Avrupa Birliği’nin Tarihsel Gelişimi

Avrupa Birliği’nin tarihi başlangıç noktasının genelde, İkinci Dünya Savaşını izleyen yıllar olduğu kabul edilir. Bu yıllar bir daha aynı acıların yaşanmaması için Avrupa’da bir birlik yaratılması gerektiği fikrinin kıta uluslarında ve yöneticilerinde uyandığı dönemdir. İkinci Dünya Savaşı’ndan yıkık ve tükenmiş çıkan Avrupa’nın yeni bir politik ve ekonomik model arayışı içine girdiği görülmektedir. Marshall yardımı adı altında Avrupa’ya akan ABD sermayesinin kendilerini giderek ABD’ye bağımlı kılacağını gören ufak ve güçsüz Batı Avrupa ülkeleri, Avrupa menşeli yeni bir sermaye piyasası oluşturmak istemişlerdir. Bu amaçlarına bireysel olarak ulaşmaları mümkün olmadığından, bu ülkelerin ekonomik potansiyellerinin bir araya getirilmesi ve böylece güçlü bir Avrupa Pazarı oluşturulması planlanmıştır. Bütünleşmenin pazar genişlemesine, bunun da sermaye ve teknolojinin hızlı gelişimine yol açacağı düşünülmüştür.[1]

Schuman Bildirisi AKÇT’nin kurulması,

Bu öneriyi kabul eden ülkeler, ileride savaş sanayilerini birbirlerine karşı geliştirmek ve dolayısıyla birbirleriyle savaşmak olanağını bulamayacaklardır. Nitekim Fransa’nın bu çağrısına Federal Almanya, Belçika, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda cevap vermişler ve bu altı ülke arasında 18 Nisan 1951’de Avrupa ve Kömür ve Çelik Topluluğunu kuran Anlaşma Paris’te imzalanmıştır. Bu aynı zamanda, ilk Avrupa Birliğinin de doğuşudur. Schuman’ın ismine itafen Schuman Planı olarak adlandırılan bu anlaşma o dönem sanayisinin iki temel maddesi için güçlenmek üzere altı devlet arasında imzalanan bir “kartel” anlaşmasıdır. Yüzyıllarca güç merkezinin liderliğini yapan Avrupa bu gücünü ikinci Dünya Savaşı sonrası yeni oluşan sisteme bırakınca- ABD ve SOVYETLER-kendini yeniden şekillendirmek ve özellikle yeniden güçlenip dünya politikasında ve ekonomisinde söz sahibi olmak için sanayisi gelişmiş ülkelerle bir birlik oluşturma yoluna giderek bunun ilk ayağı olan AKTÇ’yi kurmuştur.[2]

AET ve AAET hangi antlaşma ile kurulmuştur

Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun, kurulmasından sonra göstermiş olduğu başarılı gelişme;  Avrupa’da sektör bazında olmayan, daha geniş kapsamlı bir ekonomik birleşmenin gerçekleştirilmesine yönelik yeni görüşlerin doğmasına yol açmıştır. Çalışmalar ekonomik bütünleşme üzerinde yoğunlaştırılmış ve Messina’da A.K.Ç.T.’nin Dışişleri Bakanları’nın katılımıyla düzenlenen konferansta iki yeni Avrupa Topluluğu’nun daha kurulması kararlaştırılmıştır. Uzun süren çalışmalardan sonra Avrupa Topluluğu 25 Mart 1957’de bu kez Roma’da imzalanan Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM) ve Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) anlaşmaları ile kurulmuştur. Topluluk, 7 Şubat 1992 tarihli Maastricht Anlaşmasıyla Avrupa Birliği ismini almıştır. Kendini yeni dünya sisteminin içinde bulan Avrupa’lı Devletler, kurdukları yeni sistemle daha fazla güçlenmek ve sektörel olarak daha fazla iş birliğine girmek için bu iki yeni topluluğu kurmuşlardır, elbette ki bu iki yeni topluğunun kurulmasını gerektiren ve özellikle yeni güçler olan ABD ve Sovyetlerdeki ekonomik ve uzay araştırmalarına dayalı yeni çalışmaların yürütülmesi etkili olmuştur. [3]

Birleşme (Füzyon) Anlaşması

1 Ocak 1958 tarihinde yürürlüğe giren Roma Antlaşması’nda adalet divanları ve Meclisleri birleştirilen AKÇT, AET, AAET’nin yürütme organları olan Konsey ve Komisyonları Mayıs 1965’te imzalanan ve 1 Temmuz 1967 tarihinde yürürlüğe giren Birleşme (Füzyon) anlaşması ile tek bir çatı altında birleştirilmiş ve her üç topluluk için Avrupa Topluluğu (European Community) ismi kullanılmaya başlanmıştır. AET ve AKÇT’nin ortak organları olan Meclis ve Adalet Divanları AAET’ye de uygulanmıştır. Yıllar ilerledikçe ve kurulan sistemdeki devletler arasında ilişkiler geliştikçe ve ayrıca yeni kurulan toplulukların etkililiği artınca üye devletler bunları tek bir çatı altında toplamaya karar verir, ve ayrıca kurulan bu sisteme yeni üye devletlerin alımı için kararlar alınmaya başlar; fakat bu yeni alınacak devletlerin en önemli özelliği sanayisi gelişmiş ya da ekonomisi iyi durumda olan devletlerin seçilmesine karar verilmesidir. Kuzey genişlemesi olarak da bilinen ilk genişleme İngiltere, Danimarka, İrlanda ve Norveç ile başlar fakat İngiltere’nin üyelik başvurusu iki kere Fransa’nın reddi ile kabul edilmedi. Bunun en büyük nedeni Fransız lideri De Gaulle’n bunda etkisinin olmasıdır. Norveç ise ülkesinde yaptığı halk oylaması ile halkın topluluğa girmek istememesiyle üye olmamıştır.[4]

