Home Blog Page 74

Haftalık Balkan Bülteni / 12-19 Mart

0

 

ABD-Arnavutluk Doğalgaz Anlaşması Enerji Arzını ve Güvenliğini Artırıyor

Yuri Kim Twitter’daki bir gönderisinde , “ABD-Arnavutluk doğalgaz anlaşması enerji arzını ve güvenliğini artırıyor. dedi.

ABD’nin Arnavutluk Büyükelçisi, MEI ile Exxon Mobil & Excelerate Energy arasında Mutabakat Muhtırasının imzalanmasını destekledi.

Kim, bu anlaşmanın stratejik bir başarı olduğunu ve ABD ile Arnavutluk arasında daha fazla yatırım yapılmasının önünü açtığını ve böylece her iki ülke için daha fazla istihdam fırsatı yarattığını yazıyor.

Bu stratejik açıdan önemli bir anlaşma, yalnızca enerji kaynağını çeşitlendirmekle kalmayacak, aynı zamanda Arnavutluk ve Batı Balkanlar bölgesi için enerji arzını ve güvenliğini artıracak. Aynı zamanda daha fazla ABD yatırımının ve Arnavutluk’un önünü açarak her iki ülke için de daha fazla iş ve fırsata yol açıyor ” diye yazıyor Kim.

 

Kaynak: ABC News

Tarih: 13.03.2021

 

ABD: En Yüksek Standartları İstiyoruz

Diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesinin 30. yıldönümü münasebetiyle, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Matthew Palmer VOA’ya verdiği röportajda, ABD’nin Arnavutluk’ta 25 Nisan seçimlerinin en yüksek uluslararası standartlara göre yapılmasını beklediğini belirtti.

Palmer bir kez daha yeni Seçim Yasasının kabul edilmesini memnuniyetle karşıladı ve önümüzdeki seçimlerde sıkı bir şekilde uygulanmasını talep etti.

“Arnavutluk parlamentosunun ODIHR’nin seçim reformu tavsiyeleri doğrultusunda yasayı onaylamasından çok memnun kaldık. Yeni mevzuatın uygulandığını ve Nisan seçimlerinin en yüksek uluslararası standartlarda yapıldığını görmek istiyoruz. Amerika Birleşik Devletleri, tüm dünyada demokrasiyi, iyi yönetimi ve hukukun üstünlüğünü desteklemeye kararlıdır.”

Bu, özellikle bir Amerikalı ortak ve bir Amerikan müttefiki hakkında konuştuğumuzda geçerlidir. Yani burada bir ilgimiz var, sonuçla ilgileniyoruz. Palmer, “Arnavut demokrasisinin aynen Arnavut halkının istediği gibi yeşerdiğini ve geliştiğini görmek istiyoruz.” dedi.

 

Kaynak: ABC News

Tarih:15.03.2021

 

Adalet Reformu Sonuç Veriyor

ABD’nin Tiran Büyükelçisi Yuri Kim, SPAK başkanı Arben Kraja ile bir görüşme yaptı.

Haber, bizzat büyükelçi tarafından “Twitter” üzerinden duyurulurken, SPAK’ın organize suçla mücadelede sonuç verdiğini vurguladı.

“588 dava açıldı, el konulan varlıklarda 70 + milyon €. 748 kişi hakkında soruşturma açıldı, 288’i tutuklandı ve şu ana kadar 114 hükümlü var. Kim , “Adalet reformu sonuç veriyor ” diye yazdı.

 

Kaynak: ABC News

Tarih: 17.03.2021

 

Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı Konseyi ve Sırbistan Dışişleri Bakanı ile görüştü

Bosna Hersek Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyeleri, Başkan Milorad Dodik, Zeljko Komsiç ve Sefik Dzaferovic geçtiğimiz Perşembe günü Saraybosna’da Sırbistan Dışişleri Bakanı Nikola Selakoviç ile bir araya geldi. Toplantıda, bölge ülkelerinin koronavirüs salgını nedeniyle karşılaştıkları zorluklara değinilere BH ve bölgedeki güncel siyasi ve ekonomik meseleler üzerinde duruldu.

Muhataplar, iki ülke arasında çeşitli alanlardaki iyi ve yapıcı ilişkilere ek olarak, iki ülke arasındaki siyasi, mülkiyet ve sınır hatları yönünden birtakım sorunlar üzerine de değerlendirmeler yaptı. Ayrıca bölgesel işbirliğinin BH ve Sırbistan için stratejik öneme sahip olduğunun ve her iki ülke için de vatandaşların yaşam standartlarının iyileştirilmesi için önemli alanlarda iyi komşuluk ilişkilerinin güçlendirilmesi ve işbirliğinin yoğunlaştırılmasının zorunlu olduğunun altı çizildi.

 

Kaynak: Sarajevo Times

Tarih: 18.03.2021

 

Hem EUFOR Hem de Sırp Cumhuriyeti, Ülkedeki Barışa Olan Bağlılığını Sürdürüyor

Dayton Anlaşması’nın askeri uygulamalarının yerine getirilip getirilmediğini denetleyen askeri oluşum olan EUFOR’un mevcut Tümgenerali Alexander Plazter, Sırp Cumhuriyeti’nde bir dizi görüşmeler yaptı.

İlk olarak, Sırp Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Dragan Lukac ile ardından da Sırp Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Zeljka Cvijanovic ile görüşmüştür. Son olarak ise Sırp Cumhuriyeti Başbakanı Radovan Viskovic ile biraraya geldi. Yapılan toplantılarda, ülkede hala aktif olan mayınların temizleme sürecinden, EUFOR’un uyguladığı projelerden ve güvenlik sorunlarından bahsedildi. Toplantıların devamında ise EUFOR’un yapmayı planladığı Mayın Risk Eğitimi kampanyasının çok takdir edildiğinden ve özellikle çocuklar ve genç yetişkinler için faydalı oluşu gibi konular ele alınmıştır.

Hem EUFOR’un hem de Sırp Cumhuriyeti’nin politikalarının ve yaptığı çalışmalar neticesinde Bosna Hersek’teki mevcut barışa bağlı olduklarını gösterdiklerini vurgulamışlardır.

 

Kaynak: Sarajevo Times

Tarih: 17.03.2021

 

Sırp Cumhuriyeti ve Sırbistan İşbirliğine Devam Ediyor

Sırp Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ile Sırbistan Dışişleri Bakanı Nikola Selakoviç Doğu Saraybosna’da bir görüşme gerçekleştirdiler. İkilinin gerçekleştirdiği görüşmede her iki tarafın da mevcut iş birliklerinden oldukça memnun oldukları ve bu durumu geliştirerek güçlü bir şekilde devam ettirmeyi hedefledikleri vurgulandı.                

İki taraf altyapı, enerji, sağlık ve enerji alanlarındaki iş birliklerinin yanı sıra Sırp diasporasının kimliğinin korunması gerektiğini ve bu konuda birbirlerine destek vermeleri gerektiğine dikkat çekildi. Selakoviç’in yaptığı iki günlük ziyaretinde Bosna Hersek Bakanlar Kurulu Başkanı Zoran Tegeltija ile de görüştü. Bu görüşmede tutulan not ise Sırbistan’ın Bosna Hersek’in geri kalanıyla da iyi ilişkiler istediği yönünde oldu.

 

Kaynak: Rtrs

Tarih: 17.03.2021

 

Borissov: “Bulgaristan’ın Kuzey Makedonya ile Müzakerelerine Duygular Değil Mantık Yön Vermeli”

Kuzey Makedonya’nın Dışişleri Bakanı Bujar Osmani ile salı günü görüşen Başbakan Boyko Borissov şu ifadeleri kullandı: “Bulgaristan ile Kuzey Makedonya arasındaki tüm farklılıklar giderilmeli. Bu fırsatı kaçırırsak gelecek nesiller bizleri affetmeyecek.”

Hükümet Bilgi Servisi’nin de bildirdiğine göre, Kuzey Makedonya ve Arnavutluk’un Avrupa Birliği üyelik sürecinin ertelenmemesi konusunda oldukça katı bir tutum izleyen Bulgaristan, bu süreçte Sofya ve Üsküp arasındaki problemlerin çözülmesi gerektiğini belirtmekte.

Borissov, Osmani’ye şunları söyledi: “Her iki ülke de duyguların değil, mantığın önderlik ettiği müzakereler sürdürmeli ki komşularımız da AB’ye katılabilsin. Bu, Bulgaristan’ın jeostratejik hedefi, mesele şu ki hem biz hem de sizler siyasi iradeyi bulmalı. ”

Bulgaristan Başbakanı her iki ülkenin de diplomasi ve anlayış yolunu takip etmesi gerektiğini söyledi. Borissov, güneybatı komşusunun AB’ye entegrasyonu için olan desteğini de yeniledi. Bulgaristan ile 2017’de Dostluk, İyi Komşuluk ve İş Birliği Antlaşmasını imzalayan Kuzey Makedonya’ya da antlaşmadan doğan tüm taahhütlerin yerine getirilmesi gerektiğini vurguladı.

Dışişleri Bakanlığı, Bulgaristan’ın Üsküp Büyükelçisi Angel Angelov’un kültür ve folklor alanında iş birliğini derinleştirme amaçlı bir proje için Bulgaristan’ın Resmi Kalkınma Yardımı çerçevesinde bir hibe anlaşması imzaladığını söyledi.

Anlaşma, Ohri’nin Ars Vivendi kültür ve sanat derneği ile imzalandı. 75 bin leva değerindeki proje, Balkanlar’daki somut olmayan kültür mirasının ortak özelliklerinin farkına varılmasını amaçlamaktadır.

 

Kaynak: Bulgarian News Agency

Tarih: 16.03.2021

 

Bulgaristan Başbakanı’ndan Charles Michel’e: “Yoksulluk Yardımı İstemiyoruz, AB’de Adil Aşı Dağıtımı İstiyoruz”

Başbakan Boyko Borisov, Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel ile Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz, Slovenya Başbakanı Yanez Jansa, Hırvatistan’dan Andrey Plenkovic, Çek Cumhuriyeti’nden Andrej Babiš, Letonya’dan Arturs Krsijanis Karins’in de katıldığı bir video konferans toplantısından sonra şu ifadeleri kullandı: “AB’de COVID-19 aşılarının kişi başına dağıtımı için telafi edici bir mekanizmanın benimsenmesini öneriyoruz.”

Başbakan, amaçlananın daha az aşı dozu alan ülkelere tazminat vermek olduğunu açıkladı.

Görüşme, AB’de aşıların adil bir şekilde dağıtılmasına ilişkin dün Viyana’da yapılan çalışma toplantısının ardından gerçekleşti.

Borissov, tazminat mekanizması sorununun önümüzdeki hafta Brüksel’de yapılması planlanan Avrupa Konseyi toplantısından önce çözülmesi gerektiğinde ısrar etti. Tüm Üye Devletlerin fikri destekleyeceğini umduğunu ifade etti, çünkü kendi sözleriyle, ancak bu şekilde Avrupa dayanışma ilkesine saygı duyulabilir.

Başbakan, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel’e yapılan çalışmalardan dolayı teşekkür etti ve aşı tedarikiyle ilgili zorlukları bildiklerini ve önerilen tazminat mekanizması aracılığıyla bunu düzeltme fırsatı bulacaklarına olan güvenini ifade etti.

Borissov, “Aşıların onaylanmasına veya sözleşme müzakerelerine katılmadık. Ve şimdi sözleşmeler yapılmıyor ve özenle ödemelerimizi gerçekleştirsek de daha küçük miktarlarda aşı teslim ediliyor”, dedi. Üye Devletlerin aşıların geliştirilmesine, üretilmelerinden çok daha önce yatırım yaptıklarını hatırlattı.

 

Kaynak: Sofia News Agency

Tarih: 17.03.2021

 

Casusluk Skandalı Hakkında Daha Fazla Bilgi: Rusya için Casusluk Yapan Bulgar Ordusu’nun En Büyük Grubu Gözaltına Alındı

“Bulgaristan’da ilk kez bir casusluk çetesi basıldı. Özel istihbarat araçlarıyla toplanmış kanıtlarımız var.” ifadelerini kullanan Başsavcı Siyka Mileva’nın sözcüsü, bir casusluk çetesine katılan tutuklu askerlerle ilgili olarak; “onların suç faaliyetleri ulusal güvenliğimizi tehlikeye atıyor ”dedi. Ayrıca şu bilgilere de yer verdi: “Yabancı bir ülke için gizli, çok gizli bilgilerin toplanmasına ve sağlanmasına dahil olan bir grup kişiye ilişkin verileri içeren bilgiler aldık. Grubun lideri, Askeri İstihbarat Teşkilatı’nın eski bir başkanı, Moskova’daki GRU istihbarat okulundan mezun oldu. Ana görevi yasadışı bir ajan ağı kurmaktı. Bulgaristan, NATO ve AB hakkında “çok gizli” olarak nitelendirilen gizli bilgilere erişimi olan kişileri işe aldı. Casusluk grubunda ayrıca, Bulgaristan ve Rusya vatandaşı olan ve güvendiği, bu kişi ile Bulgaristan’daki Rus Büyükelçiliğinin bir çalışanı arasında aracılık rolünü üstlenen, bilgi ve nakit sağlayan grup liderinin karısı da yer alıyor.”  Mileva, liderin karısının Rus Büyükelçiliğine yaptığı ziyaretlerin belgelendiğini de sözlerine ekledi.

Savcılar, grup lideri ile karısı arasındaki bir konuşmanın videosunu yayınladı. Liderin eşinin Rus Büyükelçiliği binasına girdiği bir video da gösterildi. Grubun geri kalanı, tümü NATO, AB ve Bulgaristan hakkındaki gizli bilgilere erişmek için güvenlik iznine sahip olan üst düzey hükümet yetkililerinden oluşuyor. Lider ayrıca gruptan bazı üyelerin istihbarat becerilerini geliştirmelerine yardımcı da olmuştur.

Grubun ilk üyesi, Savunma Bakanlığı’nın önde gelen kadrosundandır, asıl görevleri planlama ile ilgilidir. İkincisi, Askeri İstihbarat Teşkilatı’nda görevli bir subaydır. Üçüncüsü de aktif bir askeri istihbarat subayı, defalarca yurtdışındaki askeri birliklerde misyonlara gönderildi. Dördüncüsü, sekreter, askeri ataşe ve savunma danışmanı olarak görev yapan eski bir askeri istihbarat subayıdır.

Mileva, bu kişilerin toplantılarının her ay önceden belirlenmiş bir zamanda ve yerde yapıldığını duyurdu. Başsavcı Ivan Geshev, Bulgaristan yakın tarihinde yakalanan casusluk grubunun benzerine rastlanmadığını belirtti.

Başsavcıya göre soruşturma, Bulgar ulusal güvenliği için özel bir önem arz etmekle birlikte aynı zamanda Bulgaristan’ın AB, NATO ve ABD gibi müttefiklerinin de güvenliği için önemli.

 

Kaynak: Sofia News Agency

Tarih: 19.03.2021

 

Hırvatistan Euro Bölgesi ve Schengen’e 3 Yıl İçinde Katılmayı Bekliyor

Başbakan Andrej Plenkovic Politico haber sitesine verdiği röportajda, Hırvatistan’ın 2024’ün ikinci yarısında Avro ve Schengen bölgesine girmesini beklediğini söyledi. Başbakan bu sözlerinin ardından bunun zor olduğunu ancak makul bir beklenti olduğunu da dile getirdi.

Avrupa Komisyonu 2019 yılında, Hırvatistan’ın Schengen pasaportsuz seyahat bölgesine giriş için tüm şartları yerine getirdiğini ve bu konunun artık diğer üye ülkeler tarafından da onaylanması gerektiğini dile getirmişti. Öte yandan tek beklenti içerisinde olan devlet sadece Hırvatistan değil. Romanya ve Bulgaristan’da yıllardır bunun gerçekleşmesini bekliyorlar.

2020 yılının ortalarına baktığımızda Hırvatistan, avro bölgesi üyeliğine doğru önemli bir adım olan Avrupa Döviz Kuru Mekanizmasına (ERM II) kabul edilmişti.

Başbakan Hırvatistan’ın Covid-19 krizinin ekonomik zararını sınırlamak için “konsolidasyon ve sağlam kamu maliyesinden uzaklaşmasından” duyduğu üzüntüyü de dile getirdi.

Plenkovic, hükümetinin iki hedefi takip edeceğini söyledi. Bunlardan ilki büyüme sağlamak için kurtarma fonunu, AB bütçesini ve özel yatırımını kullanmak, diğeri ise hükümetin bütçe fazlası elde ettiği 2017-2019 çerçevesine geri dönmek olduğunu belirtti.

 

Kaynak: Total Croatia News

Tarih: 15.03.2021

 

Hırvatistan Saatlik İşgücü Maliyetlerinde Düşüş Yaşayan AB Ülkelerinden Biri Oldu

Eurostat raporu, 2020’nin dördüncü çeyreğinde, AB ve EURO bölgesinde saatlik işgücü maliyetleri, bir önceki çeyreğe göre neredeyse iki kat daha yüksek oranlarla arttığını söylerken, Hırvatistan’ın yine düşüş kaydeden ülkeler arasında yerini aldığını gösterdi.

27 üye ülkenin bulunduğu AB’de saatlik işgücü maliyetleri 2020’nin dördüncü çeyreğinde 2019’un aynı dönemine göre %3,3 arttı. Üçüncü çeyrekte ise %1,8 arttı. Aynı zamanda, EURO bölgesindeki saatlik işgücü maliyetleri, üçüncü çeyrekteki %1,6 artışın ardından 2019’un son çeyreğine göre %3,0 daha yüksek olduğu gözlemlendi.

Hırvatistan, İrlanda, Malta ve Finlandiya ile birlikte, 2020’nin dördüncü çeyreğinde saatlik işgücü maliyetlerinde 2019’un aynı dönemine göre daha düşük çıktığı göze çarptı.

Saatlik işçilik maliyetlerinde en büyük artışlarda ise Avusturya’da (+%11,6) ve Bulgaristan’da (+%10,0) oranları kaydedilirken, en düşük artışlar Macaristan (+%0,7) ve Fransa’da (+%0,3) oranları olarak gösterildi.

 

Kaynak: Total Croatia News

Tarih: 18.03.2021

 

Krivokapiç: Siyasi Oyun Dönemi Sona Eriyor

Karadağ Başbakanı Zdravko Krivokapiç, Niksiç’teki seçimler ile ülkedeki Sosyalist Demokrat Parti (DPS) ve Demokratik Cephe (DF) liderliğindeki iki partili siyasi oyun döneminin sona erdiğini gösterdiğini söyledi. Sırp gazetesi Vreme’ye verdiği demeçte Krivokapiç, “Siyaset sahnesi, ülkemizde demokrasi için iyi olan yeni siyasi oyuncular kazandı.”

Karadağ’ın şuan ki cumhurbaşkanının partisi DPS etrafında toplanan koalisyon sonucu, DPS tasfiyesinin ne basit ne de kolay bir süreç olduğunu göstermektedir. Ancak bu sonuç ile bazı başka gerçekleri de görülür hal almaktadır.

“Sırbistan, Karadağ için coğrafyadan daha fazlasıdır. Hangi taraftan gelirse gelsin, hiçbir hükümetin kıramayacağı bir şeye bağlıyız. DPS 30 yıldır Sırbistan’ın Karadağ için diğer ülkelerle aynı olduğuna ikna ederek başarısızlığa uğradığında, kimse bunu yapamayacak.” Dedi.  Krivokapiç, iki ülke halkının birbirine bu kadar bağlı olduğunu ve siyasete çok ihtiyaç duymadıklarını belirterek, halkının ihtiyaçlarını takip etmekten yana olduğunu da sözlerine ekledi.

Kaynak: Mina News

Tarih:17.03.2021

 

Pisonero: Niksic’teki Düzensizlikler Araştırılacak

Avrupa Komisyonu’nun (AK) Niksiç’teki yerel seçimlerden sonraki siyasi gelişmeleri yakından izlediğini söyleyen komisyon sözcüsü Ana Pisonero, bildirilen bütün usulsüzlüklerin soruşturulmasını beklediklerini de sözlerine ekledi. Sözcü, kayıtlı seçmenler hakkındaki iddiaları ve bunun şimdiye kadarki en kötü seçim süreci olduğunu yorumlayan Nova M’ye karşın AK’nin bütün usulsüzlüklerin kontrol edilmesini beklediğini söyledi.

Pisonero, “Bildirilen tüm usulsüzlüklerin kapsamlı bir şekilde soruşturulmasını ve gerekirse idari ve adli bir sonsöz almalarını bekliyoruz. Pisonero, “Bu bağlamda, yerel seçimlerin aynı gün yapılmasına ilişkin partiler arası anlaşmanın uygulanmasını bekliyoruz” dedi.

 

Kaynak: Mina News

Tarih: 17.03.2021

 

Abazoviç, Geri Ödeme İçin AB’den Yardım İstiyor

Karadağ Başbakan Yardımcısı Dritan Abazoviç, Avrupa Birliği’nden (AB), Karadağ’ın Bar-Boljari otoyol bölümünün ilk kısmının yapımı için Çin Exim Bank’tan aldığı kredinin geri ödenmesi konusunda yardım talep etti.  Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komitesi’ne (AFET) büyük sorunun Çin’e olan borç olduğunu söyledi. “Doğrudan Çinlilerle ilgili olan toplam borcun üçte birini temsil eden bir milyar dolar kredi aldık. Abazoviç, RTCG Portal raporlarına göre, lütfen bu parayı iade etmemize, bu krediyi bir Avrupa bankasıyla bir krediyle değiştirmemize, bir Avrupa finans kurumu ile işbirliğini sonuçlandırmamıza ve Çin etkisini sona erdirmemize yardım edin’’ dedi.

 

Kaynak: Mina News

Tarih: 18.03.2021

 

Karadağ Hükümetinin Düşüşü Bütçe Teklifine mi Bağlı?

Zdravko Krivokapiç hükümeti, bütçe teklifini 31 Mart’a kadar Meclise sunmazsa düşecek. Karadağ Anayasası’nın 110. maddesine göre anayasal bütçe önerisi için son tarih 31 Mart’ta sona eriyor ve bu sürenin dolmaması halinde Hükümetin görev süresi sona erecek.

 

CDM’ye göre, Karadağ Hükümeti, Başbakan Zdravko Krivokapiç ve Maliye ve Sosyal Yardım Bakanı Milojko Spajic tarafından duyurulduğu üzere, 2021 devlet bütçesi taslağını kabul etmeyecek ve Karadağ Parlamentosu’na 18 Mart’taki oturumda kabul edilmesi için göndermeyecek.  Hükümet ve Maliye Bakanlığından bütçenin ne zaman değerlendirilip teklif edileceği konusunda bilgi almak şimdilik mümkün görünmemekte.

 

Kaynak: CDM

Tarih: 18.03.2021

 

Karadağ’da Türk Vatandaşları Yurttaş Kaçakçılığı Yapmakla Suçlandı

Karadağ Özel Devlet Savcılığı, Podgorica’daki Yüksek Mahkemeye Türk vatandaşları Güler Eyüp (59) ve Yıldız Ramazan’a (49) karşı bir suç örgütü kurmakla ve sınırdan yasadışı geçiş yapmakla suçladığı bir iddianame sundu.  Savcılık iddianamesine göre, 39 Türk vatandaşını Poseidon isimli yelkenliyle Karadağ üzerinden İtalya’ya kaçırmaya çalıştılar. İddiaya göre göçmenler kaçakçılara kişi başı 3.000-4.000 Euro ödedi.

Sınır polisi üyeleri, bir geminin Trsteno Budva koyundan kayıtsız olarak ayrıldığını ve geçen yıl 16 Aralık günü saat 20.00 civarında açık deniz yönünde hareket ettiğini kaydetti. Kendi yetki alanları içinde ve uluslararası sularda, İtalya yönünde, 17 Aralık günü saat 4.35 sularında derhal harekete geçtiler, Karadağ bayrağı altında seyreden “Posjedon” yelkenli gemisine ulaşıp incelediler. Söz konusu gemi, kanunsuz bir şekilde eyalet sınırını geçti  Gemi durdurulduktan sonra, polis eşliğinde Bar Limanı’na iade edildi ve ayrıntılı bir kontrolün yapıldığı gemide, sanık Türk vatandaşlarının yanı sıra yasadışı yollardan 39 Türk vatandaşının da bulunduğunu tespit etti.

 

Kaynak: CDM

Tarih: 18.03.2021

 

Avrupa Birliği, Kosova’nın Kudüs’te Açtığı Büyükelçilikten Dolayı Üzgün Olduğunu Belirtti

AB sözcüsü Peter Stano geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, Kosova’nın Kudüs ile ilgili kararında AB’den ayrı bir tutum sergilemesinin Birliği üzdüğünü dile getirdi. BMGK’nin 1980 tarihinde 478 sayılı Kararı’nda diplomatik misyonların Kudüs’ten Tel Aviv’e çekilmesi çağrısı uyarınca AB’nin tavrının net olduğunu söyledi. Kudüs’teki bu sorunun da karşılıklı görüşmelerle çözülebileceğini vurguladı. Kosova’nın Kudüs’te Büyükelçilik açmasından önce yaptığı planlarda da AB’nin Kosova’yı bu noktada eleştirdiği görülmüştü.

ABD’nin destek olacağı Kudüs’te Büyükelçilik açma konusunda söz veren Kosova ve Sırbistan ikilisinden Kosova açılışı yapmıştır fakat Sırbistan’ın buradaki belirsizliği devam ediyor.

 

Kaynak: Exitnews

Tarih: 15.03.2021

 

Kudüs’teki Büyükelçilik

Dışişleri ve Diaspora Bakanlığı, Washington’da yapılan anlaşmanın bir parçası olarak, Kosova’nın İsrail Büyükelçiliğinin kesin olarak açıldığını 14 Mart itibariyle duyurdu. Cumhurbaşkanı vekili Vjosa Osmani’nin danışmanı Bekim Kupina, Osmani’den aldığı direktifler doğrultusunda, Kudüs’teki Kosova Büyükelçiliği’nin açılması kararının eski Cumhurbaşkanı Hashim Thaçi’nin imzası sonucu yapıldığını ifade etti.

Avrupa Birliği ise başından beri bu durumun olmaması gerektiğini söylerken, resmi karar sonrası yaşadığı üzüntüyü tekrardan dile getirdi. 4 Eylül’de eski ABD Başkanı Donald Trump’ın huzurunda Kosova ile Sırbistan arasında diplomatik ilişkiler kurulmuştu. Verilen taahhütlerden biri, Sırbistan’ın büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşımasıydı. Bu kararın üstüne Kosova Cumhuriyeti de büyükelçilik kurma taahhüdü verince Avrupa Birliği endişelerini söylemekten kaçınmadı.

