Avrupa’da Radikalizmin Yükselişi
Avrupa toplumları radikal ya da uç olarak görebileceğimiz siyasal söylemlere daha fazla önem vermeye başlamamıştır. Kıtanın büyük bölümünde yaşanan ekonomik durgunluğa bağlı olarak büyüme oranlarının düşmesini ve işsizliğin artmasını en önemli neden olarak değerlendirebiliriz. Nitekim 2008 yılında yaşanan borç krizinin etkileri halen silinebilmiş değildir. Bu durum Almanya dışında kıta genelinde ciddi bir toplumsal huzursuzluğa yol açmış durumdadır.
İkinci önemli neden ise, AB projesinin geleceğine ilişkin olarak ortaya çıkmış olan kafa karışıklığıdır. 2004 yılına dek genel itibarıyla Batı ve Kuzey Avrupalı ülkelerin genel itibarıyla ortak olduğu söylenebilecek sosyal, ekonomik ve siyasal anlayışlarına yaslanmakta olan AB’nin genişlemeler eliyle yaşadığı dönüşüm sonrasında farklı coğrafi, sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasal gerçekliklere entegre olma çabası içerisine girmesi birliğin temellerini sarsmıştır. Hem AB’nin hem de AB idealinin yapılandırılmasında emeği geçmiş geleneksel siyasi partilerin toplumsal tepki dalgasını çeken paratoner olmasına neden olmuştur. Bu ortam içerisinde, sistemi sorgulayan ve radikal bir değişimi savunan siyasi hareketler birer alternatif olarak görülmeye başlanmıştır.
Avrupa’da radikal siyasal hareketlerin güçlenmesine neden olan bir diğer unsur da ciddi bir sıçrama göstermiş olan yabancı düşmanlığıdır. Avrupa genelinde radikal siyasi söylemleri güçlenmektedir. Güçlenmesine neden olarak görülebilecek bir diğer önemli faktör ise AB’nin geleceğine dair ortaya çıkmış olan belirsizliktir. Nitekim AB-15 ülkeleri ile 2004 sonrası üye olan ülkeler arasındaki “çift vitesli” işleyişin yanı sıra, ortak güvenlik ve dış politika stratejileri üretebilmede anlaşmazlıklar vardır. Birliğin lider ülkeleri arasında kurumsal gelişime/işleyişe ilişkin farklı beklentilerin gözler önüne serilmiş olması, birliğin vatandaşları olan Avrupalıları olumsuz yönde etkilemektedir. İngiltere Başbakanı David Cameron’un, ülkesinin AB üyeliğine devam edip etmeme yönündeki kararını yapılacak referandumla halka bırakacağını açıklaması, birliğe yön vermesi beklenen lider ülkelerin tavrını gösterebilmesi bakımından önemli bir örnektir.
Siyasal radikalizm ya da uç siyasi söylemler/gruplar, sağ ve sol hareketler olarak kendisini göstermektedir. Etnik ya da bölgesel ayrım çizgilerinin net olduğu bazı ülkelerde, radikal siyasal söylemlerin ayrılıkçılık olarak ifade edilebildiğini görüyoruz. Belçika’da Flaman kimliğine dayalı bir siyasal ayrılıkçılığa yaslanan Flaman Bloğu (Vlaams Blok) buna örnek verilebilir. İspanya’da Katalunya’nın bağımsızlığını talep eden Katalunya Cumhuriyetçi Solu, Kuzey İtalya’nın bağımsızlığını ya da özerkliğini temel siyasal yönelimi olarak gören Kuzey Ligi (Lega Nord) gibi hareketler bu bağlamda değerlendirilebilir.
Ayrılıkçı hareketlerin dışında, kendisini sol siyasal söylem çerçevesinde ifade eden hareketler de mevcuttur. Hemen hepsi daha fazla özgürlük ve eşitlik anlayışı ile yola çıkmış olan bu hareketler, AB’nin yansıttığı neoliberal ekonomik değerlere/programları reddetmektedir. 2008 sonrası devreye sokulan ve işsizliğin yanı sıra, sosyal devlet anlayışını neredeyse ortadan kaldıran “kemer sıkma” önlemlerinin de karşısında konumlanmaktadır. Bunlardan en önemlileri İspanya’da 2011 yılında işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluğa karşı meydanlara dökülen “öfkeliler” grubunun liderleri tarafından
Mart 2014 itibarıyla siyasal bir parti olarak teşkilatlandırılan Podemos (Yapabiliriz)’tur. Mayıs 2014’te düzenlenen AB Parlamentosu seçimlerinde %8 oy alarak 5 temsilcisini AB Parlamentosu’na gönderen ve televizyonda alternatif tartışma programları yapan 35 yaşındaki siyaset bilimci Pablo Iglesias’ın liderliğinde çoğulcu bir yapıyı içselleştirmiştir. Yapılan son kamuoyu yoklamalarına göre, %27’lik oy oranı ile Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) ve iktidarda yer alan merkez sağ cenaha hitap eden Halk Partisi’nin (PP) önünde yer almaktadır. Yani Podemos, İspanya siyasetine egemen olan çift partili düzeni ortadan kaldırmak üzeredir.
