Home Blog Page 77

Persepolis (2007)

Persepolis, 2007 Fransız yapımı olan bir animasyon filmidir. Filmin yönetmenliğini, Marjane Satrapi ve Vincent Paronnaud üstlenmektedir. Film genel hatları ile 1979 İran İslam Devrimini konu almaktadır. Devrim öncesi Şah yönetiminde bulunan İran’da insanların hayatlarını konu alan ve Şah yönetimindeki rahatsızlığı vurgulayan film, devamında devrime giden süreci ele alarak devrim ile birlikte yeni bir rejimin doğması ve hayatın her noktasına sirayet etmesi ile genelde İran halkının özelde ise filmin ana karakterini oluşturan Marjane ve ailesinin hayat hikâyesini konu almaktadır.

İran’da Şah yönetiminin devrilmesinde rol oynayan İran halkı, şüphesiz devrim sonrası bu derece büyük çapta bir değişikliğin olacağını tahmin edememiştir. 1979 devrimi ile ülke yönetimine geçen Humeyni iktidarlığı (Mollalar) İran Devleti’nin rejimini değiştirmiş ve İslami Cumhuriyeti ilan ederek inandıkları ideolojik bakış açısını esas alarak devleti İslami usullere göre yönetmeye başlamışlardır. Şah yönetiminde laik bir ülke olan İran’ın bu sert geçişteki değişimi toplumsal ve sosyal alanlarda birçok farklılığa neden olmuştur. Mollaların bu yeni rejimi benimsemeleri ve uygulamaları ile birlikte bu durumu tüm İran halkına dayatmaları ne kadar meşru olduğu tartışmalıdır. İran böyle bir değişiklik yaşarken devrimin ertesi yılında İran-Irak Savaşının başlaması ve sekiz yıl sürmesi hayatı daha da zorlaştırmıştır. Filme konu olan Marjane ve ailesinin hayatlarındaki büyük değişiklik yer yer izleyiciyi düşündürtmüştür. Zeki ve sorgulayan bir çocuk olan Marjane, gelişmelerin farkında olduğu aşikârdır. Gençliğini yaşayamayan özgürlüklerin kısıtlandığı ve baskıların boğma etkisi yarattığı noktasına getirdiği bu durumda ailesi onu yurtdışına gönderme kararı alır. Marjane gittiği yerde birçok farklı kültür ve özgürlükler içerisinde bir hayat sürerken aslında bulunduğu yere ne kadar yabancı olduğunu biliyordu. Onun istediği kendi ülkesi sınırları içerisinde özgür yaşayabilmekti. Bir süre sonra ülkesine ve ailesinin yanına dönen Marjane umutsuz bir şekilde yeni yönetimin koyduğu kurallara uyum sağlamaya çalışsa da aslında bu konuda pek başarılı olduğu söylenemez. Üniversite çağına gelen Marjane, okumaya devam etmiş ve hayata tutunmaya karar vermiştir. Filme dikkat çeken bir unsur, eğitim kurumlarından sahnelere yer verilerek eğitimcilerin öğrencileri etkilemek için onlara kendi ve rejimin ideolojik bakış açılarını empoze etmeye çalışmaları dikkat çekicidir. İktidar kendisine bağladığı kurumlar ile toplumu özelliklede gelecek nesilleri ideolojileri üzerinden din ve milliyetçilik gibi unsurları kullanarak etkisini arttırmayı ve kendini meşrulaştırmayı hedeflemiştir. Filmde yer yer milliyetçilik duygusunun halka yansıtılması ve insanların zihnine işlenmesi için yapılan söylemlerde gösterime girmiştir. Bu duruma birkaç örnek olarak çocukların okul bahçesinde anonstan gelen cümleleri tekrarlamaları ve cümlelerin “İran’ın oğulları, savaş en iyi çocuklarımızı öldürdü…” veya bir radyo haberinde “Şehitlerimizin kanı kutsal topraklarımızı suluyor…” gibi repliklerle savaşın ve askerin özelliklede vatan uğruna yapılan savaş güzellemeleriyle yapılan savaşın haklılığını ve meşruluğuna rıza üretildiğini görüyoruz. Burada iktidar gücünü daha çok sağlamlaştırırken varlığının sorgulanmasının da önüne set çekmiş olduğunu görüyoruz. Çünkü bu noktada, bu söylemlere halk tarafından karşı gelmek saldırıda bulunan bir dış düşmanın varlığı durumunda kendi iktidarı tarafından vatan haini suçu işlemesi ile eş tutulabilir ki bu durumda iktidar otoritesini ve gücünü daha da çok sağlamlaştırarak kendi avantajına çevirebilir. Halk içerisinde kutuplaşmaya giderek çoğunluğu arkasına alıp ötekileştirdiği muhalifler üzerindeki baskıyı artırabilir.

Filmde özgürlük konusunun da iktidarın ideolojik çerçevesinden halkın günlük yaşantısına dair birçok noktada çatıştığını görmekteyiz. Kadınların giyimleri üzerindeki baskıları oldukça uç kararlardan oluşmaktadır. Kadınlara giyim açısından hiçbir tercih hakkı tanınmadığı gibi sürekli uyarılmaları ve takip edilen gözler önünde yaşamanın zorluğu izleyiciye hissettirilmiştir. Marjane çizim yaptığı bir sahnede resmi çizilen modele hangi açıdan bakılırsa bakılsın hep aynı görüntüyü verdiğini söylemesi düşündürücüydü. Özellikle bir sanat sahnesinde bu durumun canlandırılması oldukça etkiliydi. Bir başka sahnede Marjane okul servisini kaçırmış yetişmek için peşinde koşarken rejimin askerleri (Devrim Muhafızları) tarafından durdurularak vücut hatlarının belli olmasından dolayı uyarıldığında Marjane’nin cevabı haklı olarak; “o zaman bakmayın” olmuştur. Normal şartlarda askerlerin Marjane’yi okula yetiştirilmesi ve vatandaşın yaşadığı sorunu çözmesi beklenirken bu gerçekleşmemiştir. Vatandaşların sorunu ile ilgilenmeyen ve çözüme kavuşturmayan askerler bunun için yoklarsa ne için varlardı? Özel yaşamın sınırlarını dahi kendi çerçevelerinden belirleyen rejim insanların evlerinde ki yapılan partilerden tüketilen ürünlere kadar sert uygulamalara giderek özgürlük alanında birçok kısıtlamanın temelini oluşturmuşlardır. Ne kadar özgürlük? Özgürlüğün bir sınırlaması var mıdır? Bunu kim belirleyecektir? Bu konudaki keyfiliğin önüne ne geçmektedir? Bu gibi temel soruları zihninizde canlanmasından kendinizi alamıyorsunuz. Filmde işlenmeye değer gören ve gözden kaçmayan bir konuda liyakat üzerinde olmuştur. Bulundukları görevlerde bilgi ve beceri sahibi olmayan insanların sırf rejime bağlı ve aynı ideolojileri besledikleri için belirli kademelere getirilmesi incelikle işlenmiştir. Tedavi için yurtdışına gitmesi gereken bir hastanın yurtdışına çıkabilmesine dair izin belgesinin alınmaya çalışılması ve yetkilinin aslında önceden bir temizlik görevlisi olduğu fakat yeni rejim ile makam kazanması yönetimin içindeki yozlaşmayı açık bir şekilde göstermiştir.

Bu gelişmeler karşısında, Marjane daha fazla dayanamayıp tekrar yurtdışına çıkacaktır. Aslında ülkesine ilk gidişinde geri dönmesinin geçerli bir sebebi özlemini çektiği vatan hasretiydi fakat geldiğinde yaşadıkları onu tekrar ülkesinden uzaklaşmasına neden oldu. İktidara sahip olanlar güce sahip olarak ve kendi ideolojileri başkalarına dayatmaya başladıklarında bu durum bazı insanlar için yaşanılamaz bir hal alır. Kendini ait hissettiği yerden uzaklaşmak daha doğrusu uzaklaşmak zorunda kalmak oldukça yoğun duyguların birbirine karıştığı bir durum olabilir. Marjane’in içindeki İran sevgisi ülkesine olan sevgisini sorgulamasına kadar götürebilecek duygulara kapılabilmesi muhtemeldir. Ya da bu durumdan devleti yöneten sınıfın sorumlu olduğu bilinci içerisinde bir gün bu gücün son bulmasını ve rejimin değişmesini bekleme umuduyla hayatına devam edecektir.

Semih Kocasoy

Siyaset Bilimi Temel Kavramlar Staj Programı

Haftalık Balkan Bülteni / 26 Şubat – 5 Mart

Rama Brüksel’de

Başbakan Edi Rama’nın bu hafta Brüksel’e resmi bir ziyarette bulunacağı ve orada, Ursula Von Der Leyen, Komşuluk Politikası ve Genişlemeden Sorumlu Komisyon Üyesi Oliver Varhelyi ve AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi gibi üst düzey Avrupalı ​​yetkililerle görüşmesi beklenmektedir.

Elde edilen bilgilere göre Brüksel’de bugün 11. AB-Arnavutluk Konseyi SAA toplandı ve AP Arnavutluk Dışişleri Komitesi’nde yapılacak değişikliklerin oylanması gündeme geldi. Bu toplantının bir diğer önem arz eden konuları arasında pandemi ve aşıların Avrupa ülkelerine dağıtımı programı olacağı açıklandı.

Fakat diğer konuların yanı sıra, AB’nin ana odağının 25 Nisan seçimleri ve Arnavutluk için müzakerelerin açılmasıyla ilgili kararı etkileyecek yeni hükümetin kurulması olduğu bilinmektedir.

Kaynak: ABC News

Tarih: 01.03.2021

Xhaçka’ Alman Mevkidaşı İle Telefon Görüşmesi

Avrupa ve Dışişleri Bakanı Olta Xhaçka Salı günü Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas ile telefon görüşmesi yaptı.

Bakan Xhaçka, sosyal medyadaki bir paylaşımda, Almanya’nın Birinci Hükümetlerarası Konferansa verdiği destekten ötürü şükranlarını dile getirdi. 25 Nisan seçimlerinin entegrasyon reformları için yeni bir an olduğunu söyleyerek, adalet reformunun durdurulamaz olduğunu da sözlerine ekledi.

“Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas ile çok güzel sohbet. İlk Hükümetlerarası Konferansa Alman desteği için minnettarız. 25 Nisan seçimleri, entegrasyon reformları için yeni bir ivme. Adalet reformu durdurulamaz” diye yazdı Xhaçka.

Kaynak: ABC News

Tarih:02.03.2021

Albin Kurti İle Edi Rama Bir Araya Geldi

Vetevendosje Hareketi Başkanı Albin Kurti ile Başbakan Edi Rama bugün görüşüp bir toplantı yaptı.  Rama ile yaptığı toplantının ardından Albin Kurti’nin yine bugün muhalefet lideri Lulzim Basha ile görüşmesi ve ardından da birlikte medya için ortak bir iletişim geliştirmeleri beklenmektedir.

Kurti daha önce de, Arnavutluk’taki 25 Nisan seçimleri için Vetëvendosje milletvekilleri adaylarını sunmuştu.

Kaynak: ABC News

Tarih: 03.03.2021

Meta Albin Kurti’yi Ağırladı

Arnavutluk Cumhurbaşkanı Ilir Meta, Çarşamba günü Vetevendosje Partisi Lideri Albin Kurti ile bir araya geldi. Kurti ile gerçekleştirdiği görüşmenin ardından Cumhurbaşkanı Meta, bunun kardeşçe bir toplantı olduğunu vurgulayarak, Arnavutluk ve Kosova arasındaki işbirliğinin genel olarak güçlendirilmesi için Kurti ile birçok fikri paylaştığını sözlerine ekledi.

“Bugün, Kosova’daki son seçimlerin galibi olan Vetevendosje Hareketi’nin lideri Albin Kurti’yi kardeşçe bir toplantıda karşılamanın mutluluğunu yaşadım. Kendisini zaferinden, ama her şeyden önce Kosova’nın gerçekleştirdiği mükemmel seçim sürecinden dolayı tebrik ettim. Vatandaşlarımızın hak ettiği daha iyi ve güvenli bir Avrupa geleceğini garanti altına almak için iki ülkemiz arasındaki işbirliğinin kapsamlı bir şekilde güçlendirilmesi ve entegrasyon süreçlerinin hızlandırılması için birçok değerli fikri paylaştık.’’  yazdı Meta.

Kaynak: ABC News

Tarih: 03.03.2021

Albin Kurti ile Basha Bir Arada

Demokrat Parti Başkanı Lulzim Basha bugün Vetevendosje Hareketi Lideri ve Kosova’nın gelecekteki Başbakanı Albin Kurti ile bir araya geldi.

Görüşmenin ardından Facebook’ta yaptığı paylaşımda Basha, Kurti’yi seçim zaferi ve Kosova’nın seçimleri düzenleme şekliyle Arnavutluk’a verdiği model için tebrik ettiğini söyledi.

Basha, Kurti ile Arnavutluk ve Kosova’nın karşı karşıya olduğu zorlukları ele aldıklarını ve ayrıca Kurti’ye Arnavutluk’un 25 Nisan seçimlerinde hayati bir değişime ihtiyacı olduğunu ve Arnavutluk Başbakanı olduğunda Kosova ile işbirliğini artırmak ve güçlendirmek için her şeyi yapacağına dair güvence verdiğini söylüyor.

Kaynak: ABC News

Tarih: 03.03.2021

Tüm Koşullar Sağlandı

Sosyalist Parti Parlamento Grubu Başkanı Taulant Balla, Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi’nde Arnavutluk Karar Taslağının onaylanmasının ardından Arnavutluk raportörü Isabel Santos ile telefon görüşmesi yaptığını duyurdu.

Balla, “Facebook” üzerinden yaptığı bir paylaşımda, Santos’a, hazırlanan Rapor için teşekkür ettiğini ve Avrupa Konseyi’nden ‘‘Arnavutluk ile İlk Hükümetlerarası Konferans’’ı zaman kaybetmeden düzenlemesini istediğini açıklayarak, Avrupa Komisyonu, Arnavutluk’un artık Konferansla ilişkilendirilecek herhangi bir koşulu ve yerine getirilmemiş bir görevi olmadığını söyledi. Elde edilen bilgilere göre rapor, Mart ayının son haftasında yapılacak genel kurulda onaylanacak.

Kaynak: ABC News

Tarih: 04.03.2021

Kim: Çin’in Meydan Okumalarına İzin Vermemeliyiz

ABD’nin Tiran Büyükelçisi Yuri Kim sosyal ağlardaki bir gönderi aracılığıyla Çin’e saldırdı, ABD’nin Çin’in ilişkileri ve istikrarlı uluslararası kurallara meydan okumasına izin vermeyeceğini söyledi. Kim, ABD’nin bu değerleri korumak ve geliştirmek için Arnavutluk ve diğer müttefiklerle birlikte çalışacağını ve Çin tarafından ihlal edilmelerine izin verilmeyeceğini yazdı.

Kaynak: ABC News

Tarih: 05.03.2021

Bosna-Hersek Vatandaşlarının Ülkeye Güvenli Dönüşü için Faaliyetler Başlatıldı!

Bosna Hersek Bakanlar Kurulu, Suriye ve Irak’taki çatışma bölgelerinde bulunan Bosna Hersek vatandaşların ülkeye dönüşüne ilişkin gerekli önlemleri almaya hazırlanıyor.

Bakanlar Kurulu’nun son toplantıda aldığı netice sonrasında Bosna-Hersek Güvenlik Bakanlığı, etkin bir koordinasyon ekibi kurmakla ve çatışma bölgelerinde bulunan vatandaşların güvenli, insancıl ve kontrollü bir şekilde ülkeye geri dönüşü ve kabulü için bir sistem ve prosedür oluşturmakla görevlendirildi. Ayrıca kurulacak olan koordinasyon ekibinin Bosna’daki diğer yetkili kamu kurumlarıyla işbirliği içerisinde olacağı belirtildi.

Kaynak: Sarajevo Times

Tarih: 04.03.2021

Milorad Dodik: Sırp Cumhuriyeti 1 Mart’ı Tatil Olarak Kabul Etmeyecek

29 sene önce bugün yapılan referandum sonucunda bağımsızlığını ilan eden Bosna Hersek, bu yıl da kutlamalara devam etti.

Bosna Hersek Cumhurbaşkanlığı ve Sırp Cumhuriyeti partisi SNSD lideri olan Milorad Dodik, kendilerinin hali hazırda bir bağımsızlık gününe sahip olduklarını ve 1 Mart’ın kendi bayramları olmadığını belirtti.

Milorad Dodik Banja Luka’da yaptığı açıklamalarına ise ‘‘9 Ocak bizim Cumhuriyet Bayramı’mızdır. Bunun değişmesini istemek, 500 yıllık Osmanlı hakimiyetinden bile daha kötüdür.’’ İfadelerinde bulundu.

29 Şubat-1 Mart 1992 yılında gerçekleşen referanduma 2.073.568 seçmen katılmış ve neredeyse katılanların çoğu, bağımsız bir ülkede yaşamak için oy kullanmıştır. Referanduma katılanlardan sadece 6.037 seçmen bağımsızlık aleyhine oy kullanmıştır.

Kaynak: Sarajevo Times

Tarih: 01.03.2021

NATO Misyonu “Kararlı Destek Görevi”nde Bulgar Askeri Birliği Yer Alacak

Bulgaristan Savunma Şefi Amiral Emil Eftimov, Afganistan’daki “Kararlı Destek NATO Misyonu”na tavsiyelerde bulunmak ve yardım etmek üzere belirlenen 42. Bulgar askeri birliğini geri göndermeye adanmış resmi törene katılım gösterdi. Birlik 120 askerden ve bir “Ulusal Element” yapısı, bir güvenlik şirketi ve personel memurlarından oluşuyor.

Görev sırasında, askerler esas olarak Bagram Havaalanı üssünün iç çevresinin güvenliği ile ilgili görevleri yerine getirecek ve üs operasyon merkezinde beklemede olacak.

42. birliğin ulusal komutanı Albay Pavlin Velkov 2012’de Afganistan’daki Bulgar Ordusu’nun uluslararası misyonuna katılmıştı. Birliğin acil hazırlığı Aralık 2020’de başladı ve Askeri Birim 34840 – Karlovo ve Marino Pole eğitim merkezinde yapıldı. 42. Birlik, 25 Şubat 2021’de Afganistan’daki NATO misyonundaki görevlerin yerine getirilmesi için, bir “Savaşa Hazır” hazırlık değerlendirmesi (CREVAl) ile onaylandı.

Tarih: 02.03.2021

Kaynak: Sofia News Agency

ODIHR Bulgaristan’da Sınırlı Seçim Gözlem Heyeti Kurdu

AGİT’in Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi (ODIHR), ülke yetkililerinin daveti üzerine 4 Nisan parlamento seçimleri için 2 Mart tarihinde sınırlı bir seçim gözlem heyeti (LEOM) kurdu. Misyon Corien Jonker tarafından yönetiliyor ve 10 Mart’tan itibaren ülke genelinde görevlendirilecek olan Sofya merkezli 11 uzmandan ve 12 uzun vadeli gözlemciden meydana gelen çekirdek bir ekipten oluşuyor.

Misyon, seçimlerin AGİT vaatleri ve demokratik seçimlerle ilgili diğer uluslararası yükümlülükler ve standartların yanı sıra ulusal yasalara uygun olarak yapılıp yapılmadığını denetleyecek. Gözlemciler; seçmen kayıtları, kampanya faaliyetleri, seçim idaresi ve ilgili hükümet organlarının çalışmaları, seçimle ilgili mevzuat ve bunların uygulanması ve seçimle ilgili anlaşmazlıkların çözümü gibi oylamanın temel yönlerini yakından izleyecekler. Misyon ayrıca kampanyanın medyadaki haberlerini de takip edecek.

İlgili makamların ve siyasi partilerin temsilcileri, sivil toplum, medya ve uluslararası toplum temsilcileriyle yapılan toplantılar, bu gözlemin ayrılmaz bir parçasını oluşturuyor. Misyon, seçim günü sınırlı sayıda sandık merkezini ziyaret edecek olsa da oylama, sayma veya sonuçların tablolaştırılmasına ilişkin sistematik bir gözlem yapılmayacak. ODIHR LEOM, seçim günü AGİT Parlamenter Asamblesi ve Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi delegasyonlarıyla iş birliği çalışmalarına katılacak.

Ayrıca gözlem sürecinde kamuoyunun ve medyanın bilgilerini güncellemek için bir ara rapor hazırlanacak ve seçimlerin ertesi günü de bir basın toplantısında ön bulgu ve sonuçların bir açıklaması yayınlanacak. Son olarak ODIHR, gözlemi özetleyen ve seçim sürecinin bitiminden yaklaşık iki ay sonra iyileştirmeler için tavsiyelerde bulunan bir nihai rapor yayınlayacak.

Tarih: 02.03.2021

Kaynak: Organization for Security and Co-operation in Europe

Bulgaristan Savunma Komitesi, Siber Savaş Komutanlığının Oluşturulmasını Onayladı

Parlamento Savunma Komitesi, Savunma ve Silahlı Kuvvetler Kanunu’ndaki değişiklikleri ikinci sefer sunuluşunda onayladı. Değişiklerden biri siber komuta ve lojistik desteğinin oluşturulmasını öngörüyor. İletişim ve bilgi desteği ve siber savunma için bir komuta biriminin oluşturulmasıyla ilgili olanlar da dahil olmak üzere metinler tartışılmadan geçti ve Savunma Bakan Yardımcısı Korgeneral Dimitar Iliev, çalışmanın NATO’nun siber uzayı devlet güvenlik bölgesinin bir parçası olarak ilan ettiği kavramın bir parçası olduğunu söyledi. Korgeneral Iliev, “Bunu bugünün gerçeklerine ayak uydurmak için yapıyoruz. Ortaklarımızı takip ediyoruz, ancak her şeyden önce gerçeğe göz kulak oluyoruz.” dedi.

Diğer değişiklikler, Savunma Şefi’nin Silahlı Kuvvetler için eylem planları hazırlayabilmesini ve savaşa hazır olup olmadıklarını değerlendirebilmesini sağlıyor. Ayrıca değişiklikler ile askeri polise de görevler verebilecek. Çalışmada müttefik silahlı kuvvetlerin ülke topraklarındaki transit ve kalış sürelerine ilişkin hüküm de ayrıca belirtildi. Savunma Yasası’ndaki kesin hükümler, belediye meclislerinin belirli koşullar altında, bazı şirketlere ulusal güvenlik açısından önemli projelerin uygulanması için arsalar sağlayabileceğini de öngörüyor.

Tarih: 03.03.2021

Kaynak: Sofia News Agency

ABD-Bulgaristan İlişkilerinde Karşılaşılan ‘Ciddi Zorluklar’

ABD’li milletvekilleri, Bulgaristan’ı önümüzdeki ay yapılacak ulusal seçimlere hazırlanırken demokratik değerlere ve hukukun üstünlüğüne saygı göstermeye çağırarak, iç işlerinin mevcut durumun ikili ilişkilere “ciddi zorluklar” çıkardığı yönünde uyarıda bulundu.

Nisan ayı başlarındaki Bulgaristan parlamento seçimleri için resmi kampanyaların başlamasından bir gün önce, 4 Mart’ın sonlarında yayınladıkları bildiride, milletvekilleri, güvenlik ve enerji konuları da dahil olmak üzere Doğu Avrupa ülkesiyle daha güçlü ilişkiler görmek istediklerini söylediler.

Bununla birlikte, “sürekli yolsuzluk, azalan medya özgürlüğü, yargının siyasallaşması ve hukukun üstünlüğüne yönelik diğer tehditler, ABD-Bulgaristan ikili ilişkilerine ciddi zorluklar getiriyor” ifadelerine yer verdiler. Aynı zamanda, “Nisan parlamento seçimleri yaklaşırken, Bulgaristan hükümetinin bu değerleri koruması zorunludur.” dediler.

Tarih: 05.03.2021

Kaynak: Radio Free Europe

Bulgaristan Parlamentosu Rus Aşısına Hayır Dedi

Bulgaristan Parlamentosu, en büyük muhalefet partisinin hükümetin Rus Sputnik V aşısının teslimatını müzakere etmeye başlaması yönündeki önerisini reddetti.

Bakanlar Konseyi, Avrupa Komisyonu’na zamanında danışmak ve AB üyesi olmayan ülkelerde ve Avrupa Ekonomik Alanı’nda izin verilen aşıları satın alma olasılığını araştırmak için gerekli tüm adımların atılması görüşünde.

