Arnavutluk, artık Enver Hoca’nın dünyaya kapalı tuttuğu bir ülke değil ama demokrasiye geçişinin 20. yılında da hala kapalı kutu özelliğini koruyor. Doğrudan ilgili olduğu Kosova’nın bağımsızlık süreciyle, Yunanistan’la yaşadığı azınlık sorunuyla ya da ülkedeki yoğun misyonerlik çalışmalarının ülkeyi sürüklediği kaosla dünya gündeminde kendine yer açamayan Arnavutluk, yoksulluğun sebep olduğu göçlerle veya ülkedeki protestolarda gerçekleşen ölümlerle kendinden bahsettirebiliyor. Enver Hoca döneminde hakim olan sessizlik, önce 1997’deki Banker Krizi ile ve şimdi de 2011’de ölümlü gösterilerle bozuldu.
Son olaylara dek zaten 1,5 yıldır hükümeti yolsuzluk ve 2009 seçimlerinde hile yapmakla suçlayan Sosyalistler, hükümet istifa edene dek protestolarını sürdüreceklerini açıkladılar. Esasen Arnavutluk’un temel sorunlarından birisi rüşvet ve yolsuzluk ise diğeri de “erken seçim” çağrılarıdır. İlki ülkenin kalkınmasını, refahın eşit yayılımını engellerken ikincisi de bitmek bilmez siyasi krizlere neden oluyor. Her iki sorun da yıllardır devam ediyor, aşılamıyor ve aslında alışmışlık duygusu yaratıyor. Bu nedenle de ne protestolara katılım halk düzeyinde yaygınlaşıyor ne de karşıt gösteriler hazırlanıyor.
Bugün için anlaşılan 21 Ocak 2011’de en şiddetlisi yaşanan protesto ve gösterilerin, ana muhalefetteki Sosyalistlerin katılımı düzeyinde kaldığıdır. Buna Arnavutluk Dışişleri Bakan Yardımcısı Edith Harxhi’nin protestocuların 80 otobüsle Tiran’a taşındığı ve kendilerine yevmiye ödendiği iddiaları[1] da eklendiğinde, katılımın önemli ölçüde muhalefetteki partinin çabası ile sağlandığı anlaşılmaktadır. Bu da sürecin Tunus’ta ya da Mısır’da kalabalıkların bir anda sokağa çıkışı ile benzeşmediğini göstermektedir.
Balkanlarda Etkileşim
Tunus olaylarının Arnavutluk’a ve hatta buradan Sırbistan’a, Makedonya’ya ve Bosna-Hersek’e sıçraması ihtimal dışı olmasa da bunun Arnavutluk’ta Edi Rama liderliğinde olamayacağı kesindir. Hatta bir siyasi partinin ön plana çıktığı gösterilerde aslında katılımın beklenenden düşük gerçekleştiği de bu olayla anlaşılmıştır. Belki isimsiz liderlerin birkaç koldan tertipleyeceği gösteriler, Arnavutluk’ta Tunus benzeri bir görüntü yaratabilirdi ve ancak bunu da Mısır’daki gibi iki grubun birbirini hedef alması izlerdi. İki grubun oluşması, Mısır’daki gibi hükümet yanlıları- muhalifler şeklinde gerçekleşmesi ihtimal dışıdır ancak din cephelerinin ya da bugün öngörülemeyen farklı nedenlerle ortaya çıkan cepheleşmelerin iç savaş görüntüsü yaratması söz konusu olabilirdi.
Arnavutluk’ta Sosyalistlerin çizgisinde kalan protesto ve gösterilerin Tunus ya da Mısır’daki halk kitlelerinin katılımını sağlayamamasının temel nedenlerinden biri Arnavutluk’ta değiştirilmek istenen bir diktatör rejiminin bulunmaması, diğeri de Edi Rama’nın da yolsuzluk ve rüşvet iddialarının hedefinde bulunmasıdır. Ayaklanan ve ayaklanması beklenen Arap ülkelerinden farklı olarak Arnavutluk’ta demokrasi, eksiklikleriyle de olsa mevcuttur ve seçimlerle iktidar el değiştirebilmektedir.[2] Bu anlamda şaibe iddialarıyla da olsa ve şeffaflığı konusunda kimi şüpheler dile getiriliyorsa da seçim sistemi işlemektedir ve çok partili bir ortam sağlanmıştır. Muhalefet yaşama imkanı bulmaktadır ve sistemden dışlanmadığı gibi görünmez güçlerce de cezalandırılmamaktadır. Arnavutluk medyasının da hükümet kontrolünde ve baskısı altında bulunduğu söylenemez, pek çok ülkede olduğu gibi çeşitli grupların etkisi söz konusudur bu da demokrasinin işlediğini göstermektedir. Aslında Tiran gösterilerini demokratik yürüyüşe çevirme girişimi de yapılmamıştır. Yapılsaydı da mevcut durumu değiştireceği düşünülemezdi.