 

Kaynak: Panorama.al

Tarih: 15.03.2021

 

Azınlık Parlamento Partileriyle Görüşmeler

Vetevendosje Hareketi lideri Albin Kurti, Cumhurbaşkanı vekili Vjosa Osmani ile birlikte Priştine’de azınlık partileriyle bir dizi görüşmeler gerçekleştirdi. Görüşmelerin temel konusu ise hükümetin kurulması ve Kosova Cumhurbaşkanlığıydı. Birinci görüşme, Kosova Türk Demokrat Partisi Genel Başkanı Fikrim Damka ile gerçekleşti. Damka, oylarını vereceğini söyledi. İkinci görüşme Bosnalı azınlık Yeni Demokrat Parti (NDS) lideri Emilija Recepi ile yapıldı. Görüşme sonunda Recepi de oyunu Osmani’den yana kullanacağını açıkladı. Daha sonra yapılan görüşmeler sırasıyla; Mısır’ın Yeni Demokratik Girişimi (IRDK) azınlık partisinden milletvekili Elbert Krasniqi, Vakat Koalisyonu Milletvekili Rasim Demiri, Aşkali azınlık partisinden (PAI) Qazim Rrahmani, Bekim Arifi, Bosnalı SDU’dan Duda Bale, Roman İlerleme Hareketi başkanı Erxhan Galushi ile yapıldı. Herkesin son fikri, verilecek oyların parti ve Osmani’den yana olacağıydı.

 

Kaynak: Ibna

Tarih: 16.03.2021

 

Osmani’yi Desteklemeyenler de Var!

Anayasaya göre kişinin Kosova cumhurbaşkanı seçilebilmesi için, ilk iki tur oylamada 120 sandalyeli Kosova Meclisi’nin oylarının üçte ikisini alması gerekiyor. Üçüncü turda, 61 milletvekilinin salt çoğunluğunu alan cumhurbaşkanı seçilir, ancak oylamaya en az 80 milletvekilinin katılması gerekmektedir. Üçüncü tur bile başarısız olursa, ülke 45 gün içinde yapılması gereken olağanüstü seçimlere gidiyor. Kosova Demokrat Partisi genel başkan vekili Enver Hoxhaj yaptığı açıklamada, partisinin Vjosa Osmani’nin cumhurbaşkanlığı adaylığını desteklemediğini söyledi. Oylamaya katılmadığı ve oy vermeyeceğini de sözlerine ekledi. Osmani’nin bölücü bir figür olduğunu da vurgulamaktan kaçınmadı. Kosova’nın görevdeki Başbakanı Avdullah Hoti de Osmani’ye oy vermeyeceğini açıklayanlar arasında. “Hiçbir cumhurbaşkanına oy vermiyoruz, muhalefet partisiyiz. Cumhurbaşkanı seçmek için istişare etmek çoğunluğa kalmıştır. Ülkenin cumhurbaşkanı siyasi olmamalıdır” dedi.

 

Kaynak: Panorama.al

Tarih: 18.03.2021

 

Aleksandar Vuçiç’e Tepkiler Artıyor

Sırbistan Başkanı Aleksandar Vuçiç 15 Mart’ta, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Batı Balkanlar Özel Temsilcisi Matthew Palmer’le telekonferans aracılığıyla görüşme gerçekleştirmişti. Kosova sorunu ile ilgili gerçek ve kalıcı bir uzlaşma için çaba gösterdiklerini belirtmişti.

Bunlara rağmen Instagram platformundaki kişisel hesabından Sırp bayrağı ile örtülü bir Kosova haritası paylaştı. Fotoğrafın altına da “Sırbistan bugün zayıf değil, tehdit etmiyor, aynı zamanda unutmuyor ve 17 Mart’ın bir daha olmasına izin vermeyecek”  sözlerini ekledi. Arnavutları öfkelendiren bu gönderinin kaldırılması için kampanya başlatıldı. Birçok Arnavut siyasi de tepki gösterenler arasındaydı.  Eski Başmüzakereci Edita Tahiri de bu duruma sert tepki verdi. Kosova’ya karşı olan inancı provoke ettiğini söyledi. Avrupa Birliği’nden tepki de gecikmedi. Brüksel’den gelen uyarıda, Avrupa Birliği’nin her zaman tarafları işbirliği ve uzlaşmaya katkıda bulunan açıklamalar yapmaya, ayrışmaya yönelik eylemlerden kaçınmaya çağrıda bulunduğu belirtildi.

 

Kaynak: Kosova Haber

Tarih: 19.03.2021

 

Vetevendosje 15 Bakan’ın 5’inin Kadın Olmasını Planlıyor

Kosova’da yapılan seçim sonuçlarına göre %50 gibi bir oranla kazanan Vetevendosje, kuracağı on beş Bakanlık kurulun beşinin kadın olmasını planlıyor. Arberie Nagavci yaptığı açıklamada bu planın Perşembe günü onaylandığını söylerken eskiden Dışişleri Bakanı olan Vetevendosje’nin Başkan Yardımcısı Glauk Konjufca’nın Parlamento Başkanı olacağını da belirtti. Kurucu meclisin toplantısının da 22 Mart’ta yapılması planlanırken oturuma en yaşlı üye önderlik edecek ve en genç üye de onu asiste edeceği belirlenmiştir.

 

Kaynak: exitnews

Tarih: 19.03.2021

 

Makedon Hükümeti’nin Arnavut Üyeleri, Yalnızca Arnavutların Ulusal Çıkarlarını Destekliyorlar

Zaev rejiminin çok sayıda üst düzey etnik Arnavut üyesinin şu aralar ülkenin tamamının değil, Arnavutların ulusal çıkarlarını ilerletmeyi amaçladığı açık bir şekilde dış seyahatlerinde görülmektedir.

Dışişleri Bakanı Bujar Osmani, İspanyol muhataplarla ana tartışma konusunun Kosova’nın tanınması olacağını aktardı ve kendisi İspanya’da bulunuyor. İspanya, gelecekte Katalonya için geçerli olabilecek bir emsalden korkarak Kosova’yı tanımayı reddediyor. Ancak Osmani Arnavutça haber kuruluşlarına verdiği demeçte, bunu Madrid ziyareti sırasında ana konu olarak gündeme getireceğini söyledi.

Başbakan Birinci Yardımcısı Artan Grubi ise, Kosovalı liderleri Zaev rejiminin yürütmekte olduğu nüfus sayımına mümkün olduğunca çok sayıda etnik Arnavut’un kaydedilmesine yardım etmeye çağırdı. Makedonya’da Kosova ve Arnavutluk partileri arasında çok sayıda çifte vatandaşlık sahibi var, bunların hepsinin sayılması ve nüfus sayımına eklenmesi konusunda ısrar ediyorlar – aksi takdirde Arnavutluk’un nüfus içindeki payı 2020’de kaydedilen yüzde 25’in altına düşebilir. Grubi, bu konuyu Kosovalı siyasi partilerle ve Cumhurbaşkanı Vekili Vjosa Osmani ile yaptığı görüşmelerde gündeme getirdi.

 

Kaynak: Republika.mk

Tarih: 18.03.2021

 

Sırplar Zaev’e Kızgın: Onlara aşı veriyoruz ve Bakanları İspanya’dan Kosova’yı tanımasını istiyor

Sırbistan medyası, İspanya’nın Kosova’nın bağımsızlığını tanıması için Zaev hükümetindeki iki önemli bakanın, Artan Grubi ve Bujar Osmani’nin, lobi faaliyetleri yürütmesine tepki gösteriyor. Medya, İspanya’nın topraklarında “Katalonya” olarak adlandırılan ve aynı zamanda bağımsızlık isteyen bir “Kosova” varken Kosova’yı tanımasının nasıl mümkün olabileceğini soruyor. İşler o kadar ileri gitti ki İspanya, Dünya Kupası elemelerinde Kosova’ya karşı oynadığından bahsetmek bile istemiyor ve onu ‘bir bölge’ olarak adlandırıyor.

 

Kaynak: Republika.mk

Tarih: 19.03.2021

 

Kosova ve Sırbistan İlişkilerinde Yeni Gelişmeler

Avrupa Birliği’nin Kosova ve Sırbistan arası ilişkileri normalleştirme çalışmaları on yıldan uzun süredir devam ediyor. Ancak iki ülke arasındaki ilişkiler hala normal olmaktan çok uzak. On yıl süren çalışmalar ve anlaşmalar sonrasında Kosova’nın yeni lideri Sırbistan ile ilişkilerin yeniden başlatılmasını istediğini belirtti. Sırbistan’ın Kosova’yı resmi olarak tanımaması nedeniyle gelişen olaylar sonucu 2011 yılında başlatılan Brüksel müzakerelerinin nihai amacı, ülkeler arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesiydi. Kosova lideri Albin Kurti seçildikten sonra önceliğin ülkeler arası diyalog olmayacağını belirtmişti ve yolsuzlukla mücadelenin daha önemli olduğunu söylemişti. Ancak uzmanlar Kurti’nin açıklamasına ikna olmadılar ve Kosova’nın davası için yeni seçilen ABD başkanı Joe Biden’ın bir fırsat olduğu görüşündeler.

 

Kaynak: BalkanInsight

Tarih:16.03.2021

 

Bosna Hersek ve Sırbistan Dışişleri Bakanları, iki ülkenin ekonomik, kültürel işbirliğini güçlendireceğini söyledi

Bosna Dışişleri Bakanı Bisera Turkoviç ve Sırp mevkidaşı Nikola Selakoviç, Bosna’nın Novi Pazar’daki Konsolosluğu’nun açıldığını duyuran Belgrad’daki görüşme sonrasında, Bosna ve Sırbistan’ın sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan barış ve işbirliğine bağlı olduklarını doğruladılar.

Turkovic “Bu, ilişkilerin iyileştirilmesine olan bağlılığı gösteriyor. İyi komşuluk işbirliğimizi geliştirmeye yönelik bir adım olan Sırbistan Hükümetinin Novi Pazar’da BH konsolosluğunun açılması yönündeki kararını memnuniyetle karşılıyorum.” dedi ve ekledi “Novi Pazar’a yardım teklif ettiğimizi ve sağladığımızı da hatırlatmak isterim. İki heyet arasındaki ziyaretlerin yoğunlaşma zamanı geldi. Nispeten kısa bir süre içinde şu ana kadar üç toplantı yaptık.” İyi komşuluk ilişkileri kurmanın her iki ülkenin de çıkarına olduğunu sözlerine ekledi.

“İki delegasyonun ortak toplantılar düzenlemeleri ve çözülmemiş sorunları çözmek için çalışmaları önemli. Tek bir toplantıyla çözülemezler, ancak uzun bir ortak komisyon çalışmasıyla çözülebilir. Ülkemiz sınırlar için yeni bir devlet komisyonu kurdu ve sınır sorununu çözmek için yeni bir yaklaşım bekliyoruz ”dedi.

Sırbistan Dışişleri Bakanı Nikola Selakoviç, Bakan Biser Turkoviç ile yapılan görüşmenin Sırbistan ile BH arasındaki iyi komşuluk ilişkilerinin ne kadar önemli olduğunu gösterdiğini söyleyerek, “BH’nin istikrarının son derece önemli” olduğunu vurguladı. Bosna’nın Federasyon tarafı (BHF) yanı sıra Sırp Cumhuriyeti (SC) tarafıyla ve aynı zamanda BH’nin eyalet düzeyiyle de işbirliği geliştirmeye eşit derecede istekli olduklarına işaret etti.

 

Kaynak: N1

Tarih: 17.03.2021

 

Sırbistan’ın Sığınmacı Taleplerini Reddetme Oranı Arttı

Yayınlanan yeni bir rapora göre Sırbistan’ın 2020 yılında yapılan sığınma başvurularının bir önceki yıla göre daha fazla reddedildiğini belirtti. Sırp İnsan Hakları avukatı yayınladığı raporda, geçen yıl başvuruda 223 sığınmacıdan sadece %27 sinin başvurusunun kabul edildiği belirtildi. Raporda açıklanan sonuçlara göre, kararın önceki yıla göre %28 oranında düştüğü görüldü. Mülteci statüsü altı Afganistan, beş İran, dört Suriye ve iki Burindi vatandaşına verildi. Ayrıca 2 vatansız kişiye bu statü verildi. Raporun yazarı bu durumun Covid-19 tedbirlerine ve olağanüstü durumlara bağlı olabileceğini söyledi. Avukat Kovaceviç ‘sığınmacıların 2020 yılında en çok karşılaştığı sorunların Kuzey Makedonya Sınırlarına çekilen sınır tellerinin ve ihtiyaç duyan kişilerin başvurularının reddedilmesi’ olarak açıklıyor. Ancak raporda ‘2020’de ilk kez bir aile birleştirme prosedürünün gerçekleştirildiğini ve Afgan bir mültecinin ailesiyle buluşması sağlandı.

 

Kaynak: Balkan Insight

Tarih:17.03.2021

 

Sırbistan Dışişleri Bakanı: Bosna’nın istikrarı, iyi komşuluk ilişkileri Sırbistan için önemli

Sırbistan Dışişleri Bakanı Nikola Selaković BH’li mevkidaşı Bisera Turković Çarşamba günü Saraybosna’da görüşmesi sonrasında yaptığı açıklamada, Bosna-Hersek’in istikrarı ve ülkeyle iyi komşuluk ilişkilerinin Sırbistan için son derece önemli olduğunu söyledi.

Selaković, Sırbistan’ın Bosna-Hersek’in toprak bütünlüğüne saygı duyduğunu sözlerine ekledi.

Selaković “Sırbistan, Bosna ve Hersek’in toprak bütünlüğüne, Dayton Barış Anlaşmasına dayanan hükümet yapısına saygı duyuyor. Bunun Saraybosna’nın siyasi forumlarının yanı sıra Saraybosna dışında – bölgede, Avrupa’da ve dünyada sık sık gündeme geldiğini bilerek, karmaşık bir yapıda olabildiğini” söyledi.

Bakan ayrıca, Sırbistan’ın bölgede barış ve istikrarla ilgilendiğini ve iki taraf ile üç kurucu halk arasındaki her anlaşmaya saygı duyacağını vurguladı. Başbakan, Sırbistan’ın BH’nin iki yarı özerk kuruluşu – BH Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti – ve BH eyaleti düzeyindeki yetkililerle de eşit şekilde işbirliği yapmak istediğini de sözlerine ekledi.

 

Kaynak: Euractiv

Tarih: 18.03.2021

 

Bakan Ratko Dmitrovic, Alman büyükelçisine her yıl binlerce kişinin Sırbistan’dan ayrıldığını söyledi

Sırbistan Aile Refahı ve Demografi Bakanı Ratko Dmitroviç, Almanya Büyükelçisi Thomas Schieb’e verdiği demeçte, her yıl on binlerce insanın ekonomik nedenlerle Sırbistan’ı terk ettiğini ve bunların büyük bir kısmının Almanya’ya gittiğini söyledi.

Büyükelçi, Alman firmalarının son iki buçuk yıl içinde Sırbistan’da 20 bin yeni iş açtığını ve şu anda işçiden bilişim uzmanlarına 68 bin kişiyi istihdam ettiğini söyledi. “Sırbistan demografik yapısını iyileştirmeye çalışırken, Almanya daha büyük bir işgücüne ihtiyaç duyuyor, bu nedenle ekonomik olarak yeterince güçlüyse eve dönmeye karar veren vatandaşlarınıza destek veren bir yeniden entegrasyon programı uygulanıyor” dedi.

 

Kaynak: N1

Tarih: 18.03.2021

 

İki Sırp  Vatandaşı Romanya’ya Uyuşturucu Sokma Suçuyla Yargılandı

Romanya mahkemesinde görülen iki Sırp vatandaşının Romanya üzerinden Avrupa’ya uyuşturucu sokma girişimi sonucu dokuz yıl hapis cezası aldıkları doğrulandı. Romanya’nın Köstence Limanı kısmında bulunan Temyiz mahkemesi, daha önce 13 Kasım 2020 yılında görülmüş olan iki Sırp uyuşturucu kaçakçısının dokuz yıl dört ay hapis cezasını onayladı. Temyiz mahkemesi, Romanya Adalet Bakanlığı sitesinde kararın kesin olduğunu belirledi. İddianamede suçlu Sırp vatandaşlarının, Sırp, İspanyol ve Romen vatandaşlarından oluşan suç gruplarının bir parçası olduğu belirtildi. Suçlular, Tuna Deltasında en az bir ton kokain taşıyan teknenin devrilmesinden sonra Mart 2019 yılında tutuklanmıştı. Bir RISE projesi soruşturması sonucunda, Kokain sevkiyatının Brezilya’dan gemi ile Türkiye üzerinden Romanya’ya girdiği ortaya çıktı.

 

Kaynak: Balkan Insight

Tarih: 18.03.2021

 

Sırbistan, Karadağ ve Kuzey Makedonya Yolsuzlukla Mücadele Anlaşması İmzaladı

Sırbistan Adalet Bakanı Maya Popoviç, Adalet, İnsan ve Azınlık Hakları Bakanı Vladimir Leposaviç ve Kuzey Makedonya’da Yolsuzluğu Önleme Komisyonu Başkanı Billiana Ivanovskaya, 19 Mart’ta Bölgesel bir yolsuzlukla mücadele girişimi kapsamında hazırlanan Belgrad. Bu, Sırp haber ajansı Politika tarafından bildirildi.

Bu, anlaşmanın imzacı devletlerde onaylanmasından sonra, bir devletin yetkili makamlarının, başka bir devletin talebi üzerine, bu ülkede taahhütte bulunduğundan şüphelenilen devlet görevlilerinin mülklerinin veya işlerinin olası varlığı hakkında veri sağlayacağı anlamına gelir. Herhangi bir cezai suç veya herhangi bir yolsuzluğa karşı önlemlerin alınacağı anlamına gelir.

Uygulamada, örneğin, bir devlet görevlisinin verilerini kontrol eden Sırbistan Yolsuzluğu Önleme Dairesi, Karadağ’daki meslektaşlarından mülkleri hakkında doğrudan bilgi talep edebilecektir – herhangi bir iş sahibi olup olmadığı, Karadağ’da gayrimenkulü olup olmadığı, ve daha sonra Karadağ’daki ilgili ajans, Sırbistan’daki bu bilgi ajansını sağlayacaktır. Bu, dünyada türünün ilk örneği.

 

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 19.03.2021

 

Göç ve İltica  Bakanı : Avrupa Solu FRONTEX Savaş Açıyor

Göç ve İltica Bakanı Notis Mitarakis, Yunanistan’ın 12 ay önce Avrupa Birliği’ni Meriç’te Türk kaynaklı bir göç krizinden koruduğunun altını çizdi. Mitarakis, “Göç akışları şu anda%90 azaldı” diyerek, “son sekiz ayda, gelenlerden daha fazla insan ayrılıyor” dedi. “SYRİZA günlerinde olduğu gibi göç artık bir numaralı sorun değil” diye devam etti. Mitarakis, “Şu andan itibaren Türkiye’yi tartışmak için birçok fırsatımız var” dedi. Bakan ayrıca, “Türkiye’nin hangi politikayı izleyeceğini seçmesi gerektiğini” belirtti.

Avrupa Sınır ve Sahil Güvenlik Teşkilatı’na (FRONTEX) yöneltilen suçlamalara doğru hareket eden bakan, bunun Solun savaşının bir parçası olduğunu söyledi. FRONTEX, yasadışı göçmenlerin Avrupa Birliği’ne girmesini engelleme çabalarında uluslararası hukuku ihlal etmekle suçlanıyor. “Avrupa Solu, Avrupa Parlamentosunda FRONTEX’e karşı savaşıyor ve Avrupa’nın sınırlarını koruma yeteneğini sınırlamaya çalışıyor” dedi. “FRONTEX, Avrupa düzenlemelerine uymak zorundadır ve uymak zorundadır ancak rolü Avrupa’ya yasadışı girişi önlemektir” diye bitirdi.

 

Kaynak: Greek City Times

Tarih: 15.03.2021

 

Eurogroup: Yunanistan’ın Reformlarda İlerlemesi Önemli

Eurogroup başkanı Pascal Donahue, telekonferansın sona ermesinden sonra düzenlenen basın toplantısında Yunanistan’ın “iyi ilerlemesinden” bahsetti. Aynı zamanda, AB’nin Ekonomik İşlerden Sorumlu Komisyon Üyesi Paolo Gentiloni, 9. Gelişmiş Gözetim Raporunun “reformların dinamikleri salgın için zor şartlara sahip olmasına rağmen, Yunanistan’ın bir dizi reform taahhüdünü uygulamada önemli ilerleme kaydettiği” sonucuna vardığını kaydetti. Yunanistan’ın temel olarak eğitim, kurumsal yönetim, özelleştirme ve enerji politikası alanlarında ilerleme kaydettiğini açıkladı.” 10. Gelişmiş Gözetim Raporu göz önüne alındığında, bu plan üzerinde Yunan makamlarıyla çok iyi bir işbirliğimiz var” dedi. ESM’nin İcra Direktörü Klaus Regling, Yunan Makamları ile iyi işbirliğini doğruladı. Yunanistan’ın da diğer ülkeler gibi salgının sonuçlarıyla yüzleşmek için çok fazla enerji, zaman ve para gerektiren zor bir dönem yaşadığını kaydetti.

 

Kaynak: CNN Greece

Tarih: 15 .03.2021

 

Yunanistan ve Türkiye Denizcilik Anlaşmazlığına İlişkin Ön Görüşmeleri Sürdürüyor

Yunanistan ve Türkiye, bu ay yapılacak Avrupa Birliği zirvesi öncesinde uzun süredir devam eden deniz sınırları anlaşmazlığında ortak bir zemin arayışıyla salı günü Atina’da yeni bir keşif müzakereleri turu başlattılar. İki komşu NATO müttefiki, kendi kıta sahanlıkları, denizcilik hakları ve Akdeniz’deki hava sahaları, enerji, etnik olarak bölünmüş Kıbrıs ve Ege’deki bazı adaların statüsü konusunda birbiriyle yarışan iddialar gibi konularda anlaşmazlık içindeler.

Gerilimin altını çizen Türkiye, bu hafta Yunanistan, İsrail ve Kıbrıs arasında elektrik şebekelerini birbirine bağlayan bir deniz altı kablosu için yapılan anlaşmayı protesto etti. Devlet tarafından işletilen Anadolu haber ajansına göre Ankara, kablo için planlanan güzergahın Türkiye kıta sahanlığından geçtiğine inanıyor. Keşif görüşmelerinin resmi müzakerelere zemin hazırlaması amaçlanıyor, ancak iki ülke 2002’den bu yana 60 turdan fazla toplantıda çok az ilerleme kaydetti ve hangi konuların tartışıldığı konusunda bile anlaşma sağlanamadı. Beş yıllık bir arayı sona erdiren yetkililer, Doğu Akdeniz’de aylar süren gerilimin ardından Ocak ayında bir araya geldi. Diplomatik kaynaklar Salı günü Atina’nın merkezindeki bir otelde yeni bir müzakere turunun yeniden başladığını, ancak toplantıların içeriğiyle ilgili herhangi bir ayrıntı verilmediğini söylediler.

 

Kaynak: Ekathimerini

Tarih: 16.03.2021

 

AB Komiseri Gentiloni, Yunanistan’ın Reformlarda İyi İlerleme Kaydettiğini Söyledi

Avrupa Ekonomiden Sorumlu Komisyon Üyesi Paolo Gentiloni Pazartesi gecesi, ülkenin alacaklıları tarafından dokuzuncu geliştirilmiş gözetim raporunun sonuçları hakkında brifing verilen Eurogroup toplantısının ardından, Euro bölgesi maliye bakanlarının Yunanistan’ın reformlarla “çok iyi ilerlediğini” duyduklarını söyledi.

Gentiloni, “Yunanistan özellikle eğitim, kurumsal yönetim, özelleştirme ve enerji politikası alanlarında iyi ilerleme kaydetti” dedi. Avrupalı yetkili ayrıca ülkenin reform ivmesindeki yavaşlamaya dikkat çekti, ancak bunun koronavirüs salgınının neden olduğu “zorlu koşullara” atfedildiğini vurguladı.

 

Kaynak: Ekathimerini

Tarih: 16.03.2021

 

Yunanistan ile Türkiye Arasındaki Keşif Teması Atina’da Yeniden Başladı

Yunanistan ile Türkiye arasındaki keşif teması, 25-26 Mart’ta Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in siyasi durum hakkında bir rapor sunacağı AB zirvesi öncesinde Salı günü Atina’da yeniden başlayacak. AB ile Türkiye arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin yanı sıra ilgili araçlar ve seçenekler.

Daha spesifik olarak, iki delegasyon, kıta sahanlığının ve Ege ve Doğu Akdeniz’deki MEB’in sınırlandırılmasına ilişkin gelecekteki olası müzakereler için yakınsama noktalarını araştırmak üzere 25 Ocak’ta İstanbul’da düzenlenen 61. turun görüşmelerine devam edecek .Rum tarafı keşif görüşmelerine güvenle, “iyi niyetle”, işbirliği ruhu ve yapıcı bir tavırla katıldığının altını çizdi. Temasların keşif amaçlı olduğunu ve öyle kalacağını defalarca açıkça ortaya koydu ve iki ülke arasında bağlayıcı olmayan gayri resmi bir görüşme kanalı olduğunu ekledi.

 

Kaynak: Atina Makedon Haber Ajansı

Tarih: 16.03.2021

 

Mitsotaki – Sisi: Libya’nın Yeni Hükümetine Destek

Başbakan Kyriakos Mitsotakis ile Mısır Cumhurbaşkanı Abdal Fettah al-Sisi arasındaki telefon görüşmesinin merkezinde, komşu Libya’daki ikili ilişkiler ve gelişmeler yer aldı.

 

 

 

Başbakan Kyriakos Mitsotakis ile Mısır Cumhurbaşkanı Abdal Fettah al-Sisi arasındaki telefon görüşmesinin merkezinde Yunan-Mısır ikili ilişkileri ve Libya’daki gelişmeler yer aldı .Özellikle, ilgili bir hükümet duyurusunda belirtildiği gibi: “Başbakan Kyriakos Mitsotakis, iki ülke arasındaki mükemmel ikili ilişkileri ve bölgesel gelişmeleri tartıştıkları Mısır Cumhurbaşkanı Abdül Fettah el-Sisi ile bir telefon görüşmesi yaptı. İki lider, komşu Libya’daki gelişmeler hakkında olumlu bir değerlendirme ve ülkeyi güvenli bir şekilde aralık ayında serbest seçimlere götürmek için yeni hükümeti destekleme ihtiyacı üzerinde anlaştılar.

 

Kaynak: Το ΒΗΜΑ Team

Tarih: 17.03.2021

 

Yunanistan IHRA Başkanlığını Devralacak

Yunanistan, Uluslararası Holokost Anma İttifakı’nın dönem başkanlığını önümüzdeki ay devralacak. Dışişleri bakanlığı Perşembe günü i24NEWS’e göre, Yunanistan’ın önümüzdeki ay Uluslararası Holokost Anma İttifakı’nın dönem başkanlığını devralacağını söyledi. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Alexandros Papaioannou, Atina’nın 1 Nisan’da IHRA başkanlığını devralacağını söyledi. Etkinliğe “özel önem veriyoruz” diyen bakan, Yunanistan’ın ilk IHRA başkanlığının eğitime odaklanacağını da sözlerine ekledi. Yunanistan, 2019 yılında Musevilere karşı nefret ve ayrımcılık, Holokost inkar ve bazen tartışmalı bir şekilde antisemitizmin yollarla ilişki biçimi dahil olmak üzere çeşitli biçimleriyle anti-Semitizmin kapsamlı bir tanımını sunan IHRA anti-Semitizm tanımını kabul etti.  İsrail’e yönelik eleştiri dile getiriliyor. Yahudi cemaati Holokost sırasında neredeyse yok olan Yunanistan’da anti-Semitizm bir sorun olmaya devam ediyor.

