Orta Doğu coğrafyasının birçok bakımdan karmaşık bir ülkesi olan Irak siyasi krizlerin odağı haline gelmiştir. Dini ve etnik farklılıklar, ülkenin demografik yapısındaki değişimler ve zengin yeraltı kaynakları bu konudaki en önemli etkenlerdir. Irak’ın siyasi istikrarı bölge açısından da önem arz etmektedir.
ABD’nin Irak’tan askerlerini çekmesiyle birlikte Bağdat yönetimindeki siyasi gruplar arasında yaşanan mücadele sonucunda ülke içinde ciddi bir otorite boşluğu ve siyasi istikrasızlık söz konusudur. Bağdat-Erbil arasında yaşanan güncel gelişmelerin ülkedeki siyasi dengeler açısından bir değişime sebep olacağını söylemek mümkündür. Bu analizde Bağdat-Erbil arasındaki krizin perde arkası irdelenerek Kürtlerin ve Şiilerin stratejilerinin nerede çakıştığı sorununa değinilmeye çalışılacaktır. Buna ek olarak Bağdat-Erbil arasındaki krizler zincirinde Türkmenlerin durumuna ışık tutulacaktır.
Bağdat-Erbil İlişkilerindeki Krizlerin Nedenleri
ABD’nin Mart 2003’te Irak’ı işgal etmesinin ardından Irak’ın siyasi yapısı etnik ve mezhepsel niteliklere dayalı bir temel üzerine kuruldu. Kürtler dışındaki tüm kesimler mezhepsel olarak ikiye bölündü. Bu bağlamda Arap kavramının Irak’ın etnik literatüründen çıkarılması ve bunun yerine Şii-Sünni terimlerinin yerleştirilmesi günümüzdeki siyasi krizlerin temel nedenlerinden birini oluşturmaktadır. ABD sonrası Irak’ta Arapların etnik köken yerine mezhepsel olarak ikiye bölünmesi başlangıçta Bağdat’ta başlayan yeni siyasi süreçte Iraklı Kürtlerin elini güçlendirmiştir. Çünkü Kürtler, Irak’ın yeni döneminde Şii Araplarla işbirliği yaparak Sünni Arapları karşılarına aldılar. Özellikle 2005 yılında yazılan Irak’ın yeni anayasasında Irak’ın federal bir yapıya oturtulmasının ardından Kürtçe’nin resmi dil olması ve ülkenin yer altı kaynaklarından elde edilen gelirden Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ne %17’lik bir bütçe tahsis edilmesi gibi birçok imtiyaza sahip oldular. Böylece Bağdat’ın siyasi sürecinde bir Kürt-Şia stratejik ittifakı oluşturulmuş oldu. Dahası ABD ile birlikte Irak’ta yapılan üç genel seçim ve bir anayasa referandumu sürecinde Kürt-Şia eksenindeki işbirliğinin gelişmesi giderek önem kazandı. Fakat ABD’nin Aralık 2011’de Irak’tan askerlerini çekmesi ve Bağdat’ta yaşanan siyasi krizler ülke içindeki dengeleri değiştirmiştir. Özellikle Başbakan Nuri El-Maliki’nin Cumhurbaşkanı yardımcısı Sünni Arap kökenli Tarık El-Haşimi hakkında çıkardığı tutuklama kararının ardından El-Haşimi’nin Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin koruması altına girmesi ile Bağdat-Erbil ilişkilerindeki gerilim giderek tırmanmıştır.
