Avrupa Birliği’nin Arayışında Batı Balkanlar, Erjada Progonati, 2020, Pegem Akademik Yayıncılık, Sayfa Sayısı: 178
Avrupa Birliği (AB), globalleşen dünyada birçok alanda önem arz eden bir aktör olmaya başlamıştır. AB, hem çoğu ulus-devlet için güvenlik ve ekonomi gibi alanlarda güvenilir bir çatı sunan imajını geliştirmekte hem de uluslararası ilişkilerde “ulus-üstü” olarak nitelendiren analiz biriminin ilk örneğini oluşturmakta ve bu çerçevede bölgesel ve küresel politikalar izlemektedir.
1991 yılında dağılan Eski Yugoslavya devletlerinin ilk hedefi AB ile bütünleşmek olmuştur. Bölgedeki çatışmaların geçmişine ve devletler özelindeki AB için potansiyel risklere bakıldığında dahi Batı Balkanlar’ın nihai hedefi AB’ye hem siyasi hem kültürel açıdan entegre olmaktır. “Avrupa Birliği’nin Arayışında Batı Balkanlar” eseri de hem AB’nin Batı Balkanlar’a karşı çekincelerine ve reformlarına değinmekte hem Batı Balkan ülkelerinin gözünden AB’yi okuyuculara anlatmakta hem de diğer uluslararası aktörlerin bölgedeki varlıklarını incelemektedir.
Eser giriş ve sonuç bölümleri haricinde, toplamda beş ana kısımdan oluşmaktadır ve alt başlıklar ile ele alınan konular detaylıca anlatılmakta ve örneklendirilmektedir. Bu bölümler: “Kuramlar, Kavramlar ve AB Entegrasyon Modelleri”, “AB-Batı Balkanlar Bütünleşmesinde Karşılıklı Çabalar ve Mevcut Engeller”, “Entegrasyon Sürecinde AB ve Balkanlar Arasında Güvenlik İlişkileri”, “Balkanlar’da Doğu-Batı Rekabeti” ve “AB Entegrasyonunda Batı Balkan Ülkelerinin Mevcut Durumu ve Geleceğe İlişkin Senaryolar” olarak sıralanabilir.
İlk bölümde “AB’de Kimlik ve Toplum” başlığı altında AB kimliği ve bu kimliğin çıkarlar ve eylemler arasındaki bağlantıdan, yeniden yapılandırılmış kültürel dönüşümlerle meydana geldiği ifade edilmektedir. Bu kimliğin oluşumu sürecine ise iki açı gözetilerek yaklaşılmaktadır: paylaşılan siyasi normlar ve Batı, Doğu ve Merkez Avrupa arasındaki sistemik farklar ile kültürel sınırları. Burada “Avrupa vatandaşlığı” kavramına da değinilmiş ve problematik yapısından bahsedilmiştir. Burada ‘vatandaşlık’ ve ‘milliyet’ arasındaki farkların ve bu kavramların uluslararası hukukta ele alınışının, Avrupa vatandaşlığı kavramının sorunlu yapısını şekillendirdiğine dikkat çekilmiştir. Eserde, Emile Durkheim’in sosyal teorik düzlemde Avrupa toplumunu dört boyutta incelemesine de yer verilmiştir. Bu boyutlar kısaca; vatandaşlık ve grup üyeliği tartışmalarında demos ve ethnos arasındaki farkı ayırt etme, ethnos’un ifadesi olarak kültürel topluluğun milliyetçi söylemleri yansıtması, toplum kavramının kendisi ve genelde ‘ulusal toplum’ şeklinde karşımıza çıkması ve son boyut olarak ulus ötesi, kozmopolit, olma durumudur. Durkheim her ne kadar Avrupa entegrasyonunda yeni bir grup üyeliği ve topluluk kavramlarına ihtiyaç duyulduğunu savunsa da bu kavramların Avrupa entegrasyonuna anlamlı şekilde uygulanamayacağı da yazar tarafından ifade edilmiştir. AB’nin evrimi ele alındığı ise entegrasyon süreçlerinin incelenmesinde birçok teorik yaklaşım ortaya çıkmıştır. Kısaca belirtmek gerekirse; federalizm, işlevselcilik ve neo-işlevselcilik, hükümetlerarasıcılık ve kurumsal yaklaşımlar AB entegrasyonuna farklı bakış açıları, çözümleme yöntemleri ve gelecek senaryoları geliştirmişlerdir.
