Avrupa Birliği Çerçevesinde Almanya’nın Göç ve Göçmen Politikalarının Popülizm ve Medya Bağlamından İncelenmesi

Özet

Bazı ülkelerde şiddet ve çatışmanın artması, iç karışıklıklar ve insan hakları ihlalleri gibi hayati sorunlar o ülkelerde barış ortamını tehlikeye atarak  kişilerin can güvenliği için tehdit oluşturmaktadır. Bu gibi krizler ekonomik, sosyal ve siyasal sebeplerden ötürü yoğun göç dalgaları yaratmaktadır. Günümüzde en çok göç alan bölgelerden birisi Avrupa’dır. Göçmenlerin Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden sığınma talep etmesi, iki milyona yakın sığınmacı nüfusuna sahip Almanya başta olmak üzere üye ülkelerde birtakım sorunlar yaratmaktadır. Bu makalede, AB’nin göçmen politikalarının tarihsel arka planı; mülteci krizinin doğuşuna kadar olan süreçte Almanya’nın politikaları; Avrupa’da ve Almanya’da popülizmin yükselişi ve popülist söylemler; Almanya’daki göçmen krizine ilişkin medya dilinin analizi ele alınmakta ve değerlendirilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği, Almanya, Göç Politikaları, Popülizm, Medya.

 

Examination of Germany’s Migration and Immigration Policies in the Context of Populism and Media within the Framework of the European Union

Abstract

In some countries, vital problems such as the increase in violence and conflict, internal disturbances, human rights violations endanger the peace environment in those countries and pose a threat to the safety of people. Such crises create intense migration waves for economic, social and political reasons. Today, one of the regions receiving the most immigration is Europe. Immigrants seeking asylum from European Union (EU) countries create some problems in member countries, especially Germany, which has a population of nearly two million refugees. In this article, the historical background of the EU’s migration policies; The process of Germany’s immigration policies until the refugee crisis; The rise of populism and populist rhetoric in Europe and Germany; The analysis of the media language regarding the migrant crisis situation in Germany is discussed and evaluated.

Keywords: EU, Germany, Immigration Policies, Populism, Media.

 

GİRİŞ

İnsanlık tarihi boyunca birçok topluluk üzerinde etkisini gösteren göç sorunu değişen dünyanın şartlarının etkisi ile beraber giderek uluslararası gündemi meşgul eden sorunlardan biri haline gelmiştir. Bireyin veya toplulukların yaşadığı yeri bazı nedenlerden dolayı bırakarak başka bölgeye veya ülkeye yerleşmek için gitmek olarak tanımlanan göç, günümüzde küresel bir olgu haline gelmiş olup üzerinde uzlaşmaya varılması güç bir konudur. Dünyada birçok insan yaşadıkları ülkelerinden savaş, zulüm, soykırım, doğal felaket, ekonomik sıkıntılar gibi nedenlerden dolayı ayrılarak başka ülkelerde daha rahat ve kaliteli bir yaşam için göç etmek zorunda kalmaktadır. Uluslararası göç, dünyada birçok ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasi yapısını değiştirmektedir. Hatta çoğunlukla göç almak istemeyen ülkelerin toplumlarında da çatışmalara neden olmaktadır.  Göç hem nedendir hem de sonuç; göç siyasal, toplumsal ve ekonomik olayların sonucunda ortaya çıkar ve nihayetinde göçün kendisi de toplumların devinimine neden olmaktadır (İçduygu & Sirkeci, 1999, s. 267).

Toplumsal birliğin kaybedilmesi, ailelerin birbirinden kopması veya dağılması, emek piyasalarının etkilenmesi, beyin göçü, din- mezhep çatışmaları, kültürel çatışmalar, ayrımcılık, asimilasyon ve buna benzer birçok durum göç ile ortaya çıkmaktadır. Özellikle Avrupa Birliği ülkelerinde yaşam standartlarının yüksek olması ve sağladığı özgürlükler bakımından cazip bir bölge olması nedeniyle en fazla göç alan bölgedir. İlk başta işgücü ihtiyacı için kontrollü kabul edilen göçmenler daha sonra kontrolden çıkarak AB ülkeleri için sıkıntı olmaya başlamıştır. Bu göç dalgası karşısında Avrupa’nın yaşadığı sıkıntıyı değerlendirecek olursak Avrupa büyük bir göç dalgasına hazır değildir ve göçmenleri koruyacak kadar sağlam bir sistemlerinin olmadığını söyleyebiliriz. Avrupa’da göç konusundaki yetersiz sistemi nedeniyle popülist söyleme sahip olan liderlerin bu açıkları kullanarak özgürlükçü ve hoşgörülü olan toplumu olumsuz etkilediği görülmektedir.

Çalışmamızda ilk olarak konu bütünlüğünün tam sağlanabilmesi açısından Avrupa Birliği’nin göç konusundaki politikaları hakkında bilgi verilmiştir. Ardından çalışmamızı özele indirgeyerek AB ülkeleri arasında en fazla göç alan ve bu doğrultuda AB’nin göç politikalarında öncü rol üstlenen ülke konumunda olan Almanya’nın göç politikalarına değinilmiştir. 2015 yılı itibariyle çoğunlukla Suriyeli mültecilerin başta Almanya olmak üzere AB ülkelerine göç etmeye başlaması ile Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in uyguladığı ‘’Wilkommenskultur ‘’ (Hoş geldin Kültürü) politikası ile Almanya’ya göçün teşvik edilmesi Almanya’da popülist hareketlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu bakımdan Avrupa’nın ve Almanya’nın göç politikalarının ardından popülizm kavramı açıklanmıştır. Daha sonra Avrupa Birliği’nde popülizm ve bu çerçevede Almanya’da popülizm konusu anlatılmıştır.  Bunların yanında göç ve mülteciler konusunda medyanın üstlendiği görev etkili bir araç olmakla birlikte kritik bir öneme sahiptir. Medya hem yansıtıcı hem de destekleyici olarak kamuoyunu olumlu veya olumsuz etkileyebilmekte, önyargı ve mitlerle örülmüş yanlışlıklara karşı direnç sağlayabilmektedir (Kolukırık, 2009, s.6). Medyanın bu önemi dolayısıyla çalışmamızın son kısmında Almanya’nın politikalarının medyaya yansımaları farklı ideolojik açılara sahip medya araçları bağlamında incelenmiştir.

 

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN GÖÇ POLİTİKALARI

Günümüzde Avrupa’nın sahip olduğu ekonomik ve sosyal refahın yanında özgürlükler konusundaki olumlu algısı gibi çekici unsurlara sahip olması nedeniyle bu bölgedeki ülkelere göç hareketi gittikçe artmıştır. Bugün ise Avrupa Birliği (AB) için baş edilmesi zor olan göçmen sorunu sadece ekonomik nedenlerden kaynaklı bir ülkeden başka bir ülkeye göç eden insanları kapsamamaktadır. Özellikle, büyük bir yıkıma ve milyonlarca kayba neden olan İkinci Dünya Savaşı’nın ardından insanlar yaşadıkları ülkelerden ayrılmak zorunda kalmışlar ve bu insanlara sığınmacı, göçmen, mülteci gibi adlar verilmiştir. Ayrıca Ortadoğu’daki olayların (Arap Baharı, Suriye İç Savaşı gibi) neticesinde ortaya çıkan mülteci krizi ile 2010 yılı itibariyle Avrupa’ya göç etmek isteyenlerin ve sığınma için talep başvurularının sayısı giderek artmıştır (Karaca, 2019, s.29).  Dünya’da bazı bölgelerde yaşanan sosyal, ekonomik, askeri ve siyasi krizler Avrupa’ya doğru göçleri arttırmış ve bu durumla paralel olarak AB’nin mülteciler konusunda yaşadığı sıkıntılarda artmıştır. Avrupa’nın mülteciler konusunda yaşadıkları sorun Birliği göç konusunda ortak bir politika oluşturmaya itmiştir. AB’nin ortak bir göç politikası ortaya çıkarma süreci göçün değişen niteliklerine göre aşamalı bir şekilde gerçekleşmiş olup ortak bir politikanın hazırlanması kolay olmamıştır.