Bağdat-Erbil ilişkilerinde yaşanan krizlerin temelinde Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin yetki alanlarının belirsizliği bulunmaktadır. Irak Anayasası’na yerel yönetimlerin yetkilerini tanımlama konusunda ucu açık maddelerin konulması ve bu maddelerin yoruma açık olması belirsizliği artırmaktadır. Dolayısıyla Bağdat-Erbil arasında anayasal anlamda yetki tanımlama problemi olduğunu ifade etmek mümkündür. Aslında söz konusu anayasal sorun temelinde Bağdat-Erbil arasında başta Kerkük olmak üzere tartışmalı bölgeler (Musul, Selahaddin ve Diyale) ve bu bölgelerin güvenliğinin kimde olacağı sorunu, petrol-doğal gaz yasası sorunu, Kürt yönetiminin yabancı şirketlerle yaptığı petrol anlaşmasından doğan sorun ve Kürt bölgesini koruyan Peşmerge güçlerine Irak İçişleri Bakanlığı tarafından bütçe tahsis edilmesi meselesi gibi sorunlardan oluşmaktadır. Sözü edilen sorunlar zincirinin çözümlenmediği müddetçe Bağdat-Erbil arasında siyasi, ekonomik ve askeri krizin devam edeceğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Öte yandan, tartışmalı bölgelerin yasal olarak Irak Merkezi Hükümeti’ne bağlı olmasından dolayı bu bölgelerin güvenliğinin Bağdat tarafından sağlanması gerekmektedir. Şu hususa dikkat edilmesinde fayda vardır ki bu bölgeler hem etnik hem de mezhepsel olarak karışık bölgelerdir. İşgalden sonra Kürt yönetiminin sözü edilen kentlerde yaşayan Türkmenlere ve Sünni Araplara yönelik uyguladığı politikanın yanlış olduğunu ifade etmek gerekir. Kürtler sahip oldukları güç sayesinde ülke içinde mutlak bir başarıya sahip olduklarını düşünmektedirler. Hâlbuki yaşanan güncel olaylar Kürtlerin beklediği sonuçları tam olarak vermemektedir. Örneğin, bu bölgelerdeki idari yönetimlerin ve güvenlik birimlerinin Kürtlerin elinde olması, Kürtler açısından bir başarı olarak görülmektedir, fakat bölge halkına karşı izlenen dışlayıcı ve baskıcı tutum Kerkük, Selahaddin ve Diyale’de Kürtlerin aleyhine işlemiştir. Bilhassa tartışmalı bölgelerde yaşayan Sünni Arapların, El-Kaide terör örgütüne bağlı olma gerekçesiyle kuzey Irak’taki hapishanelere götürülmesi, Kürt güvenlik güçlerine karşı bölge halkında tepkiye neden olmaktadır. Bu sebeple Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin tartışmalı bölgelerde ortak idare yönündeki görüşleri desteklemesinde kendi açısından kısa vadede fayda sağlayabilir. Ayrıca 2003 yılından beri Kerkük sorunu çerçevesinde Kürt yönetiminin sergilediği tutum, Türkmen-Arap ittifakını ve irili ufaklı Şii-Sünni ittifaklarını da beraberinde getirmiştir.
Tüm bu gelişmeler dikkate alındığında Bağdat-Erbil yönetimleri arasındaki çeşitli sorunların giderilmesiyle beraber tartışmalı bölgelerin güvenliğini ve gelişmesini sağlayabilmek için adil bir paylaşıma giden yolların aranması gerekmektedir. Aksi halde bu bölgeler Bağdat ve Erbil arasında sürekli olarak yeni krizlerin başlamasına sebep olacaktır.
Bağdat’ın Yeni Siyasi Dengesinde Kürt Realitesi ve Petrol Krizi
ABD Irak’ı işgal ettiğinde Bağdat’taki siyasi vitrinini Şii-Kürt ekseninde oluşturmaya çalışmıştır. Sünniler bu duruma karşılık Irak’ın yeni siyasi oluşumunu boykot ederek Ocak 2005’teki seçimlere katılmamıştır. Böylece Irak’ta yeni süreçte Şii-Kürt hâkimiyeti söz konusu olmuştur. Fakat Irak’taki siyasi gelişmelerin ardından 15 Aralık 2005 tarihinde yapılan parlamento seçimlerine Sünni Arapların dâhil olması ile Bağdat’taki siyasi denklem Şii-Sünni ve Kürt üçgeni arasında yetkilerin paylaşılması üzerine kurulmuştur. Sünnilerin siyasi süreçte kısmen de olsa güç kazanmasına rağmen Irak Anayasası Şiilerle Kürtlerin istek ve hedefleri doğrultusunda yazılmıştır.