Avrupa Tek Senedi

1 Ocak 1958 tarihinde yürürlüğe giren Roma Antlaşması’nda Topluluğu kuran ülkeler arasında önce bir gümrük birliğinin ve sonrasında ise ortak pazarın kurulması öngörülmüştür. Bu kapsamda, gümrük vergilerinin ve miktar kısıtlamalarının kaldırılmasını hedefleyen gümrük birliği 1968 yılında yürürlüğe girmiştir. AB Komisyonu’nun 1985 yılında tamamladığı “Beyaz Kitap’ın”  hedefleri doğrultusunda 1 Temmuz 1987 yılında yürürlüğe giren Avrupa Tek senedi ile malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbestçe dolaştığı bir Tek Pazar için 1992 yılı hedefi kesinleştirilmiştir. Avrupa Tek Senedi’nde tek pazar, “malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbestçe dolaşımını sağladığı iç sınırların olmadığı bir alan” olarak tanımlanmıştır. Avrupa Tek Senedi, Avrupa Topluluklarını kuran antlaşmalara değişiklik getiren hükümleri ile dış politikada üye devletler arasında işbirliğini öngören hükümleri tek bir belgede toplamıştır. Bu tek senet aslında yeni oluşturulan Avrupa topluluğunu daha aktif hareket etmesini sağlamış ayrıca topluluğa yeni katılan devletlerle beraber Avrupa topluluğunun coğrafik olarak etki ettiği alanı artırmış ve artık topluluk kendini geliştirmeye ve yeni uygulamalar getirerek işlerliğini artırma yoluna gitmiştir. Bu yüzden devletler arası işbirliğin artırılması öngörülmüş ve devletler arası geçiş genliğin daha rahat sağlanması için yeni kararlar alınmıştır [5]

Maastricht Anlaşması

Daha önce iki defa toplanmış olan Hükümetler arası Konferans’ta alınmış olan kararlar doğrultusunda Topluluk, 10 Aralık 1991 tarihinde Hollanda’nın Maastricht şehrinde Avrupa topluluklarının kurucu anlaşmalarında (Paris, Roma Anlaşmaları ve Avrupa Tek Senedi) değişiklik yapılmasını amaçlayan yeni bir anlaşmanın yapılmasına karar vermiştir. Avrupa Birliği Anlaşması olarak da bilinen Maastricht Anlaşması (Treat on European Union) 7 Şubat 1992 tarihinde imzalanmış ve 1 Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe girmiştir, Maastricht Anlaşması 200 madde, 17 ek protokol ve 33 ekten oluşmaktadır. Maastricht Anlaşması ile beraber Avrupa Topluluğu, Avrupa Birliği olarak anılmaya başlanmıştır. Maastricht Anlaşması’nda, anlaşmanın amacının Avrupa halkları için daha bütünleşik bir birlik yaratmak olduğu vurgulanmıştır. Anlaşma ile Birlik üç temel sütun üzerinde yapılanmıştır: Ekonomik ve Parasal Birlik, Ortak Dış İşleri ve Güvenlik Politikası, Adalet ve Dış işleri Politikası. Aslında dönemin koşulları baz alındığında ve Avrupa Topluluğunun giderek genişlemesi ile beraber bu topluluk yenilenme ve genişleme ihtiyacı duymuştur. Çünkü Soğuk Savaştan yeni çıkılması ve Doğu Avrupa ülkeleri ile iletişime geçme isteği ve özellikle genişleyen topluluğun ihtiyaçlarının artması, topluluğun kendisi yenilemesi ve topluluğunun daha işlerlik kazanması için düzenlemeler kaçınılmaz hala gelmiştir. İşte böyle bir ortamda topluluk daha önce kendini yenilemeye gitmiş ve yıllar geçtikçe uluslararası ortamın da etkisiyle bu tür düzenlemelerin yapılması zorunla hale gelmiştir.[6]