1945 yılında Avrupa’daki sanayileşme ile yaşanan ekonomik değişim ve bu değişimle beraber insanların yaşam kalitesinin artması ile Avrupa’ya göçler başlamıştır. 1973 yılındaki petrol krizine kadar Avrupa’ya göç eden insanlar bilgi, ticaret, üretim ve küresel ağlarına dâhil olan hızlı gelişme ve değişme geçiren bölgelerden ve uluslardan gelmekteydiler (Aydın, 2017, s. 541). Ayrıca bu dönemde göç bağlantılarının oluşmasıyla Avrupa’ya göç baskısı uygulayan diasporalar da kurulmuş olup göç toplumsal bir konu olmaktan çıkıp politik bir mesele haline gelmeye başlamıştır. Sonrasında gittikçe artan sığınmacı sayısı, yasa dışı göç dalgası ve aile birleşmeleri karşısında göçmen karşıtı hareketlerde artmaya başlamıştır. Göç artışının getirdiği olumsuz etkiler üzerine Avrupa, göç konusundaki kontrolü sağlamak için mevcut politikalarını değiştirerek güvenlikleştirme konusunda bir iş birliğine gitmiştir. 1990’larda güvenlikleştirme süreci ile göç ulusal bir konu olmaktan çıkıp uluslararası arenanın konusu olmuştur. Siyasallaşmanın bir sonraki aşaması olan güvenlikleştirme de ele alınan konu milli güvenlik ve toplumsal güvenlik yönlerinden değerlendirilmektedir (Aydın, 2017, s. 541). Bu doğrultuda ülke sınırlarında denetim ve güvenliğin arttırılması, vize politikalarında değişiklik, üçüncü ülke vatandaşlarının ülke girişlerinde yasal düzenlemeler ve caydırıcı önlemler gündeme gelmiştir (Hakverir, 2019, s. 2599). 1973’te yaşanan göç dalgası neticesinde 1985’te, Avrupa Toplulukları üyesi olan Almanya, Belçika, Fransa, Lüksemburg ve Hollanda tarafından imzalanan ‘’ Schengen Anlaşması ‘’ ile ortak bir göç politikası oluşturma yolunda ilk adım atılmıştır. Schengen Antlaşması; üye ülkeler arasında sınır denetimlerin kaldırılması, dış sınır kontrollerinin arttırılması, sığınma başvurusuna ilişkin yöntem, kısa ve uzun süreli dönemler için vize politikalarının düzenlenmesi ve Schengen Bilgi Sistemi’nin kurulması gibi kararlar içermektedir (Hakverir, 2019, s. 2599). Sözleşme ile sığınmacıların ve mültecilerin yasa dışı yollarla giriş yapmasını önleyecek kurallar koyulmuştur.

1990’da imzalanan Dublin Antlaşması ile mülteciler konusu ilk defa ele alınmış olup ortak bir politikanın belirlenmesi doğrultusunda şartlar oluşturulmuştur. Bu antlaşmaya göre bir sığınmacının mülteci statüsünün belirlenmesinin sorumluluğu ilk olarak sığınmacının aile bireylerinin yaşadığı ülkeye, bu durum söz konusu değilse sığınmacıya vize vermiş olan ülkeye bu durum da söz konusu değilse sığınmacının sınırlarından girerek sığınma talebinde bulunduğu ülkeye vermektedir (Hakverir, 2019, s. 2599).

1992 yılında imzalanan ve bir yıl sonra yürürlüğe giren ‘’ Maastricht Antlaşması ‘’ ile üye ülkeler arasında iç sınırlar kaldırılarak göç ve sığınma politikaları konusunda bir iş birliği sağlanmış yani göçmenlerin statüsü ortak bir konu haline gelmiştir. 1997 ‘’ Amsterdam Antlaşması ‘’ ile Avrupa Birliği Konseyi’ne ani bir göç dalgasına karşı altı aylık geçici önlem alma yetkisi verilerek göç konusu ulus-üstü politikaların arasına alınmıştır (Ümit, 2013, s. 77).

1999 yılındaki ‘’ Tampere Zirvesi ‘’ Avrupa Birliği üye ülkelerinde özgürlük, güvenlik ve adalet alanının oluşturulmasına yönelik bir strateji belirlenmesi ve bununla birlikte göç ve iltica konularında ortak bir iltica sistemi, üçüncü ülke vatandaşlarına adil davranma ve göç akınlarının yönetimi konularını içeren bir AB politikasının gerekliliği de vurgulanmıştır (Kıyıcı & Kaygısız, 2018, s. 471).  Ancak 11 Eylül 2001 tarihindeki terör saldırısının ardından güvenlik odaklı politikalar daha fazla ön planda olmuş ve bu doğrultuda Avrupa Birliği, göç sınırlarını üçüncü ülkelere kadar genişletmiş ve bir “Dışsallaştırma politikası” ile bu ülkelerden yararlanarak göç akınlarına karşı baş etmeye çalışmıştır. Birlik dışsallaştırma politikası ile göç konusundaki yaşadığı sıkıntıyı üçüncü ülkelere yayarak hafifletmeye çalışmıştır. AB’nin göç konusunda yaşadığı sıkıntı için uyguladığı bir başka politika, AB üyesi ülkeler sığınma talebinde bulunanların başvurularını değerlendirmeden önce, sığınma başvurusu yapma imkânı olduğu ülkeye geri gönderebilme yetkisini uyguladığı, “ güvenli üçüncü ülke ” politikasıdır (Aydın, 2017, s. 542).  2003’teki ‘’ Lahey Zirvesi ‘’ ise üçüncü ülkelerin sığınma politikalarının geliştirilebilmesine destek vermek için bu ülkelerle iş birliğinin sağlanması, yasa dışı göçle mücadele, kayıt dışı göçmenlerin geri iadesi için politika düzenlenmesi ve sınırlarda güvenliğin sağlanması için iş birliği yapılması gibi şartlar düzenlenmiştir.

2008’e gelindiğinde “ Avrupa Birliği Göç ve İltica Paktı ” oluşturulmuştur. Bu paktta, dünyada yaşam standartlarında farklılıklar olduğu sürece uluslararası göçün süreceği belirtilmiştir. Ayrıca düzenli ve düzensiz göçler, iltica sistemleri, yasa dışı göçle mücadele, üçüncü ülkelerle iş birliği, sınır güvenliği gibi konulara da yer verilmiştir.

2009’da ‘’ Lizbon Antlaşması ‘’  ile göç ve iltica konularında düzenlemeye gidilerek  ‘’AB’nin İşleyişine İlişkin Anlaşma ‘’ kısmında V. başlık olan “Özgürlük, Güvenlik ve Adalet” alanı kapsamına alınmıştır (Kıyıcı & Kaygısız, 2018, s. 471). 2010 yılında Arap ülkelerinde başlayan ve hala günümüzde de etkileri süren Arap Baharı ve 2011’de Güney Akdeniz’de yaşanan gelişmeler sonrasında AB göç ve iltica politikalarında değişikliklere gidilmesi gereği ortaya çıkmıştır.

Günümüzde de artık göç politikalarını şekillendiren en önemli konu güvenliktir ve bu doğrultuda AB sınır kontrollerini daha fazla ağırlık verirken bir yandan da sığınmacı kabulünü giderek azaltmaya çalışmaktadır.