Kürtlerin 2005 yılından 2010 yılına kadar Irak’ın siyasi dengesinde önemli bir faktör olduğu söylenebilir. Ancak Kürtlerin, Irak’taki dengeler değiştikçe Bağdat yönetiminden uzaklaşmaya başladıkları görülmektedir. Kürtler, 2003 yılından bu yana Bağdat yönetiminde Cumhurbaşkanlığı, Başbakan yardımcılığı, Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı gibi kilit konumlara sahip olsalar da, Kürtlerin Bağdat yönetimiyle yaşadıkları krizin çözümü konusunda gerekli gücü kaybettikleri öne sürülebilir. 30 Ocak 2005 tarihinde Irak’ta yapılan ilk seçimlerde Kürtler, Irak parlamentosundaki 275 sandalyeden 75 tanesini elde etmiştir. 15 Aralık 2005 tarihinde Kürtler, Irak parlamentosunda 58 milletvekiliyle Bağdat’ta üçüncü sıraya düşmüşlerdir. 2010 yılındaki seçimlerde ise 57 milletvekili kazanmıştır. Başka bir ifadeyle 2005 yılında Kürtler, Bağdat yönetiminde ikinci büyük grubu temsil ederken, 2010 yılında dördüncü sıraya gerilemişlerdir. Dolayısıyla Irak parlamentosunda çıkan yasaları boykot etseler veya hayır oyu kullansalar da eskisi gibi etkili olamamaktadırlar.
Kuzey Irak Kürt yönetiminin, 2005 yılından bu yana yabancı şirketlerle petrol-gaz anlaşmaları yapmaya yönelmesi neticesinde Bağdat’tan uzaklaşmaya başladığı söylenebilir. Diğer yandan Irak Anayasası’nın 110. maddesinin 1. fıkrasına bakıldığında, bu fıkranın dış politika, diplomatik temsil faaliyetleri, uluslararası sözleşmeler ve anlaşmalar, dış borç siyasetinin müzakere edilmesi, imzalama ve onaylama, dış ekonomi ve ticaret politikasını belirlenmesi konularını içerdiği görülmektedir. 111. maddeye göre ise Irak’ta bulunan petrol ve doğal gaz tüm bölge ve vilayetlerde yaşayan Irak halkının malıdır. Yine Irak Anayasası’nın 112. Maddesinin 1. bendinde Federal Hükümet’in mevcut yataklardan petrol ve doğal gaz çıkarma işlemini Bölge Hükümetleri ve vilayetlerle birlikte yapacağı yazılmaktadır. Devamında ise “Elde edilen gelir, ülkenin tamamında nüfus dağılımına göre adaletli bir biçimde dağıtılır” şeklinde bir ifade bulunmaktadır. Aynı maddenin 2. bendinde ise “Federal Hükümet ile petrol ve gaz üreten Bölge ve Vilayet Hükümetleri bir araya gelerek, Irak milletine en fazla menfaati sağlayacak şekilde ve mevcut en ileri pazarlama ve yatırım ilkelerini ve teknolojisini kullanarak petrol ve doğal gaz yataklarını geliştirmek için gerekli strateji ve siyaseti tayin ederler” denmektedir.
Bu açıdan dikkat edildiğinde Bağdat Hükümeti’nin onayı olmadan yaptığı petrol anlaşmaları ve elde ettiği petrol gelirlerini tüm Iraklılarla paylaşmadığı için Erbil yönetiminin hareket tarzı yasal değildir. Bu nedenle Kürt yönetiminin, anayasaya konulan maddeler gereği Bağdat ile işbirliği içerisinde bu petrol anlaşmalarını yapması gerekmektedir. Bu durumda Bağdat’taki dengelerin Kürtlerin aleyhine değişmeye başladığı gözlenmektedir. Buna ek olarak Kürtlerin, özellikle Türkiye ve Körfez ülkeleri ile (Katar-Birleşik Arap Emirliği gibi) politik, ekonomik ve ticari ilişkilerini genişleterek Bağdat’ı göz ardı ettiği değerlendirilebilir. Kuzey Irak Kürt yönetimi yalnızca kendi kontrolündeki vilayetlerin (Erbil, Süleymaniye ve Dohuk) istikrarı ve gelişmesi için çalışarak Bağdat Hükümeti’nin yetkisi dışında bir iç ve dış politika tavrı geliştirmeye başlamıştır.
