Home Blog Page 84

Grbavica: Esma’nın Sırrı

Bosna-Hersek, Avusturya, Hırvatistan ve Almanya ortak yapımı Grbavica: Esma’nın Sırrı,  Bosnalı yönetmen Jasmila Žbanić imzası taşıyor. 2006 yapımı film, başta Berlin Film  Festivali’nde Altın Ayı olmak üzere aynı sene içinde birçok ödül ve adaylık almıştır. Doksan dakikalık film, savaş sonrası Bosna-Hersek’i anlatsa da, tek bir savaş sahnesi göstermeden  savaşın etkilerini son derece yalın ve iddiasız bir şekilde gözler önüne seriyor.

Film adını Saraybosna’nın Grbavica semtinden almaktadır, esasen Grbavica; “kambur kadın”  anlamına gelmektedir. İsmiyle müsemma film, bir bakıma Bosnalı kadınların kamburunu,  diğer bir deyişle acısını, hüznünü anlatır. Filmin ilk sahnesi, bir araya gelmiş Bosnalı kadınların ağıtları ile başlar ve aslında bu  izleyiciyi çekmek için yeterlidir. Bir kadın hikayesi olan Grbavica, aslında tüm kadınların  hikayesidir ve büyülü Balkan müziği ile birleşince hikaye sizi kolayca içine almaktadır.  Kamera acılı kadınların yüzlerinde tek tek gezer ve en son kahramanımız Esma’nın yüzüne  odaklanır. Savaştan önce tıp öğrencisi olan Esma, hikayede bekar bir anne olarak karşımıza  çıkar.

Savaş sonrası Esma, Saraybosna’nın Grbavica semtinde 12 yaşındaki kızı Sara ile birlikte  mütevazı bir hayat sürmektedir. Esma, bir yandan evini geçindirmeye, kızının ihtiyaçlarını  gidermeye çalışırken; Sara ise ergenlik sancıları ile boğuşmaktadır ve kafasındaki sorulara  annesinden cevap almaya uğraşmaktadır. Bu sorulardan en önemlisi babasıdır. Annesi  babasının cephede Sırp güçleri tarafından şehit edildiğini söylese de, Sara hala kafasında  taşları tam olarak oturtamamaktadır, aslında hikayenin gidişi tam da bu noktada değişir.

Grbavica esasen sade bir anne-kız ilişkisini anlatan bir film gibi görünse de, Esma ve Sara  özelinde Bosnalı kadınları anlatmaktadır. Savaş sonrası parçalanan aileler, savaşın üzerinden  yıllar geçmiş olmasına rağmen toplu mezarların açılmasıyla yakınlarının cesetlerini teşhis  etmeyi bekleyen insanlar ve hayatta kalmalarına karşın ayakta kalma mücadelesi veren  kadınların yaşamlarını hayatın akışı içinde seyirciye gösterilmektedir. Kadınlar savaş  sonrasında travmalarını hala yenememiş, diğer yandan akıp giden hayata devam etmeye  çalışmaktadır. Esma da kızı Sara’nın okul gezisi için para biriktirebilmek için bir gece  kulübünde işe girer, travmaları orada da peşini bırakmaz. Sara, şehit çocukları için okul  gezisinin ücretsiz olduğunu, resmi makamdan alınacak bir şehitlik sertifikası ile bunu  kanıtlayabileceklerini söylediğinde durum Esma için zorlaşır. Aslında film, yıllar boyu  saklanan sırlar açığa çıkacak mıdır, yoksa bastırılan duyguların üstünü örtmek mümkün  müdür bunun cevabını izleyiciye vermektedir.

Esma ve Sara özelinde gösterilen, ancak tüm Bosna’yı hatta Yugoslavya’yı anlatan bir  öyküdür Grbavica. Sadece savaşa tanıklık etmiş, tüm hayatları değişmiş insanların yanı sıra,  savaştan sonra doğan çocuklara aktarılmış psikolojik hasarın da sonuçlarını anlatır. Film;  gerçek kişilerin birebir yaşadığı bir hikaye olmasa da, aslında benzer olayları yaşayan sayısız  insanın yaşadıklarını yansıtır, hikayeyi etkileyici kılan en önemli özellik de budur. Savaş sona  erse de, kalanlar için bambaşka bir savaş başlamıştır. Bir savaşı geride bırakmak, o savaşı  beraberinizde taşımadığınız anlamına gelmemektedir. Her şeye rağmen yaşamaya çalışan

insanların savaşı devam etmektedir, filmin en çarpıcı repliklerinden biri de Pelda karakterinin  ağzından dökülür. Pelda, Esma ile yolları kesişen bir karakterdir, savaş öncesinde üniversitede  ekonomi okuyan, hayalleri olan bir genç adam iken savaş onu ölmüş babasını toplu  mezarlarda arayan birine dönüştürmüştür. Savaş sırasında yaşanan bir olayın hatırlatılması  üzerine, “Her şeyi hatırlar isem kendimi öldürürdüm” der Pelda. Bu replik bile yaşananların üstesinden  gelmenin ne kadar zor olduğunu göstermektedir.

Grbavica’yı etkileyici bir film yapan en önemli neden; olayları hiç dramatize etmeden, olduğu  gibi anlatmasıdır. Tüm karakterler o kadar gerçekçidir ki, yönetmenin ekstradan bir mesaj  verme kaygısı gütmediği açıkça anlaşılmaktadır. Yönetmen Jasmila Žbanić, verdiği bir  röportajda hikayeyi yazarken çok araştırma yaptığını, savaş mağduru pek çok kadınla  görüştüğünü ifade eder. Dolayısıyla Esma’nın hikayesi ve sırrı esasen, savaşı yaşamış binlerce  kadının hikayesi olmuştur.

Savaş sonrası parçalanan Yugoslavya’yı, Bosna Hersek’i, savaşın geride bırakan insanların  hayatlarını görmek ve sadece 25 yıl geriye gitmek isteyen herkesin izlemesi gereken, duru ve  akıcı bir film Grbavica.

 

 

 

HATİCE DENİZ HIZAL

Balkanlar Staj Programı

The Terminal

2004’te Steven Spielberg’in yönetmenliğinde çekilen Terminal filmi, 1988’den 2006’ya kadar Paris-Charles de Gaulle Havaalanı’nda yaşayan İranlı Mehran Karimi Nasseri’nin yaşadıklarından esinlenerek sinemaya uyarlanmıştır. Başrol Viktor Navorski karakterine, Yeşil Yol, Forrest Gump, Philadelphia gibi başyapıtlardaki performansıyla tanıdığımız birçok prestijli ödüle sahip oyuncu Tom Hanks hayat vermiştir. Drama ve romantik komedi türünde değerlendirilen film, 2005’te Art Directors Guild (Sanat Yönetmenleri Derneği)  tarafından Yapım Tasarımında Mükemmellik Ödülüne, BMI Film & TV Awards (BMI Film & TV Ödülleri) tarafından da En İyi Film Müziği ödülüne layık görülmüştür.

Filmdeki olaylar silsilesi, İranlı Mehran Karimi Nasseri’nin, 1977’de İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi aleyhine düzenlenen gösterilere katıldığı için İran’dan sürgün edilmesiyle başlıyor. Birçok Avrupa ülkesine sığınma talebinde bulunan Nasseri, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından Belçika’ya mülteci statüsü ile kabul ediliyor. Normal şartlar altında, mülteci statüsünün, Avrupa’nın birçok ülkesinde ikamet etmesine izin vermesi gerekiyordu. Dolayısıyla, Nasseri 1986’da üniversite hayatını da geçirdiği İngiltere’ye taşınmaya karar veriyor. Paris üzerinden aktarma ile İngiltere’ye gitmeyi planlarken, belgelerini kaybediyor. Elinde belgeleri olmadığı için İngiltere’ye kabul edilmeyen Nasseri, yeniden Paris’e geri gönderiliyor. Belçika’dan Paris’e yasal yollarla girmiş olmasına rağmen belgelerini kaybettiği için bunu kanıtlayamıyor ve İngiltere’den döndüğünde Paris-Charles de Gaulle Havalimanı’nda tutuklanıyor. Belgelerinin olmamasından dolayı Nasseri ne Paris’e girebilmiştir ne de İran’a geri dönebilmiştir. Tam 18 yıl boyunca Paris-Charles de Gaulle Havalimanı’nın 1 numaralı terminalinde yaşamını sürdürmüştür.

Filmde Mehran Karimi Nasseri’yi temsil eden başrol Viktor Navorski, Krakozya adlı bir ülkeden New York’a, babasının ölmeden önceki hayalini gerçekleştirmek için tamamen yasal yollarla gelir. Ancak o New York’a doğru uçarken, ülkesinde bir darbe meydana gelir. Böylece, Amerika Birleşik Devletleri, Krakozya ülkesinin yeni diplomatik konumunu tanıyana dek, Navorski’nin vizesi ve pasaportu geçerliliğini yitirir. Navorski, adeta vatansız durumuna düşer.  İltica özellikleri taşımadığı için de herhangi bir adım atılamaz.

Bu esnada Havalimanı Gümrük ve Sınır Koruma Müdürü Frank Dixon (Stanley Tucci) yaşananları Navorski’ye anlatsa da önemli bir sorun daha vardır. Navorski İngilizce bilmiyor ve söylenen hiçbir şeyi anlamıyordu. Yaşananları daha sonra havalimanındaki televizyonlardan öğrenecekti. Dili olmadığı için havalimanındaki hiç kimseyle anlamıyor ve bu durum birçok trajikomik olaylara yol açar. Bu durum, göç meselesinin en önemli çıkmazlarından biri olan ve göçmenlerin yerel entegrasyonunun önündeki büyük engellerden biri olan iletişim sorununu bizlere gösteriyor.

Hatta iletişim sorununun sebep olduğu olaylardan biri sayesinde tanıştığı temizlik görevlisi Gupta Rajan (Kumar Pallana), Navorski’nin bir ajan olduğunu dahi düşünür. Filmin devamında kendisinin de bir göçmen olduğunu öğrendiğimiz bu karakter ise, Hindistan’da işlediği yaralama suçunun cezasından kaçmak için bu ülkeye sığınmıştır. Herhangi bir suça karışmadığı müddetçe sınır dışı edilmeyeceğini düşünüyordu. Filmdeki yan karakterlerin de bir göç hikayesine sahip olması, göç olgusunun birbirinden farklı birçok nedenini bir arada görmemiz açısından yerinde olduğunu söylenebilir. Ayrıca, bu göçmen karakterlerin, alt-seviye işlerde çalışması da dikkat çekici hususlardan biridir. İbrahim Sirkeci ve Filiz Göktuna Yaylacı’nın ‘ekonomik düalizm’ başlığı altında inceledikleri gibi, yerli işçilerin statü nedeniyle reddettiği işler göçmenlere terk edilmiş gibi görünüyor.

Havalimanı’nda yaşamını devam ettirmeye çalışan Navorski’nin aç kalmaması için para kazanması gerekiyordu. Başlarda, bagaj arabalarını toplayarak, iade edilen bozuk paralar ile yaşamaya çalışır. Gümrük ve Sınır Koruma Müdürü Dixon durumu fark edince,  bu işi yapması için bir taşıma asistanı görevlendirir. Böylece, Navorski para kazanamayacak ve aç kalacağı için yasadışı bir şekilde ülkeye girmeye çalışacaktır. Dixon, Viktor Navorski’nin kendi sorumluluk sahasından yani havalimanından çıkmasını istiyordu. Yasadışı yollarla Amerika’ya girmesi umurunda değildi. Hatta, Navorski’yi bu konuda gizliden gizliye teşvik etmeye çalışıyordu. Öyle ki, güvenlik görevlilerinin kısa bir süreliğine havalimanının çıkış kapısından ayrılmalarını böylelikle Navorski’nin bu kapıdan çıkmasını bile planlamıştı. Bu planını Navorski’ye de anlatmış ‘Amerika 5 dakikalığına açık olacak’ demiştir. Ancak Navorski bekleneni yapmamış, havalimanından çıkmamıştır.

Başrolümüz, iletişim problemini çözebilmek ve televizyondaki Krakozya haberlerini öğrenebilmek için kendi çabalarıyla dil öğrenmeye de başlar. Bu durum, gerçekte göçmenlerin geldikleri yerlere daha kolay adapte olması açısından dil öğrenmenin en önemli adımlardan biri olduğunu gösterir.

Havalimanından çıkabilmek için birçok kez başvuru yapan Navorski, bu esnada tanıştığı Gümrük Memuru Dolores Torres (Zoe Saldana) ile bir iletişim içindedir. Havalimanı yemeklerini servis eden Enrique (Diego Luna) ise Memur Torres’e ilgi duymaktadır. Navorski aracılığıyla Memur Torres hakkında bilgiler edinen Enrique, bunun karşılığında Navorski’ye her gün yemek verir. Gün geçtikçe Navorski, havalimanı çalışanları ile yakınlaşmaktadır. Yaşananları takip eden Gümrük ve Sınır Koruma Müdürü Dixon, Navorski’ye iltica talebinde bulunabileceğini, mahkeme iltica talebini değerlendirene kadar da New York’ta serbestçe yaşayabileceğini söyler. Bu konuşma esnasında Dixon’ın ‘İltica talebinde bulunan çoğu insan yargıcın önüne çıkmaz’ sözü,  aslında yasadışı göçün Amerika’da ne kadar yaygın olduğunu da gösteriyor. Ancak Navorski’nin iltica talebinde bulunabilmesi için, ülkesine dönmemesi için geçerli bir korkusunun olduğunu ispatlaması gerekiyordu. 1951 Cenevre Sözleşmesi gereğince, eğer kendi ülkesinde kalırsa zulme uğrayacağı için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve geri dönmek istemeyen insanlara mültecilik hakkı tanınır. Bu sorundan kurtulması için tek bir beyanda bulunması yeterliyken Navorski ‘Evimden korkmuyorum’ diyerek Dixon’ı yine şaşırtmıştır. Viktor Navorski’nin bu cümlesi, beni filmde en çok etkileyen kısım olmuştur.

Havalimanındaki birçok işe başvurmasına rağmen kabul edilmeyen Navorski, en sonunda bir inşaat ekibine katılarak oldukça iyi meblağda para kazanmaya başlamıştır. Dixon’ın kariyeri için önemli bir günde, havalimanında bir olay yaşanır. Dilinin anlaşılamadığı bir genç, ülkesine ilaç götürürken yakalanır. İlaçların giriş izni olmadığı için el konulması gerekir. Dixon, Navorski aracılığıyla gençle iletişim kurar ve babası için Kanada’dan ülkesine ilaç götürmeye çalışan genci tutuklamaya kalkar. Bu esnada Navorski, ilacı babasına değil keçilere götüreceğini söyleyerek genci kurtarır. Çünkü hayvansal ilaçların taşınması için izin gerekmez. Bu kahramanlığı ile Navorski, havalimanındaki herkesin gönlünü iyiden iyiye kazanır.

Navorski bu süreçte havalimanında Amelia (Catherine Zeta-Jones) isimli bir hostes ile tanışmıştır. İkili zamanla birbirlerine ilgi duysa da sonu çok da iyi bitmez. Esasen filme dair eleştirmem gereken bir kısım olursa o da budur. Amelia karakteri ile kurulan ilişki bana göre çok havada kalıyor. Filmin seyrini değiştirecek tarzda herhangi bir gelişmeye bağlanmamış olmasından dolayı, Amelia karakteri filmde benim için olmasa da olur denilecek türden bir karakterdir.

Filmin sonuna yaklaşırken, Krakozya’da savaş biter. Dixon Viktor’a, Krakozya’ya dönmemesi durumunda temizlik görevlisi Gupta Rajan’ı ve diğerlerini sınır dışı etmekle tehdit etmiştir. Böylelikle New York’tan ve babasının hayalinden vazgeçen Viktor, evine dönmeye karar verir. Durumu öğrenen Gupta kendini riske atarak bunu engeller. Viktor da tüm havalimanının desteği ile Amerika’ya açılan kapıdan çıkarak babasının hayallerini gerçekleştirmeye gider.

Havalimanından ayrılırken bindiği taksici ile arasında geçen diyalog bence göç olgusu bağlamında Amerika Birleşik Devletleri’nde o dönemki durumunu yansıtan nitelikteydi. Kendisinin de Arnavutluk göçmeni olduğunu söyleyen taksici, Viktor’un ‘Ne zamandan beri New York’tasın’ sorusuna ‘Perşembeden beri’ diye cevap verir. Babasının hayali olan son imzayı da alan Viktor Navorski, evine dönmek için yola çıkar.

Filmin bende oluşturduğu etkiye bakacak olursak, 1951 Cenevre Sözleşmesi ile göç eden insanların hukuki statüleri ne kadar belirlenmiş olsa da bu terimlerin keskin sınırlara sahip olduğunu düşünmüyorum. Filmin ana karakteri Viktor, aslında göç etme maksadıyla New York’a gelmedi. Ancak ülkesinin yaşadığı durumdan dolayı adeta vatansız durumuna düşmüştür. Kendisini ne kabul edilebilir ne de geri gönderilebilir durumdaydı. Bana göre bu durum göç kavramı açısından adeta hukuki bir açıktır. Bu duruma yönelik herhangi bir yasal çözüm bulunamaması ve Viktor Navorski’nin (ve de gerçek hikayedeki Mehran Karimi Nasseri’nin) mağdur edilmesi gerek uluslararası hukuk çerçevesinde gerekse insan hakları boyutuyla gerçekten büyük bir krizdir.

 

 

AHSEN GÜNİ

Göç Staj Programı

 

KAYNAKÇA

  • BAL, M. (2016, Kasım 22). Terminal Filminin Gerçek Kahramanı, Yıllarını Havaalanında Geçiren Adam: Mehran Nasseri. Listelist: https://listelist.com/mehran-karimi-nasseri/ adresinden alındı.
  • The Terminal (2004). (tarih yok). IMDb: https://www.imdb.com/title/tt00362227/ adresinden alındı
  • Sirkeci, İbrahim ve Göktuna Yaylacı, Filiz (2019). Küresel hareketlilik çağında göç kuramları ve temel kavramlar. Filiz Göktuna Yaylacı (der.) içinde, Kuramsal ve Uygulama Boyutları ile Türkiye’de Sığınmacı, Mülteci ve Göçmenlerle Sosyal Hizmetler (sf.15-39) Londra: Transnational Press London.

 

Kuşak Yol Projesi ve Çin’in Hindistan’ı Çevreleme Stratejisi

Kuşak Yol Projesi ve Çin’in Hindistan’ı Çevreleme Stratejisine İki Örnek: Pakistan Ekonomik Koridoru ve Shwe Gaz Hattı

 

Giriş

Asya’nın en fazla nüfusa sahip iki ülkesi olan Çin ve Hindistan, Asya’da birbirlerini dengeleyici bir konuma sahiptir. Çin ve Hindistan birbirlerinin zorunlu olarak jeostratejik rakibidir. Bu iki ülke arasında Hindistan’ın İngiliz Kolonyal döneminden kalan ve yıllardır çözülemeyen sınır problemleri bulunmaktadır. Bu sorunlar günümüzde iki ülke arasında silahlı çatışmalara sebep olmaktadır. Örneğin Aksai Chin, Arunachal Pradesh tartışmalı bölgeleri ve Hindistan’ın, Keşmir’de Ladakh’ın idaresi konusunda aldığı kararlar iki ülke arasındaki tansiyonu bir hayli arttırmaktadır (China-India, 2021). Hindistan, Çin’i dengelemek ve sınırlamak adına hamleler yaparken; Çin de buna karşılık Hindistan’ın gücünü sınırlamak için adımlar atmaktadır. Bu amaçla Çin, Pakistan ve Myanmar üzerinden geçecek iki proje ile açık denizlere ulaşmak istemektedir.

Çin, dünyanın en büyük ikinci ekonomisine sahip ülkedir ve son kırk yılda çok hızlı bir ekonomik büyüme kaydetmiştir. Bilhassa Çin’in uzun yıllar devlet başkanlığını yapan Deng Xiaoping’le beraber gelen köklü değişim, Çin’in ekonomik olarak hızlı bir yol kat etmesini sağlamıştır. Deng Xiaoping’in iç ve dış politikada benimsemiş olduğu ilkeler bulunmaktadır. Bunlardan ilki “Reform ve Dış Dünyaya Açılma” (改革开放) idealidir. Burada Deng Xiaoping, 1980’lere kadar kapalı bir kutu gibi kalan Çin’i, dünyanın geri kalanına açmak ve tanıtmak istemiştir. Çünkü diğer ülkelerin nazarında Çin, bilinmezliğin de verdiği etkiyle gizemli ve mistik bir hava kazanmıştır. Deng Xiaoping, Çin hakkındaki bu tarz bilinmezlikleri ortadan kaldırmak istemiştir. İkinci olarak “Dörtlü Modernizasyon” (四个现代化) şeklinde adlandırdığı ilkesiyle Çin’i; sanayi, tarım, millî savunma, bilim ve teknolojiyi kapsayan alanlarda reformlar yaparak ileri taşımayı hedeflemiştir. Üçüncü olarak da bütün bunları hızlı ve etkili bir şekilde gerçekleştirmek ve diğer ülkelerin çok fazla dikkatini çekmemek adına yürütülen bir dış politika örneği verilebilir. Eski Çin, deyimlerinden birisi olan “Hide one’s capacities and bide one’s time” olarak İngilizce’ye çevrilen (韬光养晦) deyimini Deng Xiaoping, dış politikada sivrilmeden kaçınarak ve bir başka deyişle kart oyununda elini açık etmeyen bir oyuncunun yaptığını yaparak bütün bu reformlarını gerçekleştirebilecek koşulları hazırlamıştır. 1980’li yıllarda başlayan bu politikalarla Çin, 2010 yılında Japonya’yı geçerek dünyanın en büyük ikinci ekonomik gücü olmuştur (Dillon, 2016, s. 382-383).

İki kutuplu dünya sisteminde bir tarafta ABD; diğer tarafta ise SSCB bulunmaktaydı. Ancak Soğuk Savaş’tan sonra dünyada, güç paylaşımının ve iki kutupluktan çok kutupluğa geçişin izleri açık bir şekilde görülmüştür. Günümüzde Çin, çok kutuplu dünya modelinde ABD hegemonyasına karşı çıkan ABD’nin en büyük rakiplerinden birisidir. ABD’nin hegemonyasına meydan okuyarak ekonomik ve siyasî güç olarak büyüyen Çin kendisini Avrupa pazarına bağlayacak bir yol planı hazırlamıştır. 2013 yılında ilân edilen “Yeni İpek Yolu Projesi” için Çin Devlet Başkanı Xi Jinping: “3 milyar insanı kapsayacak muazzam maden ve enerji kaynaklarına sahip, Avrupa ve Ortadoğu’ya ulaşımı sağlayacak bir serbest ticaret bölgesi” olarak gördüğünü açıklamıştır. Yeni İpek Yolu projesinin açıklanmasından birkaç hafta sonra Çin Başbakanı Le Keqiang ise Çin’in küresel güç olarak ilerlemesinde denizlerin önemine işaret etmiş ve böylece projenin bir de “Deniz İpek Yolu” güzergâhı belirlenmiştir. Böylece Çin iki tane projesini açıklamıştır (Kodaman ve Gonca, 2016, s. 1255; Deniz, 2016, s. 199).

             

Harita 1: https://en.wikipedia.org/wiki/Fujian sitesinden alınmıştır.Harita 2: https://en.wikipedia.org/wiki/Xinjiang sitesinden alınmıştır.

Çin’in Yeni İpek Yolu projesinin açıklandığı belgede; 18 tane “özel işlevleri olan şehirler” listelenmiştir. Bahsi geçen şehirler arasında iki tane bölge, proje için hayatî önem arz etmektedir. Bunlar, “çekirdek bölgeler” (core areas) olarak geçmektedir. “Kara İpek Yolu” için Xinjiang Bölgesi, “Deniz İpek Yolu” için ise Fujian bölgesi çekirdek bölgeler olarak geçmektedir (Mustafaga, 2015, s. 1-2).

Harita 3: https://tr.pinterest.com/pin/540854236493681312/, sitesinden alınmıştır.

Çin’in bu projesi git gide bölgedeki diğer ülkelerle geliştirilen projelerle birlikte dallanıp budaklanan bir ağacın dallarına benzemektedir. İlk dönemlerde “Yeni İpek Yolu” olarak adlandırılan bu projeye daha sonra “Kuşak Yol Projesi” denmeye başlamıştır. Bu proje açık bir şekilde ABD’nin ticaret sistemine, kısacası hegemonyasına bir meydan okumadır. Çünkü bu proje her ne kadar “kazan-kazan” ilkesine bağlı olsa da ABD projenin güzergâhının dışındadır. Çin, büyüyen ekonomisini Avrupa pazarına bağlamak için kullanabileceği güzergâhlarda, kuzey yolu üzerinde Rusya bulunmaktadır; güneyde Hindistan; Asya-Pasifik’te Amerika, Çin’i çevrelemektedir. Batıda ise Orta Asya, Çin’in Avrupa’ya açılması için ideal bir yol olarak bulunmaktadır. Orta Asya’dan geçen bu yol, bahsi geçen diğer güzergâhlara göre Çin adına daha aşılabilir durmaktadır.

Çünkü Orta Asya’da henüz genç olan ve Rusya kadar güçlü olmayan ülkeler bulunmaktadır. Projede, Çin için problem oluşturan ülkelerden bir diğeri ise Çin’in bölgede en güçlü rakiplerinden birisi olan Hindistan’dır. Hindistan, Güney Asya’nın en büyük ülkesidir. Çin gibi son yıllarda hızla yükselmektedir ve Çin’e rakip bir konumda bulunmaktadır. Zaten bulunduğu konumdan dolayı da Çin’in doğal olarak jeostratejik rakibidir. Çin, Hindistan’ı dengelemek adına, Hindistan’ın bölgede en çok problem yaşadığı Pakistan ile Çin-Pakistan Ekonomi Koridoru’nun (CPEC) açılmasına karar vermiştir. İkinci olarak da Çin’in bölgede Hindistan’ı dengelemek adına atmış olduğu diğer bir adım da Burma üzerinden açılacak Shwe Gaz Yolu projesidir. Bu iki projenin ortak noktası Hindistan’ı dengelemektir. Aynı zaman da iki proje de, Çin’i kara üzerinden açık denizlere bağlayacak olmasıdır.

 

  1. Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC)

Dünyanın en büyük yedinci ekonomisine sahip olan Hindistan, bölgede Çin’in etkin gücünden dolayı son derece rahatsız olmaktadır. Çin’den karayolu vasıtasıyla Avrupa’ya gidecek yol, Orta Asya üzerinden geçmektedir. Bunun temel sebeplerinden birisi de Hindistan’ın bölgede Çin’e meydan okuyabilecek güçte bir devlet olmasıdır. Kuzeyde Rusya, güneyde ise Hindistan gibi iki güçlü devletin bulunması, Çin’i böyle bir karar almaya itmiştir. Böylece Çin, inisiyatifini koruyabilecektir. Bu yüzden Çin, kendisi kadar güçlü ve kendisine rakip olabilecek bir ülkeyi istememektedir. Doğal olarak Çin, çıkarlarını daha kolay kontrol edebileceği ülkeleri proje kapsamına almaktadır. Bir başka deyişle, Hindistan’ın projenin güzergâhında olması, ilerde bu projede inisiyatifi elde etmek ya da Çin’i sınırlamak adına ona birtakım şartlar sunabileceği anlamına gelmektedir. Ancak genç Orta Asya devletleri ve bölgede Hindistan’ın gücünden rahatsız olan Pakistan gibi devletlerin çıkarları Çin için daha uygun ve kullanılabilir gelmektedir. SSCB dağıldıktan sonra bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetleri ekonomik olarak büyümek ve Rusya’nın etkisinden sıyrılmak istemektedir. Çin açısından bu ülkeler, kontrol edilebilir ve ortak bir payda da birleştirilebilir. Çin, burada aslında Rusya’yı dengelemek adına Türk Cumhuriyetleri için ortak bir payda belirlemeye çalışmaktadır. Böylece Çin, Orta Asya’da Rusya’nın çıkarlarını engelleyebilecektir.

Bu noktada Çin, Rusya’ya karşı izlediği dengeleme politikasını Hindistan’a karşı da uygulamaktadır. Çin, Hindistan’ı dengelemek için onun “tarihî ve ezelî rakibi” olarak nitelendirebilecek Pakistan’ı, ekonomik ve siyasî olarak desteklemektedir. Hindistan ve Pakistan arasındaki Keşmir Bölgesi sorunu ve dinî çatışmalar bu iki devleti aslında birbirine sadece ekonomik ve bölgesel bir rakipten ziyade daha ileri bir noktaya taşımaktadır. Çin, Hindistan ve Pakistan arasındaki bu mücadeleden yararlanarak Hindistan’ın gücünü dengelemek adına Pakistan’ı sürekli olarak desteklemektedir. Özellikle Kuşak Yol projesi kapsamında Çin, bölgede Hindistan kadar güçlü olmayan Pakistan’ı projeye dâhil ederek ve Pakistan’ı güçlendirerek hem Hindistan’ı dengeleyecek, hem de Hindistan’ı bölgede yalnızlaştırmaya çalışacaktır.

Bu amaçla Çin ile Pakistan arasında 2013 yılında Kuşak Yol projesinden önce, Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru’nun (CPEC) açılması kararlaştırılmıştır. CPEC aslında Çin ile Pakistan arasındaki karşılıklı mutabakatın ve yapılacak olan ve yapılan projelerin genelini kapsamaktadır. CPEC’le beraber Çin, Pakistan’daki karayolu, demiryolu ve boru hattı altyapısı üzerinden Gwadar Limanı vasıtasıyla Umman Denizi’ne ulaşmayı amaçlamaktadır. Bu projeyle birlikte, karayolu, demiryolu, havayolu gibi ulaşım sistemlerinin entegrasyonunun gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir. Aynı zamanda bu projenin Pakistan’ın turizmine yönelik olumlu bir katkı sağlaması beklenmektedir. Böylece ekonomi, tarım ve enerji konularında ilerlemeler amaçlanmıştır. Ayrıca bölgede kurulacak iletişim ve ulaşım altyapısıyla birlikte ticaretin ve eğitim olanaklarının daha uygun bir hâle gelmesi beklenmektedir (CPEC Significance, 2021; The BRI 2021).

Harita 4:https://merics.org/en/analysis/bri-pakistan-chinas-flagship-economic-corridor sitesinden alınmıştır.

2018’deki Boao Forumu’nda Çin devlet başkanı Xi Jinping, Pakistan Başbakanı Shahid Khaqan Abbasi ile yaptığı görüşmede; iki ülke arasındaki ilişkilerin ve bölgedeki barışın korunması hususunda Kuşak Yol projesinin üstleneceği görev, uluslararası anlamda dünya ülkeleri açısından rol-model olarak alınması gerektiğini söylemiştir. Xi Jinping’in görüşmede attığı önemli adımlardan birisi de Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru ve Gwadar Enerji yoluyla ilgili projelerin, alt yapı iyileştirmelerinin yapılması için atılan hamlelerdi (China-Pakistan 2021).

Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru’nun (CPEC) Pakistan’ın alt yapı ve ekonomik koşullarını iyileştiren bir proje olması beklenmektedir. Pakistanlı gazeteci Shaukat Paracha’nın görüşüne göre bu koridorun tamamlanmasının ardından bölgedeki insanlar için büyük bir yarar sağlaması, kalkınma ve refahın artması beklenmektedir. Paracha, geçtiğimiz yıl ülkeye temiz ve ucuz elektrik üretmeye başlayan ilk yer olan Qasim Enerji Santral Limanı’na yaptığı ziyarette, bu projenin CPEC kapsamında gerçekleştirilen en büyük ikinci enerji yatırımı olduğunu söylemiştir. Bu enerji santralinin yılda yaklaşık dört milyon aileye enerji sağlayabildiği tahmin edilmektedir. Bu yüzden Pakistan’ın enerji yatırımları için hayatî bir önem arz etmektedir. Ayrıca bu projenin birçok işsiz insana, iş sağlaması da beklenmektedir. Pakistan Başbakanı Shahid Khaqan Abbasi 2018 Ocak ayında, Pakistan ekonomisi ve ticaretinin geliştirilmesi için CPEC kapsamında bölgesel ve küresel ortaklarla işbirliği yapılması gerektiğini belirtmiştir. Bu proje, Pakistan’ın refahı açısından önemli bir adım olup Pakistan’ın ilerde kendi ticaret projelerini ya da dışardan gelen inisiyatifleri de halihazırda bulunan altyapısına entegre edebilecektir. Bütün Pakistan’ı boydan boya geçen bu koridor, bir kıyı şehri olan Gwadar’da sonlanmaktadır. Bir zamanlar küçük, sakin bir balıkçı kasabı olan Gwadar, Çin için projenin en önemli noktalarından birisidir (Feature, 2021).

