Uluslararası alanda ayrılma (secession) talebinde bulunan etnik gruplar, bu isteği self-determinasyon hakkına istinaden gerçekleştirirler. Self-determinasyon hakkı asıl olarak sömürge yönetimi döneminde gündeme gelmiştir. Bu durum etnik grupların self-determinasyon hakkını ve özellikle ayrılma hakkını ne ölçüde ileri sürmelerinin mümkün olduğu tartışmasına yol açmıştır. Uluslararası camia devletlerin toprak bütünlüğü ilkesi nedeniyle ayrılma hakkını şimdiye kadar reddetmiştir.
Ayrılma hakkından, belli grupların devletlerine karşı ileri sürdükleri ülkesel olarak ayrılma talebi anlaşılmaktadır. Ayrılma hakkı, farklı durumlarda ortaya çıkabilmektedir. Klasik durum, sömürge yönetiminden ayrılma şeklinde ortaya çıkmıştır. Ayrılma kararının halkın tümünün iradesine dayanması durumunda ayrılma hakkı uluslararası hukuka uygun görülmektedir. Aynı durum, ayrılmanın ulusal hukukta öngörülen prosedüre göre gerçekleşmesi hali içinde geçerlidir.
Ayrılma, uluslararası hukuka aykırı şekilde ilhak edilen bölgelerin, ilhak eden devletten ayrılmaları halinde yine hukuka uygun kabul edilmektedir.
Ayrılma hakkı, prensip olarak etnik gruplar, azınlıklar bakımından (sömürge yönetiminin sona ermesi süreci dışında) ayrılma sürecinin tek taraflı olarak işletildiği, ulusal hukukta öngörülen prosedür ile meşru kılınmadığı, tüm halkla anlaşma sağlanmadığı takdirde reddedilmektedir.
Etnik grup ve azınlıklar için ilk planda insan hakları ve azınlık hakları kabul edilmektedir. Onlar iç self-determinasyon hakkına dayanırlar. Yani, devletin genel iradesinin oluşumuna bu grupların da katkıda bulunma olasılığı vardır. Buna karşılık bu grupların dış self-determinasyon hakkına sahip olmadıkları konusunda genel bir konsensüs bulunur. Dış self-determinasyon hakkı kendi bağımsız devletlerinin kurulmasına, diğer bir ifade ile ayrılma hakkına yönelir. Bu tür ayrılma, anavatanın toprak bütünlüğü ilkesinden dolayı reddedilmektedir. Uluslararası görüş bu alanda istisna tanımamaktadır. Ancak Almanya’ya göre, etnik gruplar çok istisnai durumlarda ayrılma hakkına sahip olabilir. Örneğin, bir ulusal grubun kabul edilemez şekilde baskı altına alınması durumunda son çare olarak ayrılma hakkı kabul edilebilir. Bu grupların ayrılma hakkını kullanması ancak uluslararası antlaşmalara veya teamül hukukuna istinaden mümkündür. Uluslararası antlaşmalar olarak bu çerçevede ilk planda Birleşmiş Milletler (BM) Antlaşması ve İnsan Hakları Sözleşmeleri (Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi) gündeme gelmektedir. Her 3 kaynakta da self-determinasyon hakkı düzenlenmektedir. Bu madde düzenlemelerinden ayrılma hakkının istihraç (çıkarama) edilmesi ancak self-determinasyon hakkının yorumu ile mümkündür. Madde hükümlerinin ışığında ayrılma hakkı konusunda bir sonuca ulaşmak olası değildir. Self-determinasyon hakkı mevcut bir devlet yapısı içinde de kullanılabilir. Bu nedenle self-determinasyon hakkı zorunlu olarak ayrılmayı içermemektedir.
Öte yandan, ayrılma hakkının self-determinasyon hakkına dâhil olup olmadığı yönünde tartışmalar mevcuttur. 1917 öncesinde Lenin, yazılarında ayrılma hakkını şiddetle desteklemiştir. Buna karşılık, Jefferson ve Lincoln tam anlamıyla demokrasiyi savunurken self-determinasyona dayanarak ayrılma hakkına karşı çıkmıştır. Ulusal self-determinasyon genellikle pozitif bir ilke olarak kabul edilirken ayrılma hakkı, negatif ve yıkıcı bir ilke olarak görülmektedir.
Ayrılma hakkı taraftarlarına göre ise, ayrılma hakkı olmaksızın self-determinasyon hakkını seçimler olmaksızın bir demokrasiye benzer. Bunlara göre, ayrılma hakkını içine alan self-determinasyon hakkının, özellikle ayrımcılık ve baskı ile karşı karşıya olan insanların, o devletten ayrılmak istiyorlarsa, ayrılmalarının demokratik bir değer olarak kabul edilir.
Ayrılma hakkını savunanlar, milletin bölünmezliği kavramına e mutlak bir değer olarak ülkenin bütünlüğü kavramına tamamen karşı çıkarlar. Ancak, ayrılma hakkı taraftarları da, bu hakkın ancak zorunlu nedenlerden dolayı kullanılabileceğini bilirler. Bunlara göre, insanların hayatları veya kültürel özerkliği tehlikeye düşerse veya halk sürekli olarak ekonomik yoksulluk içinde kendisinin sömürüldüğünü hissediyorsa ayrılmanın haklı gerekçesi vardır.
Self-determinasyon ise ulusların kendi geleceklerini belirlemesi (kendi geleceğini tayin) kavramıdır. Bir ulus ya da yabancı bir güce bağımlı olmadan ayrı bir devlet halinde örgütlenebilmesidir. Milliyetçi anlayışla aynı doğrultudadır. Buda ayrılma hakkı anlayışıyla zıt orantıdadır.
Zeynep Çakas
TUİÇ Stajyeri
Kaynakça
1)ARSAVA,Füsun,Uluslararası Hukuk ve Politika ‘’Kosova,Abhazya,Güney Osetya ve Uluslararası Ayrılma’’,Cilt 8,Sayı:29,ss:1-22,2012
2)UZ,Abdullah,Uluslararası Hukuk ve Politika ‘’Teori ve Uygulamada Self-Determinasyon Hakkı’’, Cilt 3,No:9,ss 60-81,2007
3)Web adresi: http://bit.ly/1kaYAdv Erişim tarihi: 01/07/2014