Edi Rama Liderliği
Gösterilerdeki liderin ve yegane sözcünün Edi Rama olması da, katılımın genişlememesinde etkendir. Aslında dünya çapındaki Batı tipi değişimlerde ismine sık rastlanan George Soros’la yakınlığı ona bir devrim başarısı getirmeliydi ancak şimdilik kaydıyla Arnavutluk’ta bir dönüşüm harekatının lideri olamadığı kesin. Bunda Müslümanları hedef alan açıklamaları ve başkentte Cami yapımını engelleyen isim olması da önemli bir faktördür. Edi Rama, Tiran Belediye Başkanı olarak çarpıcı işlere imza atmış, şehri bir anlamda canlandırmış ve yeniden yaratmışsa da pek çok belediye başkanı gibi yolsuzluk, rüşvet, ihaleye fesat karıştırmak ve görevi kötüye kullanmak gibi suçlamalara da maruz kalmıştır.[3] 2009 seçimleri öncesinde de gündeme gelen iddiaların, seçim sonrası süreçte de gündemde kalması takipçilerinin sınırlı olmasında etkili olmuştur. Seçimlerde partisine ismiyle sağladığı oy katkısının, gösterilere katılanlardan daha fazla olduğu düşünülebilir. Bu noktada, eylemin ve Edi Rama’nın güvenilirliği kadar Arnavutluk halkının sokaklara dökülme niyet ve isteğinin canlı olmadığı çıkarımını yapmak da mümkündür.
Tiran Olaylarının Tehdit Boyutu
Arnavutluk’ta gösteriler, muhalefetteki Sosyalistlerin seçim itirazı protestolarının erken seçim çağrısına dönmesinden ibarettir. Ancak risk analizi yapıldığında birkaç senaryo dikkate alınmalıdır. İyimser senaryoda, Edi Rama’nın 4 Şubat’taki protestonun ardından ifade ettiği “parlamentoda diyalog arayacakları” sözleri çerçevesinde Sosyalist milletvekillerinin –milletvekillikleri oturumlara katılmamaları nedeniyle düşürülmeden önce- parlamentoya dönmesi ve gösterilerin de etkisini kaybederek sürmesi bulunmaktadır. Bu senaryoda hükümet ve parlamentonun sıkıntılara rağmen görevlerinde kalması söz konusudur. Ancak 24 Şubat 2010’da parlamentoya dönüp hemen ardından tekrar parlamento katılımını protesto ettikleri hatırlanacak olursa kısır döngünün devam etmesi yüksek ihtimaldir. Yerel seçimlere dek siyasi istikrarsızlığın bu şekilde süreceğine kesin gözüyle bakılabilir. Yerel seçim sonuçları, hükümetin devamı bakımından önemli bir veri olarak iki tarafça da kullanılabilecektir.
Kötümser senaryoda ise 1997’deki olaylara benzer bir sürecin yeniden yaşanması ve Sali Berisha’nın apar-topar hükümeti bırakması söz konusu olabilir. Nitekim dış ve iç konjonktür 1997 dönemini hatırlatmaktadır. O dönemde de Sali Berisha bu kez cumhurbaşkanlığı makamı ile ön planda idi ve parlamento çoğunluğu ile de hükümet Demokratlar’da idi. Yine o dönemde de ana muhalefette Sosyalistler bulunuyordu. Yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile bankerlerin sebep olduğu toplumsal çöküş kıyaslanamayacaksa da Berisha’nın o dönemde iç savaş endişesi ile hükümetten çekilmesini tetikleyen dış konjonktür gelişmeleri bugünü andırıyordu. Türkiye kaynaklı tehdit söylemi ile ABD’yi harekete geçiren Yunan lobisi, o dönemde Türkiye ile ilişkilerini yavaşlatan ve Yunanistan’la yakınlaşan Fatos Nano’nun iktidarının önünü açmıştır.
Ülkede yolsuzluklar had safhadadır ancak ülke çoğunluğunun canı, bu yolsuzluklar nedeniyle Banker Krizi’nin yaşandığı dönemdeki gibi yanmamaktadır. Yönetime dönük eleştirel bakış, o dönemde olduğu gibi ülkeyi terk etmeye varacak noktada değildir. Yolsuzluklar bir şekilde tolere edilebilmektedir ve ülkenin AB perspektifi halkın mevcut durumun değişeceği yönündeki umudunu canlı tutmaktadır. AB’nin 1 Ocak 2011’den itibaren geçerli olmak üzere vizeleri kaldırması da mevcut durumda ve gösterilerin büyümemesinde etkendir. Dile getirildiğine rastlanılmamışsa da onun döneminde AB yolunun açılması ve vizelerin kaldırılması nedeniyle Berisha’nın sempati topladığı da düşünülebilir. Gösteriler ve protesto eylemlerinde 4 göstericinin hayatını yitirmesinin yarattığı olumsuzluklardan sıyrılabilirse hükümetin AB başarılarını 8 Mayıs 2011’deki yerel seçimlerde oya dönüştürmesi söz konusu olabilir. Ancak 2013’deki olağan genel seçimlere dek iktidarını koruması şüpheli görünmektedir.
Gözde KILIÇ YAŞIN
21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Kıbrıs ve Balkan Uzmanı
http://www.21yyte.org/tr/yazi6149-Arnavutluk_Olaylarinin_Tehdit_Boyutu_.html
[1] Yorgo Kırbaki, Hürriyet, 24 Ocak 2010
[2] Sali Berisha partisinin başından ayrılmaması, görev teslimini gerçekleştirmemesi nedeniyle eleştiriliyorsa da bu daha ziyade parti içi demokrasi ile ilgilidir ve seçimlere olumsuz bir yansıma yaratmamaktadır. Üstelik Mısır’daki Mübarek ya da Suriye’deki Esad ya da diğer benzerleri gibi ülke yönetiminin tek aktörü olmakla partisinin başında kalmaktaki isteklilik aynı ölçütlerle ele alınamaz.
[3] Şehirdeki bütün inşaat ihalelerden yüzde 20 pay aldığı iddiası da bu çerçevede önemlidir.