Kaynak:  i24news

Tarih: 19 .03.2021

 

Türkiye, Kosova’nın Kudüs’te Büyükelçilik Açmasını Kınadı

Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada, “Kosovalı liderlere, sağduyunun sesini dinlemeleri ve bu sorumsuz ve hukuk dışı adımdan vazgeçmeleri çağrısında bulunuyoruz” ifadesi kullanıldı.

Bakanlık tarafından konuya ilişkin yapılan yazılı açıklamada, kendi bağımsızlıklarını kazanmak uğruna büyük acılara göğüs geren bir halkın liderlerinin, on yıllardır işgal altında yaşayan ve ağır insan hakları ihlallerine maruz kalan Filistin halkının durumunu göz ardı ettiği belirtildi.

Açıklamada, bu kararın son derece talihsiz olduğu aktarılarak, şunlar kaydedildi:

“Kosovalı liderler bu şekilde hareket ederek, Kudüs’ün statüsü konusunda, ilgili Birleşmiş Milletler kararları dahil barış sürecindeki yerleşik parametrelere aykırı davranmış, iki devletli çözüm vizyonuna ve bölgedeki barış umutlarına zarar vermiştir. Kosovalı liderlere, sağduyunun sesini dinlemeleri ve bu sorumsuz ve hukuk dışı adımdan vazgeçmeleri çağrısında bulunuyoruz.”

 

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 14.03.2021

 

Yunanistan ve Suudi Arabistan’dan Ortak Tatbikat

Yunanistan özellikle Türkiye ile son bir yıldır yaşanan gerginliğin ardından bölgedeki ülkelerle ittifak çemberini genişletmeye çalışıyor. Bu kapsamda Suudi Arabistan’la yakınlaşmasını da sürdürüyor. Yunanistan ve Suudi Arabistan, ortak askeri tatbikat ile bu yakınlaşmayı perçinleştirmeyi hedefliyor.

Yunan Genel Kurmay Başkanlığı iki ülke Silahlı Kuvvetleri arasındaki uzlaşı sonucu, 13 Mart’ta Suudi Arabistan Hava Kuvvetlerine ait 6 adet F-15C tipi uçağın ve ilgili personelin  Girit’teki Suda Hava Üssüne ulaştığını duyurdu. Bu vesile ile Suudi Arabistan’ın Atina Büyükelçisi Dr. Saad Alammar’ın da Girit’te bulunduğunun belirtildiği duyuruda, bu iş birliğinin iki ülke arasındaki ilişkilerin derinleştiğinin göstergesi olduğu savunuldu.

Yunan Genel Kurmay Başkanlığı yazılı açıklamasında, Girit’in stratejik önemine dikkat çekerek Yunanistan’ın Yunan Silahlı Kuvvetleri ile tatbikat yapmak isteyen diğer ülkelere ve farklı ittifaklara da açık olduğunu kaydetti.

Yunan basınında yer alan haberlere göre Atina, Nisan ayı içerisinde Suudi Arabistan’a bir de resmi ziyaret planlıyor. Bu ziyarette Suudi Arabistan’ın bir süreliğine Yunanistan’dan patriot füzeleri temin etmesine ilişkin bir anlaşma imzalanması bekleniyor. Söz konusu operasyonun tüm masraflarının da Suudi Arabistan tarafından ödenmesi öngörülüyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan cuma günü yaptığı açıklamada Suudi Arabistan’ın Yunanistan’la ortak tatbikatına tepki göstermiş “Suudi Arabistan’ın Yunanistan’la ortak tatbikatını da Suudi Arabistan yetkilileriyle ayrıca görüşeceğiz ki bu böyle olmamalıydı, olmamalıdır diye düşünüyoruz” diye konuşmuştu.

 

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 15.03.2021

 

Ürdün: Kosova’nın Kudüs’te Büyükelçilik Açma Kararı Hükümsüz ve Kanun Dışıdır

Ürdün Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Dayfullah el-Fayiz, yaptığı açıklamada, “Kudüs’te büyükelçilik açmak, uluslararası hukuku ve uluslararası kararları açık bir şekilde ihlal etmektir.” dedi.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Fayiz, “Kudüs‘ün yasal statüsünü değiştirmeyi amaçlayan tüm icraat ve kararlar, hukuki açıdan hükümsüz ve kanun dışı kabul edilir ve hiçbir yasal etkisi yoktur.” ifadelerine yer verdi.

Fayiz, adil ve kapsamlı bir barışın ancak 4 Haziran 1967’de başkenti Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulması ile sağlanabileceğini vurguladı.

Kosova Dışişleri ve Diaspora Bakanlığı yaptığı açıklamada, Kosova’nın Kudüs Büyükelçiliği’nin açıldığını ve faaliyete başladığını duyurmuştu.

Devamında, Kudüs’te büyükelçiliğin açılmasının amacının Kosova ve işgal rejimi arasındaki ilişkileri geliştirmek ve Kosova’nın uluslararası arenadaki konumunu güçlendirmek olduğunu belirtmişti.

 

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 16.03.2021

 

Türkiye ile Bosna Hersek Arasında Anlaşmalar İmzalandı

Cumhurbaskanı Recep Tayyip Erdoğan, Bosna Hersek Devlet Başkanlığı Konseyi Başkanı Milorad Dodik ve Konsey Üyeleri ile baş başa ve heyetler arası görüşme gerçekleştirdi. Görüşmelerin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bosna Hersek Devlet Başkanlığı Konseyi Başkanı Dodik ve Konsey Üyeleri nezaretinde iki ülke arasında anlaşmalar imzalandı.

Erdoğan ve Dodik, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ndeki baş başa ve heyetler arası görüşmenin ardından ortak basın toplantısı düzenledi, gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını cevapladı.

Bosna Hersek Devlet Başkanlığı Konseyi üyelerini son olarak 2019 yılında Türkiye’ye gerçekleştirdikleri ilk resmi ziyaretleri vesilesiyle ağırladıklarını ifade eden Erdoğan, bu şekilde mevcut Başkanlık Konseyinin ilk defa bir ülkeyi ikinci kez ziyaret ettiğini belirtti.

Daha sonra 9 Ekim 2019’da Türkiye-Bosna Hersek-Sırbistan Üçlü Zirvesi’nde Belgrad’da Başkanlık Konseyi üyeleriyle bir araya geldiklerini anımsatan Erdoğan, salgın nedeniyle son 1 yıldır maalesef temasları, iş birliğinin gerektirdiği yoğunlukta gerçekleştiremediklerini, bunu önümüzdeki dönemde telafi edeceklerini söyledi.

 

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 16.03.2021

 

Türkiye ile Yunanistan Arasındaki İstikşafi Görüşmelerin 62. Turu Atina’da Yapıldı

Türkiye ile Yunanistan arasındaki istikşafi görüşmelere, Türkiye adına Dışişleri Bakan Yardımcısı Sedat Önal, Dışişleri Bakanlığı İkili Siyasi İşler-Denizcilik-Havacılık-Hudut Genel Müdürü Büyükelçi Çağatay Erciyes ve Denizcilik-Havacılık-Hudut Genel Müdür Yardımcısı Barış Kalkavan katılırken, Yunanistan’ı emekli Büyükelçi Pavlos Apostolidis, Dışişleri Bakanlığı Genel Müdürü Büyükelçi Aleksandros Kuyu ve Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri’nin Özel Kalem Müdürü İfigeniya Kanara temsil etti.

Görüşmelerin bir önceki turu 25 Ocak’ta İstanbul’da düzenlenmişti. Daha önce istikşafi nitelemesi kullanılan görüşmeler için ‘istişari’ ifadesi kullanılmaya başlanmıştı.

Türkiye ile Yunanistan bu görüşmelerle, Ege ve Akdeniz’e yönelik sorunların çözülmesini hedefliyor.

İki ülke, Ege sorunlarına her iki tarafın da kabul edebileceği, ‘adil, kalıcı ve kapsamlı’ çözüm için zemin hazırlamak amacıyla görüşmelere 12 Mart 2002’de Ankara’da başlamıştı.

Dışişleri bakanlarının müsteşarları arasında yürütülen görüşmeler, 2016’ya kadar sürmüştü. Siyasi konjonktür nedeniyle görüşmelerde yeni bir tur düzenlenememişti.

 

Kaynak: Sputnik News

Tarih: 16.03.2021

 

Glauk Konjufca: Kosova’nın Kudüs Büyükelçiliği’nin Açılmasını Büyük Bir Dikkatle İnceleyeceğiz

Konjufca katıldığı bir TV programında Kudüs’le ilgili değerlendirmelerde bulundu. Konjufca ‘‘Diplomatik ilişkilerin kurulmasını büyük bir dikkatle inceleyeceğiz. Konu çok derinlere gitti, elçilik açıldı. Eğer Büyükelçiliğin yerini değiştirmek İsrail’in tanımasını tehlikeye sokarsa elçiliğin yeri değiştirilmemelidir.’’ ifadelerini kullandı. Konuşmasının devamında Konjufca ‘‘Büyükelçiliğin yerinin değiştirilmesi İsrail’in tanımasını geri çekmesi pahasına olmamalıdır. Bu Kosova devletinin bir yanlışıdır’’ dedi.

Aynı şekilde Konjufca: ‘‘Sırbistan’ın Kosova’nın tanınmaması konusunda yürüttüğü lobi faaliyetleri sonucunda Kosova olarak duvara dayanmıştık. Bu tanıma bizim için yeni bir yol açmıştır ve İsrail’in tanıması değerlendirilmelidir. Albin Kurti diplomatik ilişkilerin kurulmasını selamlamıştır.’’ dedi.

Konjufca Kudüs’te büyükelçiliğin açılmasının sözlü bir anlaşma olduğunu belirterek şu ifadeleri kullandı. ‘‘Kosova ve ABD arasında imzalanan anlaşmanın hiçbir yerinde Kudüs konsept olarak kullanılmamıştır.’’

Hoti hükümeti Trump’ın karşısında bir taahhüt imzalamıştır. Kosova ile ilgili olan kısımda yer olarak Kudüs belirtilmemiştir. Sanırım Netanyahu ile Hoti telefonda görüşürken bu konuyu konuşmuşlardır. Hoti hükümetinin belgeye dayanmadan söz vermesi yanlıştır.’’ ifadelerini kullandı.

 

Kaynak: Balkan Postası

Tarih: 17.03.2021

 

Filistin’in Belgrad Büyükelçisi: Kosova’nın Kudüs’te Büyükelçilik Açması Cezasız Kalmayacak

Filistin’in Belgrad büyükelçisi Muhammed Nabhan Kosova’nın Kudüs’te büyükelçilik açmasına tepki gösterdi. Nabhan basına verdiği demeçte Kosova’nın AB’nin Kudüs konusunda ki pozisyonuyla da ters düştüğünü belirtti. Büyükelçi konuşmasının devamında ‘‘Bu haklarımıza ve halkımıza karşı yapılmış bir saldırıdır. Kosova bu adımıyla Filistin halkının devlet ve başkent haklarını çiğnemektedir. Aynı şekilde Priştine uluslararası hukuku da çiğnemektedir çünkü Kudüs 1967 yılında İsrail tarafından işgal edilmiştir ve BM gibi uluslararası kurumlara üye olmak isteyen bir ülke uluslararası hukuka uymalıdır.’’ dedi.

Konuşmasının devamında Filistin Dışişleri Bakanlığı ile iletişim halinde olduğunu ve bundan sonra Kosova aleyhine adımlar atacaklarını belirtti. ‘‘Arap Birliği ve İslam İşbirliği teşkilatı nezdinde Kosova’nın hoşuna gitmeyecek adımlar atacağız. Kosova, bu kurumların hiçbirinin üyesi değildir. Ancak bu kurumlara üye olan birçok ülke sözde Kosova devletini tanımıştır. Bundan sonra bu ülkelerde Kosova’yı tanıma kararlarını gözden geçirmelerini talep edeceğiz.’’ ifadelerini kullandı.

 

Kaynak: Balkan Postası

Tarih: 17.03.2021

 

Bilcik: Sırbistan’ın Sözleri Eyleme Dönüştürmesi Gerekiyor

Avrupa Parlamentosu raportörü Vladimir Bilcik AP üyesi çevrimiçi bir tartışmaya verdiği demeçte, Sırbistan’ın sözlerini Avrupa Birliği üyeliğine olan bağlılığı konusunda somut eylemlere dönüştürmesi gerektiğini söyledi.

Sırbistan’daki Avrupa Hareketi tarafından düzenlenen tartışmada, AB üyeliğinin demokratik bir ülkede siyasi mücadele ve rekabetin kurbanı olarak gelmemesi gerektiğini söyledi. Sırp hükümetinin Avrupa entegrasyonuna olan bağlılığını dile getirdi, parlamento Avrupa Komisyonu raporunu tartıştığını ve hukukun üstünlüğü ve yargı reformlarının sürdürülmesi gerektiğini ekledi.

Sırbistan’da diyalog ve Belgrad-Priştine diyalogu için “Bu taahhüdü desteklemeye hazırız, ancak ilerlemenin reform sürecine tam bağlılığa bağlı olduğu bir noktadayız” dedi ve reformların hukukun üstünlüğü, kültürde demokratik değişiklikler ve siyasetin niteliğinde olduğunu belirtti.

Gazetecilerin ve ifade özgürlüğünün korunması gerektiğini belirterek, bunun AB’deki herkes için çok önemli bir konu olduğunu da sözlerine ekledi. Gazeteciler, gelip giden politikacıları memnun etmek için orada değiller. Gazeteciler demokratik liberal bir toplumun temel taşlarından biri oldukları için toplumda güçlü bir rol oynamalıdır ”diyen Bilcik, bunun AB üyeliğinin şartı olduğunu da sözlerine ekledi. “KRIK’e (araştırma haber portalı) karşı yürütülen kampanyayla ilgili endişelerimi dile getirdim” dedi. Gazetecilere yönelik saldırılar tehlikelidir ve politikacıların sözlerine dikkat etmeleri gerektiğini, çünkü bunlar ellerinde güçlü bir silah olduğunu da sözlerine ekledi.

Bilcik, partiler arası diyaloğun amacının Avrupa Parlamentosu yetkililerinin hazır yanıtlar getirmek veya diyalog şeklini belirlemek olmadığını söyledi. “Diyaloğu kolaylaştırmak istiyoruz. Stratejik bir öncelik olmaya devam eden Belgrad-Priştine diyalogunda atılan adımları takdir ediyoruz” ifadelerini kullandı.

 

Kaynak: N1

Tarih: 17.03.2021

 

Fabrizi’den Vucic’e: Medya Özgürlüğü için Güvenli Ortamı Oluşturun

Avrupa Birliği Sırbistan Delegasyonu başkanı Sem Fabrizi Çarşamba günü Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuciç’e ülkenin medya ve sivil toplum çalışma ortamının iyileştirmesi gerektiğini söyledi. Vucic’in ofisinden yapılan açıklamada, Cumhurbaşkanı Vuçiç’in Fabrizi’ye tam ifade özgürlüğü atmosferini savunduğunu ve medya özgürlüğü demokrasinin en büyük miraslarından biri olduğu için kişisel olarak buna kendini adamış olduğunu belirttiği ifade edildi.

Açıklamada, ikilinin Sırbistan’ın yargı sisteminin AB ile uyumunu da tartıştığı ve hukukun üstünlüğü reformunda, anayasa değişiklikleri, yolsuzlukla mücadele mücadelesi ve iç hukukun yeniden başlatılması dahil olmak üzere yargı sistemi reformunda daha coşkulu bir yaklaşımın gerekli olduğu konusunda anlaşıldığı ifade edildi.

 

Kaynak: N1

Tarih: 17.03.2021

 

Rusya: Bosna Hersek’in NATO’yla Yakınlaşması Halinde Buna Karşılık Vermek Zorunda Kalırız

Rusya’nın Saraybosna Büyükelçiliği, Bosna Hersek’in NATO’yla üyelik konusunda yakınlaşmasının hasmane bir adım olacağını ve Moskova’nın buna karşılık vermek zorunda kalacağını açıkladı.

Bosna Hersek hükümetinin NATO İşbirliği Komisyonu kurma kararının ardından Saraybosna’nın NATO üyeliğine öncelik verdiği yönündeki haberler üzerine bir açıklama yapan Rus büyükelçiliği, “Ortaya atılan argümanlar, Bosna Hersek’in Avrupa-Atlantik entegrasyonunu destekleyen ana tezlerden birinin, bu adımın psikolojik ve duygusal yönü olduğuna işaret ediyor. Onlara göre NATO dünyanın en güçlü ittifakı, geleneksel olarak ihtilafların yaşandığı ve çatışma potansiyelinin yüksek olduğu bölgede uzun vadeli barış ve istikrarı sağlayacak güçte ve bunun sonucunda Avrupa daha kompakt hale gelip üye devletlerin politikaları öngörülebilir olacak.” ifadelerini kullandı.

“Peki, NATO hastalarını mevcut korku ve fobilerinden kurtarmaya yarayan bir psikiyatri kliniği mi? Akıllara mantıklı bir soru daha geliyor: Bosna Hersek kimden korkuyor? Müttefikleri onu kimden koruyacak?” sorularını yönelten elçilik, Rusya’nın NATO’nun genişleme politikasına bakışının son derece iyi bilindiğinin altını çizdi.

“Bosna Hersek ile NATO’nun pratikte yakınlaşması halinde ülkemiz, bu hasmane adıma karşılık vermek durumunda kalacak. Zira İttifak’ın genişlemesi, Rusya’nın yeni üyelerle olan ilişkilerini hiçbir zaman iyileştirmedi” uyarısında bulunan elçilik, “NATO üyeliği, Saraybosna’yı felsefesi ABD ve NATO tarafından Avrupa’ya dayatılan askeri-siyasi cepheleşmenin tarafı olmaya zorlayacak, Bosna Hersek’in savunma giderleri artacak ve uzak bölgelerdeki sıcak noktalara asker göndermesi gerekecek.” ifadelerini kullandı.

Rusya Büyükelçiliği, NATO’nun terör, Covid-19 pandemisi, Kıbrıs’taki de dahil sürüncemede kalan toprak tartışmaları, İttifak üyelerine yönelik sosyo-ekonomik meydan okumalar gibi küresel tehditler karşısında şimdiye dek başarılı olamadığını da vurguladı.

 

Kaynak: Sputnik News

Tarih: 19.03.2021

 

Palmer: Sırbistan’daki Avrupa Şüpheciliği Anlaşılabilir, AB’ye Giden Yol Zorlu

Batı Balkanlar Özel Temsilcisi ve ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Avrasya İşleri Bürosu Sekreter Yardımcısı Yardımcısı Matthew Palmer Cuma günü yaptığı açıklamada, Avrupa Birliği üyeliğine giden yoldaki reformların sık sık görülmesi nedeniyle Sırbistan’daki Avro şüpheciliğinin anlaşılabilir olduğunu söyledi.

Palmer Sırp-Amerikan Dostluk Kongresi tarafından düzenlenen “Sırbistan-AB ilişkilerinin geleceği ve Batı Balkanlar’a Yönelik ABD Politikası” konferansında, “İnsanlar AB üyeliğinin faydalarını gördüklerinde, Avrupa yolunun desteği artacaktır” açıklamasında bulundu.

Palmer, Belgrad-Washington ikili ilişkilerinin güçlü olduğunu ve iki tarafın Sırbistan’ın gelecekteki AB üyeliğine ilişkin ortak bir vizyonu paylaştığını söyledi.

 

Kaynak: N1

Tarih: 19.03.2021

 

Bulgaristan ve Romanya, Kendi Hava Sahalarında Üçüncü Ülke NATO Hava Operasyonları Konusunda Anlaştı

18 Mart Perşembe günü, Bulgaristan Savunma Bakan Yardımcısı Atanas Zapryanov, Romanya Milli Savunma Bakanlığı Simona Cojocaru’da Savunma Politikası, Planlama ve Uluslararası İlişkiler Bakan Yardımcısı ile Ruse’de resmi bir toplantı yaptı. İkili istişarelere Romanya’nın Bulgaristan Özel Büyükelçisi ve Tam Yetkili Temsilcisi Brundusa Ioana Predescu da katıldı.

Görüşmede, güvenlik ve savunma alanında ve iki ülkenin NATO ve AB üyeliği bağlamında ikili ve bölgesel sorunlar ele alındı. Bulgaristan Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti arasında sınır ötesi hava polisliği operasyonlarına ilişkin anlaşmayı değiştirmek için bir protokol de imzalandı. Protokol, Bulgaristan Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti arasındaki sınır ötesi hava sahası operasyonlarına ilişkin 2011 temel anlaşmasını güncelleyen 16 Aralık 2020 tarihinde Bakanlar Konseyi kararıyla onaylandı. Bulgaristan Cumhuriyeti Hükümeti adına müzakereleri yürütmek ve protokolü imzalamakla Bakan Yardımcısı Zapryanov yetkilendirildi.

Atanas Zapryanov protokolün imzalanmasının ardından “İki hükümetimiz arasındaki sınır ötesi hava sahası operasyonlarına ilişkin 2011 Anlaşmasını tadil eden Protokolü bugün imzalayarak, sadece ulusal yeteneklerimizi değil, aynı zamanda İttifak’ın hava sahasının korunmasına yönelik görevleri başarıyla yerine getirmek için üçüncü ülkelerin yeteneklerini de geliştiriyor ve yükseltiyoruz. Bu kanunla, ikili savunma işbirliğini tüm boyutları ve yönleriyle güçlendirme taahhüdümüzü yeniden teyit ediyoruz. Ortak çabalarla müttefik taahhütlerimizi yerine getirebileceğimize ve iki ülkemizin İttifak hava sahası güvenliğinin korunmasına katkıda bulunmaya devam edeceğine inanıyorum” ifadelerini kullandı.

Protokolün imzalanması ve Bulgaristan ve Romanya parlamentoları tarafından onaylanmasının ardından, müttefik Üye Devletlerin hava sahası korumasının uygulanmasında sınır ötesi operasyonlar yürütmelerine iki ülkenin toprakları temelinde izin verilecek. İki taraf, ikili savunma işbirliğinin yanı sıra NATO ve AB üyelikleri bağlamındaki kararlılığını tazeledi.

 

Kaynak: Independent News Balkan Agency

Tarih: 19.03.2021

 

 

HAZIRLAYANLAR:

Aybüke Koçak, Didem Şimşek, Dilara Nesrin Bulut, Dilek Keçeci, Elifnur Ayhan, Gizem Kocakaplan, Hasibe Özdemir, Hatice Deniz Hızal, Hilal Yel, İleyna Savuk, Rümeysa Güner, Şamil Orhan, Taha Yüceses, Zülfiye Çobanoğlu

TUİÇ Balkan Stajyerleri

 

 

Milk

Harvey Milk’in 1972-1978 arasında geçen yıllarını ele alan 2008 yapımlı Amerikan filmi, Guy Van Sant tarafından yönetilmiştir. Harvey Milk, San Francisco belediye meclisine seçilmiş açık kimlikli ilk politikacı olmuş ve savunduğu değerlerden dolayı Dan White tarafından acımasızca öldürülmüştür. Film, 2008 ve 2009 yıllarında birçok ödüle aday gösterilmiş ve ödül kazanmıştır. Bunun yanı sıra, filmin senaristi ve aynı zamanda LGBTİQ+ aktivisti olan Dustin Lance, 2009’da Milk filmiyle En İyi Özgün Senaryo Oscar’ını kazanmıştır. Farklı karakterlerde izlediğimiz Sean Penn, Harvey Milk’i olağanüstü canlandırmış ve bu başarısını 2009 En İyi Erkek Oyuncu Oscar ödülünü kazanarak taçlandırmıştır.

Harvey Milk, sigorta şirketinde çalışan bir eşcinseldir fakat kimliğini iş arkadaşları dahil çevresinden saklamaktadır. Bunun nedeni ise, o dönemde ABD’de bir kişinin açık kimlikli olması işten atılmasına sebep olabilmesi ve bu durumda haklarını koruyacak bir yasanın olmamasıdır. Harvey Milk’in de ifadesiyle, bu düzen sonucu kendisi dolapta saklanmak (in the closet) zorundadır. 1972’den itibaren Milk’in yaşantısını konu alan filmde, Milk metroda Scott (James Franco) ile tanışır ve bir ilişkiye başlarlar. 40. Yaş gününde Scott ile bir değişikliğe ihtiyacı olduğunu fark eden Milk, işini bırakarak San Francisco’ya doğru yol alır ve Haight, Castro’ya (Castro Street) taşınır. Burada bir fotoğrafçı dükkanı açan Milk, bazı komşuları tarafından dışlanır ve polis tarafından dükkanının kapanacağı tehditlerine maruz kalır. Bu tehditlere boyun eğmeyen Milk, açık bir şekilde ilişkisini yaşamaya devam eder ve dükkanı eşcinseller arasında bir toplanma mekanı haline gelir.  Milk’in Castro bölgesinde popülerleşmesi, bölgeye ülkenin birçok yerinden eşcinselin göç etmesine neden olmuştur. Özgürce yaşamak isteyen insanların, ‘demokrasi’ ve ‘özgürlük’ ülkesinde yerinden edilmesi, kendisi olabilmesi için taşınmak zorunda kalmasının getirdiği çaresizliği izleyiciye akıcı bir şekilde aktarılmıştır.

Bir gece polisin eşcinsellere rozetlerini kapatarak sadece eğlence için saldırması ve şiddet kullanması, Harvey Milk’i harekete geçiren unsurdur. Bu geceden sonra Milk, ancak politikada onlardan biri olursa özgür olabileceklerini ve insan haklarına sahip olabileceğini düşünür. Bu doğrultuda, belediye denetçiliğine aday olur. Buradaki önemli nokta, siyasetin ne kadar önemli bir araç olduğudur. O dönemde, heteroseksüeller tarafından da ziyaret edilen Milk, her ne kadar “Castro Caddesi’nin Belediye Başkanı” olarak anılsa da seçimlerde aynı başarıyı yakalayamamıştır. Üç kez adaylığını koyan ve başarısız olan Milk, 1977’de San Francisco Belediye Meclisi’nde Denetçi olarak seçimleri kazanmıştır. Azmin ve hırsın bir örneği olarak görevinde kaldığı yaklaşık bir yıllık sürede birçok başarıya imza atmış, LGBTİQ+ haklarının ABD’deki en büyük savunucusu haline gelmiştir.