 

ALMANYA’NIN GÖÇ POLİTİKASI

Göç kavramı sadece göç eden birey veya toplumlar için değişiklik yaratmaz, göç alan ülkenin ekonomik, demografik, sosyal ve kültürel yapısını da değiştirdiği günümüzde bilinen bir olgudur. Göç sürecinin belli bir aşamaları da yoktur fakat sonuçlarını yönelimlere göre üç aşamaya ayırabiliriz: İlk olarak göçmenlerin gittikleri ülkelerin toplumsal yapısına uyum sağlaması yani entegrasyondur. İkinci olarak göçmenlerin gittikleri ülkelerin kültürel ve toplum yapısının baskın gelmesi ile kendi öz kimliklerini yitirmeleri yani asimilasyona uğramalarıdır. Son olarak göç alan ülkelerin toplumu ve o ülkedeki göçmenler arasında bir ayrışma veya ötekileştirmenin oluşması yani ayrışma veya marjinalleşmenin olmasıdır. Bu saydığımız süreçleri Avrupa ülkeleri arasında en fazla göç alan Almanya bağlamında gözlememiz mümkündür. Avrupa ülkeleri arasında Almanya, göç için her zaman en çok tercih edilen ülke olmuştur. Günümüzde ise Almanya’daki göçmenlerin sayısı Alman nüfusunun dörtte birini aşmış durumdadır. Öncelikle Almanya’nın bu duruma gelmesinde ve göç sorunun oluşmasındaki tarihsel gelişiminden kısaca bahsetmemiz gerekmektedir.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından büyük bir yıkım ve nüfus kaybıyla çıkan Avrupa ve özellikle Almanya bu kayıpların yerini doldurabilmek ve ekonomik alanda kalkınmayı sağlamak için savaş nedeniyle ortaya çıkan işgücü açığını karşılayabilmek için birçok ülkeden geçici iş alımına başlamıştır. Fakat Avrupa’ya giden işçilerin başlangıçta geçici veya misafir işçi konumunda iken daha sonra geçicilik durumlarının değişerek bulundukları yerlere yerleşmeye başlamaları ile bu politika birtakım değişikliklere neden olmuş ve bir göç sorununu ortaya çıkarmıştır. İlk olarak 1950-1970 yılları arasında misafir işçi alımıyla birçok ülkeden Almanya’ya gelen ailelerle birlikle Almanya’nın göç sürecinin çıkış noktası olmuştur. Bu doğrultuda Almanya göç sıkıntısı ile nasıl mücadele edeceği konusunda tecrübenin temelini oluşturduğunu söyleyebiliriz.

Alman dış politikasının askeri unsurlara değil sivil unsurlara dayanması, dış politikadaki etkinliğinin arkasındaki gücü ekonomik unsurlara bağlaması nedeniyle, Almanya için AB kendi gücünü ortaya koyacağı bir araç ve sivil dış politikayı gerçekleştirebileceği bir platform haline geldi (Aydın, 2017, s. 544). Böylece Almanya’nın ekonomik alandaki gücü AB’yi yönlendirmesinde önemli bir etkisinin olduğunu söyleyebiliriz.

Almanya açısından AB sadece ekonomide kalkınmayı sağlamak için değil güvenlik konusunda da önemli bir unsur olup Almanya yürüttüğü politikalarla bu unsuru başarılı bir şekilde kullanmıştır. Almanya, AB göç politikalarını kendi göç politikalarına ve yasalarına uyumlu hale getirerek AB’de göç konusundaki güç ve hakimiyetini arttırmış ve böylece AB’de politikaları yürüten hatta yöneten bir ülke olmuştur. Schengen Sözleşmesi ile iltica ve mülteci politikaları insan hakları bağlamında ele alınmakla birlikte güvenlik bağlamında da değerlendirilmeye alınması ve Almanya’nın bu durumu fırsata çevirerek anayasasında değişiklik yapmak için kullanması örnek olarak verilebilir. Böylelikle, göç politikalarının AB’de uygulanması ile Almanya’nın göç konularında sahip olduğu araçları ve etkiyi azaltmamış aksine etkinliğini arttırmıştır. Bu bakımdan AB göç ve iltica politikalarının kavramlarından olan güvenli üçüncü bölge ve uluslar-üstü yük paylaşımı gibi kavramlar, göç konusunda egemenlik gücünün ulus-devlet tarafından yeniden kazanılmasına yardım ettiği söylenebilir (Karaca, 2019, s. 75).

Demokratik haklara ve insan haklarına saygı bakımından yüksek standartlara sahip olması nedeniyle Alman yasası geçerli bir neden varsa AB’nin standartlarına indirgenebilmektedir. Dolayısıyla Almanya’nın iç güvenliğinin şartı Avrupa ortak politikasına katılım olduğunu söyleyebiliriz.  Sınır güvenliği konusunda ve geri kabul sözleşmelerinde Almanya’nın AB’de etkin bir rol oynamıştır. Bu doğrultuda Schengen ve Dublin Sözleşmelerinde üstüne düşeni yerine getirmiş ve geri kabul anlaşmalarını da onaylamıştır. Hatta Almanya, 1990’larda artmaya başlayan düzensiz göçe karşı önlemler almak ve göç baskısını azaltmak için Budapeşte Sürecini başlatmıştır (Göç İdaresi Genel Müdürlüğü).

Almanya 1990’lı yılların sonunda kendisini göçmen ülke olarak kabul etmesinden ve bu doğrultuda adımlar atmaya başlamasından itibaren Alman göç politikasının iki temel hedef doğrultusunda şekillendiği söylenebilir; İlk olarak istenmeyen göçün yani sığınmacıların, mültecilerin ya da yasadışı göçmenlerin azaltılmasını amaçlayan uzun süredir yerleşik politikaların sürdürülmesi, ikincisi ise küresel ekonomik rekabette Almanya’ya avantaj sağlayabilecek olan kalifiye ya da eğitimli olarak nitelendirilebilecek bireylerin Almanya’ya yakınlaştırılması olarak nitelendirilebilmektedir (Karaca, 2019, s. 73). Ayrıca bir başka değinmemiz nokta Almanya’nın uyguladıkları bu ulusal politikalarda karar süreçlerinin çoklu bir yapıda olduğunu söyleyebiliriz yani karar alma mekanizmasında iki meclisli bir sistem vardır. Ulusal bir karar alınması gereken durumda -ülkeyi ilgilendiren göç ve mülteci politikaları gibi konularda- iki meclisinde onayı alınması gerektiğinden ülkedeki kamu ve siyasi kurumların çoğunluğunun fikir birliği etkilidir (Karaca, 2019, s. 73). Bu bakımdan Almanya’nın ulusal karar alma sürecinde fikir birliği AB’de karar alma sürecine benzer olduğunu söyleyebiliriz.

1990’larda entegrasyon ve sosyal bütünleşme konusunun dünyada öneminin artmasıyla Almanya’da da gündem konusu haline gelmeye başlamış ve bu doğrultuda vatandaşlık yasalarında yumuşatmaya gidilmiştir (Demiryürek, 2012, s. 40) . 1 Ocak 1991’de Yabancılar Yasası yürürlüğe girmiştir. Bu yasa ile gençlerin Alman vatandaşı olabilmişlerdir. Ardından bu yasa 2000 yılında Yeni Vatandaşlık Yasası ile değiştirilmiştir. Reformda esas alınan kan ilkesi değiştirilerek yerine vatandaşlığın doğumla kazanılması ilkesi getirilmiştir (Demiryürek, 2012, s. 40).  11 Eylül saldırısı ardından Avrupa’da göç ve göçmen politikaları değişmiş ve daha katı bir hale gelmiştir.

2000’li yıllardan bugüne kadar 2005’te göreve gelen Angela Merkel göçmen ve mülteci krizine yönelik girişimlerde bulunabilecek tek lider konumunda olmuştur (Aydın, 2017, s. 546). 2015-2016 yıllarına geldiğimizde Almanya çok sayıda mültecinin ülkeye girmesine izin vermiştir ancak bu insanların tamamına mülteci statüsü tanınmamıştır. 2015 yılında Şansölye Merkel “Wir schaffen das” (bunu yapabiliriz) sloganı ile mültecilere yönelik entegrasyon politikası başlatmıştır (Beşer, 2018, s. 1). Almanya göçmenlere ve mültecilere bir ay boyunca sınırlarını açarak ülkeye girmelerine izin verdi ancak göçmenlerin girdikleri ilk AB ülkesinden sığınma talebinde bulunmak şartıyla mülteci statüsüne başvurmalarına izin verildi.

Avrupa’ya gelen göçmenlerin ve sığınmacıların hızlı bir artış göstermesi Almanya hükümetini uzun vadeli entegrasyona yöneltmiştir (Aydın, 2017, s. 546). Almanya gelen göçmenler ve sığınmacıları iş piyasasına nasıl entegre edecekleri konusu yeni politikaların konusunu oluşturmuştur. Göçmenlerin, sığınmacıların ve mültecilerin toplumla entegrasyonu ile kamunun ve sivil toplumun mülteciler ve göçmenlerle birlikte çalışmasını gerektirmiştir. Ancak bu dönem verilen izinle birlikte büyük bir göç krizinin başlangıcı olmuştur.