Görüşmeler sırasında milletvekilleri, Bulgaristan’ın ek aşı tedariği sağlamak için hızlı tepki verilmesi gerçeğini de göz önünde bulundurdular ancak hükümet, bunun Avrupa mevzuatına uygun olarak ve Rusya aşısının Avrupa İlaç Ajansı tarafından onaylanmasından sonra olması gerektiği konusunda kararlı. Ayrıca bir ay içinde Rus aşısının muhtemelen Avrupa düzenleyicisi tarafından onaylanacağı da ortaya çıkmış vaziyette.

Tarih: 05.03.2021

Kaynak: Sofia News Agency

Bulgaristan’da Resmi Seçim Kampanyası Başladı

4 Nisan’da yapılacak 45. Ulusal Meclis seçiminin kampanyası 5 Mart’ta başladı. Seçimler, 14 Ocak ve 19 Ocak’ta Resmi Gazete’de yayınlanan cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle planlandı. Kampanya 2 Nisan gece yarısı sona erecek. Parlamento seçimlerine 22 parti ve 8 koalisyon olmak üzere otuz siyasi oluşum katılacak. 31 çok-yönetimli seçim bölgesinin hepsinde parlamentoda 240 sandalye için yarışacak binlerce aday var.

Seçim Kanunu, seçim kampanyası sırasında anonim kampanya ile ilgili materyallerin yayınlanmasını ve yayımlanmasını yasaklamaktadır. Bu 30 gün içinde eyalet ve belediye kurumlarında seçim öncesi kampanyalara izin verilmiyor.

Vatandaşlar, partiler, parti koalisyonları, inisiyatif komiteleri, adaylar ve savunucular seçim toplantılarında ve ayrıca medya hizmet sağlayıcıları aracılığıyla sözlü ve yazılı olarak ifade ve kampanya yürütme özgürlüğüne sahip. Seçim kampanyası Bulgarca yapılıyor ve seçim toplantıları halka açık. Bu, salgın ve acil durum koşullarında gerçekleştirilen ilk seçim kampanyası olacak.

Olağanüstü Hal Sırasında Alınacak Önlem ve Eylemler Kanunu, kampanyanın getirilen anti-salgın tedbirlere uygun olarak yürütülmesini öngörmekte.

Yurtdışında oy kullanmak için yapılan başvurular ise 63.500 olup, bunların sadece 1.230’u kağıt üzerindedir. En yüksek başvuru sayısı Türkiye’de yaklaşık 15.000, Büyük Britanya’da 12.000, Almanya’da 9.500, İspanya’da 6.000, ABD’de 3.900. 300’ün üzerinde seçmenin bulunduğu sandık merkezlerinde yapılacak seçimlerde, kağıt oy pusulası ile birlikte makinelerle oy vermek mümkün olacak. Sağlık Bakanlığı’nın talimatına göre her oylamadan sonra makinelerin ve oylama kalemlerinin dezenfekte edilmesi gerekiyor.

31 Mart’a kadar, COVID hastaları ve karantinaya alınanların ise mobil bir sandıkla oy vermek için belediye yönetimine başvurmaları gerekiyor.

Tarih: 05.03.2021

Kaynak: Sofia News Agency

Hırvatistan, Rusya’nın Sputnik Aşısına Olan İlgisini Doğruladı

Zagreb’de ki Rus Büyükelçiliği Salı akşamı Facebook ve Twitter hesaplarından yaptığı açıklamada, Hırvatistan’ın AB ve Hırvatistan mevzuatına uygun olarak Rus yapımı Sputnik V koronavirüs aşısını satın alma konusundaki ilgisini teyit ettiğini doğruladı.

Büyükelçilik, Hırvatistan Sağlık Bakanı Vili Beros’un Salı günü Rusya Büyükelçisi Andrei Nesterenko ile yaptığı telefon görüşmesinde, Hırvatistan’ın AB ve Hırvatistan yasalarına uygun olarak Rusya’dan gerekli miktarda Sputnik V aşısını satın almakla ilgilendiğini doğruladı.

Büyükelçiliğe göre, Rusya’nın her iki ülkedeki insanların sağlığı için Hırvat ortaklarla güçlerini birleştirmesi gerekiyor.

Geçen ay Beros, Hırvatistan’ın Sputnik V aşısının satın alınması konusunda Rusya ile iş birliği yapmayı kabul ettiğini, ancak bunun ilk olarak Rusya’nın Nisan ayında gerçekleşmesini beklediği Avrupa İlaç Ajansı (EMA) tarafından onaylanmasının daha iyi olacağını söyledi.

Kaynak: Euractiv

Tarih: 03.02.2021

Karadağ’ın Kağıt Üzerinde Korunan Kültürel Mirasları Yıkılıyor

Karadağ’da kentleşme UNESCO’nun, yerel aktivistlerin ve arkeologların uyarılarına rağmen antik surlarla çevrili şehirlere ve diğer koruma altındaki sitelere zarar veriyor. Ocak ayında fırtınalar Ulcinj’in antik surlarının bir kısmının denize çökmesine neden olduğu zaman meydana gelen zarar meselesinde arkeologlar hava durumunu değil, koruma altındaki Eski Kent’teki kontrolsüz otel inşaatının belasını suçladılar.

Karadağ kıyılarının en güney ucunda, Ulcinj Eski Kenti, Adriyatik’teki en eski kentsel mimari komplekslerinden biridir ve neredeyse iki buçuk bin yıl öncesine dayanmaktadır. 1961’de kültürel koruma sağlanan kasaba, eski bir köle pazarı ve korsan kalesi olarak tarihe batmış, doğu ve Akdeniz kent ve mimari kavramlarının kaynaşmasının eşsiz bir örneğini temsil ediyor.

Arkeolog Anton Lulgjuraj, “Yetkililere verdiğimiz uyarılara rağmen, yatırımcılar eski sur duvarından tüm bölgeye zarar verdi” dedi. “Bu duvarlar asırlık,” dedi BIRN’e, “depremler ve savaşlar yaşadılar. Ancak 21. yüzyılda miras koruma kurumlarımız olduğunda yıkılıyorlar.” diye ekledi.

Karadağ hükümeti ve Ulcinj’deki yerel yetkililer duvarları restore etme sözü vermelerine karşın, Lulgjuraj sorunların daha derin olduğunu söyledi. Ve tehlikede olan sadece Ulcinj değil. Bu durum neredeyse tüm eski Yugoslavya’ya tehdit saçıyor.

Kaynak: Balkan Insight
Tarih: 02.03.2021

Karadağ, Suç Bağlantıları İddiası Üzerine Üst Düzey Polisi İşten Çıkardı

Karadağ hükümeti Pazartesi günü, iktidar koalisyonunun organize suç gruplarıyla bağlantılı olduğu iddiası nedeniyle istifa etmesi için kulis yapması ve iktidar koalisyonunun kendisini suç gruplarıyla bağlantılı olmakla suçlaması  üzerine üst düzey polis memuru Zoran Lazoviç’i görevden aldı. Ayrıca Karadağ İçişleri Bakanlığı diğer altı polis müdür yardımcısını işten çıkardı.

İktidar koalisyonundaki bloklardan biri olan URA, eski yönetime yakın polis memurlarının görevden alınmasının yeni hükümetin vaatlerini yerine getirdiğini söyledi. “Güvenlik sektöründe değişimlere devam ediyoruz. URA yaptığı açıklamada, lekesiz profesyonellerin polise önderlik etme zamanı geldi ” dedi.

Geçen yıl Ağustos ayında yapılan parlamento seçimlerinde, üç muhalefet bloğu, 1990’ların başından bu yana Karadağ’ı yöneten Sosyalist Demokrat Parti DPS’yi devirerek, parlamentodaki 81 sandalyenin 41’inin zayıf bir çoğunluğunu kazanmıştı. Bu yeni iktidar koalisyonu tarafından Aralık ayında istifaya davet edildikten sonra Lazoviç, kariyeri boyunca profesyonelce hareket ettiği konusunda ısrar ederek organize suç gruplarıyla ilişkisi olduğu yönündeki suçlamaları reddetmişti. “İşimi profesyonelce yaptım ve kariyerimde leke yok. Takımımın uluslararası ortaklarımız tarafından tanınan iyi sonuçları olduğu için istifa etmeyeceğim” diyen Lazoviç, görevden alındı. Dejan Knezeviç’i organize suç ve yolsuzlukla mücadeleden sorumlu polis departmanının yeni başkanı olarak atadı.

Kaynak: Balkan Insight
Tarih: 02.03.2021

Hukukun Üstünlüğü Reformlarında İlerleme

Avrupa Birliği (AB) Batı Balkanlar ve Belgrad-Priştine Diyaloğu Özel Temsilcisi Miroslav Lajcak, Başbakan Yardımcısı Dritan Abazoviç ile bir araya geldiği görüşmede Karadağ’ın Birliğe giden yolda daha fazla ilerleme kaydetmesi için hukukun üstünlüğü reformlarında daha fazla ilerleme kaydetmesi gerektiğini söyledi.

Hükümetten duyurulduğu üzere Lajcak, AB’nin en yüksek öncelikli ve ortak öneme sahip bir konu olarak Batı Balkanlar’ın entegrasyonuna kararlı olduğunu belirtti.

Karadağ’ın Batı Balkanlar’daki müzakerelerde lider olduğunu söyleyen Bakan, Karadağ’ın Avrupa entegrasyonunun anahtarının hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü ve yolsuzlukla mücadele olduğunu vurguladı. “AB yolunda daha fazla ilerleme kaydetmek ve katılım müzakerelerinde 23. Fasıl için belirlenen geçici kriterleri karşılamak için, Karadağ’ın yargı reformunun uygulanmasında geride kalmamak için hukukun üstünlüğü reformlarında daha fazla ilerleme kaydetmesi gerekiyor.” dedi. Ayrıca Lajcak, başta yargı ve savcılık olmak üzere sistem kurumlarının işlerinde bağımsız olmaları gerektiğinin çok önemli olduğunu belirtti ve hukukun üstünlüğünün sağlanmasının gerekliliğine işaret etti.

Kaynak: Mina News
Tarih: 05.03.2021

Netenhayu’dan Kurti’ye mektup: “Kosova’nın Kudüs’te açacağı büyükelçiliği dört gözle bekliyorum.”

İsrail başbakanı Benjamin Netenyahu, geçtiğimiz günlerde seçimleri kazanan Albin Kurti’ye mektup gönderdi. Mektupta, Kosova’nın Kudüs’te büyükelçilik açma kararından ve Kosova ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkilerin kurulması için yapılan son anlaşmadan bahsetti.

Seçimleri kazandığı için Kurti’yi tebrik eden Netenyahu, Kudüs’te açılacak büyükelçiliği dört gözle beklediğini ifade etti. Netebyahu mektubunda şunları da yazmıştır: “İki ülke arasında geçtiğimiz aylarda imzalanan diplomatik ilişkiler anlaşmasından çok memnunum ve umarım aramızdaki işbirliğini bağlarımızı güçlendirmek için kullanabiliriz. Mülkiyet iadesi (property restitution) dahil Yahudilerle ilgili konulardaki tavrınız çok takdir edilmektedir.”

Kaynak: gazetaexpress.com

Tarih: 27.02.2021

Vetevendosje’nin Kosova Parlamentosu’nda 58 koltuk kazandığı onaylandı

Merkezi Seçim Komisyonu, 14 Şubat seçimlerinde Vetevendosje’nin %49,95 ile 438.334 oy alarak kazandığını onayladı. Oylar koltuk sayısın oranlandığında ise meclisteki 120 koltuğun 58 koltuğunu Vetevendosje alacağı anlamına geliyor. Parlamentodaki 61 oy ile sağlanan oy çokluğunu elde edebilmek için sadece 3 koltuğa daha ihtiyaçları olacak.

Kosova Demokrat Partisi %16,9 ile seçimi ikinci sırada bitirirken, üçüncü olarak ise Kosova Demokrat Birliği %12,64 oy almış, Kosova’nın Geleceği İçin İttifak Partisi de %7,07 ile seçimi tamamlamıştır. Diğer siyasi oluşumların, Nisma da dahil olmak üzere, %5 bandının altında kalmıştır. Azınlıklar 20 koltuk almış olacak. Sırplar kendilerine ait listenin 10 koltuğunu da doldururken diğer 10 koltuğu ise Boşnaklar, Türkler, Roman, Mısır ve Aşkaliler tarafından tamamlanmıştır.

Kaynak: gazetaexpress.com

Tarih: 04.03.2021

Miroslav Lajcak’ın Kosova Ziyareti

Avrupa Birliği’nin Belgrad-Priştine Diyaloğu ve Batı Balkanlar’daki Diğer Bölgesel Sorunlar Özel Temsilcisi Miroslav Lajcak, Mart ayının ilk haftasında Batı Balkanlar gezisi kapsamında üç günlük Kosova ziyaretinde bulunacak. Ardından 3-4 Mart tarihleri ​​arasında Sırbistan’ı ve son olarak 4-5 Mart tarihleri ​​arasında Karadağ’ı ziyaret edecek. Siyasi liderlere ek olarak Avrupa Birliği temsilcileriyle bir araya gelmeyi de planlıyor. ABD Büyükelçisi Phillip S. Kosnett ve NATO KFOR Komutanı da görüştüğü kişiler arasında. Hedeflerinin ise tüm Kosova ve Sırp vatandaşlarına yarar sağlayan kapsamlı bir çözüm elde etmek olduğunu söyledi. Lajcak Pazartesi günü,  Kendi Kaderini Tayin Hareketi başkanı Albin Kurti ile bir araya geldi. Görüşme sonrası verdiği basın toplantısında Kurti:  “Sırbistan ile diyalog bizim birinci veya ikinci önceliğimiz olamaz, çünkü adaletimiz ve istihdamımız var. AB diyaloğunun hem Kosova ve Sırbistan hem de bölge için önemini inkâr etmiyorum ama en önemlisi bu diyaloğun iyi hazırlanmış olması gerektiğidir.” dedi. AB Özel Temsilcisi ise Twitter platformu üzerinden iyi ve yapıcı bir görüşme yaptıklarını belirten ifadeler kullandı. Salı sabahı görevdeki Kosova Cumhurbaşkanı Vjosa Osmani ile bir araya gelen Lajcak, son seçimlerden ve güncel gelişmelerden bahsettiklerini ve diyalog sonrası adımları tartıştıklarını söyledi. Lajcak sonraki günlerde Belgrad’a giderek orada Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuciç ve Başbakan Ana Brnabiç ile görüşecek. Belgrad’dan sonra ise Podgorica’ya gidecek.

Kaynak:  Ibna – Aljazeera

Tarih: 01.03.2021 – 02.03.2021

Erdoğan ve Netenyahu’ya Albin Kurti’den Mektup

Vetevendosje Hareketi lideri, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’ya Kosova’da yeni hükümeti kurarken iş birliğini artırma sözü verdiği mektuplar gönderdi. Erdoğan’a gönderdiği mektupta, Kosova’daki Türkler ile Türkiye’deki Arnavutların iki ülke arasındaki dostluk köprüsü olduğunu, Türklerin Kosova’daki rolünü beğendiğini ve hükümette önemli bir rol oynamaya devam edeceklerini belirtti. Netenyahu’ya gönderdiği mektupta ise Kosova ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkileri memnuniyetle karşıladığını, ekonomik, siyasi, kültürel açıdan da işbirliği güçlendirmek amacıyla iyi bir fırsat anlamına geldiğini söyledi. “Ulusumuz tarihsel olarak Yahudi toplumuna saygı duymuştur. Gelecekteki Kosova Başbakanı olarak, ülkemizdeki Yahudi toplumu ve mirası için önemli konuları ele almaktan sevinç duyuyorum.” cümlelerini de sözlerine ekledi. Bilindiği üzere Kosova ve İsrail 1 Şubat tarihinde,  sanal bir törenle diplomatik ilişkilerini resmiyete dökmüştü. Her ne kadar bu durum ülkeler arasında tartışmaya ve tepkilere yol açsa da Kurti, Kosova ile İsrail arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasının önemli olduğunu ve kalkınmak için iyi bir sebep olduğunu vurguladı.

Kaynak: Panorama.al

Tarih: 03.03.2021

Osmani Seçmenlerine Teşekkür Etti

Kosova Meclis Başkanı Vjosa Osmani, 14 Şubat seçimlerinde tam 300 bin 788 oy alarak Kosova tarihinde en çok oy alan kişi oldu. Osmani, Facebook sosyal medya hesabından seçmenlerine teşekkür etti ve alınan güven ile  ülkenin gelişmesinin doğru oranda artacağını belirtti. Kazandığı zaferin, vatandaşların yardımı ile gerçekleştiğini söyledi. “Bu yol ne kadar zor ve engelleyici olduysa da, bizi asla yalnız bırakmadınız. Sizler bizim en büyük gücümüz oldunuz, kolay olmayan zamanlarda bize inanarak, coşku ve iyi zamanlarda ileriye doğru itenler oldunuz. İnancınıza duyduğumuz derin şükran duygusunu tarif edebilecek hiçbir kelime yok, bu yüzden listemizdeki seçmenlerin tamamına sonsuz teşekkür ederiz.” ifadelerini kullandı.

Kaynak: Kosova Haber

Tarih: 05.03.2021

Freedom House, Kuzey Makedonya’yı “Kısmen Özgür” Bir Ülke Olarak Değerlendiriyor

Freedom House’un “Dünya’da Özgürlük 2021” adlı raporunda Arnavutluk, Karadağ, Sırbistan ve Macaristan ile birlikte Kuzey Makedonya da “kısmen özgür” bir ülke olarak değerlendirildi. 2021’de 100 madde üzerinden 66 puan alan ülke, Freedom House’un siyasi hakları ve sivil özgürlükleri üç puan daha az olarak işaretlediği geçen yıla kıyasla çok az gelişme kaydetti.

2017’den bugüne kadar olan dönemde Kuzey Makedonya, 9 puanlık bir gelişme kaydetmiş ve Freedom House’un listesinde bir üst sıraya yerleşmişti. Freedom House’un raporunun kısa özetinde, “Kuzey Makedonya yolsuzlukla mücadele etmeye devam ediyor; medya ve sivil toplum aktif fakat gazeteciler ve aktivistler baskı ve gözdağıyla karşı karşıya” ifadeleri yer alıyor. Şeffaflık, ifade özgürlüğü ve yolsuzlukla ilgili alanlarda ise geçen yılki değerlendirme notları bu yıl da aynı kaldı.

Tarih: 03.03.2021

Kaynak: Meta.mk

ABD’den Büyükelçi Seçimine Ret

VMRO yetkilisi Antonio Milososki ve birkaç haber kaynağının da bildirdiğine göre Zaev’in ABD Büyükelçisi adayı üniversite profesörü Ljubomir Frckoski ABD tarafından reddedildi. Eski bir İçişleri ve Dışişleri Bakanı olan Frckoski, Makedonya’nın erken bağımsızlığının en karanlık günlerinden bazılarında, İçişleri Bakanı olarak siyasi muhalifleri kovuşturma gücünü kötüye kullanmaktan ve ilk eşi ile park yeri konusunda tartıştığı bir kadına  karşı şiddete başvurmakla suçlanmıştı.

Makedonya Eski Cumhurbaşkanı Gligovor, Frckoski’yi, Makedon isminden vazgeçmesi için Yunan istihbarat servisleri adına kendisine rüşvet vermeye çalışmakla ve eski Başkan Stojan Andov onu 1995 yılında Gligorov’un suikast girişimine karışmakla suçlamıştı. Yine de Frckoski SDSM’de nüfuz sahibi olmaya devam etmiş ve hatta parti 2009’da onu Başkanlığa aday göstermişti (Gjorge Ivanov’a kaybetti). Milososki’ye göre, ABD Makedonya’yı Frckoski’ye NATO güvenlik izni alamayacağı veya ona gizli bilgiler verilemeyeceği konusunda uyardıktan sonra adaylığını geri çekmesini istediğini belirtmiş.

Tarih: 04.03.2021

Kaynak: Republika.mk

AP’nin Makedonya Raporu

Avrupa Parlamentosu’nun Dışişleri Komitesi, Makedonya ve Arnavutluk’un AB’deki ilerlemesiyle ilgili raporları kabul etti. Parlamento üyesi ve ülke raportörü İlhan Kyuchyuk, Bulgaristan Ulusal Radyosuna (BNR) verdiği demeçte, belgelerin Makedonya raporu üzerinde uzlaşmaya varıldıktan sonra kabul edildiğini söyledi.

Kyuchyuk’a göre, ülke hakkındaki rapor “iyi komşuluk ilişkilerinin müzakere sürecinin önemli bir parçası olduğu, Bulgaristan ile Anlaşmanın tam olarak uygulanması gerektiği ve Makedonya’nın bölgesel iş birliğinde kilit bir rol oynadığı” şeklinde uzlaşmacı bir ifade üzerinde anlaştı.

Avrupa Parlamentosu, Makedonya ve Arnavutluk hakkındaki raporları 25 Mart’ta yapılması planlanan genel kurulda görüşmeye hazırlanmakta.

Tarih: 05.03.2021

Kaynak: Republika.mk

Sırbistan’daki Romanlar ülkenin tüm kurumlarında orantılı temsil talep ediyor

Roman Vatandaş Dernekleri Daimi Konferansı – Sırbistan’daki Roman Ligi, Romanların ülke nüfusu içindeki yüzdelerine göre eyalet ve yerel idarelerde yüzde 2,4 temsil edilmesini garanti eden bir yasa için bir girişim başlattı.

Roman Birliği başkanı Osman Baliç, Sırbistan’ın İnsan ve Azınlık Hakları Bakanlığı temsilcilerine Nis şehrinde yapılan bir toplantıda yaptığı açıklamada, Romanların ulusal azınlıkların devlet ve yerel idarelerdeki mevcut temsil düzeyinden memnun olmadığını dile getirdi.

Baliç, “Anayasaya göre, eşit toplumuz. Ancak maalesef, 30 yıllık demokrasiden sonra, devlet ve kamu sektörlerinin yanı sıra özel sektördeki ulusal azınlıkların varlığı önemsizdir… Bugünlerde, birinin iyi niyetini veya hayırseverliğini beklemeye gerek yok, anayasa ve yasalara saygı duyulmasını beklemeye gerek yok” dedi.

İnsan ve Azınlık Hakları ve Sosyal Diyalog Bakanı Gordana Comic, Bakanlığının yasa uyarınca kamu idaresinde istihdam edilmesi gereken azınlık üyelerinin sayısı ve nüfus içindeki gerçek sayıları hakkında karşılaştırılabilir bir veriye sahip olmadığını söyledi. Sırbistan’ın birçok Avrupa Birliği ülkesinden daha iyi yasalara sahip olduğunu, ancak sorunun uygulanmamasından kaynaklandığını da sözlerine ekledi.

Kaynak: N1

Tarih: 02.03.2021

Sırbistan Eğitim Bakanı, ABD Büyükelçisi ile işbirliği protokolü imzaladı

Sırbistan Eğitim Bakanı Branko Ruziç Çarşamba günü ABD Büyükelçisi Anthony Godfrey ile bilim ve teknoloji alanında işbirliği konulu bir protokol imzalayarak her iki ülkedeki bilim insanlarının ortak projelere devam etmesine izin verdi.

Eğitim Bakanlığı yaptığı basın açıklamasında, protokolün Sırp bilim adamı Mihajlo Pupin’in memleketi Idvor’da imzalandığını belirterek, Pupin’in Columbia Üniversitesi’nde profesör ve Sırbistan’ın ABD’deki fahri konsolos, 3 Mart 1915’te kurulan ABD Ulusal Havacılık Danışma Komitesi’nin de (NASA’nın öncüsü) bir üyesi olduğunu hatırlattı.

ABD Büyükelçisi Godfrey, ABD ile Sırbistan arasında bilim ve teknolojide kesintisiz işbirliği zincirinin bir asırdan fazla bir süre önce Pupin’in çalışmaları üzerinde Belgradlı bir kadının Mars’a giden son görevde çalıştığı NASA’ya kadar devam ettiğini söyledi.

Kaynak: N1

Tarih: 03.02.21

Belgrad Havalimanı iki farklı kategoride hizmet kalitesi ödüllerini kazandı

Belgrad’ın Nikola Tesla Havalimanı Salı günü yaptığı açıklamada, iki farklı kategoride Avrupa’nın en iyi havalimanı olarak hizmet kalitesi ödülleri kazandığını söyledi.

VINCI Havalimanları tarafından işletilen Belgrad Nikola Tesla Havalimanı, 2020 Havalimanı Hizmet Kalitesi (ASQ) Ödül programında Uluslararası Havalimanları Konseyi (ACI) tarafından, “Boyuta Göre En İyi Havalimanı ve Bölge (yılda 5 ila 15 milyon yolcu) ve Bölgeye göre (Avrupa) En iyi hijyen önlemleri ” olmak üzere iki farklı kategoride Avrupa’nın en iyi havalimanı olarak kabul edildi.