Milk’in seçimlerdeki ilk yenilgisinden sonra saçlarını kesmesi ve rahat tarzını bir kenara bırakması, eski resmi tarzına dönmesi dikkat çekicidir. Kıyafetimiz, saçımız bile toplum tarafından belli kalıplarla sınırlandırıldığından dolayı Milk’in bir ‘politikacı’ gibi giyinmesi onun toplum tarafından kabul edilebilirliğini arttırmaya yönelik bir hamledir.

Ayrıca, eşcinsellere karşı önyargıların nedenlerinden biri, Amerika’nın temelinin aile olduğu ve Tanrı’nın kurallarıyla kurulan aile yapısının ne kadar kutsal olduğudur. Filmde bu karşıt düşünceler Anita Bryant ve Dan White tarafından açıkça ifade edilmiştir. Hatta, Harvey Milk’in karşılıklı münazara şeklinde Rich Stokes ile iletişime geçmesiyle eşcinsellere karşı olan algının açık bir şekilde ifade edilmiştir. Benim fikrime göre, filmin sadece eşcinsellerin değerlerini değil, muhafazakar kesimin de değerlerini ele almasını yararlı olmuştur. İki kesim arasındaki diyalogların verilmesi, bu çatışmaya bir ışık tutmuştur. Özellikle Milk, heteroseksüel bir aile ve öğretmenler tarafından büyüdüğünü fakat yine de eşcinsel olduğunu ifade ederek bunun ‘özentilik’ veya ‘hastalık’ olmadığını belirtmiştir.

Tüm bu olaylarda daha az dikkat çeken ama değinilmesi gereken bir kişi var ki o da Minnesotalı genç Paul’dur. Paul, Harvey Milk’e telefonla ulaşan engelli eşcinsel bir gençtir. Paul, eşcinsel olduğundan dolayı ailesinin onu hasta olarak gördüğünü ve kliniğe yatırılmaya zorlandığını bu yüzden intihar etmeyi düşündüğünü belirtir. Milk, her ne kadar yapmaması için ikna etmeye çalışsa da telefonu kapatması gerekmektedir, seçim sonuçları açıklanmış ve seçimi kazanmıştır. Sonrasında yeniden iletişime geçen Paul, intihar etmediğini, seçimin kazanılmasıyla gelecek için umutlandığını belirtir. Belki de Milk’in en önemli etkisi, eşcinsel olmasından dolayı dışlanmış gençlere umut vermek, özgür bir geleceğe sahip olabileceklerini düşünmelerini ve vazgeçmemelerini sağlaması olmuştur.

Başarılı bir politikacı olan Milk, ölmeden önce eşcinsel öğretmenlerin tespit edilmesi halinde çocukları ‘kötü’ etkilediğine dair iddialar sonucu işten çıkarılmaları doğrultusunda yapılan yasa tasarısının reddedilmesini sağlamış ve gizli eşcinselleri, dolaplardan çıkmaya davet etmiştir. Tasarı 6’nın reddedilmesiyle büyük bir başarı sağlayan Milk, iş arkadaşı Dan White ile bazı konularda çatışmalar yaşamıştır. Bu çatışmalar sonucunda, Milk’in başarısını kaldıramayan ve Amerikan ailesinin kutsallığını savunan Dan White, Milk’in destekçisi San Francisco Belediye Başkanı George Mascone’u ve Harvey Milk’i öldürmüştür. Harvey Milk’in ölümünden sonra LGBTİQ+lar ellerinde mumlarla barış içinde, şiddet olaylarının olmadığı, aynı Milk’in savunduğu ve istediği gibi, bir yürüyüş düzenlemiştir. Öldürülmesi durumunda kayıt altına aldığı anılarında şu sözlerle destekçilerine seslenmiştir:

“Bir suikasta uğrarsam beş, on, yüz, bin kişi ayaklansın. Beynime bir mermi girecekse bu mermi bütün dolapların kapaklarını kırsın. Bu hareketin sürmesini istiyorum. Çünkü bu hareketin kazançla, egoyla, güçle alakası yok. Bu hareket bizler için. Sadece geyler için değil. Aynı zamanda, siyahlar, Asyalılar, yaşlılar ve engelliler için. ‘Bizler’ için. Umut olmadan bizler pes ederiz. Sadece umutla yaşanmayacağını biliyorum. Ama umut olmazsa hayat yaşamaya değmez. Onlara umut vermek zorundasınız.”

Dan White’ın avukatları tarafından fazla abur cubur yemesi sonucu oluşan zihin karmaşıklığı cinayetlerin sebebi olarak gösterilmiştir. ‘Twinkie savunması’ olarak anılan bu savunma sonucu, Harvey Milk karşıtı olan hakimler White’a asgari ceza vermiştir. Bir cinayette bile, hayatını kaybetmiş kişiye sadece insan olarak bakılamaması adaletin sadece çıkarları korunan sınıfın, cinsel yönelimin ve ırkın adaleti olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Beş yıl sonra hapisten çıkan White, sonrasında intihar etmiştir.

Sonuç olarak film, Amerika’daki eşcinsellerin savunmasız, güvencesiz hayatlarını ilk kez açık kimliğiyle meclise giren Harvey Milk’in gözünden ele almış, hayatının son yıllarına kadar süren mücadelesine ışık tutarak LGBTİQ+ların maruz kaldığı şiddeti akıcı bir şekilde anlatmıştır. Harvey Milk büyük bir hareketin öncüsü olmuş ve insanlara umut aşılamıştır. Toplum tarafından genel kabul gören kalıplardan heteroseksüel ilişki biçimine eşcinseller tarafından uyulmaması, dışlanmalarına neden olmuştur. Bu yüzden 1960’lar Amerika’sında belli kalıpların içinde sıkışmış insanların varlığı filmde başarıyla ifade edilmiştir. Filmin sonunda oyuncuların temsil ettikleri gerçek insanların gösterilmesi filmin izleyici üzerindeki etkisini arttırdığını düşünüyorum. Eleştirilerim ise, Milk’in sevgilisi rolünde gördüğümüz James Franco (Scott) ve diğer arkadaşları mücadelede biraz arka planda kalması ve Milk’in özel hayatına çok fazla yer verilmemesidir.

 

 

AYŞE YILMAZ

Toplumsal Cinsiyet Staj Programı

İstanbul Sözleşmesi Süreci

İstanbul Sözleşmesi Nedir?          

İstanbul Sözleşmesi, tam adıyla Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011 tarihinde Türkiye’nin İstanbul şehrinde Türkiye’nin de ilk imzacı ülkesi olduğu, Avrupa Birliği üyeleri ve kırk beş ülke tarafından imzalanan 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren, insan haklarını savunma amacı güden ve hukuki bağlayıcılığı bulunan bir sözleşmedir.

İstanbul Sözleşmesi, kadına karşı yüzyıllardır süre gelen şiddeti önlemek, kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olamayıp eşitsizliğin verdiği sıkıntıyı yaşamalarını engellemek, barış ve savaş durumunda fark etmeksizin kadınlara karşı gerçekleştirilen psikolojik şiddetin, tacizin ve tecavüzün önünde durabilmek, kadınların sözde namus cinayetlerine kurban gitmesini önlemek, küçük yaştaki çocukların ya da erişkin kadınların zorla evlendirilmesine karşı koymak, aile içi şiddete maruz kalan her bireyi koruyabilmek, çocukların aile içi şiddete maruz kalmasını engellemek, insan haklarını ihlal eden her türlü eylemin önüne geçme amaçlarını gütmektedir. İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddeti bir insan hakkı ihlali olarak tanımlar ve ırk, din, dil, siyasal veya başka bir tür görüş, cinsiyet kimliği, cinsel yönelim, medeni hal ya da herhangi bir statü gözetmeksizin kapsayıcı bir koruma sağlar. Sözleşmenin hükümlerine göre aile içi şiddete maruz kalan çocukların, kadınların çıkarları göz önünde bulundurulmalı; gerekirse özel koruma dahi tesis edilmelidir. Aynı zamanda toplumsal cinsiyete dayalı sözlerden, eylemlerden mağdur olan kişilerinde hakları savunulmalıdır. Cinsel saldırıya maruz kalmış her bireye maddi ve manevi destek verilmesi zorunludur, ayrıca bu durumlar için merkezler oluşturulmalıdır. Merkezlerin yanında aynı zamanda mağdurlara anında dönüş yapabilecek telefon hatları oluşturulmalıdır. Uluslararası bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi, uygulanan ülkenin iç hukuk kurallarına göre yargılama süreci oluşturulmasını da içermektedir. Ülkede gerçekleşen her türlü şiddete karşı ağır yaptırımlar uygulanmalıdır ki sözleşmenin temeli olan insan hakları savunulmuş olsun.

 

İstanbul Sözleşmesi ve İmzalayan Ülkelerin Yükümlülükleri

Kaynak: Council of Europe/ https://infogram.com/the-council-of-europes-istanbul-convention-on-violence-against-women-1hnq41gv5x3k43z?live
Kaynak: Council of Europe/ https://infogram.com/the-council-of-europes-istanbul-convention-on-violence-against-women-1hnq41gv5x3k43z?live

İstanbul Sözleşmesinin amaçlarını yerine getirirken imzalayan tarafların rolü de oldukça fazladır. İmzalayan ve yürürlüğe girmesine onay veren her devlet kadına karşı oluşturulan her şiddete kanunlar, sosyal kurumlar tarafından tepki verilmesini sağlamak durumundadır. Sözleşmeyi imzalayan taraflar aynı zamanda sözleşmede yer alan, “erkeklerin de toplumda oluşan her türlü şiddete karşı olması, şiddeti önlemek için çabalaması ön planda tutulmalıdır” maddesine kültür, din, gelenek, görenek adı altında can alınamayacağına; her türlü şiddetin önleneceğini oluşan şiddetlere karşı birlik olunması gerektiğini, kadınların erkeklerden daha aşağıda olduğu düşüncesine karşı olarak kadına yüklenilen toplumsal yüklerin, önyargıların karşısında olunması gerektiği maddelerini kabul etmişlerdir.

Devletlerin bu sözleşmeyle birlikte kadınların ve çocukların yanında olduklarını, şiddete karşı gelinmesi gerektiğini ve insanların en doğal hakkı olan yaşama hakkını kimsenin alamayacağını halklarına göstermeleri gerekir. Devletler, sözleşme gereğince mağdur edilen her vatandaşın yanında olmalı ve mağduriyete sebep verenin cezalandırılmasını sağlamalıdır. Devletlerin yanı sıra kuruluşların, medyanın, özel sektörün ve halkında bu sözleşme konusunda bilinçli olup sözleşmeye göre hareket etmeleri gerekmektedir.

 

Sözleşmenin Türkiye’de Feshi ve Gerekçeleri

20 Mart 2021’e gelindiğinde ilk imzacı ülke olan Türkiye anlaşmayı feshetmiştir. Sözleşmenin 80.maddesi 2.fıkrasına göre “Sözleşmenin feshi, konuya ilişkin bildirimin Genel Sekretere ulaştırıldığı tarihten itibaren üç aylık sürenin bitimini izleyen ayın birinci gününde yürürlüğe girecektir”. Yani sözleşmenin tamamen yürürlükten kalkması için üç aylık bir süreç bulunmaktadır. Aynı zamanda anayasaya göre de cumhurbaşkanının sözleşmeyi TBMM’ye göndermeden uluslararası bir anlaşmayı feshetmesi mümkün değildir.

 

Peki sözleşme yürürlüğe girdikten sonra Türkiye’de neler değişti?

Kadının varlığı her alanda arttı, kadınlara özel şiddet mağdurları hattı açıldı, kadına yönelik şiddetin önlenmesi adına çalışan kuruluşların sayısında artış görüldü, şiddet mağduru olan çocuk, kadın için özel destekler verilmesi sağlandı, şiddet gören kadınlar için mağduriyete düşüren tarafa uzaklaştırma, koruma kararları arttı. Sözleşmenin varlığıyla kadına karşı yapılan saldırılar elbette bitmedi ancak bu konuda sözleşmenin maddelerini tamamıyla hüküm geçirilmemesi oldukça eleştirilmektedir. Her gün Türkiye’de yaşanan kadın cinayetlerinin akabinde sözleşmenin de feshedilmesi, genel durum hakkında belli başlı soru işaretleri yaratmaktadır.

Fesih Sonrası Süreçte Neler Bekleniyor?

Sözleşmenin feshedilmesiyle birlikte iki ayrı görüş ortaya çıkmıştır. Bir taraf sözleşmenin iptal edilmesinin kadına yönelik şiddeti arttıracağını, kadınların güvencelerinin elinden alındığını, aynı zamanda bu fikirde olan hukukçular da sözleşmeyi kadına yönelik şiddet davalarında kullandıklarını, sözleşmenin iptal edilmesinin davaları da etkileyeceğini belirtirken; diğer taraf ise sözleşmenin aile yapısını bozduğunu, kadına şiddetin abartıldığını, toplum düzenini sarstığını belirtmektedir.

Ancak, göz önünde bulundurulmalıdır ki hiçbir sözleşme insanın içindeki merhameti ve ahlakı bozamaz. Kadına şiddetin erkeğe şiddetten daha fazla olduğu kadın örgütleri tarafından aynı zamanda verilerle de ispatlanmıştır. Her güne bir kadın cinayetiyle uyanıyorken kadına şiddetin abartıldığını söylememiz imkansızdır. Sözleşmenin yürürlükte kalmasını savunan taraf ise sözleşme uygulanıyorken bile kadına yönelik şiddetle karşı karşıya kalıyorken sözleşme olmadığı halde durumun vahimliğinden korkmaktadır ve şiddet gören kadınlar ellerindeki güvencelerinin alındığını düşünmektedirler. Önümüzdeki günlerde yaşanacak gelişmelerin, Türkiye’deki bu kutuplaşmış atmosferi nasıl etkileyeceği merakla beklenmektedir.

Eda KUŞTUL

TUİÇ Akademi Birimi

Mert Kaya ile Suriyeli Mülteciler ve Göç Yönetişimi Üzerine Röportaj

Biyografi

Mert Kaya, 1990 yılında İzmir’de dünyaya geldi. Lise eğitimine kadar İzmir’de yaşadı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun olup yüksek lisans derecesi için Hacettepe Üniversitesi Kültürel Çalışmalar Bölümü’ne devam etti. Müslümanlaş(tırıl)mış Rumlar üzerine sözlü tarih çalışması yaptı ve çalışmasıyla yüksek lisansını tamamladı. Hacettepe Üniversitesi İletişim Bilimleri Bölümü’nde doktorasını sürdürmektedir. Yüksek lisans sürecinde Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD-ASAM) bünyesinde, sosyal çalışmacı, çocuk koruma sorumlusu ve proje sorumlusu pozisyonlarında, toplam 4 yıl çalışmıştır. Şu an İzmir Büyükşehir Belediyesi ortaklarından TARKEM’de, UNESCO Dünya Mirası için belirlenen alan için, alan uzmanı Sosyolog olarak görev almaktadır.

1) Öncelikle bizlere Türkiye’de yaşayan sığınmacı ve göçmenlerin ülkeye girişten sonra ne gibi aşamalardan geçtiklerini özetleyebilir misiniz?

Bu soruya “olması gereken” ve “olan” olarak iki şekilde cevap vermek gerekebilir. Mülteci* kişi girişini sınırdan ya da en yakın sınır karakoluna yapıyorsa- ki bu olması gereken ya da düşünülendir- kişilerin parmak izleri, ellerinde belge varsa belgeleri yoksa beyan usulünden bilgileri alınır ve kişi kaydedilir. Ön kayıt belgesi denen bir kayıt verilerek kişinin giriş yaptığı ilde kalması beklenir. Daha sonra uygun görülen ya da bazen mülteci kişinin talebi üzerine istediği şehre kayıtlı hale getirilir ve verilen Teslim Tesellüm Belgesi ile kişinin o şehire belirtilen tarihte gitmesi ve ilgili şehirin il göç idaresine başvurması söylenir. Genelde olan ise, sınırdan yapılan illegal geçişle kişiler zaten daha önce belirledikleri şehire direkt olarak giderler. Örneğin kişinin tanıdığı İzmir’de ise, illegal yollarla, daha önce kiralanan araçlarla İzmir’e getirilirler. Sonrasında yine şehirin il göç idarelerine başvurular yapılır. Ön kayıt belgeleri alınır. Ön kayıt belgeleri sosyal yardımlardan yararlanmak için yeterli değildir. Önceleri geçici kimlik belgesi almak uzun sürse bile, şimdilerde daha kolaydır. Bu süreçler Geçici Koruma Kimlik Sahibi olan Suriyeliler içindir. Uluslararası Koruma kapsamına giren, Suriyeli olmayan mülteciler için ise karakolların yabancılar ofisinden, İl Göç İdaresine ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UHNCR) kaydıyla sürer. Süreç, Uluslararası Koruma Kimlik kartıyla devam eder. Bu kişiler de belirlenen uydu illerde –belirgin hassasiyetler dışında- ikamet ettirilir. Tüm mülteciler için belirgin olan konu ikamet yeridir. Kişiler kimliğinde belirlenen şehirlerde yaşamalıdırlar. Olası şehir değişiklikleri-ziyaretler durumunda il göç idarelerinden ya da kaymakamlıklardan yol izin belgesi almaları gerekmektedir. Habersiz şekilde şehir değişikliğinde imza yükümlülükleri ve hatta sınırdışı edilme durumlarıyla bile karşılaşılmıştır. Mülteciler; Türk Hukuk sistemine tabidir, dolayısıyla olası bir suça karışma durumunda belirlenen ceza uygulanır.

2) Ülkedeki sığınmacı ve göçmenlerin sosyal ve ekonomik haklara ulaşımı için yapılan çalışmalar nelerdir? Göç yönetişimi bağlamında sürecin nasıl işlediğini bizlerle paylaşabilir misiniz?

Mültecilerle ilgili kararlar İçişleri Bakanlığı, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından alınır ve İl Göç İdareleri tarafından uygulanır. Geçici ya da Uluslararası Koruma Kimlik kartına sahip kişiler hastanelerden ya da göçmen sağlığı merkezlerinden faydalanırlar. Belirlenen eczanelerden ücretsiz ilaç temini yaparlar. Bunun dışında belediyeler de kendi tasarruflarında sosyal yardımlardan yararlanmalarını sağlayabilir ama bu durum belediyelerin imkanı ve kararı doğrultusunda değişiklik gösterebilir. İlçe kaymakamlıklarındaki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları (SYDV)  ile sosyal yardımlara başvurma olanakları vardır. Bu durumda aslında şartlar bakımından T.C. Vatandaşlarıyla neredeyse eşit konumda oldukları söylenebilir. Fakat belirgin problemlerden olan dil bariyeri, belge eksikliği gibi temel konular kişilerin haklarını kullanamamasına sebebiyet vermektedir. Göç yönetişimi bağlamında Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün (GİGM) bir çok yabancı modeli örnek aldığı söylenebilir. Kanun kapsamında kişilerin mülteci sayılmaması, birçok haktan mahrum olmalarına da sebebiyet vermekte, sosyal yardımlar noktasında ya da istihdam edilme durumlarında kişilerin ya da kurumların tasarrufuna bırakıldıkları bilinmektedir. Bu durum ister istemez haksızlığı beraberinde getirmekte, kişiler ucuz işçilikte kullanılmakta, illegal çalışmaya istemeden itilmektedir. Buna rağmen GİGM, İGİM ve Kaymakamlık gibi kurumların, devletin aldığı kararları uygulama merkezleri olarak ortak hareket etmesi, dil bariyerini aşmak adına tercüman istihdam etmesi, belirgin uyum süreci etkinlikleri ve entegrasyon çalışmaları başlatmaları, olumlu sayılabilecek yönlendir.

3) Siz de sığınmacı ve göçmenlerle çalışan sürecin aktif bir aktörüsünüz, ASAM’ın hangi  noktalarda devreye girdiğini ve ne gibi projeler yürüttüğünü özetleyebilir misiniz?

ASAM ve sahadaki diğer ilgili STK’lar süreçlerin yönlendirme-bilgilendirme ve iyileştirme yönünde devreye girerler. Resmi işlemlerle ilgilenme hakları yoktur. Kişilere tercüman desteği sunma dışında, acil ihtiyaçlar çerçevesinde nakdi-ayni destekler de sağlanabilir. Bu projelerin içeriğine göre şekillenir. Danışana özellikle, sosyal, hukuki, sağlık alanlarında bilgilendirme ve yönlendirmeler yapılır. Uyum çerçevesinde eğitimler, etkinlikler düzenlenir. Bunlar için ebeveyn ya da çocuklar için ayrı planlanan projeler mevcuttur. Çeşitli projeler çeşitli donörler tarafından desteklenir. Spor odaklı projelerle mülteci gençlerin sporla tanışması ve uyum süreçlerinin sağlanması, çocuk ve aile destek merkezleri ile çocukların hassasiyetleri üzerinden yönlendirme ve bilgilendirme yapılan projeler, eğitim projesiyle eğitim haklarının sağlanması, engelli mülteciler için belediyelerin ilgili birimleriyle yapılan ortaklıklarla engelli mültecilerin sosyal yaşama katılımının hedeflendiği çeşitli çalışmalar sürmektedir.

4) Bu süreçte Türkiye’deki sığınmacı ve göçmenlerin karşılaştıkları en büyük sorunların neler olduğunu düşünüyorsunuz?

Çok çeşitli sorunlar olduğu söylenebilir. Bence en büyük ve temel problem istihdam problemidir. Ekonomik özgürlüklerin kısıtlanması, kişilerin ucuz emek işçisi olarak sömürülmesinden dolayı temel ihtiyaçların karşılanamaması sorunu doğmaktadır. Bu durum çocuk işçiliği tetiklemektedir. Başlık parası gibi durumlar dolayısıyla erken yaşta evlilikleri bile tetiklediği örnekler mevcuttur. Bir diğer temel sorun dil bariyeridir ki bu durum açılan Türkçe kurslarıyla bir nebze olsun çözülmeye başlanmış, ilgili kurumlar tercüman istihdam ederek sorunun çözümüne yönelmiştir. Bir diğer sorun ise “geçicilik” durumudur. Suriyeliler özelinde kullanılan bu kavram, kişilerin gelecek hakkında belirsiz kalması ve plan yapmalarına engel teşkil etmektedir. Süreçlerin yavaş ilerlemesi, olumsuzlukları tetiklemektedir. Uluslararası Koruma sahibi kişilerin de yerleştirme süreçlerinin uzun sürmesi, kişilerin gelecek planları noktasında kararsızlıklar yaşamasına sebebiyet vermekte, karşılıklı entegrasyon sürecini uzatmaktadır.

5) İzmir’deki belediyelerin sivil toplumla iletişimlerinin sağlıklı olduğunu düşünüyor musunuz? Mültecilere ve göçmenlere ulaşmak için ne gibi yöntemler izlemekteler? 

Mültecilerle ilgili çalışma yapmak her belediyenin kendi tasarrufudur. Bir sosyal yardımda bir ilçe belediyesi mültecileri da kapsarken, bir diğeri sadece T.C. Vatandaşları ibaresini kullanmaktadır. Bu durumda, kendi bölgesinde mülteci nüfusu artan belediyeler ister istemez mültecilerle ilgili çalışmalar başlatmaktadır. Merkeze uzak ve mülteci sayısı düşük ilçelerde ise (örn. Kiraz) çalışma yapılmamaktadır. Büyükşehir Belediyesi’nin talebi üzerine çoğu belediye mültecilerle ilgili çalışmalar başlatmış, mülteci masaları oluşturmuştur. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kendi birimleriyle sivil toplum kuruluşlarını bir araya getirdiği çeşitli etkinlikler düzenlediğini görüyoruz. Bu durum sağlıklı bir ilerlemenin göstergesi ve çeşitlenmenin de ilk adımları. Belediye’nin ilgili birimlerinin, mültecilerle ilgili yaptığı her çalışmasında sivil toplumu dahil etmekte olduğunu söyleyebiliriz. Konak Kent Meclisi’nde örneğin mültecilerin de yer alması, hemşehricilik hukuku gereği mültecilerin de söz sahibi edilmesi ilerici bakış olarak söylenebilir. Özellikle uyum noktasında, belediyenin dezavantajlı bölgelerdeki halk evlerini mültecilere açması da olumlu bir durum. Mültecilere ulaşmak adına ilgili belediye birimlerinin dezavantajlı bölgelerin ortasında açılması, ilgili STK’lar ile sürekli iletişimde olunması İzmir belediyelerinin konuya önem verdiğini gösteriyor.

6) Siz bu sistemi başarılı buluyor musunuz? Süreci iyileştirmek adına sizce neler yapılabilir?

Sistem başarısız değil fakat daha iyi olabilir diye düşünüyorum. Özellikle istihdam süreçleri, çalışma izni süreçleri kolaylaşırsa, kişiler ekonomik özgürlüklerini kazanmaya başlar, dezavantajlı bölgelerden çıkarsa süreç daha iyi şekilde ilerleyecektir. Aksi halde kişiler illegal çalışma biçimiyle devam edecek, haliyle rekabet ortamı doğacak ve uyum süreci baltalanacaktır. Resmi işlemlerin, evrak işlemlerinin, kayıt süreçlerinin hızlandırılması, tercüme desteğinin sağlanması (Arapça, Farsça, Urduca ve Fransızca başta olmak üzere), STK’lar ile işbirliğinin yapılması, tüm kurumların ortak payda altında çalışması ve Türkçe kurslarının yaygınlaştırılması, süreci iyileştirecektir. Ayrıca istihdam için çıraklık kursları, hayat boyu öğrenme ile halk eğitim merkezlerinin yaygınlaştırılması da süreci olumlu yönde etkileyecektir diye düşünüyorum.

* Hem daha anlaşılır hem de kolaylık olması açısından tüm cevaplarda Sığınmacı-Göçmen kavramları yerine Mülteci kavramını kullanacağım.

Ceyda Kap

Göç Çalışmaları Staj Programı

Alman Milliyetçiliğinin Dönemsel ve Kronolojik Evrimi

 

Bu röportaj, Hacettepe Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde  araştırma görevlisi olarak görev yapan  Dr. Sevil Özçalık Dumanoğulları ile “Alman Milliyetçiliğinin Dönemsel ve Kronolojik Evrimi” üzerine yapılmıştır. 

 

 

1- Alman milliyetçiliğinin takip ettiği kendine özgü bir yol var mıdır? Alman milliyetçiliğini diğer örnekler ile kıyaslayarak yorumlamak doğru mudur?