Bölgede Çin ve Pakistan’ın bu hamlelerine karşılık Hindistan, Çin’in neredeyse her bölgesine ulaşabilecek savaş başlığı taşıyan füzeler geliştirmiştir. Hindistan, 2018 yılında bölgede gerilimi tırmandıracak bir adım atarak Çin’in yükselen askerî gücüne karşı etkin caydırıcı bir cevap vermiş oldu. Hindistan Savunma Bakanlığı etkin kıtalararası balistik Agni-5 füzesinin Bengal körfezinde bulunan Abdul Kalam adasından atıldığını duyurmuştu. 5000 km menzile sahip bu füze, nükleer başlık taşıdığı gibi, Asya’nın her yerine ulaşabilmektedir. Singapur Devlet Üniversitesi, Kuzey Asya Araştırmaları Enstitüsü’nden Rajeev Ranjan Chaturvedy, Çin’in uzun vadede potansiyel bir tehdit olduğu sürece, Hindistan’ın da diğer ülkeler gibi kendi savunma sistemlerini güçlendirmek zorunda kalacağını söylemektedir. Esasında Agni-5 füzesinin fırlatılması, Çin ve Pakistan arasında gerçekleşen ekonomik ve siyasî işbirliği ve Çin’in yükselen askerî gücüne Hindistan’ın ne gibi bir cevap verebileceğinin kanıtı olmuştur. Her ne kadar daha sonrasında gerilimi azaltmak için Hindistan ve Çin liderleri tarafından iki ülke arasındaki dostluk ilişkilerinin Yangtze ve Ganj nehirleri gibi sürekli olarak akmaya devam edeceği söylense de iki ülke arasındaki gerilim hâlâ korunmaktadır (Should Beijing be worried, 2021; Agni-5, 2021; Xi expects meeting, 2021).

 

  1. Shwe Gaz Yolu Projesi

Shwe gaz projesi, Myanmar açıklarında Bengal Körfezi’nde bulunan Shwe, Shwe Phyu ve Mya olmak üzere üç bölgenin geliştirilmesini kapsıyor. Bu üç bölgede toplamda 4,5 trilyon metreküp gazın bulunduğu tahmin ediliyor. Çin’den Myanmar’a açılan gaz yoluyla birlikte Çin, Bengal Körfezi’nden çıkarılacak olan gaz üzerinde önemli bir hâkimiyet elde etmiş olacak. Myanmar’ın Tayland’a gaz ihracatından büyük oranda bir geliri bulunmaktadır. Böylece Myanmar gaz satışından büyük bir kâr elde edecektir. Shwe Gaz Yolu projesi birçok ortaktan oluşmaktadır ve bu projede: Posco Daewoo Corporation (%51), Myanmar Oil and Gas Enterprise (%15), ONGC Videsh (Hindistan) (%17), Gail (Hindistan) (%8,5) ve Korea Gas Corporation (%8,5) firmalarına aittir. Projenin münhasır satın alma hakları Çinli bir firma olan China National Petroleum Company’e aitken; çıkarılan gazın Çin’de dağıtım hakları ise PetroChina şirketine aittir. 2009’da Shwe Gaz Yolu projesine karşı hazırlanmış bir raporda, projenin devam etmesi halinde Myanmar’a yılda 29 milyar dolar kazandırmasını hedeflediği belirtmektedir. Proje operatörlerinden PDC, gaz projesinin ikinci ve üçüncü aşamalarının geliştirilmesinde görev almaktadır. İkinci aşamada ilk elde edilecek gazın 2022’nin ikinci çeyreğinde çıkması beklenmektedir (Shwe Gas Project – Fact sheet, 2021; Shwe Gas Project, Bay of Bengal, Myanmar, 2021).

Shwe Gaz Yolu projesinde ONGC Videsh şirketi Hindistan devleti kontrolündeki bir şirket olup projeye 121 milyon dolar daha yatırım yapacaktır. Böylece açacağı sekiz gaz kuyusuyla birlikte 2022’de buralardan üretim yapması beklenmektedir. Hindistan’ın projeye yatırım yapmasının sebeplerinden birisi de bölgedeki ülkeleri Çin’in etkisi altında bırakmak istememesidir. Bu yüzden projede yeterince istediğini elde edemeyen Hindistan bölgedeki, Nepal, Myanmar, Sri Lanka ve Bagladeş’le ilişkilerini sağlamlaştırmak istemektedir. Ayrıca Hindistan, Shwe Gaz Yolu projesinde devlet kontrolündeki ONGC Videsh şirketiyle Çin’e karşı verdiği enerji savaşlarını sürdürmektedir (India’s ONGC, 2021).

Harita 5: https://ejatlas.org/conflict/shwe-gas-field-and-pipeline, sitesinden alınmıştır.

Yukarıda verilen haritaya bakılacak olursa Çin’den açılacak olan gaz hattının, Myanmar’ı boydan boya geçtiği görülmektedir. Aynı zamanda bu gaz hattı Myanmar ordusu tarafından korunmaktadır. İnsan hakları ve çevre savunucuları, Myanmar hükümetini, bu projeyi koruma bahanesiyle nüfus bölgelerin demografik yapısına müdahale ettiği ve projenin kıyı ekosistemine zarar vermesi, balıkçılık yapılan alanları ve tarım arazilerini kirlettiği gerekçesiyle karşı çıkmaktadır (Shwe Gas Project, 2021). Esasında haritada projenin geçtiği güzergâha bakıldığında ve bu gaz hattını Myanmar ordusunun koruyacağı da göz önüne alındığında, bu projeyle birlikte Myanmar hükümetinin bölgedeki hâkimiyetini sağlamlaştırması çok olası bir durumdur.

Ancak buradaki asıl önemli nokta ise, aşağıda Myanmar’ın siyasî haritasına bakıldığında daha anlaşılır olacaktır. Bu siyasî haritada bir eyalet göze çarpmaktadır. İkinci haritaya bakılacak olursa, bir Myanmar eyaleti, Bengal Körfezi’ni boydan boya kat etmektedir. Bu, Rakhine (Arakan) eyaletidir. Rakhine, hem Myanmar hükümeti hem de bölgedeki diğer devletler için büyük bir stratejik önemi bulunmaktadır. Bölgede yaşayan halkın çoğu Müslüman kökenli olmakla birlikte Myanmar hükümetinin bölgedeki demografik yapıya müdahaleleri bulunmaktadır. Bölgede Çin’in güçlenmesini istemeyen diğer ülkeler, Rakhine (Arakan) eyaletindeki aşırı dinî unsurları kullanma yoluna gidecektir. Bu durum, Rohingya Kurtuluş Ordusu gibi örgütlerin doğmasına yol açacaktır. Böylece bölgedeki Müslüman nüfusa yönelik, başlatılan nüfus politikaları da meşru bir zemine oturtulmuş olacaktır. Rohingya Kurtuluş Ordusu’nun Myanmar hükümetine karşı giriştiği eylemler neticesinde Myamar ordusunun, 2017 yılında bölgeye gerçekleştirdiği müdahaleyle birlikte Rakhine’de (Arakan) 100 binden fazla Arakanlı’nın köylerinden kaçıp Bangladeş’teki sığınma kamplarına geçmelerine neden oldu. Uluslararası Af Örgütü’nün 2018 yılında yapmış olduğu araştırmalarda Rohingya Kurtuluş Ordusu’nun 100 bine yakın sivil Hindu’yu katlettiği belirlenmiştir. Şüphesiz ki bu örgütün faaliyetleri bölgede Hindu ya da Müslüman sivil fark etmeksizin herkese zarar vermektedir (Myanmar Krizi, 2021; Af Örgütü, 2021).

                       

Harita 6: https://en.wikipedia.org/wiki/Myanmar, sitesinden alınmıştır.Harita 7: https://tr.wikipedia.org/wiki/Rohingyalar, sitesinden alınmıştır.

 

ENVER ALPER DEMİRCİ

 

 

KAYNAKÇA

Dillon, Michael. (2016), Modernleşen Çin’in Tarihi, Eylem Ümit Atılgan, Aydın Atılgan (Çev.), İstanbul: İletişim Yayınları.

Kodaman, Timuçin., Gonca, İsa Burak. (2016), “Jeoekonomik Hayaller: Çin’in Yeni İpek Yolu Girişimi’nin Orta Asya’da Algısı” İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, c. 5, S. 5, s. 1251-1261.

India’s ONGC, (2020). https://www.argusmedia.com/en/news/2117589-indias-ongc-adds-to-burmas-shwe-gas-investment, erişim tarihi: 20. 01. 2021.

Shwe Gas Project Fact sheet, (2009). https://www.banktrack.org/download/shwe_gas_project_fact_sheet/shwe_gas_project_factsheetsmall.pdf, erişim tarihi: 20.01.2021.

Shwe Gas Project, Bay of Bengal, Myanmar, (2013). https://www.nsenergybusiness.com/projects/shwe-gas-project/, erişim tarihi 20.01.2021.

Shwe Gas Project, https://earthrights.org/what-we-do/extractive-industries/shwe-gas-project/, erişim tarihi 20.01.2021.

Should Beijing be worried, (2018). http://www.scmp.com/news/china/diplomacy-defence/article/2129720/should-beijing-be-worried-about-indias-latest-missile, erişim tarihi: 08.01.2021.

Agni-5, (2018). http://indianexpress.com/article/india,/agni-5-missile-test-launch-beijing-china-5031161/, erişim tarihi: 08.01.2021.

Feature, (2018). http://www.xinhuanet.com/english/2018-04/23/c_137131327.htm, erişim tarihi: 08.01.2021.

Myanmar Krizi, (2017). https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-41172871, erişim tarihi: 20.01.2021.

Af Örgütü, (2018). https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-44219847, erişim tarihi: 20.01.2021.

Mustafaga, Nathan Beauchamp. (2015), “In a Fortnight” The Jamestown Foundation, S. 15, 2015, s. 1-3.

CPEC Significance, http://cpec.gov.pk/significance-potential/4, erişim tarihi: 08.01.2021.

China-India, (2020). https://www.dw.com/en/china-india-tensions-fresh-military-provocations-at-himalayan-border/a-54847835, erişim tarihi: 08.01.2021.

The BRI, (2020). https://merics.org/en/analysis/bri-pakistan-chinas-flagship-economic-corridor, erişim tarihi: 08.01.2021.

Xi expects meeting, (2018). http://www.xinhuanet.com/english/2018-04/27/c_137142270.htm, 08.01.2021.

China-Pakistan, (2018). http://www.xinhuanet.com/english/2018-04/10/c_137101055.htm, erişim tarihi: 08.01.2021.

Deniz, Taşkın. (2016), “Yeni Umutların Işığında Tarihi İpek Yolu Coğrafyası” Marmara Coğrafya Dergisi, S. 34, s. 195-202.

The Wind That Shakes the Barley (Özgürlük Rüzgarı)

0

The Wind That Shakes the Barley is a drama film that was released in 2006. The director of the film is Ken Loach, who has many awards, won the most prestigious award of the Cannes Film Festival, the Golden Palm, with this movie. It is useful to point to the “Cathy Come Home” episode of The Wednesday Play (1964) since it led to a change directly in the homeless laws. Also, the movies ‘Looking for Eric’ (2009) and ‘I, Daniel Blake’ (2016) are some of his most notable works. One cannot ignore his socialist attitude; also, his movies are mostly based on the poverty, life of ‘other’, the rights of workers, human rights, etc. The significant thing about his style is that he brings the parties together in a room and presents the dialogues in a very realistic way, making the audience feel like in the middle of the discussion. In addition, the writer of those three movies is Paul Laverty. Several works of their collaboration won awards. The cast of the movie is also made up of award-winning actors such as Cillian Murphy, Pádraic Delaney, and Liam Cunningham. Like most of the stars of the movie, they were also born in Ireland. The movie demonstrates the Irish War of Independence, which took place from 1919 to 1922, and the Irish Civil War, which took place from 1922 to 1923, through the relationship between the O’Donovan brothers, who joined the Irish Republican Army (IRA) to gain Irish independence from the UK. Despite the fact that the story is fictional, the movie also reflects the historical reality with some points such as the trial scene. The movie was mainly influenced by the 1964 novel The Scorching Wind by Walter Macken. In addition, the movie takes its title from Robert Dwyer Joyce’s song of the same name from the 1798 rebellion in Ireland.

“You tell me what I’m supposed to do as a Democrat.

Turn the other cheek for another 700 years, is that it?”

It is useful to summarize the historical aspect in order to interpret the movie as it deserves. The Norman invasion of 1169 led again to a partial takeover of the island which marked the beginning of more than 800 years of English political and military intervention in Ireland. Although there were several insurgencies throughout the centuries, Ireland was not able to gain complete independence. Also, one should bear in mind that the influence of socialism on the insurgencies because of the conflict between core-periphery. In 1801, the Irish Parliament was abolished because of the republican United Irishmen Rebellion; Ireland became a part of the new United Kingdom of Great Britain and Ireland formed by the Acts of Union 1800. In 1916 the Easter Rising led to a crucial turning point in public opinion against the British establishment after the execution of the leaders by British authorities.

“Lads, we have freedom within our grasp. We’re so close.

It’s just one inch, but it’s still out of reach.”

The movie starts with the match scene and continues with the active violence by the British soldiers against Irish youths, who played an amateur hurling match. At the beginning of the 1920s, all public meetings had been banned in Ireland, including sportive activities like an Irish game similar to field hockey in accordance with the Defence of the Realm Act. Although a young doctor from that group, Damien O’Donovan (Cillian Murphy), did not want to join the IRA at first, the violence on the railhead against the machinist (Liam Cunningham), and the other Irish changed his mind. Thus, he joined the local IRA brigade, which was commanded by his brother Teddy O’Donovan (Pádraic Delaney). After this point, a guerilla war is staged in order to establish the Irish Republic that is completely separated from Great Britain. As can be guessed there are several graphic images throughout the movie. After this uphill battle, a truce has been declared. British and Irish leaders signed the Anglo-Irish Treaty to establish a new Irish Free State. However, this treaty leads to a conflict within the IRA since it states that the new Irish state will be mandated. While Teddy advocates that this treaty should be followed in order to gain full independence, Damien advocates that the fight for independence should be continued. Actually, the director exhibits an ideological conflict between the O’Donovan brothers, as he did in his movie ‘Land and Freedom’ (1995). As a result of this conflict, the Irish Civil War started between the parties that are pro-Treaty and anti-Treaty.

In conclusion, throughout the movie, the audiences find an opportunity to examine some concepts such as sovereignty, political power, legitimacy, consent of people, democracy, and authority. The trial scene is significant since it demonstrates the two-headed and illegitimate authority. In addition, the following dialogue between Damien and Donacha is important to discuss the concepts of the consent of people, and legitimacy: “This treaty’s been approved by the parliament. Hasn’t been approved in the field, Donacha.”As mentioned above, the movie also represents an ideological conflict, thus, the understanding of independence is challenged. Therefore, the values and concepts about the nation such as national identity and national independence come to the forefront. Lastly, bear in mind that the movie has a heavy dramatic aspect and striking images of violence. In this context, the movie is not suitable for children.

“I want to have some kind of a life, Damien!”

Cemre MARAL

Milliyetçilik Staj Programı

Muhbir (The Whistleblower)

“…Barışı sağlamanın bu savaşı kazanmaktan daha zor olduğunu anlayacaksınız.” The Whistleblower

 

Yönetmenliğini Larysa Kondracki’nin yaptığı ve 2010 yılı Alman-Kanada ortak yapımı olan The Whistleblower, Birleşmiş Milletler’in Bosna’daki barış inşası adımlarına çarpıcı bir eleştiri sunuyor. ABD’li bir kadın polis memurunun Uluslararası Polis Teşkilatına katılmasını ve insan kaçakçılığı ile fuhuşa karşı verdiği zorlu mücadeleyi korkusuzca ekrana yansıtıyor. Hem düşündüren hem hüzünlendiren hem de cesaret veren duygu geçişleri bu filmde daha da derinlik kazanıyor. Daha ilk sahnelerde savaşın bölgede sadece çevresel değil; ayrıca sosyolojik, psikolojik ve yerel etkiler yarattığını görmek mümkün. Savaşın tahrip edici etkisi artan yozlaşmadan iç asayiş ve hukuki çöküşe kadar her alanda görülüyor.

Bölgede arabuluculuk görevini üstlenen baş kahraman, kariyerinde aile içi şiddet konusunda hukuki bir davada başarı sağlayınca sosyal hizmetler departmanında göreve başlıyor. Bu noktada filmin ilerlediğini ve bir çırpıda farklı bir yere evrildiğini söylemek mümkün artık. Çünkü Kathryn bölgeye barış getirmekle yükümlü Uluslararası Polis Biriminin görevlilerini de içeren bir insan kaçakçılığı ve fuhuş yapılanmasını keşfediyor. Diğer çalışanların askine, drama göz yummayan Kathryn kendisini bu suç örgütlenmesini ifşa etmeye adıyor.

Filmde verilmek istenen birçok mesaj var ve literatürdeki büyük bir boşluğu kapattığını söylemek mümkün. En başta The Whistleblower, barış inşası (peace-building) alanında BM’nin yetersizliğini gözler önüne sererken bunu korkusuzca ve dramatik bir şekilde izleyiciye aktarmayı başarıyor. Filmin vermek istediği mesajları dört başlık altında incelemek mümkün.

Filmin eleştirilerinden ilki, kuruluşundan günümüze kadar etki alanı genişlemiş BM’nin kurumsal yapısındaki kurum içi denetim mekanizmasının çöküşünü içeriyor. Akıllara gelen en basit soru şu alanda yoğunlaşıyor: “BM kendi içerisindeki yozlaşmayı dahi engelleyemezken bölgede barışı nasıl inşa edebilir?

İkinci eleştiri BM’nin kalıcı bir ordusu ya da savunma kuruluşu olmaması ve asayiş sorumluluğunda başvurduğu gözlemci özel şirket Democra’yı –gerçek adıyla DynCorp-  hukuki yollarla denetlemenin zorluğudur. Denetim zorluğunun nedeni uluslararası özel savunma şirketlerinin çalışanlarının uluslararası dokunulmazlığı olması ve bu pozitif hakkı kötüye kullanabilme olasılığıdır. Dahası, gerçek olaylara dayanan filmde bireylerin bu hakkı kötüye kullanmasıyla oluşan suç organizasyonu gerçek bir örnek teşkil etmektedir.

Üçüncü ve en önemli mesaj fuhuş ve insan kaçakçılığına dair sunduğu gerçeklerdir. Aile içi şiddetin hukukiliğini, fuhuş çetelerine dahil olan genç kadınların yaşadığı trajediyi, insan kaçakçılığının ve ulusal kimliksizliğin insan üzerindeki etkisini filmde yoğun bir şekilde görebilmek mümkün. Nitekim fuhuş kaçakçılığına dahil olan kadın bireylerin küçümsendiği bir diyalog ile (onlar savaşın sex işçileri) insani haklarının göz ardı edilmesine ve yaşadıkları durumun normalleştirmeye çalışılmasına da bir tepki koymuş.  Filmde Ukrayna’dan kaçırılan Raya’nın hikayesinde de şiddet, kaçakçılık gibi genelde aile ve yakın çevreden şüphelenilmeyecek ihlallerin bu çember içerisinden gerçekleşebildiğine vurgu yapılmış. Filmde Raya, Larysa Kondraki’nin belirttiği gibi gerçek bir kişiye dayanmıyor. Fakat, Raya’nın başına gelen her olayın birkaç gerçek kızın başına geldiğini söylüyor. Filmde, gerçekteki olaylar çok daha şok edici olduğu için gerçeğin küçümsenerek aktarıldığını da ekliyor (Griffin, 2011). BM’ye karşı eleştiriler yönelten bu filmin ardından 2011’de Genel Sekreter Ban Ki-moon, BM personelinin ve filmle ilgili yöneticilerin katılımının sağlandığı insan ve fuhuş kaçakçılığı üzerine bir panel başlattı. Yaşananların BM için acı verici bir durum olduğunu kabul eden Ban Ki-moon, bu olayların cinsel sömürü ve istismarı içeren bir dizi dahili reforma ve BM barış güçleri için sıfır tolerans politikasına yol açtığını yazdı (Fleming, 2011) Ek olarak filmde Müslüman-Hristiyan, Bosnalı-Sırp, Kadın-Erkek, Ulusal-Uluslararası gibi yapısal asimetrilerin bolca kullanıldığını söyleyebiliriz. Eşitsizliğin sosyolojik, siyasi ve cinsiyet olmak üzere farklı aşamalarını savaş sonrası Bosna’da görmek mümkün. Bu film de bu argümanlara dayanak oluşturuyor.

Sonuç olarak, film BM’nin 2020 yılına kadarki reform adımlarını yorumlamak açısından uluslararası ilişkiler öğrencilerine analiz imkanı tanıyor. Bosna müdahalesi ve barış inşası sürecinin BM’nin evriminde önemli bir yere sahip olduğunu söylemek mümkün. Film, “insani müdahale” eyleminden “koruma sorumluluğu” prensibine evrilen Birleşmiş Milletler’in dönüşümünü anlayabilmek açısından önem arz ediyor. Pozitif olarak değişimin ve etkililiğinin altını çizerken negatif olarak geçmişteki barış inşası deneyimsizliklerini de düşündürmeyi amaçlıyor.

 

 

AYŞE ECEM METE

Uluslararası Örgütler Staj Programı

The Last Samurai (2003)

0

The Last Samurai, released in 2003, has been one of the most successful examples of “Western” Samurai films and managed to get nominated for 4 different Oscars. With the underlying nationalist sentiments that existed in the 19th century Japan, and their struggle for modernisation – the movie has a captivating plot.

Set in the politically and socially chaotic 1870s Japan, Captain Nathan Algren (played by Tom Cruise), a veteran who is haunted by the cruel memories of his time as a middle-ranking soldier during the American Civil War, is presented with an opportunity through an old friend. Arranged by his former superior, the very person in charge for the atrocities Algren had to commit, he is recruited by the other antagonist, a businessman and a member of the Japanese Emperor’s cabinet named Omura, to teach the newly-recruited peasant conscripts the modern methods of warfare to turn them into an effective fighting force. The priority of the Imperial Cabinet is to crush the rebellion led by yet another, now absent, cabinet member: a well-known and highly reputable warrior, advisor and teacher to the Emperor, Katsumoto (played wonderfully by Ken Watanabe). Katsumoto is a samurai belonging to a hereditary warrior class and portrayed to have remained dutifully devoted to the young Emperor. He also, however, rejects the Westernizing policy imposed by the likes of Omura as, according to him, it infringes with the Japanese traditions and identity. Refusing to bear any firearms as a method of protest against the Western sentiment, he and his followers conduct ambushes and attacks on the things that symbolize this shift towards the Western countries – one of which being a railroad owned by Omura himself. Enraged upon the damage inflicted on his property, Omura asks recently arrived Algren to immediately clash with the forces at hand. Objecting at first, Algren leads the ill-prepared troops to their inevitable demise – getting himself captured in the process. Katsumoto spares his life thanks to his unrelentless stand and takes him back to his base of operations to learn more about his enemy. Over time, Algren learns and respects the Japanese way of living, and the traditions of the samurai. Earning the favour of all during his captivity, he gets released when Katsumoto gets invited to the Imperial capital to make his case in front of the Council and the Emperor himself. Failing to convince the Emperor to protect the old ways, he gets arrested and manages to barely run away thanks to the Algren and his companions – who now are facing the threat of a fully-modernised Imperial Army. Retreating, they prepare for a last stand against all odds. In a suicidal attack to send a message to the Emperor, the samurai rebels get annihilated. Katsumoto commits seppuku with the help of his new ally, grating himself a warrior’s death. After the battle, Algren takes Katsumoto’s sword and message to the Emperor, who now changes his mind upon the sacrifice of his old teacher and refuses to sign the cooperation treaty with the Americans.

There are, as one can expect, several historical inaccuracies within the film. For starters, one can easily spot the out of ordinary interactions between Algren and his host, Kata, whose husband had been killed by the American captain in the initial battle. Even though several scenes depict the frustration of Taka and her attempts to get rid of the foreigner by appealing to his brother Katsumoto, her increasing fondness of the American captain over a comparatively short period is far from being convincing – especially considering the nationalist and anti-foreigner sentiment within the nature of the movement she is a part of. One other issue that is easy to recognise is how Katsumoto was portrayed as an English speaker. Admittedly, his initial crude English improves over time as he practices with Algren, nevertheless, historically it is far from the reality for a man in his position to have even the basic understanding on the language. The Emperor is also subjected to the same movie sin, as he is shown to have a grasp on the language through the captivating speech he gives at the end of the movie, to explain the rationale behind his refusal to accommodate the American arms deal. Yet another issue stems from the wrong portrayal of the Japanese elite during the period. In the movie, the Emperor (who is believed to be the well-known Meiji) is seen to be interacting with foreign delegations, and even with a comparatively low-ranking American Captain Algren. It is easy to understand how this misinterpretation might have taken place as it is indeed true that Emperor Meiji, unlike his previous counterparts before him, was more active in such state and foreign affairs. However, being as active as portrayed in the movie would put him in a position of humiliation due to the holy and sacred position he was believed to be in. The attempted demonstration of procedures and court etiquette is also violated several times, and this violation reaches its peak when the Emperor gets on his knees to accept the sword presented by Algren. Unacceptable by all means in the Japanese contemporary mindset, I find it hard to believe how the Emperor “degraded” himself in such a manner.

We might have started in a negative tone, yet, The Last Samurai does a wonderful job in depicting the modernism struggle of Imperial Japan, and the natures of the conflicts emerged as a result. Elegant references to the Japanese culture, such as the depictions of “sakura” and “haiku”, as well as the samurai codes and ethics, has made the movie a pleasant work to watch. The lack of nudity, something rare to find nowadays, was impressive and the building up of the sexual tension between the lines was masterfully crafted. The movie can also allow us to speculate how Imperial Japan had crafted a radical and expansionist foreign policy while utilizing the code of the samurai in the upcoming decades. Being fascinating at pretty much all of the things it attempts to do, The Last Samurai is a must-watch.

Atakan Yurdakul

Milliyetçilik Staj Programı

Balkan Bülteni / 8 – 15 Ocak

Arnavutluk’ta 55 Göçmen Denizden Nasıl Kurtarıldı?

Göçmen kaçakçıları tarafından Vyosa Nehri Geçidi yakınlarında ölüme terk edilen düzensiz göçmenler Arnavut ve İtalyan Sahil Güvenlik görevlileri tarafından kurtarıldı. Polis kaynaklarına göre, göçmenler boğulma riski altında açık denizde yaklaşık üç saat geçirdikten sonra Vlorës ve Fierit polisleriyle iletişime geçip konumlarını bildirdiler. Göçmenlerin ifadelerine göre, dalgaların basıncıyla yakıtları alev aldı ve 55 göçmen ölüm ile burun buruna geldi; Suriye, İran ve Mısırlı göçmenlerin vücut kısımlarında cilt yanıkları olduğu bilinmekte.

Hastanelerden elde edilen kaynaklara göre 14 göçmen Tiran’daki Traumës Hastanesine götürülürken diğerleri Vlorës Hastanesi’nden yardım aldı. İlk müdahaleleri yapılan düzensiz göçmenler daha sonra polis merkezine gönderildi. Göçmenler ayrıca ifadelerinde onları bir yatla İtalya’ya götüreceklerine söz veren göçmen kaçakçılarına 4 bin dolar ödediklerini söylediler. Firar eden göçmen kaçakçılarını yakalamak içinse güvenlik güçleri çalışma başlattı.

 

Kaynak: Panorama.al

Tarih: 09.01.2021

 

Bosna Hersek Federasyonu Parlamentosu’nun Hükümet Değişikliği Reddi

11 Ocak tarihli meclis oturumunda, Bizim Parti (NS) milletvekilleri, Sosyal Demokrat Parti (SDP BİH) ve Bağımsızlar Bloğu (NB), mevcut hükümetin Bosna-Hersek’in görmüş olduğu en işlevsiz hükümet olduğunu iddia ederek yeni bir hükümet kurulması sürecinin başlatılmasını talep etti. Bosna Hersek Devlet Parlamentosu Temsilciler Meclisi (Alt Meclis), muhalefet milletvekilleri tarafından verilen, Bakanlar Kurulu’nun görevden alınması teklifini 3 çekimser ve 13 evet oyuna karşın 24 hayır oyu ile reddetti. Oylamaya geçilmeden önce Bakanlar Kurulu’ndaki mevcut oluşumun çalışmaları üzerine hararetli bir tartışma yapıldı. Muhalefet tabanı, Bakanların görevlerini yerine getirmemelerini sert bir şekilde eleştirirken “görevden ayrılmalarının etik ve adil olacağını” ifade etti.

 

Kaynak: N1

Tarih: 11.01.2021

 

Bosna Hükümeti’nden Hırvatistan’a Yardım

2020 yılının aralık ayında Hırvatistan’da meydana gelen depremde, Bosna Hersek içerisinde Hırvat sınırına yakın bölgede bulunan iki kişi hafif yaralanırken 6.2’lik depremin merkez üssü olan Banija’da binaların neredeyse tamamı ciddi hasar görmüştü. Bosna-Hersek Bakanlar Kurulu, depremde zarar gören komşusu için 250 bin Euro değerindeki yardım paketini onayladı. Yardım paketinin 50 bin Euro’su Hırvatistan sınırında yer alan ve depremden bir diğer etkilenen bölge olan Kostaniçe Belediyesi için ayrılacak.

 

Kaynak: N1

Tarih: 12.01.2021

 

Bosna’da Kış Mülteci Kriziyle Geldi!

23 Aralık 2020 tarihinde Lipa mülteci kampında çıkan yangın, kampı büyük ölçüde tahrip etmişti. Yangında zarar gören mültecilerin çadırları Bosna ordusu tarafından dikiliyor ancak çetin kış koşulları mültecilerinin yaşamlarını zorlaştırmaya devam ediyor. Sıcaklıkların sıfırın altına indiği, Hırvatistan sınırındaki Bihaç şehri yakınlarındaki Lipa kasabasında, barınma, ısınma ve elektrik ihtiyacından mahrum kalan yüzlerce mülteci solunum yolu enfeksiyonlarına yakalandı.

Uluslararası Göç Örgütü’ne (IOM) göre civardaki ormanlara yerleşmiş olan mültecilerle beraber, bölgede yaklaşık 900 kişi yaşıyor. IOM Bosna temsilcisi olan Peter Van der Auweraert ise yaptığı açıklama ile yeni çadırları olumlu bir adım olarak memnuniyetle karşılasa da geçici bir stratejinin mültecilere yönelik kesin bir çözüm olmadığını dile getirdi.Hükümet yetkilisi Marsid Buzur verdiği demeçte, mültecilerin başka bir yere taşınması planı olmadığını, ek askeri çadırların geçici olarak kurulacağı ve sonrasında konteynırlarla değiştirileceğini söyledi. Bununla birlikte, Lipa’nın üç ay süreyle acil durum kampı haline getirildiğini ve hava koşulları elverdiği takdirde yeni tesislerin inşa edileceğini belirtti. Buzur, yerel halkın, kent merkezlerinde, mültecilere ev sahipliği yapma fikrini reddettiğini de sözlerine ekledi.

 

Kaynak: Al Jazeera

Tarih: 13.01.2021

 

Sadece 1500 Göçmen!

Una-Sana Kantonu (USK), Bosna Hersek ve Hırvatistan sınırında yer alan ve ülkeye Avrupa Birliği ülkelerine geçebilmek için giren çoğu mültecinin güzergahında yer alması sebebiyle, Bosna Hersek içerisinde göçmen krizinden en çok etkilenen bölgedir. USK İçişleri Bakanı Nermin Kljajic’ten aktarıldığı üzere, 14 Ocak tarihinde yapılan Parlamento Güvenlik Konseyi’nde yerel yetkililer; sadece fazladan 1500 göçmeni daha barındırabileceklerini ve hassas kategori içerisinde bulunan göçmenler için de ek olarak iki kamp temin edilebileceklerini söyledi.

Kljajic verdiği demeçte devlet yetkililerinin mülteci krizine yaklaşımının değişmemesi durumunda, 2021 kışında bir “insani krizin” daha yaşanmasının kaçınılmaz olduğunu ifade etti. Barınma ihtiyacından yoksun pek çok göçmen sokaklarda veyahut terk edilmiş binalarda yaşamını sürdürmekte. USK’deki yerel halk ve yetkililer ise göçmen krizinin oluşturduğu yükün, Federasyon içerisinde adil bir biçimde dağıtılmadığından ve duruma yanıt verme sürecinde devlet yetkililerinin onları hayal kırıklığına uğrattığından şikâyet ediyor.

 

Kaynak: N1

Tarih: 14.01.2021

 

Tansiyon Yükselten Kutlama

Sırp Cumhuriyeti’nin kuruluş yıldönümü nedeniyle Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı Konseyi Başkanı Milorad Dodik, Sırp Cumhuriyeti (RS) Başkanı Zeljka Cvijanovic, Sırbistan Başbakanı Ana Brnabic, halkın da katılımıyla 9 Ocak’ta Sırp Cumhuriyeti’nin fiili başkenti Banja Luka’da kutlamalar yapıldı. Başkan Zeljka Cvijanovic Sırbistan Başbakanı’na katılımından dolayı teşekkür ederken, Bosna Hersek Temsilciler Meclis Başkanı Šefik Džaferović bu kutlamayı, 9 Ocak 1992’nin Boşnaklara yönelik soykırımın başlangıç tarihi olması nedeniyle, ‘acınası ve Bosna Hersek’in egemenliğine doğrudan saldırı’ olarak nitelendirdi.

Cvijanovic, Karadağ Başbakanı Zdravko Krivokapić ile yıldönümü kutlaması üzerine bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Başkan Cvijanovic, bu görüşmenin sonucundan memnun olduğunu dile getirdi ve iki ülkenin de vatandaşlarının menfaatleri için her türlü işbirliğine hazır olduklarını belirtti. Sözlerini, diğer komşu ülkelerle de iyi ilişkiler ve işbirliği kurmayı hedeflediklerini vurgulayarak noktaladı.

 

Kaynak: Novosti & Anadolu Ajansı

Tarih: 11.01.2021

 

Josep Borrell Göçmenlerin Durumu için Milorad Dodik’i Aradı

Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell ile Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı Konseyi Başkanı Milorad Dodik ülkedeki göçmenlerin durumu hakkında 12 Ocak tarihinde telefonla bir görüşme gerçekleştirdi. Yüksek Temsilci Borrell, göçmen yerleşim yerlerinin sadece bir noktada değil, tüm Bosna Hersek’e eşit bir şekilde dağıtılmaları konusunda uyarıda bulundu.

Ayrılıkçı söylemleriyle sıkça gündeme gelen lider Milorad Dodik ise bu konu üzerine Sırp Cumhuriyeti topraklarında göçmen merkezlerinin inşa edilmeyeceği görüşünün hala arkasında olduğunu ifade etti. Yapılan görüşmede Borrell, Bihac’taki eski bira fabrikasının göçmenler için kullanıma hazır olmasına rağmen fabrikanın kullanılmamasının sebebini sorarken bir yandan da Avrupa Birliği’nin Bosna Hersek’e 88 milyon Euro maddi destek sağladığını da vurgulamayı ihmal etmedi.

 

Kaynak: Novosti

Tarih: 12.01.2021

 

Kovacevic’ten Sırp Cumhuriyeti’nin İstenmediğine Dair İddia

Bosna Hersek Cumhurbaşkanlığı’nın Sırp Kabinesinden İçişleri Danışmanı Radovan Kovacevic, Sırp Cumhuriyeti’nin varlığına son verilerek Bosna Hersek’in bütünlüğünün sağlanması gibi bir plan olduğunu iddia etti. Bu iddialar, Amerika Birleşik Devletleri’nin 2020 yılı Kasım ayı tarihli seçimleri sonucunda başkan seçilen Joe Biden ve onun kabinesinin açıklamalarına dayanmakta. Radovan Kovacevic, seçim öncesinde Biden’ın Dayton Anlaşması’nın  revizyonu ve Srebrenica’daki soykırımı tanıma ile ilgili açıklamalarının, ABD’de yaşayan Boşnakların oylarını kazanmaya yönelik olduğunu savunmakta.

 

Kaynak: Sputnik

Tarih: 15.01.2021

 

Bulgaristan Euro’ya Ne Zaman Geçecek?

Bulgaristan Maliye Bakanı Kiril Ananiev, ülkenin Euro’yu para birimi olarak kabul etmesine dair ulusal bir planın hazırlandığını ifade etti. Bu durumun başarılı bir şekilde ortaya konması için işletmelerin ve yetkililerin yapması gerektiği maddeleri de ayrıntılı olarak duyuracaklarını açıkladı. Euro Bölgesi’ne sorunsuz bir giriş yapabilmek adına Leva cinsinden ödemelerin Euro cinsine hızla çevrilmesi ile alakalı hazırlık yapmaları gerektiğini de sözlerine ekledi. Covid-19’un ağır etkilerinin, Bulgaristan’ın bekleme odası olan Avrupa Döviz Kuru Mekanizması’nda kalış süresini etkilemeyeceğini ve Euro Bölgesi’ne katılımın 2024’te olabileceğini söylerken “Zaman sınırını minimum da tutmaya çalışıyoruz fakat böyle bir ortamda tahmin etmek çok zor” ifadesinde de bulundu.

 

Kaynak: Balkan Haber

Tarih: 12.01.2021

 

Bulgaristan’da Genel Seçimlerin Tarihi Belirlendi

Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev, parlamento seçimlerinin tarihini 4 Nisan 2021 olarak açıkladı. Yapılan basın toplantısında yurt dışındaki vatandaşların elektronik ortamda oy kullanabilmesi isteğini belirtirken, seçim yasasında değişiklik yapılması gerektiğini de ekledi. Cumhurbaşkanı ayrıca yapılan istişarelere katılanlara teşekkür etti. Seçim kampanyasına ve medyaya herkesin eşit şekilde erişim sağlayabilmesinin de altını çizen Radev, oyların elle sayılması yerine elektronik ortamda sayılması fikrine de değindi. Merkez Seçim Komisyonu’nun seçim listelerini güncelleştireceğini beklediğini de ekledikten sonra basın toplantısını sonlandırdı.

 

Kaynak: Radio Bulgaria

Tarih: 14.01.2021

 

Brexit’ten En Az Faydalanan AB Üyelerinden Birisi Hırvatistan Oldu

Avrupa Komisyonu, Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılması sebebiyle 27 üye ülkeye orantılı olarak yardım dağıtılmasına ilişkin bir taslak hazırladı. Avrupa Birliği’nin Çok Yıllı Finansal Çerçeve’si, Brexit’in sonuçlarını hafifletmek için 5 milyar Euro’luk özel bir fona sahip ve 2021’de üye ülkelere yardım için 4,2 milyar Euro tahsis edilecek. Bu yardımdan en az faydalanacak ülkeler ise sırasıyla Slovenya (3 milyon Euro), Hırvatistan (4,3 milyon Euro) ve Estonya (4,5 milyon Euro) oldu. Yardıma en çok hak kazanan ülke ise 1,052 milyar Euro ile İrlanda oldu.

 

Kaynak: Total Croatia News

Tarih: 14.01.2021

 

Hırvatistan’da Yeniden Entegrasyonun Yıldönümü

Hırvatistan Başbakanı Andrej Plenkovic, Hırvatistan’ın uluslararası tanınırlığının ve Hırvat Tuna bölgesinin barışçıl yeniden entegrasyonunun 29. yıldönümü vesilesiyle verdiği mesajda, Hırvatistan’ın yıldönümünü ve tüm başarılarını gururla kutladığını söylerken “bunlar Hırvat geçmişindeki harika tarihler” ifadesini kullandı.

Başbakan Plenkovic son otuz yılda BM’ye kabul ve uluslararası tanınma konusunda başarılı bir şekilde mücadele ettiklerini ve bunların devamında daHırvatistan’ın kendisini siyasi olarak Avrupa Birliği ve Kuzey Atlantik İttifakı üyesi olarak bulduğunu, bugün ise birçok küresel ve bölgesel kuruluşta ilgili bir ortak olduğuna vurgu yaptı. Plenkovic ayrıca hükümetin iki stratejik hedefinde, Euro bölgesi ve Schengen bölgesine katılma, başarılı olmaya kararlı olduğunu belirtti.

 

Kaynak: Glas Slavonije

Tarih: 15.01.2021

 

7000 Mültecinin İadesi

Hırvatistan sınırında bulunan Una-Sana Kantonu İçişleri Bakanı Nermin Kljajiç, 2020 yılında sınır ülkesi Hırvatistan’ın Bosna Hersek’e 7000’den fazla göçmeni zorla iade ettiğini, kendi ülkesinin ise neden benzer bir şey yapmadığını merak ettiğini dile getirdi.

Hırvat polisi sınırdaki göçmenlerin insan haklarını ihlal etmekle suçlanırken, Hırvat makamları ise bu suçlamaları kesinlikle reddetmektedir. Polis Bakanı olan Davor Bozinoviç ise polisin yasa dışı hiçbir şey yapmadığını belirtti. Avrupa İnsan Hakları Komiseri Dunja Mijatovic ise göçmenlerin resmi bir sığınma prosedürü olmaksızın Hırvatistan’dan Bosna Hersek’e geri gönderilmesi konusunu endişeyle takip ettiğini bildirdi.

 

Kaynak: Balkan Insight

Tarih: 15.01.2021

 

Birlikte Yaşama’’ Devletin İşleyişini Etkiliyor

Karadağ’da devlet başbakanının, hükümetten farklı bir siyasi partide olması durumu halk arasında ‘’birlikte yaşama’’ olarak adlandırılmakta ve bu süreç Karadağ devletinin işleyişinde sorunlara yol açmaktadır. Devlet liderleri ise sorunları çözüme kavuşturmak amacıyla bu konuyu ele almaya karar verdi. Karadağ Cumhurbaşkanı Milo Dukanoviç, Hükümet, Meclis veya üçüncü bir yetkili organ tarafından imzalanması için kendisine sunulan çeşitli kanunların ve kararların yayınlanmasına ilişkin kararnameleri onaylamayı birçok defa reddetti. Kabul edilen ancak imzalanmamış yasalar arasında çok ses getiren Din Özgürlüğü Yasası da var. Bu yasa ve hükümlerin iptali, yeni iktidar koalisyonunun seçim öncesi vaatlerinden biriydi, ancak Dukanoviç bunları da imzalamayı reddetti. Dolayısıyla yeni hükümetin vaatleri resmileşemedi. Yeni Başbakan Zdravko Krivokapiç ise Cumhurbaşkanı Dukanoviç, Meclis Başkanı Aleksa Becic ve Başbakan Yardımcısı Dritan Abazoviç’e bir davet gönderdi ve krizi sonlandırmak için görüşme talep etti. Tartışılacak konular, birlikte yaşama koşullarında kurumların işleyişi ve Savunma ve Güvenlik Konseyi’nin işleyişi olacak.

Kaynak: Independent Balkan News Agency

Tarih: 14.01.2021

 

Karadağ Vatandaşları AB Üyeliğini Destekliyor

2006 yılında Sırbistan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan eden Karadağ, o tarihten beri Avrupa’ya dönük bir politika izliyor. Bağımsızlığından kısa süre sonra Avrupa Birliği aday ülkesi konumunu sağlamış ve 2017’de tüm müttefiklerin onayıyla resmen NATO üyesi olmuştu. Karadağ halkı ve parlamentosu, AB üyeliğini belli sebeplerden ötürü desteklemekten vazgeçmiyor. İnsanların özellikle daha iyi ve kaliteli bir yaşam standardı için destekledikleri görülürken, serbest dolaşım olasılığı ve istikrarın sağlanması da bu nedenler arasında yer alıyor. Son bir senedir dünyayı etkisi altına alan pandemi sürecinde AB’nin Karadağ’a sağladığı hızlı ve yeterli yardım da insanların bu birliğe olan inancını arttırdı.

Avrupa Birliği Karadağ Delegasyonu adına DeFacto Ajansı kamuoyu araştırmaları yürütüyor. Bu araştırmanın sonuçlarına göre, Karadağ vatandaşları Aralık ayına göre AB üyeliğine karşı daha olumlu bir tutum sergilemekte. Aralık ayında %66,1 olumlu ve %24,3 olumsuz bakış varken; son verilere halkın %77,6’sı olumluyken %17,7’si olumsuz bakmakta. Anket sonuçları değerlendirildiğinde, Karadağ’ın AB üyeliği hakkında bir referandum çağrısı yapılacak olsaydı halkın %85,7’sinin oy vereceği görülmektedir. Bu rekor düzeyde yüksek halk desteğinin, AB entegrasyonu için çok önemli bir faktör olduğunu söyleyen Avrupa Birliği Karadağ Büyükelçisi Oana Cristina Popa, ülkede hayati önem taşıyan reformların uygulanabilmesi için vatandaşların desteğiyle oluşan ulusal birliğin gücünden bahsetti. Bazı kitleler ise ülkede bulunan olumsuz faktörler yüzünden devlet çıkarlarının zarar göreceği düşünüyor. Yolsuzluk, ekonomik durum, organize suç düzeyi ise AB üyeliğinde büyük bir engel olarak görülüyor. Fakat vatandaşların büyük çoğunluğu Karadağ’ın 2025 yılına kadar birliğe üyelik kriterlerini karşılayacaklarına inanıyor ve üyeliğin zarardan çok faydası olacağını düşünüyor.

 

Kaynak: Independent Balkan News Agency

Tarih: 15.01.2021

 

Kuzey Makedonya ve Bulgaristan Yetkilileri Uzlaşma Sağlamak için Bir Araya Geldi

Bulgaristan Bilim ve Sanat Akademisi, “Makedonca” dili hakkında yaptığı açıklamada öyle bir dilin aslında var olmadığını, kullanılan dilin Bulgarcanın bir formu olduğunu öne sürmüştü ve bu gerekçeyle Kuzey Makedonya’nın Avrupa Birliği ile müzakerelere başlamasını reddetmişti.

Bu buluşma sonrasında Bulgaristan Dışişleri Bakanlığı, Dostluk, İyi Komşuluk ve İşbirliği Anlaşması’nın uygulanmasında Kuzey Makedonya ile işbirliği için bir eylem planı önerdiklerini duyurdu. Diplomatik kaynaklara göre bu plan, Bulgaristan kökenli şirketlerin Kuzey Makedonya’daki yatırımlarıyla ilgili önerileri içerirken aynı zamanda Bulgar üniversitelerinin Kuzey Makedonya’da şube kampüslerinin açılmasıyla ilgili bir eylem planını da kapsamaktadır.Kuzey Makedonya hükümetinin Bulgaristan temsilcisi Vlado Buçkovski, birtakım çözüm arayışları için Sofya’ya gitti.  İki ülkenin Dışişleri Bakanı, 2017 yılında imzalanan Dostluk, İyi Komşuluk ve İşbirliği Anlaşması’nı tekrardan gündeme getirmek, planları iyileştirmek ve Üsküp’ün Avrupa Birliği üyelik müzakerelerini başlatabilmesi için çözülmesi gereken tarihi ikili anlaşmazlıklar konusunda uzlaşma çabalarını arttırmak amacıyla Sofya’da bir araya geldi.

 

Kaynak: Euractiv

Tarih: 12.01.2021

 

Kuzey Makedonya ve Yunanistan İlişkilerini Güçlendiriyor

Kuzey Makedonya Dışişleri Bakanı Bujar Osmani’nin 14 Ocak tarihinde Atina’ya yaptığı ziyaretin merkezinde Kuzey Makedonya’nın üyelik süreci ile ikili ilişkiler ve Avrupa meseleleri yer aldı. Başbakan Kyriakos Mitsotakis’in Kuzey Makedonya Dışişleri Bakanı Bujar Osmani ile yaptığı görüşmede ikili ilişkilerin seyri ve özellikle iki ülke arasındaki ekonomik işbirliği ve karşılıklı bağlantının geliştirilmesi ana konu olarak ele alındı. Osmani’nin ziyareti, İşbirliği Eylem Planı ve Prespa Anlaşması olarak bilinen Stratejik Ortaklık Anlaşması’nın uygulanmasının ardından iki ülkenin daha ileri faaliyetlerine yönelik çerçevenin oluşturulmasına odaklandı.

Makedonya Dışişleri Bakanlığı’na göre, bunlara ek olarak, ticaret odalarının altyapı alanında daha fazla işbirliği, vatandaşların hareketinin sınır ötesi kolaylaştırılması, enerji, siyasi diyaloğun daha da derinleşmesi, dostluk ve komşularla iyi ilişkiler yoluyla ekonomik işbirliğinin yoğunlaştırılması ve teşvik edilmesi, ortak bir Avrupa geleceği inşa etme politikaları da gündemde yer aldı.

Osmani, Yunanistan ve Kuzey Makedonya’nın Balkanlar’da bir dostluk örneği oluşturması gerektiğini belirtirken, daha sonrasında yaptığı yazılı açıklamada Kuzey Makedonya’nın niyetinin Yunanistan ile daha derin ve uzun vadeli bir dostluk kurmak olduğunu da belirtti. Osmani, Kuzey Makedonya ile Avrupa Birliği müzakerelerinin gecikmeksizin başlatılmasında Yunanistan’ın desteğinin özellikle önemli olduğunu da sözlerine ekledi.

Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias da 14 Ocak tarihinde yaptığı açıklamada, Yunanistan’ın Kuzey Makedonya’yı, diğer Batı Balkan ülkeleriyle birlikte Avrupa Birliği’ne,  katılım konusunda tam desteklediğini söyledi. Yunan ulusal yayıncısı ERT’de yayınlanan bir basın konferansında Dendias, “Yunanistan Batı Balkan ülkelerinin Avrupa perspektiflerini tarihsel olarak savunuyor ve aktif olarak destekliyor” ifadesini kullandı. Dendias ayrıca, iki ülke arasında Makedonya isminin kullanılması konusunda uzun süredir devam eden anlaşmazlığı çözen 2018 Prespa Anlaşması’nın tam olarak uygulanmasının, işbirliğini ilerletmenin ön şartı olduğunun da altını çizdi.

 

Kaynak: Anadolu Agency, Independent Balkan News Agency & Xinhua News

Tarih: 14.01.2021

 

İşbirliğine Giden Yol

Kuzey Makedonya İçişleri Bakanı Oliver Spasovski ve Birleşik Krallık’ın Kuzey Makedonya Büyükelçisi Rachel Galloway 15 Ocak tarihinde İçişleri Bakanlığı ofisinde gerçekleştirdikleri toplantıda yasa dışı göçe karşı mücadelede bölgesel ve uluslararası düzeyde başarılı işbirliğini tartıştılar. Kuzey Makedonya İçişleri Bakanlığı, basın bildirisinde, “Toplantıda diğer konuların yanı sıra, ülke kurumlarında NATO’nun standartlarını karşılama süreçlerini hızlandırmanın önemi hakkında görüşmeler yapıldı” ifadesini belirtti. Her iki taraf da güvenliği sağlamak için tüm alanlarda gelecekte daha yoğun işbirliği için çaba göstereceklerini teyit etti.

 

Kaynak: Меtа.мк News Agency

Tarih: 15.01.2021

 

Uzlaşma Rafa Kalkabilir mi? Vevchani Karnavalı Skandalı

Her yıl Aziz Basil bayramında düzenlenen geleneksel kutlamalar Vevchani Karnavalı adını taşımakta ve pagan dönemlerden kalma maskelerin yanı sıra güncel siyasi olayları protesto eden çağdaş maskeleri içermektedir. Karnavalın ruhunda hiçbir ülke veya kişi ile alay edilmekten kaçınılmamaktadır.

Kuzey Makedonya Cumhurbaşkanı Stevo Pendarovski ise Karnavalı sırasında Bulgar bayrağının yakılmasını kınadı ve sosyal medya hesaplarında, komşular arasında güven, saygı ve anlayış oluşturmanın gerekli olduğunu belirtti. Bulgaristan Dışişleri Bakanı Ekaterina Zaharieva, Sofya’nın yanan bayrak nedeniyle Üsküp’e keskin bir sözlü nota gönderdiğini duyurdu. Basına bilgilendirme sunan Bulgaristan Dışişleri Bakanı Ekaterina Zaharieva ise bu eylemi kınadıklarını söyledi.Aralık 2020’nin başlarında Bulgaristan, Avrupa Birliği’nin Kuzey Makedonya müzakere çerçevesini onaylamayı reddetti ve Makedonya gündeminde bu vetonun etkileri hala hâkim iken pek çok maskenin Bulgar siyasetçileri tasvir etmesi ve Bulgaristan’a yönelik eylemlerin Vevchani Karnavalı’nda gerçekleşmesi bekleniyordu. Yerel basında çıkan haberlere göre ise, Covid-19 önlemlerine rağmen düzenlenen karnavalda Bulgar bayrağı yakıldı.

 

Kaynak: Anadolu Agency & Republica News

Tarih: 15.01.2021

 

Kosova’da Erken Seçim Tarihi Belirlendi

Kosova Cumhurbaşkanı Haşim Thaçi, geçen yıl kasım ayında Lahey’de bulunan Kosova Özel Savcılığının hazırladığı savaş suçları iddianamesinin mahkeme tarafından kabul edilmesi üzerine istifa etmişti, vekilliğini ise Vyosa Osmani yapıyordu. Osmani, Çarşamba günü yaptığı açıklamada ülkede bulunan siyasi parti yetkilileriyle görüşerek aldığı ortak karar sonucunda, meclisi feshettiğini ve erken genel seçimlerin 14 Şubat’ta yapılmasına karar verildiğini duyurdu. Bu doğrultuda Kosova Merkez Seçim Komisyonuna, seçimlerin organize edilmesi ve düzelmesine yönelik çalışmalarına başlaması talimatını verdiğini açıkladı.

 

Kaynak: AP News

Tarih: 10.01.2021

 

Sırbistan’ın IMF Programı Başarılı Bulundu

2018 yılından beri IMF’den ekonomik reform programı desteği alan Sırbistan’ın, ocak ayında bu destek programı son buluyor.  Program, Sırbistan’ın ekonomik ve mali istikrarının korumasına ve yapısal reformları ilerletmesine yardımcı oldu ve temel hedeflerine ulaştı. Uluslararası Para Fonu İcra Direktörleri Kurulu, Sırbistan’ın ekonomik programının sonuçları hakkında bir karara vardı ve programın başarılı olduğuna karar verdi. Gelirlerinin AB üyesi ülkelerin seviyesine yaklaşması ve kurumsal reformların devam etmesinin, ilerleyen zamanlarda önemini göstermesi bekleniyor.

 

Kaynakça: Politika.rs

Tarih: 08.01.2021

 

Ortodoks Piskoposun Konuşmaları, Sırp Siyasetini Etkiliyor

Almanya’daki Sırp Ortodoks piskoposu Girgorije, dini açıdan uzak siyasal bir röportaj verdi. 7 Ocak’ta Balkan haber kuruluşu NewsMax Adria ile konuşan piskopos, Sırbistan Cumhurbaşkanı Alexander Vucic ve İlerici Parti hakkında eleştirilerde bulundu.

Piskopos ‘‘Kurtarıcı olacak kimse yok. Bir kurtarıcıya ihtiyaç duymaktansa, yeni bir sistem oluşturmak gerekiyor’’ diyerek, Alexander Vucic’e atıflardan bulundu. Sırp Ortodoks Kilisesi’nde modern bir figür olan Girgorije, Sırbistan’daki ‘Avrupa Yanlısı’ ve ‘Milliyetçi’ yaklaşımlardan bahsetmedi. Daha önce siyasi lider olma konumu reddeden piskopos, muhalefet tarafından destek alıyor ve hatta bazı kesimlerce 2022 seçimlerinde aday olarak görülüyor.

 

Kaynakça: Balkan Insight

Tarih: 13.01.2021

 

Türkiye ve Yunanistan İyonya Denizi’nde 12 Mil Keşfinde

Mart 2016’da neredeyse durma noktasına gelen Ankara-Atina keşif temaslarının yakın zamanda yeniden başlaması bekleniyor. 10 Ocak 2021 tarihinde sunulan Tasarıda İyonya Denizi’nin, Korfu’dan Mora’daki Tainaro Burnuna kadar 6 ila 12 deniz mil genişletilmesi planlanıyor.

Bu tasarı pazartesi günü Yunan Parlamentosunun Genel Kurulu’nda oylamadan geçecek. Toplantının 19 Ocak’ta yapılması bekleniyor. Tasarı, Yunanistan’ın Uluslararası Denizcilik Yasası kapsamındaki kıyı bölgesini 12 deniz miline ve ülkenin geri kalanına genişletme haklarını saklı tuttuğunu açıkça belirtecek.

 

Kaynak: Defence Point

Tarih: 11.01.2021

 

Türkiye ve Yunanistan Görüşmelerinde İlerleme

Türkiye ve Yunanistan, Ege Denizi’ndeki toprak anlaşmazlıkları gibi çok sayıda cevaplanmamış soru üzerinde bölünmüş durumda. NATO üyesi iki ülke arasında Akdeniz’in doğu bölgesindeki deniz sınırlarıyla ilgili anlaşmazlıklar, geçen yıl olası bir çatışmanın başlaması konusunda endişelere neden olmuştu ve her iki ülke de askeri gemilerini bölgeye göndermişti.

Yunan diplomasisinden bir temsilci, her iki bakanın da müzakereler için bir tarih belirlemeyi kabul ettiğini belirtti. Bu görüşmeler, Yunanistan ile Türkiye arasında gerilimi azaltmayı ve çoğu zaman gergin olan ilişkiyi iyileştirmeyi amaçlayan uzun süredir devam eden müzakere sürecinin 61. turunu temsil edecek. Son haftalarda yaşanan gerginlikler ise NATO sayesinde ve savaşa yol açabilecek olası durumdan Yunan ve Türk ordusunun iletişim kurmasına olanak tanıyan bir mekanizmanın devreye girmesi sayesinde azaldı. Her iki taraf da geçtiğimiz günlerde ortak diyaloğu sürdürme kararı aldı.

 

Kaynak: Slovak Basın Ajansı

Tarih: 11.01.2021

 

Yunan Başbakanı Mitsotakis, Seyahati Kolaylaştırmak İçin Ortak AB Aşı Sertifikası Önerdi

Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis, pandeminin harap ettiği güvenli seyahatin geri kazanılmasına yardımcı olacak şekilde AB çapında bir Covid-19 aşı sertifikası oluşturulması çağrısında bulundu. Politico’da yayınlanan habere göre, bu fikir Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’e yazılan bir mektupta ele alındı. Mitsotakis Mektupta  “Bir aşı sertifikasının tüm üye devletlerce kabul edilebilmesi için aşının nasıl yapılandırılması gerektiği konusunda ortak bir anlayış benimsemesi gerekir’’ diye belirtti. Yunan Başbakanı Mitsotakis’in bu konuyu 21 Ocak’taki Avrupa Birliği zirvesinde de gündeme getirmesi bekleniyor.

 

Kaynak: Greek City Times

Tarih: 13.01.2021

 

Souda’da Yunanistan, Kıbrıs ve ABD’nin Havacılık Tatbikatı

Üçlü tatbikata katılan güçler, aralarındaki işbirliği, anlayış ve birlikte çalışabilirlik düzeyini yükseltmeyi amaçlamakta. Yunanistan, Kıbrıs ve ABD özel harekât kuvvetlerinin eğitimi Girit’in daha geniş deniz bölgesi olan Souda’da başladı. Aynı zamanda tatbikat, Yunanistan özel harekât kuvvetlerinin harekât kabiliyetlerini artırmayı ve müttefik ülkelerle deneyim alışverişini hedefliyor. Tatbikat, Yunanistan Ulusal Savunma Genelkurmay Başkanlığı tarafından tasarlandı ve Yunanistan Müşterek Özel Harekat Komutanlığı tarafından koordine edildi.

 

Kaynak: Greek City Times

Tarih: 14.01.2021

 

Yunanistan AB’den 1.450 Yasadışı Göçmeni Türkiye’ye Derhal İade Etmesini İstedi

Yunanistan, Avrupa Komisyonu ve Frontex’e, Avrupa Birliği-Türkiye Ortak Bildirisi kapsamında uluslararası korumaya hakkı olmayan 1.450 yasadışı göçmenin derhal Türkiye’ye iade edilmesi talebinde bulundu.

Yunanistan Göç ve İltica Bakanı Notis Mitarakis ayrıca: “Ülkemiz sürekli olarak katı ama adil bir göç politikası uygulamaktadır. Bunu hak edenlere uluslararası koruma sağlamak, aynı zamanda ulusal ve uluslararası hukukun sağladığı korumaya geri dönmek hedefimizdir” ifadelerinde bulundu.Bu, esasen Ankara’yı yasadışı geçişleri durdurmaya ve diğer yandan uluslararası korumaya hakkı olmayanların iadelerini kabul etmeye mecbur eden Ortak Bildirge’den kaynaklı ve Türkiye’ye iade talepleri yeniden başladığı için çok önemli bir gelişme.

 

Kaynak: Greek City Times

Tarih: 14.01.2021

 

Rafale Jet Alımı Yunan Parlamentosu Tarafından Onaylandı

Yunan Parlamentosu 14 Ocak tarihinde, 18 Fransız yapımı Rafale savaş uçağının satın alınmasını oy çokluğuyla kabul etti. Komünist Parti ve Gianis Varoufakis’in MeRA25 partisi dışında Yunanistan’ın tüm siyasi partileri, 12 Ocak tarihinde geç saatlerde Yunan parlamento komitesi tarafından hızlı bir prosedürle onaylanan tasarıyı oyladı. Ulusal Savunma ve Dış İlişkiler Daimi Komitesi, bu yıl 1,5 milyar euro’luk bir maliyetle, altı yeni ve on iki kullanılmış Rafale jeti de dâhil olmak üzere, yasa tasarısı kapsamında üç sözleşmeyi tartıştı. İki ülkenin anlaşmayı bu ayın sonlarında imzalaması beklenmekte ve jetlerin Yunanistan’a temmuz ayında gelmesi planlanmakta.

 

Kaynak: Greek Reporter

Tarih: 15.01.2021

 

UNESCO Ohrid Konusunda Kuzey Makedonya’yı Uyardı

Balkan yarımadasındaki en derin ve en eski gölün kıyısında yer alan Ohrid kenti, Ohrid alabalığı gibi birçok endemik türe ev sahipliği yapan doğal güzelliğinin yanı sıra zengin bir kültürel mirasa sahip olmasıyla biliniyor. Birleşmiş Milletler kültür kurumu UNESCO, Kuzey Makedonya’yı Ohrid kenti konusunda “nesli tükenmekte olan miras alanı” olarak sınıflandırması için uyarmasının üzerinden 1,5 yıl geçmesine rağmen yeterli önlem alınmadığı için uyardı. Ohrid’i “tehlike altında” olarak nitelendirmelerine rağmen ilk uyarıdan bu yana hiçbir önlem alınmadığı ifade edildi.

Mayıs 2019’daki büyük ölçüde olumsuz hava taşıyan UNESCO raporunun ardından ilk kez uyarılan yetkililer harekete geçme sözü verse de ilerleme kaydedilmemiş ve BM, Kuzey Makedonya’ya 2020’nin sonuna kadar süre vermişti. Buna karşılık belediye geçtiğimiz 1,5 yıl süresince yasadışı yapıların tespit edildiğini, bazılarının kaldırıldığını, tüm inşaatlara geçici olarak yasak getirildiğini ve kırsal alanda kentsel planlama için yeni bir süreç başlatıldığını ifade ediyor. Kuzey Makedonya Yetkilileri, Ohrid’in UNESCO statüsünün korunmasının ulusal bir prestij meselesi ve potansiyel bir turizm merkezi olarak itibarına zarar verecek bir mesele olarak görmekte.Hem doğa hem de kültür mirası olan kentte, yapılan incelemelere göre ele alınmayan bir dizi eski sorunun yanı sıra, yeni tehditlerin de söz konusu olduğu görülmekte. Şehir ve çevresindeki kontrolsüz inşaatlar, merkezi ve yerel yetkililer tarafından koruma altında olan alanlarda bile artan yasa dışı yapılar yıkımı ortaya koyuyor. Ohrid eski şehirdeki tipik mimari yapıların üzerine yapılan güneş panelleriyle şehrin dokusu zarar görürken, korunmaya çalışılan şehir görünümü ile uyuşmayan kentsel ekipmanlar kültürel mirası koruma konusundaki eksikliği gözler önüne seriyor.

 

Kaynak: Balkan Insight

Tarih: 11.01.2021

 

Balkanlarda Aşı Diplomasisi

Koronavirüs aşılaması konusunda Balkanların kaderi konusunda çalkantılı bir tartışma yaşanıyor. Avrupa Birliği üyeliğine aday statüsü verilen ülkeler için henüz net bir plan bulunmamakta.

Arnavutluk ve Kuzey Makedonya yoğun bir diplomatik mücadele verirken, yardım için Almanya’nın kapısını çaldılar. 975 dozluk ilk aşılar Tiran’a ulaşırken, aşı bağışında bulunan AB ülkesinin kimliği konusunda bir açıklama yapılmadı. Söylentiler Arnavutluk’a verilen desteğin arkasında Berlin’in olduğunu ifade ediyor.

 

Kaynak: Independent Balkan News Agency

Tarih: 15.01.2021

 

HAZIRLAYANLAR:

Didem Şimşek, Dilara Nesrin Bulut, Dilek Keçeci, Elifnur Ayhan, Hasibe Özdemir, Hatice Deniz Hızal, İlayda Beyazıt, İleyna Savuk, Rümeysa Güner, Taha Yüceses, Zeyneb Sümeyye Cenik, Zülfiye Çobanoğlu

 

TUİÇ Balkan Staj Birimi

Babam İş Gezisinde (Otac Na Službenom Putu)

 

Yugoslavya’nın sancılı süreçlerini bir çocuğun dünyasından seyretmek ister miydiniz?

Senaryosunu Abdullah Sidran’ın yazdığı ve Emir Kusturica yönetmenliğinde çekilen 1985 yapımı “Otac na službenom putu” (Babam İş Gezisinde) filmi, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye (Palme d’Or) ödülünü almaya hak kazanmıştır. Balkan sinemasının ünlü yüzlerinden olan ve geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Mustafa Nadarević, Grbavica filminden de aşina olduğumuz Mirjana Karanović, Time of Gypsies (Çingeneler Zamanı) filminin Perhan’ı Davor Dujmović ve Underground (Yeraltı) filminin başrolü Miki Manojlović’in yer aldığı güçlü bir kadroya sahiptir. Film, birkaç sahnesi es geçildiği takdirde çocuklu ailelerin izlemesine uygundur. Pek çok filminde Balkanlar’ın hikayesini farklı üsluplarla izleyiciye sunan tartışmalı yönetmen Kusturica, bu filminde de Yugoslavya’nın tarihi açısından önemli bir hamle olan Tito-Stalin ayrılığını ve bu bağlamda ortaya çıkan sonuçları ele almıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın akabinde J. Broz Tito önderliğinde Yugoslavya’nın kendine farklı bir vizyon oluşturması ve kendi ideal devlet ve toplum modelini yaratması hedefleriyle SSCB ile yollarını ayırdığı ve Batı’ya açılım yaptığı 1948 yılı önemli bir dönemin başlangıcı olmuştur. “Informbiro” olarak adlandırılan ve 1955 yılına kadar devam eden SSCB ile çalkantılı ilişkiler dönemi, filmde görüldüğü üzere sadece siyasi elitleri değil toplumun pek çok kesimini etkilemiştir.

Bürokrat olarak çalışan ve çapkınlığı nedeniyle eşini defalarca kez aldatan baba karakteri Meša’nın (Mehmed), bir tren yolculuğu sırasında metresinin yanında siyasi bir gazete karikatürü hakkında yaptığı masum yorum, filmin olaylar zincirini başlatmıştır. Sıkı bir komünist olan Meša, Stalin ve Karl Marx’ın bulunduğu ironik karikatürün abartıldığını, Stalin’in gereksiz derecede eleştirildiğini ima eden bir yorumda bulunmuştur. Ancak Yugoslavya öyle bir dönemin içindedir ki sadece siyasetle içli dışlı olanlar değil tüm toplum en ufak bir söz ve davranışından ötürü şüphe uyandırmakta ve “Stalin sempatizanı” olarak etiketlenmektedir. Meša’nın sözleri metresi aracılığıyla bir parti yetkilisinin kulağına gitmiştir. Tesadüf odur ki, parti yetkilisi Meša’yı kıskanan ve metresine ilgi duyan kayınbiraderinin ta kendisidir. Bu fırsatı değerlendiren kayınbirader Zijo, yorumları bahane ederek Meša’yı suçlu olmadığı halde cezalandırmak için çalışma kampına göndermiştir. Kendi kız kardeşini ve yeğenlerini içinde bıraktığı zor koşulları hiçe sayan Zijo, yüksek mevkilere sahip olan insanların kendi hırs ve çıkarları doğrultusunda yetkilerini kötüye kullanmasına örnek teşkil etmektedir. Parti yetkililerinin “Tito’nun emir kuluyuz” adı altında sistemi kendi menfaatleri için yönlendirmesi, partinin tüm faaliyetlerinin Tito’ya bağlanmasına neden olduğunun altı çizilmektedir. Nitekim filmde geçen “Tito mu partiyi yönetiyor? Parti mi Tito’yu yönetiyor?” repliği durumun vaziyetini ortaya koymaktadır.

Filmin devamı babasının iş gezisinde olduğu söylentilerine inanan 6 yaşındaki Malik’in perspektifinden anlatılmaktadır. Babasını göremeyen ve dönemin konjonktürü içerisinde büyümeye zorlanan Malik, abisi Mirza ve anneleri Senija’nın yaşadıkları, politik kargaşaların sıradan insanların hayatında özellikle çocukların dünyasında bıraktığı etkileri gözler önüne sermektedir. Ailenin geçimini sağlayan Meša’nın ortadan kaybolması ile Senija, dönemin zorlu ekonomik şartları içerisinde ailesini ayakta tutabilmek için terzilik yapmaya başlamıştır. Senija kıyafetlerin söküklerini dikercesine ailesini de sürekli onarmaya ve onca zorluğa rağmen beraberliklerini idame ettirmeye kendini adamış bir kadındır. Balkan kadınlarının mücadeleci yönü bu filmde de gösterilmiştir. Annesinin vaziyetinden etkilenen, babasının yokluğunu hisseden ve hayatın gerçekleriyle yüzleşen Malik’te yaşadığı travmaların bir tezahürü olarak “uyurgezerlik” başlamıştır. Uyurgezerlik adı altında filmde mizah unsuru devreye girerek izleyiciye politik eleştirinin yanı sıra duygusal haz duyma imkânı verilmiştir.

Filmi siyaset bağlamında ele alacak olursak, ilk sahnelerde seyirciyle buluşan Meksika şarkıları bize bir yol gösterici olacaktır. Stalin yanlılarının toplumdan ayıklandığı dönemde Meksika şarkılarının tehlikesiz olduğuna dair replik, SSCB ve ABD liderliğinde iki farklı yönde kutuplaşan küresel sistemde Yugoslavya’nın da Meksika şarkıları misali tehlikesiz bir şekilde, iki başat güce bağlı kalmadan kendini uluslararası sisteme entegre etme çabasını göstermektedir. Anlaşılan o ki Yugoslavya kendi çizdiği yola toplumun da uyum sağlamasını hedeflemekte ve insanların herhangi bir ideolojiye fanatik olmadan orta yolu bulmasını amaçlamaktadır. Bu nedenle filmde gösterildiği üzere, siyasi olarak belli bir ideolojiye bağlı olan insanlar suç işlememesine rağmen cezalandırılmaktadır. Tito rejimi, federasyondaki farklı din, etnik köken ve ideolojiye sahip olan insanları bir arada tutabilmek, yaşanabilecek olası çatışmaları önlemek ve “kardeşlik” duygusunu halka aşılamak için dominant olan tüm fikirleri kontrol altında tutabilmeyi amaçlamıştır. Bu durum pratikte parti yetkililerinin keyfi arzuları çerçevesinde şekillenince suçlu-masum kavramlarındaki ayrımın bertaraf edilmesine yol açmıştır. Sistem, bu yönüyle yollarını ayırdığı otoriter Stalin rejimi ile benzerlik göstermiştir. Bu noktada film, ifade özgürlüğünün yok sayıldığı, güçlü bir denetim mekanizması olan “Ulusal Güvenlik” ile insanların baskı altında tutulduğu ve tehlikeli görünenlerin sürgüne gönderildiği 1950 yılını konu alarak rejimi eleştirmiştir.

Meša’nın rejim doğrultusunda çalışma kampına gönderilmesinden sonra ailenin toplu halde babanın çalıştığı bölgeye yerleşmek için yola çıkması, Balkanlar’ın yıllardır değişmeyen “göç” olgusunu hatırlatmaktadır. Siyasi nedenlerle dağılan düzeni toparlamak ve hayata yeni bir sayfa açmak ümidiyle yola çıkmak Balkan halklarının kaderi haline gelmiştir.

Öte yandan, Yugoslavya’nın beden kültürüne ve futbola verdiği öneme değinilmiştir. Zira çalışma kampları hem tehlike arz eden insanları uzakta tutmak hem inşaat, madencilik vb. alanlarda devletin işleyişine ve ekonomiye katkı sağlamak hem de çalışarak bedeni diri ve güçlü tutmak anlamında önemli bir yere sahiptir. Nazi işgalinden yeni kurtulan bir ülke için savaş ihtimaline duyulan endişe sebebiyle toplumu bedenen sağlıklı hale getirme çabası oldukça manidardır. Bununla beraber, filmin bir sahnesinde düğün sırasında radyoda dinlenilen 22 Temmuz 1952 tarihli Finlandiya’da oynanan Yugoslavya-SSCB arasındaki olimpiyat maçının 3-1 galibiyetle kazanılması, ikili ilişkilerdeki rekabetin ve Soğuk Savaş’ın spor alanındaki yansımasını göstermektedir.

“Böyle zamanda kim kimi sever?” Filmde geçen bu çarpıcı soru, filmin 1985 yılında Yugoslavya’da çekilmesi bakımından önem taşımaktadır. 1950’li yılların sadakatsizliğine, adaletsizliğine ve yozlaşmış sistemine değinen film, aslında çekildiği dönemden izler taşımaktadır. Nitekim Tito’nun ölümünden sonraki süreçte Yugoslavya’da kardeş kardeşe düşman hale gelmiş ve savaşın ayak sesleri duyulmaya başlamıştır. Filmde iki kardeş olan Zijo ve Senija arasındaki küslük, Zijo’nun bencilliği ve kişisel hırsları nedeniyle kardeşini ve küçük çocukları maruz bıraktığı acınası tablo ile tasvir edilmiş olup filmin çekildiği yıllara atıf yapılmıştır. Zaten Yugoslavya’nın dağılmasına neden olan kişisel hırsların ta kendisi değil midir?

 

 

 

NEVAL TAYYAR

Balkanlar Staj Programı 

Üç Tarz-ı Siyaset

 

Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, 2019, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Sayfa Sayısı: 73

 

Yusuf Akçura, 2 Aralık 1876 tarihinde Ulyanovsk şehrinde doğmuştur. Babası Hasan Bey fabrikatör, annesi Bibi Banu Hatun Kazan’ın tanınmış ailelerindendi. Kırım Türklerinden aristokrat bir ailenin mensubu olması ve refah düzeyi yüksek bir aile ortamına doğması rahat bir çocukluk yaşayacağına işaret ederken iki yaşında babasını kaybetmiştir. Babasının vefatı ve annesinin fabrikaları iyi yönetememesi üzerine yedi yaşındayken İstanbul’a göç etmişlerdir. Harp Okulunda öğrenim görürken yasaklanmış yayınları gizlice okuduğu için harp divanında yargılanmış ve Trablusgarp’a (Fizan) sürgün edilmiştir. Oradan Paris’e geçerek Paris Siyasi Bilgiler Okulu’nda eğitim almıştır. Eğitimini, “Osmanlı Devleti Kurumlarının Tarihi Üstüne Bir Deneme” adlı tezi ile tamamlamıştır. Bir süre Rusya’ya dönerek amcası ile çalışmış daha sonra Kazan’a gelerek tarih ve coğrafya öğretmenliği yapmıştır. Bu sırada yazdığı ve onu Türk siyasal hayatında meşhur eden Üç Tarz-ı Siyâset isimli dizi makalesi 1904 yılında Kahire’de “Türk” adlı gazetede yayımlanmıştır. 1908 yılında İkinci Meşrutiyet’in ilanı üzerine İstanbul’a gelmiştir. Çeşitli kurumlarda eğitmenlik, Kurtuluş Mücadelesi bağlayınca Anadolu’ya geçerek milletvekilliği yapmıştır. Atatürk’ün kültür ve siyaset danışmanı olarak çalışmış ve Türk Tarih Kurumu Başkanlığı yapmıştır. Kars milletvekili iken 11 Mart 1935 tarihinde geçirdiği kalp krizi sonucunda İstanbul’da hayatını kaybetmiştir.

Akçura’nın milliyetçilik anlayışında, doğduğu büyüdüğü ve eğitim aldığı üç ülke olan Rusya, Fransa ve Osmanlı Devleti’nin etkilerini net olarak görmek mümkündür. Doğup büyüdüğü Rusya’nın fikir hayatındaki duygusal etkilerine ilaveten, Rusya’yı daha sonraki ziyaretlerinde Orta Asya Türklüğü ile temasları Osmanlı Türkleri ile İmparatorluk dışında kalan Türklerin arasındaki ilişkiler hakkında araştırmalar yapmasına olanak tanışmış ve düşünce dünyasına önemli katkılarda bulunmuştur. Akçura’nın İstanbul’da geçen öğrencilik yıllarında, ülkenin içinde bulunduğu siyasi atmosfer yine bu yıllarda bağlayan yazar hayatına önemli etkileri olmuştur. Bununla beraber Türkçülük konusunda fikirlerinin gelişmesinde Paris’teki hayatı ve burada aldığı eğitim önemlidir. Fransız İhtilali’nin şiddetli etkilerinin hala hissedildiği şehirde, Akçura’nın Osmanlı Devleti’nin geleceği hakkında düşüncelerinin olgunlaşması bu dönemde gerçekleşmiştir. Daha sonra değerlendireceği bu üç fikir akımının, 1903 yılında savunmasını yaptığı mezuniyet tezinde ki izleri bu bağlamda kayda değerdir. Tezinin sonunda şu sonuca varmıştır: “Genç Türklerin uğrunda çalıştıkları Osmanlı milleti oluşturma hareketi, boş bir girişimdir. Tek çıkar yol ulusçuluktur.

