Yugoslavya’nın sancılı süreçlerini bir çocuğun dünyasından seyretmek ister miydiniz?
Senaryosunu Abdullah Sidran’ın yazdığı ve Emir Kusturica yönetmenliğinde çekilen 1985 yapımı “Otac na službenom putu” (Babam İş Gezisinde) filmi, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye (Palme d’Or) ödülünü almaya hak kazanmıştır. Balkan sinemasının ünlü yüzlerinden olan ve geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Mustafa Nadarević, Grbavica filminden de aşina olduğumuz Mirjana Karanović, Time of Gypsies (Çingeneler Zamanı) filminin Perhan’ı Davor Dujmović ve Underground (Yeraltı) filminin başrolü Miki Manojlović’in yer aldığı güçlü bir kadroya sahiptir. Film, birkaç sahnesi es geçildiği takdirde çocuklu ailelerin izlemesine uygundur. Pek çok filminde Balkanlar’ın hikayesini farklı üsluplarla izleyiciye sunan tartışmalı yönetmen Kusturica, bu filminde de Yugoslavya’nın tarihi açısından önemli bir hamle olan Tito-Stalin ayrılığını ve bu bağlamda ortaya çıkan sonuçları ele almıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın akabinde J. Broz Tito önderliğinde Yugoslavya’nın kendine farklı bir vizyon oluşturması ve kendi ideal devlet ve toplum modelini yaratması hedefleriyle SSCB ile yollarını ayırdığı ve Batı’ya açılım yaptığı 1948 yılı önemli bir dönemin başlangıcı olmuştur. “Informbiro” olarak adlandırılan ve 1955 yılına kadar devam eden SSCB ile çalkantılı ilişkiler dönemi, filmde görüldüğü üzere sadece siyasi elitleri değil toplumun pek çok kesimini etkilemiştir.
Bürokrat olarak çalışan ve çapkınlığı nedeniyle eşini defalarca kez aldatan baba karakteri Meša’nın (Mehmed), bir tren yolculuğu sırasında metresinin yanında siyasi bir gazete karikatürü hakkında yaptığı masum yorum, filmin olaylar zincirini başlatmıştır. Sıkı bir komünist olan Meša, Stalin ve Karl Marx’ın bulunduğu ironik karikatürün abartıldığını, Stalin’in gereksiz derecede eleştirildiğini ima eden bir yorumda bulunmuştur. Ancak Yugoslavya öyle bir dönemin içindedir ki sadece siyasetle içli dışlı olanlar değil tüm toplum en ufak bir söz ve davranışından ötürü şüphe uyandırmakta ve “Stalin sempatizanı” olarak etiketlenmektedir. Meša’nın sözleri metresi aracılığıyla bir parti yetkilisinin kulağına gitmiştir. Tesadüf odur ki, parti yetkilisi Meša’yı kıskanan ve metresine ilgi duyan kayınbiraderinin ta kendisidir. Bu fırsatı değerlendiren kayınbirader Zijo, yorumları bahane ederek Meša’yı suçlu olmadığı halde cezalandırmak için çalışma kampına göndermiştir. Kendi kız kardeşini ve yeğenlerini içinde bıraktığı zor koşulları hiçe sayan Zijo, yüksek mevkilere sahip olan insanların kendi hırs ve çıkarları doğrultusunda yetkilerini kötüye kullanmasına örnek teşkil etmektedir. Parti yetkililerinin “Tito’nun emir kuluyuz” adı altında sistemi kendi menfaatleri için yönlendirmesi, partinin tüm faaliyetlerinin Tito’ya bağlanmasına neden olduğunun altı çizilmektedir. Nitekim filmde geçen “Tito mu partiyi yönetiyor? Parti mi Tito’yu yönetiyor?” repliği durumun vaziyetini ortaya koymaktadır.
Filmin devamı babasının iş gezisinde olduğu söylentilerine inanan 6 yaşındaki Malik’in perspektifinden anlatılmaktadır. Babasını göremeyen ve dönemin konjonktürü içerisinde büyümeye zorlanan Malik, abisi Mirza ve anneleri Senija’nın yaşadıkları, politik kargaşaların sıradan insanların hayatında özellikle çocukların dünyasında bıraktığı etkileri gözler önüne sermektedir. Ailenin geçimini sağlayan Meša’nın ortadan kaybolması ile Senija, dönemin zorlu ekonomik şartları içerisinde ailesini ayakta tutabilmek için terzilik yapmaya başlamıştır. Senija kıyafetlerin söküklerini dikercesine ailesini de sürekli onarmaya ve onca zorluğa rağmen beraberliklerini idame ettirmeye kendini adamış bir kadındır. Balkan kadınlarının mücadeleci yönü bu filmde de gösterilmiştir. Annesinin vaziyetinden etkilenen, babasının yokluğunu hisseden ve hayatın gerçekleriyle yüzleşen Malik’te yaşadığı travmaların bir tezahürü olarak “uyurgezerlik” başlamıştır. Uyurgezerlik adı altında filmde mizah unsuru devreye girerek izleyiciye politik eleştirinin yanı sıra duygusal haz duyma imkânı verilmiştir.