Aslında bu konu Alman tarih yazıcılığını meşgul eden büyük bir konudur. Bu doğrultuda iki ana sorunsaldan bahsetmek mümkündür. Bunlardan ilki ‘özel yol tezi’ (sonderweg thesis) olarak tanımlanan Alman tarihinin, Alman modernleşme ve uluslaşma sürecinin onu diğer Avrupa örneklerinden ayıran özgünlükler içerip içermediğidir. Alman tarih yazıcılığı Nazi diktatörlüğünün Alman tarihinin normal akışından kısa süreli bir sapma mı, muhafazakâr tarihçi Friedrich Meinecke’nin tabiriyle bir iş kazası mı (Betriebsunfall), yoksa uzun süreli bir otoriterlik geleneğinin sonucu mu olduğuna odaklanmıştır. Gelinen noktada Blackburn ve Eley gibi tarihçiler her durumun kendine özgü olduğunu ve Almanların bu açıdan istisna teşkil etmediğini savunmuşlardır. Onlara göre, örneğin İngiltere’nin veya Fransa’nın uluslaşma süreçlerini ‘normal’ olarak kabul etmek yanlıştır ve 1871’den 1945’e kadar böyle çizgisel bir tarih anlatısı kurgulamak fazla karmaşık tarihsel süreçleri basite indirgemektir. Özellikle son çalışmalar ışığında Alman milliyetçiliğine basit doğrusal bir açıklama yapmanın güçlüğü ortaya çıkmaktadır.

İkinci sorunsal ise milliyetçilik çalışmalarında karşılaşılan ikili kategorilerdir. Özellikle Hans Kohn ‘un II. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru yazdığı The idea of Nationalism: A Study in its Origins and Background isimli çalışma sivil-etnik milliyetçilik kategorileştirmesini milliyetçilik literatürüne kazandırmıştır. Buna göre Batı Avrupa örneklerinde, milletin üyeleri siyaseten eşit konuma sahip vatandaşlardır ve bireyler o milletin üyeleri olmak konusunda rıza gösterirler. Diğer yandan Kohn’a göre özellikle Almanya’nın başını çektiği Doğu milliyetçilik modelinde, vatandaşlık bağı ve birey rızası yerine ‘halk’ın (volk) ortak mirası ve organik bütünlüğü daha önemli hale gelir. Bu bağlamda Batı milliyetçilikleri rasyonel, doğu milliyetçilikleri ise duygusaldır. Bu kategorileşmeyi takip eden çalışmalar, Batı Avrupa örneklerinde burjuvazinin önayak olmasıyla aydınlanma değerlerine atıfla kurgulanan anayasal, liberal bir uluslaşma sürecini ele alırken Almanya ve Doğu milliyetçilik örneklerinin romantik, etnik bir yapıya büründüğünü iddia ederler. Dolayısıyla Batı milliyetçilik örnekleri kapsayıcıyken doğu milliyetçilik örnekleri dışlayıcılardır.

Son yıllarda yapılan katkılar doğu-batı, sivil-etnik vs. gibi kurgulanan bu kategorilerin gerçeği tam anlamıyla yansıtmadığını ortaya koymaktadır. Doğu- batı, sivil- etnik gibi ikili bir kategorileştirme bu milliyetçiliklerin kaçınılmaz şekilde iyi- kötü milliyetçilikler olarak yorumlanmasına yol açmaktadır. Diğer yandan Alman milliyetçiliği de diğerleri gibi dönem dönem içerisinde hem sivil hem de etnik öğeler barındırmıştır.

 

2- 1871 tarihine ilerlerken Alman milli kimliği hangi faktörleri temel almıştır? (Dil, coğrafi özellikler, etnisite vb.) Bu bağlamda hangi isimler öne çıkmıştır?

Prusya’nın Jena ve Auerstädt’te aldığı ağır yenilgi (1806) ve Berlin’in Fransa tarafından işgali Alman aydınlarını Fransız karşıtı bir söylem benimseyerek ilk milliyetçi ajitasyona başvurmalarına yol açmıştır. Bu dönemde Alman entelektüellerinin Alman milletini tanımlama, onu Fransa işgaline karşı seferber etme gayretleri Alman milliyetçiliğinin inşa sürecini oluşturmuştur. Fransız Devrimi ideallerinin Napolyon’un yayılmacı tavrı ile gölgelendiği ve 1806 yenilgisinden sonra Almanya’da özellikle Prusya’nın başını çektiği Alman entelektüellerin girişimiyle başlayan bir milli ‘uyanış’ döneminden bahsetmek mümkündür. Johann Gottlieb Fichte’nin (1762-1814) Berlin’de üniversite öğrencilerine yönelik yaptığı ‘Alman Milletine Söylevler’ (Reden an die deutsche Nation) ya da Friedrich Ludwig Jahn (1778-1852) tarafından oluşturulan Jimnastik hareketi (Turnbewegung) bu çabanın ürünlerinden bazılarıdır. Almanlığın ve Almanya’nın sınırlarının tanımlanması çabaları da mevcuttur. Siyasi birliğin olmadığı durumda Almanlığın sınırları kültür ve dil ile çizilmiştir. Örneğin, şair Arndt’ın 1814’te yazdığı ünlü ‘Alman Vatanı Nerede?’ (Was ist des Deutschen Vaterland) şiiri, Alman sınırlarını, Alman dilinin duyulduğu yerler olarak betimliyordu.

 

3- 1871 öncesi Alman milli kimliği nasıl inşa edilmiştir?

Napolyon sonrası Avrupa düzenini oluşturmayı amaçlayan Viyana Kongresi’nin (1815) bir Alman Birliği tasarrufu yoktu. Avusturya liderliğindeki Metternich’in bu Kongre’de asıl hedefi Avusturya’nın etkisi altında tutabileceği küçük Alman prensliklerini korumak ve yükselmekte olan Alman Birliği taleplerini mümkün mertebe bertaraf etmekti. Buna rağmen Alman birliğinin sağlanması için güçlü bir liberal anayasal hareket vardı. 1848-49 Burjuva devrimi tüm Avrupa’yı etkilediği gibi Alman prensliklerini de etkilemiştir. Alman topraklarında öğrenci ve aydınlar milli birlik ve anayasa talepleriyle yürümüşlerdir. Bu hareketin Alman Birliği açısından en önemli sonucu, Paulskirche’de toplanan Frankfurt Dieti oldu.  Bu Meclis, Prusya kralı Dördüncü Wilhelm’e Prusya liderliğinde kurulacak bir Alman Devleti’nin başına geçmesi teklifini götürdü fakat kendini bir meclisin iradesine tabi kılmak istemeyen Wilhelm, bu teklifi reddetti. Birçok tarihçi bu olayın Alman milliyetçiliğinin liberal-anayasal çizgide ilerlemesi açısından kaçırılmış bir fırsat olarak görmektedir.

 

4- Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Alman Milliyetçiliği’nde bir değişiklik meydana gelmiş midir? 1923 Birahane Darbesi gibi öne çıkan olaylarda milliyetçi söylemlerin etkisinden bahsedebilir miyiz?

1888’de tahta çıkan İkinci Wilhelm, o zamana kadar Alman dış siyasetinde dengeyi gözeterek özellikle iki cepheli bir savaştan kaçınmaya çalışan Şansölye Bismarck’ı istifaya zorlamıştır.  Bismarck’ın denge siyasetini terk eden İmparator İkinci Wilhelm Almanya’nın ‘güneşte yerini alması’ gerektiğini belirten konuşma yaparak ‘Weltpolitik’ olarak tanımlanan genişlemeci bir dış siyaset takip edeceğinin sinyallerini vermiştir. Cihan Harbi’ne Almanlar, bu milli gurur ve kültürel olarak yayılmacılık hevesi ile girmişlerdir.  ‘1914 Ruhu’ olarak adlandırılan bir savaş hevesi Almanya’da yayılmıştır. Almanya’nın üstünlük ideolojisiyle giriştiği topyekûn savaş, dört yılın sonunda Almanya tarafında bezginlik yaratmıştır. 29 Ekim 1918’de Kiel’de denizciler arasında çıkan ayaklanma, Almanya’da devrimi başlatmıştır ve 7 Kasım’da Münih’e ulaşarak Bavyera Kralı İkinci Wilhelm’in kaçmasına neden olmuştur. 9 Kasım 1918’de, İkinci Wilhelm bir halef bırakmaksızın Almanya’yı terk etmiş ve İmparatorluğun sonu gelmiştir. Böylece Weimar Cumhuriyeti kurulmuştur. Yönetim 11 Kasım’da ateşkes antlaşması imzalayarak Cihan Harbi’ne son vermiştir. Mağlubiyet, 28 Haziran 1919’da imzalanan Versay Antlaşması ile tescillenmiştir. Bu antlaşmanın özü, Almanya’nın Cihan Harbi2ni başlatma sorumluluğunu üstlenmesi, İtilaf Devletleri’ne savaş tazminatı ödemesi, kolonilerinden ve kazandığı çeşitli topraklardan vazgeçmesi ve bir daha hiçbir ülke için tehdit oluşturmayacak şekilde ordusunu sınırlamaya gitmesi olmuştur. Savaş sonrası Almanyasında milliyetçiliğin yükselişine zemin hazırlayan ve sağın elini güçlendiren Sırtından Bıçaklanma Efsanesi (Dolchstosslegende) olarak adlandırılan ve milyonlarca Almanın paye verdiği komplo teorisi olmuştur. Bu söylem ordunun itibarını bozmamak adına yenilginin suçunu sivillere atmakta ve yenilginin masa başında olduğunu iddia etmekteydi. Buna göre, Almanya aslında Savaşı askeri olarak kaybetmemiş, fakat iç düşmanlar yüzünden moral kaybı yaşayarak savaşı diplomatik olarak kaybetmiştir. Bu iç düşman söylemi özellikle Yahudileri ve sosyalistleri hedef almıştır. 1929-1932 arası dönemde, Nasyonal Sosyalistlerce kullanılmıştır ve Nazi Partisi, halkı bu söylemi kullanarak harekete geçirmiştir. İç düşman söylemi gerilim dolu sınıf toplumu yerine yabancılardan, sosyalistlerden ve Yahudilerden arınmış bir Volksgemeinschaft talebini doğurmuştur.

 

5- Franz von Papen, Heinrich Brüning ve Kurt von Schleicher’in benimsediği “yeni muhafazakâr” stratejilerde milliyetçilik gözlemlenebilir mi?

‘Yeni Muhafazakârlar’ olarak nitelenen bu üç ismin yönetimi, toplumda sosyalistlerin marjinalleşmesine ve kriminalleşmesine zemin hazırlamıştır. Üç lider de farklı şekillerde de olsa Versay hükümlerine karşı gelmek ve sosyalistlere karşı Nazi örgütlerine destek vermek konusunda hemfikirdir. Özellikle NSDAP ile kurdukları ittifak Hitler’in kendini Führer ilan etmesinin kaldırım taşlarını döşemiştir. Bu açıdan, Hitler kadar marjinal şekilde olmasa da bu üç isim de benzer argümanları barındıran milliyetçi söylemlere rağbet etmişlerdir.

 

6- 1929 Ekonomik Krizi milliyetçi söylemler üzerinde nasıl bir etkiye sahip olmuştur?

Amerikan borsasının çöküşü ile başlayan Büyük Buhran, Amerika’nın Almanya’ya Young Planı çerçevesinde vermeyi planladığı kredileri sekteye uğratmış ve böylece Versay Anlaşması’nın Almanya’daki etkilerinin şiddetlenmesine neden olmuştur. İktisadi bunalımlar toplumları genellikle bir günah keçisi aramaya iter. Bu 1930’lar Almanyasında da yaşanmıştır. Hitler, özellikle yukarıda ele alınan ‘Sırtından Bıçaklama Efsane’sini, 1929 Dünya İktisadi Krizi’nin ve hiperenflasyonun yaşandığı durumu kullanarak popülist milliyetçi söylemle yığınlara seslenmiştir. Siyaseten kutuplaşmış ve şiddete meyilli Alman toplumunda, Nazi Partisi, ulusun gücünü ve onurunu tekrar geri getirme sözü ile demagojik şekilde yığınlara seslenmiş ve milliyetçi çağrıda bulunmuştur. Bu milliyetçi çağrı Almanya’da ırksal birliği sağlayarak Volksgemeinschaft’ın ‘düşman’ unsurlardan arınmış hale getirilmesini içermekteydi. Bu vaat ile 1932’de oyların %37,4’ünü alarak ikinci parti olan Nazi Partisi lideri Hitler, Alman Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg tarafından 30 Ocak 1933’te Başbakan olarak atanmış ve 5 Mart 1933 genel seçimlerinde NSDAP oyların %43,9’unu alarak iktidarını kesinleştirmiştir. Hitler bu ‘başarısı’nı büyük oranda Büyük Buhran’ın Almanya’daki etkilerine borçludur.

 

7- Adolf Hitler’in milliyetçi söylemlerin ötesine geçişi nasıl gerçekleşti?

Hitler siyasi gücü ele geçirdikten sonra söz verdiği üzere Volksgemeinschaft’ı “istenmeyen” unsurlardan arındırma işine girişmiştir. Bu yaklaşım, 19. Yüzyıl boyunca Avrupa’yı etkisi altına alan Sosyal Darvinist ideolojinin Almanya’ya yansımasıdır. Darwinizm’in temel iddiası olan evrim sürecinde yeterli uyumu gösteremeyen biyolojik türlerin ortadan kalkmasına paralel şekilde, Sosyal Darvinizm’e göre de yeterince güçlü olmayan toplumsal yapılar ya da ırklar yok olmaya mahkumdur. Bu doğrultuda, Alman toplumunu ve Alman ırkını saflaştırmak için siyasi muhalifler, engelliler, homoseksüeller, Yahudiler hedef alınmıştır ve onların Aryan ırkını bozdukları iddia edilmiştir. Böylece öncelikle bu grupları hedef alan bir ayrıştırma ve ötekileştirme söylemi ve bunun ardından özellikle 1938 sonrası bir yok etme stratejisi benimsenmiştir. Holocaust ise bunun en trajik sonucu olmuştur.

 

8- 1949’da kurulan Doğu Almanya ve Batı Almanya’nın milli kimlik ve milliyetçilik anlayışlarında/politikalarında benzerlikler veya farklılıklar var mıdır?

Birçok farklılık gözlemlemek mümkündür. Özellikle Nazi geçmişi ile yüzleşme konusunda ciddi bir tutum farklılığı vardır ki bu iki toplumun milliyetçiliği ele alışlarını oldukça etkilemiştir. Batı Almanya’nın ilk şansölyesi olan Konrad Adenauer, 1949-1965 arasında Batı ile entegrasyonu ve geçmişi geride bırakmayı temel siyaset olarak benimsemiştir. Bu bağlamda 1949-1954 arasında çıkarılan af kanunları, Nazi partisi ile ilişkili olan pek çok kişinin aklanmasına neden olmuştur. Batı Almanya’da geçmişle ilk ahlaki yüzleşmeler 1965-1985 arası yaşanmıştır. Özellikle 68 kuşağı ile böyle bir yüzleşme ve hatırlama kültürünün oluşması açısından ciddi adımlar atılmıştır. Savaş sonrası çocukları (Nachkriegskinder) olarak anılan bu nesil, anne babalarının savaş sonrası sorgulamadığı Nazi dönemini sorgulamış ve aile geçmişleriyle yüzleşmeye çalışmıştır. Bu neslin ilerleyen süreçte Alman toplumunda önemli konumlara gelmesiyle geçmişi ele alma konusunda bir dönüşüm yaşanmıştır.

Batı Almanya Nazi geçmişinin toplumsal hafızada yer edinmesiyle ilgili böyle bir dönüşüm izlerken Doğu Almanya’da, Batı’dakine benzer toplumsal hafızayı tetikleyecek tartışma ortamı yoktur. Moskova güdümündeki Doğu Almanya’da etkin olan SED (Sozialistische Einheitspartei Deutschlands) partisi tarih tartışmasına yön vermiştir. Parti Doğu Almanya’yı Nazi Almanyasıyla mücadele eden anti-faşist cephe olarak konumlandırmıştır ve bu anti-faşizme, anti emperyalizm ve anti-kapitalist de bir ton kazandırmıştır. 1950’lerde Batı Avrupa’daki Amerikan etkisinden ve Batı entegrasyonu çabasından rahatsız olan eski Nazi Partisi üyelerinin Doğu Almanya’ya yeniden entegrasyonu Moskova tarafından desteklenmiştir. Nazi geçmişini Batı Almanya’ya mal etme söylemi, Doğu Almanya’da canlı bir Nazi geçmişi tartışma ortamı olmasını engellemiştir. Diğer taraftan, Doğu Almanya, Nazizm’i direkt kapitalizmin bir problemi olarak görmüş ve Doğu Almanya’da kapitalizm çelişkisi olmadığı için Nazizm tehlikesi de kalmadığını iddia etmiştir. Özellikle eskiden Nazi partisi üyesi olan işçiler Doğu Almanya’da yanlış bilinçlenme argümanı ile büyük bir geçmiş sorgusu yapmaksızın var olabilmişlerdir. Nazi geçmişine karşı olan bu yaklaşım farkı, iki toplumun milliyetçiliğe ve çoğulculuğa bakışını oldukça etkilemiş ve bu konuda büyük farklar ortaya çıkmasına yol açmıştır.

 

9- 1990 Alman Yeniden Birleşmesi’nden sonra Alman milli kimliği ve Alman Milliyetçiliği bir değişim geçirmiş midir?

Doğu Almanya’nın ‘barışçıl çözülmesi’ ve Almanya’nın yeniden birleşmesi ilk aşamada Almanlar arasında büyük sevinç yaratmıştır. Fakat Batı Almanya iktisadi ve toplumsal olarak böyle ani bir gelişmeye hazır değildi ve bu gelişme büyük bir iktisadi yük yaratmıştır. Bu yükün faturası özellikle Batı Almanya’ya 1950’lerden itibaren Türkiye, İspanya, İtalya, Yugoslavya gibi ülkelerden davet edilen misafir işçilere (Gastarbeiter) kesilmiştir. Bu insanlar işgücü olarak geldikleri bu ülkeye aile birleşmeleri yoluyla yerleşmiş, burada kök salmışlardır.

Doğu-Batı Almanya’nın birleşmesi iki ülkenin siyasi kültür farklılıklarını bir anda yok etmemiştir. Yukarıda ele alındığı üzere, Batı Almanya Nazi geçmişi ile yüzleşme konusunda açık bir tartışma kültürü oluşturmuşken Doğu Almanya’daki sansür ve baskıcı rejim burada geçmişle yüzleşme ve milliyetçilik sorgulaması ile ilgili ne kadar yol kat edildiğini görmemizi engellemekteydi. Nitekim 1990’ların başında iktisadi krizin faturası özellikle eski Doğu Almanya menşeli neo-nazi hareketler tarafından Alman olmayan göçmenlere kesilmiştir. Özellikle genç işsizlik gibi nedenlerle beslenen ırkçı söylem ve 1990’ların başında kundaklama şeklindeki saldırıları ortaya çıkarmıştır. (Örneğin; 1992 yılında Rostock’ta bir mülteci kampı ateşe verilmiş, 1992’de Mölln’de 3 kişinin, 1993’te Solingen’de 5 kişinin ölümüne sebep olan kundaklama olayları gerçekleşmiştir.) Bu neo-nazi şiddet olayları, sağın Almanya’da komünizmden sonraki düşmanının göçmenler olacağının göstergesiydi.

 

10- 2021 itibariyle Alman milli kimliğini ve Alman Milliyetçiliği’ni nasıl değerlendirirsiniz?

Almanya’nın bir göçmen ülkesi olup olmadığı, İslam’ın Alman toplumunun bir parçası olup olmadığı, çifte vatandaşlığın kimin hakkı olması gerektiği gibi sorular günümüzde halen sıkça tartışılmakta ve Alman milliyetçiliği açısından bir turnusol kâğıdı fonksiyonu görmektedir. Almanya örneğinde, yükselmekte olan yeni sağın Alman kültürünü ‘yabancılara’ karşı korumak gerektiğine dair olan ‘yeni ırkçı’ söylem ağırlık kazanmıştır. 2014 yılında Dresden’de ortaya çıkan İslamofobik Pegida hareketi, mülteci krizi sonrası Alternatif für Deutschland Partisinin artan oyları, NSU (Nationalsozialistischer Untergrung) sürecinin basına ırkçı bir şekilde yansıması gibi durumlar bu ‘yeni ırkçı’ söylemin Alman toplumunda sağlam bir yer edindiğini göstermektedir. Bunun yanı sıra Almanya’nın en çok Suriyeli mülteci kabul eden Avrupa ülkesi olması, İslam karşıtı Pegida hareketini protesto amaçlı yüzlerce gösterinin yapılması ve entegrasyona devlet katında verilen önem, Almanya’da korunmaya çalışılan önemli bir ‘willkommenskultur’ olduğunu da göstermektedir. 21. yüzyılda bu eğilimlerden hangisinin ağır basacağı, Almanlığın tanımının neye evrileceği ve Almanya’nın post-milliyetçi bir toplum olup olmayacağı halen cevap bekleyen sorular olarak karşımızdadır.

 

Konu ile ilgili daha detaylı bilgi için ekteki makaleye bakabilirsiniz;

Sevil Özçalık Dumanoğulları ‘Fransız Devrimi’nden Günümüze Alman Milliyetçiliği’ Dünya Siyasetinde Almanya II, (der. Hüseyin Bağcı, İsmail Ermağan, Burak Gümüş) Nobel, 2019, s. 378-395.

 

 

 

CEMRE MARAL

TUİÇ Milliyetçilik Staj Programı

NATO’nun Siber Güvenlik Stratejilerinin Üye Devletlerin Siber Güvenlik Derecelerine Etkileri

Özet

Siber uzayın gelişip sivil topluluklara serpilmesiyle artan güvenlik ihtiyacı nihayetinde askeri bir güç unsuru ve dahi caydırıcı bir silah olarak bütün yapıların içine sindirilmiştir. Yani bütün çatışma ortamlarına entegre edilmiştir. Siber güvenliğin önemi de bu entegrasyon çabalarından gelmektedir. Diğer taraftan, konvansiyonel yöntemlerin aksine siber uzaydaki uluslararası işbirliği daha da önem kazanmıştır. Bu birliktelikleri sağlamak ve korumak için ise NATO gibi güçlü organizasyonlar devreye girmiştir. Bu kapsamda birçok çalışma yapılmış ve siber güvenlik stratejileri sürekli güncellenmiştir. Ancak, uluslararası örgütlerin kendi üyelerinin lehine olan etkiler tartışmalıdır ve araştırılmalıdır. Bu kapsamda, NATO’nun siber güvenlik politikalarının müttefik devletleri olan Norveç, Danimarka ve Türkiye’nin siber güç kapasitelerine olan etkileri araştırılacaktır. Kaynak taraması yöntemi kullanılan araştırmada sonuç itibariyle NATO’nun siber politikalarının müttefikleri üzerindeki etkisinin kısıtlı ve zayıf olduğu ortaya konmuştur.

Anahtar Kelimeler: Siber güvenlik, NATO, siber iş birlikteliği, strateji

Abstract

The cyberspace embedded into many units as of its fertalization to the public and further needs of security. It has been entagrated with many battle fields and it’s the entegration that make the cybersecurity a significant issue. On the other hand, instead of traditional strategies, international cooperations have become more important. To establish the kind of organizations, many of them has involved like NATO. That’s why, many actions have been taken on this manner and the cybersecurity strategies have been upgraded frequently. Nevertheless, the positive effects of international organizations on their members are controversial and should be questioned. On this purpose, the effects of cybersecurity strategies of NATO on its members will be analyzed. methodology of literature scan was used in this research. As a result, it has been concluded that the efficiency of the cybersecurity strategies of NATO on its members is poor and limited.

Keywords: Cybersecurity, NATO, cyber coordination, strategy

 

1. Giriş

20.yy itibariyle vuku bulan teknolojik atılımlar sayesinde dünyanın dört bir bucağı birbirine daha çok yaklaşmaya başladı. Bu yakınlaşmanın heyecan verici niteliği fizikselliğinden ziyade sanallığıydı. Gitgide sivil dünyaya yayılan bu sanal dünya daha sonra “siber uzay” olarak adlandırıldı. Her ne kadar realiteye alternatifmiş gibi bir kavramlaştırma içine girilse de siber uzay, fiziksel ve teknolojik altyapılar sayesine var olmuştur. Ancak önemi de buradan gelmektedir çünkü askeri, istihbari, sosyal alanlara içkin ama farklı dinamikler barındıran bir alandır ve bu alana sadece sosyal medya platformları yahut web siteleri değil; uydu sistemler, akıllı teçhizatlar gibi teknolojilerde dâhildir. Özellikle ülkelerin altyapı sistemlerini siber uzaya entegre çalışmaları bu alanın önemini göstermektedir. Bu denli kritik öneme sahip olan siber uzayın en önemli problemlerinden birisi ise güvenliğidir. Alışılagelmemiş aksiyonlar gerektiren siber uzay, güvenlik hususunda spesifik yaklaşımlar talep etmektedir çünkü sınırların silikleştiği bu dünyada ulusal güvenlik ikilemi katmerleşir. Had kavramı yapı bozuma uğrar. Örnek olarak, Hindistan’da yapılan bir araştırmada tespit edilen siber suçlara karşın tutuklanan işlem uygulanan vakalar arasında ciddi rakamsal bir fark olduğu ortaya konmuştur (Das, 2017). Yaptırım uygulanan vakaların azlığı bu meselenin ciddiyetini vurgulamaktadır. Bu anlamda ülkelerin en çok istediği şey ise güçlü bir uluslararası işbirliğidir. Nitekim bu konudaki çalışmalar azımsanmayacak ölçüdedir. NATO’nun kendi müttefikleri için yaptığı çalışmalar, Avrasya ülkelerinin kendi aralarındaki birliktelikler bu işbirliklerine örnek olarak verilebilir (Deibert, 2012). Ancak bilindiği gibi, kurumsallaşmış organizasyonların uluslararası partnerlikler açısından önemi bariz de olsa bu birliktelikler çoğunlukla zaman içerisinde gerçekleşir fakat trajiktir ki bu organizasyonları her zaman daha çok veya daha az destekleyen ülkeler bulunmaktadır. Mesela NATO’nun Avrupa müttefiklerinden aldığı toplam destek ABD’nin verdiği destek kadar bile değildir. Bunun politik, ekonomik ve ideolojik birçok sebebi olmakla birlikte organizasyonların eylemlerinde ve misyonlarında aşikâr olmayan nüfuzu olmaktadır. Söz gelimi, Atilla İlhan’ın yaptığı araştırmalarda ortaya çıkan sömürgeci bir IMF vardır: destek olduğu, modeller ve öneriler sunduğu 3. Dünya ülkelerinin ekonomilerini görünürde ve kısa vadede kalkındırırken uzun vadede ülkeler bir nevi patinaj çekmektedir (Hangi Küreselleşme, s. 25-25). Gelişmeden ziyade yerinde sayma söz konusudur. İlhan’ın bu konudaki araştırmalarının geçerliliği tartışmalı olmakla birlikte önemli bir perspektif sunduğu düşüncesiyle NATO’nun siber güvenlik bağlamında müttefiklerindeki gerçek etkisinin araştırılması gerekmektedir. Bu manada üye ülkelerden üç tane seçilerek karşılaştırmalı bir analiz sunulmuştur. Bu karşılaştırmayı anlamlı kılacak şey ise NATO’nun siber güvenlik bağlamında gerçekleştirdiği dönüşümün, oluşturduğu farkındalığın neden bazı üye ülkelerde sönük bir reaksiyonla karşılandığı sorusudur. Bu çerçevede gelecek bölümde kısaca NATO’nun siber uzaya karşı değişen yaklaşımları ve aldığı aksiyonlar ele alınacak, Atilla İlhan’ın çizdiği perspektif netleştirilecek ve seçilen üye ülkelerin siber güçleri bu çizgiler dâhilinde değerlendirilmiştir.