Almanya Şansölyesi Merkel bu göç krizindeki yönetimi gerek AB ülkelerinde gerek kendi partisi olan Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) ve Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) tarafından tartışmalara ve eleştirilere yol açmıştır. Merkel ise Avrupa’daki göç krizinin sorumluluğunu tüm Avrupa ülkelerinin üstlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Hatta sorunun çözülmesi için sadece AB ülkelerinin değil AB’ye aday ülkeler ve transit ülkelerle de iş birliğinin yapılmasının gerekli olduğunu vurgulamıştır. Merkel insanlık onurunun dokunulmazlığını belirterek Almanya’nın bu değeri koruyacağını ifade etti (Aydın, 2017, s. 546). Ayrıca bu göç ve mülteciler krizinin çözülebilmesi için Federal devlet düzeyinde ve yerel düzeylerde önlemler alınması gerektiğini belirtmiştir.

2016 yılına gelindiğinde Almanya’ya yapılan iltica başvuruları bir önceki yıla göre %56 artış göstererek 745 bine ulaşmıştır (Beşer, 2018, s. 7). Bunun üzerine 2016’nın ilk aylarında bir politika değişikliğine gidilmesi üzerine Federal Göç ve Mülteciler Dairesi (BAMF) rekor sayıda vakada mülteci korumasının yerine ikincil koruma kararı verdi (Aydın, 2017, s. 546). Bu değişiklik Suriye vatandaşlarını daha fazla etkilemiştir. Örneğin 2015’te Suriyelilerin çoğunluğu mülteci statüsüne sahip iken bu durum 2016’da düşmüştür. Fakat mülteci statüsünde düşme meydana gelirken ikincil koruma sağlanan Suriyelilerin sayısı artmıştır. Almanya kendi üstündeki mülteci akını baskısını AB içinde paylaştırarak hafifletmeye çalışmıştır. Bu doğrultuda Suriyeli mültecilerin transit ülkeleri olan Lübnan ve Türkiye’de kalmaları konusunda uyguladığı politikaların maliyetini de AB’ de paylaştırmaya çalışmaktadır (İnat, 2016).  Almanya hükümeti özellikle önemli geçiş noktası olan Türkiye’ye odaklanmış ve yaklaşık üç milyon mültecinin Almanya sınırlarına girmemelerine yönelik tedbirler almaya çalışmıştır. 2017 yılında ise alınan tedbirlerin işe yaramasıyla Almanya’ya gelen göçmen sayısında bir azalma meydan gelmiştir.

Günümüzde ise halen devam etmekte olan göç krizi sadece bir ülkenin bir bölgenin veya bir kıtanın sorunu olarak değerlendirilmesi doğru değildir. Göç tüm insanlığın sorunudur. Bu bakımdan AB ile birlikte önde gelen tüm dünya ülkelerinin uluslararası insan haklarına ve uluslararası hukuka göre günümüz koşullarına uygun sağlam temeller oluşturularak çözüm bulması gerekmektedir.

 

3. POPÜLİZM NEDİR?

Popülizm, yeni bir kavram olmamakla birlikte, günümüz siyasal ortamında meydana gelen gelişmeleri veya değişimleri ifade etmek için sık sık başvurulan kavramlardan biri haline gelmiştir. Öyle ki, “popülizm patlaması” veya “popülizm çağı” şeklindeki betimlemelerin siyasal değerlendirmelerde kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır.

Popülizm kavramının ve bu kavramın bağlamı içinde değerlendirilebilecek ifadelerin yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmasına karşın kavram, üzerinde uzlaşılmış bir anlama ve kapsama sahip değildir. Şöyle ki, popülizmin anlamına ve kapsamına ilişkin yapılan tanımlamalar, gerçek demokrasiden faşist diktatörlüğe kadar uzanan geniş bir yelpaze içerisinde birbirinden uzak veya birbirine tamamen zıt olarak nitelendirilebilir (Orhan, 2019, s. 795-798).

Popülizm kavramının anlamı ve kapsamıyla ilgili yapılan çeşitli tanımlamalara bakıldığında “halk”, “seçkinler” ve “genel irade” kavramlarının yararlanıldığını ve bu kavramlar çerçevesinde anti-seçkincilik ve anti-çoğulculuğa vurgu yapıldığı söylenebilir  (Orhan, 2019, s. 807). Popülizm kavramının bu bağlamda kısa bir tanımı yapılacak olursa popülizm, seçkinler veya elitler olarak tanımladığı kitlenin fikir dünyasını ve değerlerini tenkit ederek veya yadsıyarak halkın değerlerini yüceltme amacı taşır (Köroğlu, 2020, s. 78).

Popülizm, öncelikli olarak “halk” kavramına odaklanır ve toplumu, ayrı ayrı niteliklere sahip kişilerin kendi özelliklerini koruduğu bir bütünden ziyade tek, birleşik ve dayanışma içinde olan bir olgu olarak ele alır. Popülizmin “halk” kavramını bu şekilde ele alması, doğası gereği aslında heterojen olan toplumun içindeki belli başlı niteliklere sahip bireyleri “gerçek” halk olarak kabul etmeyi zorunlu kılar ve kendini bu kitleyle bütünleştirerek bir “biz” kimliği oluşturur. Bu kitlenin dışında kalan bireyler ise “ötekiler” olarak kabul edilir. Bu “biz” ve “ötekiler” ayrımı halk olarak kabul edilen kitlede aidiyet hissinin ve konsolidasyonun oluşumunu sağlar. “Ötekiler” olarak kabul edilen kitle ise halk olarak kabul edilmedikleri için dışlanır ve temsil edilmezler. (Orhan, 2019, s. 807-810). Popülizmin anti-çoğulcu olarak nitelendirilen homojen toplum/gerçek halk algısı, tek bir doğrunun ve tek bir iyinin var olduğunu kabul etmeyi de zorunlu kılar. Tek doğru ve tek iyi olarak kabul edilen değerlerin tek uygulayıcısı da halk olarak kabul edilen kitlenin siyasi temsilcileridir   (Orhan, 2019, s. 812).

Popülist liderler de “gerçek” halk olarak kabul ettikleri kitlenin iradesini “gerçek” genel irade kabul ederler ve bu iradenin tecelli etmesi için mücadele ederler. Bu iradenin tecelli etmediği durumlarda “ötekiler” olarak addedilen seçkinler, genel iradenin önündeki engeller olarak sunulur (Orhan, 2019, s. 812-813).

 

4.AVRUPA’DA POPÜLİZM

4.1.Avrupa’da Popülist Hareketler

     Son yıllarda hem Avrupa kıtasında hem de AB’yi oluşturan ülkelerde siyasi manzaranın önemli ölçüde değişiklik gösterdiği görülmektedir. Şöyle ki, başta popülist sağ partiler olmak üzere popülist hareketlerin önemli ölçüde destek bulduğu gözlemlenmektedir (Kaya, 2017, s. 3).

 

Yapılan araştırmalar sonucunda 2018 yılı itibari ile Avrupalı seçmenlerin %30,3’ünün popülist bir partiye oy verdiği, bir başka deyişle seçmenlerin dörtte birinden fazlasının popülist oluşumları desteklediği gözlemlenmiştir. Ancak popülist bir atılımdan bahsetmek de yanlış olacaktır. Çünkü Aralık 2017’de yapılan araştırmalar sonucunda popülist oluşumları destekleyen kitlenin oranının %26,5 olarak ölçüldüğü göz önünde bulundurulursa, son yıllarda gerçekleşmekte olanın yavaş ve istikrarlı bir şekilde popülist hareketlerin yükselişi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bir başka deyişle, popülist hareketlerin bir kez parlamentoda sandalye elde ettiklerinde nadiren bunu kaybettikleri gözlemlenmektedir (Trends in European Populism in 2018, 2018, s. 8-9).

Yapılan araştırmalarda elde edilen bir başka veri de 2018 yılı itibari ile popülist hareketlere veya partilere seçmen desteğinin en çok görüldüğü ülke önceki yıllar gibi Macaristan olmuştur. Ardından popülist hareketlere veya partilere seçmen desteğinin %56 olarak ölçüldüğü İtalya gelmektedir (Trends in European Populism in 2018, 2018, s. 9-10).

