Bağdat’ta Sivillere Yönelik Saldırılar: Sünni- Şii Çatışması Derinleşirken

Irak’ın başkenti Bağdat’ın Şii bölgelerinde düzenlenen 9 ayrı bombalı saldırılarda en az 27 kişi yaşamını yitirirken onlarca kişi de yaralanmıştır. Saldırıların planlanması, patlayıcıların hazırlanması ve hedef bölgelere taşınması ve saldırının gerçekleştirilmesi; ardından da saldırganların kaçması saldırıyı planlayan ve uygulayanların Bağdat içinde güçlü bir örgütsel ağa ve desteğe sahip olduğuna işaret etmektedir. İstihbaratın birimlerin saldırıları önleyememesi de olayların arkasındaki aktörlerin dışarıdan değil içeriden güçlü bir destek aldığını göstermektedir. Nitekim yalnızca son bir ay içerisinde Bağdat başta olmak üzere ülkenin değişik bölgelerinde onlarca saldırının gerçekleştirilmesi de saldırıları gerçekleştirenlerin Irak içinde üst düzeyde bir desteğe sahip olduğuna işaret etmektedir. Bu bağlamda Şiiler saldırıların dış desteğinin yanı sıra içeride de üst düzeyde Parlamento da temsil edilen Sünni Arap temsilcileri ile bağlantıları üzerinde dururken, Sünniler ise hükümeti suçlamaktadırlar. Şeyh Ahmed Abu Risha doğrudan Maliki yönetiminin saldırılardan sorumlu olduğunu öne sürürken, İçişleri Bakanlığına da güvenlik alanında etkili olacak bir ismin atanmasını talep etmişti. Mesari ise barışçıl gösterilerin engellenmesi için Bağdat’taki saldırıların gerçekleştirildiğini öne sürmüştü. Meclis Başkanı Nujeyf’i ise Sünniler için ayrı bir federe bölgenin oluşturulması gerektiğini belirtmişti.

Irak’taki Saldırıların Siyasi Hedefleri

Bağdat’ta Şiilerin yoğun olarak yaşadığı Sadr City’nin değişik mahallerinde gerçekleşen saldırıların el Kaide ile bağlantılı gruplar tarafından gerçekleştirildiği ileri sürülmektedir. EL Kaide ile bağlantılı Irak İslam Devleti adlı örgütte yaptığı açıklamada saldırının sorumluluğunu üstlenmiş ve Şii hükümetin Sünni bölgelerinde uyguladığı şiddet politikalarına bir tepki olarak saldırıların gerçekleştirildiğini öne sürmüştü. Diğer yandan saldırıların ardından bir bildiri yayınlayan Başbakan Maliki ise ülke içi ve dışındaki güçlerin mezhepsel yaklaşımlarının en az terörist saldırılar kadar ülkenin istikrarını bozduğunu belirtmiş ve terörist grupların içeriden ve dışarıdan destek aldıklarını ileri sürmüştür. Sivil toplum liderlerinin, aşiretlerin, siyasetçi ve entelektüellerin ortak dayanışma içinde tepkilerini ortaya koymalarının önemini vurgulayan Maliki, mezhepçiliği gündeme taşıyanların politikalarını gözden geçirmeleri gerektiğini üstü örtülü bir şekilde dile getirmiştir.[1] Böylelikle Başbakan Maliki, son saldırılar ile mezhepsel gerginlik arasında bir ilişki olduğunu ortaya koymuş olmaktaydı.

