Fransa-Türkiye İlişkileri bir kez daha sırat köprüsünden geçiyor. Çoğu zaman olduğu gibi, bu seferki gerginliğin nedenini de Fransa’daki Ermeni toplumunun, asılsız soykırım iddialarını resmi ve reddedilmesi imkânsız bir mit haline getirme girişimleri oluşturuyor. Fransız devlet adamlarının ve siyasetçilerinin takındığı kısa vadeli, popülist ve çıkarcı tutum ise, bu noktada Ermeni diasporasının en önemli silahı olmaya devam ediyor. Almanya ile birlikte kendisini Avrupa siyasal kültürünün, demokrasi anlayışının ve toplumsal değerlerinin oluşturucusu olarak gören Fransız devlet adamlarının Türkiye’ye yönelik dışlayıcı, ayrımcı ve düşmanca tutumları ise, bu ülkenin temsil ettiğine inandığı ve bayrağına da yansıttığı özgürlük, eşitlik ve kardeşlik kavramlarına uygun düşmemektedir.
Bilindiği gibi Fransız Parlamentosu, 29 Ocak 2001 tarihinde, “Fransa, 1915 yılında yaşanan Ermeni Soykırımı’nı tanır” ifadesiyle ortaya konan bir yasayı onaylamış ve bu ülke asılsız soykırım iddialarını Avrupa’da en erken tanıyan ülkelerden biri haline gelmişti. Fransa’nın 10 yıl önce attığı bu düşmanca adım, Türk siyasetçilerden ve devlet adamlarından büyük bir tepki görmesine karşın, bugüne değin, gerek AB müzakere süreci gerekse de iki ülke arasındaki ticari ve kültürel ilişkilerin zarar görmemesi bahanesiyle Türkiye tarafından gereği ölçüsünde cezalandırılamamıştır. Türkiye’nin Fransa’ya karşı saldırgan realist bir eksende dış politika izlememesi ve karşılıklı bağımlılığa dayalı işbirliği ortamının devamından yana bir tutum takınması ise Fransa’da yaşayan ve büyük bir bölümünün Ermeni kimliği ile olan tek bağı “soykırım iddiaları” olan diaspora Ermenilerinin işine yaramıştır. Nitekim Fransa Ermenileri, Türkiye ile Fransa’nın ikili ilişkilerinde ne zaman bir pürüz çıksa harekete geçmekte ve iddialarını resmi anlamda daha ileri safhalara taşımaya çalışmaktadır. Fransa’da elde edecekleri mevzi ise, Ermeni diasporasının hedefine ulaşabilmesi ve soykırım yalanını tüm dünyaya kabul ettirebilmesi noktasında kullanabileceği simgesel bir ileri adım olacaktır.
Bu gerçeklik ortada iken, Fransız siyasetçileri ile Ermeni diasporası arasında bir menfaat ortaklığının ortaya çıkmaması beklenemezdi. Zira bugün itibarıyla Fransa’da yaklaşık 500 bin kadar Ermeni kökenli Fransız vatandaşı bulunmaktadır ve bu nüfusun önemli bir bölümü sosyal, siyasal ya da ekonomik anlamda toplum içerisinde sivrilmiş durumdadır. Bu durumun farkında olan koltuk sevdalısı Fransız siyaset adamları, Ermeni kökenli Fransız vatandaşlarına hitap edebilecek en önemli konunun “soykırım” yalanına destek olmaktan geçtiğinin ayırdına varmışlardır. Her seçim öncesi ortaya çıkan soykırım temalı açıklamaların ve meclis tabanlı karar tasarılarının arkasında yatan en önemli neden, Fransız siyasetçilerinin oy hesabı ve bu hesabın bilincinde olan Fransız Ermenilerinin kendi tarihsel hülyalarına meşruiyet kazandırma girişimleridir. Aslında bu karşılıklı çıkar ilişkisinin bugüne değin çok iyi bir şekilde işletildiği söylenebilir. Zira bugün Fransa-Türkiye İlişkileri’nde kopuş yönlü tesir edeceği söylenen problemin kaynağı Fransa’nın soykırım iddialarını resmen kabul etmiş olması değil, bu asılsız iddiayı reddedenlere verilecek olan cezanın resmiyete dökülmesi girişimidir. Yani Fransız devleti soykırım iddiasını kabul etmiş ve bir sonraki aşamanın, yani inkârın cezalandırılması noktasına kadar gelmiştir. Üstelik tüm bu süreç, Fransa ile Türkiye arasındaki siyasal, ekonomik ve sosyo-kültürel ilişkilerin kopmasına mahal vermeden gerçekleştirilebilmiştir. Sanırım bu noktada üzerinde durmamız gereken en önemli mesele, Türk toplumunun kendisi aleyhinde ortaya konan girişimlere karşı olan kayıtsızlığı ile siyasal ve ekonomik ilişkilere verilen değerin, ulusal gurura verilen değere üstün çıkması hususudur. Tarihsel süreç içerisinde Fransa’da, ABD’de veya diğer ülkelerde ortaya konan soykırım yalanı eksenli girişimlere yerinde ve kararlı cevaplar verilemediği ve bu ülkeler geri adım atmaya zorlanamadığı için, bugün Fransa’ya karşı izlenecek olan politika ve alınacak olan önlemler çok ciddi boyutlara taşınmıştır ve büyük çaplı bir siyasal risk taşımaktadır. Açıkçası gelinen noktadan bugüne kadar iktidara gelmiş tüm Türk hükümetleri sorumludur.