 

Çoğu popülist hareketin veya partinin yavaş ve istikrarlı bir şekilde yükselişinin gözlemlenmesi, bu hareketlerin ve partilerin Avrupa’da kalıcı olduğu sonucuna varmamızı sağlar (Kaya, 2017, s. 3). Ancak bu hareketlerin ve partilerin güncel durumları göz önünde bulundurulduğunda etkilerinin, Avrupa Parlamentosu’ndaki karar alma mekanizmalarından ve AB politikalarından ziyade ulusal düzeyde dolaylı olarak görüldüğü gözlemlenmektedir. Bir başka deyişle, muhalefet etkilerinin bölgesel veya yerel düzeyde sınırlı kaldığı görülmektedir. Bunun nedeni Avrupa Parlamentosu’ndaki popülist partilerin çok çeşitli siyasi gruplara dağılmış durumda olmalarıdır. Ayrıca bu partiler “bir şey için” birleşmekten ziyade “bir şeye karşı” olarak birleşirler. Bu durum bu partilerin istikrarsız ittifaklar kurmasına veya herhangi bir grup içerisinde örgütlenememelerine yol açmaktadır (Heinen & Kreutzmann, 2015, s. 1-3).

 

4.2.Avrupa’daki Popülist Hareketlerin Ortak Noktaları

Popülizm kavramının çok çeşitli tanımlarına ve Avrupa’daki popülist partilerin farklı siyasi görüşlerine karşın ortak üç ana konunun bu partilerin siyasi ajandalarına girdiğini görmekteyiz. Bunlardan ilki Avrupa’nın sosyal ve kültürel yapısının etnik çeşitlilik yönünde değişmesine karşı duyulan hoşnutsuzluk ve endişedir. Çünkü popülist partiler, saf ve homojen bir toplum hayali kurmaları bakımından milliyetçi bir niteliğe sahiptirler (Çakır, 2011, s. 14) ve bu milliyetçi nitelikleri popülist partileri toplumun homojen yapısını bozduğu gerekçesiyle belirli sosyal grupların veya etnik azınlıkların dışlanmasına veya düşman olarak addedilmesine yönelik çeşitli konsept ve politikaları geliştirmeye itmektedir. Bu bağlamda mevcut popülist hareketlerin ve liderlerin ortak bir özelliği olarak genelde göçmenlerin açık sözlü reddi veya özelde İslam karşıtlığı üzerine kurulu politikalar gösterilebilir (Surel, 2011, s. 4). Bu politikalar doğrultusunda “akın”, “istila”, “baskın” gibi küçük düşürücü bir retorik kullanılmaktadır (Kaya, 2017, s. 6). Yine bu politikalar doğrultusunda “göçmenlerin ve mültecilerin ülkelerine geri dönmeleri”, “çifte vatandaşlığın yasaklanması”, “yeni göçmenlerin alınmaması” (Karataş, 2019, s. 31), “göçmen sayısı ile kentlerdeki suç oranlarının artması arasında birebir bağlantı olduğu”, “göçmenlerin iç güvenliği tehdit ettiği” şeklindeki argümanların sık sık kullanıldığı görülmektedir (Çakır, 2011, s. 15).

     Popülist hareketler tarafından belirli sosyal grupların veya etnik azınlıkların dışlanmasına yönelik geliştirilen argümanların Avrupa’daki kamuoyunun dikkat çekici bir kesiminde yankı uyandırdığı söylenebilir. Çünkü aşağıdaki tabloda görüleceği üzere birçok Avrupalı, çeşitliliğin birçok açıdan güvenliğe tehdit oluşturduğu gerekçesiyle çeşitlilikten hoşnutsuzluk duymaktadır (Kaya, 2017, s. 7-8).

 

Avrupa’daki popülist partilerin siyasi ajandalarında görülen bir diğer ortak konu küreselleşme ve AB karşıtlığıdır. Bunun birinci nedeni popülist partilerin AB’yi; ulusal egemenliği ortadan kaldıran, çoğunlukla teknokratik bir elitler grubu tarafından kontrol edilen ve AB’nin genel oy hakkının sağladığı meşruiyetten yoksun dışsal bir siyasi sistem olarak kabul edilmesidir. Çünkü AB’nin hem ulusal düzeyde yasa yapımını kısıtlayıcı bir niteliği hem de yoğun bürokratik yapısından kaynaklanan “demokratik açıklık” sorunu bulunmaktadır (Surel, 2011, s. 3-4). İkinci neden olarak ekonomik sebepler öne sürülebilir. Bu alandaki tartışmalar Euro para biriminin ortak para birimi olması, AB’nin genişlemesi ve uluslararası tekellerin siyasi güçleri üzerinden yapılmaktadır. Örneğin Euro’nun ortak para birimi olması, ekonomik kriz içerisinde olan İspanya ve Yunanistan’ın borçları hakkında “Almanya halkı tarafından ödeniyor.”, “Borçlarını ödeyemiyorlarsa iflaslarını ilan etsinler.”, “Borçlu ülkeler egemenliklerini alacaklı ülkelere devretsin.” şeklinde argümanların gelişmesine zemin hazırlamıştır. Popülist hareketlerin AB’nin genişlemesinin aleyhine yönelik geliştirdiği tartışmalar ise Doğu ve Güneydoğu Avrupa ülkeleri üzerinden yürümektedir. Çünkü popülist partiler Doğu Avrupalıları, ucuz iş gücü nedeniyle Batı Avrupa ülkelerinin istihdam piyasasına tehdit olarak görmektedirler. Son olarak, küreselleşmenin ortaya çıkmasına zemin hazırladığı uluslararası tekeller, popülist hareketlerin “Ulusal şirketlerimiz zor durumda.” veya “Hükümetimiz yabancı bankaların kontrolünde.” şeklinde argümanları geliştirmesine yol açmaktadır (Çakır, 2011, s. 15). Üçüncü neden olarak da AB kurumlarının, popülist hareketlerin tam karşısında pozisyon aldığı çeşitliliğin artmasına zemin hazırlıyor olmasıdır. Şöyle ki, popülist hareketler, hem AB’nin serbest dolaşım ilkesi üzerine kurulmuş olmasının ve hem de serbest dolaşım ilkesini kurumsallaştıran Schengen Anlaşması’nın homojen toplum yapısını bozan iç göç ve dış göç hareketlerini arttırdığı gerekçesiyle AB’yi sürekli eleştirmektedir (Surel, 2011, s. 4).

Son olarak popülist hareketlerin iç siyasi çekişmeleri kendi lehine kullandığı gözlemlenmektedir. Şöyle ki popülist hareketler kendilerini halk olarak, siyasileri ise elitler ve halkın iradesinin önündeki engel olarak gördükleri için hükümetin performansının düştüğü ekonomik krizler, siyasi anlaşmazlıklar ve yolsuzluk gibi durumları kullanmaktadırlar. Siyasi ve ekonomik sıkıntıların yaşandığı durumlarda ise popülist hareketlerin geliştirdiği söylemler toplumun dikkate değer bir kesiminde yankı uyandırmaktadır (Karataş, 2019, s. 31).