2. Literatür Taraması

26 Ekim 1991 günü Atilla İlhan, Ottawa Üniversitesinden Prof. Michel Chossudovsky’nin Le Monde Diplomatique gazetesine yazdığı yazıdan yaptığı alıntılar çok çarpıcıdır: Önce 1980/81 senesindeki ekonomik resesyondan ve bunun yol açtığı ekonomik eşitsizlikten bahseden Chossudovsky’nin gelişen yoksulluğun sebebi olarak uluslararası bir örgüt olan IMF’yi işaret eder. İlhan kitabın ilerleyen sayfalarında IMF ve Üçüncü Dünya Ülkeleriyle ilgili daha detaylı bilgiler vermektedir ancak bizim ilgilendiğimiz nokta Chossudovsky’nin IMF’yi ekonomik bir sömürgeci olarak vasıflandırması ve Üçüncü Dünya Ülkelerindeki geri kalmışlığın müsebbibi olarak suçlamasıdır (Hangi Küreselleşme, sf: 23-24). IMF’yi böyle bir şeyle suçlamak “niyet okumak” gibi gözükse de kitapta sunulan birtakım deliller meselenin “karanlık” yönlerine ışık tutmaktadır. İlk bakışta dikkatimizden kaçabilecek bir nokta; sadece IMF’nin değil, diğer uluslararası örgütlerin, örneğin NATO’nun da İlhan’ın belirttiği minvalde davranacak olmalarıdır, çünkü örgütler kendi içlerindeki objektif yapılanmaları bir tarafa, bütçelerini en ziyade besleyen tarafların çıkarlarına hareket etme potansiyeli taşırlar. Siber güvenlik bağlamında düşünüldüğünde, NATO’yu maddi anlamda en çok destekleyen ülkenin ABD olması ve NATO müttefikleri arasında hala siber güç konusunda gelişemeyen ülkelerin olması bir şekilde IMF’nin neo-sömürgeci reflekslerini akla getirmektedir.  Diğer taraftan, bilimsel ve daha genel geçer bir soru olması bakımından uluslararası örgütlerin müttefikleri üzerindeki esas etkilerini düşünmek önemlidir. Çünkü verimliliği olmayan iş birlikteliği vakit ve nakit ve bazı durumlarda can kaybıdır. Bu çerçevede, NATO müttefiklerinin siber güvenliklerine NATO’nun kendisinin ne kadar katkı sağladığı sorulmalı ve araştırılmalıdır. Bütün müttefiklerin incelenmesi zor olacağı için Norveç, Danimarka ve Türkiye mercek altına alınacaktır. Bu ülkelerin seçilme sebepleri ise Norveç ve Danimarka’nın hem NATO’nun kurucu üyeleri olmaları hem de gelişmiş ülke olmalarıdır. Türkiye ise “gelişmekte” olan bir ülke olmasına rağmen siber güvenlik konusunda kayda değer adımlar atan, NATO’nun önemli bir müttefikidir.

Her şeyden önce belirtmemiz gerekir ki bir çatı altında koordineli çalışma, hele ki farklı çıkarlara sahip aktörlerin bir şekilde ortak bir nokta bulup eşgüdümlü çalışma azmi göstermeleri hiç kolay değildir. Politik görüş ayrılıkları, farklı tehdit algıları ve güvenlik yaklaşımları aktörlerin bir arada aksiyon almasını zorlaştırmaktadır. Bu zorluk, siber güvenlik konusunda katmerleşir zira nasıl terörle mücadele yılları alan, sabır gerektiren bir süreçse siber güvenlik konusu da öyledir çünkü bilindik normların ve reaksiyon biçimlerinden farklı eylemler gerektirmektedir. Siber tehdit öncelikle asimetriktir ve ne zaman nasıl gerçekleşeceğinin kestirilmesi zordur (Saraçoğlu, 2016). Tehdidin doğası bir tarafa, devletlerin bu konulara yaklaşımları da farklılık arz etmekte ve iş birlikteliğini zorlaştırmaktadır. Mesela NATO müttefiki olan ABD ve birçok Avrupa ülkesinin güvenlik tehditlerine yaklaşımları birbirinden farklıdır: ABD “tarzan” rolünü benimsemişken, Avrupa ülkeleri yumuşak güç unsurları kullanmayı yeğlemektedirler (Saraçoğlu, 2016). Bütün zorluklara rağmen NATO müttefikleri arasında iş birlikteliğini pekiştirmekten vazgeçmemiştir. Soğuk Savaş dönemi bitip, nükleer tehdit ortadan kalkınca ortaya çıkan ontolojik krizlerinin reçetesini NATO dönüşümde bulmuştur. Dönem dönem farklı stratejiler izleyen NATO patlak veren olaylara ve değişen güvenlik tehditlerine karşı adapte olmaya çalışmıştır. Bıçakçı’nın görüşü NATO’nun siber tehditle beraber yeniden doğmuş, canlanmış olmasıdır. Arı ve Özdal’ın (2015) dört gelişim evresinden söz ettiği makalede gelişen siber tehditlere karşılık NATO’nun gereken tepkileri vermeye çalıştığı görülmektedir. Her ne kadar siber uzay için 2010’dan önce de tedbirler alınmış olsa da, Estonya saldırısı sonraki dönemde daha somut adımların atıldığı söylenebilir. Bu faaliyetlere kısaca göz atmak gerekirse (Bayrak, 2020);

– 1990 Londra Zirvesi

– 1991 Roma Zirvesi: Yeni Stratejik Konsept Kabul edildi.

– 1999 Kosova Savaşı’nda yaşananlar siber güvenliğe olan dikkati arttırdı.

– 2002 Prag Zirvesinde siber güvenlik yaklaşımlarında restorasyona gidildi ve NATO Siber Savunma Programı Kabul edildi.

2007’de yaşanan Estonya saldırısı tekrardan siber güveliğe olan farkındalığı ziyadeleştirdi.

-2008 Bükreş Zirvesinde Brüksel merkezli bir NATO Siber Savunma Yönetim Ofisi kurulması kararlaştırıldı ve Müşterek Siber Savunma Mükemmeliyet Merkezi kuruldu (Norveç ve Danimarka bu merkezin finansmanlarından değildir).

– 2008’de yaşanan Güney Osetya Olayı NATO’yu tekrardan telaşlandırdı.

– 2009’da Hızlı-Tepki Takımları müttefiklere yapılacak bir saldırıda acil destek için kuruldu.

– 2009 Strazburg-Kehl Zirvesinde 12 uzmandan oluşan bir akiller grubunun rapor ve tavsiyeleri istendi.

– 2010 Lizbon Zirvesi

– 2013’te Tallinn El Kitabı, siber uzaydaki uluslararası hukuki boşlukları doldurmak için hazırlandı fakat yeterince etkisi hissedilemedi. Nitekim hukuki boşluğun yarattığı belirsizlik serazad davranışlara sebep olabiliyor. Mesela NATO, 5.maddede yer alan prosedürünü siber alana da genişletme iştiyakında olduğunu belirtmektedir (Herzog, 2011).

Her şeye rağmen, NATO’nun, Bükreş Zirvesi sonrası kararlaştırdığı ve siber gücünü kümelendirmek istediği merkez hala yapım aşamasındadır ve 2023’te bitmesi planlanmaktadır.

NATO, kendi orijinal hiyerarşik yapısına ek olarak oluşturduğu siber güvenlik yapılanmasında en yetkin mercii Kuzey Atlantik Konseyidir ve emirler üç aşamalı bir süreçten geçtikten sonra uygulamaya konmaktadır (Ada ve Çakır, 2017). Bu kademeleşmeye rağmen zaman içerisinde kurulan diğer organizasyonlar da siber güvenlik konusunda etkinlik sahibidir. Örnek olarak, Tallinn’de kurulan mükemmeliyet merkezi müttefik devletlerin ulusal güvenlik politika ve stratejileri için metotlar sunmaktadır (Ada ve Çakır, 2017). Siber güvenlik stratejileri oluştururken, Küçüksille ve arkadaşlarına (2013) göre üç tane temel yaklaşım vardır: Doğrusal, döngüsel ve hibrit yaklaşım. Doğrusal yaklaşımın sürdürülebilirliği olmadığı için tercih edilmemekte ancak diğer yöntemler uzun vadeli oldukları için stratejik olarak daha çok benimsenmektedir. Bu yaklaşımlara ek olarak, düşünülmesi gereken birçok faktör mevcuttur (Küçüksille ve ark. 2013; Ada ve Çakır, 2017). Bu faktörlerin hangisine ağırlık verileceği kararı ülkelerin kendilerine aittir ancak odaklandıkları konu nispetinde siber güçleri farklılık arz etmektedir. Bu nedenle, bir ülkenin siber güvenlik açısından kalitesini genel itibariyle yorumlamak zor ve gerçeklikten saptırıcı sonuçlar verebilir. Bir ülke, siber savunmada yetkinlik sahibiyken bir ülke siber saldırıda daha güçlüdür (Aydın ve Göçoğlu, 2019).

Siber güvenlik hususunda aksiyon alan tek aktör NATO değildir. AB’de bu konuda önemli gelişmelere ve iş birlikteliklerine imza atmıştır (Bayrak, 2020). Siber güvenlik anlayışlarına dayanarak, AB öncelikle kritik altyapıların güvenliği ve güçlendirilmesi meselesine önem göstermiştir. Buna ilave olarak, 2005’te Yeşil Kitap ve Eylem Planı oluşturulmuştur ve belki en önemli adım olarak sayabileceğimiz gelişme, Avrupa Ağ ve Bilgi Güvenliği Ajansı (ENISA)’nın kurulması olmuştur. Yine 2008’de alınan bir kararla bütün AB üyelerinin ulusal siber güvenlik politika ve stratejilerini oluşturmaları istenmiştir. Bunlara ilave olarak AB, ulusal siber güvenlik stratejisinin nasıl billurlaştırılacağına ilişkin dört aşamalı bir yönerge de sunmuştur. Bütün bu çalışmalara ve uluslararası çabalara rağmen, 2017 yılına kadar hala bazı ülkelerin strateji geliştirmedikleri gözlemlenmiştir. Mesela bu ülkelerden birkaçı Norveç, Danimarka, Cezayir ve Bulgaristan’dır (Ada ve Çakır, 2017). Cezayir’in bu konudaki ihmalkarlığı normal karşılanabilir ancak hem NATO hem de AB üyesi devletlerin bu konudaki kayıtsızlığı araştırılmaya değerdir. Türkiye’nin ise strateji olmasına rağmen siber güvenlik konularında aktif olan kurum sayısı 2017 verilerine göre çok azdır. Bu nedenle, bu araştırmada üstüne büyüteç tutulan ülkeler Norveç, Danimarka ve Türkiye’dir.

3. Metot

Araştırmamızın metodu kantitatif olup belirlenen kaynakların teorimiz perspektifinde analizini ve yorumlanmasını içermektedir. Yorum ve analize tabi tutulacak kaynaklar Ada ve Çakır’ın 2017’de yayımlanan çalışması ve 2020 senesinde Harvard Kennedy Okulu Belfer Merkezi tarafından yayımlanan Ulusal Siber Güç İndeks’idir. Belirlenen ülkelerin mevcut kaynaklarımızdaki durumları taranmış olup siber güvenlik konusunda ne durumda oldukları ortaya konulmuştur.

4. Araştırma Bulguları

Ada ve Çakır’ın 2017’de yaptığı çalışmanın sonucuna göre her NATO müttefikinin siber güvenlik stratejisinin olmadığı gözlemlenmiştir. Bu ülkeler: Cezayir, Bulgaristan, Danimarka, Hırvatistan, İsveç, Norveç, Portekiz ve Slovenya’dır. Bu ülkeler arasında Portekiz’in strateji belgesi hazırlanma aşamasındadır. Araştırma, siber güç potansiyelini farklı kategorilere ayırarak incelemesinden ötürü strateji belgesi bulunmayan ülkeleri diğer açılardan incelememiştir ancak odaklandığımız ülkelerden biri olan Türkiye’nin siber ekolojisi diğer açılardan incelenmiştir. Buna göre, Bilgisayar Olaylarına Müdahale Ekipleri (CERT) açısından Türkiye sadece bir kuruluş bulundurmaktadır. Uluslararası partnerlikler açısından incelendiğinde ise Türkiye’nin ITU ve NATO Müşterek Mükemmeliyet Merkezine üye olduğu ancak AB kuruluşu olan ENISA’ya üyeliği olmadığı görülmektedir.

Darıcılı’nın (2019) araştırmasına göre, Türkiye erken bir tarih sayılacak bir zamanda (1990) siber güvenlik konusunda farkındalık sahibi olduğu gözlemlenmektedir. Ancak esas somut ve önemli adım 2012’de Siber Güvenlik Kurulu’nun (SGK) kurulmasıyla atılmıştır. 2013’te ise detaylı bir siber eylem planı maddeler halinde açıklanmıştır. 2013-2014 Eylem Planları kapsamında Türkiye’nin ilk CERT’i (Ulusal Siber Olaylara Müdahale Merkezi – USOM, TR) kurulmuştur. Benzer şekilde, 2016 senesinde de Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi revize edilip 2016-2019 Eylem Planı yayınlanmıştır. Siber güvenlik kapsamında yapılan çalışmalar, Darıcılı’ya göre farkındalığın bir nişanesidir ancak yeterli değildir çünkü birçok kuruluşun alt birimler halinde oluşturduğu siber güvenlik ekiplerinin koordineli bir şekilde ulusal siber güvenliğe katkısı azdır. Koordinasyonun eksik olduğu yer devlet kurumları değil aynı zamanda özel sektör-devlet ve akademik iş birliktelikleridir. Bir diğer eksiklik ise, kurumların siber tehditle nasıl başa edileceği konusunda açık bir protokole sahip olamamalarıdır.

2017’deki verilerin aksine, 2018 Küresel Siber Güvenlik İndeks’ine göre Norveç, Danimarka ve Türkiye’nin siber güvenlik konusundaki iştirakleri (commitment) yüksek derecededir. Buna göre, Norveç, en çok iştirakte bulunan ülkeler arasında dokuzuncu sıradadır. Danimarka ise e-devlet indeksinde birincidir ve e-devlet sistemlerinde yüksek dijitalleşme oranına rağmen dijital sahtekarlık gibi suç oranları Danimarka’da düşüktür. Danimarka’ya özgü olarak, her sektör kendi siber güvenlik stratejisini oluşturmakla yükümlüdür ve özel sektör kapsamında standardizasyon çalışması yapılmıştır (ISO 27001). 2018’deki oranlara bakıldığında, Norveç Avrupa genelinde siber güç kapsamında altıncı, Türkiye on birinci ve Danimarka on ikincidir. Dünyada ise Norveç dokuzuncu, Türkiye yirminci ve Danimarka yirmi birincidir. İlginçtir ki, Gürcistan gibi NATO’ya çok sonradan dâhil olan bir ülkenin siber güç sıralamasında Türkiye ve Danimarka’dan üstlerdedir. Özellikle, dünya sıralamasında “3. Dünya ülkeleri” olarak tanımlanan Malezya, Singapur, Umman, Katar gibi ülkelerin “gelişmiş” bir ülke sayılan Danimarka’ya ve “gelişmekte olan” bir ülke diye tanımlanan Türkiye’ye bu konuda fark atmaları dikkate değer bir husustur.

Birçok faktörün hesaba katıldığı Global Siber Güç İndeksinde yapılan puanlamalar baz alındığında ortaya çıkan tablo budur. Her bir faktörün ağırlığı farklı olup ülkelerin siber kapasitelerine farklı oranlarda katkı sunmaktadır.

5. Sonuç

Görüldüğü üzere, NATO müttefiki olmak ya da kurucu üyesi olmak artık bir avantaj sağlamamaktadır. Elbette ki, yararları yok değildir. Bu anlamda, ulusal ve uluslararası farkındalık çalışmaları, 5. Maddenin ontolojik tehdidi, müttefikler arası siber koordinasyonu pekiştirme atılımları bu faydalardan bazılarıdır. Ancak müşahede edildiği üzere, Gürcistan gibi NATO’ya sonradan üye olmuş bir ülke dahi “gelişmiş” addedilen ülkeleri siber güç kapsamında geride bırakmaktadır.

Atilla İlhan’ın çizdiği çerçevede, NATO’nun politikaları, diğer devletlere sunduğu modeller, devletlerin bu modelleri izleyip izlemediği ve bu önerilerin ne kadar etkili olduğu soruları önemli ve iş birlikteliği yapmak için kritik edilmesi gerekmiştir. Nihayetinde siber güvenlik kapsamında da bu tür soruların sorulması gerekir çünkü güvenlik tehditleri kalkınma programları kadar öneme haizdir. Devletlerin bir taraftan inovasyonu tetiklerken bir taraftan güvensiz ve belirsiz ortamlarda kendilerini korumaları gerekir. Siber uzayın katmerlendirdiği bu belirsizlik hissi ve güvenliksiz ortamda tehditlere geleneksel yöntemlerden farklı şekillerde cevap verilmelidir. Bu anlamda ülkelerin ulusal çalışmaları bir tarafa, uluslararası çalışmalar da ön plana çıkmaktadır. Ancak yukarıda belirtilen endişeler hesaba katıldığında, uluslararası iş birlikteliklerinin ne kadar etkili ve pozitif katkısı olduğu tartışmalıdır çünkü farklı çıkarlara sahip devletlerin eşgüdümlü şekilde koordinasyon sağlaması çok zordur. Özellikle, siber uzaydaki yeni yöntemler göz önüne alındığında, mesela NATO’nun siber istihbarat olarak müttefiklerinin birimlerini kullanıyor oluşu partnerliklerin dinamik kalmasına ket vurur zira siber sistemler ülkelerin pek çok altyapılarıyla, e-devlet sistemleriyle entegre şekilde çalışmaktadır. Bu tür koşullar, ülkelerin iş birlikteliklerine uzak kalmalarına sebep olmaktadır. Bu iğretilik bir tarafa, realist bir tavırla okuma gerçekleştirilirse görülecektir ki ülkeler siber güvenlik ekolojisini oluşturmakta kendi başlarına bırakılmıştır. NATO gibi örgütlerin müttefiklerine sağladığı katkı tartışılamazdır ve özellikle mutabakatları gereği askeri destek sağlamada caydırıcı bir nüfuzu vardır diğer ülkelere karşı. Ancak etkisinin bu kadarla sınırlı kaldığı söylenebilir. Bu sınırlılığa sebep olan birkaç faktör vardır: Öncelikle belirtmemiz gerekir ki NATO’nun kademeli komuta yapısı aksiyona geçmekte hantallığa sebep olmaktadır; ülkelerin politik çıkarları doğrultusunda ideolojik ve pratik farklılıkları bir arada hareket imkânını zayıflatmaktadır. Belki bu sebeplerden ötürü, ülkelerin tek başına hareket etme zorunluluğundan kaynaklı olarak, 3. Dünya Ülkeleri pek çok Avrupa ülkesine siber güç anlamında fark atmıştır.

Önemli olan bir başka husus ise yaptığımız bu araştırmanın sınırlılığına dikkat çekmektedir: Siber güvelik politikalarının gerçek etkileri ülkeler nezdinde aşikâr kılınmamaktadır. Stratejik belgeler genel ifadelerle yazılıp açık kaynak olarak dolayıma sokulur ancak esaslı ve detaylı eylemler gizli tutulur. Bu nedenle, siber güç kalitelerini ölçümlerken, kaynak sorunu yaşamak kaçınılmazdır denebilir ve belki de en önemlisi, ülkelerin siber güçleri ölçülürken birçok parametre kullanılmaktadır. Bu parametrelerde kimi ülkeler iyi bir performans gösterirken bir başka parametrede kısır kalmaktadır. Bu farklılığın birçok sebebi yukarıda zikredilmiştir ancak en önemli unsur belki de doktriner farklılıktır denebilir. Söz gelimi, ülkelerin barış operasyonlarına yaklaşımları dahi barış doktrinleri kapsamında şekil almakta ve uygulamalar bu ideal çerçevesinde hayat bulmaktadır (Bilgin, 2020). Siber güvenlik politikalarının da doktriner hususiyetlerden etkileneceği bariz bir gerçektir. Hatta bu doktrinler ülke-içi siber güvenlik stratejilerini dahi etkilemektedir. Örnek olarak, Bada ve arkadaşlarının gözlemlediği gibi,  İngiltere, vatandaşlarının siber güvenliklerini bireysel bir sorumluluk olarak yorumlarken, bir başka ülke bu meseleyi kolektif bir sorumluluk olarak algılamakta ve kolektif çözüm önerileri sunmaktadır.

Uluslararası iş birlikteliklerinden uzak durmak mümkün değildir. Ulusal politikalara terste düşse bu tür organizasyonlarla dengeli ilişkiler yürütülmelidir çünkü bilhassa NATO özelinde düşündüğümüzde; NATO’nun askeri caydırıcı gücü hala yüksektir ve tehditlerin filizleneceği mevzileri dolaylı da olsa etkilemektedir. Ancak araştırmamız göstermektedir ki, en azından siber güvenlik bağlamında ulusal stratejiler ve eylemler detaylı ve güvenlikli bir şekilde uygulamaya geçirilmeli ve uluslararası örgütlerden beklentiler en aza indirilmelidir.

Emre SİPAHİOĞLU

Siber Güvenlik Staj Programı

 

6. Kaynakça

Ada, M , Çakır, H. (2017). Kuzey Atlantik Antlaşma Örgütü’nün (NATO) Siber Güvenlik Stratejisinin İncelenmesi. Düzce Üniversitesi Bilim ve Teknoloji Dergisi, 5(2), 632-656. Retrieved from https://dergipark.org.tr/en/pub/dubited/issue/30665/332017

Ada, M. (2018). NATO Üyesi Ülkelerin Siber Güvenlik Stratejileri Açısından İncelenmesi. (Master’s thesis, Gazi Üniversitesi, 2018). Ankara. Retrieved March, 2021.

Akyazı, U. (2013). Uluslararası Siber Güvenlik Strateji ve Doktrinleri Kapsamında Alınabilecek Tedbirler. 6. Uluslararası Bilgi Güvenliği ve Kriptoloji Konferansı.

Aslan, A. (2020, April 13). Hangi Düzen Hangi Strateji? Retrieved March, 2021, from https://www.setav.org/hangi-duzen-hangi-strateji/

Bada, M., Sasse, M. A. & Nurse, R. C. J. (2019). Cyber Security Awareness Campaigns: Why do they fail to change Behaviour?

Bayrak, M. (2020). ABD ile Birleşik Krallık’ın AB ve NATO Çerçevesinde Siber Alanlarının Tarihsel Analizi. Cyberpolitik Journal 5(9), 22-51.

Bıçakcı, S. (2014). NATO’nun Gelişen Tehdit Algısı: 21. Yüzyılda Siber Güvenlik . Uluslararası İlişkiler Dergisi, Special Issue: NATO’s Transformation and Security in the 21st Century, 100-130.

Bilgin, R. K. (2020). BM ve NATO’nun Barış Operasyonları Doktrinlerinin Karşılaştırmalı Analizi. Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, Cilt 7, Sayı 12, 176-194.

Darıcılı, B. (2015). NATO’nun Siber Güvenlik Stratejisi’nin Analizi. VII Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Konferansı.

Darıcılı, B. A. (2019). Türkiye’nin Siber Güvenlik Politikalarının Analizi; Türkiye’nin Potansiyel Siber Güvenlik Stratejisi. TESAM Akademi Dergisi, Temmuz, 6(2), 11-33.

Das, R & Patel, M. (2017). Cyber Security for Social Networking Sites: Issues, Challenges and Solutions. International Journal for Research in Applied Science and Engineering Technology. 5. 833-838.

Deibert, R. (2012). Cybersecurity: The new frontier, great decisions eat decisions. Foreign Policy Association, 45-58.

Herzog, S. (2011). Revisiting the Estonian Cyber Attacks: Digital Threats and Multinational Responses. Journal of Strategic Security, 4(2), 49-60.

Global Cyber Security Index (2018).

Göçoğlu, V, Aydın, M. (2019). Siber Güvenlik Politikası: Abd, Rusya ve Çin üzerine karşılaştırmalı bir analiz. Güvenlik Bilimleri Dergisi, 8(2), 229-252.

İlhan, A. (2019). Hangi küreselleşme (5th ed.). İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları.

Karaosmanoğlu, A . (2014). NATO’nun Dönüşümü . Uluslararası İlişkiler Dergisi , Special Issue: NATO’s Transformation and Security in the 21st Century, 2-38.

Kardaş, S., Balcı, A., & Tenekeci, N. (2014). Uluslararası ilişkilere giriş: Tarih, teori, kavram ve konular (9th ed.). İstanbul: Küre Yayınları.

Küçüksille, U. E., Genç, S. & Karabulut, E. Y. (2013). Dünyada Siber Güvenlik Stratejileri ve Bir Siber Güvenlik Stratejisinin Oluşumu. 1st International Symposium on Digital Forensics and Security (ISDFS’13), 20-21 May 2013, Elazığ, Turkey.

Polat, D. (2020). NATO’nun Yeni Operasyon Alanı: Siber Uzay, Güvenlik Bilimleri Dergisi, International Security Congress Special Issue, 135-158.

Saraçoğlu, M. (2016). NATO’nun Bariyerleri: Terörizmle Mücadelede Yaşanan Dönüşüm ve İttifakın Etkinliğini Azaltan Faktörler. Güvenlik Bilimleri Dergisi, 5 (1), 75-108.

Wright, N. (Ed.). (2019). Artificial Intelligence, China, Russia, and the Global Order. Air University Press.

Türkiye’de Drag Queen Olmak: Seyhan Arman ve Ercan Topçı

Bu röportaj Drag Queen olan Seyhan Arman ve Ercan Topçı ile yapılmıştır. 

Seyhan Arman, Türk oyuncu ve drag queen, ve aynı zamanda bir insan hakları aktivistidir. 1994 yılında henüz 14 yaşındayken tiyatro ile oyunculuğa başlamış, Dilruba Saatçi’den oyunculuk eğitimi almış ve Engin Alkan’ın oyunculuk workshop’ına katılmıştır. Tiyatronun yanı sıra birçok dizi ve filmde oyunculuk yapan Arman, Teslimiyet filmi ile 22. Ankara Uluslararası Film Festivali “Seçici Kurul Oyunculuk Özel Ödülü”, başrolünde oynadığı Merve Gezen’nin “Nerdesin Aşkım” filmi ile Boston’dan “İnsan Hakları Ödülü”, Kanada’dan Yabancı Film kategorisinde “En Mükemmel Film” ödüllerini almıştır.  Seyhan Arman, tiyatro-sinema-dizi oyunculuğunun yanı sıra yarattığı MC-Sunucu Matmazel Coco karakteri ile kabareler ve özel etkinliklerde interaktif doğaçlama performans yapmaya devam ediyor.

