Prof. Aras: İsrail bölgede yabancılaşmasına rağmen dış politikasını iç politikaya endekslemiş durumda. Küresel hegemonya krizi ve Arap Baharı, bölgesel müttefik arayışında ona çok sorunlu bir dönem vaat ediyor.
İsrail’in, abluka altına aldığı Gazze’ye insani yardım götüren uluslar arası yardım gemisi Mavi Marmara’ya saldırarak 9 sivil ve iyi yürekli Türkiye insanını öldürmesinin ardından çıkan kriz derinleşerek sürüyor. Çünkü olayı inceleyen ve İsrail’i cinayetler konusunda haksız, Gazze ablukası konusunda haklı bulan BM Palmer Raporu üzerindeki tartışma harareti artırıyor. Türkiye’nin İsrail’e karşı açıkladığı yaptırım kararlarına İsrailli yetkililerin de eski şımarıklılıklarıyla cevap vermesi, tahammül sınırlarını zorlayarak akılcı siyasetin yerini duygusallığın alması riskini getiriyor. Evet, ama görünen o ki CHP dışında Türkiye genelinin desteğini alan hükümet, bu konuda hem akılcı hem vicdanlı bir politika yürütmekte ısrarcı. Buna rağmen Türkiye’nin İsrail’e karşı aldığı tutum eleştirilere ve sorulara açık.
Türkiye İsrail konusunda ne yapıyor, neden yapıyor, bundan sonra ne yapacak? Bu bir strateji değişikliği mi? Siyaseten büyümek, nüfuz alanlarını genişletmek için meydan okumak, risk almak mı zorunda? Türkiye hükümeti, İsrail’e karşı ‘dinsel bir nefret’ duyuyor olabilir mi? Mavi Marmara olayında ve Palmer Raporu’nun bu şekilde çıkmasında hükümetin suçu kusuru var mı? Bu ve benzeri soruları, Türkiye dış politikasında strateji geliştirmekle sorumlu kurumun başındaki kişiye, Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Prof. Bülent Aras’a sordum.
CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu BM Palmer Raporu’nu “dünya kamuoyunun olumlu desteğine rağmen dış politika tarihimizin en ağır hezimeti” olarak niteledi. Bunu siz de bu derece ağır mı bulur musunuz yoksa Kılıçdaroğlu’nu haksız mı bulursunuz?
Palmer Raporu, ilgili komisyonu çağıran ülkelerin imzalamadığı, uluslararası kamuoyunu ikna edemeyen, bağlayıcı olmayan bir rapor. Hezimet yorumu, Palmer Raporu’nun Gazze ablukasını meşrulaştırıcı yorumu ve İsrail askerlerinin suçunu hafifleten ifadelerine dayanıyor. Ancak bu raporun ne Gazze ablukası, ne de İsrail askerlerinin Türk vatandaşlarını öldürmesi konusunda uluslararası kamuoyunda aleyhte bir etki doğurduğunu söylemek mümkün değil.
İsrail, raporu neden imzalamadı o halde?
İsrail’in raporu imzalamaması, bir yandan suçlu bulunduğu konulardan kurtulmayı hedeflemesiyle, bir yandan da İsrail’in lehine görülen iddiaların ikna edicilikten uzak olmasıyla ilgili. Ayrıca Palmer Raporu Türkiye’nin hukuk arayışı sürecinde bir aşama. Devam eden sürecin içerisinden bir resim çekerek, hezimet olarak değerlendirmek sağlıklı bir dış politika analizi değildir.
SÜREÇ HUKUKİ, KARAR SİYASİ
Türkiye BM sürecini yeterince dikkatli, doğru ve etkili yönetemedi mi? Türkiye’nin yüzde yüz haklı olduğu bir konuda rapor neden böyle çıktı?