 

5.ALMANYA’DA POPÜLİZM

24 Eylül 2017’de Almanya’da yapılan federal meclis seçimleri aynı zamanda Almanya’daki siyasi iklimin değişmeye başladığı tarihe işaret etmektedir. Çünkü bu tarih, aşırı sağda ve popülist bir parti olarak konumlanan Almanya için Alternatif (AfD) adlı siyasi partinin %13 oy oranıyla ilk defa parlamentoya girmeye hak kazandığı bir tarihe işaret etmektedir. Böyle bir sonucun ortaya çıkmasının çok büyük oranda kültürel olmak üzere ekonomik nedenlere dayandığını söylemek yanlış olmayacaktır (Eriş, 2018, s. 195-196)

2015 yılı itibari ile Suriyeli mültecilerin başta Almanya olmak Avrupa Birliği ülkelerine göç etmeye başlaması ve Angela Merkel’in uyguladığı Wilkommenskultur (Hoş geldin Kültürü) politikası ile Almanya’ya göçün teşvik edilmesi Almanya’daki popülist hareketlerin ortaya çıkmasında en büyük rolü oynamaktadır. Bu hareketler içinde en dikkat çekeni Almanya merkezli kurulmuş ve daha sonra bazı Avrupa Birliği ülkelerinde de görülmeye başlanan PEGİDA (Patriotische Europäer gegen die Islamisierung des Abendlandes / Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Yurtsever Avrupalılar) hareketidir. 20 Ekim 2014 tarihinde Dresden’de yaklaşık 400 kişilik bir grubun gösterisiyle kurulan ve ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve islamofobik bir söyleme sahip olan hareketin 12 Ocak 2015 tarihinde yine Dresden’de gerçekleşen İslam karşıtı gösterisine 25 bin kişi katılmıştır. Bu hareketin parçası olan bireylerin yabancılar, Müslümanlar ve mülteciler nedeniyle Alman kültürünün ve geleneklerinin yok olacağına dair korkuları nedeniyle ülkeye göçmen ve mültecilerin gelmesinden rahatsızlık duymakta olduğu ve göçmen ve mültecilere harcanan paraların Almanların kendileri için harcanması gerektiğini düşündüğü gözlemlenmektedir. Almanya için Alternatif (AfD) hareketinin de PEGİDA hareketinin gördüğü halk desteğini siyasi kazanca çevirmeye çalışan bir siyasi parti olduğu söylenebilir (Alkan, 2019, s. 6-12).

 Önceki bölümlerde bahsedildiği üzere Avrupa’da popülizm, milliyetçi ve muhafazakâr bir nitelik göstermekte, göçmenlere ve çok kültürlülüğe karşı kişi veya kişiler tarafından gerçekleştirilen bir hareket biçimi olarak tanımlanmaktadır. Almanya için Alternatif (AfD) hareketi de bu nitelikleri bünyesinde barındıran bir oluşumdur. Örneğin Angela Merkel’in uyguladığı “açık kapı” politikası, Almanya için Alternatif (AfD) partisinin sürekli ve sert bir şekilde eleştirdiği konulardan biri olmuştur. Çünkü diğer popülist hareketler gibi Almanya için Alternatif (AfD) hareketi de homojen bir toplum hayali kurmaktadır. Bu amaç doğrultusunda çok kültürlü bir ortamın başlıca nedeni olan göçmenler çeşitli söylemlerle ötekileştirilir veya düşman ilan edilirler. ““Fremd” (yabancı), “Volk” ([Alman] halk), “verhängnisvoll” (ölümcül ya da meşum), “bürgerfern” (vatandaşların [Alman] çıkarlarını içermeyen), “Asylbewerber” (sığınmacı)” gibi ifadeler bu söylemlere örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca bu söylemlerin, seçmen kitlesini oy verme yönünde harekete geçirmese de büyük oranda karşılık bulduğu söylenebilmektedir (Kaçar, 2017, s. 34-35).

Duodu & Moussawi, 2017, s. 16

Almanya’da popülist hareketlerin ortaya çıkmasında kültürel nedenlerin bariz bir şekilde en büyük rolü oynadığı görülmektedir. Çünkü Avrupa Birliği ülkelerine göç eden mültecilere bakıldığında en fazla göçün Almanya’ya gerçekleştiği ve bu durumun nedeninin Almanya’nın refah ülkesi algısı olduğu gözlemlenmektedir. Ayrıca 2008-2017 yılları arasında Almanya’daki işsizlik oranları incelendiğinde çok büyük bir düşüş gözlemlenmektedir (Alkan, 2019, s. 8). Ancak bu düşüşe tezat oluşturacak bir şekilde Batı Almanya’da yaşanan işsizliğin 2017 seçimlerinde Almanya için Alternatif (AfD) hareketinin parlamentoda sandalye kazanmasının önünü açan ekonomik sebeplerden biri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü Figure 3’te de görüleceği üzere, Batı Almanya’da büyük bir seçmen kitlesine sahip olduğu bilinen Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin (Sozialdemokratische Partei Deutschlands) bölgede yükselen işsizlik oranlarına bağlı olarak oy kaybettiği gözlemlenmiştir (Duodu & Moussawi, 2017, s. 13).

 

6. ALMANYA GÖÇMEN KRİZİ: MEDYA KAYNAKLARINDAKİ SÖYLEM ÇÖZÜMLEMESİ

Göç ve mülteciler konusunda medyanın üstlendiği görev oldukça kritik bir öneme sahiptir. Çünkü göç alan ülkelerde göçmenlere karşı oluşabilecek negatif algı olumsuz durumlar yaratmaktadır. Medya hem yansıtıcı hem de destekleyici olarak kamuoyunu etkileyebilmekte, önyargı ve mitlerle örülmüş yanlışlıklara karşı direnç sağlayabilmektedir (Kolukırık, 2009, s. 6). Irkçı söylemler kamuoyunu direkt olarak etkilemekte ve çeşitli çatışmalara sebebiyet vermektedir.

Almanya’nın göçmenlere yönelik politikasının medyada nasıl yer aldığını incelemek için beş farklı haber kaynağı kullanılmıştır: Deutsche Welle (DW), Euronews, Sabah, Hürriyet ve Birgün. Seçilen kaynaklar medyada farklı ideolojik temsillere sahiptir. Bu kaynaklarda, Almanya’nın mülteci politikalarının nasıl haberleştirildiği incelenmiş söylem çözümlemesi yapılmıştır. Söylem çözümlemesi, konuşmalarda ve metinlerde meydana gelen sosyal güçlerin kötü niyet ile kullanılması, egemenlik, eşitsizliklerin artması gibi konuları ele alan ve bunlara karşı meydan okuma yollarını araştıran analitik bir söylem incelemesi türüdür (Çalık & Baykal, 2020, s. 247). Bu tür araştırmaların ana amacı, toplumsal olaylardaki anlaşılmayan durumları ve yanlışlıkları ortaya çıkarmaktır (Dijk & Teun, 2003, s. 352).

DW, Alman medyasının Türkiye’deki temsilcilerinden biri olarak basın organları arasında yer almaktadır bu sebeple seçilmiştir. DW’nin mültecilere yönelik haberleri incelendiğinde ağırlık olarak Avrupa Birliği’nin çözüm arayışları ve Almanların mültecilere olan ‘yardımsever’ yaklaşımlarının haberleştirildiği görülmektedir. Örneğin, 2015 tarihli bir haberin başlığı “Almanlar’dan mültecilere yardım eli” olarak atılmıştır (DW, 2015). DW’nin mültecilere yönelik haberleri genellikle olay özelinde değil bir sorun olarak sığınmacı krizi çözüm arayışlarıyla birlikte ele alınmıştır.

Euronews, Avrupa basınının Türkiye’deki temsilcilerinden biridir. Avrupa’nın ve diğer ülkelerin, Almanya mülteci politikalarına olan yaklaşımının incelenmesi açısından bu kaynak seçilmiştir. Euronews, göç ve mülteci konularını diğer medya organlarına nispeten daha kapsamlı şekilde aktarmaktadır. 2015’te başlayan göçmen krizinde önemli aktör haline gelen AB ülkelerinin mülteci politikalarını ekonomik, siyasal ve sosyal etkileri çerçevesinde ele almıştır. Yapılan haberlerde mültecileri düşman, suçlu, kaçak ve yabancı gibi gösteren bir dil seçilmemiştir. Örneğin, 07.09.2015’ de “Almanya mülteciler için 6 milyar Euro ayırdı” başlıklı haberin içeriğinde (Euronews, 2015), Merkel’in ve Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ nin çözüm arayışı çağrılarına yer verilmektedir. Aynı gün yapılan başka bir haberde (Euronews, 2015) Merkel’in sığınmacılara kapıları açması, Almanya’nın ucuz iş gücüne olan ihtiyacından kaynaklı olabilir mi tartışması yapılmıştır. Bu tartışma, Almanya’nın sığınmacı politikalarına Euronews’ in tek taraflı yaklaşmayıp eleştirel bir noktada durduğu ve ideolojik bir çerçeve çizmediğini göstermesi açısından önemlidir.