Kopenhag Kriterleri

21-22 Haziran 1993 tarihlerinde Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da yapılan AB Zirvesi’nde AB Konseyi, AB genişlemesinin Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkelerini kapsayacağını kabul etmiş ve Birliğe üye olacak ülkelerin taşıması gereken kriterleri Zirve sonrası yayınlamış olduğu Sonuç Bildirgesi’nde belirtmiştir. Kopenhag Kriterleri olarak bilinen bu kriterler şu şekilde belirtilmiştir: Siyasi Kriterler, Ekonomik Kriterler, Topluluk Mevzuatının Benimsenmesi. Bu döneme kadar topluluğa üye olmak için gerekli ve tam olarak yazılı kurullarının bulunmaması ve topluluğun genişlemeye ve Özellikle Soğuk savaştan çıkılması ile Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkelerinin de üye olmak istemeleri ile topluluğa üye olunabilmesi için gerekli yazılı kriterlerin belirlenmesi ihtiyacı doğmuştur. Tabii ki bu Avrupa Topluluğunun üyelik için belli kriterlerinin olmadığı anlamına gelmez, fakat genişleme ile beraber daha spesifik kriterlerin gerekliliği üzerinde hem fikir olunduğu açıktır, bu yüzden yeni üyelik başvurusu yapacak olan ülkelere taşımaları ve yerine getirmeleri gerekli görülen kriterler belirlenmiştir. Burada aslında eleştirilmesi gereken bir nokta var: sanki Avrupa birliği alması gereken üyelikleri zaten almış gibi, yeni üyelikler içinse isteksizmiş gibi davrandığı açıkça ortadır, yoksa uzun süreden beri üyelik için çok fazla kural getirmemesi biraz eleştiriye açık bir durum. Ya da yeni bir yapılanma ile hem etki alanını oluşturmak hem de yeni bir güç olarak ortaya çıkmayı istemiş olabilir.

Amsterdam Anlaşması

16-17 Haziran 1997 tarihinde Amsterdam’da toplanan AB zirvesi AB’nin kurumsal yapısında ve önemli politikalarında değişiklik yapılması konularını ele almıştır. Böylece, Maastricht Anlaşmasında değişiklik yapılması amacıyla oluşturulan ulusal, bölgesel, yerel temsilcilerin, Avrupa kurumlarının ve çıkar gruplarının da katılımıyla 1996 yılında başlayan hükümetler arası konferans sona ermiştir. Amsterdam Anlaşması 2 Ekim 1997 tarihinde AB ülkelerinin dışişleri bakanları tarafından imzalanmış ve 1 Mayıs 1999 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Aslında Amsterdam antlaşması hukuki anlamda bir değişiklik getiriyor, insan hakları sözleşmesi Avrupa Birliği’nin üyeliği için tam koşul haline geliyor, dikkat edilirse Amsterdam Antlaşması, AB için çok fazla bir değişiklik getirmiyor, daha çok Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkelerinin üyeliği için bazı kriterler getiriyor, ayrıca insan hakları sözleşmesini ihlal eden devletlerin topluluk içinde oy hakkı askıya alınabilecek, kriteri getirilmiştir.[7]

Gündem 2000

AB’nin kurucu anlaşmalarında değişiklikler getirmiş olan Amsterdam Anlaşması’ndan sonra AB’nin karşılaşmakta olduğu zorlukları yeni ve etkili bir yoldan çözmek ve Merkezi ve doğu Avupa Ülkelerini üyeliğe hazırlamak amacıyla AB Komisyonu 16 Temmuz 1997 tarihinde Gündem 2000 ( Agenda 2000) adlı bir strateji belgesi yayınlamıştır. Bu strateji belgesinde AB komisyonu, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Türkiye hariç olmak üzere Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri için görüş raporlarını açıklamış ve bu ülkeler ile AB Müktesebatının üstlenmesine ilişkin takvim niteliği taşıyan Katılım Ortaklığı Belgeleri’nin oluşturulacağını, Ortak Tarım Politikası’na (OTP) ilişkin olarak fiyat desteklemesi yerine üreticilere doğrudan ödeme yoluna gidileceğini, yapısal fonların 1993-1999 yıllarını kapsayan dönem için mevcut 200 milyar ECU’dan 275 milyar ECU’ye arttırılacağını ve aday ülkelere 2000-2006 yılları için 7 milyar ECU mali yardım yapılacağını belirlemiş ve 2000-2006 yılları AB bütçesinde yer alan harcamaya ilişkin takvimi ülkelerin milli gelir toplamının %1.27’sinin üzerine çıkarmamaya karar vermiştir.[8]

Nice Anlaşması

7-9 Aralık 2000 tarihinde yapılan Nice Zirvesi’nde Birlik üyesi ülkeler AB’nin Kurucu anlaşmalarında değişiklikler yapan bir anlaşma üzerinde (Nice anlaşması) uzlaşmaya varmışlardır. Nice Anlaşması 26 Şubat 2001 tarihinde imzalanmış ve üye devletlerde onaylanmasının ardından 1 Şubat 2007 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Nice Anlaşması ile yapılan değişiklikler şunlardır:

Nitelik Çoğunluk Oylama Sistemi ile Karar Alınacak Konular, Güçlendirilmiş İşbirliği, Genişleme ile ilgili Protokol, Temel Haklar Şartı,[9]

Anayasa Taslağı ve Lizbon Anlaşması

21-22 Haziran tarihlerinde yapılan AB Konseyi Zirvesi’nde Birliğin kurucu anlaşmalarında değişiklik getiren bir Reform Anlaşması hazırlanması amacıyla Hükümetler arası Konferans toplanmasına karar verilmiştir. Hükümetler arası konferansın yaptığı çalışmaların ardından 18-19 Ekim 2007 tarihinde Lizbon’da gayri resmi olarak toplanan AB Konseyi Zirvesi’nde AB Reform Anlaşması onaylanmıştır. Lizbon Anlaşması olarak anılan Reform anlaşması 14 Aralık 2007 tarihinde Brüksel’de yapılan AB Konseyi Zirvesi’nde Birliğe üye ülkeler tarafından imzalanmıştır.