İkinci bölümde ise ilk olarak AB ve Batı Balkanlar arasındaki bütünleşme modelinin hangi başlıklar altında geliştirildiğine, bu konular kapsamında ne gibi anlaşmaların ve süreçlerin yönetildiğine değinilirken aynı zamanda Batı Balkan ülkelerinin de entegrasyon yolunda gösterdikleri çabalara yer verilmiştir. İkinci olarak, entegrasyon sürecinde hem AB içerisinden hem Batı Balkan ülkeleri tarafından kaynaklanan engellere de değinilmiştir. AB, Batı Balkan ülkelerine karşı hem uzun vadeli hem kısa vadeli planlar geliştirmiştir; uzun dönemde nihai amaç bütünleşme iken kısa dönemde bölgedeki barışı sağlayacak ve çatışmaları sonlandıracak planlara odaklanılmıştır. Bölgeye yönelik ilk kapsamlı plan 1995’te başlayan Royaumont sürecidir ve sonraki zamanlarda Bölgesel Yaklaşım Politikasının izlenmesi, 1999-2008 yılları arasında yürürlükte olan Güney Doğu Avrupa İstikrar Paktı ve keza 1999 yılında başlayan İstikrar ve Ortaklık Süreci ile 2014’te Berlin’de bir zirve ile başlayan ve yıl her devam eden Berlin süreci; AB entegrasyon yolunda istikrarlı politikalar izleme çabasına devam etse de kat edilen yolun çabalara kıyasla yetersiz olması ve bölgeye yönelik daha da kapsayıcı planlara ihtiyacın duyulması gerçeklerine dikkat çekmektedir. Henüz AB’ye tam katılım sağlayamamış olan Batı Balkan ülkeleri, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Kosova, Kuzey Makedonya, Karadağ ve Sırbistan ise, kendi içlerinde bölgesel işbirliği ve iyi komşuluk ilişkileri gibi şartları sağlamaya çalışırken bir yandan AB üyeliği için gerekli olan Kopenhag kriterlerini karşılamaya çalışmaktadır, bu kriterler şöyle özetlenebilir: ekonomik, siyasi ve acquis communautaire (temel AB anlaşmaları ve kurumlarının, her konudaki kurallar ve normlar bütününü yerine getirme). AB içerisinden ortaya çıkan temel engeller 2008’de yaşanan ekonomik kriz ve bunun Euro Bölgesi’ni vurması etrafında şekillenmiştir. Brexit süreci ve bunun getirdiği belirsizlik, ayrıca AB üye ülkelerinin kendi içlerinde de bağımsızlık isteyen bölgelerle sorun yaşamaları ve bu yüzden Batı Balkanlara şüpheyle ve temkinle yaklaşmaları üzerine Avrupa’da hakim olan Balkanofobia, AB’nin Batı Balkanlar ile entegrasyon sürecinde yaşadığı sorunlar ve şüphelere örnek olarak verilmiştir. Batı Balkan üyeleri ise tarih boyunca topraklarında farklı imparatorlukların hüküm sürmüş olması, ulus devlet fikrinin ülkelerin ideolojilerini milliyetçi şekilde şekillendirmiş ve bu sebepten ortaya çıkan çatışmalarla kimlik karmaşasının da yoğun olduğu bir bölge olması itibariyle entegrasyon sürecinde kendi içerisinden doğan birtakım engellerle karşılaşmıştır. Aynı zamanda AB’nin ekonomik kriz ve Brexit sonrası geleceğine şüpheyle yaklaşılması da etkili olmuştur. Batı Balkan ülkelerindeki otoriter rejimler ve yolsuzlukların hakim olduğu devlet geleneğinin zayıf ekonomiler ve yüksek işsizlik oranları ile hala süregelmesi de entegrasyon sürecine engel teşkil eden diğer bir unsurdur.