Hürriyet hem iktidara yakın hem de dengeli haber politikası benimseyen kaynaklardan biri olduğu için bu yazıda kaynak olarak seçilmiştir. Hürriyet’in, mülteci haberlerinde kullandığı dil ağırlıklı olarak dış politika teması odaklı kurulmuştur. Mülteci konusu sadece insani değil aynı zamanda hükümetin dış politikası ile çok yakından ilişkili olduğu için hükümetin dış politikasına yönelmektedir (Erdoğan, Kavukçuer, & Çetinkaya, 2017, s. 16). Almanya’nın mültecilere yönelik kayda değer olumlu denilebilecek politik adımları daha az haberleştirilmiş; Almanya’da mültecilere yönelik ırkçı saldırılar, sığınmayı zorlaştıracak politik adımlar ve Merkel yönetimine eleştiriler daha çok haberleştirilmiştir. Örneğin, “Federal İstatistik Dairesi’nin verilerine göre, Almanya’da 2015 yılında mülteci yurtlarına yönelik saldırılar bir önceki yıla göre beş kat artış gösterdi.” başlıklı haber (Hürriyet, 2016) yayınlanmıştır. Bunun gibi, Avrupa ve özellikle Almanya’da mültecilere yönelik şiddet haberleri çok fazla ele alınmıştır. Fakat bir diğer yandan Türkiye’de mültecilere karşı yapılan saldırıların haberleştirilmediğini görmek de mümkündür.

Sabah gazetesi günümüzde iktidara yakın medya kaynaklarından biridir. Almanya’nın mülteci politikalarına hâkim hegemonyayla nasıl söylem geliştirildiğini çözümlemek için bu kaynak seçilmiştir. Sabah’ın haberleri incelendiğinde ideolojik tercih çerçevesinde ağırlıklı olarak mağduriyet teması işlenmiştir. Almanya’nın göçmenlerle ilgili aldığı kararların, Türkiye’nin çıkarlarını nasıl etkilediği üzerinde durulmuştur. Aynı zamanda Hürriyet’le benzer şekilde Türkiye’de mültecilerin yaşadığı olumsuzluklar görmezden gelinirken Almanya’da mültecilere yönelik ırkçı saldırılar çokça haber edilmiştir. Almanya’daki ırkçı saldırılar, Türkiye’nin ‘yardımsever’, ‘misafirperver’ tutumuyla kıyas edilmiştir. Ancak mültecilerin Türkiye’de gündelik hayatta yaşadıkları zorluklar, yerel halkla aralarındaki çatışmalar gibi sorunlara hiç yer verilmemektedir. Merkel politikalarına yapılan eleştiriler, Merkel’in çaresizliği ve Türkiye’ye olan ihtiyacına vurgu yapılarak mülteci haberleri aracılığıyla Türkiye’nin AB için önemi vurgulanmıştır. Örneğin, “Merkel: Türkiye’ siz çözüm olmaz” başlıklı haberde (Sabah, 2016) Avrupa’nın sığınmacı akını karşısında çaresiz kaldığı ve çareyi Türkiye-AB zirvesinde aradığı vurgulanmıştır.

Birgün gazetesi muhalif ve sol görüşlü bir medya kaynağıdır. Mülteci politikalarına sol dünya görüşünün nasıl söylem geliştirdiğini incelemek açısından bu kaynak seçilmiştir. Almanya’nın mültecilere yönelik politikaları için geliştirilen haber dili, Türkiye’deki, mevcut iktidar karşıtlığı üzerinden belirlenmiştir. Örneğin, haberlerde iktidarın dış politikadaki yanlışları öne çıkarılmış Alman siyasetinde Erdoğan’a yönelik olan eleştirilere yer verilmiştir. “Alman basınından Merkel’e ‘saray’ eleştirisi” başlıklı haberin içeriğinde (Birgün, 2016) Merkel’in mülteci krizi için Türkiye ziyaretinin olumlu karşılandığı fakat Erdoğan’ın mülteciler konusunu siyasi pazarlık malzemesi haline getirmesi eleştirilmektedir. Birgün gazetesi Sabah ve Hürriyet’ten farklı olarak Alman hükümetinin mültecilerle ilgili olumlu adımlarına ve AB’nin çözüm arayışlarına da yer vermiştir. Almanya’da mültecilere yönelik yapılan ırkçı saldırıları da haberleştirmiştir. Almanya’nın mültecilere kapıyı açması gibi gelişmeler ‘fedakârlık’, ‘iyilik’ olarak görülmemiş bunun bir kriz haline gelmesi ‘öngörüsüzlük’ ve ‘yanlışlıklar silsilesi’ olarak değerlendirilmiştir. Bunların yanı sıra mültecilerin Türkiye’de yaşadığı sorunlar hem mikro hem makro ekonomik ve siyasi sebepler çerçevesinde incelenmiştir.

Medyanın toplumdaki denetleme gücünü kullanarak birleştirici politikalar üretilmesine katkısı önemlidir (Uçak, 2017, s. 254). Yabancı basında göçmen krizi için ekonomik, siyasi ve sosyal çözüm arayışları, AB ve üye devletlerin sorumluluklarına ilişkin haber temaları öne çıkmaktadır. Yerel ve özelde yaşanan sorunlar geri planda olup liderlerin açıklamaları ve politika değişiklikleri üzerinden haberler yapıldığı görülmektedir.  Türk medyasının Türkiye’de yaşananlardan çok daha fazla ilgiyi mültecilerin Avrupa’da yaşadıkları sorunlara ayırması dikkat çekicidir (Erdoğan, Kavukçuer, & Çetinkaya, 2017, s. 19). Mülteciler konusu neden-sonuç ilişkisi kurularak haberleştirilmekten öte dış politika ve ülke çıkarları bağlamında sunulmaktadır. Ekonomik, siyasi ve sosyal sorunlar hakkında gerekli bilgiler okuyucuya verilmemektedir.

 

7.SONUÇ

1. Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa ve özellikle Almanya ciddi bir göçmen akışıyla karşılaşmaktadır. Göçmen politikaları konusunda AB düzeyinde görüşmeler yapılmakta olsa da sosyal ve ekonomik yapıları farklılık gösterdiği için sosyal politikalar ve göçmenlere dair düzenlemeler üye devletlerin egemenlikleri lehine oldukça esnek bırakılmıştır. Bu bağlamda Almanya, göçmenlere yaklaşımı ve göçmen politikaları en ılımlı olan ülkeler arasında gösterilebilir. Ancak Avrupa genelinde, göçmen akışının ve mevcut mültecilerin yabancı düşmanlığını tetiklediği ve popülist hareketlerin ve partilerin ortaya çıkmasına neden olduğu görülmektedir. Örneğin bir Batı Avrupa ülkesi olan ve göçmenlere karşı oldukça ılımlı politikalar üreten Almanya’da 2017 federal meclis seçimleri sonucu parlamentoya girmeye hak kazanan Almanya için Alternatif (AfD) partisi buna örnek olarak gösterilebilir. Popülist ve aşırı sağ hareketlerin Batı Avrupa ülkelerini de içine alacak şekilde ortaya çıkmaya başlaması ve etkisini günden güne artırması ise hem kısa vadede hem de uzun vadede AB ve AB’nin üzerine kurulduğu değerler için tehdit oluşturduğu söylenebilir. Örneğin üye devletler, göçmen akışı ve mevcut göçmenler ile ilgili güvenlik kaygıları nedeniyle serbest dolaşımı kısıtlayıcı çeşitli politikalar geliştirme eğilimi göstermektedirler ve bu durum göçmenler bazında entegrasyon sürecine, üye devletler bazında bütünleşme sürecine ve AB’nin özgürlük algısına tehdit oluşturmaktadır.

Dolayısıyla üye devletlerin güvenlik kaygılarını da içeren kapsayıcı ve bağlayıcı bir ortak göç politikasının oluşturulması ihtiyacı günden güne artmaktadır. Ancak şunu belirtmekte yarar var ki entegrasyon kavramı göç politikalarında çok önemli bir yere sahiptir. Çünkü göçmenler, içinde bulundukları topluma entegre olabildikleri ölçüde “ötekiler” olarak adlandırılıp güvenlik kaygıları bağlamında ele alınmayacaklardır.

