Türkiye’nin Ortadoğu Coğrafyasına bağlı Arap nüfusu ile arasındaki ilişkiler uzun bir tarihi perspektife dayanmaktadır. Bu birliktelik günümüze kadar iki coğrafya arasında birçok “kardeşlik” ve “dostluk” kavramlarını pekiştirmiştir. Bu süreç iki coğrafyanın birbirine haz birçok etkilerini oluşturmuştur. Aynı sorunlardan etkilenmesi veya aynı fırsatlardan yararlanması yüzyıllardır devam eden bir kader birliğin temellerini attırmıştır.
Türkiye’nin bu coğrafya ile ilişkileri her daim genişletmek istemesi, bu kıtaya istikrar, güvenlik ve refahta katkıda bulunmak istemesi dış politikasının öncelikleri arasında bulunmaktadır.
Bu bağlamda Türkiye’nin başlatmış olduğu Arap dünyası ile mekik diplomasisine özel anlam yüklemeliyiz. Bu atılımın başta Türk-Arap Ligi için kurumsallaşmanın en büyük temeli olacağı şüphesizdir.
Günümüzde Ortadoğu en kritik dönemlerinden birini yaşamaktadır. Bölgesel sorunlar gün geçtikçe karmaşık ve birbiri ile irtibatlı hale gelerek bir kaos oluşturmaktadır. Bu sorunları birbirinden bağımsız olarak ele almak ve çözmeye kalkışmak yapacağımız en büyük hata olacaktır.
Ortadoğu’daki tüm sorunların merkezine Filistin’i almak ve buna göre atılımlar yapmak izlenecek yoldaki ilk adımımız olmalıdır. Filistin meselesindeki ümitsizlik, kızgınlık veya karamsarlık havası tüm bölgeyi ele geçirmiş, radikalizmin beslediği bir iklim havasını oluşturduğu unutmamalıyız.
Bu noktada, Filistinliler ile arasında imzalanan Mekke Mutabakatını her alanı ile hareket geçirmemiz gerekmektedir. Mekke Mutabakatının temeli olan lafzına ve ruhuna uygun olarak birlik ve dayanışmanın pekiştirilmesi en samimi adım olacaktır. Türkiye gibi Ortadoğu Coğrafyasının da, Filistin halkının sıkıntılarını dindirilmesi ve barış sürecinin ilerletilmesi için kaçınılmaz olarak görülecek fırsatların yaratılması gerekmektedir.
Arap Ligi Filistin halkının kendi ihtiyaçlarını gözetleyerek uluslararası toplum ve diyalogu ön plana çıkartacak pragmatik bir siyasi program belirlenmelidir. Türkiye’nin üzerinde durduğu gibi Filistin başta BM olmak üzere birçok uluslararası platformlarda tanınması ve yapıcı bir tutum benimsenerek icraat kabiliyetinin sınırlayıcı yaklaşımlarından kaçınılması gerekmektedir.
Günümüzde İsrail hükümetin tutarsız ve baskıcı politikaları vazgeçerek, somut barış perspektifini benimseyerek Arap Barış Planı’na uyması ve Arap-İsrail ihtilafının çözümü yolunda son derece önemli zeminler hazırlanmalıdır. Aksi takdirde bu tutumu bölge üzerinde birçok gerilmenin zemini hazırlamaktadır. Bu zemin müttefik olan ABD-Almanya ve diğer lobileri de son derece zorda bırakarak rahatsız etmektedir.
Türkiye bu hafta “Arap Baharı” olarak adlandıran geziyi neden yaptığını anlayabilmemiz için öncelikle yakın komşularımızın son durumlarını irdelemek gerekir.
Komşumuz Irak ile başlarsak şuan ki durumları kaygı ve endişe verici boyutlardadır. Her gün onlarca kişi katledilmekte ve bunu mezhep çatışması olarak gösterilmek istenmesi ayrı bir boyuttur. Bu kargaşa ve fitneye son verilerek siyasi birliğin ve toprak bütünlüğünün korunması zorunlu görülmektedir. Bölünmüş bir Irak sadece bu ülke için değil, başta Türkiye ve tüm bölge için sonu önceden kestirilmeyecek yansımaları olacaktır.
Bu saatten sonra Türkiye’nin Irak hükümetine tavsiyesi ulusal uzlaşı sağlayarak, “Iraklılık” orta paydası etrafında birleşmesi en doğru karar mercii olacaktır. Ek olarak bu hükümetin Iraklıları kucaklayan güçlü bir merkezi hükümet, bu bölgede iç barış, istikrar ve huzurun olmazsa olmazları olacaktır.
İran ise nükleer programı ile gelişmelerini en şeffaflık ilkesi ile yakın komşuları ile paylaşmalıdır. Soruna ivedilikle ve diplomatik yollardan çözüm bulunması herkesin gerçekçi olması ve bölgede yaşanmış olaylardan ders çıkarması gerekmektedir.
Lübnan’da ise siyasi istikrar sağlanması için Türk Dış Politikası çok yoğun saatler harcamaktadır. Lübnan’ın tekrardan imarı için yapılan yardımlar ve UNIFIL deki katkıları Türkiye’nin bu konudaki iradesini ve kararlığını göstermektedir.
Ortadoğu’daki genel siyasi durum ve bunun küresel gelişmelere etkisi karşısında, kendi jeopolitik açısından bakarak Türkiye’nin takınacağı tutum, Lübnan halkının ve uluslararası toplumların beklentilerin ne olduğu, imkânlarımızın nelere elverdiği gibi esaslı sualler çerçevesinde, Lübnan’a yönelik tercihlerimizin anlaşılması zor olmamalıdır.
Suriye krizi Türkiye’nin doğu ile batıyı buluşturan stratejik konumunu iyice gözler önüne sermiştir. Akdenizlilik vasfımızı açıklıkla ortaya çıkarmıştır. Akdeniz’in güvenliğinin güvenliğini sağlanması, sadece “Batılı” ülkeler değil, şüphesiz ki Türkiye’nin de sorumluluğunda olacaktır. Türkiye barış, istikrar veya çevresindeki huzur söz konusu olduğunda, Akdeniz’i ihmal etmesi beklenemez.
Dünyada kültürler ve dinler arasında ayrışma riskinin yaşandığı bir dönemdeyiz. Hoşgörü dini olan İslam maalesef yanlış, haksız ve maksatlı yorumlar ile zedelenmeye çalışılmaktadır. Türkiye’nin, İslam’ı doğru şekilde tanımlanması yolundaki gayretleri doğru okunmalıdır.
Günümüzde kültürler ve dinler arasında ayrışma riskinin giderilmesi konusunda, bölgede veya kendi içimizdeki mezhep temelli kutuplaşma eğilimlerin ortaya çıkarılmak istemesi en büyük sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Esasen bölgede bulunan hiçbir ülkenin nüfusu etnik veya mezhepsel açıdan homojen değildir.
Bu nedenler, kutuplaşma ve ayrışma eğiliminin olumsuz etkileri her tarafta hissedilecektir.
Türkiye bu haftaki adımı ile bölgede iyimserliği hâkim kılmak istemektedir. Bölge insanına ümit aşılayan bu hareket, kamplaşma ve ayrışma eğilimlerin önüne geçen en büyük unsur olacaktır. Bu dakikadan sonra Türkiye dışlayıcı ve tecrit edici değil, herkesi kucaklayan bir yaklaşım benimsemelidir.
Bölgede barış, istikrar ve refahı Arap Dünyası ile işbirliği halinde tesis etmek isteyen Türkiye, Arap Ligi toplantısında yaptığı konuşma ile bir kez daha bunun altını çizmiştir.
H. Ümit Dikker
Diplomasi Türkiye Kurucu Başkanı