Home Blog Page 7

Srebrenitsa Önergesi: Adalet ve Hafıza Yolunda Bir Adım

0

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yarın oylanacak olan Srebrenitsa önergesi, 1995 yılında yaşanan soykırımın tanınması, anılması ve gelecekte benzer vahşetlerin önlenmesi amacını taşımaktadır. Bu önerge, Almanya ve Ruanda tarafından sunulmuş ve uluslararası toplumun geniş desteğini almıştır. Ancak, Sırbistan ve Republika Srpska’dan gelen tepkiler, bu tasarının içeriğini çarpıtarak ve gerçekleri göz ardı ederek siyasi kazanç elde etmeye yönelik bir kampanya başlatmıştır.

Tasarının İçeriği ve Amacı

Önerge metni, Birleşmiş Milletler Şartı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi gibi uluslararası belgeler rehberliğinde hazırlanmıştır. Metin, Srebrenitsa’da yaşanan trajediyi soykırım olarak tanımlayan çeşitli uluslararası mahkeme kararlarını hatırlatmakta ve soykırımın inkar edilmesini kınamaktadır. Ayrıca, 11 Temmuz’un Uluslararası Srebrenitsa Soykırımı Anma ve Anma Günü olarak ilan edilmesini önermektedir.

Önergenin ana hedefleri arasında, soykırımın inkar edilmesini önlemek, eğitim yoluyla bu trajedinin hatırlanmasını sağlamak ve gelecekte benzer olayların yaşanmasını engellemek bulunmaktadır. Bu hedefler doğrultusunda, uluslararası işbirliği ve bölgesel dayanışma vurgulanmakta, ulusal ve uluslararası mahkemelerin rolü desteklenmektedir (Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 2024).

Siyasi Manipülasyon

Sırbistan’ın eski istihbarat şefi Aleksandar Vulin’in, Almanya ve Ruanda tarafından sunulan tasarının “Republika Srpska ve Sırbistan Cumhuriyeti’ne karşı komplonun son aşaması” olduğu yönündeki açıklamaları, Sırp liderlerinin tasarıyı çarpıtma çabalarının bir örneğidir (Kurtic, 2024). Vulin, Almanya ve Ruanda’nın Sırpları soykırımcı bir ulus olarak ilan etmek istediğini iddia etmiştir. Ancak, tasarının metninde Sırbistan, Sırplar veya Bosna-Hersek’teki Sırp çoğunluklu Republika Srpska entitesinden bahsedilmemektedir (Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 2024).

Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić ve Bosnalı Sırp lider Milorad Dodik, tasarıya karşı sert bir kampanya yürütmekte ve bu kampanyayı, milliyetçi duyguları körüklemek ve iktidarlarını pekiştirmek amacıyla kullanmaktadır. Vučić, tasarının Sırp ulusunu soykırımcı olarak etiketleme girişimi olduğunu savunmakta, Dodik ise Republika Srpska’nın Bosna’daki karar alma süreçlerinden çekileceği tehditlerinde bulunmaktadır (Todorovic, 2024).

Uluslararası ve Bölgesel Tepkiler

Uluslararası toplumun geniş bir kesimi, tasarıya destek vermektedir. Almanya ve Ruanda’nın yanı sıra Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ve birçok ülke tasarıyı desteklemektedir. Eski Yugoslavya’da Bosna-Hersek, Hırvatistan, Kuzey Makedonya ve Slovenya tasarıyı desteklerken, tasarı Karadağ’da siyasi bölünmelere yol açmıştır (Kurtic, 2024).