Ercan Topçı ise 42 yaşındaki başarılı bir Drag Queen olan Ercan Topçı, 26 yıldır sahnede. Hala daha işini severek yapan başarılı sanatçı, Drag Lou Lou sahne ismini kullanarak performans sanatını sergilemeye devam ediyor.

 

SEYHAN ARMAN (MATMAZEL COCO)

 

1. Matmazel Coco ile Seyhan Arman arasındaki farklar nelerdir?

Öncelikle enerjileri farklı. Seyhan’ın enerjisi gün içinde veya olaylara göre farklılaşsa da Coco’nun hep zirvede, hep hitap etme modunda ve tabii hep eğlenceli. Özünde de Coco Seyhan’ın abartılı hali.

 

2. Matmazel Coco oluşturulurken kimlerden veya nelerden ilham alındı?

Henüz ortada Matmazel Coco yokken Amsterdam’da gördüğüm bir drag queen kalça protezi kullanıyordu. Adı Jennifer Hopalez. Tabii onun kalçası 1 birimse Coco’nun 10 birim ama kalçayı oradan aklıma yazmıştım. Bir başka drag queen Lady Bunny’nin saçlarını çok beğenip, keşke burada satılsa da alsam diye düşünürdüm. O da oradan aklımda kalmıştı. Sonra bir gün Coco ortaya çıkmak durumunda kalınca aklımda kalan bu fiziksel özellikleri ekledim. Genel tavrı ve tarzı ise zaten benim bir drag queen olarak mikrofon olmadan yaptığım şeylerdi.

 

3. Rol model aldığınız biri veya birileri var mı?

Hayır yok. Sevdiğim, beğendiğim insan çok ama hiçbir alanda rol modelim yok.

 

4. Drag Queen olmanın sizi mutlu eden yanları neler?

Gözde olmak. İzleniyor olmak. Ve belki de biraz serbest olabilmek. Toplumsal rollerde bağımsız hissetmek.

 

5. Mesleğinizden dolayı yaşadığınız zorluklar var mı, varsa neler?

Her meslekte olduğu gibi bizde de muhakkak var. Onlarca. Belki de en önemlisi çalıştığımız kişiler tarafından anlaşılmamak.

 

6. Mesleğinizin doğru anlaşıldığını ve hakettiği değeri gördüğünü düşünüyor musunuz?

Hak edilen değer göreceli bence. Ben dağlar kadar değeri var diye düşünürken bir başkası için hiç bir anlamı olmayabilir. Bunu bireysel olarak cevaplarsam: beklediğim değeri görüyorum.

 

7. Sizce hayatınızın dönüm noktası olan olay nedir?

Bir tane değil ki çok var. Matmazel Coco da bunlardan birisi.

 

8. Mesleğinizde ileriye ait hedefleriniz neler? Nerelere gelmek istiyorsunuz ve sahneyle ilgili ne gibi planlarınız var?

O kadar ileriye yönelik planlar yapmıyorum. Ne olacaksa olacak;  her şeyi şimdiki zamana göre değerlendiririm. Kısa vadede de sürekli kendimi güncellemeye çalışıp, acaba daha fazla ne yapabilirim diye düşünüyorum.

 

 

ERCAN TOPÇI (LOU LOU)

 

1. Kendinizden kısaca bahseder misiniz? Kaç senedir sahneye çıkıyorsunuz? Nerelerde çalıştınız?

Adım Ercan. İstanbul’da doğdum büyüdüm. 16 yaşımdan beri sahne sanatları ile uğraşıyorum. Bu işe Mersin Kız Kalesi’nde bir animasyon ekibiyle animatörlük yaparak başladım. Çalışmadığım yer kalmadı desem yeridir. Hem şehirlerde , hem otellerde, hem de gece kulüplerinde çalıştım.

2. Drag Queen olmadan önceki hayatınız nasıldı, hangi işleri yaptınız?

Drag Queen olmadan önce diye bir şey olmadı hayatımda çünkü 16 yaşından beri bu işi yaptığım için sahne adım, yani Lou Lou, ile Ercan birlikte büyüdü.

 

3. Canlandırdığınız Lou Lou karakteri ile sizin aranızdaki farklar nelerdir?

Lou Lou’da sınır yok. 8-9 yaşlarımda televizyonda Little Lulu diye bir çizgi film vardı ve oradaki Lulu’ya hayrandım. Onda kendimi görüyordum. Çılgın, akıllı, sınırsız, komik, yardımcı… Hem sahne adım hem de ben tamamıyla o olmalıydı diyerek özdeşleştirdim kendimi ve küçük Lulu ile büyüyerek şu an büyük Lou Lou ve Ercan 42 yaşına geldiler.

 

4. Lou Lou oluşturulurken kimlerden veya nelerden ilham alındı?

Tek hayran olduğum çocukluk kahramanım Little Lulu’dan ilham aldım. Hayata hep özgür ve sınırları zorlayan bir kız olarak onu sahnemle ve kendimle betimledim. Tek ilham aldığım odur ama sahne terbiyesi ve yaşam olarak da Ahsen Gönülce ve Ayhan Kanatoğlu üstadlarımı örnek aldım.

 

5. Drag Queen olmanın sizi mutlu eden yanları neler?

Dünya sanki sadece bana ait ve herkesten üstün hissediyorum. Özgür, çıplak, farklı, sınırsız olmayı; şaşırtmayı ve zorlamayı seviyorum.

 

6. Mesleğinizden dolayı yaşadığınız zorluklar var mı, varsa neler?

En güzel örneği, pandemi sürecinde  ilk vurulan sektör eğlence sektörü oldu ve şu an tüm draq queenler işsiz. Bir sanat dalı olarak sayılmadığı için sigortanız yoksa ya da serbest bir şekilde, bağımsız olarak çalışıyorsanız yardım veya bir destek alamıyorsunuz. Gece hayatı çok zor. İlk başlarda kabul görmüyordu ama şu an pek zorluğu yok. Homofobik zihniyet karşılaştığımız zorluklardan birisi olsa da onları da yok ve cansız sayıyorum.

 

7. Mesleğinizin doğru anlaşıldığını ve hakettiği değeri gördüğünü düşünüyor musunuz?

Genele bakacak olursak, iyi yaparsanız evet ama kötü yaparsanız hayır. Nerede nasıl davranacağını bilirsen her yerde hak ettiği değeri görürsün. İşini iyi yapana her yerde değer var. Ucuzsan, karakter bozuksa at çöpe. Ama tabiki de bu ülkede hayır; zira zihniyet belli .

 

8. Sizce hayatınızın dönüm noktası olan olay nedir?

Kendimi çok küçük yaşta keşfetmem ve yönelimimle birlikte hayatımı mutlu olabileceğim iş ile tasarlayarak buralara gelmek. İyi ki eşcinselim ve  kendimi erken keşfetmişim yoksa bugün Lou Lou olamazdı.

 

9. Mesleğinizde ileriye ait hedefleriniz neler? Nerelere gelmek istiyorsunuz ve sahneyle ilgili ne gibi planlarınız var?

Güneyde kendi ufak barımı açıp huzurlu bir şekilde hayatımı yapacağım gösterilerilerle devam ettirmek istiyorum. Kaos ve büyük şehirden kaçmak son 2 senedeki en büyük planım.

 

 

AYNUR OKTAY

Toplumsal Cinsiyet Staj Programı

Prof. Dr. Ksenija Aykut ile Türk ve Sırp Dilleri Üzerine Bir Röportaj

Bu röportaj Belgrad Üniversitesi Filoloji Fakültesi Doğu Dilleri bölümü Türkoloji kürsüsünde görev yapan Prof. Dr. Ksenija Aykut ile Türk ve Sırp dilleri üzerine yapılmıştır.

1) Merhaba hocam, öncelikle röportaj talebimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Okurlarımız için kendinizi tanıtabilir misiniz?

Ben teşekkür ederim. Benim adım Ksenija Aykut. Soyadımdan anlayacağınız üzere eşim Türk. Ben Belgrad doğumluyum ve burada büyüdüm. Üniversiteye de Belgrad’da Doğu Dilleri bölümünde başladım. Fakat Doğu Dilleri bölümünde o dönemde Arapça ve Türkçe okutulmaktaydı. İki yıl sonra bir dil seçmemiz gerekiyordu, çoğu arkadaşım çeşitli sebeplerle Arapça tercih ettiler. Ben Türkçeyi seçtim ve bu dili daha iyi öğrenmek istediğim için Türkçenin konuşulduğu bir yerde eğitim almak istedim. Böylelikle Üsküp Üniversitesi’ne geçiş yaptım. Bildiğiniz gibi Makedonya’da Türk azınlık var ve buradaki okullar ana dili Türkçe olan öğrencilere yönelik eğitim veriyorlardı. Burada Türkçeyi öğrendim ve gerçekten çok çalıştım. Çünkü anadili Sırpça olan biri için Türkçe çok zor bir dil. Üniversite bittikten sonra Makedonya Tarih Enstitüsü ve Arşivinde işe girdim. Osmanlıca metinler üzerinde kısa bir süre çalıştım. Sonrasında Belgrad’a döndüm ve Türkiye Belgrad Büyükelçiliğinde tercüman olarak 10 yıl çalıştım. Büyükelçilikten sonra üniversiteye geçtim ve akademik kariyerime burada başladım.

2) Belgrad Üniversitesi Türkoloji bölümünden biraz bahsedebilir misiniz? Bölüm ne zaman kuruldu, dersler ve içerikleri nelerdir?

Bahsettiğim gibi, Türkoloji Doğu Dilleri bölümünün bir parçası. Bu da aslında bizim için bir sorun teşkil ediyor. Doğu Dilleri büyük bir bölüm, başlangıçta Arapça ve Türkçe vardı; şimdi Japonca, Çince, İbranice, Farsça gibi diller eklendi. Doğu Dilleri bölümünün geçmişi ise 1926 yılına dayanıyor, yani oldukça eski bir bölüm. Edindiğimiz bilgilere göre bu bölüm, Avrupa’nın en eski Doğu Dilleri bölümü. O zamanki kurucumuz Fehim Bayraktareviç Viyana’da Oryantalistik eğitimi görmüş ve Belgrad’a gelip bu bölümü kurmuş. Ancak ilk dersler Türkçe olmuş. Bu çok önemli bir noktadır. Bölümümüzün kuruluşunun 90. yılını 2016’da kutladık ve o dönemde bir sempozyum gerçekleştirdik. Bu sempozyumun ardından bir bildiri kitabı yayımlandı. Aynı sene TİKA desteği ile kütüphanemiz yenilendi ve çok güzel bir açılış yapıldı.

Benim üniversitede ilk çalışmaya başladığım dönemde Türkçeyi tercih eden öğrenci sayısı azdı. Türkiye – Sırbistan ilişkileri ve iki ülke arasındaki temasların artması gibi etkenlerle öğrenci sayısında artış oldu. Şu anda yaklaşık 60 öğrenci bölümde kayıtlı. Bunun yanında seçmeli olarak açtığımız Türkçe derslerine çok yoğun talep var. Bu yoğunluğu karşılayacak kadromuz dahi yok, bu sebeple talepleri karşılayamıyoruz. Bir seçmeli Türkçe dersine iki yüzden fazla öğrencinin başvurduğu oluyor. Yani başka bölümde okuyup ikinci veya üçüncü yabancı dil olarak Türkçe öğrenmek isteyen öğrencimiz de çok fazla. Daha önce Türkçeye böyle bir ilgi yoktu, dolayısıyla böyle bir seçmeli dersimiz de yoktu. Dersler, öğrencilerden gelen yoğun ilgi sonucunda açıldı diyebilirim.

Derslerimiz elbette öncelikle Türkçe ve dil bilgisi üzerine, fakat bunun yanı sıra kültür dersleri de var. Yeni akreditasyon sürecine göre fakültemizin programları dil, edebiyat ve kültür üzerine kurulu. Türkçe dil bilgisi dışında Türk Halk Bilimi, Türk Kültür Tarihi, Osmanlıca, Türkçe-Sırpça Karşılıklı Gramer Analizi, Sırpçada Türkçe Kelimeler, Türkoloji’ye Giriş işlenen derslerden bazıları. Kültür üzerine olan dersler aynı zamanda seçmeli ders olarak diğer bölümlerin öğrencilerine de açık. Bu dersler, katılımcıların Türk kültürü ile ilgili genel bilgileri öğrenebilmelerini sağlamaktadır ve bu derslere olan talep günden güne artmaktadır.

3) Türkoloji bölümü mezunları Sırbistan ve Balkanlarda hangi alanlarda iş bulabiliyorlar?

Son zamanlarda iş imkanları çoğaldı. Bu nedenle bölüme talep fazla, dolayısıyla öğrenci sayımız da artmış durumda. Günümüzde Türkiye’den Sırbistan’a çok fazla yatırım yapılıyor. Türkiye’den gelen iş insanları sadece Belgrad’a değil, üretim yapılacak tüm bölgelere geliyorlar. Öğrencilerimiz buralarda başta tercümanlık olmak üzere çeşitli işlere giriyorlar. Türk firmalarının yanı sıra, kültür ataşeliklerinde ve tercümanlık bürolarında iş buluyorlar. Tahmin edeceğiniz gibi en başarılı öğrencilerimiz büyükelçilikte ve Yunus Emre Enstitüsünde iş bulabiliyorlar. Turizm alanı da iş bulabilecekleri bir sektör. Türkiye’de rehberlik yapan mezunlarımız da var. Aynı şekilde Türkiye’den de Sırbistan’a turist geliyor, hatta komşu ülkelerin dışında en çok turist Türkiye’den geliyor diyebilirim.

4) Öğrenciler nasıl bir motivasyon ile Türkçe öğrenmeye karar veriyorlar?

Söylediğim gibi, Türkçeye olan ilgi çok fazla. Sadece iki ülke arasındaki ilişkiler değil, popüler kültürün de etkisi var. Fakülteye başlayacak olan öğrenciler büyük çoğunlukla Türkçe ile ilk kez Türk dizileri sayesinde tanışıyorlar. Bunun dışında turist olarak Türkiye’de bulunup dili öğrenmeye karar vermiş olanlar var. Ancak bu her zaman uzun ömürlü olmayabiliyor. Bölüme başladıklarında Türkçenin ne kadar enteresan ve zor bir dil olduğunu öğreniyorlar. Gerçekten ilgisi olan yılmadan çalışmaya devam ediyor, kendi imkanları ile Türkiye’ye gidip pratik yapan bile var. Günümüz teknolojisi ile sosyal medya sayesinde anadili Türkçe olan kişilerle iletişime geçiyorlar. Türkçe müzik dinleyenlerin de sayısı oldukça fazla. Bu çok önemli çünkü müzik kültürün bir parçası. Her iki milletin de müzik kültürü ortak. Müziklerimiz, adetlerimiz, yemeklerimiz ortak. Dolayısıyla bu kültürel yakınlık öğrenme motivasyonlarını yüksek tutuyor. Daha öncesinde belki farkında olmadıkları bu kültürel yakınlık, bölüme girdikten sonra dil öğrenme isteklerini canlı tutuyor.

5) Anadili Sırpça olan öğrenciler Türkçe öğrenirken ne gibi zorluklar yaşıyorlar?

Türkçe ve Sırpça yapısal olarak birbirinden çok farklı diller. Bu sebeple Türkçe onlar için yepyeni bir dil oluyor. Bu durum sadece Türkçe için geçerli değil. Öğrenciler, Türk Dilleri ailesinden hiçbir dille daha önce karşılaşmamış durumda fakülteye başlıyorlar. Bu yapısal farklılık başta zorlanmalarına neden oluyor. İlk iki yıl öğretilen gramer süreci oldukça zorlu geçiyor. Üçüncü seneye gelindiğinde teorik bilgiler tamamlanmış oluyor ve pratiğe geçilmesi gerekiyor. İki yılın sonunda Edebiyat derslerini yapmaya başlıyoruz ancak bu da kolay olmuyor. Bunun sebebi, öğrencilerin henüz edebi eserleri okuyacak seviyeye gelmemiş olmalarından kaynaklanıyor. Aynı şeyleri öğrenciyken biz de yaşadık. İki yılın sonunda teorik olarak dili öğrenmiş oluyoruz, eserde gördüğümüz kelimelerin anlamını da biliyoruz ama tercümesini yapamıyoruz. Bunun nedeni de bizim dilimizden çok farklı oluşu. Ancak dili çözmeye başladıktan sonra gerisi geliyor. Bu süreci atlatabilen başarılı oluyor, bu noktadan sonra başarısız olup bırakan, başka dillere yönelen öğrenciler de var.

Fakat bu kadar farklılık içinde ortak kelimelerin varlığı öğrencilere enteresan geliyor. Kelime bir dile girerken şeklini değiştirmiş oluyor. Örneğin kökeninin nereden geldiğini hiç düşünmedikleri, Sırpça olarak gördükleri bir kelimenin Türkçeden gelmiş olduğunu öğreniyorlar.

6) Türkçe bilindiği üzere Balkan dillerine ve özellikle Sırp diline etkisi olan bir dil. Bugün Türkçeden en çok kelime almış dilin Sırpça olduğunu biliyoruz. Sırpça ile Türkçe arasında başka benzerlikler var mı? Varsa neler?

Maalesef ortak kelimeler dışında benzerlik yok diyebilirim. Ama dediğiniz gibi ortak kelime sayısı çok fazla. Yapılan araştırmalara göre kaydedilen 8.000 kelime Türkçeden gelmiş. Bu kelimelerin 2.000 ila 3.000 kadarı din ile ilgili. Bu kelimeleri bizim Müslüman nüfusumuz da kullanıyor. Fakat günlük hayatta devamlı kullanılan 3.000 kadar kelimenin kesin varlığını söyleyebilirim. Bunlardan bir kısmı dil içinde öyle yer edinmiş ki, çoğu kişi bu kelimelerin başka bir dilden geldiğinin farkına varmıyor. Örnek vermek gerekirse; taze, böbrek, börek, yastık, yorgan, çarşaf, çorba, sarma, kahve, cep gibi kelimeler Türkçeden geçmiş. Bunun dışında bazı kelimeler artık Türkçede kullanılmayan, arkaik olarak nitelendirebileceğimiz kelimeler. Örneğin bizim hala kullandığımız “çiviluk” kelimesi Türkçeden “çivilik” yani “askı” olarak geçmiş. Sırpçada bu kelime, eskiden askı yerine çiviye asılarak kullanılan eşyalardan hareketle bu şekilde yer alıyor. Yani o döneme ait kelimelerin bir kısmı da fonetik değişimlere uğrayarak günümüze kadar geliyorlar ve anadili Türkçe olan bir kişi bile bunu ilk seferde fark etmeyebiliyor. Bu kelimelerin eski haliyle kalmasının nedeni ise Osmanlı Devleti’nin artık bu bölgede varlığını sürdürmemesi ve Osmanlı dönemi sonrası oluşan boşluk. İki ülke arasındaki temasların da azalmasıyla bu etkileşim duraksıyor. Ancak tüm bunlara rağmen bu kelimeler Sırpça içinde varlığını sürdürüyor. Bunun da en büyük nedeni Osmanlı etkisi.

Diller birbirine yapısal olarak benzememesine rağmen benim verdiğim Türkçe-Sırpça Karşılıklı Gramer Analizi dersinde bu farklılıkları işliyoruz. Böylece öğrenciler Türkçenin farklılıklarını kendi ana dilleriyle kıyaslayıp görebiliyorlar.

7) Verdiğiniz bu aydınlatıcı bilgiler için çok teşekkür ederim. Eklemek istediğiniz başka noktalar var mı?

Son olarak şunu eklemek isterim; Türkiye ile Türkoloji konusunda bir işbirliğimiz mevcut. Ama bunun çok daha ileri seviyede olmasını çok isteriz. İki ülke arasında ilişkiler her alanda çok iyi seviyede olsa da eğitim alanında işbirliğinin geliştirilmesi gerekiyor. Doktora öğrencilerimizin ve yeni asistanlarımızın Türkiye’deki eğitim fırsatlarını değerlendirmelerini, Türkçe seviyelerini daha ileriye taşımalarını istiyoruz. Ben kendi adıma Üsküp’e giderek anadil seviyesinde Türkçe öğrenimimi gerçekleştirdim. Aynı düzeyde bir eğitime Sırp Türkoloji öğrencilerinin de ihtiyacı var. Bu konuda geçmişte TİKA’nın da çok yardımını gördük; kütüphanemiz yenilendi, araç gereç desteği yapıldı. Esas dileğimiz ise Türkoloji’nin Doğu Dilleri bölümünden ayrılıp kendi kürsüsünü kurması. Gereken destek sağlandığında hem bölümümüz hem de öğrenci ve mezunlarımız Türkçe konusunda daha iyi yerlere gelecektir.

Hatice Deniz Hızal

Balkanlar Çalışmaları Staj Programı

                                                                                              

Haftalık Sivil Toplum Bülteni / 19-26 Mart

0

 

TUİÇ Akademi – Online Staj Programı

TUİÇ Akademi markası ve Türkiye’de bir ilk olan Online Staj (o-Staj) Programı, klasik yöntem ve metotlarla “fotokopi çekme” mantığına dayanan staj anlayışının yerine; araştırma, sunum ve akademik yazma becerileri kazandıran, bireylerin özgüven, self-disiplin ve girişimcilik bilincini yükselten ve dinamik bir sosyal ağa dahil olmasına imkan tanıyan bir online eğitim modelidir.

TUİÇ Akademi Online Staj Programı Nisan Dönemi Başvuruları, 34 farklı programla açıldı!

Başvuru ve Detaylı Bilgi İçin: www.o-staj.com

 

Habitat Derneği – Yarını Kodlayanlar Projesi Dijital Gönüllü Eğitmeni

 Habitat Derneği ve Türkiye Vodafone Vakfı ortaklığıyla Yarını Kodlayanlar Projesi’nin dijital gönüllü eğitmenlerinden biri olmak için 25 – 28 Mart 2021 tarihleri arasında gerçekleştirilecek eğitmen eğitimine, proje kapsamında, 81 ilden gelen başvurular değerlendirilip kabul edilecektir.

Eğitim  Tarihi: 25-28 Mart 2021

Eğitim Başvuru Tarihi: 22 Mart 23:59

Eğitim  Kanalı: Zoom 

Başvuru ve Detaylı Bilgi İçin: https://form.jotform.com/210701837733958

Türkiye Vodafone Vakfı – Dijital Benim İşim Projesi  

Dijital Benim İşim Projesi Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü, Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü ve Türkiye Vodafone Vakfı iş birliğinde Halk Eğitimi Merkezlerinde öğrenim gören kadınlara dijital okuryazarlık ve meslekî alanlarda eğitimler verilerek dijital becerilerinin geliştirilmesine katkı sağlamak amacıyla hayata geçirilmiştir.

Eğitim Kanalı: Online ve Yüz Yüze

Başvuru ve Detaylı Bilgi için: https://turkiyevodafonevakfi.org.tr/projeler/dijital-benim-isim/dijital-benim-isim-basvuru-formu/ 

Güler Yüzler Derneği- Dijital Fotoğrafçılık Eğitimi 

Güler Yüzler, sürdürülebilir kalkınmaya artı değer katan, projeler uygulayıp geliştiren, küresel hedefleri destekleyen kalkınma dostu bir sivil toplum kuruluşudur. 

Eğitimin İçeriği: Güler Yüzler Derneği düzenlediği eğitimle fotoğraf çekimiyle ilgili ipuçlarını öğretmeyi ve aynı zamanda fotoğrafları düzenleme konusunda beceriler kazandırmayı hedefliyor.  

Eğitim Tarihi: 20 Mart  2021

Eğitim Saati: 20.00 

Eğitim Kanalı: Zoom  

Başvuru ve Detaylı Bilgi için: https://linktr.ee/guleryuzler2015  

 

Toy Gençlik Derneği- Uluslararası Metot Paylaşım Atölyeleri: Moda ve Sürdürülebilirlik

 Toy Gençlik Derneği’nin Civil Society Exchange desteği ile JANUN Hannover ile ortaklaşa yürüttüğü, birçok yönüyle Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın alanına giren Uluslararası Metot Paylaşım Atölyeleri ’nin ikincisinde bu kez “Moda ve Sürdürülebilirlik” konusu ele alınacak. Bu modülde ise moda ile ilgili geri dönüşüm alışkanlıklarına, tekstil ürünlerinin üretimden dağıtıma kadar olan çevreci, ekolojik ya da adil olmayan süreçlerine, tekstil sektöründe yaşanan çevre kirliliklerine, sürdürülebilir ve yavaş moda alışkanlıklarına dair farkındalık artmasını kolaylaştıracak farklı yaygın eğitim metotları paylaşılacak.

Program Tarihi: 21 Mart  2021

Program Saati: 16:00 – 18:00 

Program Kanalı: Zoom 

Başvuru ve Detaylı Bilgi İçin:  https://bit.ly/methodsharingdetail2

Çalıştay dili İngilizcedir.

Köstebek Akademisi: Tarihin Cinsiyeti Açık Ders

Köstebek Akademisi tarafından Tarihin Cinsiyeti Açık Dersi 23 Mart Salı günü saat 19.00′da Fatmagül Berktay’ın katılımı ile çevrimiçi olarak düzenlenecektir.

Program Tarihi: 23 Mart 2021

Program Saati: 19:00

Program Kanalı: Zoom 

Başvuru ve Detaylı Bilgi İçin:

https://docs.google.com/forms/d/e/1FAIpQLSc8L-53DdjYF7JisPo1AOHnnBVtPC0Vjly7TyXPKKtGAtUjag/viewform

ICHILD ve TAD ConnectUSA- Genç İklim Aktivisleri ile İklim Diyaloğu

ICHIDL; Ulusal ve Uluslararası Çocuk Hakları mevzuatları içerikleri doğrultusunda çocuk hakları alanını ön planda tutarak; çocuk katılımı, sosyal içerme, beslenme, teknoloji, sağlık, eğitim, hak temelli çalışmalar, toplum, kültür, kalkınma, dezavantajlı gruplar, spor, bilim, tarih, değerler eğitimi ve sürdürülebilirlik alanlarında faaliyet gösteren bir dernektir.

TAD ConnectUSA; Bağlantı kurabileceğiniz, becerilerinizi geliştirebileceğiniz ve ABD hakkında bilgi edinebileceğiniz Amerikan Uzay ağının bir parçasıdır.

Eğitim Kanalı: Zoom

Eğitim Tarih ve Saati: 22 Mart 2021 18:00

Başvuru ve Detaylı Bilgi için:

https://docs.google.com/forms/d/e/1FAIpQLSdS5cQZFDn_MxWWHRp9azymdMHXIBpcgIhTeJN_49hz5e6qQA/viewform

Aydınlatma Metni: https://ichildforchild.org/aydinlatmametni.html

 

British Council- Yeşil Kariyerler Webinar

 26. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP26) yaklaşırken, British Council, yeşil sektörde var olan farklı kariyerler, bu sektördeki deneyimli kişilerin kariyer yolculukları ve Birleşik Krallık’ın bu alanlarda sunduğu yükseköğretim fırsatları ile ilgili bilgilerin paylaşıldığı “Yeşil Kariyerler” adlı bir webinar serisi düzenliyor. 