Bunun dışında, Yunanistan’da yine sol bir söylem çerçevesinde kurgulanmış olan ve içerisinde Maoculardan Troçkistlere, Yeşillerden sosyal demokratlara, kadın hareketi temsilcilerinden sendikalara kadar birçok sol söylemi barındıran ve Alexis Tsipras’ın liderliğini yaptığı SYRIZA (Radikal Sol Koalisyon), anti-kapitalist ve AB karşıtlığına eklemlenebilecek tutumu ile Yunanistan’da önemli bir konuma sahiptir. SYRIZA, Yunanistan’ın uygulamaya çalıştığı “kemer sıkma” politikasına karşı çıkması ve neoliberal politikaların terk edilmesini talep etmesi ile halkın önemli bir bölümünün desteğini almıştır. 2012 seçimlerinde Yeni Demokrasi Partisi’nin ardından ikinci olmuştur. 2014 yılında yapılan AB Parlamentosu seçimlerinden ise birinci parti olarak çıkmıştır. Beppe Grillo adlı bir komedyen tarafından İtalya’da kurulmuş olan Beş Yıldız Hareketi de, kendisini sol bir parti olarak konumlandırmasa da sistem karşıtı, çevreci, AB’ye şüpheyle yaklaşan ve katılımcı demokrasi yanlısı tutumu ile İtalya’da 2013 yılında düzenlenen parlamento seçimlerinde %25,6 oy almayı başarmıştır.
Ayrılıkçı ve sol söyleme yaslanan siyasal aktörlerin dışında tıpkı radikal sol görüşleri yansıtan partiler gibi AB karşıtlığı ya da şüpheciliğine eklemlen ancak uygulanan ekonomi politikaları ve genel itibarıyla neoliberal değerleri eleştirmemektedir. Bunun yerine yabancı düşmanlığı, otoriter siyasal yapılanma ve aşırı milliyetçiliğe entegre olmuş siyasal parti/aktörler de Avrupa geneline yayılmış durumdadır.
Fransa’da Marine Le Pen tarafından yönetilen ve 2014 AB Parlamentosu seçimlerinde birinci olan Ulusal Cephe bu hareketlere bir örnektir. İngiltere’de 1993 yılında kurulmuş olan ve AB Parlamentosu seçimlerinde büyük bir başarıya imza atarak 24 temsilcisini Strasbourg’a gönderen ve Avam Kamarası’nda bir, Lordlar Kamarası’nda 3 temsilcisi olmasına karşın, İşçi Partisi ile Muhafazakâr Parti’nin siyasal sistem üzerindeki hegemonyasını kırabileceğine dair yorumlar yapılan Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) ve Macar milliyetçiliğine dayalı revizyonist söylemler kullanan, küreselleşmeyi ve neoliberal değerleri ve tabi ki AB’yi reddeden JOBBIK (Daha İyi Bir Macaristan Hareketi) bunlardan en önemlileridir. Bulgaristan’da Türkler ve Romanlara karşı ırkçı söylemler ileri süren ATAKA ile Yunanistan’da SYRIZA’nın yükselişi sonrası gücünü yitirmesine karşın halen etkin olan Altın Şafak da bu tarz partilere/hareketlere birer örnek olarak görülebilir.
Görüldüğü üzere, Avrupa’nın yaşadığı toplumsal, ekonomik ve siyasal dönüşüme karşı çıkan ya da bu dönüşümü reddeden kişi ya da gruplar; sağ, sol ya da ayrılıkçı söylemleri merkezine alan ancak daha radikal dönüşümü savunan partiler ya da hareketler şeklinde teşkilatlanmaktadır. Bu durum, neoliberal değerler ile uyumlu ve sistemi sorgulamaktansa ona uyum sağlamayı temel hedef olarak belirlemiştir. Ayrıca AB idealine sarılmış merkez sağ ya da sol hareketleri tehdit eder hale gelmiştir. Ne var ki, AB de dönüşüm süreci yaşanmaktadır. Ayrıca ekonomi temelli meselelerin kolaylıkla çözümlenemeyecek bir bağlama savrulduğu dikkate alındığında, radikal siyasal söylemlerin yatışması/yatıştırılması kolay olmayacaktır.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk Tüysüzoğlu
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü