Ankara’nın Şam’la “stratejik ortaklık”, entegrasyon, ortak kabine toplantıları ve “aile gezmeleri”nden rejim değişikliği noktasına gelmesi aslında yanlış değildir. Bizce bu “U dönüşü” geç bile olmuştur. Ankara’nın Esad’ı bu “kanlı yola” girmeden reforma yöneltmeyi “tatlı-sert” bir ağabeylikle denemesi, bunun başarılı olmadığını gördüğünde de pozisyonunu daha önceden değiştirmesi gerekirdi. Bunun yerine muğlak ve genel çağrıları yinelemekle yetinen ve ceza içermeyen fazla yumuşak bir “ağabeylik performansı” gösterilmiş ve şaşırtıcı olmayan şekilde sonuç alınamamıştır. Türkiye daha hızlı ve kararlı bir liderlik gösterse bile yine de sonuç alamayabilirdi ama Ankara’nın bölgede lider ülke olma konusundaki iddiaları daha inandırıcı olurdu.
Suriye’de rejimin devrilmesinin iç savaş ve kaos gibi riskleri olduğu, “yaralı rejimin” Türkiye’yi düşman bellemesiyle PKK dâhil eline geçen her şeyi Türkiye aleyhine kullanabileceği, Suriye’deki olası bir istikrarsızlığın bölgedeki Lübnan ve Suriye gibi başka ülkeleri de içine çekebileceği, rejimin devrilmesinin çok zaman alabileceği ve bu arada Türkiye’nin ekonomik çıkarlarının ve Orta Doğu’nun geri kanlıyla ticari ilişkilerinin zarar görebileceği endişeleri yerindedir. Ancak yine de bu rejim ile artık “iş yapamayacağını” anlayan Ankara Baas’ın olabildiğince hızla devrilmesini amaçlayabilir. Bu yönde “megafonun sesini açmaktan” ekonomik ambargolara, muhalefete siyasi ve hatta belki de silah ve askeri eğitimi içeren destek vermeye kadar araçlar kullanılabilir. İleriki dönemlerde sınırlı bir askeri müdahale beklentisi yaratmak ve hatta bunu gerçekleştirerek Suriye içinde güvenli bir cep oluşturmak söz konusu olabilir.
Batı’nın petrol dâhil konulardaki ambargoları zamanla ülke içinde hoşnutsuzluğun ve “Beşar ile bu işin olmayacağı”nı düşünenlerin sayısının artmasına neden olabilir. Başbakan Erdoğan’ın eleştirilerinin dozunu arttırması ve Türkiye’nin kendi müeyyidelerini devreye sokması Türkiye ile ekonomik ilişkilerden faydalanan başta Halep gibi merkezlerdeki orta sınıfın rejime bakışını değiştirebilir. Bu arada değişik derecelerde ve nedenlerle de olsa İran, Irak ve Hizbullah gibi aktörlerin kendilerini Baas sonrası Suriye için hazırlamaya çalıştıkları görülmektedir. Özellikle İran ve Hizbullah’ın Baas’a desteklerini kesmeleri kolay ve mümkün olmayabilir ama durumun kaçınılmaz olduğunu düşünürlerse onu korumak için ödemeye hazır oldukları bedel sınırlı kalabilir.
Ankara Baas rejimini değiştirirken ABD ile koordinasyon ve işbirliği yapabilir ama bu Washington’un taşeronu olunması anlamına gelmez. Denebilir ki, “artık” Baas rejiminin devrilmesi Türkiye için ABD için olandan bile daha öncelikli bir konu olmalıdır. Çünkü her şeye rağmen ABD Baas’la yaşayabilir, Türkiye içinse aynı şey söylenemez. Türkiye’nin Suriye’de “rejim değişikliği” politikası riskli ama gereklidir. Ankara rejimin devrilmesi konusunda bir “engellenemezlik havası” yaratmaya çalışmalıdır. Ayrıca Ankara’nın rejimin devrilmesinden “sonrasındaki gün” için şimdiden planlama yapması gerekir. Bu hazırlık insani yardım ve güvenlik gibi meselelerin yanı sıra, Suriyeli Kürtlerin geçiş döneminde K.Irak ve Türkiye’deki Kürtlerle ilişkilerinin alabileceği şekiller, PKK’nın bölgede kendine yer bulmaya çalışma ihtimali, Müslüman Kardeşler örgütünün radikal değil daha ılımlı kanadının öne çıkması, Hırisityanların Baas sonrası dönemde güvende olacaklarını hissetmelerinin sağlanması, Aleviler için “Baas’dan sonra tufan” olmayacağının ve belki çoğunlukta yaşadıkları bölgede otonom bir varlıkları olabileceğini düşünmeleri gibi meseleler üzerine düşünmeyi de içermelidir.
Henüz Ankara’nın bölgenin genelindeki değişimin teorisi ve mühendisliğine dair çok enteresan şeyler söylediğini düşünmüyoruz. “Halkınızı dinleyin, ‘kahrolsun İsrail’, ‘iki yüzlü Batı’” şeklinde özetlenebilecek yaklaşım elbette çok fazla hakikat barındırmakla beraber bölgedeki değişim imkânları ve riskleri üzerinde yeterince fazla ve derin düşünüldüğü intibasını vermemektedir. Başbakanın Mısır’da yaptığı laiklik vurgusu belki bu değerlendirmenin istisnasıdır. Ama onun da bir seferlik bir ifade olup olmadığı, gelen bazı olumsuz tepkilerden sonra tekrar edilip edilmeyeceği, laiklikten tam ne kastedildiği, bu çağrının AKP’nin Türkiye’deki bazı uygulamaları ile ne kadar uyumlu olduğu gibi sorular sorulabilir.
Ankara’nın rejimlerin devrildiği ülkelerde seçimlerin ve anayasaların hangi hızla yapılması gerektiği, halkların sokakta ama rejimlerin ayakta olduğu yerlerde geçişin hangi prensipler, takvimler ve oyuncular üzerinden olabileceği gibi konularda fikir üretmesi gerekir. Ülkelerin içinde hangi aktörlerin öne çıktığı/çıkacağı, bu aktörlerin Türkiye’ye duyduğu sempatinin nasıl etki ve somut, kalıcı ekonomik çıkarlara dönüştürülebileceği düşünülmelidir. Suriye muhalefetinden mevcut anlaşmalara saygı gösterileceği, Türkiye’nin rejim değişikliği konusunda oynayacağı rolün dikkate alınacağı, PKK’nın ülkedeki varlığına izin verilmeyeceği, Hatay konusunda can sıkıcı sürprizlerle karşılaşılmayacağı yönünde garantiler alınması yerinde olur.
Ş. Bahadır Koç
Araştırmacı
Kaynak: 1News.com.tr