Entegrasyon sürecinde Batı Balkanlar ile AB’nin arasındaki güvenlik ilişkilerinin incelendiği üçüncü bölümde, temel olarak AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) kapsamında Batı Balkanlar’a karşı olan tutumu ve politikaları değerlendirilmektedir. 2016 yılında Avrupa Konseyi’ne sunulan AB Küresel Stratejisi (EUGS), AB’nin özellikle Brexit sonrası dönem için dış politikasını şekillendirme amacı taşıyan bir belge olmuştur. Strateji belgesi, AB’nin kurumları içerisindeki değişen dinamikleri yansıttığı kadar, terörle mücadeleden insan haklarına ve üye ülkeler arasındaki serbest dolaşım ile iş fırsatlarına kadar birçok konuyu ele almıştır. EUGS belgesinde AB’nin Batı Balkanlara karşı izleyeceği politikalar ve yaklaşımları da yer almıştır. Yazarın belgeden aktardığı üzere, Avrupa’nın kendi güvenliği için Balkanlar’ın istikrarı kritik öneme sahiptir ve bu istikrarın sağlanması konusunda AB’nin doğrudan sorumluluğu vardır. Batı Balkanlarda organize suç gruplarının fazlalığı, insan ticareti, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ve de aşırılık yanlısı grupların sayısında ve faaliyetlerinde yaşanan artış bölgeyi güvenliksiz bir ortam haline getirmekle birlikte Avrupa’nın güvenliğini de tehlikeye atmaktadır. Şiddet içeren aşırıcılık, siber suçlar ve yolsuzluğun da fazlalığı bu bölgede güvenliğin sağlanmasını zorlaştırmaktadır. Tüm bu unsurlara karşı Batı Balkanlar ve AB işbirliği geliştirmeye çalışsa da bu işbirliği radikalleşme ve aşırıcılıkla mücadele kapsamında ve de yetersiz kalmaktadır. AB’nin Batı Balkanlar’daki güvenlik tehditlerine karşı girişimleri ise AGİT ve NATO gibi örgütlerle hareket etmeyi ve farkındalık ile kapasiteyi arttırmayı amaçlamaktadır. Fakat burada güvenlik tehditlerle mücadelede en önemli unsur, savunma ve güvenlik sektöründeki demokratik yönetişim olduğu kadar işleyen bir demokratik sistem ve toplumun temelini oluşturacak bir yargı sistemini tamamlamaktır. Güvenlik alanında özellikle iki alanda işbirliği dikkat çekmektedir: terörizm ve göç. AB’nin Batı Balkanlar’da terörizmle mücadele kapsamındaki politikaları, AB Terörle Mücadelede Dış Eylem Kararları, ODGP kapsamında Adalet ve İçişleri konularında da işbirliğinin artırılması ile Batı Balkanlarla işbirliğinin önemini belirtecek biçimde şekillenmiştir. Aynı zamanda Batı Balkanlar Terörle Mücadele Girişimi (WBCTi) ve Bütüncül İç Güvenlik Yönetimi (IISG) gibi inisiyatifler ile, Batı Balkanlar sınır yönetiminde operasyonel seviyede işbirliğinin artırılması konusunda AB’nin iç güvenliğinin dış çerçevesi olarak belirlenmiştir. Europol’ün Ciddi ve Organize Suçlarla ilgili Tehdit Değerlendirme Raporu’nda ise keza insan, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı konularının terörizmle ilişkilendirilmesi hususlarında Batı Balkan ülkeleri ile işbirliğinin altı çizilmiştir. Bu çalışmalar ODGP kapsamında değerlendirildiğinde ise Batı Balkanlar’ın AB’ye ortak çıkarları doğrultusunda hibrit tehditlerle mücadele konusunda büyük desteği olduğu sonucuna varılmıştır. En güncel terörizmle mücadele çalışması ise 2019 sonunda yayınlanan Ortak Eylem Planı’dır ve bu plan Batı Balkan bölgesinde terörizmle ve şiddetli aşırıcılıkla mücadele konularında bir çalışma perspektifi sunmaktadır. Özellikle 2015-2016 yılları sonrası modern bir olgu olarak karşımıza çıkan göç kavramı ise AB için Batı Balkanları stratejik bir konuma taşımaktadır. Nitekim Batı Balkanlar jeopolitik açıdan incelendiğinde güvenlik, istikrar, ticaret ve geçiş güzergahlarında bulunmaktadır ve bu durum AB’nin güvenliği için ayrıca bir önem arz etmektedir. Batı Balkan ülkeleri ile de Geri Kabul Anlaşmalarına imza atan AB için, entegrasyonun önemli noktalarından biri de hem göç hem de sınır güvenliği kapsamında stratejik ve operasyonel düzeyde geliştirilmiş işbirliğini işaret etmektedir.