Öngördüğü değişiklikler:

1.  6 aylık dönüşümlü başkanlık sistemini kaldırıp yerine, 2,5 yıllık süre için üye ülkelerin oy birliğiyle atayacakları AB Konseyi Başkanı’nı getirmektedir. Bu başkan yılda 4 kez toplanacak AB zirvelerine de başkanlık edecektir.

2. Dış politikada tek seslilik amaçlı olarak atanan AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi ise, Dışişleri Bakanlarını buluşturan Dış İlişkiler Konseyi toplantılarına başkanlık edecek ve AB Komisyonu başkan yardımcılığı görevini de üstlenecektir ve eşgüdüm sağlayacaktır. İngiltere’nin ısrarı üzerine “AB Dışişleri Bakanı” sıfatı değiştirilmiştir.

3. AB’nin 5 yıllık dönemlerle her ülkeden birer temsilciyle çalışması hedeflenen yeni anayasada, 2014 yılından itibaren komiser sayısının, üye ülke sayısının üçte ikisine düşürülecek ve bazı ülkeler komisyona dönüşümlü üye gönderecektir.

4.ikili çoğunluk sistemi olarak adlandırılan nitelikli oylama yöntemi, karar alınabilmesi için ülke sayısı dikkate alındığında yüzde 55 ve ülke nüfusları dikkate alındığında yüzde 65 destek bulunmasını gerekli kılıyor.

5. AB bütçesi, dış politika ve vergi gibi konularda karar alınabilmesi için, “İkili çoğunluk sistemi” geçerli olmayacak ve üye ülkelerin oy birliği gerekecek.

6. Üye ülkelerin ulusal meclisleri, AB Komisyonunun hazırladığı yasa tasarılarını yeniden incelenmek üzere geri gönderme yetkisine sahip olacaktır.[10]

Lizbon antlaşması aslında önemli değişiklikler getirmesine rağmen bazı çıkar çevrelerine yani sermaye sahiplerine çıkar sağlıyor çünkü Bolkstein dile getirdiği uygulamalar yürürlüğe giriyor. Aynı zamanda üye ülkeler içinde üyelikten çıkabilme kuralı getirerek farklı bir düzenleme ile yeni bir dönemin başlangıcı yapılıyor. Şimdi bu neden önemli, günümüzde yaşanan Avrupa borç krizi ile birçok ülkede ekonomik kriz yaşanmakta, buda ödemeler sorununu ortaya çıkartmaktadır, özellikle Yunanistan, İtalya, İspanya ve Portekiz’in yaşadığı borç sorunu insanın aklına şunu getirmektedir: acaba Avrupa Birliği’nin sonu mu geliyor. Çünkü Lizbon da getirilen üyelikten çıkabilme hakkı, bu ülkelerin daha fazla dayanamayarak Euro Bölgesi’nden ( Euro Zone) çıkmalarına neden olabilir. Ortak para politikasında dolayı, bazı ülkeler şu anda ciddi bir sıkıntı yaşamaktadır. Özellikle bu ülkelerin borçlu olduğu bankaların Alman ve Fransız bankaları olması bu ülkelerinde ilerde ciddi bir likitide sorunu ile karşılaşacağını göstermektedir. Şu anda kredi derecelendirme kuruluşlarının bu ülke banklarının kredi notu izlemeye alıp negatif yönde görüş bildirmelerinden dolayı bunlar için büyük krizin ilerde olabileceğini bir nebze de olsa göstermektedir. Avrupa Birliğinde bazı üye ülkeler kopar mı bu Almanya’nın vereceği karara bağlı.

Avrupa Birliği’nin Genişlemesi

Avrupa Birliği’nin kuruluşundan itibaren göstermiş olduğu başarılı gelişim ve özellikle üye devletler arasında sanayi malları ile tarım ürünlerinde gerçekleştirdikleri gümrük birliği, yeni ülkelerin üyelik müracaatlarına neden olmuştur. 10 Ağustos 1961 tarihinde İngiltere Birliğe katılmak için ilk girişimini yapmış, fakat 14 Ocak 1963’te Fransa Cumhurbaşkanı General de Gaulle tarafından birliğe katılması veto edilmiştir. 10 Mayıs 1967’de İngiltere ikinci defa İrlanda, Danimarka ve Norveç ile birlikte Birliğe tam üye olmak için başvuruda bulunmuştur. De Gaulle yine İngiltere’nin müracaatına karşı çıkmış, ancak Nisan 1969’da yapılan AB Konseyinde Birliğe katılmak isteyen dört ülkenin talepleri görüşülmüştür. İki yıl süren görüşmelerden sonra İngiltere, İrlanda ve Danimarka tam üye olarak Birliğe 22 Ocak 1972 tarihinde katılmış, Norveç’in katılma anlaşması ise adı geçen ülkede yapılan bir referandum ile reddedilmiştir. Katılma anlaşmaları ile yeni üyeler tam üyeliğin getirdiği tüm yükümlülükleri kabul etmişler, ancak bazı alanlarda özellikle ticaretin serbestleştirilmesi ve mali katkılar yeni üyelere beş yıllık bir uyum devresi tanınmıştır. Bu uyum devresi ise 1977’de sona ermiştir. Öte yandan, 1981 yılında Yunanistan’ın da topluluğa katılmasıyla üye sayısı 10’a çıkmıştır. 1986 tarihinde İspanya ve Portekiz’in de katılmasıyla Birliğin üye sayısı 12’ye yükselmiştir. 17 Temmuz 1989 tarihinde Avusturya AT’ye tam üye olmak amacıyla başvurmuştur. Ancak Belçika’nın Avusturya’nın 1955 yılından itibaren izlediği ve anayasasında yer alan tarafsızlık politikasının AT’nin nihai hedefi olan siyasi birlik ile çeliştiğini ve bu nedenle Avusturya’nın Birliğe tam üye olamayacağının ileri sürmesiyle başvuru bir sarsıntı süresi geçirmiştir. Ancak, Belçika’nın itirazından vazgeçmesinin ardından üyelik süreci işlerlik kazanmıştır.

