır. Ayrıca ülkede artan işsizlik oranları ve yoksullaşma karşısında Şiiler kendilerine karşı ciddi bir ayrımcılık uygulandığını ifade etmeye başlamışlardır. Kısa süreli bir uzlaşmadan sonra tekrar gösterilerin başlaması ülkedeki mezhepsel gerginliğin artmasına yol açmıştır. Sünni kökenli Araplar, Şiileri İran’ın politikalarına hizmet etmekle suçlarken güvenlikten ekonomik sektörlere kadar Sünnilerin Şiileri dışlayan bir politika izlemesi Şiilerin ekonomik sorunlarının artmasına yol açmıştır.
Sonuç olarak, Bahreyn’de son günlerde artış gösteren gösterilerin halk ayaklanması olarak görmek yerine Şiilerin 1922’den günümüze kadar ekonomik, siyasal ve idari alanda Sünnilerle eşit temsil edilme mücadelesinin bir devamı olarak görmek yerinde olacaktır. Tarihsel olarak Halife ailesinin zaman zaman Şii muhalefetle uzlaşma adımları attığı düşünüldüğünde sorunun derinleşmesi üzerine politik ve idari alanda bazı reformları başlatabileceğini öngörebiliriz. Nitekim bu konuda Veliaht Prensin daha ılımlı yaklaşımlar sergilemesi de dikkat çekicidir.
Bununla birlikte Bahreyn’in tarihsel olarak şu an Suudi Arabistan’ın denetiminde olan El Ahsa-Katif bölgesinin bir parçası olduğunu ve Bahreyn’de olası ciddi bir değişimin Körfez’deki gerginliği ciddi şekilde artacağını öngörebiliriz. Özellikle Irak’taki Şiilerin iktidarı almasından sonra Bahreyn’de de radikal bir değişimin yaşanmaması için Suudi Arabistan başta olmak üzere bölgedeki Sünni Hanedanlıkların aktif bir çaba harcayacaklarını ifade etmek gerekir.
Şiilerin Şubat İntifa’dası
Bahreyn’deki gösterileri bir halk ayaklanması olarak görmek yerine Şiilerin 2002 sonrası dönemde yeniden başlattıkları ve 2010 seçimlerinden sonra da zirve yapan gösterilerinin Şubat 2010’da bir intifadaya dönüşmesi olarak değerlendirmek gerekir. Ekim 2010 seçimleri öncesi başlayan ve seçimden sonra da devam eden gösterilerin hedefinde Kral Hamad’ı politik ve ekonomik alanda reform yapmaya zorlamak vardı. Şiilere göre; 2010 seçimleri Bahreyn’in politik reformlar konusunda 2000’lerin başına geri döndüğünün bir göstergesi olmuştur. Askeri birimlere Şiilerin alınmamasının ötesinde devlet bürokrasisi içinde de Şiilere oldukça sınırlı sayıda yer verilmeye başlanmıştır. 1971 öncesi dönemde devletin üst kademelerinde Şii ve Sünnilerin eşit temsil edilmesi politikasına öncelik verilirken bağımsızlıktan sonra 2000’de bu oran yüzde 17’e ve 2010’da yüzde 10’un altına düşmüştür. Güvenlik kuvvetlerinde Suriye ve Ürdün kökenli Arapların tercih edilmesi Şiiler tarafından Bahreyn’deki mezhepsel dengenin değiştirilmesi politikaları olarak algılanmıştır. Şiilerin bu konudaki temel eleştirisi son yıllarda vatandaşlık hakkı kazandığını ileri sürdükleri yaklaşık 82 bin kişinin Sünni kökenli olduğudur. Şiilere göre; Kral bilinçli bir şekilde Sünnilere vatandaşlık vererek ülkenin mezhepsel dengesini değiştirmeyi amaçlamaktadır.