BM Genel Kurulu’nun bu tasarıyı kabul etmesi gelecekte benzer vahşetlerin önlenmesi adına önemli bir adım olacaktır. Ancak, Sırp liderlerin siyasi manipülasyonları ve dezenformasyon kampanyaları, bölgedeki gerilimleri artırmakta ve adaletin sağlanmasını engellemektedir. Uluslararası toplumun, bu tür çarpıtmalara karşı durarak, gerçekleri savunması ve mağdurların acısını paylaşması büyük önem taşımaktadır.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Srebrenitsa Önerge Metni

Birleşmiş Milletler Şartı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi rehberliğinde,

1993 yılında Srebrenitsa’yı güvenli bölge ilan eden 16 Nisan 1993 tarihli 819 sayılı Güvenlik Konseyi kararını, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (“ICTY”) kurulmasına ilişkin 25 Mayıs 1993 tarihli 827 sayılı kararı ve Uluslararası Ceza Mahkemeleri İçin Artık Mekanizma’nın kurulmasına ilişkin 22 Aralık 2010 tarihli 1966 sayılı kararı hatırlatarak,

Ayrıca, 1995 yılında Srebrenitsa’da Bosnalı Müslümanlara karşı işlenen soykırım suçundan suçlu bulunan sekiz ICTY kararını ve özellikle 19 Nisan 2004 tarihli ICTY Temyiz Dairesi kararını (Savcı vs. Krstić), 8 Haziran 2021 tarihli Uluslararası Artık Mekanizma Temyiz Dairesi kararını (Savcı vs. Mladić), 20 Mart 2019 tarihli Uluslararası Artık Mekanizma Temyiz Dairesi kararını (Savcı vs. Karadžić) ve 26 Şubat 2007 tarihli Uluslararası Adalet Divanı kararını hatırlatarak, bu kararlarda Srebrenitsa’da işlenen fiillerin soykırım fiilleri olarak belirlendiğini hatırlatarak,

Soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları veya diğer uluslararası insancıl hukuk ve uluslararası insan hakları hukuku ihlallerine karşı cezasızlığa kesin bir şekilde karşı çıkarak ve bu bağlamda Devletlerin cezasızlığı sona erdirmek ve bu tür fiillerden sorumlu kişileri, ilgili uluslararası yasal yükümlülüklerine ve iç hukuklarına uygun olarak soruşturmak ve kovuşturmak sorumluluğunu vurgulayarak, bu fiillerin tekrarlanmasını önlemek ve sürdürülebilir barış, adalet, hakikat ve uzlaşma arayışında bulunmak için mağdurların ve hayatta kalanların yanı sıra aile üyelerinin katılımının merkezi olduğunu vurgulayarak,

Son yıllarda uluslararası mahkemeler tarafından cezasızlıkla mücadele ve soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve diğer ağır suçlar için hesap verebilirliğin sağlanması konusunda önemli ilerlemeler kaydedildiğini memnuniyetle karşılayarak,

Bu bağlamda ICTY’nin özel katkısını kabul ederek ve uluslararası toplumun, BM Şartı’na uygun olarak ve durum bazında, hesap verebilirliği ve soykırımın önlenmesini daha da sağlamak için kolektif eylemde bulunmaya hazır olmasının önemini vurgulayarak,

BM Genel Sekreteri’nin Soykırımın Önlenmesi ve Koruma Sorumluluğu Özel Danışmanlarının rolünü dikkate alarak ve insan hakları ve uluslararası insancıl hukuk ihlalleri, nefret söylemi ve kışkırtma konularında düzenli bilgilendirmenin potansiyel soykırım hakkında erken farkındalık yaratmada önemini kabul ederek,

Soykırım ve diğer uluslararası suçlardan sorumlu kişilerin ulusal adalet sistemlerinde, Bosna-Hersek Mahkemesi, ICTY ve Uluslararası Artık Mekanizma dahil olmak üzere kovuşturulmasının, ulusal uzlaşma ve güven inşası ile Bosna-Hersek’te barışın yeniden tesisi ve korunması sürecinde merkezi olduğunu ve ulusal savcı ofisleri arasında güçlü bölgesel işbirliğinin, bölgedeki ülkeler arasında barış, adalet, hakikat ve uzlaşmayı teşvik etmede temel olduğunu not ederek,

2025 yılının, en az 8.372 kişinin hayatını kaybettiği, binlercesinin yerinden edildiği ve ailelerin ve toplulukların yıkıldığı Srebrenitsa soykırımının otuzuncu yıldönümü olacağını belirterek,

