Arjantinli Türkiye-Latin Amerika İlişkileri Uzmanı Ariel Levaggi ile Mülakat

Dr. Ozan Örmeci: Sayın Levaggi, e-mülakat önerimizi kabul ettiğiniz için size teşekkür ederim. Kariyerinizle başlamak isterim. Lütfen okurlarımız için bize iş geçmişiniz ve Türkiye ve Orta Doğu üzerine çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?

Ariel Gonzalez Levaggi: UPA için bu soruları cevaplandırmak benim için de bir keyif. Bence Orta Doğu politikasının Latin Amerika’dan nasıl algılandığı ve buraya nasıl yansıdığını anlamak önemli. Türkiye her zaman farklı medeniyetlere dayanan çoğulcu kimliği ve siyasi, ekonomik, kültürel çeşitliliğiyle benim ilgimi çekiyordu ancak beni Türkiye hakkında çalışmaya ve uzmanlaşmaya iten en önemli neden Türk dış politikasının yöneliminde son dönemde yaşanan değişim oldu. Son dönemde Türk dış politikası Afrika ve Latin Amerika’ya da açılarak küresel bir nitelik kazandı. Geçtiğimiz 4 yıldır Arjantin Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nde (Argentine Center of International Studies – CAEI) Orta Doğu uzmanı olarak çalışıyor ve çeşitli basın-yayın organlarında Türk Dış Politikası ve Türkiye-Latin Amerika ilişkileri üzerine yazıp-çiziyorum. Ayrıca eklemem gerekir ki; La Plata Ulusal Üniversitesi (UNLP) Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Avrasya Departmanı’nda Türkiye Çalışmaları araştırmacısı, Akdeniz Politikaları Merkezi’nde (Mediterranean Policy Centre – APM) Danışma Kurulu Üyesi, Irak Araştırma ve Çalışma Merkezi (Iraqi Center for Research and Studies – ICRS) Onursal Üyesi ve Orta Doğu üzerine yayınlar yapan e-dergi Encompassing Crescent’in Güney Amerika sorumlusu olarak görev yapıyorum.

Dr. Ozan Örmeci: Sayın Levaggi, “A Different Path: Assessing Turkey’s Foreign Policy in Latin America” adlı makalenizde son yıllarda Türkiye-Latin Amerika ilişkilerinin gelişiminden Türkiye-Brezilya ilişkilerine özel bir atıf yaparak söz ediyorsunuz. Lütfen bize gelişen Türkiye-Latin Amerika ilişkilerine uygun ortam sağlayan saiklerden söz edebilir misiniz?

Ariel Gonzalez Levaggi: Tarihsel olarak Türkiye-Latin Amerika ilişkilerinin genel karakteristiği düşük yoğunluklu olmasıdır. Bu düşük yoğunluğun nedenleri arasında en önemli olan kuşkusuz coğrafyadır. Ancak buna karşın Türk Dış Politikası açısından bakıldığında üç önemli kurucu adımdan söz edilebilir; ilki dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 1995 yılında Arjantin, Brezilya ve Şili’ye ziyareti, ikincisi 1998 yılında “Latin Amerika ve Karayipler Eylem Planı”nın uygulama konulması ve son olarak da 2006 yılının Türkiye’de “Latin Amerika ve Karayipler Yılı” olarak ilan edilmesidir. Bu üç somut girişim, diğer bazı diplomatik temasların da etkisiyle, işbirliği anlamında dinamik bir gündem belirlenmesini sağlamıştır. Amerika Birleşik Devletleri hegemonyasının zayıflaması ve yeni bölgesel güçlerin ortaya çıkması gibi sistemik faktörlerin yanında, Türkiye’nin uluslararası kimliğinin değişimi, piyasa çeşitliliği çabaları ve uluslararası forumlarda ortak hareket etme gibi nedenlerle Türkiye ve Latin Amerika ülkeleri işbirliği anlamında derinleşebileceklerini fark etmişlerdir. Latin Amerika ve Karayipler Türk diplomasisi için bir fırsatlar alanı, yenidünya düzeninde önemli bir ülke haline gelen Türkiye de Latin Amerika’daki dinamik özel sektör için cazip bir pazar olarak algılanmaya başlamıştır. İki taraftaki ekonomilerin canlılığı ve uluslararası forumların artan önemi iki tarafta da ilişkilerin geleceği hakkında olumlu duygular uyandırmıştır. Brezilya ve Türkiye açısından ise; her iki ülke de kendi bölgelerinde, yani Brezilya Güney Amerika’da, Türkiye ise Avrasya ve Orta Doğu’da, bölgesel güç haline gelmek ve küresel oyuncu olmak istedikleri için ikili ilişkiler ve yardımlaşma önem kazanmış ve artmıştır.

Dr. Ozan Örmeci: Sayın Levaggi Türkiye ile Latin Amerika ülkeleri arasında gelişen ekonomik, siyasi ve kültürel bağlar kurmanın olumlu ve olumsuz sonuçları sizce neler olabilir? Türkiye’nin NATO üyeliği bu anlamda negatif rol oynayabilir mi?