Irak’ta Kürt-Şii İttifakı Dağılabilir mi?
Bağdat-Erbil arasında yaşanan krizler silsilesinde 2003 yılından bu yana muhafaza edilmeye çalışılan Kürt-Şii stratejik ortaklığının sürdürülmesi önemli bir konudur. Bu stratejik ortaklığın özellikle Kürtler açısından hayati öneme sahip olduğunu yukarıda da belirtmiştik. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El-Haşimi olayından sonra Erbil yönetiminin Sünni Arap politikacılarla işbirliğine gitmesinin Kürt-Şii stratejisine zarar verme ihtimali Kürt liderler arasında ciddi kaygılara neden olmaya başlamıştır. Bilhassa Cumhurbaşkanı ve Kürdistan Yurtseverler Birliği lideri Celal Talabani, Kürt-Şii stratejik ortaklığının muhafaza edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Hatta Cumhurbaşkanı Talabani, 4 Aralık 2012 tarihinde yaptığı açıklamada, Şii Irak Ulusal İttifakı olmadan Başbakan Maliki’den güvenoyunun geri çekilmesinin Şiilerin haklarının çiğnenmesi anlamına gelebileceğini ifade etmiştir. Böylece Kürt-Şii stratejik ortaklığının dağılması durumunda Kürtler açısından iki sonuçtan bahsedilebilir. Bunlardan birincisi, Kuzey Irak Kürt Yönetimi, Irak’ın yüzde 60-65’lik Şii nüfusunu karşısına alarak Bağdat yönetimdeki etkilerinin ve rollerinin azalmasına yol açabilir. İkinci olarak ise bu durum, İran’la olan ilişkilerinin kötüleşmesine neden olabilir.
Dolayısıyla Irak’ta 2003 yılından beri Bağdat’ın siyasi ekseninde geliştirilmeye çalışılan Kürt-Şii stratejik ortaklığının, Kürtler açısından korunmasında fayda vardır. Genel olarak Kürtlerin Bağdat’a yönelik izledikleri politikaların iki temel çizgide seyrettiği söylenebilir. Bunlardan birincisi Cumhurbaşkanı ve KYB lideri Talabani’nin, Irak’ta Şii-Kürt ittifakının gelişmesi ve İran ile ilişkilerin gelişmesine yönelik izlenen stratejidir. İkincisi ise, Kürt yönetimi Başkanı ve Kürdistan Demokrat Partisi lideri Barzani’nin, gerektiğinde Kürt-Şii stratejik ortaklığından vazgeçip konjonktüre göre yeni ittifak arayışlarına girilmesinden yana aldığı tavrıdır. Tabi bu farklı görüşler aynı zamanda Talabani-Barzani rekabetini de bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Bağdat-Erbil İlişkisinde Yeni Kriz: Dicle Operasyonu Gücü
Irak Başbakanı ve Silahlı Kuvvetler Komutanı Maliki, 2012 yılının Temmuz ayında aldığı kararla Diyale bölgesinde Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abdulemir El-Zeydi komutanlığında Dicle Operasyonu Gücü’nü kurdu. Maliki Irak anayasasının 110. maddesinin 2. fıkrasında belirtilen görevler kapsamında bu kararı almıştır. Dicle Operasyon Gücü’nün kurulmasının temel amacı, tartışmalı olarak adlandırılan Kerkük, Musul, Selahaddin ve Diyale vilayetlerinin güvenliğini kontrol etmektir. Ancak Kuzey Irak Kürt Yönetimi, Maliki’nin kurduğu bu birliğin kendilerine karşı bir güç olduğunu sık sık dile getirmektedir. Aslında Maliki’nin hedefi, Türkmenlerin ve Sünni Arapların 20 Nisan 2013 tarihinde yapılacak olan yerel seçimler için bir ön hazırlık yapmaktır. Kerkük’te Maliki’nin bu adımına hem Türkmenlerden hem de Kürtlerden büyük tepki gelmiştir. Kürtlerin asıl kaygısı, Bağdat yönetiminin kurduğu bu güçler sebebiyle Kerkük’te kendilerinin etkisiz hale gelmesi ihtimalidir. Kerkük’teki çıkarlarından dolayı Kürtler bu gelişmeye oldukça tepkilidir. Bunun yanı sıra 2003 yılından beri her fırsatta Kerkük’ün Bağdat’a bağlanması için planlar sunan Türkmenler de Merkezi Hükümet’in kurduğu askeri birliğe karşı çıkmaktadır. Bu durum Türkmen politikası açısından yukarıda belirtilen gerekçeler göz önüne alındığında çelişkili görünmektedir. Çünkü söz konusu tartışmalı bölgelerin çoğu Türkmenlerin yoğun olarak yaşamakta olduğu bölgelerdir. Türkmenler de bu sebeple kurulacak yeni askeri birlikte yer alarak bu birliğe destek verebilir.