Balkanlar’da Doğu ve Batı ülkelerinin rekabetine değinilen dördüncü bölümde, bu rekabet belli başlı ülkeler üzerinden incelenmiştir, bunlar: Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Çin, Türkiye ve Körfez ülkeleri başlığı altında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt ve ayrıca İran’dır. Yazar, bu ülkelerin her birinin başta da belirtilen Batı Balkan ülkeleriyle olan ilişkilerini ayrı ayrı incelemiştir. Genel bir değerlendirme ise şöyle yapılabilir: ABD Batı Balkanlar’da Sırbistan haricinde sempati duyulan bir devletken Rusya stratejik hamlelerle bu bölgedeki AB ve NATO politikaları ile eylemlerini engellemeye çalışmaktadır. Çin ise ekonomik yatırımları ve “One Belt, One Road Initiative” (OBOR) projesi ile bölgede yavaş yavaş etkin hale gelirken, uzun vadede OBOR projesinin “Tek Yol” bacağı olan Deniz İpek yolu hedefi ile bölgede etkin olma politikaları izlemektedir. Türkiye’nin bölge ile bağları kültürel ve tarihsel olarak şekillenmekle birlikte, güncel politikaları Müslümanlık ve Neo-Osmanlıcı bir açıdan hareket etmektedir. Türkiye de Çin gibi ekonomik alanlarda, bankacılık ve inşaat gibi, yatırımlar yaparak faaliyet göstermektedir. Körfez ülkelerinin ve İran’ın faaliyetleri ise temel olarak turizm üzerinden şekillenmektedir ve henüz bölgede AB’ye rakip imajı çizecek bir çerçeveden hareket etmemektedirler. AB’nin kendi içerisindeki Batı Balkan ülkelerine karşı olan kararsızlık ve belirsizlik, bölgenin jeostratejik önemi de düşünüldüğünde, örneklerinin verildiği gibi diğer uluslararası aktörler için bir rekabet alanı haline gelmiştir.
Son kısım olan beşinci bölümde ise entegrasyon sürecinde Batı Balkanlar’ın mevcut durumu ve geleceğe ilişkin senaryolar tartışılmaktadır. Burada AB’nin genişleme sürecinde önem arz eden Kopenhag kriterleri, AB normlarına uyum, istikrarlı demokratik kurumlara sahip olma ve insan haklarına saygı gösterme ile asıl baskın konunun maliyet-fayda hesaplaması olduğuna değinilmektedir. AB için geçerli tek ekonomik gerekçe, genişlememe maliyetinin, genişleme maliyetinden fazla olmasıdır. Bu koşullar kapsamında değerlendirildiğinde Batı Balkanlar’ın mevcut durumu İstikrar ve Ortaklık Anlaşması, İstikrar Paktı ve Bölgesel İşbirliği Konseyi’nin politikalarına rağmen oldukça yavaş ve zorlu geçmektedir. Bu durumun sebebi ise Yugoslavya’nın dağılması sonrası ortaya çıkan devletlerdeki etnik çatışmalar, demokratik olmayan kurumlar, hukuk üstünlüğünün yoksunluğu ve devletler arasındaki gerilimlerin hala devam etmesidir. AB üyesi olmayan Batı Balkan ülkeleri arasında sadece Karadağ ve Sırbistan’ın katılım müzakereleri başlamış durumdadır ve 2025 yılında AB’ye üye olmaları beklenmektedir. Fakat bölgeye genel bir bakışta, yukarıda da sözü edilen sıkıntılar süregelmektedir ve entegrasyon sürecine dair dört olasılık ortaya atılmaktır. Bu senaryolardan ilki AB’nin Batı Balkanlar’ı kapsayacak şekilde genişlemesini içermektedir ve bölgede çözülmüş bazı ikili anlaşmazlıklara bakılarak; Yunanistan ve Kuzey Makedonya’nın isim sorununun çözülmesi ile Karadağ ve Kosova arasındaki sınır belirleme meselesinin sona ermesi, bölge ülkelerinin AB’ye daha yakın olmaya ve entegrasyon için daha çok çabalamaya başladıkları düşünülmektedir. İkinci senaryo olarak ise AB’nin uğraştığı güncel sorunların da etkisi ile, Brexit ve göç gibi, genişlemeden uzaklaşması ve Batı Balkanlar’ı bünyelerine entegre edememeleridir. Burada, AB’nin Batı Balkan ülkelerinin siyasi ve ekonomik olarak üyeliğe hazır olmadıklarını söylemelerine rağmen bunu değiştirecek politikalar yapmamaları ikinci senaryoyu desteklemek için öne sürülen bir sav olarak yer almıştır. AB ile Türkiye arasında olan İmtiyazlı Ortaklık şeklinde bir anlaşmanın Batı Balkanlar’a uygulanabileceği ise üçüncü bir senaryodur. Burada AB’nin ticaret politikalarına tam entegrasyon, kalkınma yardımı, ortak savunma ve dış politika, kültür ve eğitim alanlarında işbirlikleri projelerine yer verilse de hedeflenen, “ülkenin birliğin dışında kalmaması ama içeride de serbestçe dolaşmaması” dır. Dördüncü ve son senaryo ise Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 2018 Nisan’ında Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı bir konuşmada sarf ettiği ifadelerden şekillenmektedir. Macron’un AB reformları yapılıncaya kadar Batı Balkanlar’daki AB genişlemesini reddedeceğini dile getirmesi, AB’nin Batı Balkan ülkelerini saf dışı bırakması olasılığını da düşündürmüş ve böyle bir senaryo da ortaya çıkmıştır. Her ne kadar olası senaryolar arasında yer alsa da gerçekleşmesi en az öngörülen senaryodur.
Genel bir değerlendirme çerçevesinde, Batı Balkanlar’ın, AB için şiddetin ve savaşın hakim sürdüğü bir bölgeden ziyade aynı mirasa sahip olunan ve ortak bir geleceğe yol aldıkları düşünülen bir bölge olduğu söylenebilir. Tarihi, sosyo-kültürel ve ekonomik bağlantıların belli başlı konularda, güvenlik ve ekonomi gibi, reformlarla güçlendirilmesi ve AB’nin sözlerine bağlı kalması ile Batı Balkanlar’ın geleceği AB içerisinde gözükmektedir. Fakat bu yolda diğer uluslararası aktörlerin politikaları AB için rekabet ortamı oluşturmaktadır, bunun çaresi de AB’nin istikrarlı bir entegrasyon stratejisi izlemesidir. Eser, özellikle Batı Balkanlar ve Avrupa Birliği çalışmaları alanında oldukça faydalı olabilecek bir içeriğe sahiptir. Anlatımının tek taraflı olmaktan ziyade, her iki tarafın da çabalarına ve karşılaştıkları sorunlarla önyargılarına yer vermesi sebebiyle Balkan Çalışmaları için adeta başucu kitabı olabilecek niteliktedir.
DİLARA NESRİN BULUT
Balkanlar Staj Programı