Bahreyn’de rejim Şiilerin devlet bürokrasisinde görev almasını sınırlandırdığı gibi sonradan vatandaşlık hakkı elde edenlere verilen konut yardımları ciddi tepki çekmektedir. Şiilere göre; konut yardımı için bir Şii vatandaş 15 yıl beklemek zorunda iken yeni gelenlere hemen sübvansiyonlu konut yardımları verilmiştir.
Bahreyn’deki genel seçimlerin ardından da süren gerginlikler Tunus ve Mısır’daki halk ayaklanmasının ardından yeniden sokak gösterilerinin yaşanmasına yol açmış muhalif Şii hareketleri 14 Mart 2011 tarihini “Öfke Günü” ilan ederek halkı eyleme davet etmişlerdir. 14 Mart günü gerçekleşen gösterilere müdahale edilmesi sonucu bir eylemcinin yaşamını yitirmesinin ardından bir gün sonra yapılan cenaze töreni de siyasi taleplerin gündeme geldiği eylemlere sahne olmuş, çıkan olaylar sırasında burada da bir gösterici yaşamını yitirmiştir. Bunun üzerine 16 Şubattaki cenaze töreninin ardından göstericiler Manama’daki İnci Meydanı’nda kamp kurarak burayı da Kahire’deki Tahrir Meydanı’na dönüştüreceklerini açıklamışlardır. Ancak Mısır’dan farklı olarak güvenlik güçlerinin göstericilere karşı tutumu oldukça açıktı. Hükümet yetkilileri tarafından yapılan açıklamalarda gösterilere son verilmesi çağrısı yapılmış ve olaylara müdahale etmekten kaçınmayacakları ifade edilmiştir. Güvenlik güçleri de her türlü önlemi alacaklarını açıklamıştı. Nitekim yapılan açıklamaların ardından perşembe sabahı İnci Meydanı’nda bulunan göstericilere güç kullanılarak müdahale edilmesi ve olaylar sırasında bazı iddialara göre 7 göstericinin yaşamını yitirmesi ve yaklaşık 200 göstericinin de yaralanması Şiiler ile Halife ailesi arasındaki gerginliği daha da derinleştirecektir.
Bu bağlamda olayların büyümesi üzerine, öncelikli olarak El-Vefak listesinden seçilen 18 Parlamenter Meclis’ten çekildiklerini açıklamıştır. Olaylarda güvenlik güçlerinin gerçek mermiler kullanması Şiiler arasında ciddi tepkilere yol açmış ve ilk kez Şiiler doğrudan Kralın istifasını yüksek sesle dile getirmeye başlamışlardır. Vefak Partisi ise politik ve anayasal reformlar yapılmadan siyasal süreç içerisinde yer almayacaklarını ve eylemlerini sürdüreceklerini açıklamıştır. Anayasal reform taleplerinin başında ülkenin gerçek anlamda anayasal bir monarşi olması, kralın yetkilerinin sınırlandırılması, egemenliğinin kaynağının kral da değil halk da olması gerekmektedir.
Ancak ülkedeki Sünni nüfusun Şiilerden gelen taleplere şimdilik sıcak bakmadığı ve kısmi reformlarla sorunu gidermeye çalışacağı öne sürülmektedir. Gösterilerin artması ve güvenlik güçlerinin sert müdahalelerinin ise ülkeyi bir iç savaşın içine sürüklemesinden çekinilmektedir. Sonuç olarak, Bahreyn’deki Şiilerin Şubat İntifadası’nın bazı kazanımlar elde edilmeden sonlanacağını beklememek gerekir. Ancak Mısır ve Sudan’dan farklı olarak Bahreyn’deki olayların, uzunca bir dönemdir Suudi hanedanlığıyla sorunlar yaşayan Suudi Arabistan’daki Şiiler üzerinde de etkili olacağı açıktır.
Doç. Dr. Veysel Ayhan
ORSAM Uzmanı
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi
https://www.orsam.org.tr/tr/bahreyn-de-subat-intifadasi-dislanmislarin-isyani/