Kerkük sorunu yukarıda da belirtildiği gibi Kürtlerin yeni kurulacak askeri birliğe karşı çıkmalarındaki temel nedeni oluşturmaktadır. Bugünün şartları altında Kerkük sorunu, sadece ve sadece Erbil merkezli bir plan ile çözülecek gibi görünmemektedir. Çünkü Kürtlerin en büyük hedefi Kerkük’ü kuzeye bağlamaktır. Şu hususa dikkat etmekte yarar vardır ki kuzeyden Kerkük’e yerleştirilen Kürtlerin çoğu Türkmen arazilerinin üzerine yerleşim birimlerini yapmışlardır. Buna ek olarak kentin tüm idaresi Kürtler tarafından kontrol edilmektedir. Bütün bu gelişmeler göz önüne alındığında Türkmenlerin, etnik olarak Kürt veya Arap unsurların yanında yer alması oldukça sakıncalı sonuçlar doğurabilecektir. Bu nedenle Türkmenler, Dicle Operasyonu Gücü’ne karşı çıkmak yerine Bağdat yönetimiyle pazarlık yaparak ve Kürt-Arap dengesini koruyarak tartışmalı bölgelerde etkin olmak kaydıyla bu birliğin içinde yer alma şartını öne sürebilirdi. Çünkü Türkmenlerin, artık hem finansal, hem de siyasi olarak Irak’ta tek başına askeri bir güç oluşturmaları zor gözükmektedir. Türkmenlerin yalnızca Irak’ın askeri yapılanması içerisinde askeri bir güç olmak için çaba harcamaları gerekmektedir. Bununla birlikte Türkmenler Bağdat-Erbil arasında arabuluculuk rolünü üstlenerek iki taraf arasındaki sorunları kendi lehlerine de dönüştürebilirlerdi.
Öte yandan, 16 Kasım 2012 tarihinde Selahaddin vilayetine bağlı Tuzhurmatu şehrinde Dicle Operasyonu Gücü ile Peşmergeler arasında çıkan çatışmada bir sivil hayatını kaybetmiştir.(1) Böylece Bağdat-Erbil çatışmanın eşiğine gelmiştir. Bu olayın ardından Dicle Operasyonuna karşın Kürtler de Hamrin Gücü’nü kuracaklarını açıklamıştır. Aslında Bağdat-Erbil arasında 2008 yılının Ağustos ayında benzer olaylar yaşanmıştır. İki taraf, 2009 yılında Bağdat-Erbil arasında tartışmalı bölgelerdeki kontrollerin Irak ve Kürt Yönetimi’nin ortak güvenlik gücü tarafından sağlanması konusunda anlaşmışlardır. 26 Kasım’da Kuzey Irak Kürt Bölgesinden teknik ve askeri bir heyet Bağdat’a giderek, Irak İçişleri ve Savunma Bakanlığı heyeti ile görüşmüştür. Fakat iki taraf arasında herhangi bir anlaşma sağlanamamıştır.(2) Ancak Irak Meclisi Başkanı Usame Nuceyfi’nin arabulucu olarak devreye girmesiyle Bağdat-Erbil arasında bu bölgelerdeki askeri güçlerin çekilmesi için uzlaşmaya varılabilmiştir. Kürt Yönetimi, söz konusu çatışmanın sonucunda Kerkük’e, Tuzhurmatu’ya ve Diyale’nin Hanekin bölgesine Peşmerge gücünü konuşlandırmıştır. 3 Aralık 2012 tarihinde ise Kürt Yönetimi Kerkük’ün çevresine 200’e yakın araba, tank ve ağır silahlar konuşlandırmıştır.(3) Bütün bu gelişmelere bakıldığında Bağdat-Erbil ilişkilerinde her geçen gün krizin giderek tırmanmakta olduğunu ve çıkmaz bir yola girildiğini söylemek mümkündür. Kriz daha fazla büyümeden iki taraf arasındaki sorunların giderilmesi için bazı adımların atılması gerekmektedir.
