Türkiye 1959 yılında üyelik için baş vurduğu o zamanın Avrupa Ekonomik Topluluğu, günümüzün Avrupa Birliği kapısında yarım yüz yılı aşkın bir süredir beklemekte. Ortalama insan ömrünü göz önünde bulundurduğumuzda bu oldukça uzun bir süre. Geride bıraktığımız yarım yüzyılda hem dünyada, hem Türkiye’de büyük konjonktürel değişimler yaşandı. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle dünya yeni bir düzen arayışına girerken, Türkiye iki askeri darbeyi ve iç karışıklıkları geride bıraktı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla başlayan yeni süreçte kuşkusuz ki Avrupa Birliği’nin dünya siyasetindeki rolü çok farklı bir konuma geldi. AK Parti (AKP)’den önceki hükümetler AB üyeliği için çaba göstermiş olsalar da, Soğuk Savaş yıllarının alışkanlıklarından gelen, ordu baskısının egemen olduğu bir dönemin dış politika anlayışıyla AB’ye tam üyelik hayalleri kurdular. AK Parti (AKP)’nin 2002 yılında iktidara gelmesiyle Avrupa Birliği’ni hedefleyen net bir dış politika vizyonunu ortaya koyması, Türkiye’yi onca yıl sonra Avrupayla müzakere masasına oturtabildi.
Geride bıraktığımız referandumla değişen maddeler AB uyum süreci için önem taşısa da, iç siyasette yaşanan sert tartışmalar üyelik müzakerelerinin ve mevcut durumun ülke gündeminde hak ettiği yeri bulmasını engellemiş oldu. Önceki yazımda referandumun gölgesinde kalan Kıbrıstaki müzakere sürecini kaleme almıştım. Avrupa Birliği’nden konu açıldığında konu hemen dönüp dolaşıp yine Kıbrıs Sorunu’na geliyor. Kıbrıs Sorunu’nun çözümü AB üyeliğinin yasal zeminde ön şartı olarak karşımıza çıkmasa da, fiiliyatta durum çok farklı. Müzakereler Rum Kesimi’ne limanlar açılmadığı için durmuş durumda. Hükümet’in reformlara devam etmesi önem taşısa da öncelikle Ankara Anlaşması’ndan doğan sorunun çözülmesi gerekiyor. Aksi takdirde müzakerelerde bir ilerleme söz konusu olmayacak. KKTC’ye uygulanan izolasyonlar kalkmadan Türkiye’nin Rum Kesimi’ne limanları açmayacağı biliniyor. AK Parti (AKP) hükümeti iktidara geldiği günden bu yana harcadığı eforla ve özellikle Kıbrıs’ta bir adım önde olma politikasıyla Avrupa Birliği’ne samimyetini fazlasıyla gösterdi. Başka bir deyişle Türkiye AB Üyeliği için yapması gerekeni fazlasıyla yaptı. Artık Avrupa Birliği Türkiye’ye ve KKTC’ye ne kadar samimi olduğunu göstermek durumunda. Eğer AB Türkiye’yi kaybetmek istemiyorsa Kıbrıs Sorunu’nun adil bir şekilde çözülmesi için Rum Tarafı’na baskı yapması ve bir şekilde durmuş olan müzakere sürecine ivme kazandırması gerekmekte.
AK Parti (AKP) iktidarına kadar izlenen geleneksel politikalar AB Üyeliği için kesinlikle yeterli olmamıştır. Ancak AK Parti’nin iradesi ve özellikle Kıbrıs konusundaki ezberleri bozan yenilikçi vizyonu Türkiye’nin AB’ye hazır olduğunu ciddi bir şekilde ortaya koymuştur. Kıbrıs’ta bir adım önde olma politikasıyla, Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk Halkı’nın çözümsüzlüğü değil çözümü isteyen taraf olduğu tüm dünyaya gösterilmiş olsa da Avrupa Birliği bu samimiyeti görmemiş ya da görmek istememiştir. Özellikle 2004’teki referandum sürecinden sonra AB’nin samimiyeti sorgulanmalıdır. Türkiye, AB’nin mevcut durumu ve geleceği için yüksek önem taşıyan bir ülkedir. Hükümet tüm samimiyetiyle Avrupa’ya yaklaşırken artık ilişkilerin nasıl bir hal alacağı, artık büyük ölçüde AB’nin insiyatifindedir. Unutmamak gerekir ki AB üyeliği en çok demokratik standartlar bağlamında önemlidir ve Türkiye gerçekten istediği takdirde AB olmadan da AB standartlarının çok daha üzerinde bir demokrasiye sahip olabilir.
Uluhan CERAN
{jcomments on}