Avusturya’nın 17 Temmuz 1989’da, İsveç’in 1 Temmuz 1991 ve Finlandiya’nın 18 mart 1992 tarihlerinde yaptıkları tam üyelik başvurularının ardından bu ülkeler 1 ocak 1995 tarihinde AT’ye tam üye olmuşlardır. Bu ülkelerin üyeliği AT’de en kısa süre gerçekleşen üyeliklerdir. Bu üç ülkenin ortak özellikleri ise başvuru tarihinde refah seviyesi zaten yüksek ülkeler olmalarıdır. SSCB’nin dağılması ile birlikte Merkezi ve doğu Avrupa Ülkeleri (MDAÜ) ile Topluluk arasında yakın ilişkiler gelişmeye başlamıştır. MDAÜ’lerin (Çek cumhuriyeti, Polonya, Macaristan, Estonya, Slovenya, Slovakya, Kıbrıs Rum Yönetimi, Malta, Litvanya, Letonya, Estonya, Bulgaristan ve Romanya) Topluluğa katılma koşulları 1993’ te yapılan Kopenhag Zirvesi’nin ardından 1994 ve 1995 yılları arasındaki dönemde tüm bu ülkeler üyelik başvurusu yapmıştır. MADÜ’lerden 10’nu 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye tam üye oldular, Romanya ve Bulgaristan’ın tam üyelikleri ise yaşadıkları ekonomik ve siyasi sorunlar nedeniyle 1 Ocak 2007 tarihinde gerçekleşmiştir.[11]

Avrupa Birliği’nin Amaçları

Fransa’nın öncülüğünde Almanya, İtalya, Belçika, Lüksemburg ve Hollanda tarafından kurulan Avrupa Birliğinin amaçlarını siyasal birliğin sağlanması, ekonomik birliğin sağlanması ve barışın korunması şeklinde sınıflayabiliriz.

Siyasi Amaçlar:

Anlaşmalarda yer alan ilkeler ve önlemler bir ortak pazarın kurulması ve işleyişi ile ilgili olmakla birlikte ekonomik birleşme başlı başına bir amaç olmayıp siyasal birleşmenin ancak yarı yolu olarak düşünülmüştür. Nitekim siyasal birleşme sürecinin ekonomik birleşmeden geçtiği tarihten bazı örneklerle de (Alman Gümrük Birliği Zolleverel gibi) destek bulmaktadır.

Ekonomik Amaçlar:

Üç topluluk Antlaşması ile gerçekleştirilmeye çalışılan Avrupa Birliği düşüncesinin arkasında yatan ekonomik amaçları, daha yüksek yaşam standartları, tam çalışma, ekonomik büyüme, istikrarın artması, topluluk içinde ekonomik etkinliklerin uyumlu olarak gelişmesi şeklinde sıralayabiliriz. Ayrıca AB, üye ülkelerin ulusal piyasalarını mal, insan, sermaye faktörlerinin aynen bir iç piyasadaki gibi serbestçe dolaşabildiği geniş bir ortak pazar durumuna dönüştürmeyi amaçlamıştır.

Barışın Korunması:

Bilindiği gibi, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, Fransız – Alman uzlaşmasını, Avrupa’da oluşturulacak yeni bir düzenin temel taşı kabul etmiştir. Bunun ana nedeni Avrupa’da savaş olasılığını ortadan kaldırmaktı. Avrupa Birliğinin kurulmasıyla bu amaç bir ideal olmaktan çıkıp gerçek olmuştur.[12]

Avrupa Birliği’nin Organları

Uluslar üstü bir nitelik taşıyan Birliğin kurumları özgün bir yapı içinde eylemde bulunmaktadır. Birlik organları, Birliğin temel yapısını teşkil eden Konsey, Komisyon, Avrupa Parlamentosu, Adalet Divanı, Ekonomik ve Sosyal Komite’nin yanı sıra Sayıştay ve Avrupa Yatırım Bankası gibi yardımcı kurumlardan oluşmaktadır.