1. 11 Temmuz’u her yıl Srebrenitsa Soykırımını Anma ve Anma Günü olarak ilan etmeye karar verir;

2. Srebrenitsa Soykırımının tarihi bir olay olarak inkârını kesin bir şekilde kınar ve Üye Devletleri, soykırımın inkârını ve çarpıtılmasını önlemek ve gelecekteki soykırımların meydana gelmesini engellemek için eğitim sistemlerinde uygun programlar geliştirerek kurulan gerçekleri korumaya teşvik eder;

3. Uluslararası mahkemeler tarafından savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım suçlarından mahkûm edilenlerin yüceltilmesini kesin bir şekilde kınar, bu kişiler arasında Srebrenitsa Soykırımından sorumlu olanlar da dahil olmak üzere;

4. Srebrenitsa Soykırımının kalan kurbanlarını bulma ve kimliklerini tespit etme sürecini tamamlama ve onlara onurlu bir defin sağlama önemini vurgular ve adaletle yüzleşmemiş soykırım faillerinin kovuşturulmasına devam edilmesini çağırır;

5. Tüm Devletleri, Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ve ilgili ICJ kararlarına uygun olarak soykırımın önlenmesi ve cezalandırılmasına ilişkin yükümlülüklerine tam olarak uymaya çağırır;

6. Genel Sekreter’den, “Srebrenitsa Soykırımı ve Birleşmiş Milletler” başlıklı bir duyuru programı kurmasını, bu programın 2025 yılındaki otuzuncu yıldönümü için hazırlıklara başlamasını ve mevcut kararı tüm Üye Devletlere, BM sistemi kuruluşlarına ve sivil toplum kuruluşlarına uygun şekilde duyurmasını talep eder;

7. Tüm Üye Devletleri, BM sistemi kuruluşlarını, diğer uluslararası ve bölgesel kuruluşları ve sivil toplumu, sivil toplum kuruluşları, akademik kurumlar ve diğer ilgili paydaşlar da dahil olmak üzere, 1995 Srebrenitsa Soykırımı kurbanlarının anısına özel anmalar ve faaliyetler düzenleyerek Uluslararası Günü kutlamaya davet eder ve uygun eğitim ve kamuoyu farkındalığı artırma faaliyetlerine teşvik eder.


Bu önergenin kabulü, sadece geçmişin acılarını tanımakla kalmayacak, aynı zamanda gelecekte benzer trajedilerin önlenmesi için uluslararası bir taahhüt olacaktır. Adaletin sağlanması ve hafızanın korunması yolunda atılan bu adım, insanlık için büyük bir kazanım olacaktır.

Referanslar

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu. (2024). Draft UN Resolution on Srebrenica. https://n1info.ba/english/news/read-the-complete-text-of-the-final-draft-un-resolution-on-srebrenica/ 

Kurtic, A. (2024, May 22). Srebrenica Survivors Await UN Vote as Serbs Slam Genocide Resolution. BIRN. https://balkaninsight.com/2024/05/22/srebrenica-survivors-await-un-vote-as-serbs-slam-genocide-resolution/ 

Mijatović, D. (2023, November). Justice, Peace and Social Cohesion in the Former Yugoslavia. Council of Europe’s Commissioner for Human Rights. https://www.coe.int/en/web/commissioner/-/dealing-with-the-past-for-a-better-future-resolute-efforts-on-dealing-with-the-violent-past-are-required-in-the-region-of-the-former-yugoslavia 

Todorovic, S. (2024). Serbia’s Lies About UN Srebrenica Resolution are All About Power, https://balkaninsight.com/2024/05/21/serbias-lies-about-un-srebrenica-resolution-are-all-about-power/ 

Güney Kore Kim Jong Un Şarkısını Yasakladı

0

Güney Kore, son dönemde Kuzey Kore’de üretilen ve TikTok’ta viral hale gelen “Friendly Father” şarkısını yasaklama kararı aldı. Bu şarkı, Kuzey Kore lideri Kim Jong Un’u “dost canlısı baba” ve “büyük lider” olarak övüyor. Güney Kore’nin medya düzenleyicisi, bu müzik videosunun ülkenin Ulusal Güvenlik Yasası’nı ihlal ettiğini belirterek, şarkının 29 versiyonunun engelleneceğini duyurdu (BBC News, 2024). Peki, bu yasak kararı ne anlama geliyor ve iki Kore arasındaki tarihsel gerilimler bu durumu nasıl şekillendiriyor?

