Home Blog Page 83

NATO- AB’nin Tehdit Algılamasındaki Değişim: Stratejik Ortaklık Birbirine Ne Kadar Yakın?

 

Bu röportaj, Başkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi Dr. Öğr. Üyesi Haluk Karadağ ile NATO- AB’nin Tehdit Algılamasındaki Değişim: Stratejik Ortaklık Birbirine Ne Kadar Yakın? üzerine yapılmıştır.

 

 

1) Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

Haluk Karadağ, Başkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler  Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktayım.

 

2) Popülizmin tehlikeli jeopolitiğinde NATO ve AB’nin bu konumda yapabilecekleri sizce nelerdir?

NATO ve AB dünya üzerinde kurumsallaşmış iki önemli yapıyı temsil etmektedir ve  ortaya çıkış süreçleri, üye ülkeler ve takip ettikleri süreçler benzerlik arz etmektedir.  NATO’nun bir nevi AB’nin savunma gücü olarak algılanması bu nedenlerden dolayı  pek de yanlış sayılmaz. Her iki yapı özellikle Soğuk Savaş dönemi boyunca ortak  düşman olan Sovyetler Birliği’ne karşı birlikte hareket etmişlerdir. 1990’lı yılların  ardından bu birliktelik aynı hızda ve ivme kaybetmeden devam etse de ABD’nin Irak’ı  işgali ile birlikte bazı üye devletlerde soru işaretleri ortaya çıkmaya başlamış ve  özellikle NATO’nun varlığı sorgulanmaya başlamıştır. Burada en temel neden  ABD’nin kendi çıkarlarını çok fazla öncelemesi olmuştur.

 

3) ABD ile AB devletlerinin ikili anlaşmazlıklar sizce sona erer mi?

AB ile NATO arasında çıkarların uyumu ve karşılıklı bağımlılık devam ettiği sürece birliktelik sorunsuz devam edecektir. Ancak burada en temel nokta “tehdit” veya “ortak düşman” olarak inşa edilen hususların sürekliliği ve kabul görmesi olacaktır.  Aksi takdirde söz konusu yapılar içerisinde bazı üye devletler kendi çıkarlarını  önceleyerek yapılardan bağımsız hareket edeceklerdir. AB’de yaşanan BREXIT  hadisesi ve NATO’da Fransa’nın zaman zaman muhalif çıkışları bunun göstergesi  olmaktadır.

 

4) AB’nin güvenlik ve savunma politikalarının NATO ile uyuşmazlığının nedenlerini nasıl açıklarsınız?

AB içerisinde yer alan devletlerden Almanya ve Fransa lokomotif görevi gören önemli  aktörlerdir. Özellikle AB’nin en güçlü ekonomisi olan Almanya NATO ittifakının  sorunsuz ilerlemesini ve Fransa’nın askeri gücünün AB içerisinde hakim güç olmasını  istemezken Fransa kendi çıkarları ile uyuşmadığı zamanlarda Kuzey Atlantik  Örgütü’nün varlığını sorgulayacak adımlar atabilmektedir. Sarkozy’nin yakın  geçmişte NATO için “beyin ölümü gerçekleşmiştir” şeklindeki ifadesi bunun somut  göstergesidir.

 

5) ABD – Çin yarışında Transatlantik ilişkilerinin geleceğini nasıl değerlendirirsiniz?

ABD küresel ekonomik rekabette Çin’i dengelemek amacındadır. Bu husus Trump  yönetimi döneminde açıkça görülmüştür. Ancak burada önemli olan husus ABD  ekonomisinin Çin ile tek başına rekabet edecek pozisyonunun olup olmadığı  sorusudur. Çin ile rekabet sürecinde ABD, AB üye ülkeleri ve Japonya, Güney Kore,  Avustralya gibi diğer etkileşimde olduğu ülkelerle birlikte hareket etme  durumundadır. NATO da bu durumun önemli bir aracı konumundadır. NATO Genel  Sekreteri Stoltenberg’in Çin hakkında Avrupa için tehdit oluşturduğu algısına yönelik  sarf ettiği sözler bu kapsamda önem arz etmektedir.

 

6) AB – Çin’i hem rakip, hem de stratejik ortak görmesini nasıl yorumlarsınız?

AB, Çin ile ilişkilerde tek sesli bir görünüme sahip değildir. Çin de bunun farkında olarak topluluk içerisinde her ülkeyle ayrı ikili ticari ilişki geliştirmektedir. Böylece kendisine oluşturulacak toplu uygulamalara karşı kendisini garantiye almaktadır. Söz  konusu karşılıklı karmaşık bağımlılık ilişkileri başta Çin olmak üzere diğer devletlerin  de çıkarları ile uyum arz etmektedir. Almanya’nın başta otomotiv olmak üzere ürettiği  birçok ürünü Çin pazarına ihraç etmesi ve yaklaşık 1.3 milyar nüfusa sahip bir pazarı  kaybetmek istememesi bu duruma güzel bir örnek teşkil etmektedir. Bu ve bunun gibi  uygulamalar ABD’nin Çin ile rekabetini zorlaştıran etmenlerdir.

 

7) NATO – AB ilişkileri, Avrupa güvenliğinin ve savunmasının geleceği bakımından düşünceleriniz nelerdir?

Her ne kadar AB ile NATO arasında yukarıda bahsetmiş olduğumuz birtakım sorunlar  bulunsa da ittifakın uzun zaman önce inşa edilmiş olması, aradan geçen sürede  birtakım zorlukların birlikte aşılmış olması ve NATO’nun en büyük askeri kuvvetine  sahip olan ABD’nin halen süper güç konumunu sürdürmesi nedenlerinden dolayı AB ile NATO arasındaki uyumun özellikle kısa vadede sona ermesi için herhangi bir  neden bulunmamaktadır.

 

8) Birleşmiş Milletler ‘in bir ordusu yok fakat NATO ve AB’nin ortak koalisyon oluşturamaması ve genel olarak barış inşasındaki başarısızlığını nasıl yorumlarsınız? 

Birleşmiş Milletler ‘in hazırda teşkil edilmiş bir ordusu bulunmamakla birlikte NATO  ve AB’nin yapmış olduğu birçok operasyon BM Güvenlik Konseyi kararlarına  dayanmaktadır. Dolayısıyla hukuki alanda BM’nin meşruiyetini askeri alanda da  destekleyen organlardan birisi olmaktadır NATO. Bu bağlamda NATO’nun özellikle  Avrupa’da güvenliği sağlayan en önemli aktör konumunu sürdüreceği ifade edilebilir.  AB’nin de NATO’dan ayrı olarak kendisine ait bir ordu oluşturabilmesi için bu fikrin  sahibi Fransa’nın yanına başka üye ülkeleri çekmesi gerekmektedir. AB ordusu ile  ilgili birtakım girişimlerin başlatılmasına rağmen başta Almanya olmak üzere birçok  üye ülke başarısı tescillenmiş ve sistemi oturmuş bir örgüt olan NATO’yu devre dışı  bırakacak yeni bir gücün ortaya çıkmasına henüz maddi ve manevi olarak hazır  görünmemektedir.

 

 

 

MERT ÖZSEN

Uluslararası Örgütler Staj Programı

Sırbistan Kosova Sorununda Avrupa Birliği’nin Arabuluculuğu

 

Murat Necip Arman ve Gönül Tezcan ile “Sırbistan Kosova Sorununda Avrupa Birliği’nin Arabuluculuğu” Üzerine Röportaj

 

 

1- Merhaba, benimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Öncelikle kendinizden kısaca bahsedebilir misiniz?

Gönül Tezcan: Merhaba, ismim Gönül Tezcan. Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Nazilli İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde Dr. Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktayım. Balkanlar ve Avrupa Birliği konulu dersler veriyorum.

Murat Necip Arman: Röportaj teklifiniz için asıl ben teşekkür ederim. Adım Murat Necip Arman. Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesiyim.

 

2- Sırbistan ve Kosova’nın Avrupa Birliği entegrasyon süreçlerini zorlayan temel mesele nedir? Avrupa birliği bu konuda nasıl bir arabuluculuk rolü oynamıştır ve etkili olabilmiş midir?

Gönül Tezcan: Nüfusun çok büyük çoğunluğunu Arnavutların oluşturduğu Kosova, Yugoslavya döneminde Sırbistan içerisinde yer alan özerk bir bölgeydi. 1974 anayasası ile hakları oldukça genişletilmişti. Zaman zaman Kosova’da cumhuriyet olma yönünde talepler yükselmekteydi. Tito’nun ölümü sonrası Yugoslavya’da milliyetçilik yükselişe geçmiş, Miloseviç yönetimi ise sert politikalar uygulamaya başlamıştı. 1989 yılında Belgrad’ın Kosova’nın özerkliğini kaldırması, Yugoslavya dağılırken Kosova’nın bağımsızlık ilan ederek -uluslararası toplumca tanınmamıştır- İbrahim Rugova önderliğinde pasif direniş sergileyip paralel devlet yapıları oluşturmaya başlaması sorunu ciddileştirmişti. Ancak Bosna Savaşı ile uğraşmakta olan Belgrad yönetimi ve Batılı devletler, şiddetin olmayışının da etkisiyle Kosova sorununu görmezden gelmişti. Bosna Savaşı’nı bitiren Dayton Barış Anlaşması’nda Arnavut sorununa değinilmemesi, Arnavutların şiddet olmayınca uluslararası toplumun dikkatini çekemedikleri şeklinde bir algı yaratmış ve UÇK (Kosova Kurtuluş Ordusu) Sırplara yönelik ayrılıkçı eylemlere başlamıştır. 1998 yılından itibaren çatışmalar şiddetlenmiş, 1999 yılının Mart ayında NATO müdahalesi ile savaş sona ermiş ve Kosova’da UNMİK (Birleşmiş Milletler Kosova Geçici Yönetimi) kurulmuştur. Ancak Sırplar ile Kosovalı Arnavutların aralarındaki sorunlar çözülmemiş ve Kosova 17 Şubat 2008 tarihinde Sırbistan’dan bağımsızlık ilan etmiştir. Halihazırda 117 devlet tarafından tanınan Kosova Sırbistan tarafından tanınmamakta ve Kosova içerisindeki Sırp azınlık ise Kosova’daki Priştine yönetimine entegre olmayarak Kuzey Kosova gibi yoğun yaşadıkları yerlerde kendi paralel yapılanmalarını oluşturmaktadır.

Belgrad ve Priştine arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi amacıyla Avrupa Birliği (AB) 2011 yılından beri arabuluculuk faaliyeti yürüterek ilişkileri normalleştirmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede 2013 yılında Normalleşme Anlaşması (Brüksel Anlaşması) imzalanmış ve bu çerçevede çok sayıda ikili anlaşma yapılmıştır. Anlaşma ile, 1999’dan bu yana Kosova’da var olan yasadışı Sırp paralel yapıların dağıtılması, Sırpların devlet kurumlarına entegrasyonu ve tarafların birbirlerinin AB entegrasyon süreçlerine zarar vermemesi hedeflenmiş, Kosova tarihinde ilk kez, ülkenin kuzeyindeki Sırpların çoğunlukla yaşadığı belediyeler de dahil olmak üzere yerel seçimler yapılmıştır. Ancak gerek Kosova içerisindeki Sırplarla Arnavutlar arasında, gerekse Belgrad ve Priştine arasında gerginlikler ve provokatif olaylar sürmüştür. 2018 yılında diyalog süreci kesintiye uğramıştır. Son olarak 2020 yılı temmuz ayında AB, özel temsilci Miroslav Lajcak’ın da dahil olmasıyla tarafları yeniden bir araya getirmiştir. AB entegrasyon sürecini taraflar arasındaki uzlaşı için bir koz olarak kullanarak tarafları masaya oturtmakta başarılı olmuşsa da çözüme yönelik yüksek düzeyli etki gösterdiğini söylemek zordur. Taraflar arasında hala çözülemeyen çok sayıda sorun bulunmaktadır.

Murat Necip Arman: En önemli mesele tanıma meselesidir. Kosova hem Sırbistan hem de 5 AB üyesi devlet tarafından tanınmıyor. Üstelik BM üyesi de değil. Bu nedenle tüm üyelerin oy birliğine bağlı olan resmi adaylık ilanı, Kosova’yı tanımayan AB üyesi devletlerin bu karara olumlu oy vermeleri ile bir çeşit de facto tanıma anlamına gelecektir. Üstelik Sırbistan ile tam müzakereleri olumlu bir seyirde devam ederken, AB’nin müzakere sürecini zora sokacak bir girişimde bulunması beklenemez.

 

3- Sırbistan ve Kosova’nın Avrupa Birliği’ne entegrasyonu yolunda Avrupa Birliği’nin öncelikleri ve beklentileri nelerdir?

Gönül Tezcan: Avrupa Birliği genel olarak Batı Balkanlar’da bölgesel istikrar ve bölgesel iş birliğini desteklemekte ve sorunların barışçıl yollarla çözümünü savunmaktadır. Bu çerçevede Sırbistan ve Kosova arasındaki ilişkilerin normalleşmesi, Kosova içerisindeki Sırpların devlete entegrasyonu öncelikli hedeflerdendir. Ayrıca genel olarak bölgede hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, yolsuzluk, organize suçlarla mücadele gibi konularda sorunlar bulunmaktadır.

Murat Necip Arman: Avrupa Birliği açısından öncelik, Rusya Federasyonu ile Sırbistan arasında bir gerilim yaratmaya fırsat vermeden tam üyelik müzakerelerini başarıyla tamamlayabilmektir. Bu nedenle Sırbistan’ın NATO üyeliği de gündemden düşürülerek tansiyonun artmasına izin verilmemektedir. 2025 yılı Sırbistan’ın tam üyelik tarihi olarak zikredilmişti. Ancak Kosova ve Rusya Federasyonu meselelerinde ortaya çıkacak bir gerilim her an müzakerelerde kırılganlığa yol açabilir. Bu nedenle AB, son derece popülist bir lider olan Vucic’le çalışmaya devam etmek isteyecektir. Vucic popülizmi ülkedeki AB taraftarlarını hem milliyetçileri hem de Rusya yanlılarını (örneğin Kilise’yi) tatmin edebiliyor.

 

4- Avrupa Birliği’nin konuyla alakalı gidişatını ele alacak olursak, Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrupa birliğinin arabulucu rolünü eline aldığı tartışmaları hakkında neler düşünüyorsunuz?

Gönül Tezcan: Amerika Birleşik Devletleri, içerisinde Arnavutların yer aldığı denklemlerde hep Arnavutları desteklemiştir. Kosova krizinin sonlanmasında ve Kosova’nın bağımsızlık sürecinde de ABD başlıca destekçi olmuştur. Bu nedenle Kosova’nın ABD’ye güveninin tam olduğunu söyleyebiliriz. 2020 yılı Eylül ayında ABD arabuluculuğunda Kosova ve Sırbistan arasında ekonomik normalleşme anlaşması imzalanması ve ABD’nin de talebiyle İsrail’in Kosova’yı tanıması bu çerçeveden bakıldığında gayet anlaşılabilir bir durum. Ancak bunu ABD bölgede AB’nin yerine geçiyor gibi yorumlamak yerine süreci destekliyor olarak yorumlamak daha uygun olacaktır. Genel olarak Balkanlar’da hem ABD hem AB’nin ortak çıkarı bölgenin istikrarıdır. Bu hedefle ABD, AB’nin etkisiz kaldığı durumlarda hep destekleyici aktör olmuştur. Ayrıca ABD’nin elinde AB’nin sunduğu gibi bir “gelecek ideali” (üyelik) olmaması AB’yi süreçte daha avantajlı hale getirmektedir. Bu nedenle AB söz konusu avantajını daha iyi kullanabilmelidir. Ancak bu noktada bazı AB ülkelerinin Kosova’yı tanımıyor oluşu AB’nin elini zayıflatmaktadır.

Murat Necip Arman: Bu durumu dönemsel olarak sınıflandırmalıyız. 2003 (Selanik Zirvesi) – 2008 (Küresel Finansal Kriz) arasındaki dönemde AB, tüm Batı Balkanlardaki sorunların çözümünde başarılı bir aktördü. Ancak ekonomik sorunlar ve üye devletlerinde yükselen sağ nedeniyle AB, 2008-2014 arasında bölge sorunlarında oldukça etkisiz kaldı ve bu güç boşluğunu büyük ölçüde Rusya Federasyonu, kısmen Çin ve Körfez Ülkeleri doldurdu. 2014’te resmen ilan edilen Berlin Süreci, Suriyeli mülteci krizi nedeniyle 2017’ye kadar çok somut sonuçlar doğurmadı. Ancak Merkel’in bölge sorunlarında inisiyatifi tam olarak ele aldığı 2017 sonrasında AB’nin sorun çözücü rolü oldukça güçlendi.

 

5-Avrupa Birliği’nin Sırbistan-Kosova ile alakalı krizde bir ortak kararı var mıdır, yoksa üye ülkeler birbirlerinden farklı şekilde mi bu olaya bakıyordur?

Gönül Tezcan: Avrupa Birliği elbette ki Dışişleri ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi ve Özel Temsilci Lajcak liderliğinde sorunun çözümü için çaba harcamaktadır. Ancak beş AB üyesi ülke (Yunanistan, Güney Kıbrıs, Slovakya, İspanya ve Romanya) Kosova’yı tanımamaktadır. Yani Sırbistan-Kosova arasındaki ilişkiler normalleşse bile söz konusu ülkeler Kosova’yı tanımadıkça Kosova’nın AB entegrasyon süreci son tahlilde tıkanacaktır.

Murat Necip Arman: Sırbistan’ın önce AB daha sonra NATO üyesi olması konusunda kimsenin itirazı olduğunu sanmıyorum. Kosova meselesi büyük ihtimalle Sırbistan’ın AB içine girmesinden sonraya bırakılmış gibi görünüyor. Analiz düzeyleri üzerinden okursak küresel analiz düzeyi açısından bu rasyonel bir tercih olarak görünüyor. Ancak devlet düzeyinde bir analiz yaparsak, benzer bir sorun Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) konusunda da yaşanmıştı. AB ülkeleri sorunu çözmeden GKRY’yi tam üyeliğe kabul edip, ada sorununu çözmeyi üyelik sonrasına bırakmıştı. Bu belki de son 20 yıldır AB’nin yaptığı en büyük dış politika hatasıdır. Bu hatanın Kosova meselesinde de tekrarlanma riski var.

 

6- Kosova ve Sırbistan arasındaki sorunun, Avrupa’daki yaratacağı istikrarsızlık konusunda neler düşünüyorsunuz?

Gönül Tezcan: Balkanların yerli/otokton halklarından oldukları kabul edilen Arnavutlar bugün altı Balkan ülkesinde dağılmış halde yaşamaktalar. Bu nedenle Kosova-Sırbistan sorununun çatışmaya dönüşme ihtimali bölgesel çaplı bir krize yol açabilir. Balkanlar’daki bir istikrarsızlık ve güvenlik krizinden Avrupa’nın etkilenmemesi mümkün değildir. Avrupa Birliği 1990’lardan itibaren bölgesel işbirliği mekanizmaları, askeri ve sivil misyonlar, ekonomik ve finansal destek programları ve İstikrar ve Ortaklık Anlaşmaları ile bölgede ekonomik ve siyasi istikrarı sağlama çabasındadır. AB arabuluculuğunda normalleştirilmeye çalışılan Kosova ve Sırbistan ilişkilerinin yeniden ciddi biçimde gerginleşmesi Avrupa Birliği’nin yıllardır süren çabalarına zarar verecek ve bölgesel işbirliğini de büyük ölçüde zedeleyecektir.

Murat Necip Arman: Sırbistan, Rusya’ya rağmen müzakereleri başarıyla tamamlayıp tam üye olabilirse Kosova sorununda bir asimetri ortaya çıkar. AB’ye tam üye olan bir Sırbistan, sorunun çözülmemesi yönünde (GKRY’nin oynadığı) gibi bir oyun planı belirleyebilir. Bu da sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getirir. Böyle bir durumda Kosova’da Arnavutluk’la birleşme taraftarları daha da güçlenecektir.

 

7-Avrupa Birliği’nin Kosova-Sırbistan arabuluculuğu rolünde karşılaştığı zorluklar sizce nelerdir ve bunları aşmak için ne yapmalıdır?

Gönül Tezcan: Kosova AB’ye potansiyel aday statüsündedir Sırbistan ise 2014 yılından bu yana AB ile üyelik müzakerelerini sürdürmektedir. Her iki ülkenin AB üyeliğini hedeflemesi, AB’nin iki ülke arasındaki ilişkileri düzeltmek adına sahip olduğu en büyük kozdur. Ancak AB 2000’li yılların ortalarından itibaren genişleme yorgunluğu, anayasal kriz, Euro bölgesindeki borç krizleri, mülteci krizi, Brexit süreci, yükselen milliyetçilik ve popülizm gibi çeşitli krizlerle karşı karşıya kalmış ve genişleme AB gündeminin alt sıralarına düşmüştür. Bu durum aynı zamanda bölgede Rusya ve Çin gibi aktörlerin nüfuzunu AB aleyhine genişletmiştir. AB arabuluculuk konusunda elini daha güçlü tutabilmek için genel olarak Batı Balkan ülkelerine sunduğu üyelik perspektifini netleştirmeli, bölge ülkelerinin üyelik umutlarını canlandırmalıdır. Böylece hem Kosova hem Sırbistan uzlaşma konusunda daha istekli olabilir. Ayrıca AB’nin ekonomik ve mali desteğini arttırması da etkili olabilir. Kosova’ya vize serbestisi sağlanması da Kosova’nın pozisyonunu olumlu anlamda etkileyebilir.

 Murat Necip Arman:

  1. Rusya Federasyonu ile ilişkileri dengeli bir seyirde sürdürmek,
  2. Arnavutluk ile gecikmiş müzakere safhasını hızlandırmak,
  3. Kosova’yı tanımayan üye ülkelerin Kosova ile ilişkileri geliştirecek formel angajmanlardan kaçınmasını engellemek…

Şu anda Sırbistan, Karadağ ile tek bir pakette üye olacak gibi görünüyor. AB’nin izleyeceği doğru strateji Arnavutluk’u da Sırbistan ve Karadağ paketine dâhil edip, asimetrik ilişkiyi bozmak olmalıdır. Arnavutluk hali hazırda koşulluluk ilkelerinin çok uzağında görünüyor fakat aynı zamanda küçük de bir ülke ve Edi Rama, AB politikalarıyla uyum içinde çalışan bir lider. Bu fırsat iyi değerlendirilmeli. Üstelik Biden dönemi ile Avrupa’da sağın güç kaybedeceği, daha liberal bir dönemin başlayacağına ilişkin güçlü bir beklenti var. Örneğin Macaristan’da Orban karşıtı muhalif cephe insan hakları ve özgürlüklerini ortak payda haline getirerek giderek güçleniyor. Ben benzer bir gelişmenin yakın zamanda Polonya’da da başlayacağını düşünüyorum. Elbette bunlar avantajlar… Önemli risk ise Merkel’in görevi bırakacak olması. Son on beş yıldır AB’nin yaşadığı her krizde Merkel çok başarılı bir akil liderlik sergiledi. Otokrasi eğilimli liderler döneminde Merkel sağduyunun simgesi haline geldi. Bu nedenle Merkel sonrasında Alman liderliği Batı Balkan siyaseti açısından da çok yaşamsal bir faktör olacak kanaatindeyim.

 

 

SAADETNUR PAMUKSUZ

Balkanlar Staj Programı

The Future of Cyber Warfare, Origins: The Journey of Humankind

Siber Savaş Alanının Geleceği ve Kökeni belgeseli, National Geographic tarafından 2017 yılında çekilmiş kısa fakat olası tehlikeleri çarpıcı şekilde gözler önüne seren bir yapımdır. Belgesel genel itibariyle ABD perspektifinden yeni ve öngörülemez bir tehdit olarak ortaya çıkan siber dünyayı, ABD bürokrasisinden kişilerle ve yazılımla uğraşan uzmanlarla yapılan röportajlar çerçevesinde ele almaktadır. Belgeselde geçen, ABD’li senatörün verdiği röportajda siber güvenlik daha çok devlet yapılanması için önemliyken; siber güvenlik ve yazılım uzmanı olan başka bir katılımcı ise siber güvenliğin aynı zamanda olası sosyo-ekonomik etkilerinden örnekler vererek bireyden topluma doğru katlanarak ve katmanlaşarak büyüyebilecek bir tehditten söz etmektedir.

Belgesel, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden kısa bir süre sonra uluslararası güvenlikte ve bunun sonucu olarak devletlerin tehdit algılarında hızlı paradigma değişikliğine sebep olan 11 Eylül’den görüntüler ile başlamaktadır. Bu görüntü, belgeselde, yaklaşmakta olan diğer bir paradigma değişikliğine atıf olarak gösterilmektedir. Çünkü 11 Eylül’den sonra şehirler de birer savaş alanına dönüşmüş, bu saldırı artık tek tehdidin diğer devletler olmadığını; dünyanın en güvenli ülkeleri olarak bilinen ülkelerin bile zarar görebileceğini göstermiştir. Hatta bu, dünyanın dört bir yanında, televizyon ekranlarından insanlarla paylaşılmıştır. Söz konusu tehdit ise terörizmdir. Ancak belgeselde, o dönemlerde terörizme paralel olarak yeni bir tehdidin baş gösterdiği vurgulanmaktadır: “Siber Savaş”. İnternet pek çok  insan için hala e-posta, sosyal medya, dijital yayınlar, mobil bankacılık gibi uygulamaları ifade etmektedir. İşte bu noktada belgesel, internetin bunun çok daha ötesinde bir anlamı olduğunu daha çok insana anlatmayı amaçlamaktadır.

11 Eylül vurgusundan sonra belgesel, siber dünyadaki düşman hakkında bilinen silah ve saldırı yöntemlerini kullanmayan, gözle görülmeyen ve öngörülemeyen bir portre çizmektedir. Özetle siber dünyadaki düşmanın silahı bir Q ya da F bilgisayar klavyesidir. Ayrıca belgeselde yeni tehdidin içinde bulunduğumuz uluslararası sisteme uygun olduğu vurgulanmaktadır çünkü sistemle paralel özellikler göstermektedir. Bu özelliklerden biri hem tehdidin içinde bulunduğu sistemin hem de tehdidin kendisinin çokuluslu olmasıdır. Çünkü siber tehditler de tıpkı terörizm gibi belli bir coğrafyaya ait değildir ve dünyanın farklı bölgelerindeki sunuculara, IP adreslerine kolayca erişebilme imkânına sahiptir. Bu durum siber tehditlerin mekân ve zamandan bağımsız olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla zaman ve mekândan bağımsız olan siber tehditler, zaman ve mekâna sıkı sıkıya bağlı olan ulus devletler için hızına yetişilmesi zor bir konumdadır. Siber dünyanın hızı karşısında devletin hantal kalması belgeselde üstünde durulan diğer bir konudur. Çünkü siber dünyada veriler saniyeler içinde değişebilirken ya da kötücül yazılımlar sizin sisteminize hızlıca sızabilirken; devletler çoğu zaman bürokratik, teknolojik ve hukuksal engellere takılıp bunlarla boğuşmaktadır ve bu durum da devletlerin siberin hızına yetişmesini en azından şimdilik olanaksız kılmaktadır.

Belgeseldeki katılımcılardan ABD’li senatör John McCain düşüncelerini, “Hackerların neler yapabileceğini keşfetmeniz, siber savaşın sizi derinden endişelendirmesi için yeterli.” cümlesiyle ifade etmektedir. Bu bağlamda senatörü endişelendiren hem ABD hem de müttefikleri başta olmak üzere diğer devletlerin neredeyse tüm sistemlerini internete ve bilgisayarlara entegre ederek “akıllı” hale getirmiş olmasıdır. Yapıma göre bu entegrasyonun olası sonucunu kısaca şöyle açıklayabiliriz: Hacker ya da hacker timi bir şehrin ya da bütün bir ülkenin elektriğini kesebilir, bu kendi başına yeterince sorun teşkil etmektedir ancak asıl sorun elektriği sadece aydınlatmada kullanmıyor oluşumuzdur. Elektrik kesildiğinde kesintinin yaşandığı bölgedeki tüm ATM’ler, borsa sistemleri ve bankalar çevrimdışı kalır. Dolayısıyla insanlar ATM’den para çekemez ama POS cihazları çalışmayacağından kredi kartlarını da kullanamazlar. Şehrin su arıtma sistemleri çalışamaz hale gelir ve içme suyu bulmak zorlaşır. Uzun bir su kesintisi süresinde ise marketlerdeki ve fabrikalardaki tedarik zinciri bozulur ve tüm bunlar kitlesel paniğe yol açar. İlkel hayata dönüşten farklı bir sonuç olarak, askeri alanda siber savaşın, ABD ordusunun GPS ve ağ sistemlerine zarar vererek kör edebileceğinden ve bu zayıflıktan yararlanmak isteyen saldırganlar için ABD’nin açık hedef haline gelebileceğinden söz edilmektedir. Böyle bir durumda sistemi geri kazanmak günler sürecek, zarar devasa boyutlarda olacaktır. Çünkü dijital bir çağda ve tüm sistemlerinizi internete entegre ettiğiniz bir dünyada, uzun süre çevrimdışı kalmanızın maliyeti elbette pahalı olacaktır.

Belgesel, bütün bu tehditlerin nükleer güç kadar yıkıcı olabileceğinden bahsederken yakın geçmişte yaşanmış bir vakaya da değinmektedir: “Stuxnet”. Stuxnet,  2010’da ortaya çıkan kötücül bir yazılımdır. Onu farklı yapan özelliği ise klasik bilgisayar virüsleri gibi sadece bulaşması ve bilgisayara yani sanal olan dünyaya etki etmekten ziyade gerçek ve kinetik olan dünyaya etki edebilmesidir. Bu Stuxnet’ten önce görülmemiş bir şeydir. Üstelik virüsü taşıyan “dijital solucan”, asıl hedefe varana kadar kendini belli etmemiş ve bu da onun başarı şansını artırmıştır. Belgeselde, Stuxnet’in hikâyesi, İran’ın nükleer gelişiminde önemli yer tutan Natanz şehrinde başlamaktadır. Stuxnet olayının ardındaki gerçek (virüsün nasıl ve ne zaman sızdığı, çalışma prensibi vs.) daha sonra “Symon Technology Corporation( Symontech)” tarafından ortaya çıkarılmıştır. Virüsün Natanz’daki nükleer tesise sızması belgeselde önemli bir noktadır çünkü dünyadaki tüm uranyum güçlendirme tesisleri esasında korunaklıdır. Stuxnet saldırısının arkasında kimin olduğu hala bulunamamıştır fakat katılımcılardan Eric Chen,  zanlının bir ulus devlet olduğu, İran’a karşı olduğu ve bir siber suç ortağı olduğu kanılarını dile getirmektedir. Bütün bunlara ek olarak siber savaşın normal bir savaştan ve elbette nükleer savaştan çok daha ucuza mal olduğu, hızlı olduğu, lojistik masrafının ve can kaybının minimum olduğu vurgulanmaktadır. Belgeselden yola çıkarak siber savaşı gelecekte mümkün kılacak olan şeyin, uluslararası ilişkiler aktörlerinin seçimini savaştan yana yapmasından alıkoyan ve diplomasiye başvurmasını sağlayan savaş maliyetinin siber savaşta minimum düzeyde olması olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla gelecekte daha çok devletin siber savunmaya yöneleceğini söylemek bu bağlamda mümkündür. Konvansiyonel silahlarda olduğu gibi siber silahlarda da muhtemelen asimetrik bir dağılım gerçekleşecektir ancak belgeselin de siber teknolojilerin hız faktörüne sahip olduğunu vurguladığı üzere bu asimetrik dağılımın “siber dehşet dengesine” dönüşmesinin Soğuk Savaş’taki ABD-SSCB arasındaki nükleer dehşet dengesinin sağlanmasından daha kısa süreceği çıkarımında bulunabiliriz. Belki dijital tırmandırma politikaları için hala erken fakat uzak olmayan gelecekte siber tehdit için asıl sorun yine kimin daha güçlü olacağı, aktörlerin siber ar-ge çalışmaları ve buna ayırdıkları bütçeleri, siber dünyanın kinetik dünya hukukuna ve uluslararası hukuka nasıl entegre edileceği olacaktır.

Sonuç olarak belgesel, Matrix filminden de bildiğimiz üzere “101010…” şeklinde kodlanan iyi ve kötü yazılımların serüvenine kısaca değinirken gelecekteki siber savaş olasılıkları hakkında da bizi bilgilendirmektedir. Belgeselde siber tehdidin değerlendirilmesi, çoğunluğu ABD’li olan alanında uzman kişiler tarafından yapılmaktadır. Belgesel, kötücül bir siber gücün nelere yol açabileceğini günlük hayattan örneklerle açıklarken söz konusu gücü neden tehdit olarak kavramamız gerektiğini onu diğer tehditlerden ayıran özellikleriyle ele alarak açıklamaktadır.  Bu bağlamda belgesel, gerçekleşmiş siber saldırılardan yola çıkarak gelecekte meydana gelebilecek olası tehditler hakkında izleyicileri bilgilendirmeyi amaç edinmektedir.

AYBİKE ERDEM

Siber Güvenlik Staj Programı             

Brooklyn

“I’m not sure I have a home anymore.”

-Eilis Lacey

 

The romantic period drama Brooklyn (2015), directed by John Crowley, revolves entirely around immigrant Eilis Lacey and focuses on her journey from Ireland to Brooklyn. The movie reveals the challenges of intercontinental migration in the 1950s, including the unbearable feeling of homesickness and the dilemma of choosing between one’s two homes. Simultaneously, it also shows a glimpse of the formation of New York City’s diverse demographic structure, which causes NYC to be still known as the city of immigrants. Overall, the movie provides you with the opportunity of watching two hours of tasteful cinematography while gaining some insights on the innate hardships of immigration and the way being an immigrant can affect one’s emotional state.

It is important to have an understanding of the historical background of the Irish migrations to NYC. The initial immigration flow, which was the case immediately after the Great Famine of 1840s in Ireland, created an extensive network of Irish people in the city. In the time period, this movie was set in, there were significantly a greater number of Irish women than there were men in the city and they primarily moved to the US with the aspirations of finding a steady job. Our main character Eilis, a young woman who has the exact same motivations, finds the chance to move to Brooklyn. Driven by economic concerns and hoping that she can fully utilize her potential in the United States, she leaves her whole life behind. While doing so, she knows that it could take years before she can see her family again, if ever. Owing to her family’s relations with the existing Irish community in the city, she also finds a place to stay and an initial job for a head start. These show the significance of transnational migration networks in setting international migration trends.

First half of the movie demonstrates how hard it can be for a young girl like Eilis to move to a whole new country all by herself. We witness how she struggles to be successful in her job while dealing with homesickness since it is very hard for her to commit to her new life. The movie really manages to capture the difficulties of being an immigrant back in those days, albeit it can be argued that not much has changed over the last 70 years either. At this point, it becomes almost impossible for us to not feel bad for Eilis’ character, as the movie reflects her feelings perfectly without even making the character say them out loud.

However, fellow Irish people that constitute a huge portion of Brooklyn’s population finally start to make Eilis feel a bit more like at home as each day passes. This also shows the crucial role of organizations like Hometown Associations for the immigrants. Additionally, this is a nice example emphasizing the superiority of integration over assimilation, as the Irish people in the movie best fit in the society when they can save a piece of their traditions and national identity alive. Once the homesickness diminishes and her integration into the society stops being an issue of discussion, a family tragedy calls her back home.

When Eilis returns to Ireland, she rediscovers the comfortable feeling of familiarity. That’s when we once more start to feel like we are in her shoes. Since she now has a home and life in the United States as well, she finds herself in a situation in which she has to choose between two equally tempting and simultaneously painful options. The way the movie depicts Eilis’ decision process as she tries to choose between returning to Brooklyn and staying in Ireland, successfully portrays a dilemma immigrants often confront: being torn between the opportunities destination countries offer to them and the warm feeling only their home, to which they can trace their origins back, can provide. After all, many exciting possibilities and her future awaits her in Brooklyn as Ireland is where her family and history remain.

The great thing about this movie is that it manages to make the audience feel almost as anxious as the character feels about her decision. While you are watching the movie, you know that there is no right answer to some questions, as it is the case for many migration issues and debates. And despite knowing that no matter what Eilis chooses you cannot blame her, you still want her to choose the one your heart wishes. Anyone can also see that both the director and the writers act very subtly as they keep tackling questions like “Where should I stay?” and “Where do I call my home?”. Overall, although the movie does not tell a complicated story, it is still quite an emotional rollercoaster for the viewers.

It is particularly important and nice to have such movies produced in the last decade, considering the growing number of anti-immigration attitudes and policies in all the world, but especially in the United States. Everyone is aware that migration has a long history of causing controversy in the United States. But not many people can disagree with the fact that even today most immigrants continue to feel like they are not welcome in their new home, as they face constant threats by the policy changes of the government. What is worrying even further is that those immigrants barely find any chance to make their voices heard in a way that can actually trigger a change in the people’s attitudes. Luckily, movies like this undertake this responsibility, even when it is not the main concern of the producers. Although this claim might sound naive, movies like Brooklyn can help the people in the receiving societies to empathize with the immigrants in their country, at least to some extent. Bearing in mind that this movie does not particularly touch upon the external challenges that immigrants face, their state of mind is also very important to understand if we seek to empathize with them and evoke change since an important role falls upon the destination countries and societies in building immigrants’ trust and belonging. There is a saying which is very appropriate for movies like this: “Art should comfort the disturbed and disturb the comfortable.” Although not every movie has to have a strong message, it is still important to appreciate movies which manage to subtly encourage empathy and even urge social change.

There is also a hopeful side to this movie. At the end, we see the transformation of Eilis from a scared young foreigner to a mature woman and a true American who is not afraid of pursuing her dreams and taking firm steps towards the “life she imagined for herself”. Her journey is very inspirational for any person, especially for women, who are brave enough to dream such a future.

Movies are perfect for unconsciously gaining some insight on the neglected issues of our day which we assume we have an idea about. Similarly, this movie successfully sheds light on one of those, as it successfully portrays the dilemmas immigrants face while they seek a sense of belonging in their new home. Overall, Brooklyn is worth giving a shot if nothing more, and it can get very valuable if you are willing to watch it with an open mind. With its small but memorable characters, amazing acting, astonishing scenery and subtle message, it is almost guaranteed that you will have a good time.

 

“One day you’ll catch yourself thinking about something or someone who has no connection with the past, and you’ll realize, that this is where your life is.”

-Eilis Lacey

 

ŞEVVAL ALPARSLAN

Migration Studies Internship Programme

Hukuk, Ahlak ve Siyaset Üzerine

Arthur Schopenhauer, Hukuk, Ahlak ve Siyaset Üzerine, 2009, Say Yayınları, Sayfa Sayısı: 128

 

“Eğer dünyada hak-adalet hâkim olsaydı, bir kimsenin kendi evini inşa etmesi yeter, bu aşikâr mülkiyet hakkından başka bir korumaya ihtiyaç duymazdı. Fakat dünyanın düzeni haksızlık  üzerine kurulduğundan bir ev inşa eden kimsenin aynı zamanda onu koruyacak bir durumda  olması da gereklidir; aksi halde onun hakkı de facto yetersizdir.

-Arthur Schopenhauer

Kötümser denildiğinde akıllara gelen ilk isim olan; Arthur Schopenhauer’ın Ahlak Üzerine  ve Hukuk ve Siyaset Üzerine isimli iki makalesinin birleşimi olan bu eserde, Schopenhauer kendi  ahlak anlayışını ve hukuk felsefesini okurlara sunuyor. Savunduğu felsefe ve hukuk gibi sıkça  tartışma konusu olan kavramlara dönemdaşlarından farklı olarak yüklediği anlamlarla bilinen  Schopenhauer, kendi ahlak ve hukuk anlayışını savunurken, diğer filozofların bu kavramların  üzerindeki düşüncelerine de karşı çıkıyor.

Kaynak aldığı kavramların birbirine olan yakınlığı sebebiyle birlikte verilmesi uygun görülmüş  olan Ahlak Üzerine ve Hukuk ve Siyaset Üzerine adlı yazılarının incelediği konular bakımıyla  bir bütünlük sağlanmış görünüyor. Her ne kadar birlikte toplu bir eser olarak verilse de Schopenhauer’ın yaptığı gibi, bu incelemede her iki başlığının ayrı olarak değerlendirilmesi  uygun görülmüştür. Bu incelemede, Schopenhauer’ın Hukuk, Ahlak ve Siyaset Üzerine adlı  eserinde savunduğu felsefi görüş ve bu görüşlerini savunmayı seçtiği yollar ile birlikte üslubu  değerlendirilecek ve diğer filozoflarla olan düşünce birliğine ve çoğunlukla görüş ayrılıkları  yansıtılacaktır. Bu incelemenin, Schopenhauer’ın Hukuk, Ahlak ve Siyaset Üzerine adlı eserinin  kısa fakat kapsayıcı bir değerlenmesine ulaşmak isteyen okurlara bir kaynak olması  amaçlanmaktadır.

Düşüncelerini ve kendi felsefesini açıklayıcı bir dille yansıtan Schopenhauer, yaptığı  açıklamalar ve verdiği örnekler ile okuyucusuna inandığı kavramları olduğu gibi yansıtmaya  çalışıyor. Seçtiği kavramlar ve felsefesinin şekillendiği konu itibari ile sıkça köklü felsefe dili  olan Yunanca’dan alıntılar ve kalıplar kullanan Schopenhauer, çeşitli yerlerde ahlak  kavramlarının Latince karşılıkları da ekliyor. Eserin Ahlak Üzerine olan kısmında;   Schopenhauer, daha sonra bahsedeceğimiz, çeşitli dinlere göre sayısı değişen dört erdemi,  örneğin, cesaret ya da adalet gibi kavramları anahtar kelime olarak seçiyor. Bu dört erdemin  yanı sıra, Schopenhauer eserinde; kötülük, bencillik ve merhamet gibi kavramlara da yer  veriyor. Hukuk ve Siyaset Üzerine isimli olan kısmında ise anahtar kelimelerini; hak ve adalet  olarak seçen Schopenhauer, felsefesini didaktik bir yolla savunmayı seçen filozof, kullandığı  akademik üslup ile okuyucularını inandığı düşünceler ışığında bilgilendirmeyi hedefliyor.  Çeşitli yerlerde ise bir önceki eserlerine atıfta bulunuyor. Yukarıda da belirtilen alan odaklı yazım  yöntemlerinden dolayı oldukça akademik ve felsefi bir özellik taşıyan bu eser, özellikle felsefe,  hukuk ve ahlak üçlü kavramlarına aşina olanlar için Schopenhauer’ın felsefesini anlamak için  yararlı bir kaynak niteliğindedir. Fakat, bu esere objektif bir okuyucu gözüyle bakıldığında ise,  alan dışı okuyucular için oldukça zorlayıcı olabildiği görülmektedir.

Felsefesini, hayatının çeşitli noktalarında tanıştığı Budizm çerçevesinde de şekillendiren  Schopenhauer, ahlak kavramını nitelendirirken çeşitli dinlerdeki tanımlardan yararlanıyor.  Dinlerin yanı sıra filozof Platon’un, her ne kadar eksik bulsa da ünlü dört büyük erdemine de yer vermektedir. Bunun yanı sıra erdemlerden bahsederken, Platon’un fikirlerini desteklerken aynı zamanda Geulincx’in erdem listesini reddetmesi, okurların aklına Schopenhauer’ın kendi  felsefesini, “Benim öğretime Platon’un düzeltilmiş bir analoğu olarak bakabiliriz  (Schopenhauer A. ,1986, s.63).” deyişiyle tanımlanmıştır. Schopenhauer, ahlak kavramını merhamet ile  bağlaştırmaktadır. Bir davranışın ahlaki olarak nitelendirilmesi için merhamet duygusunu  barındırması ve bundan doğması gerektiğini savunmaktadır. Schopenhauer eserinde çeşitli  yerlerde, okurun kafasını karıştırsa da bu bölümün geneline bakıldığında, ele aldığı kavramları  oldukça detaylı bir şekilde açıklamaktadır.

Bu eserin ikinci başlığı olan Hukuk ve Siyaset Üzerine kısmına ise Schopenhauer, Almanların  hak ve adalet kavramlarına atıfta bulunarak başlamaktadır. Hakların yanı sıra devlet kavramını  da incelemektedir Schopenhauer bu bölümde, devlet kavramının yapması gerekenlere  değinmektedir. Schopenhauer, bu incelemenin başında da yer alan ve Hukuk ve Siyaset Üzerine  adlı yazısından bir kesit olan sözünden de anlaşılacağı gibi dünyada hak veya adalet olmadığını,  olsaydı koşulların böyle olmayacağını savunmaktadır.

Sonuç olarak; Schopenhauer, iki eserinin birleşimi olan Hukuk, Ahlak ve Siyaset Üzerine adlı  eserinde, bu alanlarda savunduğu görüşlerini ve oluşturduğu felsefi yaklaşımı okurlara  iletmekle kalmıyor aynı zamanda onları ikna etme çabasında da bulunuyor. Bir okur olarak  özellikle aynı frekanslarda yer aldığı filozof Hegel ile olan çatışmaları ile bilinen Schopenhauer’ın görüşlerini okumanın, daha önce sahip olduğum ahlak ve hukuk felsefesi  hakkındaki düşüncelerimi değiştirdiğini belirtmem gerekir. Schopenhauer ahlak felsefesine  farklı bir bakış açısı getirdiğini düşünmeme yol açmanın yanında, kötülük ve bencillik gibi  kavramları yeniden sorgulamama sebep olmuştur. İnsan olarak gerçekleştirdiğimiz her  davranışın ve içinde bulunduğumuz koşulların ahlaki olup olmadığını sorgulamamızı  sorgulayan filozof, merhamet kavramını ele alış şekliyle beni, felsefeye yeni adım atan bir okuru  düşünmeye ve davranışlarımın asıl amacını sorgulamama sebep olmuştur.

Bu eseriyle Schopenhauer, okuyucularına kendi felsefesinden parçalar sunsa da, aynı zamanda  okuru, kendisinin savunduğu düşünceleri diğer filozofların düşünceleriyle karşılaştırmaya itmiş  ve eserde yer verilen bütün kavramların niteliklerini ve günlük hayatta bu kavramlara nasıl yer  verildiğini düşünmeye sevk etmiştir. Schopenhauer’ın bu incelemede ele aldığımız;   Hukuk, Ahlak ve Siyaset Üzerine adlı eseri, Schopenhauer’ın felsefesine giriş yapmak ve ahlak  ve hukuk felsefesini bir de Schopenhauer’in penceresinden bakmak isteyenler için güzel bir  kaynak niteliği taşımakla birlikte, okuru güzel bir sorgulama serüvenine sürüklemek gibi bir özelliği de bulundurmaktadır.

 

 

ASLI GÜLENÇ 

Uluslararası Hukuk Staj Programı

 

KAYNAKÇA

Schopenhauer, A. (1986). Parerga und Paralipomena. Frankfurt,: Suhrkamp Taschenbuch.

 

Yağmurdan Önce (Before The Rain)

Makedonya, İngiltere ve Fransa ortak yapımı olan, Makedonyalı yönetmen Milço  Mançevski’nin hayatından izler taşıdığını belirttiği ve 1994’te gösterime giren ilk uzun metrajlı  filmi olma özelliği taşıyan Yağmurdan Önce, Birleşmiş Milletler tarafından 1993 yılında  tanınan Kuzey Makedonya’nın uluslararası alanda sesini duyurmuş ilk filmi olmuştur. 1995  yılında birçok ülkede yılın filmi seçilmiştir.  

Yugoslavya’nın parçalanması ve Bosna Savaşı’nın da etkisiyle karşıt görüşlü gruplar  arasında gerilimin hakim olduğu Makedonya’yı ve bu gerilimin yansımalarını üç kısımda üç farklı  aşk hikayesi ile izleyiciye aktaran Mançevski, silahlı çatışmaları ve bunların içerisindeki dinsel ve  etnik nedenleri de seyircinin içselleştirmesini sağlayacak şekilde  yansıtmaktadır. Filmin bölümleri “Sözler”, “Yüzler” ve “Fotoğraflar” başlıkları ile seyirciye  sunulmaktadır.  

“Sözler” kısmında karşımıza Ortodoks bir dağ manastırı, sessizlik yemini etmiş Makedon  bir keşiş ve Müslüman bir Arnavut kızı çıkmaktadır. Makedon bir çeteden kaçan Arnavut kızı Zamira,  keşiş Kiril’in odasına saklanır ve bir süre sonra, manastırdaki papazlar tarafından  bulunur. Kiril, manastırdan uzaklaştırılmasından sonra sessizlik yeminini bozar fakat Zamira ile  hala iletişim kuramaz zira birbirlerinin dilini anlamamaktadırlar. Buna rağmen, aralarında oluşan bağ  ve bundan doğan ‘aşk’, seyirciye başarılı şekilde yansıtılmaktadır. Kiril ve Zamira kaçmaya devam  ederken yolları Zamira’nın büyükbabası ve onun çetesi tarafından kesilir. Bir Makedon ve bir  Arnavut’un bir arada olması, halihazırda gergin ve çeteleşmiş bir ortamda olmaları nedeniyle,  büyükbabanın öfkesine sebep olur ve onun Kiril’i kovmasıyla sonuçlanır. Nitekim Zamira’nın Kiril’in peşinden gitmeye  çalışması ise filmin ‘anlatmak’ ve ‘göstermek’ istediği hususlardan birine nokta atışı yapar. İki  genç insanın birbirlerini sevgi ile koruması ve aynı dili konuşmasalar bile tehlikenin farkında  olup birbirlerine sahip çıkmaları sonucunda ortaya çıkan aşk, vahşice yok edilir.  

Filmin ikinci bölümü “Yüzler” ise seyirciyi savaş ve gerilim ortamından çıkarıp Londra’nın göbeğine bırakır. Bir ajansta editör olarak çalışan Anne, Anne’nin sevgilisi ve aynı ajansta fotoğrafçı olarak çalışan Pulitzer ödüllü Aleksander ile Anne’nin boşanmayı düşündüğü  eşi Nick ikinci kısmın ana karakterleri olarak karşımıza çıkar. Memleketi Makedonya’ya  yerleşmeyi isteyen Aleksander, Anne’e bu teklif ile gittiğinde Anne böyle bir şey yapamayacağını,  Londra’daki hayatını bırakamayacağını söyler. İlerleyen sahnelerde, eşi Nick ile bir restoranda  yemek yiyen Anne, eşine boşanmak istediğini belirtir. Aslında burada ikinci bölümün vurucu  kısımları, arka planda sahnelenmektedir. Garsonlardan biri ile tartışan bir müşteri, kavga çıkardığı  için mekandan kovulur. Sonraki dakikalarda bu kişinin geri dönüp makineli tüfek ile  restoranı taraması ağır çekimde izleyiciye sunulurken, hayatlarında böyle bir şiddet olayına hiç  yaklaşmamış veya yaklaşmayacağını düşünen insanların hayatlarını kaybetmesi, akıllara şu soruyu  getirir:  

“Savaş, terör eylemi veya sağlıksız psikolojide olan birinin bulunduğunuz mekanda olay çıkarıp herkesin ölümüne sebep olması… bütün bunların nedeni ne olursa olsun, nerede yaşarsak  yaşayalım, şansa yaşıyoruz diyemez miyiz?” 

Savaşın kazananının olmaması ve Yağmurdan Önce’nin bizlere sunduğu sahnelerin aslında çok da uzak bir geçmişte yaşanmadığı gerçeği,  şiddetin türünden ziyade ne sıklıkta ve hangi ortamlarda olabileceğinin ayırdına varmamız  açısından önem arz etmektedir. Kültürel değişikliklerin, kötü bir ruh halinin veya minik anlaşmazlıkların  bile insanların birbirlerinin canına kastetmesine sebep olabildiği gerçeği, en saf haliyle seyirciye aktarılmış ve yüzümüze tokat gibi çarpılmıştır. 

Filmin üçüncü kısmı olan “Fotoğraflar”, Makedonya’ya, yurduna, dönmüş Aleksander’in oradaki ailesi ile uyum sürecini aktarmaktadır. Aleksander’in çocukluk arkadaşı, Arnavut olan Hana’nın  izini bulmaya çalışması ve Hana’nın köyüne gitmesi filmin en kritik noktalarındandır. İkisi arasındaki bağ, filmin ilerleyen dakikalarında izleyiciyi yine sorgulamaya itmektedir. Dostluk, hatta  aile bağlarının dahi etnik ve dinsel farklılıklar karşısında bir hiç olması, kişilerin kendi  aralarındaki ilişkilerinin koca bir topluluğu çatışmaya sürükleyebilmesi gibi olaylara ekran  karşısında seyirci kalmak, insan doğasını sorgulattığı kadar yüz kızartmakta ve insanlığın, yaşanılan  toprakların geçmişi ile talihini sorgulatmaktadır. 

Filmin ‘döngüsel’ bir şekilde işlemesi de zamanın asla ölmediğini izleyicilere hatırlatmaktadır. Şu  anda, bulunduğumuz yerde, yaklaşık 30 yıl önce yaşanan bir insanlık dramının ufak bir kısmını kurgu halinde izleyebiliriz ve buna ekranlarımız karşısında sadece ‘seyirci’ kalabiliriz fakat o  topraklarda bu acı hala belleklerdedir.

 

 

DİLARA NESRİN BULUT

Balkanlar Staj Programı

Yeni Osmanlıcılık- Hınç, Nostalji, Narsisizm

Nagehan Tokdoğan, Yeni Osmanlıcılık: Hınç, Nostalji, Narsisizm, 2020, İletişim Yayınları, Sayfa Sayısı: 285

“Sembolize edilmemiş her kayıp sonraki kuşaklara musallat olmak üzere daima  geri döner.”

Erdoğan Özmen’in bu sözüyle başlıyor kitap. Kitabın ilk cümlesi olarak kullanılan  bu söz aslında özü niteliyor. Tarih sahnesinde dönem dönem farklı biçimlerde  yerini almış ve dolaşıma sokulmuş bir kavramın yeniden üretilmesini izliyoruz.

Yeni Osmanlıcılık Hınç, Nostalji Narsisizm; başlıktaki kavramlara belki de  bu kavramların tam olarak ifade edilegeldiği bir noktadan, duygulanım  üzerinden odaklanarak emsallerinden ayrılmaktadır. Duygular ve siyaset  arasındaki ilişkinin mahiyetini  (Tokdoğan,2018, s.261)  tartışan çalışma, aksi rasyonel varsayım eleştirileriyle tezini kuvvetlendiriyor.  Siyaset bilimi ve sosyoloji disiplinin yöntem ve kavramsallaştırmaları ile belli  kuramlara yaslanıyor. Tokdoğan, temel olarak Sara Ahmed’in Spinozacı felsefi yaklaşımı çerçevesinde çalışmasını ele alıyor. Ahmed kısaca, duyguların ortaya  saçılarak dolaştığı, kişi ya da gruplara yapıştığı kuramını sosyolojik ve siyasal  alana uyarlıyor. Kolektif duygu olarak isimlendirilen kavram tabiri caizse bir  kolektif bilinç halini imgeliyor. Kolektif duygular, içinde bulunduğumuz  kolektivitenin bir sonucu gibi görünürken aslında nedenini teşkil ediyor (Tokdoğan,2018,  s.32). Bu yönüyle çalışmanın devamında gördüğümüz semboller ve anlatıyla  bütünleşen bir kavrama yaslanılmış.

Kitabın giriş gelişme ve sonuç bölümünde tartışma temellendirilmiş,  örneklerle açıklanmış ve dönemsel ayrıntılarla sınıflandırılmıştır. Böylece hem  akademik hem de akademi dışı okuyuculara siyasal ve sosyolojik bir bakış açısı  sağlamıştır. Özellikle akademik anlamda sağladığı kaynakça ve çalışmanın  temel argümanları bu alanda yapılacak çalışmalar için temel bir bibliyografya  niteliğinde. Nagehan Tokdoğan’ın hem akademik hem siyasal bir merakının  tezahürü olan bu çalışma 2018 yılında İletişim Yayınlarından çıkıyor. Tokdoğan  bizatihi içinde bulunup tecrübe ettiği bir ulusun ruh halini duygulanımsal boyutu  üzerinden sunuyor. Önsözde Aksu Bora’nın da belirttiği gibi bu ruh hali  manipülasyondan ibaret olmayan aktif katılım talep eden bir ruh hali. Öyle ki  insanlar buna dahil olurken siyasal özne olmaya devam ediyorlar. (Tokdoğan,  2018, s.11). Tokdoğan bir sürecin neden ve nasıl ilerlediğini, hangi semboller ve  duygular üzerinden ilerlediğini ve nasıl başarılı olduğunu, değişen ve yerine eklenen kavramları tartışıyor ve bu sorulara cevap arıyor.

Kitapta, tıpkı Heaney gibi temel metinlerde oldukça önemli bir yeri olan  duyguların “duyguların körlüğü (emotion-proof)” olarak kavramsallaştırılan  modern dönem çalışmalarında yok sayılmasının karşıtlıklar üzerinden anlaşılır  eleştirisi yapılıyor ve sebepler uzun uzun temellendiriliyor.(Tokdoğan,2018, s.26,  s.45). Peki neden duygulanımsal boyut? Duyguların bireysellikten çıkıp kolektif  fenomenlere dönüştüğü bir süreç görüyoruz yakın Türkiye tarihinde. (Tokdoğan,  2018, s.11) Özellikle son 10 yılda tekrar tekrar gündeme gelen ve dolaşıma  sokulan bir kavram Yeni Osmanlıcılık. Tokdoğan’ın tanımıyla “Yeni  Osmanlıcılık, dünyayı bilmenin, anlamının ve anlamdırmanın, toplumsal ve  siyasal kimlikleri kurmanın aracı olan inşa edilmiş bir hikaye, insanların ve  kolektivitelerin kendilerini onun içine yerleştirdikleri bir politik anlatı olarak  varlık gösteriyor. (Tokdoğan,2018, s.15)” Bu hikaye sadece politik unsurlarla  değil aynı zamanda bu sürecin bir gereği olarak sembollerle inşa edilmiştir. Bu  anlamda semboller adeta bir duygusal yatırım aracı olarak kullanılmış ve milli  kimlik kavramı üzerinde kolektif etkilere sebep olmuştur. Modern ulus  devletlerinde semboller , ulusları kişileştirmeye ve kurumsal olanın gündelik olanla  bağını kurmaya yaramaktadır (Tokdoğan, 2018, s. 41). Bu anlamda semboller bir  topluluğun olduğu kadar bir ulusun da inşası ve kenetlenmesini mümkün kılacak  duygularla yüklenmeleri bakımından, soyut ulus tahayyülünün somutlaştığı ve  yayıldığı en güçlü araçlar olarak, gerek siyasal alanda gerekse toplumsal, kültürel  ve özel yaşantılarda kuvvetli bir varlık göstermektedirler (Tokdoğan,2018,s.42).  Örneğin Smith sembollerin miras ve kültürel yakınlıklar bağlamında bir tür dayanışma ve biraradalık yarattığından, aynı şekilde Hobsbawn bu kavramlar  aracılığıyla milli kimliğin kolektif aidiyet duygusu üzerindeki etkisinden,  Anderson ise hayali cemaatler kavramsallaştırmasında duygusal ihtiyaca yanıt  olarak çıkmış olmasından bahseder. Yeni Osmanlıcılık kavramı tıpkı Berezin’in  dediği gibi bir milli kimlik unsuru olarak sembolik pratikler aracılığıyla farklı  farklı dönemlerde mütemadiyen yeniden üretilmiş ve son 10 yıllık süreçte ise  başka bir boyut kazanmış olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda Tokdoğan,  alternatif bir kimlik anlatısı olarak ortaya çıkan ve 80’lerde ilk kez dile getirilen, 90’larda Türkçülük ve İslamcılık tartışmalarıyla birleşen, AKP döneminde ise yeni bir milli kimlik anlatısı olarak karşılaştığımız Yeni Osmanlıcılık kavramını, gündelik hayat pratikleri, özellikle Fetih kutlamaları başta olmak üzere törenler ve  biçimleri, medya ve sosyal medya, mitler ve tarih, siyasal ve toplumsal jargon, kamu politikaları, eğitim, kültürel faaliyet ve mekanların dönüşümü gibi sembolik araçlarla tartışmaya açmaktadır. Ve tabii ki neye alternatif olduğunu  ve Kemalizm’i de. Bu süreç sembolik unsurları içeren  toplumun yeniden tanımlanmasının bariz bir parçası değil, banal bir parçasıdır. Gücünü ve sürekliliğini toplumsal yaşamdaki etkin görünürlüğünden ve yeniden  üretilebilirliğinden alan milliyetçiliği banal milliyetçilik olarak tanımlayan  Michael Bilig’in kavramsallaştırması bu noktada oldukça açıklayıcı olacaktır  (Tokdoğan, 2018,s.74). Nitekim Tokdoğan AKP dönemi Yeni Osmanlıcılık  pratikleri üzerinden banal Osmanlıcılık kavramsallaştırmasıyla bugünü  tanımlamıştır.

Burada değinilmesi gereken önemli bir nokta bu anlatının kimi zaman  hesaplaşma arzusuyla karşılaştığımız bir rövanş biçiminde, kimi zaman da varlığının  ihtişamlı anlatısı ve bileşenleriyle yeniden ve yeniden üretilmesi ile ortaya çıkmasıdır.   Bugün bu anlatı siyasal seçkinlerin politikaları ve siyasal söylemin dışında  toplumsal tabakada da bir halet-i ruhiye olarak vuku bulmuştur. Başka bir deyişle  Yeni Osmanlıcılık siyasal söylem alanında doğmuş olsa da , banalleşerek sıradan  insanın milliyetçiliğinin yeni bir formu haline gelmiştir (Tokdoğan,2018, s.263).  Temelde sebep ne olursa olsun görüyoruz ki duygusal motivasyonlar ve sonuçlar  taşıyan bu semboller bir ulusun ruh halini değiştirecek ve yeniden üretecek kadar  güçlüdür. Bu ruh hali kolektif bir hafızayı yeniden canlandırmakla kalmayıp onu  yeniden üretecek ve bu sürece bir özne olarak dahil edecektir. Milli kimlik ve  milliyetçilik kavramının siyasal süreçle yeniden üretiliyor olması belki de kısa bir  dönem denilecek bir dönemde toplumsal dönüşümün nasıl dolaşıma  sokulduğunun biçimleridir. Öte yandan bugünün Türkiye politika atmosferine,  sosyolojik bir perspektifle bakacak olursak bu süreç Cumhuriyet tarihinin  geleneklerini ve politikalarını esnetmiş durumda. Ancak bu durumun böyle  devam edecek olduğu gibi bir öngörü çok da yerinde olmayabilir. Uzun süre belli  kalıplarla kimi zaman keskin-alternatif bir noktadan varlığını sürdüren bu kavram  birçok yönden etkileri ve sonuçları doğuracaktır. Gelecek zamanda göreceğiz.  Bütün bunlar Tokdoğan’ın anlatmaya çalıştığı bugünün çatışma ve gerilimlerinin  arka planında ekonomik ve stratejik etkenlerden ziyade kimlik sorunlarına ilişkin istemlerin yattığı fikrini nasıl başarılı bir biçimde akademiye sunduğunu  göstermektedir.

HASNA DOST

Milliyetçilik Staj Programı

TUİÇ AKADEMİ ONLINE STAJ (o-STAJ) SÖMESTR (ŞUBAT DÖNEMİ PROGRAMI) BAŞVURULARI AÇILDI!

0

Online Staj Programı, online olarak sürdürüleceğinden özellikle içinde bulunduğumuz pandemi sürecinde staj yapmak isteyen adaylara büyük bir kolaylık sağlayacaktır. o-Staj programımızda katılımcılara;

İlgili konu veya alanla ilgili temel bilgi ve gereksinimlerini karşılanması,

Araştırma, yazma ve sunum becerilerinin kazanılması ve geliştirilmesi,

Alanda çalışan kişilerle ağ ve tecrübe paylaşımının mümkün kılınması,

Stajı başarıyla bitirenlere staj katılım belgesi ve referans mektubu verilmesi planlanmaktadır.

 

TUİÇ Akademi o-Staj İçeriği

Stajyerler yukarıda belirtilen alanlarda koordinatörlerin hazırlamış olduğu o-Staj müfredatlarındaki,

1.Metodoloji Eğitimi

2.Makale Tartışmaları

3.Araştırma Yazısı

4.Belgesel/Film Analizi

5.Röportaj

6.Online Seminer Programı çalışmalarını yapacaklardır.

 

 

Başvuru ve Detaylı Bilgi İçin: www.o-staj.com

Haftalık Balkan Bülteni / 15-22 Ocak

“Ben Müzakereci Değilim!”

Arnavutluk Başbakanı Edi Rama bugün ekran karşısında yaptığı açıklamada, Yunanistan-Türkiye ilişkilerindeki rolü hakkında yapılan yorumları eleştirdi. Edi Rama, Yunanistan ve Türkiye arasında arabuluculuk yapmaya çalışmadığını belirtti ve bu konu ile ilgili yorum yapmasının etik olmadığını dile getirdi.

“Arabuluculuk yapma gibi bir şey söz konusu değil, benim böyle bir yetkim dahi yok. Ben sadece iki arkadaş arasında olma ve bu bağlamda onlarla yapılan tartışmalarda sözümü dile getirme ayrıcalığına sahibim, sadece bu kadar. Birbirleri ile olan mevzu çok uzun bir konu.” dedi.

Almanya Şansölyesi Angela Merkel, “Bild” gazetesinde Başbakan Rama için Türkiye’yi Yunanistan ile yakınlaşma sürecine girmeye teşvik ettiğini dile getirmişti. Bu sözler hakkında ne düşündüğü ile ilgili sorulan soruya Rama “Bild’e sorun çünkü Bild’in bir çıkar çatışması bulunmakta. Bild gazetesinde de ‘Rama bir köprü kurucusudur’ yazıyor.” dedi ve etik olmadığı için bu konu hakkında yorum yapmak istemediğini bir kez daha dile getirdi.

 

Kaynak: Arnavut Haber Odası

Tarih:16.01.2021

 

İstenmeyen Adam: Alexey  Krivosheev

Arnavutluk Hükümeti, Covid-19 karşıtı aldığı tedbirlerin Rusya Federasyonu Tiran Büyükelçiliği’nde bulunan bir diplomat tarafından açık ihlalleri konusunda Nisan 2020’den bu yana sürekli olarak şikayet aldığını belirtti.

Avrupa ve Dışişleri Bakanlığının üst düzey temsilcileri, diplomat tarafından COVID-19 karşıtı tedbirlerin devam eden ihlalleri konusunda endişelerini dile getirerek Rusya Federasyonu Tiran Büyükelçisi Mikhail Afanasiev ile irtibata geçti. Dışişleri Bakanlığı, diplomatın bu konudaki eylemlerini tekrarlamayacağını belirtmesi vaadiyle büyükelçiyi derinden takdir etti. Maalesef verilen sözlerin aksine, diplomat,  alınan tedbirleri ihlal etmeye devam etti. Arnavutluk Hükümeti, bunlarla ilgili endişelerinin göz ardı edilmesinin daha fazla tolere edilemeyeceğini belirtti. Bunun üzerine Arnavutluk Hükümeti resmi tebligat vererek diplomat Alexey Krivosheev’in 72 saat içinde ülkeden ayrılması gerektiğini ve  “istenmeyen kişi” ilan etme kararını aldığını belirtti.

Arnavutluk Hükümeti ayrıca, “Arnavutluk toprakları olsun veya olmasın tüm dünya için böylesine zorlu bir dönemde, Rusya tarafından, tüm vatandaşların sağlık ve güvenliğinin korunması için gerekli olan önlemlerin tam olarak anlaşılmasını umar ve iki ülke arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi için başlatılan çalışmaların ardından Rus tarafına dostane duygularımızı ve hazır olduğumuzu temin ederiz.” açıklamalarında bulundu.

 

Kaynak: Panoroma.al

Tarih: 21.01.2021

 

Rusya’dan Tepki!

Rusya Dışişleri Bakanlığı, Tiran’daki Rusya Büyükelçiliği’nin ikinci sekreterliği görevini yapan Rus diplomat Alexey Krivosheev’in sınır dışı edilmesi üzerine tepki gösterdi.Arnavutluk Dışişleri Bakanlığı 21 Ocak günü yaptığı basın açıklamasıyla, Rus diplomatın Arnavut devletinin Nisan ayından bu yana Covid-19’a karşı aldığı tedbirleri kalıcı olarak ihlal ettiğini duyurmuştu. Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Alexander Grushko verdiği bir röportajda, “Moskova, Rus diplomatın Tiran’dan sınır dışı edilmesi kararından dolayı üzüntü duymaktadır.” dedi. Grushko, “Bu, Rus-Arnavut ilişkilerini kötüleştirmeyi amaçlayan açık bir provokasyondur ve elbette bu dostça olmayan adım cevapsız kalmayacaktır” diyerek sözlerine devam etti.

İçinde bulunduğumuz bu yeni yılda ilk kez bir Rus diplomat sınır dışı edildi. Ayrıca 2020 yılında casusluk suçlamalarının en sık görüldüğü Bulgaristan, Hollanda, Avusturya, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti’nde de bu tür adımlar atılmıştı fakat Moskova bu durumlara aynı şekilde tepkisini ortaya koymuştu.

 

Kaynak: Panorama.al

Tarih: 22.01.2021

 

Sassoli: AB Yolunda Arnavutluk’u Desteklemeye Devam Edeceğim

Avrupa Parlamentosu Başkanı David Sassoli, Avrupa Parlamentosu’nun Avrupa Birliği üyeliği yolunda attığı her adımda Arnavutluk’u destekleyeceğini belirtti. Sassoli, Arnavutluk Meclis Başkanı Gramoz Ruçi’ye yazdığı bir mektupta şu sözleri dile getirdi: “Arnavutluk Parlamentosu’nun Arnavutluk’un AB üyeliğine yönelik müzakerelerin başlatılmasına ilişkin kararını sunması ve belirlenen öncelikleri karşılamaya yönelik tedbirler planını uyguluyor olmasından dolayı teşekkür ederim.”. Sassoli, AB-Arnavutluk işbirliğine övgüde bulundu ve “Bu işbirliğinin gelecekte giderek artacağına inanıyorum.” ifadelerinde bulundu.

 

Kaynak: European Western Balkans

Tarih: 22.01.2021

 

Bulgaristan Dışişleri Bakanı, Polonya’nın “Üç Deniz Girişimi” Koordinatörü ile Görüştü

Bulgaristan Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Ekaterina Zaharieva, Polonya Dışişleri Bakan Yardımcısı ve “Üç Deniz Girişimi” ulusal koordinatörü Pawel Jablonski ile bir araya geldi. Bulgaristan, girişimin koordinasyon rolünü geçen Ekim ayında Estonya’dan devralmıştı. Bakanlar Kurulu tarafından Girişim için Bulgaristan’ın ulusal koordinatörü olarak atanan Zaharieva, “Amacımız, bölgesel işbirliği ve bina ulaştırma, enerji ve dijital bağlantı sürecini devam ettirmek, ülkelerin başarılarını pekiştirmek ve genişletmek. Girişim, bölgedeki şirketleri stratejik yabancı yatırımcılarla buluşturacak bir iş forumu eşliğinde 2021’de başarılı ve verimli bir Zirve’ye ev sahipliği yapacak. ” ifadelerinde bulundu. Zaharieva, Jablonski’ye, ulusal koordinatörler ve dışişleri bakanlarının video konferansını içeren toplantıların Ocak ve Mart ayları arasında planlandığını, ardından Enerji Bakanlığı tarafından düzenlenecek bir enerji forumu ve ekonomi bakanları toplantısının yapılacağını söyledi. Üç Deniz Girişimi, 2016 yılında başlatılan ve on iki AB Üye Devletini (Bulgaristan, Avusturya, Hırvatistan, Çekya, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Polonya, Romanya, Slovakya ve Slovenya) içeren siyasi bir projedir.

 

Kaynak: Bulgarian News Agency

Tarih: 18.01.2021

 

Bulgaristan’ın OECD Nükleer Enerji Ajansına Kabulü

Başbakan, 19 Ocak tarihinde, Bulgaristan’ın, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) Nükleer Enerji Ajansı’na katılmasıyla birlikte nükleer santralin ekibini tebrik etti. Başbakan Boyko Borissov günün erken saatlerinde Bulgaristan’ın OECD üyeliği vesilesiyle düzenlediği çevrimiçi törende, “Bulgaristan’ın Euro bölgesinin bekleme salonuna, Avrupa Bankalar Birliği’ne kabulünden sonra, bugün de kutlama fırsatımız var” ifadesinde bulundu.

Başbakan Borissov, “OECD Başkanı Ángel Gurria’ya gösterdiği büyük dostluk ve üst düzey görüşmelerimiz için teşekkür ederim” dedi. Başbakan, “Bulgaristan nükleer tesislerine güveniyor, ülkemiz dört reaktörün nasıl hizmet dışı bırakıldığına, nükleer yakıtın nasıl depolandığına dair bir örnek sundu ve şu anda Kozloduy Nükleer Santrali’ndeki yedinci reaktör projesini geliştiriyoruz” ifadelerini de kullandı. Enerji Bakanı Temenuzhka Petkova çevrimiçi törende yaptığı konuşmada, “Bulgaristan’ın OECD NEA’nın tam üyesi olarak kabul edilmesi, Bulgar enerji sisteminin yüksek seviyesinin en yüksek güvenlik standartlarını uyguladığının tartışılmaz bir kanıtıdır” diyerek üyeliği yorumladı. NEA Genel Direktörü William Magwood ayrıca Bulgaristan’ı teşkilata katıldığı için tebrik etti ve çeşitli konularda ortak çalışma umutlarını dile getirdi.

 

Kaynak: Sofia News Agency

Tarih: 19.01.2021

 

Avrupa Komisyonu’ndan Bulgar İşletmecilere Yardım

Avrupa Komisyonu (AK) 20 Ocak tarihinde, koronavirüs salgınından etkilenen mikro, küçük ve orta ölçekli işletmeleri desteklemek için 79 milyon Euro’luk Bulgar planını onayladığını açıkladı.

Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu tarafından ortaklaşa finanse edilecek olan program, belirli sektörlerde faaliyet gösteren ve Bulgaristan tarafından tanımlanan belirli gereksinimleri karşılayan, virüs zamanında faaliyetleri sınırlandırmak için hükümet tarafından kısıtlayıcı önlemlerle askıya alınmış veya sınırlandırılmış işletmeler tarafından erişilebilir olacak. Plan, yararlanıcıların işletme maliyetlerinin bir kısmını karşılamasına yardımcı olacak ve Koronavirüs salgınının neden olduğu fon sıkıntısı veya likidite eksikliğinin üstesinden gelmek için gerekli faaliyetleri destekleyecek.

 

Kaynak: Bulgarian News Agency

Tarih: 20.01.2021

 

Bulgaristan ve Sırbistan Buluşması

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Iliana Yotova ile birlikte resmi bir ziyaret için Bulgaristan’da bulunan Sırbistan Dışişleri Bakanı Nikola Selakoviç ile bir araya getiren Cumhurbaşkanı Rumen Radev, Bulgaristan ve Sırbistan’ın bilgi teknolojileri gibi katma değeri yüksek alanlarda karşılıklı yatırım ve ekonomik ortaklığı teşvik etmesi gerekliliği, ekonomik değişimin ticarete göre önceliğe sahip olması, ortak girişimler yaratma ve üçüncü pazarlara ihracat yapma yönünde çalışmalar yapılmasının zamanının geldiğini belirtti.

Bulgaristan Devlet Başkanı ve Başkan Yardımcısı, Sırbistan Dışişleri Bakanı’nın 2014’ten sonraki ilk ziyaretini, yeni Sırbistan hükümetinin Bulgaristan ile Sırbistan arasında iyi komşuluk ilişkilerinin ve işbirliğinin geliştirilmesini öncelikli olarak belirlediğinin bir kanıtı olarak tanımladı. Diplomatik kaynaklara göre, ziyaret aynı zamanda iki ülkeyi birbirine bağlayan ve iş için daha elverişli fırsatlar yaratan ulaşım ve enerji altyapısının inşası çalışmalarını hızlandırma taahhüdünün bir işareti olarak görüldü.

Cumhurbaşkanı Radev ve Nikola Selakoviç, Bulgaristan ile Sırbistan arasında daha fazla sınır kapısı açılmasının iki ülke arasındaki ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerin daha da gelişmesine katkıda bulunacağı ve turizme güçlü bir ivme kazandıracağı görüşünü paylaşıyor. Rumen Radev Bulgaristan’ın Sırbistan’ın Avrupa entegrasyonuna verdiği desteği teyit ederken, Selakoviç ülkesinin AB üyeliği dışında başka alternatifi olmadığını vurguladı.

 

Kaynak: Sofia News Agency

Tarih: 21.01.2021

 

Nükleer Reaktörde Problem!

22 Ocak’ın erken saatlerinde, Kozloduy nükleer enerji santrali (Bulgaristan’ın kuzeybatısındaki Tuna Nehri üzerinde yer alan), rutin bir teknik operasyonun ardından bir koruma sistemi etkinleştirildikten sonra Ünite 5’i kapattı. Santral temsilcileri ise “Kesin bir kaza yok, koruma sistemi rutin bir işlem sırasında etkinleştirildi; ‘Eco-Inspection’ yerinde sürekli ölçümler gerçekleştirir ve herhangi bir radyasyon artışı tespit edilmemiştir” şeklinde açıklamalar yaptılar.

Enerji Bakan Yardımcısı Zhecho Stankov, “Halk ve enerji sistemi için kesinlikle hiçbir risk olmadığını ve sistemdeki radyasyon ve dengenin gerekli sınırlar içinde olduğunu garanti etmek istiyorum” duyurusunda bulundu.

Meclis’te enerji komitesi üyesi olan MRF Milletvekili Ramazan Atalai ise “Gerekli önlemler alındı ve çalışmaları eski haline getirilecek. Tüm sistemler kontrol edildi. Halkın endişelenmesine gerek yoktur” ifadeleri ile reaktörün durumunu açıkladı. Kozloduy NPP’nin İcra Direktörü Nasko Mihov, BNT’ye bunun rutin bir prosedür olduğunu ve tesiste olağandışı bir şey olmadığını açıkladı. Ayrıca onlara radyoaktif kirlenme riski olmadığına dair güvence verdi. Tesisin operatörü ise yaptığı açıklamada, Ünite 5’in gün sonunda ulusal şebekeye yeniden bağlanması için plan çalışmalarının yapıldığını söyledi.

 

Kaynak: Bulgarian National Television

Tarih: 22.01.2021

 

Mostar’daki Yerel Seçimlere Ilişkin Endişe Sürüyor

Bosna-Hersek’in Mostar şehrinde, şehrin statatüsü konusundaki siyasi anlaşmazlık sebebiyle 2008’den beri yerel seçim yapılamıyordu. 2020 Aralık ayı içerisinde gecikmeli bir yerel seçim gerçekleştirildi. Ancak seçim sonuçlarına ilişkin itirazlar halen sürüyor. Bosna-Hersek Hırvat Demokrat Birliği (HDZ BİH) lideri Dragan Covic; AB Bosna-Hersek Temsilcisi Johann Sattler, Özel Temsilci Valentin Inzko ve ABD Bosna-Hersek Büyükelçisi Eric Nelson’ın da içerisinde bulunduğu bir çok uluslararası temsilciye ve yetkiliye, Mostar’daki yerel seçimlerle ilgili gelişmelerden duyduğu endişesini ifade eden bir mektup gönderdi.

Mostar’daki yerel seçimlerin uzun zamandır beklenen ve ihtiyaç duyulan bir olay olduğunu ifade eden Covic, sandıkların kapanmasından bir ay sonra dahi sonuçların net olarak belli olmamasına dikkat çekerken seçim sürecine yönelik usulsüzlükleri ve seçim sürecinin en önemli paydaşı olan Merkez Seçim Komisyonu’nun (CIK BİH) sürece ilişkin sorumsuzluğunu dile getirdi. Mostar’daki bazı kentsel alanlarda hayali seçmen oylarının varlığından ve buna ilişkin siyasi partisinin yaptığı itirazdan bahseden Covic,  partisinin ve belediye başkanı adayının seçim sahtekarlığının kurbanı olduğunu belirtti.

 

Kaynak: Sarajevo Times

Tarih: 18.01.2021

 

Bosna Mahkemesi iddianameyi reddetti!

Eski Sırp Cumhuriyeti Ordusu (VRS) bünyesindeki 1. Majevica Tugayı’nın savaş zamanı komutanı Radomir Nedic ve tugayın tabur komutanı 1943 doğumlu Ratko Djurkovic’e yönelik, Ugljevik şehrine bağlı Teocak ve Tursunovo köylerinde savaş ve insanlık suçları işlediklerine dair savcılık tarafından hazırlanan iddianame Bosna devlet mahkemesine sunuldu. İddia makamı, Nedic ve Djurkovic’e bağlı askerlerin Boşnak sivillere ve savaş esirlerine yönelik katliamlardan sorumlu olduğunu ifade etmekte. Söz konusu iddiaların merkezindeki iki komutanın olay mahalinde bulunduğu, operasyonu yönettiği, suç hakkında bilgilendirildiği ancak failleri cezalandırmak için tedbir almadıkları da iddianamede yer alan bir başka nokta.

Ancak devlet mahkemesi, kanıtlara dayanarak her iki tugay üyesinin savaş suçlarını işleyip işlemediklerinin belirlenemediğini ve iddianamedeki suçlamaların ve delillerin komutanları yargılamak için gereken şüpheyi karşılamadığını ifade ederek iddianamayi reddetme kararı aldı.

 

Kaynak: Balkan Insight

Tarih: 20.01.2021

 

Mostar Yerel Seçim Sonuçları Nihayet Onaylandı

Bosna-Hersek Merkez Seçim Komisyonu (CIK BİH), Mostar şehrinde 2020 Aralık ayı içerisinde gerçekleşen yerel seçim sonuçlarının belirlenmesi ve duyurulmasına ilişkin kararı kabul etti.

Yeni çıkan karar neticesinde Mostar Belediye Meclisi’ndeki koltuk dağılımı ise şu şekilde; Bosna-Hersek Hırvat Demokrat Birliği (HDZ BİH) 13, Mostar Koalisyonu (SDA, SBB, DF, SBIH ve BPS) 11, Bosna-Hersek Bloğu (SDP BİH ve NS) 6, Hırvat Cumhuriyet Partisi 3, “Burada Kalın – Mostar’ımız için Birlikte”  ittifakı da birer meclis üyesi çıkartacak.

 

Kaynak: Sarajevo Times

Tarih: 20.01.2021

 

Saraybosna Yakınlarındaki Mülteci Kampında Arbede

20 Ocak gecesi başkent Saraybosna yakınlarındaki Blazuj mülteci kampında çıkan toplu arbede sonrasında çok sayıda göçmen tutuklanırken çok sayıda polis memurunun da yaralandığı ve bazı polis araçlarının ciddi hasar gördüğü rapor edildi. Saraybosna Kantonu İçişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre, çatışma ilk olarak Uluslararası Göç Örgütü (IOM) yetkililerinin bölgede düzeni ve huzuru bozan bir göçmenin yerini değiştirmek için alana geldiğinde çıktığını belirtti.

Bakanlık sözcüsü Mirza Hadziabdic verdiği demeçte, yeri değiştirilecek olan göçmenin kampta grup lideri olması sebebiyle diğerlerinin tepkisini çektiğini, göçmen grubun şiddete başvurarak taşınma kararını engellemeye çalıştıklarını ve neticesinde çatışma çıktığını ifade etti.

 

Kaynak: N1

Tarih: 21.01.2021

 

Hırvat Demokratik Partisi’ne (HDZ) Yolsuzlukla Mücadele Eleştirisi

Yeni Sol Parti temsilcilerinden Rada Borić, 16 Ocak 2021 tarihinde Maliye Bakanlığı önünde düzenlenen basın toplantısında, belediye bütçelerinin ve harcamaların şeffaf olarak halka açık bir şekilde gösterilmemesine atıfta bulunarak HDZ’nin yolsuzlukla mücadele uygulamalarına inanılmaması gerektiğini vurguladı. Borić, Yerel ve Bölgesel Özyönetim Yasası’nda yapılan değişiklikler ile, internet sitesinde bütçe fonlarının harcanmasına ilişkin bilgilerin kamuya açık olarak yayınlanmasının öngörüldüğünü hatırlatarak hükümeti yolsuzlukla mücadelede gerçekçi yöntemlere başvurmaya davet etti.

Ana muhalefet partisi SDP (Sosyal Demokratik Parti) Milletvekili Ivana Posavec Krivec ise ünlü bir HDZ üyesi olan Sisak-Moslavina İlçe Valisi Ivo Žinić’in yolsuzluk vakalarına atıfla yönetimin yolsuzlukla baş edemediğini şu cümlelerle belirtti: “Şimdi Žinić de radarınızın altından geçiyor. Ayda 18.000 HRK (Hırvat Kronu) kazanmasına ve dört mülke sahip olmasına rağmen, devlete ait bir mülkte ayda 100 HRK karşılığında yaşıyor. Anlatılmak istenen, ince ayarlanmış bir yolsuzluk radarınız olmadığı veya yasadışı eylemlere ve yolsuzluğa eğilimli olsalar dahi HDZ üyelerini devletin önemli mevkilerine tavsiye etme uygulamasını başlattığınızdır.”

SDP Genel Başkanı Pedja Grbin, bunun Ivo Žinić’in ilk yasadışı işi olmadığını söyledi. Daha önce bir haber merkezine polis yolladığını, geçen yıl Koronavirüs döneminde bir parti organize ettiğini, günümüzde ise mevki ve yetkilerini kendisi ve yakınları adına yasadışı yollarla mal mülk edinmek için kullandığını belirtti.

 

Kaynak: Jutarni.hr, Total Croatia News, HRT Vjesti

Tarih: 16.01.2021-19.01.2021

 

Hırvat Başbakan Plenkovic’ten AB Parlamentosu’na Rapor

Başbakan Andrej Plenkoviç Salı günü Parlamento’da yaptığı açıklamada, AB üyeliğinin Hırvatistan’ı daha güvenli ve daha güçlü bir ülke haline getirdiğini söyledi ve 2020 yılında gerçekleşen Avrupa Konseyi toplantıları hakkında bir rapor sundu.

Hırvatistan’ın AB başkanlığı hakkında konuşan Plenkoviç, Koronavirüs salgınının Hırvatistan’ın çoğunlukla çevrimiçi olarak düzenlenen AB başkanlığını etkilediğini söyledi.

Brexit hakkında da konuşan Plenkoviç, Büyük Britanya’nın AB’den çekilmesini tüm üye ülkeler için iyi gördüğünü ve Hırvatistan’ın Brexit’ten etkilenen en az ülke olduğunu belirtti.

Plenkoviç son olarak aşı ve yaşanan deprem hakkında konuştu. Özellikle 29 Aralık’ta gerçekleşen deprem için, Mart ayında Zagreb’e AB Dayanışma Fonu’ndan 603 Milyon Euro verildiğini ve depremin etkilediği Sisak-Moslavina ilçesine de destek beklediğini hatırlattı.

 

Kaynak: N1

Tarih: 19 Ocak 2021

 

ABD-Hırvatistan İlişkilerinde Beklenen Gelişmeler

Hırvatistan televizyonlarında yer alan Otvoreno programında Amerikan genel seçimleri sonrası kurulan yeni hükümet ve yeni Başkan Joe Biden ekseninde Hırvatistan-ABD ilişkileri üzerine tartışmalar yapıldı. ABD’nin Güneydoğu Avrupa’da izleyeceği politikaların nasıl bir çizgide ilerleyeceği yorumlandı.  Hırvatistan Parlamentosu Dış Politika Komitesi’nde görev olan HDZ (Hırvat Demokratik Parti) üyesi Davor Ivo Stier, Biden’in Güneydoğu Avrupa ülkelerinin AB ve NATO’ya girişini destekleyeceğine inandığını belirtti. Stier, Amerika ve Hırvatistan arasındaki ilişkiden beklentilerini, Trans-Atlantik ilişkilerinin güçlenmesi gerektiğini, ABD’nin Hırvatistan’ın ortağı olduğunu ve bu ortaklığı kurmanın ülke çıkarları ile paralel olduğunu dile getirdi. Joe Biden ile önceden tanıştığını vurgulayarak, Biden’in hem Avrupa siyasetinden hem de Güneydoğu Avrupa’nın siyasi konjonktüründen anladığını söyleyen Stier, Bosna-Hersek’te tüm kurucu halkların eşitliği esasına dayanan bir dengenin istikrarı sağlayacağını ve bu istikrarlı sürecin Amerikan çıkarlarıyla uyum içerisinde olacağını açıkladı.

SDP (Sosyal Demokratik Parti) başkanı Pedja Grbin ise, ABD’de yaşananları “Capitol Hill’e bir saldırı olduğunda tırmanan siyasete karşı, radikalleşme ve çatışmaya dayalı siyasete karşı demokrasinin kazandığı zaferdi. Bu radikalleşmeyi Hırvatistan’da da görüyoruz ve Hırvatistan’da bu demokrasiyi korumak için savaşmalıyız.” cümleleriyle yorumlayarak ülkede demokrasiyi zedeleyen faaliyetlerin önüne geçilmesi gerektiğini vurguladı.

 

Kaynak: HRT Vjesti

Tarih: 20.01.2021

 

Hırvatistan Yüksek Mahkemesi, “Medački Džep” (Medak Cepi) Operasyonu Sırasında İşlenen Cinayet Suçunun Cezasını Kararlaştırdı

20 Ocak Çarşamba günü Hırvatistan Yüksek Mahkeme, Gospić kenti yakınlarındaki Lički Čitluk köyünde Eylül 1993’te gerçekleşen “Medak Cepi” Operasyonu sırasında kimliği belirlenemeyen yaşlı bir kadının öldürülmesi nedeniyle eski Hırvat Ordusu’nun 9. Muhafız Tugayı üyesi olan 51 yaşındaki Josip Mršić’e üç yıl hapis cezası vermesini onayladı. Hırvat Ordusu, Gospić kentinden Sırp güçleri çıkarmak için 1993 yılında bir operasyon başlattığında 23 sivil Sırp öldürülmüştü. Operasyon sırasında işlenen suçların davaları, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından değerlendirilmesinin ardından 2007 yılında Hırvat yargı ve hukuk sistemine devredilmişti.

Yargıtay’ın 20 Ocak 2021 tarihinde yaptığı açıklamada, Mršić’in suç işlediği sırada henüz 23 yaşında bir genç olduğu için üç yıl hapis cezasının yeterli olacağını belirtti. Yüksek Mahkeme, verilen cezanın sanığın suç derecesine karşılık geldiğini ve cezanın eylemin caydırıcılığı açısından yeteri kadar manevi-sosyal kınama içerdiğini belirtti. Ancak bu karar, cinayete karşılık üç yıllık hapis cezasının oldukça etkisiz ve yetersiz olduğu ve Hırvat adalet sisteminin yozlaştığı belirtilerek Hırvat kamuoyu ve muhalefet tarafından eleştirildi.

 

Kaynak: 24SATA, BIRN

Tarih: 20.01.2021

 

Avrupa Birliği’nden Gelecek Yardıma Tepki                    

 29 Aralık’ta Sisak-Moslavina’da meydana gelen 6,4 şiddetindeki sarsıcı depremin ardından Hırvatistan’a uluslararası yardımların gönderilmesi kararlaştırıldı. Bu kapsamda Avrupa Parlamentosu’nda yer alan Hırvat üyelerin yardım yapılması hususunda çağrıda bulunmasıyla, mali sıkıntı yaşayan ve depremde ciddi hasar gören Hırvatistan’a yardım gönderme kararı alabilmek adına oylama yapıldı. Karar, Zagreb’in yanı sıra Sisak, Petrinja ve Glina bölgesinin yeniden inşasına yardımcı olmak adına Avrupa Birliği Dayanışma Fonu’ndan 683,7 milyon Euro değerinde destek sağlamak için oylamaya sunuldu. 683 milletvekilinin oylarının değerlendirilmesiyle yardım kararı, 677’ye karşı, 5 karşıt oy ve bir çekimser oyla kabul edildi. Avrupa Birliği karşıtı ve muhafazakar 5 milletvekilinin AB’den gelecek olan yardımlara tepkisi şaşkınlığa yol açtı. Avrupalı ​​Muhafazakarlar ve Reformistler anti-federalist partisinin üyeleri İsveç milletvekilleri Peter Lundgren, Jessica Stegrud ve Charlie Weimers, Hollandalı sağcı politikacı Marcel de Graaff ve İspanyol muhafazakar Isabel Benjumea karşıt oy kullanırken; Belçikalı sağcı ve göçmen karşıtı Milletvekili Philip De Man çekimser kaldı. Yardım karşıtları Hırvat medyasında “utanç verici altılı” olarak anıldı.

 

Kaynak: European Parliament, Total Croatia News

Tarih: 22.01.2021

 

Faşistliğe Tepki: Hırvat Cumhurbaşkanı’ndan Etkinliğe Katılım İptali

Cumhurbaşkanı Zoran Milanoviç, bazı katılımcıların faşist Ustasa hareketinin sembollerini takacağını öğrenmesinin ardından, Zadar’da düzenlenen 1993 Maslenica askeri operasyonunun yıldönümü anısına düzenlenen etkinliğe katılımını iptal etti. Milanoviç, Başbakan Andrej Plenkoviç’e telefon ettiğini ve bunun kabul edilemeyeceği konusunda uyardığını söyledi. Cumhurbaşkanının emriyle, törenin ilk kısmının ardından, Hırvatistan Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Koramiral Robert Hranj ve tüm askeri komutanlar anma töreninden çekildi.

 

Kaynak: Balkan Insight

Tarih: 22 Ocak 2021

 

Karadağ’a AB Üyelik Sürecinde Destek Sözü

Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Karadağ Dışişleri Bakanı Djordje Radulovic ile, Berlin’de düzenlenen toplantı sonrası ortak bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada genel olarak Yeni ABD Hükümeti ile yürüttükleri Kuzey Akım Projesi’nden bahsetmesinin yanı sıra, Karadağ’a umut ışığı yaktı. Bakan Maas, Karadağ’a Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik sürecinde daha fazla destek olacaklarının sözü verdi. “Batı Balkanlar’daki tüm devletler için bir AB perspektifi konusunda ciddiyiz.” diye de ekleyen Bakan Maas, Karadağ’ın uzun yıllardır beklediği üyelik ile ilgili olumlu düşüncelerin oluşmasına neden oldu. Karadağ’ın 2006 yılında Sırbistan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmesinin ardından başlayan ‘Avrupa’ya entegre olma maratonu’ yıllardır iniş çıkışlarla devam ediyor. Bağımsızlığı sonrası NATO üyeliğine girebilen ülke, Avrupa Birliği’ne kısa süre içinde aday ülke olmuştu. Fakat Karadağ’ın henüz AB Yüksek Standartları’na erişemediği gerekçesiyle asıl üyelik süreci sürekli askıya alınmıştı.

 

Kaynak: Bloomberg HT & Anadolu Agency

Tarih: 16.01.2021

 

Karadağ Cumhurbaşkanı ve Yeni Hükümet İşbirliği İçin Bir Araya Geldi

Karadağ’da Sosyalist Demokratik Parti (DPS) iktidarını sona erdiren seçimlerin ardından iç politikadaki ‘’birlikte yaşama’’ olgusu, etkili siyaset yapmayı zorlaştırıyor. Cumhurbaşkanı Milo Djukanoviç ve yeni hükümetin farklı parti mensupları olmasından kaynaklanan bu süreç oldukça zorlu geçmekte. Djukanoviç, Almanya resmi ziyaretinde Karadağ’ın siyasi bir birlikte yaşama dönemine girdiğinden bahsetmişti. Ardından yeni hükümetle işbirliği sözü veren Cumhurbaşkanı sözünü tutmamıştı. Devletin işleyişine zora sokan ve daha da önemlisi engelleyerek iş ve dış politikayı aksatan bu meselenin çözüme kavuşturulması için bir görüşme yapıldı. 15 Ocak 2020 tarihinde Başbakan Zdravko Krivokapiç, Başbakan Yardımcısı Dritan Abazoviç ve meclis başkanı Aleksa Becic ile Cumhurbaşkanı Djukanoviç bir araya geldi. Toplantı sonrası yapılan basın açıklamasına göre, “Devlet yetkilileri, yapıcı diyalog yoluyla devletin daha verimli işlemesine yol açacak daha fazla işbirliği için iyileştirme ve koşullar yaratmaya hazır olduklarını” belirttiler. Fakat bu açıklama bir güven oluşturmadı. Sivil Özgürlükler Merkezi’nin (bir Sivil Toplum Kuruluşu) başkanı siyasi analist Boris Maric, “Siyasi engelleme, seçim sonrası dönemde DPS’nin ana politikası haline gelen siyasi taktiklerden biridir.” dedi. Bundan sonraki süreçte Cumhurbaşkanı’nın yasaları onayı veya reddi, işbirliği konusunda belirleyici olacak.

 

Kaynak: Balkan Insight

Tarih: 20 Ocak 2021

 

Karadağ Güvenlik Servisi’nde Yasadışı Casusluk Şüphesi

Karadağ geçtiğimiz aylarda beklenmedik bir rejim değişikliği yaşadı. 30 yıla yakın zamandır süren Sosyalist Demokrat Parti (DPS)’nin iktidarı son buldu. Bu son parlamento seçimlerinde, üç muhalefet bloğu parlamentonun çok az bir çoğunluğuyla seçilmiş oldu.17 Aralık 2020 tarihinde mevcut yeni hükümet, eski rejim yanlısı Ulusal Güvenlik Teşkilatı Başkanı Dejan Perunicic’i görevden aldı. Perunicic’in yerine bir avukat ve Sırp yanlısı Dejan Vuksiç başkan vekili seçildi.

Karadağ Güvenlik Dairesi (ANB)’nin yeni başkanı Dejan Vuksiç, son günlerde teşkilat memurlarından bazılarını gizli belge imha etmekle suçladı.

Medyaya yansıyan haliyle; ANB görevlilerinin 19 Ocak 2020 tarihinde yasadışı ve yetkisiz casusluk faaliyetleriyle ilgili önemli belgeleri ortadan kaldırdıkları iddia edildi. Bu suçun kovuşturulması için bir iç soruşturma başlatıldı. Vuksiç günlük Vijesti gazetesine verdiği röportajda: “Belgelerin bir kısmının imha edildiğine dair kanıt var ve bu eylem, yasadışı bir şekilde gerçekleştirilmiştir.” dedi.  Halihazırda Güvenlik Dairesi Teşkilatı son on yıl içerisinde  de zaman zaman yolsuzluk tartışmaları ile anılmıştır.

 

Kaynak: Balkan Insight

Tarih: 21.01.2021

 

Kosova, Arnavutluk ile Birleşecek mi?

Kosova Geleceği için İttifak Partisi’nin (AAK) lideri ve Kosova’nın 3. Başbakanı olan Ramush Haradinaj, şu an cumhurbaşkanı adayı. Yönetim programını tanıttığı bir basın toplantısında bazı konularda Avrupa Birliği’ni sorumlu tuttuğunu açıkça belirtti. Ülkeye hizmet edecek tüm kurumları destekleyeceğini dile getirirken Kosova’nın gelişemeyeceği ihtimalini de göz önünde bulundurduğunu ve bu konuya dair endişelerinin olduğunu da açıkladı. Kosova’nın uluslararası alanda verilen sözlere güvendiğini fakat içinde bulundukları durumun sebebinin Avrupa Birliği olduğunu söyledi. Haradinaj, seçim öncesi tanıtımını şu sözü ile bitirdi:  “Eğer Kosova Avrupa Birliği tarafından bağımlı şekilde bırakılmaya devam edilirse Arnavutluk ile birleşme fikrinin yolu açılacak.”

 

Kaynak: Kosova Haber

Tarih: 18.01.2021

 

Kurti, Kosova Cumhuriyeti Meclisi’nde Görev Alabilecek Mi?

Eski Başbakan Albin Kurti’nin de aralarında bulunduğu, Kosova Yargı Mahkemesi’nin açıkladığı kırk yedi adayın 14 Şubat seçimlerinde aday olmaları yasaklanabilir. Vetevendosje Partisi genel başkanı Albin Kurti ve eski Adalet Bakanı Albulena Haxhiu, mahkeme tarafından, parlamentoya göz yaşartıcı gaz atmaları nedeniyle 2018 yılı Ocak ayında şartlı hapis cezasına çarptırılmıştı. Merkezi Seçim Komisyonu’nun Genel Seçim Kanunu’nu öne sürerek yaptığı açıklamada son üç yıl içinde suçlu bulunan bir kişinin milletvekilliği yapamayacağı söylendi. Kesin olarak isimler açıklanmamış olsa da listede Kurti’nin de isminin olduğu öğrenildi ve bu durum Kosova Başbakanı olma yolunda umutsuzluğa kapılmasına yol açtı. Adayların onaylanması için öneriler hazırlanacağı belirtilse de Anayasa Mahkemesi bu konuda çok net bir tavır sergiledi.

 

Kaynak: Balkan Insight

Tarih: 20.01.2021

 

Sırbistan – Kosova Ekonomik Barışına Siyaset Engeli

4 Eylül 2020’de Sırbistan ve Kosova arasında imzalanan Washington Anlaşması, barışı ekonomi yoluyla sağlamayı hedeflemişti. Buna rağmen siyaset hâlâ bir sorun olarak gündemde bulunuyor. Sırbistan ürünleri yıllardır Kosova’da hâkimiyetini sürdürüyor, Kosovalılar da Sırp ürünlerine olan bağımlılıktan kurtulamıyorlar. Ancak son yıllarda elde edilen verilere göre Sırp pazarındaki Kosova ürünleri artmış durumda.

Kosova Ekonomi Odası Başkanı Berat Rukiqi, Sırp ürünlerini kullanma nedenlerinin fiyat olduğunu belirtirken Sırbistan’a ihracat yapan Kosovalı üreticilerin önündeki engellerin kalkması gerektiğini söyledi. İki ülke arasındaki ticaret dengesizliğinin nedeni de ambalajın üstüne Kosova Cumhuriyeti amblemlerinin koyulmak istenmesi ancak bu durum Sırbistan Cumhuriyeti tarafından kabul edilmiyor. Kosova’nın ekonomi politikasının olmamasını fırsat bilen Sırbistan, Kosova ile arasındaki işbirliğinin artması için Sırp pazarında daha çok Kosova ürünün yer alması gerektiğini dile getirdi. Sırbistan Ticaret Odası Başkanı Marko Cadez ise konuya ilişkin şöyle yorumlarda bulundu: “Siyaset, kimin demir yoluna sahip olduğu konusunda anlaşmazlık ortaya çıkarıyor. Siyaset, siyasi sorunlarla ilgilenmeli. Ekonomilerimiz birbirine sıkı bir şekilde bağlı bu yüzden Kosova’nın mini Schengen’deki (Sırbistan, Arnavutluk, Kuzey Makedonya ve Kosova arasındaki ekonomik bölge) potansiyeli sebebiyle aradaki siyasi sorunları çok hızlı bir şekilde çözebiliriz.”

 

Kaynak: Panorama Online

Tarih: 21.01.2021

 

Sırbistan’dan Kuzey Makedonya’ya Dostluk Göstergesi

Kuzey Makedonya’nın başbakanı Zoran Zaev, 8000 Pfizer aşısının Sırbistan tarafından Kuzey Makedonya’ya gönderileceğini Plusinfo portalı aracılığıyla açıkladı. Zaev “Bu büyük bir dostluk göstergesi, Sırbistan bizimle, güneydeki komşularıyla, sahip olduğu aşıların bir kısmını dayanışma için paylaşmak istiyor” dedi. Zaev, Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic ile yaptıkları konuşmaların üzerine Sırbistan’ın Kuzey Makedonya’ya 8000 Pfizer aşısı temin edileceğine dair anlaştıklarını da belirtti.

“Vuvic bunun bir bağış olmasını istedi lakin ödeme konusunda payımıza düşeni yapma isteğimiz konusunda anlaşabildik” ifadesinde bulunan Zaev, bunun, Üsküp’ün başka ülkelere de yardım için başvurduğu düşünülünce, mutlu bir havadis olduğunu da ekledi.

 

Kaynak: Telegraf.rs

Tarih: 18.01.2021

 

Bakan Spasovski ve Bakan Sekulović’den Basın Konferansı

Kuzey Makedonya İçişleri Bakanı Oliver Spasovski ve Karadağlı mevkidaşı Sergej Sekulović Pazartesi günü, özellikle AB entegrasyonu ile ilgili alanlarda ikili polis işbirliğini güçlendirme ve teşvik etmekte anlaşmaya vardıkları bir çalışma toplantısı düzenlediler.

Toplantının ardından düzenlenen basın toplantısında Sekulović, iki çok ırklı toplum arasındaki benzerliklere dikkat çekerek mükemmel ikili ilişkilere vurgu yaptı. Spasovski ve Sekulović, uluslararası organize suçun giderek daha karmaşık hale geldiğini ve bunun da bölgesel ve uluslararası işbirliğini güçlendirme çağrısı yapılmasını doğurduğunu belirttiler. Bakanlar ayrıca, uluslararası organize suç gruplarının yakalanacağına dikkat çektiler ve AB entegrasyonunun ilerlemesi için oldukça önem arz eden elverişli siyasi ve güvenlik koşulları yaratmaya hazır olduklarını ifade ettiler.  Son olarak bakanlar, ikili işbirliğinin yoğunlaşacağını belirterek, her ülkenin Avrupa gündemindeki görevlerini yerine getirmede destek için bir diğerine güvenebileceğini de sözlerine eklediler.

 

Kaynak: Civil-Center For Freedom Today

Tarih: 18.01.2021

 

AB Diplomatlarından Sorular

AB Büyükelçisi David Gere liderliğinde AB Üye Devletlerinin diplomatik misyonlarının başkanları, Başbakan Zoran Zaev ile her yıl yaptıkları olağan toplantılarında, Bulgaristan Cumhuriyeti ile açık sorunların çözülmesine özel ilgi gösterdiler. Brüksel’de Kuzey Makedonya için müzakere çerçevesi üzerinde fikir birliği olmadığını da belirttiler. Hükümet basın ofisinin haberine göre toplantıda, sürecin mümkün olan en kısa sürede ilerlemesi ve ülkenin AB ile müzakerelerinin başlaması yönündeki oybirliğiyle alınan görüş vurgulandı.