BM çerçevesinde kurulan komisyonlardan ve panellerden, ilgili tarafları eşit düzeyde rahatsız eden, göz ardı edilemeyecek hak ihlalleri olduğu zaman, hukuka uygun kararlar vermesi beklenir. Komisyonların kararlarının hukuki sonuçları olduğu düşünülmesine rağmen, karar alma süreci siyasidir. Türkiye komisyona yeterince adli delil, hukuki mülahaza sağlamış, araştırma sürecinde aktif şekilde üzerine düşeni yapmıştır. Bağımsız bir komisyon ve karar alma sürecinde tarafsız olması beklendiği unutulmamalı. Türkiye, komisyonla ilgili süreci sorumlu bir aktör olarak götürmüştür. Ancak hiç bir şekilde uluslararası kamuoyu nezdinde bu kadar çabuk değersizleşecek bir raporun ortaya çıkacağını kimse tahmin edememişti. Ortada iyi yönetilemeyen bir sürecin olduğunu söylemek doğru değil. Sorun, komisyonun yetersizliği ve ölçüsüz değerlendirmelerinde.
Goldstone Raporu ile ilgili de tuhaf ve üzücü bir “çark ediş” olmuştu. Konu İsrail ise çarklar nasıl işliyor BM’de?
İsrail devleti meşruiyetini BM’den almıştır. İsrail’in Filistin toprakları üzerinde genişlemesine en sert tepkiler de BM’den gelmiştir. Aynı BM birçok hukuk ihlalini gözardı etmiş, bir kısmına ise destek olmuştur. Sorunun temelinde BM’nin, İsrail ile ilgili konuların bir mücadele alanı haline gelmiş olması var. Hukuki süreçler, siyasi süreçler birer mücadeleye dönmekte, birbiriyle zıt kararlar aynı bünyede kısa süre içerisinde görülebilmektedir.
MUHALEFET TÜRKİYE’NİN YANINDA OLMALI
Mavi Marmara Raporu’nun basına sızmasından sonra Ak Parti Milletvekili ve eski büyükelçi Volkan Bozkır, BM komisyonunda Türkiye’yi temsil eden emekli büyükelçi Özden Sanberk’i eleştirdi. CHP lideri Kılıçdaroğlu da Sanberk’in eleştirilmesini eleştirerek sorumluluğun hükümette olduğunu söyledi. Başka iki yönlü eleştiriler de oldu. Sormak istediğim şey şu: Dışişlerimizin bir ihmali ya da “yanlış hesabı” mı olmuştur orada?
Sayın Sanberk ile ilgili eleştiriler raporun içeriği ortaya çıkınca çekilmesi gerektiği ya da BM Genel Sekreteri ile sonuç resmine girmemesi üzerinde toplanmış durumda. Yani Sanberk ile ilgili eleştiriler içerikten ziyade şekil ile ilgili. Bilinmesi gereken ise Sanberk’in çekilmesinin rapor üzerinde bir sonucu olmayacağıydı. Sayın Kılıçdaroğlu zannımca erken bir değerlendirme ile hareket etmekte ve sorumlu aramaktadır. Ana muhalefet günümüz dünyasında etkili dış politika aktörlerinden biridir ve Türkiye’nin önümüzdeki dönemde hukuk mücadelesinde yapıcı rol oynaması ülkenin çıkarları açısında olmazsa olmaz bir koşuldur.
RAPOR BİR YOL KAZASI
Sanberk’in herhangi bir hatası kusuru olmadı yani?
Sayın Sanberk BM Komisyonunda Türkiye’nin temsilcisi olarak yer almıştır. Komisyonla süreç Sanberk’in temsilciliğinde, ancak Dışişleri Bakanlığının kontrolünde yürütülmüştür. Hukuken, sadece Türkiye ve İsrail açısından değil, uluslararası toplum tarafından yok kabul edilen bir rapor için suçlu ya da kusur aramanın anlamı yok. Palmer Raporu bir yol kazasıdır ve Türkiye-İsrail ilişkilerinde ve Amerika gibi ilgili etkili ülkelerin konumları açısından hemen hiçbir pozitif katkı sağlamamıştır. İsrail’e reel politik ya da psikolojik bir katkısı olmamış, Türkiye ile sorunlarının çözümünü derinleştirmiş ve çözümü ertelemiştir.