Avrupa Birliği Konseyi: Avrupa Zirvesi

Birliğin yasama ve karar alma sürecinde en önemli rolü üstlenen Konsey, üye ülke Devlet ve Hükümet Başkanları “Avrupa Konseyi” adı altında yılda en az iki kere toplanarak, gerek siyasi işbirliği gerek Birlik faaliyetleri konularında politika seçeneklerini tartışmakta ve bazı konularda öncülük görevi üstlenmektedir. Avrupa Konseyi’ne Dışişleri Bakanları ile bir Komisyon üyesi yardımcı olmaktadır. Avrupa Konseyi, parlamenter demokrasilerde varolan parlamentonun yetkilerine eşdeğer yetkilere sahiptir. Dolayısıyla Birliğin karar alma ve yasama organıdır. Konsey, karar alma sürecinde, Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlanan tasarıları ele alır ve yasalaşmasını sağlar. Bu süreç içinde Avrupa Parlamentosu değişiklik önerisinde bulunabilir, ancak kesin karar Konsey’e aittir. Sonuç itibariyle Konsey, Birliği şekillendiren, yöneten ve dış politikasını belirleyen organdır. AB Komisyonu üye Devletlerce atanan 20 üyeden(komiser) oluşan bir yürütme organıdır. Komisyona Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa ve İspanya nüfus yoğunluğu İtibariyle 2’şer, diğer üye devletler ise birer komiser vermektedir. Komisyon Birlik politikalarının tasarlayıcısı ve koordinatörüdür. Komisyonun görevlerini iki başlık altında toplamak mümkündür.

a) Komisyon, Kurucu Antlaşmaların koruyucudur. Kurucu Antlaşmaların ve organların almış olduğu kararların usulünce uygulanıp uygulanmadığı, ilgili tarafların yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğini izlemekle görevlendirilmiştir.

b) Yürütme organıdır. Roma Antlaşmasından kaynaklanan yürütme yetkilerinin yanısıra, ortak politikaların oluşturulması ve yürütülmesi görevini de üstlendiğinden, bu yetkilerinde bir artış olmuştur. Birliği hukuken temsil eder. Birlik fonlarının idaresi görevi de Komisyona aittir.[13]

Avrupa Parlamentosu

Avrupa Birliği içinde Komisyon ve Konsey arasında paylaşılmış yasama ve yürütme yetkilerinin kullanılmasının demokratik biçimde denetlenmesi amacıyla bir ortak parlamento kurulmuştur. Avrupa Parlamentosu adını taşıyan bu organ önceleri üye Devletlerin ulusal parlamentolarından seçilen üyelerden oluşmakta iken, Haziran 1979’dan bu yana üye ülkelerde Avrupa Parlamentosu için seçimler düzenlenmektedir. Avrupa Parlamentosunun yetkilerini üç başlık altında toplamak mümkündür.

a) Birlik mevzuatının oluşturulmasındaki yasama sürecine katılma yetkisi; yasamaya ilişkin yetkileri görüş bildirmekle sınırlı olup, bağlayıcı bulunmamaktadır.

b) Bütçeye ilişkin yetkiler; Birlik bütçesi, ancak Konsey ile Parlamentonun işbirliği halinde kesinleştirilebilmektedir.

c) Komisyon ve Konseyi denetleme yetkisi; AB’de yasama ve yürütme yetkilerinin kullanımını demokratik şekilde denetler ve Birliğin işleyişini kontrol eder.

Adalet Divanı

Adalet Divanı, AB’nin en yüksek hukuksal organı niteliğini taşımaktadır. Divan 16 yargıç ve 6 savcıdan (hukuk sözcüsü)oluşur. Adalet Divanı nihai yargı organı olup, kararlarının temyizi mümkün değildir.

Görevleri;

a) Divan, Antlaşmanın uygulanmasında ve yorumlanmasında hukuka saygıyı sağlamaktadır. Üyelerden birinin Roma Anlaşması’nın hükümlerine uygun hareket etmediği görülürse, Avrupa Komisyonu önce ilgili devlete tavsiyelerini bildirir. Eğer üye devlet bu önerileri tutmazsa, bu kez Adalet Divanı’nda aleyhine dava açtırır. Adalet Divanı anlaşma hükümlerine aykırı davranıldığı sonucuna varırsa, bu hükümlerin uygulanması için alınacak karar, üye devletler tarafından yerine getirilir. Adalet Divanı, üye devletleri ve şirketleri ayrıca para cezası ile cezalandırabilme yetkisine de sahiptir.

b) Kararları temyiz edilemeyen ve bağlayıcı olan bir adli merci sıfatıyla, Birlik hukuk düzeni dâhilinde meydana gelen hukuki ihtilafları, hukuk kurallarına ve adalete uygun olarak çözmek işlevini de yüklenmiştir.[14]

Adalet Divanını görev alanına giren başlıca sorunlar şunlardır:

– Üye devletlerin diğer üye devletlere karşı açtığı davalar,

– Komisyonun üye devletlere karşı açtığı davalar,

– Birliğin kurumları aleyhine açılan davalar.

Sayıştay

Avrupa Topluluklarının bütünleşmesi üzerine, Topluluk düzeyinde bağımsız bir denetleme kurulu oluşturulması fikri üzerinde durulmuş ve sonuç olarak Roma Antlaşması’nın 206. maddesinde sözü edilen Kontrol Komisyonu’nun görevlerini de üstlenmiş olarak, 1975 yılında Brüksel Anlaşması ile Sayıştay kurulmuştur. Sayıştay 15 üyeden oluşmaktadır ve üyelerin görev süreleri 6 yıldır. Sayıştay’ın görevi, AB’nin ve bağlı kuruluşların gelir ve harcamalarını incelemek, bunların yasalara uygun şekilde yürütülmesini sağlamaktır.[15]