Kaynak: N1

Tarih: 02.03.2021

Yunan Hükümeti Sözcüsü İstifa Etti

Yunan Hükümeti sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Hristos Tarantilis, Pazar günü “ailevi nedenlerden” istifa etti.

Tarantilis mektubunda Başbakan’a teşekkür etti ve Yeni Demokrasi meclis grubunun üyesi olarak ülkeyi değiştirecek büyük reform çabalarının ilk saflarında yer almaya devam edeceğine dair güvence verdi.

İstifa duyurusunun ardından ana muhalefet Syriza bir açıklama yaptı: “Tüm sanatçıların, kültürle bağlantılı insanların ve Yunan toplumunun büyük çoğunluğunun ona karşı ayaklandığı bir anda görevine yapışan (Kültür Bakanı Lina) Mendoni yerine, Pedofili ile suçlanan Dimitris Lignadis’e verilen kapaktan öfkelenen hükümet sözcüsü istifa ediyor. Bay Mitsotakis ve Bayan Mendoni’de eksik olan hassasiyeti gösterdiyse (o da seçtiyse) tebrikler. Ancak mesele hükümetin iç entrikaları ve kimin Lignadis’i örtmekle yükümlü olduğu meselesiyse, (istifa) kimseyi ilgilendirmez ” diye ekledi .

Kaynak : Greek City Times

Tarih : 1.03.2021 

Yunanistan, Suudi Arabistan’a Füze ve İnsansız Hava Aracı Saldırılarını Kınadı

Yunanistan Pazartesi günü yaptığı açıklamada, Suudi Arabistan’ın başkentine ve diğer şehirlerine yönelik son yeni saldırıları “kesin olarak kınadığını”, uluslararası hukuk kurallarını “doğrudan ihlal ettiğini” ve bölgedeki güvenliği etkilediğini söyledi.Yunanistan Dışişleri Bakanlığı bir basın açıklamasında, “Bu tür eylemlerin, Yunanistan’ın kayıtsız şartsız desteklediği Yemen halkının yararına, kapsamlı bir siyasi çözüm için uluslararası çabaları önemli ölçüde baltaladığını bir kez daha vurguluyoruz.” dedi. Suudi Arabistan Cumartesi günü yaptığı açıklamada, başkentine ve güneydeki bir eyaleti hedef alan bomba yüklü insansız hava araçlarına yönelik bir füze saldırısını önlediğini söyledi.

Kaynak : Ekathimerini

Tarih : 1.03.2021

Savunma Anlaşması  Yunan-ABD İlişkilerini Yeni bir Temele Oturtuyor

Atina, ABD ile savunma işbirliğini geliştirerek Doğu Akdeniz ve Balkanlar’da daha büyük bir rol üstlendiğini iddia ediyor.Yunanistan ve ABD, Karşılıklı Savunma İşbirliği Anlaşması’nın (MDCA) yenilenmesi için ileri görüşmelerde bulunuyor. Geçtiğimiz haftalarda Atina, MDCA’nın beş yıllık yenilenmesini Yunanistan’ın Mısır, İsrail ve Ürdün İle ilgili programlara benzer Yabancı Askeri Finansman (FMF) programlarına dahil etmesiyle birleştirmeye çalıştı, ancak bu çabanın sonuç vermesi olası görünmüyor. Görüşmelerin odak noktası, MDCA’nın süresi ve yeni kampların veya askeri üslerin kullanılmasıyla ilgili. Şimdiye kadar, Souda, Stefanovi Keio, Larissa, Alexandroupolis dışında toplam 23 yer masaya yatırıldı.Savunma anlaşmasının genişletilmesi, Yunanistan’ın yeni fırkateynler edinme planına da bağlı olabilir.

Kaynak : Ekathimerini

Tarih : 1.03.2021

Yunan Parlamentosu ,  Kamu Alımlarına İlişkin Kanun Tasarısı İlke Olarak Oylandı

Yasa tasarısının kamu alımlarına ilişkin hükümlerinin TBMM Üretim ve Ticaret komisyonları ile Milli Savunma ve Dışişleri komisyonlarında ilk okunma süreci tamamlandı. ND yasa tasarısının ilkesinden yanaydı. SYRIZA, Değişim Hareketi ve Helenik Çözüm çekincelerini dile getirdi. KKE ve MERA25 aleyhte oy kullandı.Yunanistan Merkez Odalar Birliği’nden Konstantinos Michalos, “Kalkınma ve Yatırım Bakanlığı’nın kamu alımlarına ilişkin yasayı modernize etme ve hedeflerini daha net, şeffaf ve verimli bir şekilde hızlandırmak için daha işlevsel ve esnek hale getirme çabasını” memnuniyetle karşıladı.

Kaynak : Atina Makedon Haber Ajansı

Tarih : 01.03.2021 

Dendias: Suriye ve Libya ile İlişkilerimizi “Son Derece Önemli” Görüyoruz

Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, Yunanistan’ın Suriye ve Libya ile ilişkilerini “son derece önemli” gördüğünü söyledi.Yunan Uluslararası Hukuk ve Uluslararası İlişkiler Derneği Konferansı’nda Dendias şunları söyledi:“Suriye ve Libya gibi bölgesel zorlukların ele alınmasında birleşmiş ülkelerle ilişkilerimizi ve aynı zamanda Türkiye’nin bölgeye güçlü müdahalesini son derece önemli görüyoruz.” Geçen yıl, Yunanistan Dışişleri Bakanlığı nihayet Yunanistan ile Suriye arasındaki ilişkilerin yeniden kurulacağını duyurdu ve Suriye ve Rusya’nın eski büyükelçisi Tasia Athanassiou’yu Yunanistan Dışişleri Bakanlığı’nın Suriye Özel Temsilcisi olarak atadı.Yunanistan Dışişleri Bakanlığı, “Suriye’nin uluslararası yönleri ve ilgili insani yardım eylemlerinin yanı sıra Suriye’nin yeniden inşası için devam eden çabalar ışığında eylemlerin koordinasyonu” için temasların yapılacağını söyledi.

Kaynak : Greek City Times

Tarih :  02.03.2021

Yunan Firkateyni Hydra, Umman Denizi’ndeki Avrupa Misyonunda

Birleşik Arap Emirlikleri’nden dönüş yolculuğunda, Yunan Donanması fırkateyni Hydra, Hürmüz Düzünde daha geniş Avrupa Önderliğinde Denizcilik Durum Farkındalığının bir parçası olan Umman Denizi’ndeki EMASOH / Agénor Operasyonuna katıldı. Hydra, Fransız fırkateyni FS Guepratte ile koordinasyon halinde, bir destek kapasitesinde faaliyet gösterdi. Hydra, bu operasyona katılan ilk Yunan Donanması gemisidir, ancak Yunanistan, geçen yılki yinelemede, operasyonun BAE’de bulunan personelindeki bir subay tarafından temsil edildi. Operasyon, Agénor katılan birimlerin operasyonel hazırlığını ve askeri yeteneklerini güçlendirmeye çalışırken ileri manevra ve telekomünikasyon tatbikatlarını içeriyordu.

Kaynak: Ekathimerini

Tarih  : 02.03.2021

Yunanistan Başbakanı, Covid-19 Mücadelesinde Ulusal Sağlık Sistemini Güçlendirme Sözü Verdi

Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis, Attika ve ülkenin geri kalanındaki epidemiyolojik durumla ilgili bir toplantıda ulusal sağlık sistemini Covid-19 ile mücadele için güçlendireceğine söz verdi.Sağlık Bakanlığı yetkilileri, ülke genelinde entübasyon sayısının arttığı bir dönemde, ülkenin Covid-19 ile mücadelesinde mevcut durum hakkında Başbakan’a tavsiyelerde bulundu.

Yunanistan’daki sağlık yetkilileri, Covid-19 ile entübe edilen hasta sayısı Pazar gününe göre 15 daha fazla, Pazartesi günü 406’ya ulaştıktan sonra, ülkenin hastanelerinin yarattığı baskıdan özellikle endişe duymaya başladı.Ocak ayının başından bu yana ilk kez, ülkedeki entübasyonların 400’ü aşması, vakalar artmaya devam ettikçe ve daha fazla hasta yoğun ve invaziv tedaviye ihtiyaç duydukça Yunan hastaneleri üzerindeki baskının arttığını gösteriyor.Yine de Yunan rakamları, Akdeniz ülkesindeki mevcut epidemiyolojik durumun, diğer ülkelere kıyasla çok daha az sayıda YBÜ olduğu düşünüldüğünde endişe verici bir tablo çiziyor. Salı günkü toplantıda ülkenin tüm bölgelerine ait epidemiyolojik veriler sunuldu ve mutasyonların virüsün bulaşmasına etkisi tartışıldı.Ulusal Sağlık Sistemi, Covid-19’a karşı daha da güçlendirilecek.

Kaynak : Greek Reporter

Tarih : 02.03.2021

Covid-19 Sırasında Yunanistan’da İşgücü Piyasasındaki Gelişmeler

Yunan istatistik kurumu ELSTAT her ay, yerel işgücü piyasasındaki gelişmeler hakkında “İşgücü Anketi” adı verilen yararlı bir rapor yayınlıyor. 11 Şubat 2021 tarihli sayı, Kasım 2020’ye kadar istihdam, işsizlik ve WAP’deki kaç kişinin (çalışma çağındaki nüfus, 15-74 yaş) aktif olmadığını gösteren verileri sunuyor. Bu aylık raporlar, ELSTAT’tan da (excel formatında) temin edilebilen, kendilerine eklenmiş uzun zaman serilerine sahiptir . GSYİH büyümesinin yanı sıra tüketici fiyat endeksi verileriyle birlikte, işgücü piyasalarındaki gelişmeler tüm aileleri doğrudan etkilemektedir. Yüksek işsizlik, hem etkilenen vatandaş hem de bir bütün olarak toplum için bir kayıptır. İşsiz insanlar ailelerine bakmak için mali kaynakları azalttı. Aynı şekilde, becerileri kullanılmamaktadır ve işsizlik uzun sürerse (12 aydan fazla) değer kaybedebilir. İşsizlik en açık şekilde insanları psikolojik olarak etkiler. Kısacası, işgücü piyasasındaki gelişmelere dikkat etmek ve işsizliği olabildiğince düşük tutmak için sağlam politikalar kullanmak için iyi nedenler var.

Kaynak : Macropolis

Tarih : 03.03.2021

Yunanistan’daki Suriyeli Göçmenler  Norveç Tarafından Kabul Edildi

Norveç Büyükelçiliği Perşembe günü yaptığı açıklamada, savunmasız grupları korumak ve Yunanistan’ı desteklemek amacıyla 35 sığınmacının Çarşamba günü Atina’dan Oslo’ya gittiğini doğruladı. 35 kişi, gönüllü yeniden yerleştirme sürecinin bir parçası olarak sığınma başvurusunda bulunan Suriyeli yedi aileden oluşuyor.Norveç, geçtiğimiz Eylül ayında Midilli adasındaki Moria kampında çıkan yangının ardından 50 sığınmacıyı – tıbbi durumlardan veya diğer güvenlik açıklarından muzdarip küçük çocukları olan ailelerden oluşuyor.Büyükelçilik, Doğu Ege adalarında ve bir bütün olarak Yunanistan’daki sığınma durumunun Avrupa dayanışmasını ve yükün daha adil bir şekilde dağıtılmasını gerektirdiğini kaydetti.

Kaynak : Ekathimerini

Tarih : 04.03.2021

Başbakan Mitsotakis, Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Schinas ile Bir Araya Geldi

Başbakan Kyriakos Mitsotakis ile Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı ve Avrupa Yaşam Biçimini Geliştirme Komiseri Margaritis Schinas ile Cuma günü Maximos Konağı’nda yapılan toplantıya vatandaşların aşılanması, aşı belgesi ve yeni Göç ve İltica Paktı hakim oldu.

“Dün, bir milyon dozluk engelin üstesinden geldik. Yunanistan, birçok Avrupa ülkesinden nispeten daha hızlı hareket ediyor. Ama bir kez daha vurgulamak istediğim, sürecin organizasyonu, dijital karakteri ve birçok vatandaşın çok memnun olduğu gerçeğidir çünkü onlar kendileriyle devlet arasında bir güven ilişkisi kurulduğunu görün. Çok zor bir görev.” dedi. Mitsotakis, “Şimdi, tabii ki, normalliğimize dönmemizi sağlayacak bir dokunulmazlık duvarı inşa edebilmek için süreci nasıl hızlandıracağımızdır.” Diye vurguladı ve ekledi: “Komisyona ve komisyona teşekkür etmek istiyorum. Avrupa Birliği içinde serbest dolaşımı kolaylaştırmak için bir araç olarak aşı belgesi fikrini benimsediği için başkan … Bu konuyu ilk gündeme getirdiğimizde, eninde sonunda böyle bir çözüme varacağımıza emindik ve ben Komisyonun bu girişimi açıkça desteklemesinden çok memnunum. “

Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı, Schinas,  başbakana hitaben yaptığı konuşmada, “Sertifikaya olan kişisel ilginizi de not ediyor ve memnuniyetle karşılıyoruz. 17 Mart’ta hareketliliğe dönüş yolunda ilk adım olacak bir teklif sunacağız. Avrupalıların geçen yılki büyük fedakarlıklarını tehlikeye atacak herhangi bir şekilde. Tartışmaktan mutluluk duyacağımız tüm bu tür girişimler üzerinde çalışıyoruz.”

Kaynak : Atina Makedon Haber Ajansı

Tarih : 05.03.2021

NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’ten Kosova Güvenlik Gücü Hakkında Önemli Açıklamalar

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, NATO’nun, orduya dönüşen  Kosova Güvenlik Gücü’nün (FSK)   ancak  hakiki  görevi içerisinde gelişimini desteklediğini açıkladı.

“Aralık 2017’den beri, FSK içindeki dönüşüm süreci yanlış zamanda gerçekleşti ve kararlar NATO’nun verdiği tavsiyelere aykırı olarak alındı. NATO, Kosova Güvenlik Gücü’nün asıl görevi olan sivil savunma gücünün gelişimini desteklemeye devam edecek” şeklinde konuşan Stoltenberg, “Görev değişikliğiyle birlikte, Kuzey Atlantik Konseyi, NATO’nun Kosova Güvenlik Gücü ile olan ilişkisinin seviyesini gözden geçiriyor. Bu konu ile ilgili müttefikler arasında tartışmalar devam ediyor” ifadelerini kullandı.

Stoltenberg, Batı Balkanlar bölgesinin istikrarının anahtarı olarak nitelendirdiği Brüksel’de Kosova ile Sırbistan arasındaki diyalog sürecine de değindi.

Belgrad ve Priştine’nin uzlaşı ve diyalog sürecinde, iki aktör arasındaki ilişkilerin normalleşmesi yönündeki çabalarının sürdürülmesi çağrısında bulunan NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, diyalogun, bölgenin huzuru ve güvenliği için önemli bir mesele olmaya devam ettiğini de belirtti.

Kaynak: Time Balkan

Tarih:05.03.2021

ABD’nin Atina Büyükelçisi Geoffrey Pyatt: Yunanistan’a, Hazır Olduğunda F-35 Satmaya Hazırız

ABD’nin Atina Büyükelçisi Geoffrey Pyatt, ABD’nin Yunanistan’a F-35 tipi modern savaş uçakları satmaya hazır olduğunu söyledi.

Pyatt, Atina’da düzenlediği basın toplantısında, ABD’nin, Yunanistan’ın bu konuda yatırım yapmaya karar vermesi durumunda F-35 savaş uçakları satma konusunda iş birliği yapmak için sabırsızlandığını ifade etti.

Pyatt, “Yunanistan’a, hazır olduğunda F-35 satmak için hazırız.” dedi.

Yunanistan’ın F-35 savaş uçaklarını hava kuvvetlerine katabilmesi için gerekli altyapıya ihtiyaç bulunduğunu ve bu nedenle uzun yıllar alacak bir süreç gerektirdiğini belirten Pyatt, bunun öncesinde Yunan hava kuvvetlerindeki 84 adet F-16 savaş uçağının Amerikan Lockheed şirketi tarafından Viper’e dönüştürülmesinin bu sürece yardımcı olacağını ifade etti.

Pyatt, ABD’nin Yunan donanması için önerdiği firkateynlerin Atina tarafından satın alınmasının da Yunanistan ve ABD arasındaki stratejik ilişkilerin derinleşmesine katkı sağlayacağını dile getirerek “Biz sadece metal satmıyoruz.” ifadelerini kullandı.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki istikşafi görüşmelere değinen Pyatt, Washington’ın bu görüşmeleri desteklediğini belirterek “ABD istikşafi görüşmelerin yörüngede kalmasını arzu ediyor. Şimdi top Ankara’nın sahasında.” diye konuştu.

Kaynak: Time Balkan

Tarih:04.03.2021

UEFA, Ibrahimovic’e Yönelik Irkçı Söylemler Nedeniyle Sırbistan Ekibi Kızılyıldız’ı Yargılayacak

UEFA, Milan’ın İsveçli futbolcusu Zlatan Ibrahimovic’e yönelik ırkçı söylemler sebebiyle Sırbistan ekibi Kızılyıldız’ın yargılanacağını duyurdu.

UEFA Kontrol, Etik ve Disiplin Kurulundan yapılan açıklamaya göre, Kızılyıldız ile Milan arasında 18 Şubat’ta oynanan Avrupa Ligi son 32 turu maçındaki ırkçı tezahüratlara ilişkin başlatılan soruşturma tamamlandı.

Ev sahibi ekip Kızılyıldız’ın, UEFA Disiplin Yönetmeliği’nin futbolda ırkçılık ve ayrımcılık suçunu içeren 14. maddesiyle, müsabakalarda düzen ve güvenlik hakkındaki 16. maddesinden yargılanmasına karar verildi. Kızılyıldız’ın ayrıca, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle uygulamaya konulan Futbola Dönüş Protokolü’nü ihlalden de yargılanacağı belirtildi.

Sırbistan’ın başkenti Belgrad’daki Rajko Mitic Stadı’nda oynanan maçta, locada oturan bazı Sırp taraftarlar Bosna Hersek asıllı Ibrahimovic’e küfür ve hakaret etmişti. Bölge medyasında paylaşılan bir görüntüde, Ibrahimovic’e yedeklerle birlikte tribünde oturduğu sırada arkasından bazı taraftarların, Boşnakları aşağılamak için ırkçı ifadeler kullandıkları duyulmuştu.

Kaynak: Time Balkan

Tarih:04.03.2021

AB ülkeleri Sırbistan-Kosova Diyaloğunun Sürmesini İstiyor

Avrupa Birliği’nin (AB) Sırbistan-Kosova Diyaloğu Özel Temsilcisi Miroslav Lajcak, AB ülkelerinin, iki ülke arasındaki diyaloğun yapıcı bir şekilde sürmesinden yana olduğunu söyledi. Lajcak, Sırbistan’ın başkenti Belgrad’daki temasları kapsamında Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic ile bir araya geldi.

Görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında açıklamada bulunan Lajcak, Sırbistan’dan önce 1 Mart’ta Kosova’nın başkenti Priştine’yi ziyaret ettiğini hatırlattı. Sırbistan’ın Avrupa entegrasyon sürecinde büyük ilerleme kaydettiğinin altını çizen Lajcak, diyaloğun, sürecin devamında da kilit öneme sahip olduğunu belirtti.

AB ülkelerinin, hem Sırbistan hem Kosova’nın üzerine düşen görevleri yerine getirmesini beklediğini söyleyen Lajcak, “Priştine’de de Belgrad’da da aynı mesajı verdim. AB ülkeleri diyaloğun yapıcı bir şekilde sürmesini istiyor. Tarafların da hazır oldukları ölçüde bu süreci başarılı bir şekilde sonlandırmaya hazırız.” diye konuştu.

Kosova tarafının diyaloğun öneminin farkına varmasından duyduğu memnuniyeti dile getiren Lajcak, ABD ile yakın bir iş birliği kuracaklarını belirterek, “AB ve ABD’nin Batı Balkan ülkeleri konusunda ortak bir gayesi var, o da bu ülkelerin AB’ye dahil olması.” ifadesini kullandı.

Sırp lider Vucic de Lajcak ile zengin içerikli bir görüşme gerçekleştirdiklerini aktararak, “Sırbistan, Kosova ile diyaloğun sürdürülmesinden yana. Brüksel’e davet edildiğimiz an diyaloğu devam ettirmeye hazırız.” değerlendirmesinde bulundu. Lajcak’ın uzlaşma politikasıyla çözüm üretme çabasını desteklediğini vurgulayan Vucic, böyle bir çözümün her iki tarafın da kısmi memnuniyeti anlamına geleceğini söyledi. Aceleyle üretilmiş çözümlerin felaketlere neden olabileceğine işaret eden Vucic, daha önce üzerinde anlaşma sağlanan hükümlerin yerine getirilmesi konusunda ısrarcı olmaya devam edeceğini sözlerine ekledi.

Kaynak: Time Balkan

Tarih:04.03.2021

Bosnalı Eski Savaşçılar Sırp Sivilleri Öldürmekten Beraat Etti

Bosna mahkemesi Edhem Godinjak, Medaris Sariç ve Mirko Bunoza’yı savaş sırasında Saraybosna yakınlarındaki Trnovo’da tutuklu Bosnalı Sırp sivil ve askerlere yönelik cinayetler ve insanlık dışı muameleden beraat ettirdi.

Altı yıllık bir duruşma sonrasında, Bosna devlet mahkemesi Perşembe günü eski savaşçılar Edhem Godinjak, Medaris Sariç ve Mirko Bunoza’yı sivillere ve savaş esirlerine karşı savaş suçlarından suçlu bulmadı.

Karar, Godinjak, Sariç ve Bunoza’nın “Trnovo belediyesinde bulunan köylerde Sırp sivillere yönelik çok sayıda cinayet, yasadışı tutuklama ve bölgede kurulan gözaltı tesislerinde hapsedilme amacını taşıyan ortak bir suç girişimine” karışmaktan beraat ettiğini söyledi.

Kaynak: Balkan Insight

Tarih:04.03.2021

Türkiye ile Bosna Hersek Arasında Askeri Mali İşbirliği Anlaşması İmzalandı

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Bosna Hersek Savunma Bakanı Sıfet Podzic ile bir araya geldi. Milli Savunma Bakanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre, Bakan Hulusi Akar, Bosna Hersek Savunma Bakanı Sıfet Podzic ile görüştü.

Bosna Hersek Savunma Bakanı Podzic’i Milli Savunma Bakanlığında törenle karşılayan Akar, baş başa görüştü, görüşmenin ardından iki bakan heyetler arası görüşmelere başkanlık etti. Görüşmelerde, ikili ve bölgesel savunma ve güvenlik ile savunma sanayiinde iş birliği konularında görüş alışverişinde bulunuldu.

Akar tarafından, Bosna Hersek’in Bağımsızlık Günü kutlandı, iki ülke arasındaki ortak geçmiş ile dayanışma ve güven ilişkisine vurgu yapıldı, Türkiye ve Bosna Hersek arasındaki askeri eğitim ve iş birliğinin daha da artırılmasına yönelik çalışmalara verilen önem ifade edildi.

Görüşmelerin sonunda, Milli Savunma Bakanı Akar ve Bosna Hersek Savunma Bakanı Podzic tarafından Türkiye ve Bosna Hersek arasında Askeri Mali İşbirliği Anlaşması ve Nakdi Yardım Uygulama Protokolü imzalandı.

Kaynak: Time Balkan

Tarih:03.03.2021

Bulgaristan ile Suudi Arabistan Arasında Hava Hizmetlerine İlişkin Anlaşma İmzalandı

Bulgaristan’ın Ulaştırma, Bilgi Teknolojileri ve haberleşme Bakanlığından yapılan açıklamaya göre, Bulgaristan hükümeti ile Suudi Arabistan Krallığı hükümeti arasında hava hizmetlerine ilişkin anlaşma ve mutabakat muhtırası imzalandı. Belgeler, Ulaştırma, Bilgi Teknolojileri ve Haberleşme Bakanı Rosen Jelyazkov ve Suudi Arabistanlı mevkidaşı Saleh al-Jasser tarafından imzalandı.

Bulgaristan Cumhuriyeti ile Suudi Arabistan Krallığı arasında mevcut bir hava taşımacılığı anlaşması bulunmamaktadır. Bu, yolcu, kargo ve postanın hava yoluyla doğrudan taşınmasını sınırlamaktadır. Mutabakat, ikili ticari ve ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi, turizmin canlandırılması ve Bulgaristan’ın Ortadoğu bölgesi ile bağlantısının iyileştirilmesi için koşullar yaratmaktadır.