Nitekim yalnızca Şubat başında Irak’ın çeşitli Şii bölgelerinde düzenlenen saldırılarda yüzlerce kişinin yaşamını yitirmesi Irak’taki mezhepsel şiddetin tırmanmaya başladığına işaret etmektedir. Şii bölgelerinde her geçen gün genişleyen protesto eylemleriyle paralel bir şekilde artan saldırılar ise Sünni-Şii ayrımının daha da derinleşmeye başladığını göstermektedir. 25 Ocak 2013’de Felluce’de düzenlenen gösterilere güvenlik güçlerinin müdahale etmesi sonucu 6 göstericinin yaşamını yitirmesinin ardından daha da yayılan sivil gösteriler karşısında hükümet şiddete başvurmaktan kaçınmıştır. 15 Şubat Cuma günü yaklaşık 50 bin kişinin Anbar’da gösteri düzenlemesine karşın güvenlik güçleri olaylara müdahale etmemişti. Ancak, barışçıl şekilde süren gösterilere rağmen son saldırılar karşılıklı olarak toplumsal düzeyde Şii ve Sünniler arasında öfkenin büyümesine yol açmaktadır.

  Öte yandan saldırıların temelde 5 konuyla bağlantılı olduğu düşünülmektedir. Bunlardan birincisi Irak’ta 1920’lerden itibaren var olan ve bazen gerginlik bazen de şiddete varan mezhepsel iktidar mücadelesinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Hem Iraklı Sünni Araplar hem de Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez’deki Sünni Arap ülkelerinin bazıları Irak’ta Şiilerin iktidar olmalarını hazmetmiş değildir. Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirliğinin 2003 sonrası dönemde Irak’taki Sünni Arap isyanlarını farklı yöntemlerle desteklediği ileri sürülmektedir. Irak’ı Iran karşısında Sünni bir  set olarak gören anlayış her ne kadar Kuveyt’in işgali ile sarsılmış da, Irak Şiiliğinin Bağdat’ta iktidar olması söz konusu devletler tarafından henüz bir realite olarak kabul edilmiş değildir. Dolayısıyla Irak’ta var olan gerginliğin ve birçok saldırının arkasında bölgedeki Sünni Arap ülkelerinin Bağdat karşıtı politikalarının olduğu farklı kesimler tarafından dile getirilmektedir.[2]

İkinci unsur ise doğrudan Irak’ın içinden kaynaklanan nedenlerdir. Özellikle 2010 Mart seçimlerinin ardından Irakiye Listesinin birinci parti olarak seçimlerden çıkması Şii kesimler üzerinde bir şok etkisi yaratmıştır. 10 yıllık iktidarlarına rağmen Sünni Arapların iktidara demokratik yöntemlerle gelebileceğinin ortaya çıkması Şii aktörleri, aralarındaki farklılıklara rağmen birlik içinde hareket etmeye yöneltti. Saddam döneminde yaşadıkları baskıları bir daha yaşamak istemeyen Şiiler seçimlerin hemen ardından tüm yönlendirmelere rağmen hükümetin kurulmasında Sünni liderlerin belirleyici bir rol olmasının önüne geçtiler. Şii koalisyonunun liderliğinde hükümetin kurulmasının ardından da Sünni politikacılar üzerindeki baskılarını artıran Şiiler, birçok üst düzey Sünni politikacıyı siyaset alanının dışına itmeye yöneldiler. Bu durum doğal olarak gerginliğin derinleşmesine yol açmıştır. Son dönemde yaşanan saldırılar da Sünni Arapların rejimle olan ilişkilerini koparmaya hazır olduğuna işaret etmektedir.

Üçüncü unsur ise doğrudan Suriye’de yaşanan iç savaşın bir yansıması olarak değerlendirilebilir. İran, Irak, Şam ve Sur (Lübnan-Hizbullah) arasındaki bağlantıyı koparmayı ve böylelikle Suriye iç savaşında yeni bir cephe açmayı öngörmüş olabilirler. Böylelikle bir yandan uzunca bir zamandır sessiz olan Suriye’nin doğu sınırlarında yer alan Anbar ve Musul’u da içine alacak şekilde yeni bir savaş cephesi açılabilir. Söz konusu bölgede açılacak cephe ile İran’ın Suriye ve Hizbullah ile lojistik bağlantısı kesilebilir. İran’ın her iki kesime doğrudan Irak üzerinden askeri, ekonomik, ekipman vs ile destek sağladığı ileri sürülmektedir. Dolayısıyla lojistik bağlantının kesilmesi için Sünni Arapların yoğun olarak yaşadığı şehirlerde Bağdat’ın etkinliğinin kırılması hedeflenmiş olunabilir.