Ariel Gonzalez Levaggi: Bu ilginç bir soru. Latin Amerika ülkeleri ve Türkiye arasındaki bağların temel özelliği ilerleyen yıllarda devletler ve toplumlar arasında çok geniş alanlarda plan-programların uygulamaya sokulabilecek durumda olmasıdır. Gelecek potansiyeli ilişkilerin en umut veren yönüdür. Siyasi bağlar anlamında, Türkiye’nin Latin Amerika ülkelerindeki temsilciliklerinin ve diğer devlet kuruluşlarının varlığının şu an için zayıf olduğunu düşünüyorum. Diplomatik ve siyasi misyonlarda ancak son yıllarda gözle görülür bir artış olduğunu söyleyebilirim. Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 2012’yi Türkiye’nin Latin Amerika’ya açılım yılı olarak telaffuz ettiğini biliyoruz. Bence bu politika bir ölçüde başarılı oldu, ancak ilgisizlik nedeniyle henüz köklü ilişkiler tesis edilemedi. Türkiye bölgeye yönelik aktif bir politika geliştirirken, Latin Amerika ülkelerinin buna tepkileri daha karmaşıktı. Diğer kurumlardan farklı olarak Yunus Emre Enstitüsü, Türk Hava Yolları ve Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) bölgedeki varlıklarını arttırdılar. Ekonomik işbirliği anlamında ilişkilerin gelecek yıllarda 10 milyar dolar seviyesine kadar artabileceğini tahmin ediyorum. Her iki tarafta da bunu etkileyen küresel ekonomik krizin sonuçları, dünya piyasalarının durumu, ekonomik özgürlüklerinin ve yatırım fırsatlarının konumu, ekonomik misyon ve iş konseylerinin varlığı gibi yapısal etkenler olduğunu düşünüyorum. Kültürel alan ise en fazla ihmal edilen taraf. Latin Amerika’da çok az sayıda kişi Türkçe biliyor ve Türkiye’de de İspanyolca ve Portekizce bilenlerin sayısı çok değil. Öte yandan, akademik işbirlikleri neredeyse hiç yok ya da çok düşük düzeyde. Son yıllarda bu durumu değiştirmek adına kurulan İstanbul Cervantes Enstitüsü (2001), Ankara Üniversitesi’ne bağlı olarak kurulan Latin Amerika Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi ve ODTÜ’deki Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları yüksek lisans programı önemli adımlar. Fakat genelde birbirimizi çok az tanıyoruz ve ancak birbirimizi tanıdıkça siyasi bağlarımızı güçlendirebiliriz. Türkiye’nin NATO üyeliğinin ise Latin Amerika ile ilişkilerini sınırlandırmadığı sürece ilişkilere olumsuz bir etkisi olacağını sanmıyorum. Ancak Türkiye’nin İran ve Suriye konularında olaya müdahil olma derecesi Venezüella ve Bolivya gibi anti-emperyalist ülkelerle olan ilişkilerini sınırlandırabilir.

Dr. Ozan Örmeci: Sayın Levaggi Türkiye’nin Suriye krizi ve İran’ın nükleer programı konusundaki pozisyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durum Latin Amerika’da nasıl algılanıyor?

Ariel Gonzalez Levaggi: “Arap Baharı” süreci ve “Suriye Krizi” algıları, stratejik hesapları ve Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik dış politikasını değiştirdi. “Komşularla sıfır sorun” politikası Tunus, Mısır ve Libya başta olmak üzere bölge ülkelerinde ortaya çıkan yeni siyasal ve sosyal aktörler nedeniyle radikal bir değişim geçirdi. Bu süreç öncesi Türkiye’nin bölgedeki rolü, farklı ülkeler arasındaki arabulucu görevi ve ekonomik ve kültürel aktivizme dayalı dış politikası ile bölgede istikrar sağlayıcı bir konumdaydı. Türkiye’nin demokratik yapısının öne çıkarılması yalnızca bir uluslararası demokrasi pazarlanması değil, bölgedeki rolünün ve gücünün de artmasıyla ilgiliydi. Geçen yıl yaşanan olaylar Türk Dış Politikası’nın yönetimini zorlaştırdı ve İran-Türkiye ilişkilerini de güvenlik sebepleriyle sınırlandırdı. Şu anki senaryoda Türkiye’nin “Suriye Krizi” karşısındaki tutumu aynı anda hem stratejik problemlerin kaynağı, hem de ülkenin bölgesel güçlerin birinden bölgesel güce dönüşmesinde fırsat olarak gözüküyor. Ancak bu durumun ülkenin imajı açısından getirdiği riskler özellikle Latin Amerika açısından hissediliyor. Bu bölgede demokratik rejime büyük destek olsa da, yabancı müdahalelere ve iç savaşa karışılmasına karşı olunması konusunda köklü bir gelenek var. Basın ve akademik dünya Suriye’de ne olup bittiği konusunda çok fazla fikir sahibi olmasa da, Türkiye’nin ve NATO’nun artan müdahaleci eğilimlerinden endişe duyulduğu kesin.

Dr. Ozan Örmeci: Sayın Levaggi bize Türkiye’de takip ettiğiniz akademisyen, gazeteci ve siyasetçilerin isimlerini verebilir misiniz?

Ariel Gonzalez Levaggi: Çağdaş Türkiye Çalışmaları birçok önemli akademisyenin yer aldığı bir alan. Siyaset bilimi ve sosyoloji alanında Şerif Mardin, Metin Heper, Kemal Karpat, Nilüfer Göle, Nilüfer Narlı ve İbrahim Kaya, uluslararası ilişkiler alanında Bülent Aras, Şaban Kardaş, Ziya Öniş, Mustafa Aydın, Mensur Akgün ve Baskın Oran gibi isimleri takip ediyorum. Dengeli bir görüşe ulaşabilmek için genelde Zaman, Hürriyet ve Radikal gazetelerini okuyorum. Gazeteciler arasında görüşlerine en fazla önem verdiklerim Cengiz Çandar, Mustafa Akyol, Ali Bulaç ve Şahin Alpay. Siyasetçiler arasında doğal olarak öncelikle iktidar partisinin önemli isimlerini yani Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu, ayrıca Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ve Barış ve Demokrasi Partisi Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı dikkatle takip ediyorum.

Dr. Ozan Örmeci: Bu keyifli mülakat için size teşekkür ediyoruz.

Dr. Ozan ÖRMECİ

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...