Kaynak: Time Balkan

Tarih:03.03.2021

Kurti, Netanyahu’nun İsrail’i Ziyaret Davetini Kabul Etti

Vetvendosje Hareketi (LVV) lideri Albin Kurti, birkaç gün önce 14 Şubat seçimlerinde kazandığı zaferden ötürü kendisini tebrik eden İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’ya mektup yazdı.

Mektupta Kurti, Netanyahu’nun İsrail’i ziyaret etme daveti hakkında da yazdı. Kurti, mektupta, iki halk arasındaki ilişkilerin, iki ülke arasında diplomatik ilişkilere dönüşmesini memnuniyetle karşıladığını belirtti. İsrail Başbakanına gönderilen mektupta “Bunu siyasi, ekonomik ve kültürel işbirliğimizi kurmak ve güçlendirmek için bir fırsat olarak görüyorum” değerlendirmesine yer verildi.

Kosovalıların tarihsel olarak Yahudi cemaatine saygılı olduğu kaydedilen mektupta, “Kosova’nın müstakbel Başbakanı olarak, Yahudi cemaati ve ülkemizdeki mirasının ilgili konularını ele almaktan memnuniyet duyacağım.” ifadesi kullanıldı. İsrail’i ziyaret etmesi daveti için Netanyahu’ya teşekkür eden Kurti, bu ziyareti gerçekleştireceğine dair söz verdi, ancak tarihini belirtmedi.

Mektupta, Kosova’nın Kudüs’te Büyükelçilik açması konusundan söz edilmedi.

Kaynak: Time Balkan

Tarih:03.03.2021

AB, Yunanistan’ın Sığınmacıları Geri Yollamasının Ardından ‘Temel Haklara Saygı’ Çağrısı Yaptı

AB Komisyonunun geri itme ve kötü davranma iddialarını çok ciddiye aldığını vurgulayan sözcü, “Temel hakların korunması dahil ilgili yükümlülüklere saygı gösterilmesinin sağlanması ulusal yönetimler ve yargı makamlarının sorumluluğundadır.” dedi.

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, Yunanistan’ın geçen hafta çok sayıda sığınmacıyı Türkiye’ye geri itmesinin ardından, bu gibi olaylarda AB ülkelerinin Avrupa değerleri doğrultusunda hareket etmesi ve temel haklara saygı göstermesi gerektiğini bildirdi.

AB Komisyonu’nun geri itme ve kötü davranma iddialarını çok ciddiye aldığını vurgulayan sözcü, “Temel hakların korunması dahil ilgili yükümlülüklere saygı gösterilmesinin sağlanması ulusal yönetimler ve yargı makamlarının sorumluluğundadır.” dedi.

Sözcü, AB Komisyonunun üye ülkelerin kolluk kuvvetlerince yürütülen kötü yönetimi soruşturma yetkisi bulunmadığını hatırlatarak “Diğer olaylarda olduğu gibi bu olayda da ulusal makamların gerçeklerin ortaya çıkarılması ve kanuna aykırı uygulamaların takip edilmesi için soruşturma yapmasını bekliyoruz.” açıklamasını yaptı.

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 02.03.2021

BM: Yunanistan’ın Sığınmacıları Geri Yollaması Uluslararası Hukukun Açık İhlali Anlamına Geliyor

BM, Yunanistan’ın geçen hafta çok sayıda sığınmacıyı Türkiye’ye geri itmesinin; 1951 Mülteci Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AB hukukunun “açıkça” ihlali anlamına geldiğini bildirdi.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Sözcüsü Boris Cheshirkov, BM Cenevre Ofisi’nde düzenlenen basın toplantısında, Yunanistan’ın onlarca sığınmacıyı, değerli eşyalarını ve paralarını aldıktan sonra Türkiye’ye geri itmesine ilişkin soruları yanıtladı.

Cheshirkov, “Yunanistan’ın hem kara hem de deniz sınırlarından sığınmacıları geri itmesi durumu, geçen yıl boyunca yakından takip ettiğimiz bir durum.” dedi.

2020 öncesi yıllarda da Yunanistan’a hem denizden hem de karadan ulaşmaya çalışan ve ardından sığınmacıların geri itildiğine dair haberlere ilişkin sürekli endişelerini dile getirdiklerini belirten Cheshirkov, bölgedeki durumu yakından takip ettiklerini ifade etti.

18 Şubat 2021’de yine Yunan güvenlik güçleri tarafından Midilli Adası’ndaki mülteci kampından Kovid-19 testi gerekçesiyle çıkarılan, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 13 kişilik Afgan sığınmacı grubun darp edilip, değerli eşyaları ve paraları alındıktan sonra geri itilmesine ilişkin Cheshirkov, aralarında çocukların da olduğu grubun 17 Şubat’ta Midilli Adası’nın kuzey kıyılarına ulaştığına dair bilgi edindiklerini belirtti.

Cheshirkov, “Açıkçası, 1951 Mülteci Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AB hukuku, devletlerin insanların sığınma talep etme hakkını korumasını, geri itilmelerden korunmalarını ve normal sığınma sürecinden geçmeden geri gönderilmemeleri gerektiğini emretmektedir.” diye konuştu.

Kaynak: Time Balkan

Tarih:02.03.2021

Lajčák Karadağ’ın Avrupa Sürecinde Lider Olduğunu Söyledi

Batı Balkanlar ziyaretine başlayan Avrupa Birliği’nin Belgrad-Priştine Diyaloğu ve diğer Batı Balkan bölgesel meselelerinden sorumlu Özel Temsilcisi Miroslav Lajčák, Perşembe günü Podgorica’da yaptığı açıklamada Karadağ’ın Avrupa yolunda en çok ilerleme kaydeden ülke olduğunu ifade etti.

Lajčák, Karadağ Başbakanı Zdravko Krivokapiç ile görüşmesi sonrasında yaptığı açıklamada, “Avrupa Komisyonu, mevcut görev süresinin sonuna kadar müzakereleri sona erdirebileceğini ve bunun için en iyi aday Karadağ olduğunu söyledi” ifadelerini kullandı.

Lajčák, Priştine ve Belgrad’ın da program dahilinde olduğu ziyaretine devam ediyor.

Kaynak: N1

Tarih: 04.03.2021

Vučić, Lajčák ile görüştü

AB’nin Belgrad-Priştine Diyaloğu ve Batı Balkanlar’daki diğer bölgesel konulardan sorumlu Özel Temsilcisi Miroslav Lajčák Çarşamba günü Belgrad’da Aleksandar Vučić ile bir görüşme yaptı.

Sırbistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Miroslav Lajčák ile görüşmenin ardından Çarşamba günü yaptığı açıklamada, Sırbistan’ın Priştine ile diyaloğa kararlı olduğunu ve devamına hazır olduğunu, ültimatom ve dayatılan kararlar olmadan çözüme ulaşma çabalarını desteklediğini söyledi.

Sırbistan’ın uzlaşma politikası yoluyla çözüme ulaşma faaliyetlerini, çabalarını ve niyetlerini desteklediğine dikkat çeken Vučić “Uzlaşma ve anlaşmanın – her şey için her şey değil, herkes için yeterli olduğuna inanıyoruz. Sorumlu, ciddi ve meşgul olmak bizim yükümlülüğümüzdür” açıklamasını yaptı.

Cumhurbaşkanı Vučić ayrıca, Sırbistan’ın Brüksel’den imzalanan ve kabul edilen anlaşmaların tam olarak uygulanmasında ısrar edeceğini belirterek, Sırbistan’ın tüm yükümlülüklerini tam olarak yerine getirdiğine dikkat çekti. Miroslav Lajčák’a bağlılığından ötürü teşekkür ederek, Sırbistan’da her zaman memnuniyetle karşılandığını da sözlerine ekledi.

Lajčák, AB üye ülkelerinin, Belgrad ile Priştine arasında ilişkilerin kapsamlı bir şekilde normalleşmesi ve tüm açık konuların yapıcı bir şekilde ve iyi niyetle devam etmesini beklediklerini ifade etti.

Kaynak: Independent Balkan News Agency

Tarih: 04.03.2021

Büyükelçi, Fransa’nın Batı Balkanlar’ı Desteklemeye Kararlı Olduğunu Söyledi

Sırbistan’ın Fransa Büyükelçisi Jean Louis Falconi Cuma günü yaptığı açıklamada, ülkesinin Avrupa Birliği üyeliği yolunda Batı Balkanları desteklemeye kararlı olduğunu söyledi.

Fransa ve Belgrad Güvenlik Politikası Merkezi tarafından düzenlenen Batı Balkanlar’ın Avrupa entegrasyonu konulu çevrimiçi konferansta yaptığı açıklamada, Birliğe katılmak isteyen bir ülkeye ne yapması gerektiğinin söylendiğini ifade etti. Sırbistan ve Karadağ gibi aday ülkelerin genişleme için yeni metodolojiye nasıl adapte olacaklarının anlatılmasını beklediklerini, ancak Brüksel’den henüz bir haber gelmediğini söyledi.

Falconi, ilerleme arzusu varsa ilerleme sağlanacağını, ancak bunun bölgeye bağlı olduğunu belirtti.

Kaynak: N1

Tarih: 05.03.2021

AP Komisyonu Arnavutluk ve Kuzey Makedonya’nın İlerleme Raporlarını Onayladı

Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komitesi’nin Kuzey Makedonya ve Arnavutluk’un AB yolunda ilerlemesiyle ilgili raporları onayladığı açıklandı.

Avrupa Parlamentosu üyesi İlhan Kyuchyuk Bulgaristan Ulusal Radyosuna (BNR) yaptığı açıklamada, dün öğleden sonra Kuzey Makedonya raporunda uzlaşmaya varılmasının ardından belgelerin onaylandığını vurguladı.

Kyuchyuk’a göre, uzlaşmanın ardından ülkelerin raporu üzerinde “iyi komşuluk ilişkilerinin müzakere sürecinin önemli bir parçası olduğu, Bulgaristan ile Anlaşmanın tam olarak uygulanması gerektiği ve bölgesel işbirliğinde kilit rol oynadığı” şeklinde bir anlaşma yapıldı.

Parlamento üyesi Isabel Santos’un Arnavutluk hakkında hazırladığı rapor, ilke olarak Avrupa Parlamentosunun ATA Ajansı tarafından “Arnavutluk ile İlk Hükümetler arası Konferans’ı zaman kaybetmeden yapmaya” çağrılmasıyla onaylandı.

Arnavutluk Sosyalist Parti (SP) meclis grubu başkanı Taulant Balla, Avrupa Parlamentosu’nun Arnavutluk raportörü Isabel Santos’a Avrupa Parlamentosu’nun Arnavutluk ile İlk Hükümetler arası Konferansın Dış Politika Komitesi tarafından ilke olarak onayladığı için teşekkür etti.

Avrupa Parlamentosu, 25 Mart’ta yapılması planlanan genel kurulda Kuzey Makedonya ve Arnavutluk hakkındaki raporlara karar verecek.

Kaynak: Independent Balkan News Agency

Tarih: 05.03.2021

Sırbistan Dışişleri Bakanı: Ülkemiz Avrupa’ya aittir

Avrupa Birliği’ne katılım, Sırbistan için önemli bir dış politika önceliği olmaya devam ediyor. Bu, Sırp baş Diplomatı Nikola Selakoviç tarafından 3 Mart’ta Almanya ziyaretinin arifesinde ifade edildi.

Sırbistan Dışişleri Bakanına göre, ülkenin son yıllarda gerçekleştirmekte olduğu bütün reformlar AB’ye katılmayı hedefliyor.

“Biz Avrupa kültür alanına aitiz. Batı Balkanlar’da yeni üyelerin kabulü için Avrupa Komisyonu’nun yeni metodolojisini benimseyen ilk devletiz ”, H1 TV kanalı Selakovich’in Alman Südeutsche Zeitung gazetesine verdiği röportajdan sözlerini aktarıyor.

Bakan ayrıca Çin’in Sırp ekonomisine yaptığı yatırım konusuna da değindi. Ona göre, Sırbistan’daki Çin yatırımları, Çin’in ticaret cirosu Sırbistan’ın birkaç bin kat aşan Avrupa ülkeleri tarafından eleştiriliyor. “Vatandaşlara Sırbistan’da kalma ve ailelerine destek olma fırsatı vermeye çalışıyoruz. Bu, AB’ye katılma yönelimimizle hiçbir şekilde çelişmiyor ve Moskova ve Pekin’deki meslektaşlarımız bunu biliyor” dedi.

Kaynak: Regnum

Tarih: 03.03.2021

HAZIRLAYANLAR:

Aybüke Koçak, Can Tanrıöğen, Didem Şimşek, Dilara Nesrin Bulut, Dilek Keçeci, Elifnur Ayhan, Gizem Kocakaplan, Hasibe Özdemir, Hatice Deniz Hızal, Hilal Yel, İleyna Savuk, Rümeysa Güner, Şamil Orhan, Taha Yüceses, Zülfiye Çobanoğlu

TUİÇ Balkan Stajyerleri

Haftalık Göç Bülteni / 1-7 Mart

0

Yemen’de Yerinden Edilen Milyonlarca İnsan Temiz Suya Erişemiyor

Yemen’de yedi senedir süren iç savaş dolayısıyla yerinden edilen  yaklaşık 4 milyon insan bugün sağlıksız koşullar altında yaşamaya devam ediyor. Savaşın şiddeti her geçen gün daha çok hissedilirken, ülkenin kaynakları tükenmeye başladı. Yerinden edilen savaşın mağdurları, kıtlık ve temiz suya erişim konusunda ciddi bir tehlike ile karşı karşıya. Sağlıksız koşullar altında yaşamaya çalışan halk arasında salgın hastalıklar görülmeye başlandı.

IOM, krizden etkilenen Yemen halkı için finansman istediğini duyururken 5 milyon ihtiyaç sahibini barındıran Ma’rib bölgesini işaret ederek fon desteği beklediği konusunda açık çağrıda bulundu.

Kaynak: IOM

Tarih: 02.03.2021

Nijerya’daki Suç Çetesi Halkı Göç Etmeye Mecbur Bıraktı

Nijerya’nın kuzeybatısına aylardır korkunç bir manzara hakim: cinayetler, yağmalanan köyler, insan kaçakçılığı…

Nijerya’da suç çeteleri tarafından meydana getirilen toplumsal çatışmalar şiddetini arttırdı. Fidye için insan kaçakçılığından,silahlı saldıra kadar birçok hayati tehdide sebep olan çete, köyleri yağmalamaya başlayınca hayatta kalmak uğruna binlerce vatandaş ülkenin güneyine doğru göç etmeye mecbur kaldı. Yerinden edilmiş binlerce mülteci, göç ettikleri alanda güvenliklerini sağlamaya çalışsa da sağlıklı barınma koşullarına sahip olmadığı için halen tehlike son bulmuş değil.

Kaynak: UNHCR

Tarih: 02.03.2021

BMMYK’ den Orta Afrikalı Mültecilere Müjde Var

Sınırlı kaynaklar ile hayatlarını sürdürmeye çalışan Orta Afrikalı mülteciler, nehir kenarlarındaki derma çatma barınaklarda yaşıyorlar. Çocuklar eğitim alabilecekleri hizmet binalarından, aileler ise temiz su tesislerinden uzakta olmanın getirdiği sorunlar ile karşı karşıya. BM Mülteci Örgütü bu sorunla baş edebilmek için adım attı.

Mültecilerin uzak yerleşim alanları problemlerine değinen BMMYK, Uluslararası Mülteci Komisyonu ( CNR) ile karşılıklı imzaladıkları anlaşma ile mültecilere müjdeyi verdi: Mültecilerin iç bölgelerde daha güvenli yaşayabileceği, kendi üretimlerini yapabilecekleri ve eğitim, sağlık gibi idari hizmetlere kolaylıkla ulaşabilecekleri yerleşim alanları tasarlandı.

Kararın hayata geçmesi için hükümet onayının alınması bekleniyor. Faaliyete geçer ise yaklaşık 35 bin mülteci daha iyi koşullarda yaşayacak.

Kaynak: UNHCR

Tarih: 02.03.2021

Türkiye- Yunanistan Sınırında Yaşanan Göç Hareketliliğinin Ardından Tam 1 Yıl Geçti

28 Şubat 2020’de Suriyelilerin Avrupa’ya geçişinin engellenmemesi kararının ardından Edirne üzerinden ülkemizden ayrılan yaklaşık yüz bin mülteci Yunanistan sınır kapısından geçebilmek için günlerce beklemek durumunda kalmıştı.

Gazeteci Fırat Fıstık, Türkiye- Yunanistan sınırında yaşanan göç hareketliliği sırasında mülteci haberleri yapmak üzere sahada yaptığı çalışmaların tam 1 yıl sonrasında o günlerden bahsetti: Şehir içlerine girmeleri engellenen mülteciler, nehir istasyonlarında bekletilirken askerlerin sert müdahalesi, gıdaya ulaşımın zorluğunu ve daha birçok hak ihlallerine şahit olduğunu söyledi. Yemek yardımı için 4 gün beklediklerini söyleyen Fıstık, “Yaşadıklarına şahit olduğumda resmen yıkıldım.” dedi.

Kaynak: Mülteci Medyası

Tarih: 02.03.2021

IOM’dan  Mülteci Kadınlara 8 Mart Hediyesi Olarak: “Güvenli Alan”

Pandeminin etkisinde daha da görünür hale gelen bir sorun olan mülteciler için güvenli alan ve  gittikçe kötüleşen yaşam koşulları, Bangladeş üzerinden yapılan son rapor* doğrultusunda Uluslararası Mülteci Örgütü (IOM)’ nü  harekete geçirdi.

IOM, bilhassa kadınlar ve kız çocuklarının fiziksel ve duygusal anlamda kendilerini özgür hissetmelerini hedeflediğini belirterek Bangladeş’te bulunan 9 mülteci kampında ‘güvenli alan’ oluşturdu. Bu alan içerisinde farkındalık yaratacak etkinlikler ve sosyal yardımların yapılacağı IOM Misyon Başkanı tarafından açıklandı.

Güvenli Alan, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncesinde çalışmalarına başlamış olacak.

Kaynak: IOM News

Tarih: 03.03.2021

Raporu okumak için*: https://www.humanitarianresponse.info/en/operations/bangladesh/document/shadows-pandemic-gendered-impact-covid-19-rohingya-and-host

Yunanistan, AB Fonlu Mültecilere Destek Programını Aniden Durdurdu

Yunanistan’da birçok mülteci barındıkları alanların zorlu ve küresel salgın koşullarına uygun olmaması nedeniyle kış aylarını park ve meydanlarda geçirmek zorunda kalmıştı. Kötü günleri geride bırakmayı umut etmekte olan mülteciler için AB fonu ile sağlanan para yardımları büyük öneme sahipti ancak birdenbire destek programının kesilmesi ile The Guardian’ın tahminlerine göre,yaklaşık 2 bin mülteci evsiz ve işsiz kalacak.

Uluslararası Kurtarma Komitesi’nin Avrupa’daki Politika ve Savunuculuk Direktörü Imogen Sudbery, programın durdurulması hakkındaki endişelerini belirtirken Yunanistan Başbakanı Miçotakis, konu hakkında devletin milli entegrasyon stratejisini hızla gerçekleştirmeyi planladığını açıklamak ile yetindi.

Kaynak: The Guardian & T24

Tarih: 05.03.2021

Sadece İki Ayda Tam 98 Suriyeli Bebek Öldü

Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) 2020 verilerine göre Gaziantep, bebek ölümlerinin en çok yaşandığı il olarak açıklanmıştı.  Gaziantep’te vefat eden bebeklerin arasında sağlıksız koşullarda dünyaya gelmiş olan Suriyeli bebeklerin sayısı dikkat çekti.

2021 yılının ilk iki ayında toplam 98 bebek hayatını kaybetti. Gaziantep Tabip Odası Başkanı Dr. Ayşegül Ateş Tarla, bu sayının ciddiyetinin altının çizerken artık bu sorun özelinde bir çalışmanın yapılması gerektiğini belirtti.

Kaynak: Mülteci Medyası

Tarih: 05.03.2021

Kolombiya’dan Göç Konusunda Bir İlk

Kolombiya’da Venezüellalı göçmenlerin sayısı her geçen gün giderek artmaktadır. Bölgede yerinden edilmiş 4,6 milyon Venezüellalı bulunurken bu nüfusun Kolombiya’da kalma konusundaki niyeti de ortaya koyulmuştur. Ancak düzensiz göçmenlerin temel hizmetlere erişiminin zorlu olması ve istihdama katılamaması gibi sorunlar  Kolombiya Devlet Başkanı Duque tarafından göz önünde bulunduruldu ve sorunu çözmeye yönelik cömert bir karar verildi

Iván Duque’nin Kolombiya’daki tüm Venezuelalı göçmenlerin on yıl süreyle geçici koruma statüsü alabileceğini açıkladı. Başkan tarafından bu karar, sosyal entegrasyonun sağlanması açısından önemli görülürken yerel topluluk için henüz tartışmalı bir konu.

Yerel topluluğun konu hakkındaki görüşüne ait yapılan anketlerde* halkın yalnızca %43’ü bu adımı onayladığını belirtse de, göç konusunda eşi görülmemiş cesarette bir eylem olarak nitelendiriliyor.

Kaynak: Migration Policy İnstitute

Tarih: 06.03.2021

Ankete göz atmak için*: https://s3.amazonaws.com/semanaruralvzla/documentos/1609184052_boletin_16_de_percepcion_regionalpdf

Hazırlayan: Yağmur BAŞ

Gülün Adı – Il Nome Della Rosa (1986)

Gülün Adı, İtalyan yazar Umberto Eco’nun aynı ismi taşıyan kitabından uyarlanarak beyaz perdeye taşınmış, Jean-Jacques Annaud yönetmenliğiyle, İtalya, Fransa ve Almanya’da sahnelenmiş 1986 tarihli filmdir. Film temel olarak engizisyon mahkemelerinin ve keşişlerin kutsal sayılan güçlerinin ve mistik tahtlarının korunabilmesi için Ortaçağ kilisesinin hakikati aramayı, kitapları ve onlara ulaşmayı engellediği karanlık çağları bir takım polisiye olaylarla da pekiştirerek anlatır. Eski engizisyon mahkemesi yargıcı olan rahip Baskerwilleli William ve yanındaki genç çömezin, çağın ve Hristiyan aleminin en mükemmel kütüphanesine sahip olduğunu iddia eden Benedikt kilisesine ulaşması ile film başlar ve eski karanlıklara karşı bir mum yakarlar.

Rahip William ve çömez Adso manastıra ilk ulaştıklarında Benedikt kilisesinde faili meçhul bir ölüm gerçekleşmiştir. Bu manastır her yerden uzak ve loş ışıklandırmasıyla filmde mistik esintiler taşır. Çoğu insan, aslında insanlığın en belirgin özelliği olan akıl etmek ve düşünmeyi göz ardı ederek, yerine kolay yol olarak bu ölümü dünyevi olmayan güçlerle açıklamaya çalışmışlardır. Birbirini takip eden ölümler, film boyunca devam eder ve hepsi dini kehanetlere, büyülere ve var olan şeytanlara adanarak açıklanır, insanlar arasında bir korku hakimdir. Aslında korkup kendisinden kaçılan şey kendi yarattıkları şeytandan başka bir şey değildir, ancak dinin büyüsünden bunun farkına varılamamıştır. Rahip William herkesten farklı olarak sadece tek yönü gösteren ilahi gözlüklerini çıkarmış, bu ölümlerin asıl sebeplerini insanın en büyük zenginliği olan aklı ile ipuçlarını takip ederek bulmuştur. Bu ölümlere sebep olan, rahiplerin hiç yazılmamış olduğunu iddia ettikleri ve hiç var olmamışçasına uzunca, penceresiz, şifreler ve labirentlerle dolu gizli kulelerde sakladıkları hazineler olan kitaplardan birisi Aristo’nun Poetika’sıdır. Bu kitabın sayfalarına zehirler sürülmüştür ve dolayısıyla bunu okumak isteyen elini dahi süren kimse ölümü tatmış olur. Bu bağlamda kilisenin hazine değerinde olan eski Yunan eserlerini karanlık kulelere kapatıp halkı da karanlık içerisinde bırakmalarının sebebi, otorite kaybının korkusundan başka bir şey değildir, bu yüzden filmde fazla bilginin yalnızca acı getireceğinden sıkça bahsedilir. Her gün söylenen kurallarda bir keşişin asla gülmemesi gerektiği çok dikkat çeken bir detaydır, oysa Aristo’nun Poetika’sı hakikate giden yolda komedi olarak yazılmış bir eserdir ve yasaklanması da bu yüzdendir. Kitapların saklanmış olduğu o karanlıklarla dolu kuleyi ilk gördüğümde bana Platon’un mağara paradigmasını çağrıştırdı. Kitaplar, kilise tarafından zincire vurulmuş ve karanlıkta bırakılmış, insanların aydınlığa ulaşması için ışık yakabilmelerine hiç müsaade edilmeyen bir ortam mevcutken, insanlar bütün varlıklarını kiliseye verip cennetten bir bahçe aldıklarını sandıkları hayal aleminde yaşamaya mahkûm edilmişlerdir. Film boyunca ya o kitaplar o saklı kaldıkları labirentler şifrelerle dolu kulelerden hiç çıkamayıp orda yok olsaydı diye kendimi düşünmekten alamadım. Çünkü eğer öyle olsaydı, kimse dini gücün mutlak hakimiyetine karşı çıkmayıp kilisenin izin vermiş olduğu birkaç kitapla yetinmiş olsaydı Aydınlanma Çağı hiç başlamayacaktı. Buradan da görüldüğü üzere kilisenin ruhsal olarak sakıncalı olarak niteledikleri hazine değerindeki pek çok kitap özellikle Antik Yunan eserleri ve Platon Aristo gibi felsefi düşünceye yön vermiş olan düşünürlerin eserleri karanlık çağları aydınlatmak için yakılan bir fener, aydınlığa doğru atılmış adımları temsil ederler.

Ölümleri aydınlatamadığını düşündükleri William yerine Engizisyon sorgucu Bernardo Gui davet edilir ancak Gui’nin yaptığı tek şey, Adso’nun saklanırken aşık olduğu fakir köylü kızın yalnızca karnını doyurmak için ayırdığı kara tavuk ve kara kediyi kanıt göstererek bu kızın bir cadı olduğunu sayıklayarak şeytanın varlığı tekerlemesini söylemek olmuştur. Kadın, o dönemde şeytansı olarak tanımlanır ve daha önce William’ı inatçı entelektüel tutkusu yüzünden engizisyon yargıçlığından eden olay bu mahkemede tekrar tekerrür eder. Farklı düşüncenin, fikir ayrılıklarının düşman gözlükleriyle görüldüğü bu çağ Avrupa’sında kilise ile çelişen her fikir ölümle sonuçlanmak manasına gelmektedir. Karşıt fikre olan bu korku, kitabı zehirleyen rahibin kitaplara ulaşılmaması amacıyla yemesiyle ve kütüphaneyi tamamen yakarak kendisinin de can vermesiyle sonuçlanmıştır. Gui, mahkemede kafir etiketi yapıştırdığı kişileri yakmaya hazırlarken köylülerin isyanı onu kendi kazdığı kuyuya düşmesine ve işkence aletiyle ölmesine sebep olur ve bu da filmde büyünün bozumu anlamına gelmektedir.

Filmdeki bir diğer dikkat çekici ayrıntı, rahip William’ın da üyesi olduğu Fransisken ve gelmiş oldukları Benedikt rahiplerinin arasındaki farklardır. Benedikt rahipleri kilisenin mal mülk ve zenginlikle bağdaştırmış olduklarından bunu kendi yaşam şekillerinde de gösterirken Fransisken rahipleri bunun tam tersiyle dolu bir hayat geçirmektedirler. Köylülerin bütün varını yoğunu alarak ve karşılığında cennet vaat ederek lüks içinde yaşamayı bir lütuf olarak görmüşlerdir, ancak Gui’nin mahkemesinde öldürmediği kişi yüzünden kafir damgası yiyen Varageneli Remigio, bütün hayatı boyunca çalarak köylünün hakkını yediğini ve buna son vermek istediğini, kilisenin gerçek yüzünü görmüş olduğunu itiraf ettiğinde köylü ayaklanması, köylüyü fiziksel, keşişleri ruhsal anlamda aç bırakan kilise gücüne karşı çıkılmasına zemin hazırlamıştır.

Aşkın William ve çömezi Adso tarafından farklı tanımlanması da Gülün Adı’nın dikkat çekici noktalarından birini oluşturur. William aşkı tanrısal ve ilahi olarak görürken Adso, adını bile bilmediği o köylü kızının hayalini yüreğinde taşıyarak aşkı tanımlar. William, kadınların erdem içermeyen şeytani mahluklar olamayacağını da belirterek karanlık düşüncelerden akla verdiği önemle sıyrılmayı başarmıştır.

Gülün Adı filmine hâkim olan loş ışık filmin Ortaçağ karakterini yansıtmış ve kostümlerin ve mekanların da başarısı ile film 2 saat 11 dakika içerisinde seyirciye daha önce hakim olan değerler çerçevesinin yıkılışının bir portresini sunar. Foucault’a referansla bilginin güç olduğu çıkarımıyla, modern dünyaya benzer çizgiler de bu filmde görülebilir. Kilise, bu anlamda hangi bilgiye ulaşılabileceğini aynı günümüzdeki gibi yönetmiş ve otoritenin yıkılması endişesiyle sansüre maruz kalmıştır.

Tarih boyunca mit ve dogmadan kopuş hakikati arama ve ona ulaşmada atılan en büyük adımlardan biri olmuştur. Gülün Adı adlı filmde, rahip William ve Adso’nun kilisedeki ölümleri mistik öğelerden farklı olarak açıklayarak sadece ilahi sebep sonuç ilişkileri ile dolu olarak görülen dünyadan ve insanların kendilerinin yaratıp korktukları şeytanlardan sıyrılarak mutlak sayılan hakimiyet tahtını sarsmışlardır. Antik Yunan eserlerinin ve Aristoteles’in Poetika adlı eserlerini zehirli ve tehlikeli olarak görerek kulelere kapatmayı tercih eden zihniyet, aslında kitapları kendi elleriyle zehirlemiştir, dolayısıyla onların yaşanan karanlık çağa nasıl aydınlık getireceğinden bihaberlerdir. Bu bağlamda Gülün Adı rahip William’ın yanan kütüphanede kendinden çok kitapları kurtarma çabasında da kendini gösterdiği gibi bilginin, düşüncenin ve farklı görüşlerin, karanlık çağlarda yakılmış birer mum ve aydınlığa atılmış birer adım olduklarını sembolize eden bir başyapıttır.

Sena Tuncay

Siyasi Düşünceler Tarihi Staj Programı

Haftalık Sivil Toplum Bülteni / 5-12 Mart

0

Habitat Derneği – Geleceğini Şimdi Yönet Projesi Online Eğitimi

Habitat Derneği, Geleceğini Şimdi Yönet Projesi kapsamında “Finansal Risk” eğitimini online olarak gerçekleştiriyor. 8 Mart ve 29 Mart tarihlerinde saat 16:00 – 18:00 arasında siz de istediğiniz eğitime katılabilirsiniz.

Eğitim İçeriği: İyi borçlanma, kötü borçlanma ve Krediler hakkında bilinmesi gerekenler, Kredi kartı, Kredi çeşitleri, Kredili mevduat hesabı, İhtiyaç kredisi, Konut kredisi Kredilendirme sisteminin yapısı, Sistem içerisinde arka plandaki oyuncular, Maliyetler, Ödeme zamanları, Diğer haklar ve Finansal Risk Yönetimi, Risk raporu, Kredibilite.

Eğitim Kanalı: Zoom

Eğitim Tarihi: 8 Mart – 29 Mart 2021 / Saat: 16:00

Başvuru ve Detaylı Bilgi İçin: https://habitatdernegi.org/blog/gelecegini-simdi-yonet-projesi-online-egitimi-8/ 

Temiz Enerji Vakfı ve Küresel Denge Derneği- Yerelden Ulusala İklim Ağı Projesi

TEMEV ve Küresel Denge Derneği ortaklığı ile hazırlanan ve yürütülmekte olan “Yerelden Ulusala İklim Ağı Projesi” Avrupa Birliği tarafından finanse edilen Türkiye’de Sivil Toplumun Desteklenmesi Hibe Programı kapsamında sürdürülmektedir.

Projenin Genel Amacı: İklim değişikliği ile mücadele alanında faaliyet gösteren STK’ları ortak bir ağ etrafında buluşturup, kent konseyleri ile bağlantılı bir şekilde idare ile işbirliği içerisinde olmalarını sağlayarak güçlendirmektir.

Programın Ana Hedefleri: Politika ve karar alma süreçlerine daha aktif demokratik katılım yoluyla sivil toplumun gelişimine destek olmak, Temel haklar ve diyalog kültürünü teşvik etmek, Türkiye ve Avrupa’daki sivil toplumlar arasında sivil toplum diyaloğunu ve kültür alışverişini geliştirmektir.

Eğitim Kanalı: Zoom

Eğitim Tarihi: 9-10 Mart 2021

Başvuru ve Detaylı Bilgi İçin: https://docs.google.com/forms/d/e/1FAIpQLSegfkNHo-8X-iY5atvkVBoRvkcEsmDUFqyKlsdKIa7XTKfTMA/viewform

https://temev.org.tr/yerelden-ulusala-iklim-agi/

Mor Çatı – Kadına Yönelik Şiddet Alanında Sosyal Çalışma Atölyesi

Mor Çatı, sosyal çalışmacıların kadına yönelik şiddet konusundaki farkındalıklarının artırılması ve onlara destek sağlanması amacıyla 3 günlük çevrimiçi bir atölye çalışması düzenliyor.

Eğitimin İçeriği: 19-20-21 Mart 2021 tarihlerinde gerçekleşecek olan atölyede kadına yönelik şiddetle mücadelede sosyal çalışmanın alanda çalışan veya çalışmayı isteyen sosyal çalışmacılarla birlikte değerlendirilmesi, iyi uygulamaların ortaya çıkarılması ve zorluk yaşanan durumlara ilişkin çözüm önerileri oluşturulması hedeflenmektedir.

Eğitim Kanalı: Zoom

Eğitim Tarihi: 19-20-21 Mart 2021

Son Başvuru Tarihi: 10 Mart 2021

Başvuru ve Detaylı Bilgi İçin: https://docs.google.com/forms/d/e/1FAIpQLSezo98OT96V0LeHX7zYPHchQpoh70qgYQbITbYhu4J4cTCeXA/viewform

https://morcati.org.tr/

Güler Yüzler Derneği – Diksiyon, Artikülasyon ve Etkili İletişim Eğitimi

İş hayatındaki en temel konulardan biri de kendimizi iyi ifade edebilmektir. İletişimin özü olan kendini iyi ifade edebilme becerisi mutlaka geliştirilmelidir. Diksiyon ve etkili konuşma iş hayatında en fazla değer verilen ana becerilerden biridir. Bu becerilerin gelişmesi amacıyla Güler Yüzler Derneği bu eğitimi düzenliyor.

Eğitimin İçeriği: Diksiyon Nedir, Temel Diksiyon Eğitimi, Diksiyon ve Güzel Konuşma, Artikülasyon Nedir, Etkili İletişim.

Eğitim Kanalı: Zoom

Eğitim Tarihi: 6 Mart 2021

Başvuru ve Detaylı Bilgi İçin: https://docs.google.com/forms/d/e/1FAIpQLSfMShvhjeglY9h6T993ZIsjWetNHhmr5htoDij0KTMNFfOcfw/viewform

Kız Başına-İyileşme Hareketi

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sonuçlarından biri olan cinsel şiddet olgusunu tüm boyutları ile irdeleyerek bireylerde bir farkındalık oluşturmayı ve bilgilendirmeyi, desteklemeyi, yalnız olmadıklarını hissettirmeyi ve cesaretlendirmeyi amaçladığımız İyileşme Hareketi’nde cinsel şiddetle hep birlikte mücadele ediyoruz.

Eğitim Kanalı: Zoom

Eğitim Tarihi: 6-7 Mart 2021

Başvuru ve Detaylı Bilgi İçin: https://form.jotform.com/210515986706966

https://linktr.ee/kizbasina

Türk Tabipler Birliği- Pandeminin Türkiye’de Birinci Yılı: Doğa, İnsan ve Geleceğimiz

Türk Tabipler Birliği (TTB), “Pandeminin Türkiye’de Birinci Yılı: Doğa, İnsan ve Geleceğimiz” adlı bir etkinlik düzenliyor.

Etkinliğin ana başlıkları:

11 Mart 2021 Perşembe: Pandemiyle Bir Yıl

12 Mart 2021 Cuma: Pandemide Görünmez Kılınanlar

14 Mart 2021 Pazar: Sağlık Emekçileri Deneyimlerini ve Hayallerini Paylaşıyor

17 Mart 2021 Çarşamba: Pandemide Buharlaşan Hakikat

19 Mart 2021 Çarşamba: Pandemide Çalışma Hayatı

20 Mart 2021 Cuma: Ekolojik Yıkımın Sonucu

Yayın, canlı yayın olarak Türk Tabipler Birliği’nin Youtube kanalından yayınlanacaktır.

Etkinlik Takvimi: 11-20 Mart 2021

Başvuru ve Detaylı bilgi için: https://www.ttb.org.tr/765yihd

Avrupa Birliği – “Diyaloğun 10 Yılı” Etkinliği

Türkiye ve Avrupa Birliği (AB) Arasında Sivil Toplum Diyaloğu, Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPA) çerçevesinde, Avrupa Birliği Başkanlığı tarafından sivil toplum kuruluşlarına yönelik geliştirilen ve sivil toplumun AB üyelik sürecine katkısının en üst düzeyde sağlanabilmesini amaçlayan bir hibe programıdır. “Diyaloğun 10 Yılı Etkinliği” aracılığıyla artık bir marka haline dönüşen Türkiye ve AB Arasında Sivil Toplum Diyaloğunun bu başarısının, başta sivil toplum kuruluşları ve sivil topluma emek verenler olmak üzere, Türkiye ve AB kamuoylarının birlikte katılımlarıyla kutlanması amaçlanmaktadır. “Diyaloğun 10 Yılı Etkinliği”, çevrim içi canlı yayın formatında gerçekleştirilecektir.

Etkinlik Tarihi: 9 Mart 2021,  Saat: 14:00-18:15

Başvuru ve Detaylı Bilgi İçin: https://diyalogun10yili.com/

 

Etkiniz AB Programı – Engelli Hakları İzleme Eğitimi

Etkiniz AB Programı, sivil toplum örgütlerine (STÖ) insan hakları uygulamalarını izlemek, raporlamak ve bulguları doğrultusunda savunuculuk çalışmaları yapmaları için kapasite geliştirme destekleri sunmaya devam ediyor.

Eğitim konuları nelerdir?

Engelli Hakları İzleme Eğitimi, teorik ve pratik çalışmalardan oluşan günde 3 saat süren 3 günlük bir eğitim olarak tasarlandı.

Katılımcılara 4 ana başlık altında insan hakları izleme becerilerini geliştirme fırsatı sunuluyor: Uluslararası insan hakları standartları çerçevesinde engelli hakları, Engelli hakları komitesi ve diğer uluslararası mekanizmalarla etkileşim, Engelli hakları ihlallerini raporlaştırma, Engelli haklarını izlemede ana akımlaştırma.

Eğitim katılım 30 kişi ile sınırlıdır.

Son başvuru tarihi: 12 Mart 2021

Etkinlik Tarihi: 17-18-19 Mart 2021

Detaylı bilgi için: https://etkiniz.eu/blog/online-egitim-20-2/

IOM TURKEY – Covid-19 Dünyasında Göçmen Kadınlar: Başarılar, Zorluklar ve Eşit Bir Gelecek İnşa Etmek

IOM Türkiye moderatörlüğünde, 9 Mart 15:30’da Zoom üzerinden gerçekleştirilecek olan “COVID-19 Dünyasında Göçmen Kadınlar: Başarılar, Zorluklar ve Eşit Bir Gelecek İnşa Etmek” temalı bir panel düzenliyor.

Panel Kanalı: Zoom

Panel Tarihi: 9 Mart 2021 / Saat: 15:30

Başvuru ve Detaylı Bilgi İçin: https://turkey.iom.int/ https://us02web.zoom.us/meeting/register/tZEsdOuhrzwiGtIta6HIc7iTGyBH0hiEIv1E

Hazırlayanlar: Banu TÜYSÜZ, Ecem GÜVEN

TUİÇ Akademi Sivil Toplum Çalışmaları Birimi

Der Untergang (2004)

Önce Führer sizinle konuşur, sonra siz sadece ‘Heil, mein Führer!’ (Nazi selamı) dersiniz.”

Bu replik, adeta tüm filmin özeti niteliğindedir. Sorgulamadan, düşünmeden kabul etme duygusu, kendini lidere adamışlık filmde sürekli taze tutulan bir temadır.

Yönetmenliğini Oliver Hierschbiegel’ın yaptığı bu tarihi film, Joachim Fest’in “Der Untergang” isimli kitabının bir uyarlaması niteliğindedir. Joachim Fest, bir biyografi yazarıdır.  Hitler’in biyografisini, Hitler’in hayalindeki 3. İmparatorluk dönemi Berlin şehir planını maket çalışmasına aktarma işinde yardım eden Albert Speer ile röportajlar neticesinde yazmıştır.  Yazar, hem röportaj yaptığı kişinin Nazi rejiminin korkunç yanlarından habersiz olduğunu iddia etmesi hem de soykırım meselesine neredeyse hiç yer vermemesi bakımından günümüz dünyası tarafından çokça eleştirilmiştir. Aynı eleştiriler, film eleştirileriyle de paralellik göstermiştir.

Faşizm, milliyetçiliğin bir uç versiyonu olarak görülebilir. Daha ofansif ve ırkçı yorumlarla doludur. Filmin başlarında temelde yatan millet olgusunun nasıl oluşturulduğunu görürken, ileri bölümlerinde tüm rahatsız ediciliği ile saldırgan kısmını da görebiliriz.

Film, ana karakter olan Hitler ve arka planda tutulmasıyla dikkatleri çeken Hitler’in sekreterinin sahip olduğu rollerin sürekliliği ile oluşturulmuştur. İlk sahnede, Hitler’in sekreterinin günümüzden kısa bir röportajı gösterilmiş ve son sahnede bu röportajın devamı gösterilmiştir. Adeta sekreterin anılarını canlandırıyormuşçasına çekilen filmin mesajı hemen ilk sahnelerden verilir: “Nasyonal sosyalizmin korkunçluğunu bilmeden bunun parçası olmayı kabul ettik. Bilmiyorduk ama yaptık.” Bunun bir parçası olduğu için kendisini hiç affedemeyen bir sekreterin hikâyesiydi bu.

1942’de Wolfsschanze Karargâhına sekreter seçilmek için giden Traudl Junge, genç yaşının verdiği enerji ile kendini “Führer’ine” teslim etmiştir. Ruslar, Berlin kapılarına dayanırken Hitler’in başarıya olan daimi inancı film boyunca sürmüştür. Yönetmen;  Hitler’in bu başarı inancının gereksiz uzunluğunu, hem Nazi subaylarının rollerine çok iyi bir şekilde yansıtarak hem de seyirciyi “yok artık, bu kadar da olmaz” diyecek kıvama getirerek asıl hissettirmesi gerekeni hissettirebilmiştir.

Millet olgusu oluştururken kahramanlara, şiirlere, şarkılara, marşlara ve yapılara ihtiyaç duyulur. Bu olgu; çocukların şarkılarıyla, madalyonlarla, Hitler’in sanat ve kültürle doldurmayı planladığı yeni imparatorluğuyla ve birilerinin sürekli kendilerini kahraman ilan etme hevesiyle filme güzel bir şekilde yansıtılmıştır. Bunun en iyi örneklerinden biri, Hitler’in başarısızlık olasılığı durumunda Berlin’de kalıp kalmayacağı tartışılırken Albert Speer’in  “Perde kapanırken sahnede olmalısınız” repliğidir. Bunun yanında çocuk askerlerin sadece “Führer’lerine” verdiği sözden dolayı ölmeyi gözü kapalı kabul edebilmeleri, tam da bu milli ruhun, milli olgunun oluşturulabildiğinin kanıtıdır. Bu örneklerden de anlaşılıyor ki milli duygular sadece güvenlik amaçlı değildirler. Güvenliği kapsamayan hatta onunla ters yöne gidebilecek sonuçları da doğabilir. Millet buna cesaret edendir, ikna olmanın ötesindedir. Bu cesaret, II.  Dünya Savaşı’nın tüm sivil zayiatının ölümlerini değerli gibi göstermiş fakat kimse savaş sürecinde korkunç politikalarla yönetenleri suçlayamamıştı. Tüm film sıcak olaylarla döşeli ani kararlarla süslenmiştir. Sürüyle ölüm barındırır ve her bir ölüm onurlandırılmıştır. Tüm o yıkık binaların içinde temiz bir disiplin gösterilmeye çalışılmış fakat nasyonal sosyalizme belki de en iyi bakabilecek birisinin bile o korkunçluğu hiç yokmuşçasına görmesinin imkânsızlığı da gözler önüne serilmiştir.

Milliyetçilikte bir diğer mesele olan birey yokluğu da filme güzel yansıtılmıştır. Hitler’in 20 yıllık çabasının eseri olan “Alles für Deutschland” (Her şey Almanya için) sloganı, birey yoksunluğunun önemli bir göstergesidir. Film boyunca ulus olarak hareket etme üzerinde durulmuş, en ufak bir bireyci hareketleniş şiddetle bastırılmıştır. Rahatsız edici sahneler bakımından bolluk içinde olan filmde, örtük anlatım tavrı içine girilmeye çalışılmamıştır.  Fakat şiddetin açıkça görüldüğü sahnelerde sadece Alman ulusunun çektiği çilelere odaklanan anlatım, adeta filmin objektif bir duruşa sahip olmadığının ispatı niteliğindedir.

Tüm yanlı anlatımına nazaran bir milletin birlik duygusunun oluşumunu ve sorgusuz bağlılığını çok iyi yansıtan bu film; milliyetçilik ideolojisinin analizini yapabileceğimiz bir saha oluşturur. Filmde Hitler’in insancıl özellikleri o kadar çok yansıtılmıştır ki, her ne kadar Hitler’in korkunç politikalarından haberdar olsak da izleyen kişi de Hitler ile çökebilir. Onur, kahramanlık, şeref ve saygı duygularıyla bezeli bu oyunun bitişine tanıklık etmemiz, milli birlik konusunda ufkumuzu açacak niteliktedir.

Rabia Yazar

Milliyetçilik Çalışmaları Staj Programı

Nükleer Silahlar

Giriş

Atomun parçalara ayrılması ile dünya sahnesine çıkan nükleer enerji, İkinci Dünya Savaşı ile geleneksel silahların ötesinde popülerlik kazanmış, yeni bir ‘Kitle İmha Silahı’ ortaya çıkmıştır. Dünya savaşı dönemine ‘Caydırıcılık’ kavramını kazandırmış, beraberinde uluslararası hukukta birçok tartışmaya ve yıkıma sebep olmuştur. Büyük bir güç göstergesi olarak sadece Amerika ve müttefiklerinin tekerinde tutulmaya çalışılsa bile daha sonraları farklı ülkelerin de nükleer başlık çalışmalarına engel olunamadığı ortaya çıkmıştır. Gelenekselliğin ötesinde olan nükleer silahlar, yeni bir savaş tipi doğurarak silahlanma yarışını arttırmış ve günümüze kadar birçok düzenleme, anlaşmalar ile sınırlandırılmaya çalışılsa da güncelliğini koruyan problemler yaratmaktadır.

Nükleer Silahların Doğuşu

1938 yılında Amerika’da fizikçi Enrico Fermi tarafından başarılı şekilde geliştirilen uranyum deneyi, nükleer enerji üretim zeminini oluşturmuştur (DW, 2017). Aynı yıl Alman fizikçiler tarafından denenmeye başlayan atomun parçalanması, Albert Einstain tarafından dönemin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başkanı Franklin D. Roosvelt’e ‘Askeri amaçlarla kullanılacağına’ dair bir mektupla bildirilmiştir (Atomic Archive, n.d.). Yaşanan bu gelişme sonucu ABD ve İngiltere, uranyum komitesi kurmayı ve Almanya’dan önce nükleer bomba elde etmeyi hedeflemiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD, İngiltere ve Kanada ortaklığında 1942, Manhattan Projesi (MED) oluşturulmuş, uluslararası bağlamda ilk nükleer adım atılmıştır (Atomic Heritage, 2017). 1945 yılına gelindiğinde ise dünyanın ilk nükleer bomba denemesi Trinity başarılı şekilde patlatılmış, aynı yıl içerisinde Amerika, Japonya’nın Hiroşima şehrine ‘Küçük Adam’, Nagazaki şehrine ise ‘Şişman Adam’ isimli nükleer bombaları bırakarak 80.000 ile 140.000 kişinin ölümüne sebep olmuştur (Sputnik News, 2018). Bombanın korkunç etkisi bütün dünyada şok etkisi yaratmış ve İkinci Dünya Savaşının bitmesine sebep olmuştur. Ancak Sovyetler 1949 yılında Füzyon atom bombasını test ederek Amerika’yı ve tüm dünyayı şaşırtmıştır. Böylesine güçlü bir silahın sadece ABD’nin tekelinde olması kısa sürmüştür. 1957 yılında ise yine Sovyetlerin Sputnik 1 uydusunu fırlatması kıtalar arası balistik füzelerin (ICRB) de aynı sistemle fırlatılabileceği ortaya çıkmış, Amerika bu gerçekle sarsılarak Sovyetlerin gerisinde ve tehdit altında olduğunu anlamıştır (Sputnik News, 2017). Soğuk Savaşın getirisi olan iki kutuplu sistem, gelişmeler sonucu gerilim tırmanmış ve bu dönemde nükleer silahların terkedilmesi ya da silahlanma yarışının artacağı yönünde söylemler görülmektedir.

1950’li yıllara kadar Amerika nükleer silaha sahip tek ülke olmanın klasik caydırıcı etkisine güvenirken, Sovyetlerin hamlesi ile yeni caydırıcı teoriler ortaya çıkmıştır. Daha önceleri ülkeler savaşları kazanma odaklı yaklaşılırken, nükleer felaketten sonra temel amaç tam tersi konuma gelerek engellenmek istenmiştir. Bu bağlamda tehlikeli silahların denetim altına alınması gerektiğine inanılmış ve Amerikan Başkanı Truman, İngiliz Başbakanı Attle, Kanada lideri M. King’in önerileriyle uluslararası alanda bir iş birliği için Sovyetler de dâhil edilerek 1946’da Birleşmiş Milletler Atom Enerjisi Komisyonu (UNAEC) kurulmuştur (Denk, 2011). Bu komisyon doğrultusunda nükleer silahların denetlenmesi, elden çıkarılması gibi kararlar verilse de Sovyetler, ABD arasında karşılıklı güvensizlik sonucu başarısız olmuştur. Caydırıcılık stratejisi ‘Tavuk oyunu’ teorisi şeklinde her iki tarafın da taviz vermeme, en nihayetinde iki tarafında geri çekileceği bir model benimsenmiştir (Analiz Portal, 2018). Karşılıklı caydırıcılığın yaşandığı dönemlerde 1962 yılında ABD’nin Sovyetler tarafından Küba’ya yerleştirilen füze başlıkları fark etmesi ile ‘Ekim Füzeleri’ bunalım krizi patlak vermiş ancak ABD’nin Küba karasularındaki gemileri batıracağını söylemesi ile Sovyetler geri adım atmıştır. Nükleer krizin eşiğine getiren bu olayda asıl fark edilen durumun iletişimsizlikten kaynaklandığı ve bu doğrultuda Sovyet ve ABD arasında anında iletişim sağlayan telefon hattı kurulmuştur. İki tarafın da nükleer güce sahip olması sonucu en ufak bir hareketin felaketle sonuçlanacağı güçlü teorilerle kanıtlanmış ve bu yüzden 1963 yılında iki ülke arasında ‘Nükleer Silah Denemelerinin Kısmi Yasaklanması anlaşması’ imzalanmıştır (Tarihi Olaylar, t.y.). Bunun sonucunda toprak altı hariç denizaltı, atmosfer, uzayda nükleer deneme yasaklanmış, günümüzde 100’den fazla ülke ‘Sınırlandırılmış nükleer antlaşmasını’ imzalamıştır.

İki kutuplu sistemde tarafların birbirine olan güvensizliği, yarış halinde olması Amerika’nın Doğu Blok’u üzerindeki Sovyet tehdidini azaltmak için Truman, Marshall yardımları yapması, Kuzey Atlantik Antlaşması (NATO), Varşova Paktı gibi askeri amaçlı kurulan örgütler bu yarışın örnekleri niteliğindedir. Eisenhower yönetimi, kıtalararası balistik füze sistemine karşın Avrupa’ya füzeler yerleştirmek istemiş, bu doğrultuda 3 Nato ülkesinden onay alınarak İngiltere, Türkiye ve İtalya’ya orta menzilli ‘Thor ve Jupiter’ füzeleri yerleştirildi (Sever, 1997:2-4). Türkiye’nin, Sovyetler konumuna yakın olması sebebiyle dikkatleri üzerine çekmiş, daha sonraları Küba Bunalımı olayları ve Türkiye’ye konuşlandırılan Jüpiter füzeleri arasında karşılıklı kaldırma üzerine pazarlık edilmesi çok sonraları ortaya çıkan bir hadisedir.

Karşılıklı caydırıcılık hamleleri silahsızlanmayı azaltmadığı gibi yarışı hızlandırmış, Wholstetter tarafından ortaya atılan ‘Birinci vuruş kapasitesi’ ve ‘İkinci vuruş kapasitesi’ kavramlarıyla tehlikeli bir hal almıştır. İlk vuruş kapasitesine sahip olan tarafın, ikinci vuruş kapasitesini önleyebileceği ve büyük oranda zarar görmeden işin içinden çıkabileceği görüşü hâkimdir. İkinci vuruş kapasitesi ise ilk vuruşu atlatıp daha güçlü, ölümcül bir hamle ile karşılık vererek üstün gelmektir. Soğuk savaşın süper güçleri olabildiğinde en hızlı şekilde ikinci vuruş kapasitesine ulaşmış, literatürde ‘Karşılıklı teyit edilmiş yok etme’ (mutual assured destruction-MAD) ve ‘dehşet dengesi’ (balance of terror) terimleri ortaya çıkmıştır. Birçok soğuk savaş uzmanına göre karşılıklı yok etme caydırıcılığı olumlu etkilemiş, gerginliği azaltmaktadır görüşü hâkimdir. Kenneth Waltz’a göre ‘sorumlu şekilde kullandıkları sürece nükleer silahların savaş çıkma olasılığını azalttığını ve devletlerin nükleer silahlar konusunda sorumlu davranmak için güçlü dürtüleri olduğundan, nükleer silahların yayılmasından korkulması gerektiğini’ ortaya atmıştır (Griecho vd. 2015). Ancak daha sonraları karşılıklı şekilde daha fazla geliştirilen balistik füzeler döneme korku salmış ve bunun uluslararası bir denetim altında olması gerektiği kanısına varılarak 1969’da Stratejik Silahları Sınırlandırma görüşmeleri (SALT I), 1979’da ise SALT II imzalanmış ancak SSCB’nin Afganistan’ı işgal etmesi sonucu anlaşma bozulmuştur (Griecho vd. 2015: 228). Bu dönemde yine iki ülke tekerinde yatışmayan bir nükleer silah yarışı diğer ülkelere de sıçramıştır. Nükleer silahın ilk ve son defa İkinci Dünya Savaşında kullanılsa da ülkeler bu silahları caydırıcı bir güç etmeni olarak görülmüş ve sırasıyla İngiltere (1952), Fransa (1960), Çin (1964) nükleer denemeler yapmıştır. İsrail gizemini korurken, Hindistan, Pakistan ve son olarak 2006 yılında Kuzey Kore denemeler yapmıştır. Güney Afrika ise tüm dünyaya örnek teşkil ederek nükleer başlıklarını 1991 senedinde sökmüş ve programdan ayrılmıştır. Ancak SSCB’nin çöküşü ile soğuk savaşın bitmesi, iki büyük gücün yumuşak tavırlar sergilemesine yol açmış ve bu doğrultuda nükleer caydırıcılığın önemini yitirdiği görüşü bu döneme hakim olmuştur. Yumuşama döneminde 1992 START II anlaşması ile B. Yeltsin ve George W. Bush arasında her iki tarafın da konuşlandırdığı füzelerini yarıya indirmeleri gerektiği kararı verilmiştir.

Soğuk savaş bitmiş, karşılıklı yumuşama dönemine geçilmiş ve sakin bir hava hakimken izolasyon döneminde olan ABD’ye 2001 yılında yapılan terör saldırısı caydırıcılığa yeni bir boyut kazandırmıştır. Tartışmasız büyük nükleer güç olan ABD’ye yapılan bu saldırı caydırıcılığının Soğuk Savaş dönemindeki kadar güçlü olmadığını ve yeni hesaplamalar yapılması gerektiğini ortaya koymuştur. Klasik dönem geride bırakılmış artık kitle imha silahlarının terör eylemcilerinin de eline geçebilmesi durumu ABD’yi yeni bir caydırıcılık planına yönlendirmiştir. Bu bağlamda dönemin Başkanı G. W. Bush tarafından ‘ön alıcı vuruş’ yöntemi ortaya atılmıştır. 2002 yılında ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi nükleer gücünü, nükleer silahlara sahip olmayı sadece biyolojik silahlara sahip olan ülkeler üzerinde de kullanacağını belirtmiştir. En nihayetinde klasik caydırıcılık dönemine kadar teorik ve devlet odaklı ilerlemeler yaşanırken, bu tarihten itibaren stratejik çalışmalar, devlet dışı aktörler ve kıtalararası terör gibi kavramlar nükleer gücü şekillendirmiştir. Daha sonraları Uyarlanmış Caydırıcılık (tailored deterrence) modeli de benimsenerek bundan sonra tek bir strateji değil, farklı olaylara farklı strateji geliştirme kararı verilmiştir.

1968 yılında nükleer silahların kontrolü amaçlı yapılan ve bugüne kadar en bağlayıcı sayılabilecek ‘nükleer silahların yayılmasını önleyen antlaşma’ (NPT), soğuk savaşın iki kutuplu istikrarını geride bırakmış, çok kutuplu istikrarsız bir düzen ile çıkmaza girmiştir denilebilir (NATO, 2018). ABD’ye yapılan bu saldırı, Ortadoğu karmaşıklığı, Çin’in yükselişi, Kuzeydoğu Asya’da yaşanan gelişmeler olaylar karmaşık hale gelmiş ve nükleer silah arayışında olan tüm ülkelere yaptırım çerçevesinde uygulamalar kararı alınmıştır. Obama hükümetinin başa gelmesi ile Bush doktrini anlayışının tersine, nükleer silahlara sahip olmayan ülkelere nükleer silah ile karşılık verilmeyeceği kararı alınmıştır. Temel amaç dünyayı nükleer silahlardan arındırmak olsa da ABD’nin Kapsamlı Test Yasağı sözleşmesini imzalamadığı için yürürlüğe girmemesi dikkat çeken bir durumdur (Denk, 2011: 120-121). Diğer bir nükleer sınırlandırma hamlesi ise BM tarafından ortaya atılan ‘nükleer silahlardan arındırılmış bölge’ (nuclear weapons free zone) uygulamasıdır. Bu durumda açık denizler ve buzul göller hariç Antartika, Uzayda ve 12 millik deniz yataklarına nükleer yerleştirme yasaklanmıştır. Tlatelolco antlaşması ile Latin Amerika ve Karayipler, Rarotonga Antlaşması ile Güney Pasifik Bölgesi, son olarak ise 2009 da Sovyetlerden ayrılan Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan’ın oluşturduğu Semipalatinsk Antlaşması (CANWFZ) ile bölge nükleer silahlardan arındırılmıştır. Tüm bu gelişmelerin ışığında Rusya’nın 2015 senesinde Status-6 (KANYON) adında nükleer enerjili insansız bir denizaltıya sahip olduğunu söylemesi ve ABD’nin balistik füzelerine karşı caydırıcılık dengesi kazandırmak için böyle bir girişimde bulunduklarını belirterek, nükleer güç probleminin güncelliğini koruduğunu bir kez daha göstermiştir (Keskin, 2019: 5). ABD ise geliştirdikleri balistik füze sistemi Rusya değil, İran ve Kuzey Kore için alınmış bir güvenlik kararı olduğunu belirtmiştir.

Sonuç

Nükleer silahlar ABD’de önderliğinde dünyaya tanıtılmış zamanla farklı caydırıcılık alanları kazandırdığı görülmektedir. İkinci Dünya Savaşının büyük yıkım gücü ve sonrasında oluşan iki kutuplu sistem arasında güçlü bir nükleer silaha sahip olmanın caydırıcılık ve güvenlikle doğru orantılı olduğu devletlerce benimsendiği görülmektedir. Klasik silahların ötesinde olan nükleer teknolojiyi kim nasıl kullanmalı, hangi ülkelerin elinde olmalı, kullanımı etik mi, yapımı ve kullanılması tam anlamıyla yasaklanmalı mı gibi sorunlarla geçmişten günümüze gelişim göstermiştir. Nitekim ABD’yi silahsızlandırma çalışmaları yerine Sovyetler’ de buna karşılık koruma ve güvenlik ilkeleri altında kendi atom enerjisini yaratma gereği duymuştur. Soğuk savaşın bitimi başlarda yumuşama dönemi olarak görülse de istikrarsız yapı silahlanmayı hızlandırmış ve müttefiki olduğu devlet için bile olası bir saldırıda nükleer silah gereksinimi olduğunu düşünen ülkeler ortaya çıkmıştır. Zamanla nükleer silahlar bir tehdit haline gelmiş, bu bağlamda yeni argümanlara ve ciddi yaptırımlara sahne olmuştur. 11 Eylül saldırılarından sonra farklı bir boyut kazanan caydırıcılık ve sert kararlar tüm dünyayı etkilemiştir. Kuzey Kore’nin NFT’den ayrılarak nükleer girişimde bulunması ABD toprakları da dahil binlerce kilometre uzaklıktaki bölgeleri vurma ihtimali karşısında ABD tarafından ambargo uygulanmıştır. Günümüzde hala devam etmekte olan yaptırımlar Kuzey Kore hükümetini pes ettirmemekte aksine, misilleme olarak silahlarını daha çok güçlendireceği yönünde açıklamalarda bulunmuştur (DW, 2021). Trump döneminde yapılan görüşmelerde nükleer güçten vazgeçilmesi karşılığında yaptırımların kalkacağı açıklaması yapılmış, Joe Biden’ın ise Kuzey Kore lideri Kim Jong ile nükleer güçten vazgeçerse görüşeceği şartını koymuştur. Diğer bir sorun yaşanan İran’da 2002 yılında Çin’in yardımlarıyla uranyum geliştirmeye çalışması ve 18 yıl boyunca gizliden çalışmalara devam ettiği gerçeği ortaya çıkınca büyük krizlere yol açmıştır (Kibaroğlu, 2013:2-4). Gerginlik ara ara devam etse de Obama döneminde imzalanan İran’ın nükleer kapasitesini ortadan kaldırmayı amaçlayan anlaşmayı, Trump 2019 yılında tek taraflı çekildiğini ve yaptırım uygulayacağını açıklamıştır (BBC, 2019a).

İran Parlamentosu ise ülkede BM’nin kontrolü altında olan enerji çalışmaları faaliyetlerini durduracak ve uranyum zenginleşmesine gideceği açıklaması olumsuz karşılanmış ve Joe Biden yönetiminden 2015 anlaşması gerekliliklerinin yerine getirilmediği sürece yaptırımların kalkmasının söz konusu olmadığı dile getirilmiştir (BBC, 2021). İki nükleer güce sahip ülkelerin karşı karşıya gelmesi akıllara felaket senaryoları getirmektedir. Örneğin 2017 yılında Çin ve Hindistan arasında yaşanan askeri kriz akıllara her iki ülkenin sahip olduğu silahları ve ortaya çıkacak felaket senaryolarını akıllara getirmiştir (CNN Türk, 2020). Soğuk savaş sonrası çıkan düzende hangi ülkelerin nükleer çalışma yaptığı, kaçının denenip test edildiği tam anlamıyla bilinmemektedir. Dolayısıyla büyük güçlerin tehdit altında hissetmesi ve ortaya çıkan güvensizlik duygusu ile son zamanlarda yine nükleer güç kavramına değinilmektedir.

5 Şubat 2021’de Rusya ve ABD arasında Start 3 anlaşması 5 yıllığına uzatılmıştır (Sputnik News, 2021). Uzatılmaması durumunda kontrolsüz silah yarışı ve güven problemi diğer ülkeleri olumsuz etkileyeceği yönünde görüşler ortaya atılmıştır. Son yıllarda ise nükleer savunmaya en çok harcama yapan ülkelerin başında ABD, Çin ve İngiltere olduğu belirtilmiştir (DW, 2020). Rusya’nın 4. Sırada olması oldukça şaşırtıcı gelirken, Çin’in bu durdurulamaz yükselişi ise ileriki dönemlerde Rus, ABD anlaşmalarında 3. ülke olarak ekleneceği ihtimali öngörülebilir. 2019 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘birilerinin elinde nükleer başlık var… Bir tane değil iki tane değil, bizim de çalışmalarımız olacaktır’ açıklaması ile İsrail üzerinden bu duruma karşı gelmiştir (BBC, 2019b). İsrail’in elinde bulunan başlıklar tam olarak bilinmemekte ve caydırıcılık teorisinde olduğu gibi özellikle karşılıklı problem yaşanan iki ülke arasında güvensizlik problemi meydana getirmesi ve nükleer silah gücüne ihtiyaç duyulması bu duruma örnektir. Nükleer silahların gizlilik esaslı yürütülen çalışmaları, olası bir nükleer saldırıyı yapacak olan ülkenin doğru hesaplar yapması ve karşı tarafın elinde de nükleer güç olabileceği düşüncesini göz önünde bulundurması gerekir. Ya da kesinliği kanıtlanmayan, nükleer güce sahip ülkelerin olduğu görüşüyle müdahalelerde bulunması ise ağır sonuçlar doğurması, ülkelerde istikrarsızlığı yol açtığı bilinmektedir.
Örneğin ABD biyolojik silah, konvansiyonel silahlar üreten devlet dışı aktörler, terör gruplarını caydıramadığı düşüncesine sahip olması üzerine, 2003 yılında kitle imha silahları ürettiği için Irak’ı işgal etmiş, mevcut Kral Saddam Hüseyin devrilmiştir ancak bahsi geçen silahlar bulunamamıştır (BBC, 2018).

Nükleer gerginlik yarışı sürerken Uluslararası Hukuk teamüllerine göre Birleşmiş Milletler nükleer silahların insanlığın sonunu getirecek tehlikede olması dolayısıyla kullanılmasını yasaklamış ancak Avrupa, bunu o zamanlar tehdit yaşadığı Sovyetler yüzünden kabul etmemiş, bu silahların caydırıcı etkisinin olduğu düşüncesini dile getirmiştir. İlk vuruş hukuka aykırı olsa dahi silah kullanımını aykırı ve aykırı bulmayanlar olarak uluslararası hukuk ikiye ayırmıştır: İlk gruba göre silahların radyasyon etkisi ile gelecekteki kuşakları bile etkileyeceği ve insanlığın büyük zarar göreceği görüşünü savunulmuştur. İkinci grup ise normal insani yollarla savaşların caydırıcı olmayacağını ve yaşamın olmadığı uzak yerlerde patlatılabileceği görüşü savunulmuştur (Keskin, 2019: 26-27). Bugüne kadar nükleer sınırlandırma adına yapılan uluslararası anlaşmalara katılımın yüksek ancak desteğin az olduğu da aşikardır. Devletlerin günümüz dünyasında iyileşen ve sürekli gelişen teknoloji sebebiyle nükleer güç gibi konvansiyonel silahların gücüne olan sempatilerini tazelediği görülmektedir. Buna nazaran ‘menfaatleri özellikle etkilenen devletler doktrini’ nükleer gücün, anlaşmalara rağmen neden sınırlandırılamadığı cevabını vermektedir (Keskin, 2019: 10-11).

Geçmiş yıllardan beri devletlerin birbirine üstün gelme anlayışı, günümüzde hala nükleer silahların aktif olması, bu duyguyu diri tutmaktadır. İnsanlığın tarih boyunca icat ettiği en ölümcül ve en etkili silahların başında gelerek, 1940’lardan itibaren dış politikanın belirleyici unsuru olarak günümüze gelmiştir. 80 yıldır süre gelen, meşruluğu tartışılan, günümüzde devletlerarası güvensizliğin devam ettiği ve hala uluslararası toplumun bir araya gelerek kesin bir çözüm bulamadığı gerçeğini görmekteyiz. Nükleer silahların kullanıldığı bir savaş tüm medeniyetin ve insanlığın sonunu getirebilecek güçtedir. Ancak değişen teknoloji tekerinde insanlığın sonunu getirecek biyolojik ve nükleer silahların, dünya var olduğu sürece insanlık tarihinden çıkarılmayacak bir caydırıcılık aleti olduğu da apaçık ortadadır. Bu risk geniş çaplı bir zarara yol açacağı için herhangi bir ülkenin tekerinde yalnız başına alınabilecek bir karar olamayacağını fakat ‘bir kişinin cezalandırılması için de tüm köyü yakmaya kimsenin hakkı olmamalıdır’ görüşünün göz önünde bulundurulması gerektiği uluslararası hukukta yerini almıştır.

Hilal BÖÇKÜN

Akademi Birimi

Kaynakça:

Analiz Portal. (2018). Uluslararası İlişkilerde Oyun Teorisi Nedir? Erişim adresi: https://www.analizportal.com/uluslararasi-iliskilerde-oyun-teorisi-nedir/, (Erişim Tarihi: 6 Şubat 2021).

Atomic Archive. (n.d.) Einstein’s Letter to President Roosevelt – 1939. The American Atom. Erişim Adresi: https://www.atomicarchive.com/resources/documents/beginnings/einstein.html, (Erişim Tarihi: 5 Şubat 2021).

Atomic Heritage. (2017). The Manhattan Project. Erişim Adresi: https://www.atomicheritage.org/history/manhattan-project, (Erişim Tarihi: 6 Şubat 2021).

BBC. (2018). Irak’ın İşgalinin 15. Yıldönümü: 2003’te Kim Ne Demişti? Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-43475132, (Erişim Tarihi: 6 Şubat 2021).

BBC. (2019a). ABD’nin Yeniden Yaptırım Uygulamaya Başlaması İran Ekonomisini Nasıl Etkiledi. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-48131321, (Erişim Tarihi: 6 Şubat 2021).

BBC. (2019b). Erdoğan: Birilerinin Elinde Nükleer Başlıklı Füze Var, Ama Benim Elimde Olmasın, Ben Bunu Kabul Etmiyorum. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-49589110, (Erişim Tarihi: 6 Şubat 2021).

BBC. (2021). Biden Müzakere Masasına Dönmesi İçin İran’a Karşı Yaptırımları Kaldırmayacak. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-55975586, (Erişim Tarihi: 6 Şubat 2021).

CNN Türk. (2020). Hindistan-Çin Gerilimi Akıllara Getirdi: İşte Dünyada Nükleer Güce Sahip Ülkeler. Erişim Adresi: https://www.cnnturk.com/dunya/hangi-ulkede-kac-nukleer-silah-var-iste-dunyada-nukleer-guce-sahip-ulkeler?page=1, (Erişim Tarihi: 6 Şubat 2021).

Denk, E. (2011). Kitle İmha Silahları Olarak Nükleer Silahların Yasaklanmasına yönelik Çabalar. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 93-136.

DW. (2017). Atom Çağı 75 Yıl Önce Başladı. Erişim Adresi: https://www.dw.com/tr/atom-%C3%A7a%C4%9F%C4%B1-75-y%C4%B1l-%C3%B6nce-ba%C5%9Flad%C4%B1/a-41623772, (5 Ocak 2021).

DW. (2020). Savunma Harcamalarında Son 10 Yılın En Yüksek Artışı. Erişim Adresi: https://www.dw.com/tr/savunma-harcamalar%C4%B1nda-son-10-y%C4%B1l%C4%B1n-en-y%C3%BCksek-art%C4%B1%C5%9F%C4%B1/a-52384480, (Erişim Tarihi: 6 Şubat 2021).

DW. (2021). Kuzey Kore’den Nükleer Silahlanma Tehdidi. Erişim Adresi: https://www.dw.com/tr/kuzey-koreden-n%C3%BCkleer-silahlanma-tehdidi/a-56178299, (Erişim Tarihi: 6 Şubat 2021).

Griecho, J., Ikenberry, G., Mastanduno, M. (2015). International Relations. London: Macmillian Publishers Limited.

Kavuncu, S. (2013). Nükleer Silahlanma Yolunda Standart Süreci. Bilgi Stratejisi, 119-148.

Keskin, Y. (2019). Uluslararası Hukukta Nükleer Silahların Meşruluğu Sorunu. Bahçeşehir Hukuk Fakültesi Dergisi, 183-184.

Kibaroğlu, M. (2013). İran’ın Nükleer Programı ve Türkiye. Bilgi Stratejisi, 1-8.

Mehmetcik, H. (2011). 21. yy İçin Caydırıcılık. Işık Üniversitesi.

NATO. (2018). Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması Elli Yaşında: Bir Orta Yaş Krizi. Erişim Adresi: https://www.nato.int/docu/review/tr/articles/2018/06/29/nuekleer-silahlarin-yayilmasini-oenleme-antlasmasi-elli-yasinda-bir-orta-yas-krizi/index.html, (Erişim Tarihi: 6 Şubat 2021).

Sever, A. (1997). Yeni Bulgular Işığında 1962 Küba Bunalımı ve Türkiye. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 52(1).

Sputnik News. (2017). İlk Yapay Uydu Sputnik 1’in Yörüngeye Fırlatılışının 60. Yıldönümü. https://tr.sputniknews.com/bilim/201710041030423067-ilk-yapay-uydu-sputnik-yildonumu/, (Erişim Tarihi: 6 Şubat 2021).

Sputnik News. (2018). Ölenler Çöp Gibi İmha Edildi. Erişim Adresi: https://tr.sputniknews.com/infografik/201808061034632348-hirosima-nagasaki-atom-bombasi-japonya-abd-taniklari/, (Erişim Tarihi: 5 Şubat 2021).

Sputnik News. (2021). Son Nükleer Silah Anlaşması START-3’ün Uzatılması Kararı ABD’de de Yürürlüğe Girdi. Erişim Adresi: https://tr.sputniknews.com/abd/202102041043730322-son-nukleer-silah-anlasmasinin-uzatilmasi-abdde-de-yururluge-girdi/, (Erişim Tarihi: 6 Şubat 2021).

Tarihi Olaylar. (t.y.). Küba Füze Krizi. Erişim Adresi: https://www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar/kuba-fuze-krizi-ekim-fuzeleri-bunalimi-383, (Erişim Tarihi: 5 Şubat 2021).

Saraybosna – Sarajevo (2014)

‘’İdealleri olanlar hep yaşayacak yeter ki aptallar kendilerini feda etsin.’’ 

Atılan iki el ateş sonucunda faturası Birinci Dünya Savaşı’na mâl olacak bir karışıklığın ortasında kalan onurlu bir yargıç olsaydınız, tüm düzene karşı çıkarak kendi doğrularınızı savunabilir miydiniz?

Avusturya (ORF) ve Almanya (ZDF) televizyon kanallarının ortak yapımcılığını üstlendiği 2014 yapımı film, Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıl dönümü anısına çekilmiştir. En iyi senaryo ödülüne layık görülen Avusturyalı senarist Mattin Ambrosch’un başarısı ve yönetmen Andreas Prochaska’nın üretkenliğiyle ortaya iyi bir iş çıkarılmıştır. Daha önce de Karanlık Vadi (The Black Vallery) filminde bir araya gelen ikili, özellikle karakterlerin kişilikleri konusunda daha farklı bir tutum sergilemiştir. Florian Teichtmeister, Juergen Maurer, Melika Foroutan, Heino Ferch, Cornelius Obonya, Edin Hasanovic, Erwin Steinhauer gibi kaliteli bir oyuncu kastına sahip olan film, oyuncuları özelinde de pek çok ödüle aday gösterilmiştir. Film içerdiği şiddet sahnelerinin yoğunluğu nedeniyle çocuklu ailelerin izlemesine uygun değildir.

Güzel oyuncu Melika Foroutan’ın (Marija Jeftanovic) “Düşman öldü ve cinayeti savaş için bir sebep vermiş oldu” cümlesi filmin konusunu özetler niteliktedir. Zira film, Franz Ferdinand’ın ölümüyle pimi çekilen bir savaşı durdurmak için tüm çabasını ortaya koyan onurlu bir yargıcın hikayesini anlatmaktadır. Filmdeki yargıç, Karanlık Vadi’nin Greider’ine kıyasla çok daha dürüst ve etnik yapısıyla da çok daha karışık bir adamdır. Yargıç Leo Pfeffer’in (Florian Teichtmeister) işine, kıyafetlerine ve sağlığına verdiği önem filmin çoğu karesine hassasiyetle işlenmiştir. Filmin ilk kısmına özellikle ayrılan hazırlık süreci de Pfeffer’in disiplinli hayatına dair küçük bir ipucu vermektedir. Arşidük Fransuva Ferdinand’ın konvoyunu karşılayan coşkulu kalabalığın içindeki genç görünümlü adamların yüz hatlarındaki endişe, görüntü yönetmenlerince ekrana öyle doğru yansıtılmıştır ki, giren müzikle birlikte ortalığın karışacağını ve dünyanın bir daha eskisi gibi olmayacağını hissettirir seyirciye. Filmde ışık kullanımına ise özellikle ehemmiyet verilmiştir. Bazı kareler tüm gerçekliğiyle gözler önüne serilirken, bazı kareler yalnızca dikkatli bakanların görebileceği kadar aydınlık bırakılmıştır. Olayların çoğu yarı karanlık bir çerçeveyle sunulur. Pfeffer’in tüm çabası da bu gölgeli ilişkileri gün yüzüne çıkarmaktır. Kostüm ve mekanlar, kendinizi tarihsel bir dönem filminin içindeymiş gibi hissettirecek şekilde dizayn edilmiştir. Özellikle Dük ve Düşes’in kıyafetlerindeki renkli ve canlı detaylar filme farklı bir dinamik katmıştır.

Bir patlama sesiyle başlar asıl hikâye, ortalık bir anda mahşer yerine döner. Pfeffer, her şeyden habersiz bir şekilde bisikletinin üzerinde karşılar bu sesi ve olay yerine gider. Sonrasında olaylar birbiri ardına gelişir. Bir bombanın ulaşamadığı başarıya Browning silahla atılan iki el ateş erişir. Tüm bu karmaşanın çözülmesi için görevlendiren yargıç, titiz bir çalışmayla işe koyulur. Yargıç, her sorgu sonrası kendisini ayna karşısında iç muhasebesini yaparken bulur. Çok yakınlarındaki insanlarla girdiği diyaloglarda, Pfeffer’a alaycı bir şekilde sürekli etnik kimliğinin hatırlatılması ise bulunduğu güruh içindeki aidiyetini de sıklıkla sorgulamasına neden olur. Sırp faillerle ortak bir Slav diline sahipken, inatla imparatorluğun resmi dili Almancayı konuşması ise onun da bazı gerçeklerden kaçtığının göstergesidir. Yapılan sorgular neticesinde faillerin Sırp milliyetçisi olmalarının anlaşılmasıyla, kararı çoktan verilmiş bir sonuca ulaşılmıştır. Sırbistan’la savaş yapılacaktır ancak eksik olan tek şey söyleyeceklerinin hiçbir hükmü olmayan Pfeffer’in rapor sonuna atacağı imzasıdır.

Filmi izlerken kendinizi bir cinayeti aydınlatmaya çalışan titiz bir dedektif gibi hissedebilirsiniz. Ancak burada işler biraz daha karışıktır. Zira bulduğunuz her bir delil sizi gerçeğe götürürken, “olması gerekenden” gittikçe uzaklaştığınızın farkına varırsınız. Ve bu durumdan hiç hoşnut olmayacak çok fazla insanla muhatap olmak zorundasınızdır. Hem zekasıyla hem de kendi bildiği doğrularla hareket etmeye çalışan yargıcın aklını, bir taraftan da zengin bir Sırp olan Bayan Jeftanovic karıştırmaktadır. İşin içine duygular da girince mesele çok daha çetrefilli bir hal alacaktır. Ortada çok ince planlanmış bir cinayet, kendilerini devrimci görerek emek gücünü sisteme hakim kılmaya çalışan Sırp milliyetçisi fedailer ve tüm bu yaşananları kendi lehine çevirmek için ellerini ovuşturan savaş yanlısı güçlü bir yönetici grup vardır. Peki yargıç Pfeffer, bu cendereden tüm bildiği doğruları bir kenara bırakıp nasıl çıkacaktır?

Yeni ilhak edilen bir yerde, bir hanedan ziyareti gerçekleşecek olsaydı ve zamanlaması Sırp bayramı olan Aziz Vitus Gününe denk gelseydi oraya ne kadar asker yığılırdı? Yine içlerinde Belgrad’da okunan gazete de dahil olmak üzere tüm gazetelere hanedanın geçeceği güzergahın verilmiş olması sizin aklınızda ne gibi kuşkular uyandırırdı? Bu sorular filmi izlerken aklınızın bir köşesinde bulunsun. Şayet cevaplarını ararken kendinizi filme daha da kaptırmanız açısından etkili bir yöntem olacaktır. Filmde geçen “Ne kadar plan yapılsa da birileri savaş için mutlaka bir mazeret bulur” cümlesi filmin işleyişini anlamlandırabilmemiz açısından önemlidir. Zira ortada henüz alınmış tek bir karar yokken, sorgulamalar neticelendirilmemişken, tüm gazetelere savaş manşeti atılması, yaratılan algının boyutlarını gözler önüne sermekle birlikte medyanın kirli işlere nasıl alet edilebileceğini de açık bir şekilde göstermektedir.

Büşra Aktaş

Balkan Çalışmaları Staj Programı

The Construction of European Identity: What Is The Role of the European Union?

Abstract

European Identity is considered as the main purpose to achieve for the European Union (EU). In order to achieve that, many policies have followed regarding the EU’s structure since its beginning until today. It is significant to convene under the same identity within the EU root for the future and perpetuity of the organization. Besides that, the differences in society and culture of the EU member states, disinterest of the citizens against policies, and commitment to their own national identities has posed an obstacle to create the common “European identity’’ and “Europeanness’’ consciousness.

Keywords: European identity, Europeanness, the European Union, common identity.

Introduction

Identity represents the place of the people or groups in the world. It reveals the unique sides of them and determines the distinctive features. They adopt their characteristics as identity and it led to formation of “others” which can be turned into a policy determinant. In this context, the EU emphasizes the importance of common European identity and its contribution to integration of Europe. Historical background of Europe has contributed to this process. With certain purposes, the EU organization has tried to settle the EU on a durable ground and has shaped its policies towards building the European identity. Without a doubt, there are some reasons that make this process more difficult such as having already national identities of citizens which are more significant to adopt and protect for them and structure of member states’ system. In this research paper, it will be discussed what the efforts of the EU are in order to create the European identity and what the failures and success are in this process. The first part of this study defines the identity concept based on its main components and it focuses on its formation process. The second part concentrates on the historical background of this process which has contributed to determine the common values of European identity and gives information about the establishment process of the EU. The last part explains the efforts of the EU in order to form European consciousness and discusses its policies with failures and successes.

Identity Concept and its Formation

“Identity” refers to sustained and fundamental value belonging to an individual or a group which constitutes distinctive features for them. It provides to separate people or groups from other ones. When identity determines the unique factors of an individual or a group, it also results in creation of the “others”. Identity consists of the similar features of the individual and groups, and also their differences from others, so it represents the integrity of those similarities and differences. In addition, there will be a consciousness on generating an identity. This consciousness helps to perceive the existence of identity. It can be said that identity is not an objective matter, but there are also common things that are shared by individuals or groups which constitutes identity consciousness. If this consciousness will not constitute;  identity does not exist (Şen, 2004: 5).

The process of identity formation cannot constitute by individuals or groups themselves. It is formed with the other ones or against others in a social process. Thus, identity is a concept which is not meaningful without a society. There must be a belonging sentiment to feel as a part of an identity. It can be given to people with their birth, so they can have identity naturally but it does not mean all identities belong to us forever. Some people can change their identities depending on its characteristics. For example, their religion or national status can be replaced with former ones. In addition, we witnessed that certain identities had outshined against others in some societies regarding the historical processes (Kılıç, 2019: 5-6)

Identity understanding was converted through historical processes. It has been newly emerged as a concern of politics or political sociology field, but it is considered as a social status from the ancient times. After the beginning of neo-liberal process in the 1980s, identity concepts came into a more complicated condition in societies due to the great migration waves. Identity concept was grazed from its limited definition based on citizenship and expanded its concerns to gender, race and ethnic categories (Alpan, 2015: 10).

Construction of European Identity with Historical Processes

1. Ancient Times and Rising Christianity with the Roman Empire

‘Europe’ had been used as a name since the ancient times in order to determine a geographical area including all Greek territories. Greeks and following the Roman Empire did not define themselves as “Europeans”. Greeks had not a common culture as a whole, but they had an impact on Modern Europe with their education, policy, social, and economic culture understanding. Romans also played an important role in the constitution of European culture in modern times with their secular thought understanding. Both civilizations saw the other societies as barbarian and, so they had created the “other”. It is considered as the fundamental of the view in which the Europeans see the others today (Tekin, 2007: 12).

Religion factor is another significant impact on shaping common European identity. With Christianity, there was religious identity in Europe. Europe defined themselves as being Christian and had great pride in it all time, but they did not respect it the same way to other societies. They ascribed the barbarian who is not Christian, because they are not from them. Thus, Christianity integrated to Europeans and it is a sign that means further from just a religion. The Roman Empire aimed to constitute Christian community including the whole Europe and adopt the belief and living regarding the Christianity. During the 5th and 6th centuries, other religions were forbidden and disabled by the Roman Empire. The Roman Catholic Church strengthened its domain against kingdoms in Europe. The kingdoms disturbed from its weakening position and claimed that there must be a separated administration between earthly and numinous systems. This discussion led to the emergence of the conflict between the power and church that would remain for a thousand years. This conflict ended with the age of Enlightenment. Today, even if it can be seen that the impact of the religion factor decreased compared with former times, this is an undeniable fact that the majority of the member countries to European Union is Christian. Religion represents the fundamental of a common culture for Europeans, and an important accelerator component of the membership process to the EU. Islam has been always perceived as “other” by the Christianity (Aksoy, 2020: 29).

2. The Age of Enlightenment

In the 15th and 16th centuries, Europe witnessed the great change with the upheavals of the Renaissance and Reformation movements. This era was named as transition to the New Age from the Middle Age which had been seen as “dark age”. After this transition, the Christian unity divided into two as the Catholics and the Protestants. The hegemon of the church and “Christian Community” ideas were declined in the continent and replaced with the idea of “European Nation States System’’. Renaissance movements which had started in Italy, paved the way to meet and get close with the new cultures who are not Christian due to commercial activities. This contributed to the secular and modern structure of new Europe. After the Reformation process, the church was also shaped as today’s form. Papacy separated from governing and started to work as just a religious organization (Alganer & Çetin, 2007: 290).

The Age of Enlightenment came up in the 18th century with the effects of the Renaissance and Reformation. Today, Europe has risen over the common modern values, and it owes to the Enlightenment and following evolutions brought by this era. These values are mostly based on the individuals’ rights which bring them liberty and equality in democratic process. After the French Revolution in 1789, which is mostly associated with the Enlightenment, the aim to eliminate social unrest led to major uprisings in France and after this condition, these new concepts were brought into the European system. Its concerns shifted to modern understanding from religious one. (Bristow, 2020).

3. Establishment of the European Economic Community and Transition to European Union

After the Enlightenment period, there was rivalry between the nation states and it caused the nationalist movements. These activities were an obstacle against the integrity of Europe and the European Economic Community (EEC) can be considered as a political formation that was established in order to prevent this conflict in 1957. When this community was established, it was expected that economic attempts will consolidate the progress in political, social and cultural areas. The community was managed by the political elites, bureaucrats and the leaders of the member countries. In this process, Europeans’ belonging sense and relations were expected to be increased again, but it has failed. The EEC had attempts also in integration of political extent in the 1970s. In the Copenhagen Summit, nine member countries decided to make a declaration about European Identity. The declaration highlighted the common European civilization and values. Moreover, the Solemn Declaration emphasized the “Europeanness’’ consciousness and the requirement of progress on studies of European history and culture. These processes enabled political integrity and the EEC changed its name as the European Community first, and then it gained its last form named European Union in 1992 with the Maastricht Treaty (Tekin, 2007: 25-26).

Contribution of the European Union to Creating European Identity

Today, the EU is one of the biggest economic and political organizations in the world. It has been transformed into a peace and permanence project based on the concepts such as liberty, interdependency, democracy and human rights. When the European Community replaced its name with the European Union, discussions on the possibility of creating a European identity, and concepts of “Common Europe Cultural Heritage’’, “European Society’’, “European Citizenship’’ appeared in the continent. In the process of European identity formation, the nation-state model has still played an important role. Europe is composed of nation-states, so each EU member has various nationalities and cultures regarding their historical background. Every member determines their place in the EU in a different way, and their national identity surpasses their EU identity despite the integration efforts. Their commitment to their own states obstructs to form the European identity. The EU tries to create more homogenous Europe through constructing similar family structures, secular understanding, tolerance, cultural diversity and individual rights and liberties in all EU member states. This understanding will both facilitate the adoption of a common European identity for all members and enable to increase the respectability of the EU in the international arena (Akdemir, 2012: 193-196).

The main necessity on the road to achieve European identity was a “constitution’’ to make the European people a part of the EU. It could build the commitment to a common culture and image the European identity with the components of the constitution. For this purpose, the European Convention prepared a draft Treaty for a Constitution of Europe in 2003 and presented it to European Council. It was signed in 2004 by political figures of the member states. However, it was not ratified according to results of plebiscites in France and Holland. Thus, efforts on establishment of a European Constitution did not reach a success (Kaygısız & Ünal Sakallı, 2016: 703). It was too hard to convene under the common political culture with different societies which have various ethnic and religious characteristics. In this context, migration activities and people coming from other countries of the world contributed to construction of European identity. They bring new cultures and identity factors to European society and it enables to maintain progress on political culture based on constitutional principles. Their connections with European citizens result in acceptance of cultural pluralism. In this way, there will be a chance to live with other cultures and it will accelerate the European identity process. Nevertheless, the fact that there are two identities of Europe, which are European and national, make it hard to feel as having European identity totally. In order to integrate in economics and politics, people have to internalize a common identity based on Europeanness. Therefore, the EU has made an effort to aim to form European identity since its establishment (Akdemir, 2012: 197-198).

The European Union’s first formal attempt on European identity issues was the declaration about the European identity which was prepared in1973 Copenhagen Summit. The declaration focused on the European identity including different cultures based on democratic values and rule of law. The EU supported social, economic and political unity within its system. In this context, it concentrated on the policies of European history, culture and the EU constitution. They supported the television shows related with the European common cultural relations and created the syllabus on schools that is aimed to revive the Europeanness consciousness. It will enable the formation of European citizens which possess the European identity sense. In order to develop the common EU culture and guarantee that it is adopted by European people, they created the EU flag and national anthem, and determine a special Europe Day (09 May). The common EU identity cards have been given to the EU citizens. The exchange programs in education such as the EU Socrates, Leonardo da Vinci and Erasmus were established in order to provide students to meet with different cultures. Cultural activities organized within the scope of Culture 2000 Programme until 2006 from 2000 such as “European Culture Capitals’’ and “Europe Common Heritage Days’’. Moreover, free movement and employment policies were supported with the intent of consolidating social interaction between Europeans. The EU citizens could settle other EU countries from their own countries. It created an environment where European identity is meaningful to belong. EU countries removed their border controls to other EU citizens and the common passport that is used by them contributes to the common identity consciousness. Euro was determined as common currency and commercial activities has become widespread and easier than ever. The developments widened to social community activities like sport and art. The UEFA Champions League and Eurovision Song Contest also has contributed to this integrity. The subsidiarity principle that is accepted by the EU forces member countries to comply with certain common policies (Tekin, 2007: 27-30).

At the Helsinki Summit in 1999, European Council made progress on “European Security and Defense Policy’’. Thus, European identity was also aimed to be shaped at the common foreign policy. It shows that the EU is not formed around just common cultural or economic interests, but also security interest. The Helsinki Summit was also a turning point in Turkey-EU relations. Turkey applicant for EU membership has accepted the Council (Turkey and relations with the European Union, 2020). It can be interpreted as toleration of the EU against other countries from different geographies which have different cultures or religions. The applicant of Turkey, it has emphasized that any country could not be excluded from the EU. Democratic structure of countries determined as standard considered them as “others’’ by the EU. Therefore, it can be justified the “others’’ definitions in the eyes of the EU in this way. Unlike, this understanding may provoke the discussions of radical groups in Europe (Tekin, 2007: 31). After 9/11 attacks, othering process has accelerated a lot especially against the Muslim countries. Mostly because of the USA’s discourse, the EU system has also been affected by this crisis and shifted its policy towards exclusion of Islamic countries (Kaygısız & Ünal Sakallı, 2016: 704).

Within all these mentioned policies of the EU, common education policies find less approval due to differences in the education system of member countries. In addition, media sectors have organized at the national level in countries, and lack of common mass media create another dimension for this European identity issue. Political parties also cannot organize around the common interest of the EU. According to the Maastricht Treaty, democracy, equality, rule of law and human rights were determined as the common values of Europe. Although it is not enough to create European identity, the rule of European Union was built on these components. The Maastricht Treaty also highlighted EU citizenship, but it was also accepted then in the 1997 Amsterdam Treaty that this identity would not replace national identity. The right to elect and to be elected is another emphasis concern of the EU. At the same time, the low participation rate in the most important elections of the EU, the European Parliament elections, is a conspicuous condition. This tendency shows that there is still not a political culture in Europe and European citizens are disinterested on this issue (Tekin, 2007: 29-30). Therefore, it seems that the formation of European identity process is not exactly maintained and completed as expected.

Conclusion

The European Union emerged as an economic community and has become one of the biggest political organizations in the world. There are so many elements that are tried to be protected and maintained such as democracy, human rights and rule of law. These determinants have been constructed with the historical process in the continent. Since the time that it was established, the EU’s main aim is to integrate based on these values under the same European identity and other countries which do not have these values are excluded by the EU. This othering process is another dimension of constituting European identity and it forms the EU’s foreign policy. It was so important to become a unit with all EU citizens due to having different cultures and national identities, so the EU has worked on this purpose from its beginning. Their attempts and exercises on shaping European identity have seemed to be success at first, but it could not help to progress on this issue. The main reasons to have failed is that the EU member states’ mixed culture and strong commitment of citizens to their national identities. Today, power of the nation-states is rising despite the EU efforts, so it can be said that the common European identity will stay as a dream of the EU.

Merve AKMAN

Uluslararası Örgütler Staj Programı

References:

Akdemir, E. (2012). Kimlik ve Kültür Tartışmaları Bağlamında Avrupa Kimliğinin ve Kültürünün Oluşumu ve Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerine Etkisi. Doktora tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Aksoy, E. G. (2020). Avrupa Kimliği’nin Oluşumu ve Evrimi. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 17(45), 26-39.

Alganer, Y., & Çetin, M. Ö. (2007). Avrupa’da Birlik ve Bütünleşme Hareketleri. Marmara Üniversitesi İİBF Dergisi, 23(2), 286-306.

Alpan, B. (2015). Bir İmkan Olarak Avrupalılık Kimliği: Türkiye-AB İlişkileri Tartışmanın Neresinde? Marmara Avrupa Araştırmaları Dergisi, 23(2), 8-21.

Bristow, W. (2020, August 20). Enlightenment. Retrieved from Stanford Encyclopedia of Philosophy. Retrieved from:  https://plato.stanford.edu/entries/enlightenment/?source=post_elevate_sequence_page

European Parliament. (2020, February 10). Turkey and relations with the European Union. Retrieved from https://www.europarl.europa.eu/enlargement/briefings/7a1_en.htm

Kaygısız, Ü., & Ünal Sakallı, E. (2016). ”Avrupalılık” Kimliğinin Derinleşme Sürecinde AB Şüpheciliği Paradoksu. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 9(42), 702-709.

Kılıç, A. (2019). Avrupa Kimliği İnşa Süreci ve Türkiye – AB İlişkileri. (Yüksek Lisans Tezi). Ankara: Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü.

Şen: (2004). Avrupa Birliği’nde Kimlik Sorunu. (Yüksek Lisans Tezi). Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Tekin, Y., O. (2007). Avrupa Birliği’nin Ortak Kimlik Yaratma Çabaları ve Nedenleri. (Yüksek Lisans Tezi.) Balıkesir: Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Prof. Dr. Alev Çınar ile Röportaj: Modern Devletin Ataerkil Temelleri

Bu röportaj Prof. Dr. Alev Çınar ile “Modern Devletin Ataerkil Temelleri” üzerine yapılmıştır.

 

 

Merhaba hocam, ben Hicran Erol, TUİÇ Toplumsal Cinsiyet Programı stajyeriyim, bugün sizinle “Modern Devletin Ataerkil Temelleri” üzerine bir röportaj gerçekleştireceğiz, başlamadan önce izninizle çok kısa sizi tanıtmak istiyorum.