Dördüncü olarak analize dahil edilmesi gerekilen bir diğer olgu ise Irak üzerinden İran’a mesaj vermek olabilir. Suriye’de görüşmelerin tartışmaya açıldığı şu günlerde Sünni Araplar bir kez daha Irak’a ağırlık vermeye başlamışlardır. Irak devriminden bahseden toplantıların gerçekleştirilmesi, Irak devriminin wep sayfalarının ve örgütlerinin kurulması da Suriye ile eş zamanlı olarak Irak’ın da yoğun bir mezhepsel iç savaş yaşayacağına işaret etmektedir. Böylelikle Tahran’a ya Suriye’de geri adım atmaması durumunda Irak’ın mezhepsel bir iç savaşa sürükleneceği mesajı verilmek isteniyor olunabilir ya da doğrudan Suriye ve Irak haritalarında değişikliğe yol açacak adımlar atılarak, Şii blok karşısında yeni bir Sünni devlet oluşturulmak isteniyor olunabilir.

Tüm bunlardan bağımsız bir şekilde Mesari ve Şeyh Ebu Risha tarafından da gündeme getirildiği üzere hükümet içinde yer alan bazı kesimler hem Maliki’nin iktidarını zayıflatmak hem de barışçıl gösterileri önlemek için bu yönde bir adım atmış olabilir. Seçimler yaklaştıkça Maliki’nin ülkede güvenlik sağlayamadığı tezi daha güçlü bir şekilde gündeme gelecektir. Öte yandan barış gösterilerle ilişkisi ise iki şekilde olabilir. Bunlardan birincisi Şiilerin kontrolü kaybederek Sünni gösterilere saldırması planlanmış olunabilir. Böylelikle ülke kısa bir süre içerisinde yeniden mezhepsel bir iç savaşa sürüklenebilir. İkinci olasılık ise gösterilerin ülkede mezhepsel çatışmaları artırdığı öne sürülerek, yasaklanması gündeme gelebilir. Her iki durumda da Şii-Sünni çatışmasının genişlemesi olasıdır.

Sonuç olarak Irak’ta artan mezhepsel şiddet dalgasının doğrudan siyasi hedefleri olan ve örgütlü kesimler tarafından gerçekleştirildiği açıktır. Bir yandan Pakistan’da diğer yandan da Irak’ta doğrudan sivil Şiileri hedef alan saldırıların İslami açıdan nasıl değerlendirildiği bir yana, tüm bu saldırıların bir savaş suçu olarak değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Hangi politik amaçlarla yapılıyor olunursa da olunsun, sivilleri hedef alan saldırılar bölgedeki halklar arasındaki barış ve istikrar olgusunun zayıflamasına yol açtığı açıktır.

Doç. Dr. Veysel Ayhan

IMPR Başkanı

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Srebrenitsa Soykırımı Mahkumu Radislav Krstic’in Mektubu

Srebrenitsa’da soykırımın desteklenmesi ve yardım edilmesi suçundan Lahey’de 35...

Trump’ın Ukrayna’da Batı/NATO Barış Gücü Planına Yönelik 10 Engel

Andrew Korybko 10 Obstacles To Trump’s Reported Plan For Western/NATO...

Türkiye-AB İlişkilerinde Kırılma Noktası: AK Parti Döneminde Yaşanan Gelişmeler ve Güncel Durum

Dr. Aziz Armutlu Giriş: Türkiye AB İliskileri Türkiye ile Avrupa Birliği...

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...