Yusuf Akçura, Türk düşünce hayatında öne çıkan isimlerdendir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yirmi yılında Türkçülük savaşına katılanlar arasında yer almıştır. Birçok araştırmacı onu Türkçülüğün babası, “Üç Tarz-ı Siyâset” adlı makalesini de Türkçülüğün manifestosu olarak kabul etmişlerdir. Akçura makalesinde, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu siyasi çıkmazda dönemin öne çıkan üç fikir akımları olan, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülüğü sorgulamıştır. Bu akımları olumlu ve olumsuz yanlarını değerlendirerek hangisinin izlenebileceğini incelemiştir. Üç Tarz-ı Siyâset ’in Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan bu basımında Ali Kemal Bey’in Yusuf Akçura’ya cevaben yazdığı “Cevabımız” adlı makalesi ile Ahmet Ferit Tek’in bu iki makaleyi değerlendiren yazısı “Bir Mektup” da esere dâhil edilmiştir.

II. İnceleme

“Tarih, bağlı bulunduğumuz insan toplumunun belli zaman ve alanda çıkarını sağlayacak bilgi, düşünce ve duygu verebileceği için önemlidir.”

Yusuf Akçura, 1904’te yayımladığı “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı makalesinde Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük diye ayırdığı üç “meslek-i siyasi”yi incelemiş ve bu fikir akımlarını Osmanlı siyasi gerçekliği içinde değerlendirerek devletin izlemesi ve izleyebileceği yol haritalarını tartışmıştır. Eser, Osmanlı Devletinin şeriat kalıpları içinde laik bir şekilde değerlendirilmesi ve tartışılan siyasi fikirleri ana hatları ile sistemli bir şekilde tartışması bakımından öne çıkmıştır. Bu fikir akımları Osmanlı siyasi hayatında uzun yıllar tartışılmıştır ve günümüzde hala tartışılmaktadır. Akçura bu kavramları ilk ortaya koyan kişi olmamakla birlikte bu fikirleri sistemli ve planlı bir şekilde tartışması ve ilişkilerini net bir şekilde ortaya koymaya çalışması, eserin zamanın ve mekânın ötesinde değerli bir yapıt olarak öne çıkmasını sağlamıştır.

Akçura’nın tartıştığı ilk fikir akımı olan “Osmanlıcılık”, yeni anlamda bir “Osmanlı Milleti” oluşturmaktan bahsetmektedir. Bu bağlamda yazar, Amerika Birleşik Devletleri millet kimliğini örnek vermektedir. Akçura Osmanlı milleti oluşturulmasının yararlı olabileceğini kabul etmekle beraber, olanaksız görmektedir. Bu oluşumun ortak bir ruh çerçevesinde şekillenmesi gerektiğinden ve Osmanlı halklarının bu ortak ruhtan yoksun olması yazarın tartıştığı olanaksızlığı açıklamaktadır. Bununla birlikte Osmanlı halklarının – Türkler, Müslümanlar, Türk ve Müslüman olmayanlar – ortak potada erimeye direnmeleri “Osmanlıcılık” fikri için gerekli olan zeminin vücut bulmasını engellemiştir.

“Zannımca artık Osmanlı milleti meydana getirmekle uğraşmak boş bir yorgunluktur.”

Yusuf Akçura’nın tartıştığı ikinci fikir akımı “İslamcılık”tır. İslamcılık, İslam dinine dayanan bir devlet yapısı kurmayı ön gördüğünden Osmanlı halkları arasında siyasal ve hukuksal eşitlik artık söz konusu olmayacaktır. Bu dışlayıcılık Osmanlı uylukları arasında çatışma çıkarabileceği gibi mezhepsel tartışmalara da sebep olabilecektir. Akçura Osmanlıcılık fikrinde olduğu gibi bu düşüncenin mümkün olmadığını söylememekle birlikte Müslüman halkların birleşmesinin uzun zaman alacağını öngörmektedir.

Kuvvetine halel veren bunca vakalar ile beraber, İslâm hâlâ pek güçlüdür.

Türkçülük, Akçura’nın tartıştığı son tezdir. Bu fikir ırka dayalı bir Türk siyasal ulusçuluğu meydana getirmeyi amaçlar. Tartışıldığı dönemde yeni bir fikir olan Türkçülük için de yararları olduğu kadar zararlarının da olacağı da açıklanmaktadır. İslamcılık fikrinde olduğu gibi tanıma uymayanların ayrılması ve bu kimliğin oluşturulması uzun zaman alacaktır.

Türk birliği ilkin Osmanlı İmparatorluğunda Türklerin, Türk olmadıkları halde az çok Türkleşmiş olanların ve ulusal vicdandan yoksun olanların bilinçlendirilmesi ve Türkleşmesiyle başlayacaktır. Sonra, Asya kıtasıyla Doğu Avrupa’da yayılmış olan Türklerin birleştirilmesine geçilerek azametli bir siyasal milliyet meydana getirilecektir.

Akçura, makalesinin sonunda Osmanlıcılık fikrinin mümkün olmadığını belirtmekle birlikte Müslüman veya Türk birliği konusunda olumsuz yönlerini açıklayarak bu fikirlerden hangisi tercih ettiğini açıkça belirtmemektedir. Bununla birlikte, “Türk Birliği” bölümünde öne sürdüğü argümanlardan hareketle ve sonraki çalışmaları da göz önüne alındığında bu fikri tercih ettiği açıktır. Yazar makalesini okuyucularını düşünmeye sevk eden bir soru ile bitirmiştir.

Osmanlı milleti yaratmak, kimi yararlar kapsamakta ise de, eylem dışıdır. Müslüman birliği veya Türk birliğine yönelen siyaset, Osmanlı Devleti için aynı çıkarları ve sakıncaları kapsamaktadır. Eylem yönünden de aynı kolaylık ve güçlük vardır, denilebilir. Böyle bir durumda İslamlık ve Türklük siyasetlerinden hangisi yürütülmelidir?

 

III. Tartışma – Sonuç

Yusuf Akçura, “Üç Tarz-ı Siyâset” adlı makalesinde Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük politikaları analiz etmiş, bu üç siyasi yöntemin iyi ve kötü yönlerini ortaya koymaya çalışmıştır. Bunun yanında “Batıcılık” kavramı açıkça belirtilmemiş olsa da bu politikaların arka planında yer almaktadır. 19. yüzyıldan başlayarak her alanda etkisi hissettiren, “Batıcılık” fikrini de göz önüne alırsak bu dört fikir akımını kesin hatlarıyla birbirlerinden ayırmanın mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Bir başlık altında değerlendirilmeyen Batıcılık, makalede tartışılan fikir akımlarının temelinde var olan ve onların ortaya çıkmasını, değişmesini ve tartışılmasını sağlayan en önemli etkenlerden biridir. Her hareketin içinde mutlaka “Batıcılık” vardır.

Sonuç olarak bu fikirler devletin kurtuluşu ve eski gücüne kavuşması için Osmanlı siyasal yaşamında uygulanmış veya uygulanmaya çalışmışlardır. Ancak tüm çabalara rağmen başarılı olamadıkları aşikârdır. Bir akımın başarılı olabilmesindeki anahtar olan halk desteğinin yoksunluğu, aydınların fikir ayrılıkları, dönemin yerel ve küresel siyasi sorunları bu başarısızlıklarda etkili olmuştur. Bununla birlikte, dünya düzeninde belirleyici faktör olan ulus devletlerinin yükselişi ve modern Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu, Türkçülük fikrinin halen cumhuriyetimizde var olduğunun kanıtıdır. Bu bağlamda Türk aydınlarının ve Atatürk’ün bu fikri gerçekçi bir çerçeve içinde yapılandırmış olmaları belirleyici faktör olmuştur. “Yusuf Akçura’nın makalesinde ortaya koyarak tartışmaya açtığı ana düşüncelerin hala günümüz Türkiye’sinin siyasal yaşamında tartışılıyor olması ilgi çekici olduğu kadar takdire değerdir. Akçura’nın Türkiye’nin siyasal konumunu, hareket tarzlarını, hareket imkân ve kabiliyetlerini, Türk insanının ve toplumunun yapısını ne kadar hassas bir şekilde analiz ettiğini ortaya koymaktadır.

“Osmanlılık fikri çürüktür, çeşitli toplulukların uzlaştırılması olanağı kalmamıştır. Türk ulusseverliği dışında, kurtarıcı hiçbir fikir yoktur.”
Doktor Şerafettin Mağmumî

 

 

CEREN ÖZTÜRKMEN 

Milliyetçilik Staj Programı

 

 

 

 

Tarafsız Bölge

eğer bir toza dumana boğulmuş rüyada sen de yavaşça yürüyebilseydin
onu içine attığımız el arabasının arkasından
ve baksaydın kıvranan beyaz gözlere onun yüzündeki,
onun asılı duran yüzüne, sanki şeytan günahtan hastalanmış gibi;
eğer duyabilseydin, her sarsılmada, kanı
gargara edilip gelen köpükle laçkalaşmış ciğerlerden,
kanser gibi tiksindirici, gevişi gibi acı
masum dillerin üstünde berbat, tedavi edilemez yaraların,
dostum, söylemezdin o zaman bu kadar büyük bir zevkle
bir çeşit umutsuz görkeme heveslenen çocuklara
eski yalanı: Dulce et decorum est
pro patria mori.”

 

“Bir tarafta kurbanlar, diğer tarafta ise suç işleyen insanlar var. Bu filmin amacı, ne suçlamak ne de yanlış yapanları sergilemek. Amaç savaşın her türlüsüne karşı çıkmak ve sesimizi yükseltmek. Bu benim şiddetin her türlüsüne başkaldırış şeklim.” Bu açıklama, Tarafsız Bölge filminin yapılış amacını bir röportajında anlatan senarist ve yönetmen Danis Tanovic’e ait. 1997 yılında çalışmalarına başladığı filmin çekimlerini 2001’de bitirip Cannes Film Festivali’ne yollayan yönetmen, bu festivalden “En İyi Senaryo Ödülü” ile döndü. Yine aynı sene film “Yabancı Dilde En İyi Film Akademi Ödülü” kazandı. Filmin bu ödüllere ek olarak 27 ödülü ve 25 adaylığı daha bulunmakta. Peki, yabancı bir dilde olmasına rağmen bu denli yankı uyandıran Tarafsız Bölge filmi ne hakkında ve bu kadar çarpıcı olmasının sebebi ne? Filmin çekilmesinin sebebi ve verdiği mesajlar neler? Bu sorulara bu yazının sonunda yanıt vermiş olacağız.
Bosna Hersek, Slovenya, İtalya, Fransa, Belçika ve Birleşik Krallık menşeli yapım şirketlerinin ortak yapımı olan film, o günlerde ve halen günümüzde de dünyada baskın olan Amerikan sinema ekolünün ulussever perspektifine aykırı bir şekilde Bosna Savaşı’ndaki etnik çatışmayı görüyor ve bu çatışmaya alışılmışın dışında bir kadrajdan bakıyor. Dehşet içinde kana bulanmış insanlar, kopmuş insan uzuvları ve gürültü derecesindeki yüksek ses efektleri olmadan da çarpıcı bir film olmayı başaran Tarafsız Bölge, biri Sırp diğeri Boşnak iki yaralı askerin iki cephe arasındaki bölgede karşılaşıp hayatta kalma hikayesini konu alıyor. Silahı elinde tutanın “Savaşı kim başlattı?” diye sorup diğerini “Biz başlattık.” şeklinde yanıtlamak zorunda bırakması ve savaşı asıl kimin gerçekleştirdiğine dair birbirini suçlayan iki askerin tartışmayı filmin sonuna dek sürdürmesi aslında savaşta haklı sayılabilecek bir taraf olmadığını düşündürüyor.
1992 yılında başlayan savaş ile kurulan ve bölgede yaşanan savaşa barışçıl bir şekilde müdahale etmesi ve barışı sağlaması gereken Birleşmiş Milletler Koruma Gücü’nün (UNPROFOR) kendi emir-komuta zincirine takılıp tökezlemesi, karar alma mekanizmalarının yanlış kararlarının mal olduğu sonuçlar ve dünyanın en çok kaynağa sahip uluslararası örgütü olmasına rağmen ortaya koyduğu yetersiz performans ile durumu daha da kötü hale sokan Birleşmiş Milletler, filmdeki eleştirilerden nasibini almıştır. Bölgedeki askerler yardım beklerken Birleşmiş Milletler Koruma Gücü’nün ortaya koyduğu iletişimsizlik ve acemilik örneği filmde iğneleyici şekilde gösterilmiştir. Koruma Gücü’nü oluşturan farklı milletlerden insanların duruma yaklaşımı, yaşananlar karşısındaki tutumu, yerliler ve kendi aralarında yaşadıkları dil engelinden kaynaklanan iletişim sorunu, verilen emirler ve yine bu emirlerin uygulanış biçimleri Birleşmiş Milletler’in kolektif aksiyon gücünün ne kadar zayıf olduğunu ve barışı sağlayıcı rolünü nasıl yerine getiremediğini gösterir. Filmde Koruma Gücü askerlerinin arasında geçen diyalogda burada oluş sebeplerini sorgulayan askere “Güç kullanmadan ve kendimizi tehlikeli bir duruma sokmadan birbirini öldüren yerlileri durdurmak.” şeklinde yanıt veren Çavuş Marchand’ın cevabı teoride oldukça doğrudur ancak hem filmde hem de tarihsel gerçekliğe baktığımızda görüyoruz ki Birleşmiş Milletler bunu Bosna’da başaramamıştır.
Yine bu esnada dünyanın gözü bu bölgededir ve medya olayları sıcak bülten olarak kamuoyuna sunmak için birbiri ile yarışmaktadır. Medyanın yaşananları tehlikeli bölgelere kadar girip aykırı bir şekilde yetkililerin telsiz konuşmalarını dinleyerek takip etmesi bölgede yaşananların yarattığı dehşet ve kamuoyu oluşturma çabasından değil, yalnızca diğer herkesten önce habere ulaşıp bunu servis etme gayesindendir. Zira filmde olayın insani boyutuna dikkat çekmek gibi bir çabası bulunan tek bir basın mensubu yoktur. Birleşmiş Milletler Koruma Gücü mensuplarının ve komutanının, askerlerin bulunduğu bölgeye geldiği andaki muhabirlerin tutumu ve kameramanların kameralarını odakladıkları yer bunu kanıtlar niteliktedir. Askerlerin basın mensuplarının nazarında tabii ki bir haber değeri vardır ve bunu kaydetmek için muhabir Jane Livingston askerlerle röportaj yapmak ister. Röportaj isteğini dile getirme şekli, yeri ve zamanı o kadar yanlıştır ki Boşnak askeri birtakım olaylar dizisi sonrası basın mensuplarına dönüp şunu söyler: “Acılarımız size iyi para kazandırıyor mu?” Yine benzer şekilde filmin ilerleyen sahnelerinde Koruma Gücü yetkililerinin asıl amaçlarından saparak yalnızca imajlarına gölge düşürmemek adına göstermelik bir şov ortaya koyup alandan ayrılması, yetkililer alandan ayrıldıktan sonra muhabirlerin alandan hiçbir haber değeri olan bir şey ya da biri kalmadığı düşüncesiyle kaygısızca uzaklaşması bir kanıttır.
Gerçek bir savaşın, küresel gücün ve medyanın iç içe geçmiş kaotik doğasına ilişkin güçlü ithamlarda bulunan film, bunu gerçekleştirirken yalnızca dramdan değil hicivden de yararlanıyor; gerçekliği aktarırken yaşananların, savaş konseptinin ne kadar absürt olduğunu da izleyicinin yüzüne vuruyor. Film yalnızca Batı medeniyetini değil, medeni olduğunu iddia eden ancak fırsatını bulduğu anda acı ve dramla dolu bir vahşet sahnesine akbaba gibi çöken tüm herkesi ve her şeyi eleştiriyor. Yalnızca kurum ve kuruluşları değil, izleyen herkesin içindeki vicdana dokunuyor. Filmin tamamına baktığımızda belki de ilk andan itibaren yaşanan vahşetin en insani boyutunu ve filmin ana mesajını kendisine tarafsız olup olmadığı sorulduğunda şu yanıtı veren Birleşmiş Milletler Koruma Gücü askeri Çavuş Marchand’da buluyoruz: “Cinayete karşı tarafsız kalamazsın. Bunu durdurmak için hiçbir şey yapmamak taraf seçmektir.”

 

 

AYBÜKE BEYZA KERİMOĞLU

ULUSLARARASI ÖRGÜTLER STAJYERİ