Şuan Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesisiniz, Sosyoloji yüksek lisansınızı Boğaziçi Üniversitesi’nde, Siyaset Bilimi alanındaki doktorasını ise Pennsylvania Üniversitesi’nde tamamlamışsınız. Ayrıca, New York Üniversitesi, Uluslararası İleri Çalışmalar Merkezi’nde ve Massachusetts Üniversitesi Five College Kadın Çalışmaları Araştırma Merkezi’nde iki adet post doktora çalışması yapmışsınız. Çalışma alanlarınız politikanın entelektüel kaynağı, İslam entelektüelleri, ulusalcılık ve ulus kurmanın devam eden süreci, milliyetçilik ve devam eden bir süreç olarak ulus inşası; etnik köken, cinsiyet, din (İslam), sınıf ile ilgili ulusal konunun oluşumu; modernlik, laiklik ve Türkiye’deki İslam, yurttaş oluşumu; kamusal alan, medya ve hayal gücünün ulus kurmada bir araç olması; modernlik politikası, laiklik ve din, post koloni çalışmaları, globalleşmenin sosyal ve kültürel boyutlarını içermektedir. Eklemek istediğiniz bir şey var mıdır?

-Hayır yok, başlayabiliriz

 

1) “Modern Devletin Ataerkil Temelleri” aslında sizin Gezi parkı olaylarını bu anlamda analiz ettiğiniz “Negotiating the foundations of the modern state: the emasculated citizen and the call for a post-patriarchal state at Gezi protests” çalışmanızdan geliyor. Aynı zamanda Bilkent Kadın Çalışmaları Topluluğunun geçen sene düzenlediği Kadın Zirvesi’nde yaptığınız konuşmanın da başlığıydı, ve o konuşmadan aklımda kalan sizin söylediğiniz bir cümle var: “Bütün siyaset bilimcilerin toplumsal cinsiyet çalışması lazım” demiştiniz, bence çok vurucu ve önemli bir cümle, bugün de konuşacağımız konular için de genel bir şablon çizmek anlamında “Neden?” diye başlamak istiyorum.

Kısaca cevap vermeye çalışayım bu soruya… Bu cümleyi şundan dolayı söyledim, toplumsal cinsiyet genel olarak bütün dünyada farklı bir alan olarak kenara ayrılıyor ve daha çok kadın çalışmalarıyla ilişkilendiriliyor – tabi son yıllarda buna erkeklik çalışmaları eklenmiş olsa da- sanki sadece kadınla ilgili bir şeyler yapanlar çalışır onun dışında kimseyi ilgilendirmez gibi bir genel kanı var, aslında Amerika’daki kadın çalışmaları bölümlerinde de yaygın bu, yani kadın üzerine çalışıyorsan kadın çalışmaları yaparsın yoksa yapmazsın gibi halbuki benim zaten senin de dile getirdiğin çalışmamın temelinde yatan fikir zaten bunun tersi olması gerektiği… Onun için sorduğun soru o anlamda gerçekten çok önemli bulduğum bir nokta. Bütün siyaset bilimcilerin toplumsal cinsiyet çalışması gerekir gerçekten, şuradan kaynaklanıyor; çünkü toplumsal cinsiyet dediğimiz şey ne sadece kadınla ne sadece erkekle ilgili, kadınlık ve erkeklik başka bir şey yani bunları birer sembol olarak almak gerekiyor. Siyasetin her alanında karşımıza çıkan bir şey. Bunlar nasıl karşımıza çıkıyor; siyasetin her alanında kadın var erkek var, kadınlar ne yapıyor erkekler ne yapıyor anlamında hiç söylemiyorum ve bence buna da indirgenmemesi lazım toplumsal cinsiyetin, kadınlık ve erkeklik üzerinden iktidar ilişkileri kuruluyor buna bakmalıyız en çok. Eğer bu açıdan bakarsak siyasete hemen her dönemde her siyasetçi  (istisna hiç bilmiyorum) bu metaforu –kadınlığı ve erkekliği- çok farklı biçimlerde birer sembol olarak kullandığını görürüz. Bu sembollere en basitinden örnek vermek gerekirse; kocalık, babalık ve oğul olmak vardır erkeklikte, kadınlıkta da analık(annelik), ve kız çocuğu olmak vardır.

Özellikle bu üçü üzerinden siyasete bakarsak, devletin bir “baba” olması burada mevzu bahis, 70-80’lerde özellikle  Süleyman Demirel’in temsil ettiği siyasi kişilik de babalık çok öne çıkıyor, bunun Süleyman Demirel’in baba olmasıyla ilgisi yok devletin vatandaşına yaptığı bir babalık olarak algılamalıyız durumu. Burada vatandaş ile devlet arasında belli bir ilişkinin tanımlanmasının kısa yolu olmuş oluyor “babalık”. Aynı şey farklı bir şekilde Bülent Ecevit’de var, Bülent Ecevit farklı bir şekilde hiçbir zaman babalık üzerinden yapmıyor bunu ama o daha çok bekar köyün bir delikanlısı olarak köyünü koruyan ama daha farklı şekilde koruyan daha eşitlikçi bir şekilde koruyan bir erkek imajını kullanıyor. Bir örnek daha verecek olursam makalem de kullandığım Tayyip Erdoğan’ın “Siz Şirinsiniz biz Ferhatız” konuşmasında da bu imajı görüyoruz.

Benim ilgilendiğim boyut da siyasilerin tam olarak bunu nasıl kullandığı ve bu şekilde devletin vatandaşla olan ilişkisinin annelik-babalık-kocalık-çocukluk hatta aşk ilişkisi-Ferhat Şirin örneğinde olduğu gibi- nasıl belirlendiği. Bahsettiğim şey devletin yaptıklarını meşrulaştırma için kullanılan bir söylem olmuş oluyor ve bu durum da siyasetin çok önemli bir boyutunu oluşturmuş oluyor. Çünkü bu bir iktidar kurma aracı haline geliyor, insanların neyi kabul ettikleri –neye rıza verdikleri- devletle olan ilişkilerini nasıl tanımladıkları, Ferhat vatandaşı için aşkıyla dağları delen olmuş oluyor tamam da kimse Şirin’e dağı delinsin istiyor mu diye sormuş olmuyor, acaba onun buna mı ihtiyacı var yoksa başka bir şeye mi ihtiyacı var? Vatandaşa gene söz hakkı vermeyen bir yaklaşım ve bunu aşk ile meşrulaştırılmış oluyoruz. Sırf bu örnek üzerinden bile ne kadar metaforik farklı bir yaklaşımın ortaya çıktığını görebiliriz. Ayrıca sırf bu sebeple en azından toplumsal cinsiyetin bunların siyasette nasıl kullanıldığıyla ilgili çok önemli tespitler yapmamızı sağladığını söyleyebiliriz. Bu anlamda siyaset bilimine giriş derslerinde bile bu boyutun işlenmesi gerektiğini düşünüyorum.

 

2) Eğitim hayatınıza baktığımızda lisansınızı psikoloji üzerine, yüksek lisansınızı sosyoloji üzerine ve doktoranızı da siyaset bilimi üzerine aldığınızı görüyoruz, sosyoloji ve psikoloji alanındaki çalışmalarınız, özellikle feminist siyasi teori alanındaki çalışmalarınız için nasıl bir düşünsel altyapı oluşturdu?

Ben bunlara antropolojiyi de eklemek isterim, Siyaset Biliminde doktora yaparken antropoloji dersleri aldım, şu anda da Stanford Üniversitesi’ne bir çalışma için gideceğim ve bu çalışmayı yapmak üzere antropoloji bölümüne gidiyorum. Antropolojiyi çalışmalarıma dördüncü katman olarak eklemiş olayım ve ben bu dalların aralarında bir fark görmüyorum açıkçası. Hareket noktamı açıklayayım, psikolojiye başladığımda da beni en çok çeken şey başından beri insanı anlamak tabiki, ama psikoloji okuduktan sonra psikolojinin insanı son derece çevresinden izole eden bir birey olarak aldığını fark ettim.

Psikolojide bunu çok sınırlı buldum onun için insanı bir de toplumun içinde anlamak lazım diyerek sosyolojiye gittim, sosyolojide de çok genişledi bakış açım, bence çok önemli bir alan, insanı çok daha zengin bir perspektiften anlama olanağı ortaya çıkıyor çünkü insana kültürel sosyal çevresi üzerinden, aile kurumu, eğitim kurumu, din vs içinde bakıyoruz. Tabi o da yeri geldi ve bir sınıra dayandı: iktidar meselesi. İktidarı anlamak istedim –sadece devlet anlamında söylemiyorum- iktidar hayatın her alanında, iktidar meselesinden soyutlanmış bir insan yok bence o anlamda. En basitinden kadın-erkek ilişkisi, erk zaten iktidar, güç demek dırek Türkçede, erkeklik de güçlü olmakla özdeşleştirilen bir şey, o zaman zaten bütün insanlar da kadın ve erkek olarak bölündüğüne göre güç iktidar dediğimiz şey insanın varlığına bile tesir etmiş olan kadınlık ve erkeklik üzerinden tanımlanmakta. Bu kadar merkezi bir şey olan iktidar da asıl siyasetin konusu tabi bir yandan. Şimdi buradan da antropolojiye geçeceğim, bugünkü siyaset bilimi meselesi de iktidarı bu şekilde incelemiyor daha çok kurumsal ve ana akım siyaset, partiler ve kurumlar üzerinden inceliyor ve gene siyaset bilimi de psikolojinin düştüğü hataya düşüyor bence devlet her yerde aynı devlettir gibi bakıyor olaya, nasıl insan her yerde insan aynıdır dediğimiz gibi psikolojide. Ama değil bence…Bir Hindistan devleti ile Çin devleti aynı mı? Mümkünatı yok… Bunları kültürel ve sosyal bağlamları içinde ele almayan bir yaklaşım görüyoruz gene siyaset biliminde. Dolayısıyla antropoloji hem bireyi hem siyasi kurumları hem de-hatta şu anda çalıştığım şeyi- siyasi düşünce/kuramını, kendi bağlamı içinde ele almaya olanak sağlayan, o kültürün o sosyal koşulların içinde nasıl geliştiğine odaklanan bir alan. Yani ben ta başından beri insanı anlama ile yola çıkmıştım ve beni getirdiği yer burası oldu diyebilirim, iyi ki de yapmışım.

 

-Bence de iyi ki yapmışsınız hocam, diğer soruya geçmek gerekirse;

3) Peki, nereden başlar bu modern devletin ataerkil temelleri, Pateman, Fraternal Social  Contract’ında belirttiği gibi “iktidar”ın oluşumu Adem ile Havva hikayesine kadar uzanır mı, yoksa tabi o zamanların da belirli bir getirisi olmakla birlikte yoksa biraz daha “modern devlet” kavramının temelleri atılan 15-16.yy’a mı odaklanmalıyız? (Hobbes, Rousseau’nun toplumsal sözleşme çalışmaları gibi)

Adem ile Havva hikayesini ben tamamen alegori olarak kullanıyorum, metaforik anlamı ile kullanıyorum tarihsel bir geçmiş olarak değil, böyle bakanlar da olabilir. Adem ile Havva hikayesi, aslında ben buna Lilith’i de ekliyorum, Adem-Lilith-Havva diyelim bu hikaye çok temel bir hikaye. İktidar ilişkilerinin oluşmasında nasıl kullanılıyor ve nasıl karşımıza çıkıyor anlamında bakıyorum, yoksa tarihsel bir bağlamda değil. Adem-Lilith-Havva hikayesi vatandaş-devlet ilişkisinin oluşmasında ve tanımlanmasında –görünürde olmasa da- önemli bir işlevi olan bir hikaye. Nasıl derseniz, şöyle; Adem’in ilk karısı Lilith aslında ve Havva’dan farklı olarak, Adem ile eşit yaratılmış –tabi bunu hikaye olarak mecazi anlamda söylüyorum öyle olmuş olmamış anlamında değil- Lilith Adem ile cinsel anlamda bir eşitlik istiyor, bu önemli, bu eşitlik Adem’in hoşuna gitmiyor kadının cinsellik konusunda eşit olmasını istemiyor ve bunu şikayet ediyor Tanrı’ya. Bu hikayenin farklı versiyonları da var. Bir versiyonda Tanrı Lilith’i bu şikayet yüzünden cennetten kovuyor, bazı versiyonlara göre Lilith bu şikayete kızıp kendisi terk ediyor cenneti gibi… Yerine Adem Tanrı’dan kendi egemenliğini kabul eden bir kadın talep ediyor ve Havva bunun üzerine yaratılıyor, hikaye bu. Daha sonra Lilith şeytanlaştırılıyor, özellikle İsrail’de bu oldukça yaygınmış. Aslında Lilith’in şeytanlaştırılması cinselliğine, özgürlüğüne sahip çıkmasıyla alakalı, kendi bedeni üzerindeki söz hakkının erkeğe verilmesi gerektiğine karşı çıkması ile ilgili. Bu hikaye günümüzdeki dinamikleri de tanımlayan bir hikaye, arketip tipik bir hikaye, üst anlatı olarak, ben buna işte patriyarkal hikaye diyorum. Erkekliğe kadının üzerindeki egemenliği ölçüsünde güç veren… Adem kadın üzerinde Lilith üzerinde egemen olamadığını görüp rahatsız olup üzerinde egemenlik kurabileceği bir kadın istiyor, neden, kendi gücünü onun üzerinden tanımlıyor, iyi kötü doğru yanlış yargısıyla bakmıyorum kesinlikle bu hikayeye, bu hikayeler iktidar ilişkilerini beslemeye nasıl hizmet ediyor buna bakıyorum.

Şimdi bu hikaye tek başına bir sürü çocuk masalının bile temelini oluşturmuştur, Pamuk Prensesten tutun diğerlerine…”Erkeklik kadını kurtarabiliyor mu?”yu görüyoruz hep, Prens Sindirella’yı kurtarır, öteki beyaz atlı prensler başka kadınları.. Yani kadını koruyamayan erkek güçsüz erkek sayılıyor, kadını koruması üzerinden erkekliğin tanımlandığı bir ilişki biçimi yaratıyor. Kadının da tabi korunması için korunmaya ihtiyaç duyan korunmayı isteyen olması lazım… Şimdi bugün Türkiye’ye de baktığımızda neden bu kadar kadın cinayeti oluyor diye, yine Adem ve Lilith’i görüyoruz, kendi cinselliğini, kendi özgürlüğünü, seçen kadınlar, Adem’e boyun eğmeyen onun istediklerini yapmayan kadınlar öldürülüyor. Aynı zamanda 16-17.yy’da siyasi düşünce kuramlarının temelinde de, Hobbes, Rousseau gibi toplumsal sözleşme kuramcıları insanın rızası üzerine kurulmuş bir modern devlet anlayışının felsefi temellerinin ilkelerinin ortaya atmıştır, gene aynı bu Adem Havva hikayesinde olan patriyarkal hikaye biçimi olduğunu söylüyorum. Nasıl? Bu toplumsal sözleşme kuramlarında gene devlet vatandaşı korumakla yükümlü, Hobbes’a göre devletin olmadığı bir durumda anarşiden kaostan, Locke’a devletin vatandaşı adaletsizliğe, zulme karşı koruma, Rousseau’ya göre milli irade kavramı ile ilgili  koruma söz konusu. Havva’nın Adem’e razı olması gibi vatandaşında devlete razı olması gerek tabii. O yüzden modern devletin ataerkil temelleri derken kastettiğim bu.

 

4)  Çalışmanızda literatürde olan iki çeşit patriyarkal yönetimden bahsediliyordu; paternalist patriyarka ve fraternal (brotherhood, erkek kardeşlik) patriyarka olarak AKP hükümetinin de ikisine de sahip olduğu belirtilmişti. Sizce hala öyle mi? Ve bu iki yönetim biçimi aslında günlük hayatta da çok birbirine benzer belli başlı kriterler üzerine kurulmuş ilişkiler, ama yönetim üzerinde bir farkları var diye biliyorum o farktan biraz bahsedebilir miyiz ?

Carol Pateman’dan kullandığım şey bu aslında, o çok güzel anlatır, Fransız Devrimi öncesinde monarşik patriyarka devlet anlayışında baba oğul ilişkisi üzerinden böyle bir hiyerarşik dikey bir iktidar ilişkisi var. Kralın tebaası üzerinden bir iktidar olarak tanımlanan geleneksel-ataerkil ilişki biçimidir bu. Carol Pateman der ki Fransız Devrimi bu ilişkiyi yok etti, yani babayı öldürdü o anlamda –devletin bu hiyerarşik dikey ilişki biçiminin yok edilmesi anlamında söylüyor-. Zaten Fransız Devrimi’nin üç ana ilkesi “fraternity (erkek kardeşlik), eşitlik ve özgürlük” dür, Pateman ise bu üçünün geleneksel aterki biçimine karşı çıktığını ama “fraternal” yani kardeşlik üzerinden yeniden farklı bir ataerkil ilişki tanımladığını söyler. Cinsiyet Sözleşmesi (‘Sexual Contract’) –geleneksel ataerkide kadının çocuk yapması ile erkini sürdürebileceği evlilik ilişkisi- yani evlilik kurumu bunun yerine kadının bedeni üzerindeki ve çocuk yapma seçiminin erkeğe verilmesi üzerine kurulmuş bir sözleşme ve  aynen de korunuyor. Bu sefer birbirine eşit olan erkekler kendi eşleri üzerindeki egemenliklerini sürdürüyorlar. Pateman daha sonra bunu kanıtlıyor, bütün toplumsal sözleşme kuramcılarında aslında kadının rasyonel olmadığı, siyasete girmemesi gerektiği siyasi kararlar verme yetkisinin olmadığına dair birçok görüşün yer aldığını belirtiyor. Peki neden bunu yapıyorlar, bunlar modern Fransız Devrimi’ni savunan düşünürler değiller mi? Eşitlikçiliği, özgürlüğü ve kardeşliği savunmuyorlar mı?.. E çünkü kadını vatandaş olarak görmüyorlar ve bunun da sebebi olarak cinsiyet sözleşmesinin modern devlette de sürdürülüyor olması. Ben de buradan hareketle, ilk olarak modern devletin bir eşitlikçi, egaliter dediğimiz ataerkil ilişkiye sahip olduğu ilişki biçiminden bahsedebilirim. Bütün hükümetlere bakılabilir bu arada, ama AKP hükümetinde enteresan bir durum da var, Tayyip Erdoğan üzerinden de çok bilinçli bir kullanımını görüyoruz bu bahsettiğimiz ataerkil prototiplerin. “Bana baba demeyin” var, çok sık kullanırdı 2011 öncesinde. Babalık biçiminden kurulan siyaset ilişkisini eleştiriyor ve doğru biçimde de eleştiriyor. Vatandaşlık üzerinde bir egemenlik bir efendilik kuran –bu Erdoğan’ın kendi kullandığı kelimesi- “Biz sizin efendiniz olmaya gelmedik, ben sizin kardeşinizim” demişti daha önce- bu ilişki tam bir modern ataerkillik örneği bence ve bunu bilerek çok kullandığını görüyoruz.

Bu anlamda Pateman liberalizmi de eleştirir; tamam eşitlik özgürlük ama erkek kardeşlik üzerine kurulmuştur kadınlar bunun dışında bırakılmıştır der. Gezi olayları ile ilgili makalemde de hem geleneksel ataerkilliği hem de bu liberal ataerkilliği kullandım. Geleneksel ataerkillikte de şöyle bir şey var ben babayım demiyorsun ama vatandaşa çocuk muamelesi yapıyorsun; o bilmez o anlamaz korunması gerekir, ben onun yerine karar veririm mantığı bu biraz, vatandaşın gücünü elinden alıyorsun demek… Geziden sonra bu tip ataerkilliğin daha da artarak devam ettiğini görüyoruz. Moden patriyarkada ise Ferhat-Şirin hikayesi var vatandaşı kadın olarak görme, bir kocanın eşine davranışı üzerinden şekillenen bir ilişki biçimi var, ne kadar sevgi dolu bir erkek olursa olsun gene kadına söz vermiyor tabii ki. Gezi Olayları’nda da o örnekleri kullandım “Sizi kandırıyorlar, gençleri kandırdılar ondan sokaklara çıktılar” gibi.

 

5) Modern devletin ataerkil yansımalarını günümüz Türkiye siyasi gündeminde ne gibi konularda daha çok görüyoruz / daha çok maruz kalıyoruz sizce? (Güncel siyasi gündem de olabilir, COVID-19 sürecinden, kadın cinayetlerinden vs.)

Bence her yerde, modern için de geleneksel için de çok yaygın bir hikaye olduğundan hemen her yerde görmek mümkün bunu. Özellikle COVID-19 özelinde bir yorum yapabilirim ama sanıyorum, gene vatandaşın iyiliğini biz biliriz biz yaparız yaklaşımı vardı, bir kere en başta bilgi verme ihtiyacı duyulmaması, ben vatandaşımı bilgilendireyim de kendi doğru kararlarını kendisi versin yaklaşımı olmadı Türkiye’de. Başlarda biraz oluyor gibiydi sonra hemen bozuldu. Hatta devlet o kadar merkezileşti ki belediyeler bir şeyler yapmaya çalıştığı zaman onları da bastırdılar. Burada tam olarak var, benim kafamda ataerkil hikayelerle şöyle özdeşleşiyor, bir aile düşünelim çocuklar, eş koca vs her şeye bir kişi karar veriyor sen maske tak, sen takma sen dışarı çık çıkma diye ama onlara sormuyor, anlatmıyor ve kaç kişi hasta diye bilgilendirmiyor… Bir arkadaşın var çadır kurdu gelin burada dinlenelim diye kapatıyor hayır ben yapacağım diyor burada yemeyelim diyor… Çünkü bunu o iktidarın elinden alınması olarak görüyor. Yani tamamen iktidarın merkezde toplanması ve vatandaşın çocuk yerine konulmasıdır bu. Kadın cinayetlerinin arkasındaki dinamik de bu, kadın söz hakkını eline aldığı zaman kadına yaşam hakkı tanınmıyor, gene aynı şey bu sefer vatandaş söz hakkını eline almak isteyince gene susturulup bastırılıyor. Tabipler Odası örneğinden de gördük bunu, farklı açıklamalar yaptıkları an susturuldular.

 

6) Son olarak biraz idealist bir soruyla bitirelim istiyorum, devlet-vatandaş ilişkisi bu anlamda nasıl iyileşir, (iki tarafı da bu tahakküm ilişkisinden çıkarmak anlamında) kendimizi iyileştirmekle mi eğitimle mi bu farkındalık nasıl sağlanabilir, çünkü bunun sadece Türkiye’nin de sorunu olduğunu da düşünmüyorum, ister otokrasi, demokrasi, monarşi, binlerce yıldır devam eden kalıplaşmış bir tahakküm ilişkisi söz konusu, bir siyaset bilimci olarak sizin görüşünüz nedir bu anlamda?

Çok güzel bir soru aslında bu, böyle bitirmek de çok uygun bence. Hepimizin de aslında cevabını bulmak istediği bir soru, insanlığın sorunu belki de. Ben olaya daha önce söylediğim gibi ataerkil hikâye açısından bakıyorum. Özellikle siyasi açıdan devletin vatandaş üzerinde kurduğu tahakkümden bahsediyoruz, vatandaşın kendi gücünü belirleme “özerkliği”ne -öz erklik çok güzel bir kelime bence yani kendi gücü demek- sahip olması gerek. Kişinin kendi özerkliğine sahip olmasıyla ataerkil ilişkiden kurtulabiliriz anca.

Bunu devlet vatandaş ilişkisine nasıl uyarlarız diye sorarsanız vatandaşın kendi yaşam alanları, dini, dili, eğitimi gibi  konuların her birinde özerkliğe sahip olması ve kendisinin karar verebilmesi gerek. Devletin en başta bu hakkı koruması gerekir tabii. Bu korumanın nasıl sağlanacağı hala tartışılıyor bu haklar alınır mı verilir mi üzerinden hepsi de değerli tartışmalar…Ama bence dünya zaten o noktaya gelmiş durumda. Black Lives Matter olaylarını düşünelim aynı şeyi talep ediyorlar, “biz burdayız ve varlığımızı kabul edin” diyorlar. İnsanlar zaten sorunların farkında ve bu hakları istiyorlar. Bu yüzden bu anlamda bir eğitime ihtiyaç yok, bence bunun yollarının yaratılması lazım artık. Vatandaşların bu taleplerini devletin yerine getirmesi lazım ben sizin için en iyi olanı yaparım deyip “suskun, çocuk vatandaş”tan ziyade, yetişkin özgür vatandaşlara hizmet eden bir devlet anlayışı, yerel yönetimler anlayışına doğru gidilmeli bence ve bu doğrultuda da evriliyoruz dediğim gibi,  dünyada giderek örneklerini görüyoruz. Bu anlamda gidişatı olumlu da görüyorum.

 

 

 

HİCRAN EROL

Toplumsal Cinsiyet Staj Programı