Ekonomik ve Sosyal Komite

Roma Antlaşması’nın 4. maddesinde, Konsey ve Komisyon’a yardım etmek üzere danışma organı niteliği taşıyan Ekonomik ve Sosyal Komite’nin kurulacağı hükme bağlanmaktadır. Komite, ekonomik ve sosyal hayatın çeşitli kesimlerinin, özellikle üreticiler, çiftçiler, taşımacılar, işçiler, küçük esnaf ve zanaatkârlar, serbest meslek sahipleri ve kamu yararına çalışan küçük ve orta ölçekli işletmelerin temsilcileri ile tüketiciler, çevreciler ve dernek temsilcilerinden oluşur. Komite, bir danışma organı olduğundan, çalışma düzeni, görüş bildirme şeklindedir. Antlaşma’nın tespit ettiği durumlarda Komite’ye zorunlu olarak danışılmaktadır. Komitenin görüş bildirmesi için 10 günlük süre tanınmakta, bu süre görüş gelmemişse, Konsey ve Komisyon kendini bağlı saymamaktadır.[16]

Avrupa Birliği’nin Mali Kaynakları

AB’nin temel mali kuruluşu Avrupa Yatırım Bankası’dır (EIB). EIB Roma Antlaşması ile kurulmuş olmakla birlikte, ayrı bir tüzel kişiliğe sahiptir. Bunun yanında, AB’nin ekonomik ve sosyal politikalarını yürütme için EIB’den ayrı olarak oluşturulan çeşitli fonlar bulunmaktadır. Şimdi bu fonları kısaca tanıtalım.

AB Bütçesi: Topluluğun bütçe gelirleri, üye ülkelerin katkıları (KDV gelirlerinin belirli payının aktarılması), gümrük vergileri vb. kaynaklardan oluşur. Bu gelirler Birliğin politikalarının yürütülmesinde ve yönetim giderlerinin karşılanmasında kullanılır. Birlik bütçesinin en büyük bölümü ortak tarım politikasının finansmanına gitmektedir.

Avrupa Sosyal Fonu (ESF): Roma Antlaşmasıyla kurulmuştur. Birlik içinde yeni iş olanakları yaratılması, mesleki eğitim programları, işsizlik yardımı sağlanması gibi amaçlara finansman sağlar.

Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu(ERDF): AB içindeki nispeten geri kalmış yörelerin kalkındırılması ve yapısal uyum programları için kredi vermektedir. Birlik içinde Yunanistan, İrlanda ve Portekiz göreceli olarak geri kalmış üyelerdir. Diğer yandan İspanya ve İtalya’nın belirli yöreleri ile Kuzey İrlanda da bu fonun kapsamına giren yöreler arasında bulunmaktadır.

Avrupa Kalkınma Fonu(EFI): Roma Antlaşmasıyla oluşturulan bu fondan, Lome Sözleşmesi çerçevesinde birlikle özel ilişkileri bulunan ACP (Afrika, Karayipler ve Pasifik) ülkelerine yardım yapılmaktadır.

Avrupa Parasal İşbirliği Fonu(EMCF): Bu fondan parasal birliğe yardımcı olmak üzere dış ödeme güçlüğü içine düşen birlik üyelerine kredi sağlanmaktadır.

Avrupa Garanti ve Yönlendirme Fonu(FEOGA): 1962 yılında kurulan bu Fon’dan, tarımsal destekleme programlarının finansmanı ve tarımın modernizasyonu için kaynak sağlanır.[17]

Avrupa Yatırım Bankası (EIB): Roma Antlaşması’nın 129.maddesine dayanılarak, 1958’de kurulmuştur. Tüzel kişiliğe sahiptir ve Birliği oluşturan 15 ülke bankanın üyesidir. Genel olarak, AB’nin azami 20 yıl vadeli kredi ve/veya garanti veren bir mali kuruluşu niteliğindedir. Banka’nın görevleri, sermaye piyasalarına ve kendi özkaynaklarına dayanarak Ortak Pazar’ın dengeli kalkınmasına yardım etmektir. Bu amaçla;

a) Az gelişmiş yörelerin kalkınmasına yönelik projelerin,

b) Ortak Pazar’ın gerçekleşmesinin gerekli kıldığı işletmelerin modernleştirilmesi veya faaliyet alanlarının değiştirilmesi gibi projelerin,

c) Ortak çıkarlara hizmet etmekle beraber genişliği ya da niteliği nedeniyle finansmanı tamamen karşılanamayan projelerin, finansmanını sağlamaktadır.[18]

Avrupa Birliği Ortak Politikaları

Avrupa Birliği Avrupa entegrasyonu hareketini asıl temsil eden ve bu hareketin ileriye doğru gelişim yönünü belirleyen örgüt olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla ekonomik birleşme hareketinin temelini oluşturmaktadır. Bu harekete daha geniş boyutlar kazandırılması için yeni politikalar benimsenmiştir ki, bunlar ortak politikalardır. AB Anlaşması’nda üyelerin ortak politika izlemeleri öngörülen başlıca önemli alanlar şunlardır: Ticaret politikası (ortak pazar), ortak tarım politikası, ortak rekabet politikası ve sosyal politikalardır.