Arka Plan

Kore Yarımadası, II. Dünya Savaşı’nın sonunda Japonya’nın teslim olmasından sonra Sovyetler Birliği ve ABD’nin etkisiyle ikiye bölündü. Kuzey Kore, Sovyetler Birliği’nin desteklediği bir komünist rejim olarak kuruldu, Güney Kore ise ABD destekli bir demokratik hükümet benimsedi. 1950 yılında başlayan ve 1953 yılında bir ateşkesle sona eren Kore Savaşı, iki ülke arasında resmi bir barış anlaşması olmaksızın hala teknik olarak devam eden bir savaş durumu yarattı (Kim, 2018).

Şarkı Meselesi: Propaganda ve Psikolojik Savaş

“Friendly Father” şarkısı, Kuzey Kore’nin Kim Jong Un’u yüceltmek ve idolize etmek amacıyla üretilmiş bir propaganda aracıdır. Güney Kore hükümeti, bu şarkının Ulusal Güvenlik Yasası’nı ihlal ettiği gerekçesiyle yasaklama kararı aldı. Ulusal Güvenlik Yasası, Kuzey Kore’nin hükümet web sitelerine ve medyasına erişimi engelleyen ve rejimi lehine davranışları ve konuşmaları cezalandıran bir yasadır. Güney Kore İstihbarat Servisi’nin talebi üzerine alınan bu karar, şarkının psikolojik savaş içerikli olduğu ve Kim Jong Un’u tek taraflı olarak yücelttiği gerekçesiyle alınmıştır (WION News, 2024).

İfade Özgürlüğü Tartışmaları

Bu yasak kararı, Güney Kore’de çeşitli tepkilere neden olmuştur. Bazı Güney Koreliler, şarkının erişilebilir olmasının, daha fazla insanın bu durumu alaya alabilmesi için faydalı olacağını savunmaktadır. Bu durum, ülkede ifade özgürlüğü konusundaki tartışmaları yeniden alevlendirmiştir. Ulusal Güvenlik Yasası’nın ifade özgürlüğü bağlamında gözden geçirilmesi gerektiği yönünde çağrılar da artmıştır (Lee, 2023).

Sonuç ve Değerlendirme

Güney Kore’nin “Friendly Father” şarkısını yasaklama kararı, hem iç politikada hem de uluslararası alanda dikkatle izlenmesi gereken bir gelişmedir. Bu tür yasaklamalar, ifade özgürlüğü ve bilgiye erişim hakları konusundaki tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Yasak, şarkının daha fazla insan tarafından merak edilmesine ve dinlenmesine de yol açabilir, bu da propaganda amaçlarının tersine bir etki yaratabilir.

Sonuç olarak, Güney Kore’nin bu yasak kararı, hem ulusal güvenlik kaygıları hem de ifade özgürlüğü talepleri arasında bir denge arayışını yansıtmaktadır. Bu durum, iki Kore arasındaki tarihsel gerilimlerin ve güncel olayların karmaşık etkileşimini gözler önüne sermektedir.