HEGEMONYA KRİZİ YAŞANIYOR
Çok yakın döneme baktığımızda bile İsrail’in Lübnan saldırısı, Gazap Üzümleri, Gazze ablukası, Mavi Marmara, ardından Palmer raporu… Sadece bu olaylar bile “Mahallede işlerin bir tuhaf yürüdüğünü, mahallenin sevimsiz ve sevilmeyen şımarık oğlanı”nı açık ediyor. Ama onu şımartanı da işaret ediyor aslında. Bütün bu süreçte Amerika nerede?
İsrail, 2000’li yılların ilk on yılının sonuna doğru küreselleşmenin hegemonya krizini, yani lider ülke krizini kullandığını düşünüyorum. Küresel sistem yapı değiştiriyor ve bu kabuk değiştirme sırasında bölgesel alt sistemlerde manevra alanları genişliyor ve bu büyük güçlerin doğrudan müdahale güçleri sınırlanıyor. Küresel ekonomik kriz ve küresel güvenlik yapılanmasının krizi de bu duruma eklenince bölgesel güçler, kendi bölgelerinde serbestçe at koşturabiliyorlar. ABD ve AB’nin etkisizliği ve bölgesel güçlerin hiçbirinin tek başına belirleyici olamaması, İsrail’e bir hareket serbestisi sağlıyor. Amerika içine kapandığı bu belirsizlik ortamında İsrail’i neredeyse bir iç politika sorunu olarak lanse eden güçlü bir lobinin etkisiyle kendi çıkarlarını belirleme sarkacında politikalarını belirliyor.
‘ABD İSTERSE YAPAR’ DEVRİ BİTTİ
Amerikan’ın iki müttefiki arasında gerilim giderek artıyor. Gerilimin düşmesinde, sorunun hal yoluna girmesinde ABD yeterince sorumluluk aldı mı sizce?
Amerikan yönetimi raporun basına sızdırıldığı son ana kadar sürecin içerisinde olmuş, iki müttefiki arasındaki sorunu çözme çabalarına devam etmiştir.
Sorumluluktan öte ve önce, ahlaki bir tutum alması gerekmez miydi? Hakem ve uzlaştırıcı rolü olması gerekmez miydi?
Aslında burada gözden kaçırmamamız gereken durum, küresel hegemonya krizi. ABD dahil hiç bir aktörün hakem ve uzlaşı rolünde kesin başarıya ulaşacağının garantisi yok. Yani “Amerika isterse yapar” sözü bir gerçekliğe tekabül eden durum değil artık. Zaten Amerika, özellikle öldürülenlerden birinin Amerikan vatandaşı olduğu düşünülürse, Roger Cohen’in de yakınlarda vurguladığı gibi, beklenen sorumlu tutumu sergilemediği için eleştirilere maruz kalıyor.
Yine de sormak istiyorum: İsrail’e karşı hala gönülden ve göbekten bir bağlılığı var mı Amerika’nın? Obama ile hiç mi bir şey değişmedi?
Amerikan siyasetinde karar alma sürecinin karmaşıklığı, Amerikan nüfusunun apolitik tavrı ve Yahudi lobisinin organize etkisini oldukça önemli hale getiriyor. Amerika’yı İsrail’in çıkarlarını kendi çıkarlarının önünde tutan bir devlet olarak gören bakış bu durumdan besleniyor. Amerika’nın güçlü devlet yapısı kendi çıkarları ile çeliştiği zaman İsrail’e arkasına dönebilecek yapıdadır. Obama ile bir değişim yaşandı aslında. Ancak bu ölçekte büyük bir devlet yapısının alışkanlıklarından çabuk vazgeçmesini de beklememek lazım.
AMERİKA ‘BAHAR’I BEKLİYOR
Arap coğrafyası, Orta Doğu “Arap Baharı” ile iklim değiştiriyor, diktatörlerini alaşağı ediyor. Amerika için kuşkusuz İsrail’i değerli kılan şeylerden biri de, kendisinin bölgedeki çıkarları ve İsrail’in kullanılabilirliği idi. Yeni durum bu çıkar dengesini nasıl etkiler, etkiliyor?
Arap Baharı bir bakıma Amerika’nın Ortadoğu’da azalan etkisi ile mümkün olabildi. Bölgede artık yerel aktörler için bir manevra alanı var, bir kısım ülkelerde toplumsal taleplerle hareketlenmeler var. Amerika ve bölgesel güçler, süreci belirleyecek güce sahip değil. Arap Baharı farklı Arap ülkelerinde, farklı şekilde cereyan ediyor. Mısır, Tunus ve Libya gibi ülkelerde muhalefet şiddetli tepkiler ortaya koyarken, Suriye, Yemen ve Bahreyn gibi ülkelerde muhalefet daha düşük ölçekte etkili. Bir grup Arap ülkesinde ise sadece küçük hareketlenmeler yaşanıyor. Sonuçları farklı zamanlarda ortaya çıkacak bu hareketlenmeler ile bölgenin nasıl bir şekil alacağı Amerika açısından bir bekle-gör durumu. Sürecin başında ortaya atılan öneriler ve şekillendirme çabaları sonuç vermemiştir.
İsrail için her şey hala eskisi gibi mi? Uluslararası kamuoyunda sanki giderek daha fazla yaka silkinen, bir kambur, usanılmış bir yük olarak görülüyor gibi. Bölgede Avrupalı, güçlü, güçlenen, kadim bir devlet –Türkiye- var ve ona “bir dakika” diyor. Türkiye’yi, bu gelişmeleri ne kadar doğru okuyabiliyor İsrail, ne dersiniz?
İsrail yönetimi değişen bir dünyada, yeniden yapılanan bir bölgede yer aldıklarını fark etmiyor gibi. Uluslararası vicdanın nezdinde İsrail yönetimi defalarca mahkûm olmuştur. Sürekli artan bir rahatsızlık mevcut. Reel politiğin incelikleriyle savuşturulan Filistinlilere karşı, zulüm politikaları, küresel vicdanın hafızasında. Türkiye ile 2000’li yılların başından itibaren yaşanan gerilim İsrail için aslında bir uyandırma çağrısı niteliğinde. Ancak İsrail yönetimlerinin bu çağrıyı doğru algıladıklarını söylemek zor. Bu çağrı zaman zaman İsrail kamuoyunda doğru okunup dillendiriliyor ancak genel atmosfer İsrail yönetiminin güvenlik paranoyası ile oluşturduğu korkularla şekilleniyor.
İSRAİL YÖNETİM KRİZİ YAŞIYOR
İsrail içinde de, ekonomik nedenlerle de olsa bazı huzursuzluklar var artık. İçeriden nasıl algılanıyor Türkiye ile ilgili gelişmeler? İsrail kamuoyu Netanyahu’nun yanında mı?
İsrail’de ekonomik sorunlar dolayısıyla ortaya çıkan rahatsızlık dalgasının bir İsrail Baharı ortaya çıkaracağı spekülasyonları yapılıyor. İsrail’de asıl yaşanılan gerilim, kadim Yahudi kültüründen tevarüs eden yönetim aklı ile kurucu siyonist ideolojiden beslenen yönetim tarzının yaşadığı gerilim. Kadim Yahudi kültüründen sadece korkuları devir alan yönetim tarzı, İsrail’i Yahudi geleneğinin akılcı hareket tarzından mahrum bırakıyor. İsrail bir yönetim krizi içerisinde. 1990’lı yıllarda nerdeyse ülkeden kovulma aşamasına gelen liderler, 2000’li yıllarda yeniden keşfedildi. Siyaseti güvelik paranoyasını tırmandırma ve ne kadar korku, o kadar oy bağlamına oturtan İsrail yönetimleri bir çıkmaz sokakta. Akdeniz’de Türk kanı döktüren İsrail siyasetinin arkasında bu zihinsel çıkmaz yer alıyor.
BAŞBAKAN İSRAİLLİLERE KONUŞUYOR
Türkiye’nin söylemini nasıl algılıyor İsrailliler?
Başbakan Erdoğan’ın mesajları aslında bir anlamda İsrail kamuoyunu hedefliyor. İsrail muhalefete her ne kadar görünürde birlik mesajları verse de, her fırsatta Erdoğan’ın söylemiyle Netanyahu hükümetini eleştiriyor.
Türkiye’yi karşısına almak İsrail’in göze alabileceği bir şey midir? Ve devam sorusu: İsrail’i karşısına almak Türkiye’nin göze alabileceği bir şey midir?
Mavi Marmara sonrası ortam iki ülkenin ilişkilerini en alt seviyede tutarak, hukuk süreçleri ile karşılıklı pozisyonları haklı çıkarma mücadelesine şahit oldu. İsrail yönetimi İsrail’in güvenliği için tüm dünyaya kafa tutacağı söylemi ile iç politikada pozisyonunu tutuyor. İsrail’in bölgede yabancılaşmasının rağmına, dış politika içerideki duruma endekslenmiş durumda. İsrail son yıllarda dış politikada esnekliğini hiç bu ölçekte kaybetmemişti. Küresel hegemonya krizi ve Arap Baharı, İsrail için bölgesel müttefik arayışında oldukça sorunlu bir dönem vaat ediyor. Türkiye bölgede derinliğini artırırken, kimin kime ne kadar ihtiyaç duyduğu sorusu anlamsızlaşıyor.
MAVİ MARMARA’DA SORUMLU KİM?
Olay sonrası Türkiye’nin yapması gerekeni yaptığı konusunda hemen herkes hemfikir ancak Mavi Marmara olayının oluşuna dair sorgulamalar da var, hükümetin bu konuda önleyici bir tutum tedbir almayarak –ve hatta “İHH’yı şımartarak” desteklediği ve olaya sebebiyet verdiği yönünde. Ne diyorsunuz?
Sayın Başbakan ve Sayın Dışişleri Bakanımız bu konuda defalarca açıklama yaparak izahatta bulundular. En geniş manada önlemler alındı. Ancak Akdeniz’de, uluslararası sularda Türk vatandaşları öldürüldükten sonra, Türkiye’nin sessiz kalmasını beklemek anlamsız. Bu durumu aslında herkesten önce İsrail’in anlaması gerekir. Kaçırılan askerleri için komşu ülkeler dahil bombalar, füzeler yağdıran bir ülkenin, hukuksuz cinayetlerin karşılıksız kalacağını beklemesi kendi içinde bir ironi.
ARAP SOKAĞININ ERDOĞAN SEVGİSİ
Peki. Başbakan’ın Arap sokaklarında bir numaralı lider olduğunu biliyoruz. Kılıçdaroğlu’nun da “Başbakan Arap sokaklarının gazına geldi, başımıza olmadık işler açtı” anlamına gelebilecek bir yorumu oldu. Büyüyen, siyaseten de bölgede dünyada söz sahibi olan bir ülkenin bu tür riskler alması, yani “meydan okuması” şarttır vb, diyenler de oldu. Siz ne dersiniz?
Her iki durum da aslında bir tribünlere oynama durumuna işaret ediyor. Ben Sayın Başbakan’ın bu şekilde bir tutum içinde olduğu kanaatinde değilim. Açıklamalarına bakıldığı zaman Türkiye’nin pozisyonunun tutarlı bir şekilde ve kendi çıkarları muvacehesinde ifade edildiğini görüyoruz. Sayın Erdoğan’ın Arap ülkelerindeki popülaritesinin temelinde demokratikleşme, insan hakları ve asker-sivil ilişkilerindeki değişim yatıyor. Aynı kamuoyu, Türkiye’nin sorunlarından da haberdar. Sayın Erdoğan’ın İsrail’e tepkisi tüm bu değerlendirmeler içinde bir faktör. Arap kamuoyunun tutumu ise dış politikasını toplumsal taleplerle şekillendiren, bir demokrat ülkenin dış politika tercihine verilen destektir bence.
CİNAYETLER ÖNGÜRELEMEZDİ
Başından beri tüm bu gelişmelerin ne kadarı Türkiye’nin hesapladığı / ya da öngördüğü şeylerdi?
Hayatın zorluğu, öngöremediğimiz şartlarla yaşamak zorunda olmamız. Uluslararası ilişkilerde de durum böyle. Türkiye ve İsrail’in bölge politikalarının farklılaşması ile kaçınılmaz bir tansiyon yaşayacağı sıkça söyleniyordu. Ancak mevcut durumun öngörüldüğünü söylemek zor. Hayır, İsrail’in masum Türk vatandaşlarının öldürüleceği ve insanlığın boğulacağını öngören aktör yoktu.
İsrail’e karşı açıklanan 5 yaptırımı CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu anlamsız bulmuştu, ekonomik yaptırım olmadığı müddetçe. Öyle midir? Bu yaptırımlar İsrail’den çok iç kamuoyu için midir?
Türkiye’nin İsrail’e yönelik yaptırımlarında ekonomik yaptırımlara yer verilmedi ancak tüm askeri anlaşmaların askıya alınmasının ekonomik bir anlamı var. Yaptırımlar, İsrail’e Türkiye’nin üç koşulunu kabul ettirmek için uygulamaya konmuştur. Sürecin sonraki aşamalarını yaptırımlarla alınacak mesafe belirleyecektir.
FÜZE KALKANI NATO PROJESİ
Türkiye İsrail ile askeri anlaşmaları rafa kaldırıyor ama öte yandan da “füze kalkanı”na evet diyor. Kalkan’ın İsrail’in güvenliğini garantiye alan bir proje olduğu ortada iken İsrail ile askeri anlaşmaları dondurmak, Akdeniz’de sürekli olacağız demek çelişik değil mi?
Türkiye NATO üyesi bir ülke ve bu üyelikten kaynaklanan sorumlulukları var. Ayrıca vurgulamak istediğim son bir kaç yıldaki Türkiye’nin NATO’daki aktif durumu, önceki on yılların toplamından fazladır. NATO’nun karar sürecinde etkili rol oynanmaktadır ve genel sekreter yardımcılığını üslenmiştir. Füze kalkanı NATO savunma sistemi olarak bir süredir üzerinde çalışılan bir projedir ve bu projeyi İsrail’in güvenliğine indirgemek doğru değildir. Türkiye şekillenmesine katkı sağladığı bir projede sorumluluğunu yerine getirmiştir. Kişisel bir not olarak, Türkiye’nin söz de Batıdan kaydığı iddialarını dillendirenlerin, NATO ilintili bir süreci eş zamanlı olarak eleştirmeleri oldukça ilginç bir durum olarak gözüküyor bana.
İLİŞKİLER DAHA ÖNCE DE DİP YAPTI
İsrail ile diplomatik ilişkiler resmen 2. Katip düzeyinde. Ne olmasını bekliyorsunuz? İklim değiştiren, mikrop kapma olasılığının yüksek olduğu bir dönemde bu bölge, bu gerilimi kaldırabilir mi?
Türkiye ve İsrail arasında daha önce de benzer şekilde ilişkilerin dip yaptığı gözlendi. 1967, 1969 ve 1980 yıllarında uzun süreli olarak ilişkileri çeşitli şekillerde düşük düzeylere indi. Tarihsel bir bakış açısıyla bakıldığında, Türkiye-İsrail ilişkilerinin iyileşmesinin ve kötüleşmesinin sınırları vardır. Geçmişte yaşanan trend devam ederse ilişkilerin dibi gördükten sonra iyileşme sürecine gireceği söylenebilir. Türkiye’nin şartları kabul edilirse kısa sürede mesafe alındığı gözlenebilir. Yaptırımların sonuç alıp almayacağı, BM süreci, Uluslararası Adalet Divanı muhtemel süreci gibi birçok paralel süreç ilişkilerin geleceğini belirleyecek. Türkiye’nin isteklerinin tatmin edilmesi iyileşme için olmazsa olmaz koşul.
ARAP ÜLKELERİ BİZİ ÖRNEK ALIR
Durum bölge açısından nasıl?
Bölgede Arap Baharı ile yeni bir yapılanma olacak. Türkiye, İsrail ve İran hiçbiri tek başına bu sürece yön verecek durumda değil. Bu belirsizliğe Türkiye-İsrail gerginliğinin olumsuz yansıyacağı açık. Ayrıca şunu da eklemek mümkün. Bölgede yeniden yapılanan Arap ülkeleri, İsrail ile ilişkilerinde Türkiye’ye bakacak ve örnek alacaklar. Sayın Başbakanımızın Kahire ziyareti öncesi sosyal medya aracılığı ile Mısırlı gençlerin Sayın Erdoğan’ı karşılamak üzere 1 milyon insan toplamaya çalışması bir örnek. İsrail’in bu durumdan bir ders çıkarması gerekir diye düşünüyorum.
Başbakan’ın Mısır üzerinden Gazze ziyareti süreci nasıl etkiler?
Gazze’ye kesinleşen bir ziyaret takvimi yok. Sayın Başbakan gitme niyetini bir kaç kez ifade etti. Bu tutum Gazze’de insanlık dramı yaşayan insanlar için sembolik önemi büyük bir katkıdır.
HİÇBİR DEVLET PKK’NIN ARKASINDA DURAMAZ
Peki. Öteden beri PKK-İsrail ilişkisinin varlığı yokluğu bir muamma olarak varlığını sürdürür. Su-i zan ötesinde somut bir durum tespiti var mı, hiç oldu mu, iki ülke arasında PKK konusu hangi kelimelerle, cümlelerle konu edilir?
Bu konunun iki ülke arasında gündeme gelmesi söz konusu değildir. Terör örgütünün arkasında durmaya cesaret edecek bir devletin mevcut olduğunu düşünmüyorum.
TÜRKİYE İSRAİL’DEN NEFRET ETMİYOR
Başkanı olduğunuz kurum üzerinden soruyorum: Türkiye’nin İsrail’e ilişkin stratejisi nedir?
Türkiye’nin politikası İsrail’in özür dilemesi, tazminat ödemesi ve Gazze ablukasının kalkması hedefleri ile şekilleniyor. Somali’ye yardım götüren Türkiye’nin, Gazze’deki insanlık dramına sessiz kalması mümkün değil. İki ülke arasında doğrudan bir sorun olarak görülmese de, Türkiye’nin hukuk arayışında İsrail’in Gazze hukuksuzluğunu da dile getirmesinden daha normal bir durum yoktur.
Peki, şu da temel bir soru: Türkiye, hükümet, İsrail’e karşı “dinsel bir nefret” mi duyuyor?
Türkiye’den İsrail’e ne dinsel, ne de ırk esaslı bir nefret söz konusu değildir. Türklerin Yahudilerle ilişkisi Türk-İsrail ilişkilerinden çok daha eski ve çok daha derindir. Osmanlı devletinde ve sonra Türkiye Cumhuriyetinde anti-Semitizm kök salamamıştır. Sorun İsrail yönetimini politikalarından kaynaklanmaktadır.
Kaynak: Star Gazetesi