Bu oturumda, yeşil sektörlerde başarılı kariyerlerine devam eden, Birleşik Krallık üniversitelerinden mezun olan Geniş Avrupa Bölgesi ülkelerindeki profesyonellerin, bu alandaki deneyimlerini dinleyeceğiz. Aynı zamanda, Birleşik Krallık’ta mezunların işe alım ve istihdam edilebilirliği alanında çalışan bir kuruluş olan Gradcore’dan, bu ülkedeki üniversitelerin yeşil sektördeki iş alanlarıyla ilgili nasıl kariyer olanakları sunduğunu ve Gradcore’un bu konuda yeni mezunları nasıl desteklediği ile ilgili bilgiler alacağız.  

Program Tarihi: 25 Mart  2021

Program Saati: 16:00  

Program Kanalı: Microsoft Teams  

Başvuru ve Detaylı Bilgi İçin:  https://bit.ly/3e4uCOB   

Etkiniz- Etkili Rapor Yazımı Online Eğitimi

Etkiniz AB Programı, sivil toplum örgütlerine (STÖ) insan hakları uygulamalarını izlemek, raporlamak ve bulguları doğrultusunda savunuculuk çalışmaları yapmaları için kapasite geliştirme destekleri sunmaya devam ediyor.

Eğitim  Tarihi: 31 Mart- 1-2 Nisan 2021

Eğitim Başvuru Tarihi: 26 Mart 2021

Eğitim  Kanalı: Zoom 

Başvuru ve Detaylı Bilgi İçin: http://bit.ly/etkili-rapor-yazimi

Hazırlayanlar: Banu TÜYSÜZ, Ecem GÜVEN, Gizem AŞAR

TUİÇ Akademi Sivil Toplum Çalışmaları Birimi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sivil Toplumda Mobbing Üzerine Genel Bir İnceleme

Özet

Dilimize İngilizceden girmiş olan mobbing kavramı, etimolojik olarak incelendiğinde “mob” kökünden türemiş ve azgın olarak nitelendirilebilecek bir topluluğun kişi veya kişilere psikolojik/fizyolojik şiddet uygulaması anlamına gelmektedir. Psikolojik şiddet, rahatsız etme veya sıkıntı verme anlamına gelen mobbing kavramı; kişinin saygısız ve zararlı bir davranışa maruz kalmasıyla başlayan bir süreçtir. Mağdur, önce kendisine ve daha sonra çevresine karşı yabancılaşmaya başlar. Süreç, kişiyi yıpratmaya, çaresiz bırakarak işten çıkmaya zorlayan düşmanca bir girişimdir. Çeşitlilik gösteren yıldırma faaliyetlerinin ortak yönü seçilmiş kişi veya kişileri rahatsız etmesi, soyutlaması ve aşağılamasıdır. Bu araştırma yazısında ise sivil toplum alanında yapılmış çalışmalar ışığında mobbing alanında açıklayıcı bir içerik ortaya konulması amaçlanmıştır.

Anahtar kelimeler: Mobbing, sivil toplum, psikolojik şiddet, örgüt, iş yeri

 

Abstract

The concept of mobbing, which has entered our language from English, is a word that derived from the root “mob”, which you have studied etymologically, and means the use of psychological / physical violence against a person or persons by a community that can be described as raging. The concept of mobbing, which means psychological violence, disturbing or distressing; It is a process that begins when a person is exposed to a disrespectful and harmful behavior. The victim starts to be uncomfortable in his/her own skin first and then becomes estranged from her/his environment. The process is a hostile attempt that forces the person to wear out, despair and quit. Common aspects of diverse activities are disturbing, isolating and humiliating the chosen person or persons. In this research article, it was aimed to reveal an explanatory content in the field of mobbing in the light of the studies in the field of civil society.

Keywords: Mobbing, civil society, psychological violence, organization, workplaceFa

 

Giriş

İnsanlık tarihinin her döneminde var olan hiyerarşik düzen, insanoğlunun birlikteliğine ve çalışma düzenine katkı sağlamasının yanında pek çok sosyolojik ve psikolojik soruna da sebep olmuştur. Değişen ve gelişen dünya düzeni, insanların içinde yaşadığı çalışma koşullarını gerek olumlu gerekse olumsuz şekilde etkilemektedir. Bu bağlamda incelendiğinde, insanoğlunun emeğinin öneminin giderek artmasıyla birlikte emeğin önüne geçen pek çok olumsuz faktör de gözler önüne serilmektedir. Bu faktörlerden bir tanesi de yıldırma davranışı olarak bilinen mobbing’dir (Ekiz, 2010). Süreç içerisinde saygısız ve zararlı davranışların hedefi olan kişi, maruz bırakıldığı bireysel/örgütsel psikolojik şiddetin akabinde, önce kendisine daha sonra da çalıştığı ortamdaki kişilere yabancılaşmaya başlar. Kişiyi yıpratma, sindirme ve yıldırma ile başlayan bu kasıtlı şiddet süreci devamında kişinin kendinin iş hayatında olumsuz etkilere yol açmaktadır (Pelit ve Kılıç 2014; Tan 2005).

Mobbing(Bezdiri), tarihsel süreçler boyunca farklı ortamlarda ve biçimlerde varlığını sürdürmüştür. Mobbing, ilk olarak hayvan davranışları ve küçük çocuklar arasında gözlemlenmiştir. İş hayatıyla ilgili olarak ise 1980’li yılların başında, İsveç’te yaşayan Alman asıllı endüstri psikoloğu Heinz Leymann tarafından kullanılmış bir terimdir. Leyman’ın tanımlamasıyla mobbing, iş yerinde meydana gelen psikolojik terördür ve bu terörün nedeni, kişilerin mensup olduğu sosyal gruptan politik düşünceye, bölgesel ve kültürel farklılıktan kişilerin cinsel kimliklerine kadar birçok faktör olabilmektedir (Leymann, 1990).

Örgütsel pek çok probleme herhangi bir demografik değişken ayırt etmeksizin neden olan bu olgu, endüstriyelleşen dünyada üzerinde çokça durulan araştırma konularından bir tanesi konumundadır. Her alanda varlığını sürdürdüğü gibi, günümüzde üçüncü sektör olarak nitelendirilen sivil toplum alanlarında da varlığını sürdüren mobbing olgusu, pek çok sivil toplum kuruluşuna bağlı çalışan ve gönüllünün psikolojik, fizyolojik problemler yaşamasına neden olmaktadır. Sonuçları kariyerlerinin noktalanmasına dek varabilmektedir. Ülkemizdeki örgütsel yaşam temel alındığında sivil toplum kurumu ve bu kurumlara bağlı çalışanların mobbing hakkında minimum seviyede bilgilendirildikleri görülmektedir.

Örgütsel yaşamı temel alan çalışma alanlarından birisi sivil toplum alanıdır. Diğer toplumsal hizmet dallarından uygulama yönüyle ayrılsa da pek çok yönden benzerlik göstermektedir. Sivil toplum, içerisindeki hiyerarşik yapıda yer alan yönetici, takım lideri, ekip sorumlusu gibi konumlar içermesi itibari ile mobbing olgusuna açık bir alan haline gelmektedir. Ülkemizde Suriye İç Savaşı ile birlikte yaygınlaşmasının ardından, medyaya hiç yansımayan mobbing haberleri, bu sektörde mobbing konusunda bilinçli bir yapılanma olmadığını hukuki ve psikolojik taraflarıyla gözler önüne sermektedir. Bu bağlamda, yapılacak olan akademik çalışmalar ve elde edilecek sonuçlar, ülkemizin sivil toplum alanında gerçekleştirilen projelerin ve bu projeleri üreten derneklerin kazanımlar elde etmesinin önündeki engellerden biri aşılarak sivil toplum alanının iyileşmesine katkı sağlayacaktır.

 

Mobbing Türleri

Mobbing olgusu, oluşum evrelerine göre üç farklı şekilde ele alınmaktadır (Asunakutlu, Safran 2006).

Düşey Mobbing

Organizasyonlarda ve kurumlarda yer alan ast-üst ilişkisi içerisinde üst konumda yer alan kişilerin bulundukları konum ve bu konumun onlara getirdiği güç ile birlikte, ast pozisyonunda çalışan bireylere uyguladıkları uygunsuz davranışlar bütününe düşey mobbing adı verilmektedir.

Yatay Mobbing

Organizasyon veya kurum içerisinde, çalışanların herhangi bir ast-üst ilişkisi olmaksızın benzer pozisyonlarda ve benzer şartlar altında birbirlerine uyguladıkları baskıya yatay mobbing adı verilmektedir. Yatay mobbinge neden olan faktörlere örnek olarak çıkar çatışmaları, rekabet ve kişilerin birbirleri arasındaki bireysel husumetler gösterilebilir.

Dikey Mobbing

Organizasyon veya kurum içerisindeki ast-üst ilişkisinde ast konumda yer alan kişinin üst konumundaki kişiye psikolojik şiddet uygulaması sonucunda ortaya çıkan mobbing türüdür. Yatay ve düşey mobbinge göre görülme sıklığı daha azdır. Dikey mobbinge yol açan faktörlere örnek olarak; eski yöneticiye olan bağlılık veya kıskançlık verilebilir.

Bahsi geçen üç mobbing türünün ortak noktaları bulunmaktadır. Bu ortak noktalara dikkat edilmesi mobbing olgusunu tanımlama sürecini kolaylaştırmakta ve kısaltmaktadır. Bu ortak noktalar: mobbing eyleminin amaç gözetmeksizin maruz bıraktığı davranışların mağdur üzerindeki etkisi ve mağdura verdiği zararlar; mobbing sürecinin, mağdur kişi psikolojik sağlığını ve/veya işini kaybedene kadar devam etmesindeki ısrarcılık (Gök, 2011).

Mobbing Süreci

Mobbing davranışı, pek çok çevresel faktörle beraber ilerleyen bir davranış örüntüsü olarak görülmektedir. Bu faktörlere ek olarak, mobbing davranışı çeşitli psikolojik faktörler ile de etkileşime girer ve mağdur kişinin psikolojik sağlığını hedef alır. Amaçlanan, mağdur kimse üzerinde kurulan psikolojik baskı sonucunda çalışma performansını düşürerek çalışma hayatına son vermektir. Mobbing ’in uygulanma sürecinde mağdur kişinin mesleki yeterliliği, kişilik onuru ve güvenilirliği hedef alınanlar arasındadır. Pek çok sosyal ve psikolojik olayda gözlenen şekilde, mobbing davranışı da bir süreç etrafında gelişir. Leyman bu süreci beş aşamada incelemiştir (Leymann, ve Gustafsson, 1996).

Çalışanlar arasındaki herhangi bir anlaşmazlık veya tartışmayla bağlantılı olarak ortaya çıkan Anlaşmazlık Aşamasında belirgin bir mobbing davranışı olmasa da mağdurun herhangi bir fikir beyanı bu durumu tetikleyebilmektedir. Mobbing uygulayan kişinin, davranışı yanlış veya yanlı yorumlaması sonucunda da süreç mobbinge doğru seyredebilmektedir.

Mobbing içerisindeki unsurların devreye girdiği ve mağdur kişi üzerinde psikolojik baskının kurulduğu Saldırganlık Aşamasında gözlemlenmektedir. Mobbing uygulayan kişinin mağdura yönelik tavrını açıkça belli etmemesi sonucunda, sinsice uygulanan psikolojik baskı hedef gözetilerek, kasıtlı ve amaca yönelik olarak yapılır. Süreç bu evreden itibaren mağdurun aleyhine işler.

Kurumsal gücün devreye girmesiyle birlikte başlayan Kurumsal Güç Aşamasında, yönetim kadrosu, mobbing uygulayan kişi tarafından yönlendirilerek süreci yanlış yorumlar ve verdiği kararlarla sürece yaptığı negatif etkiler sonucunda mağdur kişi çalışanların yanı sıra yönetici kadrosu tarafından da bir baskıyla baş etmek zorunda bırakılır. Yönetim kadrosunun da dâhil olduğu bu kumpas, mobbing davranışının artarak devam etmesine yol açabilmektedir.

Yönetimin yanlış yorumlayarak vardığı yargılar sonucunda hızlanan olumsuz döngü ile baş etmeye çalışan mağdur kişi, süreç içerisinde verdiği tepkiler neticesinde “asi, akıl hastası, zor kişi” olarak tanımlanabilir ve yönetim de mağduru bu duruma inandırmak üzere uğraşabilir. Hâlihazırda psikolojik baskıyla mücadele eden mağdur öte yandan psikolojik destek alması yönünde de bir baskıya maruz kalır. Tanımlama Aşaması adı verilen evre; kişinin işine son verilmesi, istifaya zorlanması ve çalıştığı konumun değiştirilmesiyle (tayin) sonuçlanabilmektedir. Sürecin son ve kişinin psikolojik sağlığının oldukça olumsuz etkilendiği bu evrede, kişi işini kaybetmenin de bir sonucu olarak artık mobbingin etkisini sosyal hayatında da belirgin bir şekilde hisseder ve bu dönemde mağdurda pek çok psikosomatik hastalık gelişebilir. İşine son verme aşamasında, mağdurda travma sonrası stres bozukluğu gelişebilir (Davenport ve diğ. 2003; Leymann, 1990  akt. Çobanoğlu, 2005; Tınaz, 2006).

 

Mobbingin Nedenleri

Mobbingin nedenlerine bakacak olursak kişisel, kurumsal ve sosyal nedenler olarak üç alt başlıkta incelenmektedir.

Kişisel Nedenler

Bu alanda yapılan çalışmaların sonucunda, mobbinge maruz kalan mağdurların kişilik özelliklerinin; dürüst, yaptıkları işi ve kendilerini başkasına beğendirme ihtiyacı olmayan, çalışkan, özgüveni yüksek olduğu saptanmıştır. Mobbinge daha az maruz kalan bireylerin kişilik özelliklerinin ise dünyaya bakış açılarının gelişmiş, zihinsel esnekliğe sahip, duygusal zekâları yüksek, etrafındaki insanların duygu ve davranışlarını sezebilen kimseler oldukları saptanmıştır (Çukur, 2009).

Kurumsal Nedenler

Hiyerarşik düzendeki yöneticilerin yetersizliklerinden kaynaklanan kurumsal nedenler içerisinde; kötü yönetim, yetersiz liderlik, iletişim kopukluğu, stresli çalışma ortamı ve haksız rekabet ortamı gibi faktörler barındırmaktadır. Bütün bu faktörler beraberinde psikolojik şiddete yol açmaktadır (Öztürk ve Şimşek, 2019).

Sosyal Nedenler

İçinde yaşadığımız toplumun kültürel yapısı, normları ve değerleri mobbinge neden olabilecek unsurlara yol açabilmektedir. İnsanlar cinsiyetleri, inançları, dilleri, etnik kökenleri ve politik kimliklerinden dolayı ayrımcılığa maruz kalabilmektedir. Bu ayrımcılık, kurumsal bir şirket veya organizasyon içerisinde de kendini gösterebilmektedir. Küresel olan bu nedenlerin yanında bölgesel olarak gözlemlenebilen göç ve hemşehrilik ağı da mobbing davranışını besleyen unsurlar olarak göze çarpmaktadır (Zapf,Knorz ve Kulla 1996).

Fiziksel Koşullardan Kaynaklı Nedenler

İş yerinde eşitsizliğe yol açan, kişilerin çalışma performanslarını etkileyerek mobbinge açık hale getirebilecek nedenlerdir. Fiziksel koşullar mobbinge dolaylı olarak yol açabilen ve sürece doğrudan etki edebilen bir unsur olarak göze çarpmaktadır (Yılmaz ve Kaymak, 2014).

 

Mobbing Sürecini Yordayan Unsurlar

Mobbing süreci içerisinde rol alan kişi/kişiler uygulayıcı, mağdur, izleyici olmak üzere üç başlık altında incelenmektedir.

Uygulayıcı: Mobbing uygulayan kişi olarak da tanımlanabilen bu kimseler, hedef aldıkları çalışana yönelik sindirme, bezdirme ve itibarsızlaştırmaya yönelik ahlak dışı pek çok saldırgan davranış sergilemektedir. Bu kişiler genelde yapıcı olmayan eleştiriler yapan, saldırgan ve şişirilmiş özgüvene sahip kimselerdir (akt. Altuntaş, 2010).

Mağdur: Mobbing uygulayan kişi tarafından kötü muameleye, psikolojik ve fiziksel tacize maruz kalan veya maruz bırakılan kimselerdir. Mağdur konumunda yer alan kişinin ast kadrodan olması şart değildir. Bu kişiler yönetici kadrosundan da olabilmektedir. Süreç içerisinde mağdur kişinin mobbinge maruz kaldığını algılaması ve aleyhine gelişen sürecin farkında olması önem teşkil etmektedir.

İzleyici: Sürecin içerisinde aktif veya pasif olarak rol alabilen izleyiciler kimi zaman mağdur kimi zaman da mobbing uygulayan kişinin tarafında yer alabilmektedir. Kişi, mağdurun yanında kalmayı nadiren tercih etmektedir. Bu durumun altında yatan düşünce ise mobbing uygulayan kişi tarafından kendisinin de hedef alınabilecek olmasıdır (Tınaz, 2006).

 

Mobbingin Sonuçları

Mobbing ile ilgili yapılan araştırmalarda bu davranışın psikolojik, fizyolojik ve ekonomik sonuçları olduğu görülmektedir. Bunun yanı sıra bu davranışlardan etkilenen kişiler ele alındığında yalnızca doğrudan bu davranışa maruz kalan mağdur değil; mağdur ile sosyal bağlamı paylaşan ailesi, arkadaşları da bu davranıştan olumsuz yönde etkilenmektedir. Bu etkinin düzeyi ise mağdur kişinin ve çevresindekilerin baş etme mekanizmalarına göre değişmektedir (Davenport, Schwartz ve Elliot, 2003).

 

Şekil 1. Mobbing sonucu meydana gelen psikolojik – fizyolojik – ekonomik sonuçların bireysel açıdan ele alınması (Tınaz, 2006).

 

 

 

 

 

 

 

 

Şekil 2. Mobbing sonucu iş yerinde meydana gelen ekonomik ve psikolojik sonuçların kurumsal ve toplumsal açıdan ele alınması (Tınaz, 2006).

 

 

 

 

 

 

 

 

Mobbing ile Mücadele

Mobbing, ortaya çıkışı itibariyle yakın tarihe tekabül etmesine ek olarak modernite ile çalışma hayatına girmiş bir terimdir. Doğrudan toplumsal yaşantıyı etkileyen mobbinge karşı sivil toplum temelli mücadele etmek mümkündür. Sivil toplum alanında hizmet eden örgütlerin kuruluş amaçları da bu düşünceyi destekler nitelikte olup uzlaşma, barış ve çoğulcu demokrasi anlayışının hakim olduğu güçlendirilmiş bir sivil toplum ile endüstriyel toplum yapısının içerisinde psikolojik yıpranmayı en aza indirgeyebilir.

Mobbinge maruz kaldığını düşünen ve buna bağlı olarak iş performansında, aile hayatında, sosyal ilişkilerinde bozulmalar meydana gelen insanların mobbingi ilgili mercilere bildirme ve mobbinge maruz kaldıklarını bu mercilere kanıtlayabilmek adına kanıt niteliği taşıyan belge sunması beklenmektedir. Bu bağlamda mağdur kişilere bir dizi öneri sunulmaktadır. Mağdurların mobbinge maruz kaldıkları süreci “mobbing günlüğü” çerçevesinde gün, tarih, saat ve olay içeriklerini barındıracak şekilde kayıt altına alması ve sürecin mahkemeye intikal etmesi halinde bu belgeleri mahkemeye sunması mümkündür. Mobbing sürecinde mağdurun yazılı belgeler sunması son derece önem arz etmektedir. Mağdur kişi bu günlüğü, verilerin güvenliği kapsamında öznel bir seçim doğrultusunda dijital ortamda veya not defteri aracılığıyla tutabilir. Şayet mağdur kişi mobbinge iş arkadaşı veya ast-üst ilişkisi kapsamında mail kapsamında maruz kalıyorsa bu mailleri de mahkemede kanıt olarak sunabilmektedir.

İş hayatında mobbinge maruz kalan kişinin başvuracağı kanıt yollarından bir diğeri de şahit aracılığıyla adli mercilere başvurmaktır. Mahkemeye taşınan bir mobbing sürecinde, mağdurun iş arkadaşlarının, mağdurun lehine şahitlik etmesi ve bu süreçte mağduru desteklemesi mahkeme süreci için önemli bir husustur. Buna ek olarak mağdurun varsa iş yeri hekiminden yoksa kendi başvuracağı bir hastaneden fiziksel veya sosyal işlevselliğinin bozulduğuna dair alabileceği bir sağlık raporu da süreçte ciddi bir kanıt görevi görmektedir.

Sivil toplum kuruluşları, toplum temelinde evrensel hakları korumaya ve pekiştirmeye dayalı çalışmalar gerçekleştirerek toplumsal gruplar arasındaki uçurumu en aza indirgeyebilir ve bu gruplar arasında dayanışma, iş birliği, karşılıklı sevgi-saygıya dayalı bir yapı kurabilirler. Bu doğrultuda aynı toplum içerisinde yaşayan gruplar, bireyden başlayarak her geçen gün derinleşen toplumsal uçurumun kapanmasına katkı sağlayabilir. Kaybedilen birlik ve beraberlik ortamını sağlayabilecek, unutulan insani değerleri bireylerin sosyal hayata ve çalışma hayatına adapte etmek üzere çalışmalar yürütecek ve toplum temelli bir yaygınlaştırma ile sivil toplum çatısı altında mobbing ile mücadele edebilecektir.

Mobbinge bağlı olarak ortaya çıkan sonuçlar incelendiği takdirde görülüyor ki mobbing yalnızca bireyi değil bütün toplumu etkilemekte ve toplumsal süreçler üzerinde ciddi sorunlara yol açabilmektedir (Özkan, 2011, 81). 2011 yılında yayımlanan başbakanlık genelgesinde, bireyden başlayarak toplumsal süreçler içerisinde varlığını sürdüren büyük-küçük bütün topluluklarda etki gücüne sahip olan mobbingi önleyici ve bıraktığı hasarları azaltıcı etkenler “İşyerlerinde Psikolojik Tacizin (Mobbing) Önlenmesi” başlığı adı altında yayınlanmıştır. Yayınlanan genelge kapsamında sürecin sağlıklı yönetilmesi adına sorumluluk işverene verilmiştir. Bu doğrultuda işverenden beklentiler: İşverenlerin, çalışanlarının maruz kalabilecekleri bütün mobbing süreçlerini öngörebilmeleri ve bu doğrultuda çalışanlarının mobbinge maruz kalmaması için bütün önlemleri alması gerektiği yönündedir. Buna ek olarak çalışan ve işveren arasında düzenlenen iş sözleşmelerinde, çalışanlarını mobbinge karşı hukuki, ekonomik ve sosyal olarak koruyacak maddeler konulması gerektiğini beyan etmiştir. Yayınlanan bildiride bir sorumluluk da sivil toplum alanında hizmet eden kurum ve kuruluşlara düşmektedir. Bu bağlamda sivil toplum kuruluşlarından beklenen ise iş birliği çerçevesinde “Psikolojik Tacizle Mücadele Kurulu”  kurulması gerektiği yönündedir.

Mobbing ile mücadele kapsamında sivil toplumu geliştirmeyi amaçlayan derneklerden birisi de Mobbing ile Mücadele Derneği’dir. Dernek, 2019 Yılının Şubat ayında ülkemizde bir ilki gerçekleştirmiş, 4-10 Şubat tarihlerinde “Mobbing Farkındalığı Haftası”nda 14 İl Temsilciliği ile birlikte çeşitli etkinlikler düzenlemiştir. Dernek geniş bir hizmet çeşitliliğine sahip olup bireysel ve kurumsal bazda hizmet ve eğitimleri mevcuttur. Sivil toplum alanında mobbinge karşı mücadele amacıyla kurulan Mobbing ile Mücadele Platformu da dernek ile paralel olarak çalışmalar yürütmekte, kamu ve özel kuruluşlara mobbing ile mücadele hususunda teknik yönden ve insan kaynağı bağlamında katkı sunmaktadır.

 

Öneri ve Tartışma

Bu çalışma kapsamında mobbing olgusunun genel bir tanımı ve sivil toplum temelli olarak mobbinge karşı mücadeleye ilişkin bilgiler verilmek istenmiştir. Literatüre katkı sunmak ve mobbing ile mücadele etmek açısından, literatüre nicel veriler kazandırılması faydalı bir yöntem olacaktır. Öte yandan nicel çalışma yapmak konusunda bir dizi zorluk araştırmacıları beklemektedir. Veri toplama sürecinde araştırmacıların karşılaşması en muhtemel sorunlardan bir tanesi sivil toplum alanında çalışan bireylerin mesai saatleri dışında da yoğun çalışma tempoları nedeniyle araştırmaya ayıracak zaman bulamamaları, birlikte çalıştıkları mesai arkadaşları ve yöneticilerinden çekinmeleri gibi bir dizi problem de araştırma kapsamında veri toplamayı engelleyen sorunların bir kısmıdır.

 

 

ŞİYAR MORSUNBUL

Sivil Toplum Staj Programı

 

 

KAYNAKÇA

  1. Çobanoğlu, Ş., (2005). Mobbing: İş Yerinde Duygusal Saldırı ve Mücadele Yöntemleri.İstanbul: Timaş Yayınları.
  2. Davenport, N., Schwartz, R.D. ve Elliot, G. P. (2003). Mobbing: iş yerinde Duygusal Taciz. (Çev: Osman Cem Önertoy). İstanbul: Sistem Yayıncılık.
  3. Davenport, N., ve diğerleri, Mobbing İş Yerinde Duygusal Taciz, (çev. Önertay,O.C.), Sistem Yayıncılık, İstanbul 2003, s:146-148
  4. Kırel, Ç., Örgütlerde Psikolojik Taciz (Mobbing) ve Yönetimi, Anadolu Üniversitesi Yayınları No: 1806, Eskişehir,
  5. Leymann, H. (1990). “Mobbing and Psychological Terror at Workplaces“. Violence and Victims, 5 (2), 119-126.
  6. Leymann, H. (1996). “The Content and Development of Mobbing at Work“. European Journal of Work and Organizational Psychology, 5 (2), 165-184.
  7. Pınar Tınaz (2006); iş yerinde Psikolojik Taciz (Mobbing), Beta Basım Yayım, İstanbul
  8. Yılmaz, H., Kaymaz, A. (2016). Kurumsal Bir Risk Unsuru: Mobbing (İş Yerinde Psikolojik Taciz). Denetişim, (14), 73-81.