 

 

İLKNUR YAĞUMLİ

SUDENUR YILDIZ

EMRE COŞKUN

Avrupa Çalışmaları Staj Programı

 

KAYNAKÇA

Alkan, M. N. (2019). Hoş Geldin Kültüründen Popülizme. Savunma Bilimleri Dergisi, 18(36), 1-22. doi:https://doi.org/10.17134/khosbd.640368

Aydın, A. (2017). Avrupa Birliğinin Uluslararası Göç Politikaları Bağlamında Almanya ve Almanya’daki Mülteciler. Belgi Dergisi, 2(14), 538-551. https://dergipark.org.tr/tr/pub/belgi/issue/35700/397940 adresinden alındı

Beşer, M. E. (2018). Merkel Liderliğinde Almanya :Göç Politikasında Kırılmalar. Ankara. Şubat 20, 2021 tarihinde https://www.academia.edu/38741303/Merkel_Liderli%C4%9Finde_Almanya_G%C3%B6%C3%A7_Politikas%C4%B1nda_K%C4%B1r%C4%B1lmalar adresinden alındı

Birgün. (2016, 02 09). Alman Basınından Merkel’e ‘Saray’ Eleştirisi. Birgün: https://www.birgun.net/haber/alman-basinindan-merkel-e-saray-elestirisi-103259 adresinden alındı

Çakır, M. (2011). Bir Fenomen Olarak Sağ Popülizm. Kozmopolit, 13-30. http://www.kozmopolit.com/sagpop1.pdf adresinden alındı

Çalık, M., & Baykal, K. C. (2020). Habertürk, Sabah ve BirGün Gazetelerindeki Suriyeli Mülteci Haberlerinin Eleştirel Söylem Çözümlemesi. Kültür Araştırmaları Dergisi, 241-262.

Demiryürek, İ. (2012). Almanya Entegrasyon Politkası ve Hamburg Örneği. Yayınlanmış Tez, Ankara. https://ytbweb1.blob.core.windows.net/files/resimler/thesis/ismail-demiryuerek-almanya-entegrasyon-politikasi-ve-hamburg-oernegi.pdf adresinden alındı

Dijk, V., & Teun, A. (2003). Critical Discourse Analysis. . D. Schiffrin, D. Tannen, & H. E. Hamilton (Dü) içinde, The Handbook of Discourse Analysis. (s. 352-372). Oxford: Blakwell Publishers.

Duodu, F., & Moussawi, A. (2017). Germany and Right-Wing Populism: The Rise of Alternative für Deutschland (AfD). Stockholm University.

  1. (2015, 09 01). Almanlar’dan mültecilere yardım eli. Deutsche Welle: https://www.dw.com/tr/almanlardan-m%C3%BCltecilere-yard%C4%B1m-eli/g-18688212 adresinden alındı

Erdoğan, M., Kavukçuer, Y., & Çetinkaya, T. (2017). Türkiye’de Yaşanan Suriyeli Mültecilere Yönelik Medya Algısı. Özgürlük Araştırmaları Derneği, 1-26.

Eriş, Ö. Ü. (2018). Avrupa’da Yükselen Popülizm: Almanya ve Türkiye ile İlişkilere Yansımalar. E. C. Sokullu (Dü.) içinde, Popülizmle Dönüşen Avrupa ve Türkiye-AB İlişkilerinin Geleceği (s. 196-200). İstanbul: BİLGESAM.

Euronews. (2015, 09 07). Almanya Mülteciler İçin 6 Milyar Euro Ayırdı. Euronews: https://tr.euronews.com/2015/09/07/almanya-multeciler-icin-6-milyar-euro-ayirdi adresinden alındı

Gençler, A. (2010). Avrupa Birliği’nin Göç Politikası. Journal of Social Policy Conferences, 174-196. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/9227 adresinden alındı

Göç İdaresi Genel Müdürlüğü. (tarih yok). T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü. Şubat 18, 2021 tarihinde Budapeşte Süreci: https://www.goc.gov.tr/budapeste-sureci16 adresinden alındı

Hakverir, B. (2019). Avrupa Birliği Göç ve Sığınma Politikası Perspektifinde CEAS. International Social Sciences Studies Journal, 5(35), 2597-2606. doi:10.26449/sssj.1501

Heinen, N., & Kreutzmann, A.-K. (2015). A Profile of Europe’s Populist Parties: Structures, Strengths, Potential. EU Monitor, Deutsche Bank Research.

Hürriyet. (2016, 01 29). Almanya’da Mülteci Yurtlarına Saldırılar Beş Katına Çıktı. Hürriyet: https://www.hurriyet.com.tr/dunya/almanyada-multeci-yurtlarina-saldirilar-bes-katina-cikti-40046919 adresinden alındı

İçduygu, A., & Sirkeci, İ. (1999). Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sinde Göç Hareketleri. O. Baydar (Dü.) içinde, 75 Yılda Köylerden Şehirlere. İstanbul.

İnat, K. (2016, Ocak 13). ORMER Ortadoğu Enstitüsü. Şubat 21, 2021 tarihinde Almanya’nın Suriyeli Mültecilere Yönelik Politikası: https://ormer.sakarya.edu.tr/20,3,,50,almanya_nin_suriyeli_multecilere_yonelik_politikasi.html adresinden alındı

Kaçar, F. (2017). Almanya Federal Meclis Seçimleri ve Almanya için Alternatif Partisi’nin Yükselişi: Avrupa’da Sağ Popülizmin Bir Değerlendirmesi. Türkiye-Almanya Araştırmaları Dergisi, 6(1-2), 23-41.

Karaca, R. (2019). “Öteki” Kavramı ve Avrupa Birliği Göç Politikası (Yüksek Lisans Tezi). Yayınlanmış Tez, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul . 02 11, 2020 tarihinde https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezSorguSonucYeni.jsp adresinden alındı

Karataş, İ. (2019). Avrupa’da Popülist Partilerin Yükselişi: Hollanda’da PVV Örneği. Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 5(1), 28-42.

Kaya, A. (2017). Avrupa’da Popülizm: Çeşitlilik ve Birlik İçinde Kaybolmak. Eleştirel Miras: Avrupa’da Kimliklerin Gerçekleştirilmesi ve Temsil Edilmesi (CoHERE).

Kıyıcı, G. Ö., & Kaygısız, U. (2018). Avrupa Birliği’nin Geri Kabul Anlaşmalarının Avrupa Birliği Göç Politikaları ve İnsan Hakları Çerçevesinde Değerlendirilmesi. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 10(25), 467-484. doi:10.20875/makusobed.440090

Kolukırık, S. (2009). Mülteci ve Sığınmacı Olgusunun Medyadaki Görünümü: Medya Politiği Üzerine Bir Değerlendirme. Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1-20.

Köroğlu, E. K. (2020). Farklı Popülizm Yaklaşımları Üzerine Bir Değerlendirme. Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi(39), 73-87.

Orhan, S. (2019). Popülizm, Liberal Demokrasi ve Faşizm Denklemi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 68(4), 795-840.

Sabah. (2016, 03 01). Merkel: Türkiye’siz Çözüm Olmaz. Sabah: https://www.sabah.com.tr/dunya/2016/03/01/merkel-turkiyesiz-cozum-olmaz adresinden alındı

Sözen, Y. (2017). Demokrasi, Otoriterlik ve Popülizmin Yükselişi. Boğaziçi Üniversitesi-TÜSİAD.

Surel, T. (2011). The European Union and the Challenges of Populism(27). Notre Europe.

Trends in European Populism in 2018. (2018). T. BOROS, G. LAKI, G. GYŐRI, E. STETTER, T. BOROS, & M. FREITAS (Dü) içinde, The State of Populism in Europe (s. 8-13). Foundation for European Progressive Studies; Policy Solutions.

Uçak, O. (2017). Göç Hareketleri ve Medyada Göçmen Haberleri. Yeni Medya Elektronik Dergi, 242-254.

Uzunçayır, C. (2020). Popülizm ve Demokrasi: Düşman Kardeşler Mi? A. Ay (Dü.), Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 3. Uluslararası Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Kongresi Kitabı içinde, (s. 139-162). Konya, Türkiye.

Ümit, C. (2013). Avrupa Birliği Hukukunda Üçüncü Ülke Vatandaşları (1. b.). Ankara: Seçkin Yayıncılık.

Yılmaz, A. G. (2019). Popülizm-Demokrasi İlişkisi: Latin Amerika’dan Örnekler. Uluslararası Siyaset Bilimi ve Kentsel Araştırmalar Dergisi, 7(2), 428-444.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...