Filmi siyaset bağlamında ele alacak olursak, ilk sahnelerde seyirciyle buluşan Meksika şarkıları bize bir yol gösterici olacaktır. Stalin yanlılarının toplumdan ayıklandığı dönemde Meksika şarkılarının tehlikesiz olduğuna dair replik, SSCB ve ABD liderliğinde iki farklı yönde kutuplaşan küresel sistemde Yugoslavya’nın da Meksika şarkıları misali tehlikesiz bir şekilde, iki başat güce bağlı kalmadan kendini uluslararası sisteme entegre etme çabasını göstermektedir. Anlaşılan o ki Yugoslavya kendi çizdiği yola toplumun da uyum sağlamasını hedeflemekte ve insanların herhangi bir ideolojiye fanatik olmadan orta yolu bulmasını amaçlamaktadır. Bu nedenle filmde gösterildiği üzere, siyasi olarak belli bir ideolojiye bağlı olan insanlar suç işlememesine rağmen cezalandırılmaktadır. Tito rejimi, federasyondaki farklı din, etnik köken ve ideolojiye sahip olan insanları bir arada tutabilmek, yaşanabilecek olası çatışmaları önlemek ve “kardeşlik” duygusunu halka aşılamak için dominant olan tüm fikirleri kontrol altında tutabilmeyi amaçlamıştır. Bu durum pratikte parti yetkililerinin keyfi arzuları çerçevesinde şekillenince suçlu-masum kavramlarındaki ayrımın bertaraf edilmesine yol açmıştır. Sistem, bu yönüyle yollarını ayırdığı otoriter Stalin rejimi ile benzerlik göstermiştir. Bu noktada film, ifade özgürlüğünün yok sayıldığı, güçlü bir denetim mekanizması olan “Ulusal Güvenlik” ile insanların baskı altında tutulduğu ve tehlikeli görünenlerin sürgüne gönderildiği 1950 yılını konu alarak rejimi eleştirmiştir.
Meša’nın rejim doğrultusunda çalışma kampına gönderilmesinden sonra ailenin toplu halde babanın çalıştığı bölgeye yerleşmek için yola çıkması, Balkanlar’ın yıllardır değişmeyen “göç” olgusunu hatırlatmaktadır. Siyasi nedenlerle dağılan düzeni toparlamak ve hayata yeni bir sayfa açmak ümidiyle yola çıkmak Balkan halklarının kaderi haline gelmiştir.
Öte yandan, Yugoslavya’nın beden kültürüne ve futbola verdiği öneme değinilmiştir. Zira çalışma kampları hem tehlike arz eden insanları uzakta tutmak hem inşaat, madencilik vb. alanlarda devletin işleyişine ve ekonomiye katkı sağlamak hem de çalışarak bedeni diri ve güçlü tutmak anlamında önemli bir yere sahiptir. Nazi işgalinden yeni kurtulan bir ülke için savaş ihtimaline duyulan endişe sebebiyle toplumu bedenen sağlıklı hale getirme çabası oldukça manidardır. Bununla beraber, filmin bir sahnesinde düğün sırasında radyoda dinlenilen 22 Temmuz 1952 tarihli Finlandiya’da oynanan Yugoslavya-SSCB arasındaki olimpiyat maçının 3-1 galibiyetle kazanılması, ikili ilişkilerdeki rekabetin ve Soğuk Savaş’ın spor alanındaki yansımasını göstermektedir.
“Böyle zamanda kim kimi sever?” Filmde geçen bu çarpıcı soru, filmin 1985 yılında Yugoslavya’da çekilmesi bakımından önem taşımaktadır. 1950’li yılların sadakatsizliğine, adaletsizliğine ve yozlaşmış sistemine değinen film, aslında çekildiği dönemden izler taşımaktadır. Nitekim Tito’nun ölümünden sonraki süreçte Yugoslavya’da kardeş kardeşe düşman hale gelmiş ve savaşın ayak sesleri duyulmaya başlamıştır. Filmde iki kardeş olan Zijo ve Senija arasındaki küslük, Zijo’nun bencilliği ve kişisel hırsları nedeniyle kardeşini ve küçük çocukları maruz bıraktığı acınası tablo ile tasvir edilmiş olup filmin çekildiği yıllara atıf yapılmıştır. Zaten Yugoslavya’nın dağılmasına neden olan kişisel hırsların ta kendisi değil midir?
NEVAL TAYYAR
Balkanlar Staj Programı