Kuzey Makedonya ve Bulgaristan ilişkilerine dair sorulara yönelik ise Başbakan Zaev, Kuzey Makedonya’nın Bulgaristan ile karşılıklı saygı ruhu ve Dostluk Antlaşması’nın hayata geçirilmesi ve farklı alanlarda daha yoğun işbirliğinin gerçekleştirilmesi yoluyla diyaloğunu sürdürmesinin önemli olduğunu belirtti. Zaev, Makedonya Cumhuriyeti’nin AB üyeliğinin bir alternatifi olmadığını tekrarlarken büyükelçileri de ülkenin entegrasyon sürecindeki güncel ve en önemli faaliyetler hakkında bilgilendirdi.

 

Kaynak: Sloboden Pecat

Tarih: 20.01.2021

 

Kuzey Makedonya ve Macaristan Görüşmesi

Kuzey Makedonya Cumhurbaşkanı ve VMRO-DPMNE (İç Makedon Devrimci Örgütü) lideri Hristijan Mickoski ve parti başkan yardımcısı Alexander Nikoloski, Macaristan Başbakanı ve Fidesz parti lideri Viktor Orban ile Budapeşte’de bir görüşme ve Macaristan Dışişleri Bakanı Peter Szijjrto ile çalışma kahvaltısı yaptı. Görüşmede Mickoski, ülkesinin engellenen Avrupa entegrasyonu hakkında konuştu ve Macaristan’dan yardım istedi. Orban ile yapılan görüşmede, kardeş partiler VMRO-DPMNE ve Fidesz arasında var olan mükemmel dostane ilişkiler üzerinde duruldu. Macaristan Dışişleri Bakanı ile yapılan çalışma kahvaltısında taraflar, ülkenin Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği üyeliğiyle ilgili stratejik önceliklerini tartıştı.

 

Kaynak: Nezavisen Vesnik

Tarih: 20.01.2021

 

Kuzey Makedonya’da Nüfus Sayımı Yasasına Onay

Kuzey Makedonya parlamentosu, ana Makedon muhalefet partisinin yasayı gelecek yıla erteleme yönündeki çağrılarına rağmen, 19 yıl sonra Nisan ayında yapılacak nüfus sayım yasasını 21 Ocak tarihinde onayladı. Kuzey Makedonya, ülkenin gerçek nüfusunu netleştirmek için on yıllarca süren siyasi direnişi aşmayı amaçlayan bir yasanın Perşembe günü kabul edilmesinin ardından, bu Nisan ayında yaklaşık 20 yıl içinde ilk nüfus sayımını yapmaya hazırlanıyor. Kuzey Makedonya, etnik azınlık gruplarının büyüklüğü gibi hassas meseleyi içeren siyasi anlaşmazlıklar nedeniyle daha sonraki girişimler nedeniyle 2002 yılından bu yana bir nüfus sayımı yapmadı.

Anayasa, ülkenin büyük etnik Arnavut topluluğu gibi ulusal veya yerel nüfusunun yüzde 20’sinden fazlasını oluşturan herhangi bir azınlık için özel haklar öngörüyor. Sağcılar, koalisyonunda etnik Arnavut partilerinin de yer aldığı hükümeti bu sayıları artırmaya çalışmakla suçluyorlar. Sosyal Demokratların lideri Başbakan Zoran Zaev, 120 üyeli meclisteki 62 milletvekilinin nüfus sayımını onaylaması sonrasında yaptığı açıklamada, “Herkes nüfus sayımı konusunda rahatlamalıdır.” dedi. “Bu sadece idari ihtiyaçlar ve planlama için daha çok kullanılan istatistiksel bir işlemdir. Bir kez elde edildiğinde, daha küçük toplulukların hakları tartışılmamalıdır” diye de ekledi. Sağ muhalefet partisi VMRO-DPMNE protesto amacıyla parlamento oylamasını boykot etti ve yasayı geçersiz kılmak için halktan imza toplamaya söz verdi.

 

Kaynak: Agence France Presse

Tarih: 21.01.2021

 

Kuzey Makedonya ve Bulgaristan Arasında Eylem Planı Hazırlığı

Kuzey Makedonya ve Bulgaristan arasında belirli projelerle ilgili görüşmeler sürüyor, ancak Bulgaristan hükümeti için Kuzey Makedonya’nın dili ve kimliğinin bu tartışmada yeri olmadığı açık. Önümüzdeki aylarda odak noktası, sektörler arası temelde olan Eylem Planı. Üsküp’teki hükümet, Kuzey Makedonya ile Bulgaristan arasındaki ilk hükümetler arası konferansta bu Eylem Planı’nın hemen kabul edilmesini ve uygulanmasını bekliyor.

Başbakan Zoran Zaev 20 Ocak tarihinde yaptığı açıklamada, Eylem Planı’nı açıklayarak, Bulgaristan ile daha iyi bağlantı için ulaşım, sınır inşaatı, gaz şebekesi, demiryolları, yollar, eğitim, sağlık, kültür, spor ve dijitalleşme alanlarında işbirliği yapıldığını söyledi. Bu günlerde, kendisinin de belirttiği gibi, Tarih ve Eğitim Sorunları Komitesi’nin bir hazırlık toplantısı var ve Kuzey Makedonya ile Bulgar tarafı, Şubat ayında yapılacak toplantının hazırlıklarını birlikte hazırlıyorlar. Zaev, bu hazırlık seansında bile bir miktar ilerleme olacağı beklentisini dile getirdi.

Avrupa Parlamentosu Yeşil Grup Milletvekili Tineke Strick, Avrupa Parlamentosu’nun başkanı, Portekiz başbakanı Antonio Costa ile yaptığı görüşmede ise Bulgaristan’ın, Kuzey Makedonya ile AB’nin müzakerelerine dair vetosunu kaldırmaya çağırması konusunda baskıda bulunulması gerektiğini belirtti.

Avrupa İşlerinden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Nikola Dimitrov, Pazartesi günü AB Dışişleri ve Avrupa İşleri Bakanı Martin Klus ile bir telekonferans görüşmesinde, hükümetin odak noktasının ülkenin Avrupalılaşması olduğunu ve Avrupa gündeminin iç ışığına daha da güçlü bir bağlılık gösterdiğini söyledi.

 

Kaynak: Independent Balkan News Agency

Tarih: 21.01.2021

 

Kuzey Makedonya Cumhurbaşkanı Pendarovski, Katar Devleti Maslahatgüzarı’nı Ağırladı

Kuzey Makedonya Cumhurbaşkanı Stevo Pendarovski 21 Ocak tarihinde, Katar Devleti Büyükelçiliği maslahatgüzarı Şeyh Jassim bin Hamad Al-Thani’yi ofisinde ağırladı. Görüşmede, iki ülke arasındaki ikili ilişkilerin gidişatı ve dinamikleri hakkında görüş alışverişinde bulunuldu ve ortak ilgi alanlarının tüm alanlarında Katar ile ilişkilerin daha da geliştirilmesine yönelik ilgi bir kez daha belirtildi. Bu bağlamda, her iki ülke için mevcut olan ekonomik potansiyelleri kullanma olanakları, iş ilişkilerinin yoğunlaştırılması ve ülkede yabancı yatırımların uygulanma olasılığı dikkate alındı.

Cumhurbaşkanı Pendarovski, sözleşme çerçevesini iyileştirme ve ikili işbirliği anlaşmalarını tamamlama ihtiyacının yanı sıra vize kolaylaştırma ihtiyacına işaret etti. Cumhurbaşkanı Pendarovski ve Şeyh Jassim bin Hamad Al-Thani, Covid-19 salgınıyla mücadelede karşılaşılan zorlukların yanı sıra mevcut küresel durumun sonuçları hakkında da görüş alışverişinde bulundu. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı, Katar Devleti’nin Covid-19 ile ilgili bağışları için teşekkür etti ve sağlık alanında daha fazla işbirliğinin sağlanmasına dair umudunu dile getirdi.

 

Kaynak: Pretsedatel.mk

Tarih: 21.01.2021

 

Tarım ile Çevre Bakanları, Türkiye’nin Tarım Sigortası Acenteleri Temsilcileriyle Görüştü

Tarım, Ormancılık ve Su Ekonomisi Bakanlığı’nın yaptığı basın açıklamasına göre Türkiye Kuzey Makedonya’ya, bir tarım sigortası sistemi (TARSİM) uygulamasında yardımcı olacak. Kuzey Makedonya Tarım, Orman ve Su Ekonomisi Bakanı Arianit Hoxha ve Çevre ve Fiziki Planlama Bakanı Naser Nuredini ayrıntıları görüşmek üzere Perşembe günü TARSİM temsilcileriyle bir araya geldi.

Tarım Bakanlığı’na göre, Kuzey Makedonya’nın tarım sigortası sistemini kurma sürecini başlatmak için her iki taraftan uzmanlardan oluşan çalışma grupları oluşturulacak. Bu tür bir sistem, doğal afetler ve iklim değişikliğinden kaynaklanan sorunlara uzun vadeli bir çözüm sunarken aynı zamanda ülkenin sigorta sektörünü de teşvik ediyor.

Açıklamada, “İklim değişikliği tarımsal üretim için ciddi bir tehdittir ve buna uyum sağlamanın yanı sıra tarım ürünlerimizi sigortalayarak korumak için organize bir yaklaşıma ihtiyacımız var” deniyor.

 

Kaynak: МИА

Tarih: 22.01.2021

 

ABD 4 Temmuz’u Bırakırsa Biz de 9 Ocak’ı Bırakırız

Sırp Cumhuriyeti (RS),  geçtiğimiz 9 Ocak’ta kuruluşunun 29. yıldönümünü kutladı. Bosna-Hersek Anayasa Mahkemesi daha önce belirttiği gibi bu yıl da kutlamaları “anayasaya aykırı” bulduğunu söylerek tepkisini dile getirdi. Bunun sebebi ise 9 Ocak 1992’nin Boşnaklara yönelik soykırımın başlangıç tarihi olması idi. Aynı şekilde geçtiğimiz hafta Bosna Hersek Cumhurbaşkanlığı’nın Sırp Kabinesinden İçişleri Danışmanı Radovan Kovacevic, Joe Biden ve kabinesinin Sırp Cumhuriyeti’ne son vermek istediğini ve bütünleşmiş bir Bosna-Hersek kurulmasını hedeflediklerini iddia etti.

Tüm bu yaşayananlar üzerine, Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı Konseyi Başkanı Milorad Dodik şu açıklamalarda bulunmuştur: “Sırplar 9 Ocak’ı kutluyor ve bunu yapmaya devam edecekler, tıpkı Boşnaklar’ın buna başarısızlıkla meydana okumaya devam edecekleri gibi.”. Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararı “siyasi neden” olarak nitelendirdi. Sözlerini ise “Amerika Birleşik Devletleri 4 Temmuz’u kutlamayı bıraktığı zaman, Sırp Cumhuriyeti de 9 Ocak’ı kutlamayı bırakacak.” diyerek noktaladı.

 

Kaynak: Blic & Anadolu Ajansı

Tarih: 18.01.2021

 

Srebrenitsa ve Doboj’da Yerel Seçimler: Sil Baştan

15 Kasım 2020’de Bosna Hersek’te yerel seçimler yapılmıştı. Bosna Hersek Merkez Seçim Komisyonu (CIK) yetkililerinin bugün aldığı karar sonucunda Srebrenitsa ve Doboj kentlerinde ‘usulsüzlük’ yapıldığı ortaya çıkmıştır. Srebrenitsa’daki 28 sandıktan 26’sı, Doboj kentindeki 108 sandıktan 89’u usulsüzlük nedeniyle iptal edilmiştir.

Bosna Hersek Merkez Seçim Komisyonu’nun bu kararı Bosna Hersek Federasyonu tarafından memnuniyetle karşılanırken, Sırp Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Milorad Dodik bu kararı eleştirdi. Milorad Dodik, seçim iptalinin Boşnakların planı olduğunu ve Federasyon bölgesinde de itirazların mevcut olduğunu ama oradaki hiçbir sonucun iptal edilmediğini ekleyerek sözlerine devam etti. Dodik son olarak, lideri olduğu parti Bağımsız Sosyal Demokratlar İttifakı’nın (SNSD) 2022 yılında yapılacak seçimlerin Sırp Cumhuriyeti ayağının gerçekleşmemesi için faaliyetlerde bulunacağını duyurdu.

 

Kaynak: N1 & Anadolu Ajansı

Tarih: 21.01.2021

 

Bakanlık’tan Svetozar Maroviç ile İlgili Açıklama

Sırbistan Adalet Bakanlığı, BIRN’e (Balkan Araştırmacı Raporlama Ağı) Karadağlı eski yetkili Svetozar Maroviç’in iade talebi ve bu konudaki olaylar ile ilgili bilgi verme yükümlülükleri olmadığını söyledi. BIRN, Bakanlıktan Karadağ’ın Maroviç için kaç kez iade talebinde bulunduğunu, konuyla ilgili faaliyetleri ve Maroviç’in oğlu hakkında bilgi talebinde bulundu. Bakanlık, “uluslararası yasal yardım sağlama sürecinde elde edilen bilgilerin gizliliğini korumakla yükümlü olduğunu” belirtti. Aralık 2020’de BIRN, Sırbistan’ın Maroviç’i Karadağ’a iade edip etmeyeceğini sormuştu ama herhangi bir yanıt alamamıştı.

Maroviç, Karadağ bağımsız hale gelmeden önce 2003 ve 2006 yılları arasında Sırbistan ve Karadağ Devlet Birliği’nin başkanıydı. Adı 2015 yılında Karadağ’da memleketi Budva ile ilgili yolsuzluk haberlerine karıştı ve Eylül 2016 yılında 3 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ek olarak bir milyon Euro geri ödemesi kararı verildi. Maroviç 2016 yılında cezaya çarptırılmamak için Sırbistan’a kaçtı ve burada özgürce yaşamaya devam etti. 2019 yılında Karadağ Hükümeti resmi iade talebinde bulundu ve 2020 yılında yeni seçilen hükümet ile bu talep yenilendi. Son durumda ise Maroviç’in iadesi hala gerçekleşmemiştir.

 

Kaynak: Balkan Insight

Tarih: 20.01.2021

 

Kosova Meselesinde Beklenilen Açıklık

Sırbistan’da Haziran 2020’de COVİD-19 salgınından dolayı ertelenen seçimler, pandemi dolayısıyla yapılan harcamalardan olumsuz etkilenmişti. Seçimler bu nedenlerden büyük ölçüde etkilese de asıl mesele daha önce Vucic’in medyaya olan baskısının gündemde olmasıydı. Muhalefete olan bu boykotundan dolayı, Vucic’e ve onun partisine olan kin, AB üyeliğini tehlikeye atıyordu. İktidarın salgına karşı olan tutumu, harcamaları ve daha önceki seçim saboteleri; Vucic’in 2022’de destek beklediği seçimde bir arabulucuya ihtiyaç kılıyordu.

Bu sorunların yanında gündemden düşmeyen Kosova meselesinde ilerleme kaydedilmedi. İlerici Parti bu sebeplerden dolayı dönülmez yollara girmekteydi. Bazı spekülasyonlar sonucunda galibiyet elde eden İlerici Parti, bazı şeylerin sonunda gerçekleşmişti: Muhalefete yapılan boykot, iktidarın düzensizliği, yolsuzluk ve sosyal medyanın tutsaklığı. Sosyal medyayı sadece hükümet yanlıları için kullanılır hale getiren iktidar, sosyal medya özgürlüğünü kısıtlamaya devam ediyordu. Bunların sonucunda ilk kez AB müzakeresinde başarısız olan Sırbistan, ilerlemede kaydedememişti. Muhalefet 2020 seçimleri için adil bir sistem önermesine karşın; AB’nin iç siyasetine karışacağını da vurgulaması üzerine milletvekilleri anlaşmaya yapmaya çalıştılar ama muhalefet bu duruma olumsuz yanıt verdi.

Siyasi teorisyen ve yorumcu olan Ratislav Diniç: “Müzakerelerin halka açık olması ve son sefer ki gibi kapalı kapılar ardında olamaması gerekiyor. Aksi taktirde hiçbir şey hükümeti varılan anlaşmalara saygı göstermeye zorlamaz” dedi.

Bu karmaşıklığın güzel yanı ise seçimler başarılı bir şekilde boykot edildiği taktirde uygulanacak olan sistemin baskı altında olduğundan taviz verebileceğini görmektir. 2008 yılında Kosova’nın bağımsızlık ilanını tanımayan Sırbistan; AB, Belgrad ve Priştine için çözüme götüren anlaşmayı tasarlayan müzakerelerde Amerika Birleşik Devletleri’nin yeni lideri olan Biden ile masaya oturacak. Ancak Vucic’in 2022 seçimlerinden dolayı, seçim sonuçlarının etkilenmesinden kaçındığı için beklenilen tavizin vermeyeceği de olasılıklar arasında. Kosova- Sırbistan sınır meselesi hakkında halktan saklanan bilgilerin var olduğunu söyleyen Diniç ‘yılların boşa gittiğini’ belirten açıklaması ile ‘devlet politikasının halktan ve bazı yetkililerden gizli anlaşmalar’ yapıldığına dikkat çekerek gündeme geldi. Yetkililer, Kosova meselesinin şeffaf olunmasından yana iken, bazı görüşler ise; tam olarak neyin müzakere edildiği şeffaf olursa, çözümlemelerin de mevcut olacağı görüşündeler.

 

Kaynak: Balkan Insight

Tarih: 21.01.2021

 

Yunanistan Terör Mağdurlarına Destek Ofisi Açtı

Yunanistan, Sivil Koruma Bakanı Michalis Chrysochoidis’in dediği gibi, ulusun onlara, “aidatlarını ödeyebileceği” umuduyla 18 Ocak tarihinde terör mağdurlarına destek için bir ofis açtı. Chrysochoidis, ofisin terör mağdurları için anma yeri olarak hizmet vereceğini, mağdurların yakınlarının terör saldırısında şehit olan sevdiklerine haraç yazabilecekleri bir “hafıza duvarı” oluşturulacağını belirtti.

 

Kaynak: Greek City Times

Tarih: 18.01.2021

 

Yunanistan’dan Turizmi Canlandırmak için Öneriler

18 Ocak tarihinde Madrid’de düzenlenen Dünya Turizm Örgütü (UNWTO) Kriz Komitesi toplantısında, Yunanistan Turizm Bakanı Harry Theoharis turizmi yeniden başlatmak için üç adım önerdi:  Covid-19 aşısı, hızlı antijen testi ve veri alışverişi.

Avrupa Bölgesel Komisyon Başkanı Theoharis, güvenli seyahati kolaylaştırmak için AB hükümetlerinin seyahat ve turizm paydaşları ile yakınlaşma ve eylemleri koordine etme ihtiyacını vurguladı. Bakan “Covid-19’a karşı aşılananlar özgürce hareket etmelidir. Ancak aşılamanın zorunlu veya seyahat için bir ön koşul olmaması gerektiğini kesinlikle belirtmeliyiz.” ifadelerinde bulundu. Ayrıca, böyle bir girişimin Ocak ayı sonuna kadar uygulanabileceğini de belirtti.

 

Kaynak: Greek City Times

Tarih: 20.01.2021

 

Yunanistan Parlamentosu, İyon Denizi’ndeki Karasularının 12 Deniz Miline  Genişletilmesine İlişkin Yasa Tasarısını Onayladı

20 Ocak tarihinde Yunan milletvekilleri,Yunanistan’ın karasularını batı kıyı şeridinde altı deniz milinden on iki deniz mile  çıkaran yasa tasarısını onayladılar. Tasarı, iktidar partisi Yeni Demokrasi, ana muhalefet partisi SYRIZA-İlerici İttifak, Değişim Hareketi (KINAL), Yunan Çözümü ve MeRA25 tarafından 284 oy aldı. Başbakan Kyriakos Mitsotakis Parlamentoya hitaben yaptığı konuşmada, “On İki Adalar’da, 1947’den beri ilk kez, prosedürler tamamen uluslararası hukuk kurallarına dayalı olacak şekilde ulusal toprakların yaklaşık % 10 oranında genişlediği belirlenmiştir.” ifadelerinde bulundu. “Suların Batı’ya doğru genişlemesi kaçınılmaz olarak Doğu’ya bir mesaj gönderiyor. Şiddetin adaleti sağlamadığını, aksine barışı üreten bu yasadır.” dedi ve uzantının, “ülkemizi mahrum etmeye çalışanlara açık bir mesaj” olduğunu da sözlerine ekledi.

Tasarının tam başlığı “İyonya Denizi Bölgesinde Ve İyonya Adalarında Mora Yarımadası’ndaki Tainaro Burnu’na Kadar Kıyı Bölgesinin Kapsamının Belirlenmesi” idir. Dışişleri Bakanı Nikos Dendias ise bunun Yunanistan için tarihi bir anolduğunu belirtti.

 

Kaynak: Greek City Times

Tarih: 21.01.2021

 

Yunanistan Cumhurbaşkanı, ABD-Yunan İlişkilerinin Biden Yönetiminde Güçleneceğini Söyledi

Yunanistan Cumhurbaşkanı Katerina Sakellaropoulou, ABD Büyükelçiliği tarafından 20 Ocak tarihinde Atina’da düzenlenen özel bir etkinlikte yaptığı konuşmada, Biden yönetimi sırasında Yunan-ABD ilişkilerinin güçleneceğinden emin olduğunu ifade etti. Yunanistan’ın iki yüzüncü yıldönümünün kutlamaları “Yunanistan-ABD: Dostluğun 200. Yılını Kutlamak” adlı anma töreni kapsamında gerçekleştirildi. Sakellaropoulo, ABD’nin Yunanistan Büyükelçisi Geoffrey Pyatt tarafından Çarşamba günü Joe Biden’ın Başkan ve Kamala Harris’in Başkan Yardımcısı olarak yeminini kutlamak üzere antik Atina Agorası’na davet edildi.

 

Kaynak: Greek Reporter

Tarih: 21.01.2021

 

Yunanistan Askerlik Hizmetini 12 Aya Uzattı

Yunanistan , Perşembe günü kara kuvvetlerindeki zorunlu askerlik hizmetini mevcut dokuz aydan on iki aya uzattığını duyurdu. Yunan Ordusu, Deniz Kuvvetleri ve Hava Kuvvetlerinde askerlik hizmetinin süresi, Mayıs ayından itibaren üç koldan tüm askere alınanlar için 12 aylık bir süre olarak belirlendi.

Karar, Başbakan Kyriakos Mitsotakis’in başkanlık ettiği Dışişleri ve Savunma Konseyi (KYSEA) toplantısında alındı. Savunma Bakanı Nikos Panagiotopoulos tarafından açıklığa kavuşturulan tek istisna, özel operasyonel ve coğrafi özelliklere sahip birimlere atanan ve hizmetlerinin tamamı boyunca bu birimlerde kalmaları şartıyla yalnızca dokuz ay hizmet verebilecekleri askere alanlarla ilgilidir. Kuralın istisnasının Türkiye sınırı boyunca veya Ege adalarında görev yapan askerleri etkilediği düşünülüyor.

 

Kaynak: Greek Reporter

Tarih: 22.01.2021

 

Balkanlarda Aşı Karşıtlığı Artıyor

Covid-19 salgını devam ederken, tüm dünyada olduğu gibi Balkanlarda da başlayan kitlesel aşılama eylemleri, muhafazakar kesimler tarafından desteklenerek büyüyen aşı karşıtı hareketin muhalefetiyle karşı karşıya gelmiş durumda. Dünyanın dört bir yanında hükümetler, yeterli sayıda Covid-19 aşısını güvence altına almak ve kitlesel aşılamanın lojistik zorluklarını aşmak için mücadele ederken, Orta ve Doğu Avrupa’daki çabalar aşılara karşı kökleşmiş önyargılardan ve ulusal sağlık sistemlerine yönelik yaygın güvensizlikten kaynaklanan aşı karşıtı hareketleri tarafından engellenmekte.

Aralarında tıp eğitimi almış kişilerin de bulunduğu bu aşı karşıtı grup çoğunlukla aşırı muhafazakar ve küreselleşme karşıtı kişilerden oluşmakta. Bu gruplar aşının yeterince test edilmediğini ifade etmekle birlikte, aşı yapılmadığı takdirde getirilecek her türlü seyahat ve hareket kısıtlamasını ayrımcı hareketler olarak görmekte.

Covid-19 aşılamasına karşı olduğunu kamuoyuna duyuran bir dini figür ise Romanya Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Teodosie Petrescu. Petrescu defalarca aşının hayvanlar üzerinde değil doğrudan insanlar üzerinde denenen bir aşı olduğunu söylemiş ve kimseyi aşı olmaya teşvik etmeyeceğini belirtmişti. En çok iyileştiren şeyin dua etmek olduğunu, duanın herhangi bir aşıdan çok daha fazlasını ifade eden Petrescu, Romanya’daki en bilinen aşı karşıtları arasında yer alıyor.

 

Kaynak: Balkan Insight

Tarih: 19.01.2021

 

AB, Sırbistan’da Göç Yönetimi İçin Mali Destek Sağlayacak

Avrupa Birliği, 2021 yılında Sırbistan’ın göç yönetimini desteklemek adına 13 milyon Euro destek sağlayacak. Yapılan basın açıklamasına göre, son altı yılda Sırp devlet kurumlarının göçü yönetmesine yardımcı olmak ve göçmenlere destek olmak için yapılan 130 milyon Euro’ya ek destek yolda. Ek destek Sırbistan’daki göçmenler için barınma ve yemeğin yanı sıra Sağlık ve Eğitim Bakanlıkları aracılığıyla mültecilere yönelik tıbbi ve diğer hizmetleri içermekte. Ayrıca güçlendirilmiş bir sınır yönetimi adına mevcut göçmen sorununa yönelik kapsamlı bir uygulama yapılması hedefleniyor.

 

Kaynak: N1

Tarih: 19.01.2021

 

Bahreyn’den Sırbistan’a Covid-19 Yardımı

Bahreyn’den gönderilen Covid-19 yardımları, 20 Ocak Çarşamba günü Belgrad Nikola Tesla Havalimanı’na ulaştı. Sırbistan bBşbakanı Ana Brnabiç’in yaptığı açıklamaya göre Bahreyn’in yardımı bugüne kadar yapılan en büyük yardımlar arasında yer alıyor. Brnabiç, yapılan yardım sevkiyatının ulaşmasının ardından verdiği demeçte Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuçiç’in geçtiğimiz Kasım ayında Kral Hamad’la konuşmasından bu yana Bahreyn’den gelen beşinci yardım olduğunu, Sırbistan’a Covid-19 ile mücadelede tüm yardım ve desteğin teklif edildiğini ifade etti.

 

Kaynak: N1

Tarih: 20.01.2021

 

HAZIRLAYANLAR:

Didem Şimşek, Dilara Nesrin Bulut, Dilek Keçeci, Elifnur Ayhan, Hasibe Özdemir, Hatice Deniz Hızal, İleyna Savuk, Neval Tayyar, Rümeysa Güner, Taha Yüceses, Zeyneb Sümeyye Cenik, Zülfiye Çobanoğlu

 

TUİÇ Balkan Staj Birimi

Denizdeki Ateş: Fuocoammare

0

“Hayatta risk almamak büyük risk. Çünkü hayatın kendisi risk.”

 

Denizdeki Ateş, ödüllü yönetmen Gianfranco Rosi’nin Sicilya denizinde bir ada olan Lampedusa’da karaya çıkıp, Avrupa’da yeni bir hayata başlamaya çalışan mültecilerin bu yolda yaşadıkları zorlukları ve karşılaştıkları şartları konu alan belgeseldir.

Belgesel temel olarak iki farklı hikâye üzerinden ilerlemektedir. Bir bölümünde Afrika’nın ve Ortadoğu’nun farklı yerlerinden gelen ve yaşam mücadelesi veren insanların hikayesine yer verirken, diğer taraftan Lampedusalı denizci bir aileye mensup 12 yaşındaki Samuele’nin gözünden Ada’daki günlük yaşamı ele alır. Yönetmen bu şekilde bu iki farklı hayatın birbiriyle olan tezatlığına dikkat çekmeyi amaçlamaktadır.

İlk sahnede kendisine sapan yapabilmek için ağaç arayan Samuele’yle karşılaşıyoruz. Küçük çocuğun sıradan hayatına yer verilen kısımlar son derece yavaş geçiyor. Günlük yaşamın içinde karşılaşılan sorunlar, örneğin, kötü hava şartları, Samuele’nin göz tembelliğinden şikayetçi olması belgeselin öteki sahneleriyle karşılaştırıldığında son derece yavan ve önemsiz görülüyor. Belgeselin daha ilk sahnelerinde, yetkililere ulaşıp, yardım için yalvaran mültecilerle karşılaşıyoruz. Bu kişiler deniz yoluyla adaya çıkıyorlar ancak konumlarına yeterli zamanda ulaşılamadığı için 150 kişi hayatını kaybediyor.

Rosi’nin de belgeselin en başında belirtmeyi uygun gördüğü gerçek şu ki; geçen 20 yıl içinde -belgesel 2016 yapımı- 400.000 insan Lampedusa’ya deniz üzerinden gelebilmek ülkelerini geride bırakmak zorunda kalmış. Bu insanların 15.000 gibi büyük bir oranı ise, maalesef kıyıya çıkmayı hiçbir zaman başaramamış. Burada bahsedilen insanlar, Afrika’dan yola çıkarak önce Lampedusa’ya, sonrasında ise Sicilya’ya ulaşarak, Avrupa’ya geçiş yapmayı amaçlıyorlar. Aralarında birçok farklı ülkeden kişi bulunuyor. Fildişi Sahili, Nijerya, Suriye, Çad, Eritne, Somali belgeselde duyduğumuz, mültecilerin anavatan olarak belirttikleri ülkelerden bazıları. Bu insanlar yalnızca denizle mücadele etmiyor, göç yolu boyunca farklı tehlikelerle de karşı karşıya kalıyorlar. Örneğin; belgeselin bir bölümünde mültecilerin anlattığı üzerine, Nijerya’dan yola çıkan kalabalık bir grup önce Sahra Çölleri’ni geçmeye çalışıyor, sonrasında ise o dönemde IŞİD’in elinde bulunan Libya’ya ulaşıyorlar. Libya’da ırkçılıkla da karşılaşan Nijeryalılar alıkonularak hapiste tutuluyor. Aylarca, belki yıllarca hapiste tutulanlardan kaçabilenler ise bu kez denizle yüzleşiyorlar. Bu insanların çok küçük bir kısmı Lampedusa’ya ulaşmaya başarıyor.

Belgesel bize mültecilerin yaygın olarak kullandığı bir göç istikametindeki yaşananları göstermeyi amaçlamaktadır. Bununla birlikte İtalyan hükümetinin mülteci politikası hakkında da ipuçları vermektedir. Hükümet can kaybını en aza indirecek şekilde, gerekli uzman desteğini sağlamakla birlikte yapılanlar “yeterli” değildir. Ayrıca 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin öngördüğü “sorumluluk paylaşımı” ilkesinin de uygulamada umulduğu kadar etkili olamadığını görmekteyiz. Bahsedilen Cenevre Sözleşmesi’ne göre transit ve hedef ülke olarak kullanılan ülkelerin, diğer ülkelerle iş birliği yapması ve sorunun daha etkili bir şekilde çözülmeye çalışılması kararlaştırılmıştır. Ancak işbirliği sınırlı kalmış, göçmenlerin ülkelere yaptığı baskı artmıştır. İtalyan hükümetinin de daha fazla kaynağa ihtiyacı olduğu belgeselde açıkça işlenmiştir.

Göç güvenliği konusu, 20. yüzyılın sonundan itibaren daha fazla önem kazanmıştır. Teknolojideki gelişmelerle savaşların sivillere yayılmaya başlaması, otoriter rejimlerin artması, küreselleşmeyle iletişim ve ulaşım olanaklarının artışı dünya üzerinde mülteci sayısında da dikkat çekici bir artışa neden olmuştur. Ulaşım imkanlarının eskisinden daha ucuz ve fazla olması göç yollarının güvenliğini sağlamamıştır. Ayrıca göçmen kaçakçılığı, sınır güvenliği, göçün yol açtığı ekonomik baskı, ırkçılık, toplum sağlığı gibi konularla da hükümetler için tehlike arz ederek, sorunun insani doğasında uzaklaşılmasına sebep olmaktadır.

1951 Cenevre Sözleşmesi’ne yeterli önemin verilmemesi, göç unsurunun yalnızca hükümetler için değil, göçmenler açısından da zorlaşmasına neden olmuştur. Belgeselde de gördüğümüz gibi insanlar teknelerde üst üste yolculuk yapıyorlar ve günlerce aç, susuz kalıyorlar. Kıyıya ulaşmayı başaranlar çoğu zaman ağır bir şekilde yaralanmış ya da hastalanmış bir halde oluyorlar. Yolda ölenler ise ya denize atılıyor ya da ceset torbalarıyla toplanarak otopsi için karaya çıkartılıyor.

Adanın yerlileri için hayat ve gelir kaynağı olan deniz, mülteciler için ölüm ve hastalık getiriyor. Yönetmen Rosi, mültecilerin yaşadıkları dramı bizlere hiçbir ekleme yapmadan, olduğu gibi yansıtmayı amaçlıyor. İşlenen iki farklı hayat arasındaki kopukluk filmin istenilen etkiyi yaratmasına olanak tanıyor. Belgesel boyunca bu hayatların birbirine dokunmasını bekliyoruz ancak bu durum gerçekleşmiyor. Bu da aslında günlük hayatlarını yaşayan insanların duyarsızlığına dikkat çekiyor. Belgeselin bir bölümünde ölen mültecilerle ilgili verilen bir radyo haberi ardından Samuele’nin babaannesinin “Zavallılar.” diyerek yemek yapmaya devam ettiğini görüyoruz.

Yönetmen deniz ve ateş arasında var olan zıtlığı belgeselin tamamında izleyicisine hissettirmeyi amaçlıyor. Belgeselin sahnelerinden birinde İtalyanların bu mültecilere yardım etmek için kullandıkları tesislerde çalışan doktorlardan birisiyle kısa bir röportaja yer verilmiş. Doktor aslında neler yaşandığını son derece yalın bir dille anlatıyor. Özellikle çocukların ve hamile kadınların bu zor şartlara dayanamadıklarının altını çiziyor ve daha önce onlarca ceset görmüş olmasına rağmen, kıyılara vuran bu insanların cesetlerinin alışılacak bir şey olmadığını söylüyor.

Ancak yaşanan bütün sorunlara rağmen, umut veren görüntülere de yer verilmiş. Örneğin; yine doktorun muayene ettiği, ikiz bebeklerine hamile genç bir anne ile karşılaşıyoruz. Doktor gemilerde yaşadığı zor şartlar nedeniyle küçük sorunlar olduğunu ama genel olarak annenin ve bebeklerin sağlığının yerinde olduğunu söylüyor. Yine aynı sahnede doktorun ve hastasının dil farkı nedeniyle iletişim kuramadığını görüyoruz. Böylece göçle ilgili altyapı eksikliği ve mültecilerin kaynak ülkede yaşadıkları uyum sorunları işleniyor. Bir diğer sahne ise, mülteci kamplarına yerleştirilmiş insanların bu kamplarda şarkı söylediklerini, futbol oynadıklarını gördüğümüz kısımlar. Burada da insanların daha güzel bir hayat için dua ettiklerini görüyoruz. Belgesel mültecilerin umutlar ve korkular yaşayıp, daha iyi bir yaşamak için risk almak zorunda kalmış insanlar olduklarının üstünü çiziyor. Bir kez daha mülteci krizi, yasadışı göç olarak adlandırılan sorunun insaniliğine dikkat çekiliyor.

Eritreli sinemacı Gianfranco Rosi’nin kendisi de iç savaşı yaşamış, ailesini geride bırakıp İtalya’ya sığınmış bir mülteci. Bu durum belgeselin çok daha gerçek olmasına neden olmuş. Denizdeki Ateş belgeseli, 66. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülüne layık görülüyor ve aynı yıl Akademi Film Festivali’nde En İyi Belgesel kategorisine aday gösteriliyor.

 

SEDA SEZEN TUNALI

Göç Staj Programı