Maliki-Barzani arasındaki anlaşmazlıklar şu şekilde sıralanabilir. Bunlar;
1. Kuzey Irak, yabancı şirketlerle yaptığı petrol anlaşması konusunda Bağdat’tan onay almadan ve bağımsız bir devlet olarak hareket etmemelidir. Tüm petrol anlaşmalarının Bağdat’la paralel yürütülmesi taraflar arasındaki gerilimi nispeten düşürebilir.
2. Bağdat-Erbil ilişkilerinde artan gerilimin Maliki-Barzani arasında adeta bir güç mücadelesine dönüştüğü gözlenmektedir. Artık Bağdat-Erbil hattındaki gelişmelerin Maliki-Barzani ekseninde kişiselleştiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Başka bir ifadeyle Barzani’nin Bağdat’ı, Maliki’nin ise Erbil’i kontrolü altına alma çabası iki yönetimin çatışmasına yol açmaktadır.
3. Irak’ın federal bir yapıya sahip olmasına karşın, Maliki’nin her geçen gün merkeziyetçi bir politikaya ağırlık vermesi, Kürt yönetimini rahatsız etmektedir. Ayrıca federal ülkelerde yerel yönetimlerin merkeze bağlı olması gerekirken, Kuzey Irak Kürt yönetiminin tamamen merkezden uzak bir iç ve dış politika izlediği görülmektedir. Bu husus ister istemez iki yönetimin ilişkilerine olumsuz yansımaktadır.
4. Maliki, Tahran eksenli bir bölgesel strateji oluştururken Barzani, Ankara üzerinden bölgesel bir strateji geliştirmektedir. Dahası, bölgesel bir sorun haline gelen Suriye krizinde Maliki ve Barzani arasındaki görüş ayrılığı, Bağdat-Erbil arasında pek çok krizin yaşanmasına neden olmaktadır. Özellikle Barzani’nin, Suriyeli Kürt muhalefeti desteklemesi ve Kürt gençlere askeri eğitim vermesi, Bağdat yönetimini rahatsız etmektedir.
Yukarıda sözü edilen etkenler değerlendirildiğinde, Bağdat-Erbil ilişkilerindeki krizlerin birçok farklı boyutu olduğunu görmek mümkündür. Örneğin, Maliki-Barzani arasındaki rekabet Talabani-Barzani ilişkilerindeki güç mücadelesi olarak görülebilir. Bilhassa Maliki-Talabani’nin bölgesel hedeflerinde İran’la yakın ilişkiler kurulmasına karşılık Barzani’nin de Türkiye ile ilişkilerini geliştirmesi, Bağdat-Erbil koridorundaki krizlerde tüm aktörlerin etkin olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun yanı sıra Maliki’nin, Kürt yetkililerin tartışmalı bölgelerde Türkmenlere ve Sünni Araplara uyguladıkları baskıcı politikaları kendi lehine çevirdiği görülmektedir. Bu sebeple Maliki’nin sözü edilen bölgelerdeki Türkmen ve Sünni Arapları yanına çekmesi söz konusu olabilir. Başka bir ifadeyle yaklaşan yerel seçimlerde Maliki’nin bu bölgelerden oy kazanması, Erbil ile ilişkilerinde yaşanacak gelişmelere bağlı hale gelmiştir.