Fransa ile yaşanan bugünkü krizin arkasında, önümüzdeki yıl gerçekleştirilecek cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanan ve son dönemde popülaritesi ciddi bir düşüş içerisinde olan Nicolas Sarkozy’nin yaptığı oy hesabı bulunmaktadır. Bunun yanı sıra, Ortadoğu meselelerinde Fransa’nın etkinliğini ciddi anlamda sınırlamış bulunan Türkiye’yi cezalandırma anlayışı ile Türkiye’nin AB’de yeri olmadığına ilişkin teze destek vermek de Sarkozy’nin amaçları arasındadır. Ermeni diasporası ise, Sarkozy ile işbirliğine giderek 2001 yılında kabul ettirmeyi başardığı soykırım yalanının reddini dahi ceza kapsamına sokma anlayışına yönelmiştir. Önümüzdeki günlerde Fransız Meclisi’nde oylanacak olan tasarı kabul görürse, Fransa’da “sözde Ermeni soykırımının” inkârı ve küçük görülmesi 1 yıl hapis ve 45 bin avro para cezası ile cezalandırılacaktır. Üstelik bu tasarı, konuyu araştıran ve soykırımı reddeden bilim adamları ile Fransa’da yaşayan Türk kökenli Fransız vatandaşları için de geçerli olacaktır. Bu tarz bir girişim daha önce Sosyalist Parti lideri Francois Hollande tarafından da gündeme getirilmiş ve parlamentonun alt kanadında kabul görmüş, ancak, cumhurbaşkanı Sarkozy ve hükümet böyle bir girişimi reddettiği için parlamentonun üst kanadı olan Senato’da ele alınmamış ve dolayısıyla kabul görmemişti. Ne var ki, gelinen noktada hükümet ve Sarkozy de tasarının lehinde hareket edeceklerini açıkladıkları için, Sosyalist Parti’nin de desteği ile tasarının yasalaşması kesinleşmiş gibidir.
Tasarının kabul görmemesi ve Fransa-Türkiye İlişkileri’nin öneminin yeniden vurgulanması için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından, Nicolas Sarkozy’ye yönelik bir mektup kaleme alınmış ve hükümet yetkilileri tarafından Fransa’ya yönelik sert ve uluslararası sorumluluklarını hatırlatmaya yönelik açıklamalar yapılmıştır. Hatta yapılan açıklamaların içeriğine bakıldığında, Ermeni diasporasından çok Fransız hükümetinin ve Sarkozy’nin popülist tavrının altının çizildiği görülmektedir. Ne var ki, gelinen noktada, bir son dakika sürprizi gerçekleşmediği takdirde, Fransa Meclisi’nin “soykırımın inkârının cezalandırılmasına” yönelik tasarıyı kabul edeceği net bir şekilde görülebilmektedir. Böyle bir girişimin diplomatik, siyasal ve ekonomik sonuçları olacağı da ortadadır. Nitekim ilk tedbir paketinin mahiyeti, hükümet yetkililerinin yaptıkları açıklamalardan çıkarılabilmektedir. Tasarının kabul edilmesi durumunda Fransa büyükelçisi geri çağrılacak, Başbakan’ın yaptığı açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Fransa’nın Cezayir’de gerçekleştirdiği geniş çaplı katliamlar soykırım olarak tanınabilecek ve başta askeri ve teknolojik olmak üzere Türkiye’de gerçekleştirilecek olan ihalelere Fransız firmalarının girmeleri engellenecektir. Böyle bir tasarının kabul görmesi halinde, Türk halkının, Fransız mallarına yönelik bir tepki hareketinin ortaya çıkması da olasıdır. Nitekim bugün itibarıyla Fransa ile Türkiye’nin dış ticaret hacmi yaklaşık 12 milyar avro dolayındadır ve bu ticaret artış trendi içerisindedir. Bu nedenle tasarının kabul görmemesi için çalışma yapmakta olan en önemli aktörler, Fransız iş adamları ile büyük ölçekli Fransız şirketlerinin hissedarları ve profesyonelleridir.
Ermeni Diasporası’nın merkez üssünün Fransa olduğu söylenebilir. Ne var ki, ABD’de yaşayan Ermeniler de bu konuda oldukça etkin çalışmalar yürütmektedirler. Geçtiğimiz günlerde ABD Temsilciler Meclisi’nde kabul gören ve Türkiye’nin, “ülkedeki Hıristiyanların haklarına saygı göstermesini” isteyen 1306 numaralı karar tasarısının arkasındaki en önemli güç de Ermeni diasporasıdır. Bu karar tasarısı siyasal anlamda bağlayıcı olmasa da, sembolik manada önemli bir içeriğe sahiptir. Yine önümüzdeki günlerde Los Angeles Federal Mahkemesi’nde görülecek olan ve içeriğini 1915 yılında devlet tarafından el konulduğu iddia edilen Ermeni mülklerinin (Adana-İncirlik dolaylarında) oluşturduğu toprak ve tazminat içerikli davalar da sembolik bir önem taşımaktadır.
Bu girişimler göz önünde bulundurulduğunda, anavatanındaki siyasal ve ekonomik iflasın farkında olmadan hareket eden Ermeni diasporasının kimlik arayışını Türkiye üzerinden yürüttüğü ve Türkiye’ye karşı topyekûn bir mücadele içerisine girdiği söylenebilir. Türkiye, bu eylemlere karşı yerinde ve zamanında bir direnç göstermeyip krizi erteleme anlayışına yöneldiği takdirde, bugün Fransa ile yaşanan meseleye benzer birçok krizle daha karşı karşıya kalacaktır. AB’nin temsil ettiği yumuşak güç ve birlik üyeleri ile geliştirilen karşılıklı çıkara dayalı ilişkiler önemlidir. Ancak bu ilişkilerin ve işbirliği ortamının üzerine oturtulacağı zemin, tarihimizi ve ulusal gururumuzu zedeleyecek bir yapıda temellendirilmemelidir.
Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi