Arap Baharı kısaca nedir onu açıklayalım öncelikle;
Arap Baharı Nedir?
Arap Baharı Kuzey Afrika ülkeleri ve Ortadoğu ülkelerinde gerçekleşen devrimlere verilen isimdir. Bu devrimlerin bahar diye adlandırmasının nedeni yüzyıllardır süregelen Arap ülkelerindeki diktatöryel rejimlere halkın isyan etmesidir. Bu isyanların temelinde diktatöryel rejimlerin yanı sıra işsizlik, gıda enflasyonu, siyasi yozlaşma, ifade özgürlüğü ve kötü yaşam koşulları vardır.
İlk isyan 17 Aralık 2010’da Tunus’ta, 26 yaşındaki bilgisayar mühendisi Muhammed Buazizi Sidi’n Bouzid kasabasında bir arabaya doldurduğu sebze meyveyi satarken zabıtalara yakalandı. Buazizi’nin arabasına ve mallarına el koyan zabıta, gence bir de tokat attı. Buazizi, sebze tezgâhının elinden alınmasını protesto için valiliğin önünde kendini yaktı. Hastaneye kaldırılan Buazizi 4 Ocak`ta hayatını kaybetti. Diplomalı işsiz Muhammed Buazizi tarafından başlatılan isyan büyüyerek devam etti. Bu isyan sonucunda 23 yıldır iktidarda olan hükûmet devrildi. Devlet Başkanı Zeynel Abidin Ben Ali 14 Ocak’ta hükûmeti feshettiğini açıkladı. Tunus’ta 6 ay içinde seçim yapılma kararı alındı ve yerine geçici olarak görevi devralan Muhammed Ganuşi ülkede olağanüstü hal ilan etti. Ülkedeki isyan devam etmiş ve cezaevlerinde isyan çıkmıştır. Askerlerin mahkûmlara ateş açtığı ileri sürülmüştür. İsyanların giderek çoğalması karşısında Cumhurbaşkanı Zeynelabidin Bin Ali öfkeyi dindirmek için 300 bin kişi için iş yaratılacağını ve kısa bir süre sonra da 2014’te görevi bırakacağını açıkladı ancak halkın öfkesi dinmemişti.14 Ocak’ta sokağa çıkma yasağına rağmen halk İçişleri Bakanlığı’nı kuşattı. Çıkan çatışmalarda polis gaz bombaları ve ateşli silahlarla halka saldırdı. “Rejim düşene kadar ayakta olacağız”, “Bin Ali defol”, “Bin Ali dışarı” sloganlarının atıldığı eylemler sırasında Devlet Başkanı Bin Ali yeni bir açıklama yaparak hükûmeti görevden aldığını açıkladı. Başlayan isyanın ardından Bin Ali dört kez açıklama yapmak zorunda kalmıştır. İlkin temel besin maddelerinin fiyatları düşürüldü ancak eylemler durmamıştı. İçişleri Bakanı’nın da aralarında bulunduğu çok sayıda bakanın görevden alınması da halkın öfkesini dindiremedi ve böylece işsiz bir üniversite mezununun bedenini ateşe vererek başlattığı işsizlik ve hayat pahalılığına karşı yapılan eylemler 4 haftada 23 yıllık iktidarı devirmiştir. Muhammed Buazizi’nin cenazesindeki fotoğraf esasında çoğunluğun tepkisinin bir yansımadır:
Tunus’taki devrimin ilk ismi Arap Baharı değildir. Burada Muhammed Buazizi’nin zabıtanın müdahalesinden sonra kendini yakmasıyla başlayan ve internette “Polise yasemin verelim” sloganıyla yayılan protestolar nedeniyle halk Ben Ali’yi iktidardan eden sürece “Yasemin Devrimi” adını vermiştir. Daha sonrasında Tunus’tan bir ay sonra Cezayir’e sıçrayan ve sonrasında domino taşı etkisiyle yayılan isyanların genel adı Arap Baharı adını almıştır.
Arap Baharı ile ilgili en güzel tanımlamayı Eylül 2011’de ORSAM tarafından Berlin’de röportaj yapılan İstanbul İslam Bilim ve Teknik Müzesi Geliştirme ve Eğitim Direktörü görevini yürütün ve aynı zamanda Bremen Üniversitesi Kültür Bilimleri Enstitüsü Öğretim Görevlisi olan Dr. Detlev Quintern söylemiştir.
ORSAM’ın sorduğu ‘Bir araştırmacı olarak yıllardır Ortadoğu ile ilgileniyorsunuz ve defalarca da bölgede bulundunuz. Bu tecrübeleriniz ışığında Ortadoğu’da Tunus’taki gösterilerle başlayan, Mısır’da Hüsnü Mübarek yönetiminin düşmesiyle hız kazanan ve bugün Suriye, Libya ve Yemen’de devam etmekte olan halk hareketlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu halk hareketlerinin ortaya çıkışının temelinde ne yatıyor?’ sorusuna Dr. Quintern şu cevabı vermiştir: ‘Bu soruyu cevaplamak için tarihsel bir giriş yapmamızda fayda var. Çünkü Arap Dünyasında kökleri çok eskilere uzanan bir adalet hareketleri geleneği bulunmaktadır. Başlıca sebebi ise adalet anlayışının İslam ahlakında ilk sırada bulunmasıdır. Bu açıdan bakıldığında 7. ve 8. yüzyıllarda Arap dünyasının parçalarının Arap olmayan yönetimlerden kurtarılması ve İber Yarımadasında yaşanan olaylar daha iyi anlaşılmaktadır. Bu bölgelerin kurtarılması için verilen mücadele sırasında yine aynı güçlere karşı muhalefette bulunan veya isyan halinde olan topluluklardan da büyük destek gelmiştir. Bunun başlıca örneği Mısır’daki Hristiyan Kıptilerin verdiği destektir. Bugün bu duruma çok bezeyen başka bir hareketle karşı karşıyayız. Bu hareket adalet idealinin rönesansı olarak görülebilir. Bunun temelinde ise Arap halklarının dayanma gücü, cesareti ve kendilerini bu uğurda feda edebilme özverileri bulunmaktadır. Ayrıca tarihin de bize gösterdiği gibi adalet anlayışının temel prensiplerinde yaşanan sapmalar Arap dünyasında her zaman isyanları beraberinde getirmiştir. Bu noktada Arap dünyasında yaşanan adaletsizliklerin bu hareketlerin merkezini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Yukarıda adlandırdığınız ülkeler arasında özellikle Tunus ve Mısır başta olmak üzere komprador burjuvaziye yakın gruplar ülke içerisinde yönetimi ele geçirip kendi amaçları için kullanıyorlardı. Bunlar ise dış güçlerin amaçlarıyla neredeyse örtüşüyordu. Yabancı güçler ile kastettiğim hem eski kolonyal devletler olan İngiltere, Fransa, İtalya hem de tarihsel olarak yeni olsa da bölgedeki etkinliği göz önünde bulundurulduğunda öne çıkan ABD’dir. Tüm bunlar gücü elinde bulunduran ve lüks içinde yaşayan bir azınlık ile fakirlik ve işsizlikle mücadele eden bir çoğunluğu beraberinde getirdi. Hem Tunus’ta hem Mısır’da bulunan bu azınlık grupları Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) isteklerini yerine getirirken sosyal hizmetlerde kesintilere gittiler, ülkenin sahip olduğu önemli kaynakları özelleştirdiler. Bu özelleştirmelerden kendilerine yakın olanlar faydalandı. Tüm bunları dünyayla barışık liberal bir politika olarak tanıttılar. Bu durumdan yine en çok Batı ülkeleri faydalandı. Yine aynı şekilde, ülkelerden çıkan paranın büyük bir bölümü Batılı bankaların kontrolüne girdi. Bu bağlamda örnek olarak Tunus’u verebiliriz.
Bir turizm ülkesi olan Tunus’ta Avrupa’dan gelen turistler kurs farklılıklarında dolayı çok ucuza tatil yapabilirken, Tunus halkının büyük bir bölümü için kendi ülkelerinde tatil yapabilmek sadece bir rüyadan ibaretti. Tüm bunların yanında bu ülkelere merkezinde tüketim bulunan emperyalist kültür ve yaşam tarzı enjekte edildi. Bu gerçekliğe uymayan kültür ve yaşam tarzı ise kültürlerini, geleneklerini, inanç ve değer sistemlerini erozyona uğrattı. Şehir yapılarında bu durum oldukça açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bölge ülkeleri halkları arasında 70’li yıllardan beri süregelen bir huzursuzluk bulunmaktadır. Örnek olarak Kahire’yi verebiliriz. Ayrıca turizmin yaygın olduğu Tunus ve Mısır gibi ülkelerde turistler için inşa edilmiş ve ülkedeki hayatın ne kadar güzel ve rahat olduğunu göstermeyi amaçlayan semtler ve alış-veriş merkezleri bulunmaktadır. Hâlbuki birkaç sokak sonrasında acı gerçek bütün çıplaklığıyla ortadadır. Fakat kısaca altını çizmek istediğim bir nokta var. Tüm bu söylediklerim, şu an Arap dünyasında yaşananları bir ekmek kavgası olduğu anlamına gelmemektedir. Bu durumun benzerini Avrupa’da yaşanmış olan gıda sıkıntısı ve gıda ürünlerinin fiyatlarının yükselmesi sonucu ortaya çıkan isyanlarla karıştırmamak gerekir. Çünkü Arap dünyasında yaşanan hareketlerin merkezinde adalet olgusunun yeniden hayata geçirilmesi ve kaybolan insan haysiyetinin yeniden kazanılması yatmaktadır. Dolayısıyla meseleyi sadece fakirliğe indirgemek yanlış olur. Ek olarak, yine Filistin meselesi de çok önemli bir yer teşkil etmektedir. Çünkü hem Tunus’ta hem Mısır’da ki hareketleri tüm farklılıklarına rağmen ortak oldukları nokta Filistin halkıyla olan dayanışma olgusudur. Filistin meselesi adaletli bir şekilde çözülmediği sürece az önce bahsettiğim adalet olgusunun dünyada hayata geçirilmesi sadece bir ütopya olarak kalacaktır.
Anlattıklarımın ışığında şu an Ortadoğu’da yaşanan halk hareketlerinin, özellikle Mısır ve Tunus’ta, temelinde üç ana mesele bulunmaktadır: ‘Var olmayan adalet olgusu, bunun etkisiyle kaybolmuş olan insan haysiyeti ve hükûmetlerin Filistin meselesiyle ilgili duruşlarıdır.’
Ortadoğu’da Arap Baharı olarak adlandırılan bu süreci yalnızca insan hakları ve demokrasi çerçevesinde incelemek yetersiz kalacak ve büyük haritayı görmemizi engelleyecektir. Bu süreç yıllardan beri süregelen diktatöryel rejimlerin er ye da geç sona ereceğinin ve her halkın bir gün kendisini itaate zorlayan yöneticileri devireceğinin yakın tarihimizdeki en son göstergesi olmuştur. Şu an tüm Dünya’nın merak ettiği devam eden Arap Baharını yaşayan ülkelerin kendilerini ve uluslararası alana etkisinin ne olacağıdır.
Merve Gülçin GÜLEÇ
Arel Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
KAYNAKÇA:
- http://www.orsam.org.tr/tr/orsamkonukgoster.aspx?ID=430