Ortak Ticaret Politikası

Ortak ticaret politikası; gümrük birliği ve mal akımı serbestîsi, işçilerin serbest dolaşımı ve sermayenin serbest dolaşımıdır. Gümrük birliği ve tarife dışı engellerin kaldırılması ortak pazarın kurulması için gerekli olan önemli aşamalardır. Bu amaçla AB, 1 Temmuz 1968 tarihinde iç gümrüklerin kaldırılmasının ardından ortak bir gümrük tarifesini uygulamaya sokmuştur. Böylece üçüncü ülkelerden Birliğe girecek mallardan (bu mallar hangi üye ülkelerden girmiş olursa olsun) OGT’de (OGT=Ortak Gümrük Tarifesi) belirlenen bir oranda vergi alınması öngörülmüştür. OGT’nin uygulanmaya başlanması ekonomik birleşmenin birinci ve en önemli aşamasını yani gümrük birliğini ifade eder. Ancak mal ticaretinin serbestleşmesi yalnızca gümrük tarifelerinin değil, miktar kısıtlamalarının da kaldırılmasını gerektirir. Bu amaçla Roma Anlaşması’nın 30. maddesi ile üyeler arasında dış ticarette miktar kısıtlamaları ile benzeri etki yaratan tedbirlere başvurulması yasaklanmıştır.[19]

 

Tuğçe GENÇTÜK

Gazi Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü

 

KAYNAKÇA

1. Yıldız, B, Avrupa Birliği ve Türkiye, (İzmir: İzmir ticaret odası, 2008).

2. Tecer, M, Avrupa Birliği ve Türkiye- Sorular-Yanıtlar, (Ankara, Bizim Büro Basımevi, 2007).

3. Gözen, R, Türkiye’nin Dış Politikası,( Ankara: Palme Yayıncılık, 2009).

4. http://tr.wikipedia.org/wiki/Lizbon_Anlaşması ( erişim tarihi 04.12.2011).

5. Çalış, Ş.H,  Uluslararası Örgütler ve Türkiye, (Konya: Çizgi Kitapevi, 2006).

6. Sönmezoğlu, F. Uluslararası ilişkiler Sözlüğü, ( İstanbul: Der Yayınları, 2005)

7. Kaya, A,  Avrupa Birliğine Giriş: Tarih, Kurumlar ve Politikalar, (İstanbul: İstanbul bilgi üniversitesi, 2011).

8. Oktay, Ö, Avrupa Birliği’nin Mali Kaynakları, http://www.guncel.biz/gorus/ab.htm, (erişim tarihi 10 Aralık 2011)


[1] Ramazan Gözen, Türkiye’nin Dış Politikası, Ankara, Palme Yayıncılık, 2009, s, 376-381

[2] Meral Tecer, Avrupa Birliği ve Türkiye Sorular-Yanıtlar, Ankara,  Bizim Büro Basımevi, 2007, s, 11

[3] Meral Tecer, Avrupa Birliği ve Türkiye Sorular-Yanıtlar, Ankara,  Bizim Büro Basımevi, 2007, s, 13

[4] Burç Yıldız, Avrupa Birliği ve Türkiye, İzmir, İzmir Ticaret odası, 2008, s, 7

[5] Meral Tecer, Avrupa Birliği ve Türkiye Sorular-Yanıtlar, Ankara,  Bizim Büro Basımevi, 2007, s, 15-16

[6] Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, İstanbul, Der Yayınevi, 2005, s, 461-462

[7] Burç Yıldız, Avrupa Birliği ve Türkiye, İzmir, İzmir Ticaret odası, 2008, s, 9

[8] Burç Yıldız, Avrupa Birliği ve Türkiye, İzmir, İzmir Ticaret odası, 2008, s, 10

[9] Meral Tecer, Avrupa Birliği ve Türkiye Sorular-Yanıtlar, Ankara,  Bizim Büro Basımevi, 2007, s, 21

[10] http://tr.wikipedia.org/wiki/Lizbon_Anlaşması ( erişim tarihi 04.12.2011), s.1

[11] Burç Yıldız, Avrupa Birliği ve Türkiye, İzmir, İzmir Ticaret odası, 2008, s, 21 — Meral Tecer, Avrupa Birliği ve Türkiye Sorular-Yanıtlar, Ankara,  Bizim Büro Basımevi, 2007, s, 14-21

[12] Ayhan Kaya, Avrupa Birliğine Giriş: Tarih, Kurumlar ve Politikalar, İstanbul, İstanbul bilgi üniversitesi, 2011, s, 74

[13] Şaban H. Çalış, uluslar arası İlişkiler ve Türkiye, Konya, Çizgi Kitapevi,  2006, s, 232-236

[14] Şaban H. Çalış, uluslararası İlişkiler ve Türkiye, Konya, Çizgi Kitapevi,  2006, s, 238-242

[15] Şaban H. Çalış, uluslararası İlişkiler ve Türkiye, Konya, Çizgi Kitapevi,  2006, s, 243

[16] Burç Yıldız, Avrupa Birliği ve Türkiye, İzmir, İzmir Ticaret odası, 2008, s, 38 

[17] Meral Tecer, Avrupa Birliği ve Türkiye Sorular-Yanıtlar, Ankara,  Bizim Büro Basımevi, 2007, s, 143-162

[18]Özgür Oktay, Avrupa Birliği’nin Mali Kaynakları, http://www.guncel.biz/gorus/ab.htm , ( erişim tarihi 10 Aralık 2011)

[19] Burç Yıldız, Avrupa Birliği ve Türkiye, İzmir, İzmir Ticaret odası, 2008, s, 50-51

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...