Sonuç
Irak’ta yaşanan siyasi krizler, çekişmeler ve güç mücadelesi ülkedeki iç dinamiklerin değiştiğine işaret etmektedir. Bir tarafta Şii-Kürt stratejik ortaklığının yerini bazı bölgelerde Şii-Sünni Arap ittifakı alabilir. Diğer tarafta da Bağdat-Erbil arasındaki askeri güç mücadelesi olası bir Arap-Kürt çatışmasına dönüşebilir. 2003 yılından beri muhafaza edilmeye çalışılan Şii-Kürt ittifakı siyasi anlamda zedelenmeye başlamıştır. Ancak Bağdat-Erbil arasındaki krizlerin Irak’ta bir iç çatışmaya dönüşmesini ne Maliki, ne de Barzani göze alamayacaktır. Bunun iki temel sebebi vardır. Bunlardan birincisi, Kürt Yönetimi’nin Bağdat’la çatışmaya girerek, Irak’ta yaşanan güvenlik sorununun kendi bölgelerine sıçramasını istememeleridir. Çünkü Kuzey Irak Kürt yönetiminin, Bağdat ile herhangi bir çatışmaya girmesi durumunda bunun bir etnik çatışmaya dönüşmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla Irak’ın neresinde olursa olsun olası bir Arap-Kürt çatışması, kuzey Irak’ın ekonomik ve ticari anlamdaki cazibe merkezi olmasını olumsuz yönde etkileyecektir. Bu yüzden Kürt yönetimi, böylesi bir krizde sadece Kürt kamuoyunu tatmin etmek amacıyla yalnızca bazı sert açıklamalarda bulunabilir. Aktif bir tutum olarak dengeleri bozacak bir eylem içine girmesi beklenmemelidir. İkinci neden ise, Iraklı politikacıların hiçbirinin bir Arap-Kürt çatışması çıkmasını desteklememeleridir. Şu noktaya dikkat çekmekte yarar vardır ki Maliki-Barzani arasındaki çekişmelerin bir Arap-Kürt çatışmasını ortaya çıkarması iki liderin de siyasi olarak güç kaybetmesine neden olabilir.
Burada Türkmenlerin durumuna bakmak gerekir. Olası bir Arap-Kürt çatışması büyük oranda Türkmen bölgelerinde yaşanacaktır. Böylece silahlı gücü olmayan Türkmenler bundan hem maddi hem de manevi zarar görecektir. Bu açıdan bakıldığında Türkmenlerin, Merkezi Hükümetin başında kim olursa olsun Bağdat yönetimi ile beraber hareket etmeleri önem arz etmektedir. Dahası Türkmenler (Irak Türkmen Cephesi), Bağdat-Erbil arasında uzlaşma sağlanması için taraflarla görüşmelere bir an önce başlamalıdır. Türkmenlerin artık Irak’ın iç siyasetinde “bekle-gör” politikası izleyecek zamanları kalmamıştır. Çünkü Dicle Operasyonu Gücü ile Peşmerge güçleri arasında yaşanan gerilim bir Bağdat-Erbil krizi olarak görünse de, Türkmen bölgelerinde meydana geldiği için Türkmenleri yakından ilgilendirmektedir. Bu bağlamda Türkmenlerin dengeli bir politika izlemesi ve Bağdat-Erbil-Ankara üçgeninde daha aktif bir rol üstlenmesi gerekmektedir. Özetle söylemek gerekirse, Bağdat-Erbil hattında her geçen gün sorunların artması, doğal olarak bir önceki sorunun çözümünü tıkamaktadır. Hâlihazırda Bağdat yönetiminde eskisi gibi etkili olmasalar da Kürtlerin, 2014 yılında yapılacak olan Irak Parlamento seçimlerinde Bağdat’ta hükümet kurma sürecinde yine kilit noktada olacakları unutulmamalıdır.
Ali SEMİN
BİLGESAM Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı
Dipnotlar:
(1) اشتباكات مسلحة بين البيشمركة وقوات الأمن الاتحادية تؤدي إلى سقوط ضحايا,http://www.aawsat.com/details.asp?section=4&article=704707&issueno=12408, Erişim, 19.11.2012.
(2) الوكيل :اجتماع الجيش والبيشمركة سادته اجواء مهنية وشفافة لتخفيف التوتر في المناطق المختلط, http://www.burathanews.com/news_article_176520.html, Erişim, 27.11.2012.
(3) مصدر: قوة عسكرية كبيرة من البيشمركة تتحرك باتجاه كركوك, http://www.alsumaria.tv/news/67538/, Erişim,3.12.2012.