Kaynakça

BBC News. (2024). South Korea bans TikTok hit ‘idolising’ Kim Jong Un. https://www.bbc.com/news/world-asia-52703482

HyoJung Julia,  J. (n.d). Overview of the Korean War and its Legacy, https://spice.fsi.stanford.edu/docs/overview_of_the__korean_war_and_its_legacy 

WION News. (2024). South Korea imposes ban on viral TikTok song which idolises North’s Kim Jong Un. https://www.wionews.com/world/south-korea-imposes-ban-on-viral-tiktok-song-which-idolises-norths-kim-jong-un-723819

İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin Helikopter Kazasında Ölümü ve Olası Senaryolar

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin bir helikopter kazasında hayatını kaybetmesi, ülkenin yönetim sisteminde ve geleceğinde önemli değişikliklere yol açabilir.  İran’ın yönetim sistemi çerçecesinde, Reisi’nin ölümü sonrası olası senaryoları ve bu durumun ülke içi ve uluslararası etkilerini neler olabilir?

İran’ın Yönetim Sistemi

İran, İslam Cumhuriyeti olarak tanımlanan teokratik bir cumhuriyettir. Bu sistemde, dini lider Ayetullah Ali Hamaney en yüksek otoritedir ve geniş yetkilere sahiptir. İran’ın yönetim sistemi, yasama, yürütme ve yargı organlarının yanı sıra dini liderin de dahil olduğu karmaşık bir yapıya sahiptir (Milani, 2018).

  • Dini Lider (Velayeti Fakih): İran’ın en yüksek lideri olup, ordu, yargı ve medyanın kontrolü gibi geniş yetkilere sahiptir.
  • Cumhurbaşkanı: İcra organının başı olup, bakanlar kurulu aracılığıyla ülkenin iç ve dış politikasını yönetir.
  • Meclis (İslami Şura Meclisi): Yasama organı olup, yasaların yapılması ve denetlenmesinde rol oynar.
  • Uzmanlar Meclisi: Dini lideri seçen ve denetleyen bir organdır (Brumberg, 2001).

Helikopter Kazasında Hayatını Kaybedenler

Helikopter kazasında Cumhurbaşkanı Reisi’nin yanı sıra hayatını kaybeden diğer önemli bürokratlar şunlardır:

  • Hossein Amir-Abdollahian: İran Dışişleri Bakanı, ülkenin dış politikalarını yönlendiren kilit isimlerden biriydi.
  • Malik Rahmati: Doğu Azerbaycan Eyaleti Valisi, eyalet yönetiminde önemli rol oynuyordu.
  • Ayatollah Mohammad Ali Al-Hashem: Doğu Azerbaycan’daki dini liderin temsilcisi ve Tahran’daki Meclis Üyesi.
  • Sardar Seyed Mehdi Mousavi: Cumhurbaşkanı Reisi’nin koruma ekibinin başı.
  • Colonel Seyed Taher Mostafavi: Helikopterin pilotu.
  • Colonel Mohsen Daryanush: Helikopterin yardımcı pilotu.
  • Major Behrouz Ghadimi: Helikopterin uçuş teknisyeni (Al Jazeera, 2024).

Cumhurbaşkanı’nın Ölümü Sonrası Olası Senaryolar

Cumhurbaşkanı Reisi’nin ve diğer önemli bürokratların ölümü, İran’da çeşitli senaryoların ortaya çıkmasına neden olabilir:

  1. Yeni Cumhurbaşkanı Seçimi: İran Anayasası’na göre, Cumhurbaşkanı’nın ölümü durumunda, seçimler en geç 50 gün içinde yapılmalıdır (Constitution of the Islamic Republic of Iran, 1989). Bu süreçte, geçici olarak Cumhurbaşkanlığı görevini Meclis Başkanı üstlenebilir.

  2. Siyasi İstikrarsızlık: Reisi’nin ölümü, İran’da siyasi istikrarsızlığa yol açabilir. Reisi, dini lider Hamaney’in güçlü bir müttefiki olarak biliniyordu ve ölümü, Hamaney’in gücünde zayıflama yaratabilir.

  3. İç Çatışmalar: Reisi’nin ölümünün ardından, ülke içinde farklı siyasi gruplar arasında güç mücadelesi yaşanabilir. Bu durum, özellikle reformcu ve muhafazakar gruplar arasında gerilimi artırabilir (Vakil, 2020).

  4. Uluslararası İlişkiler: Reisi’nin ve önemli bürokratların ölümü, İran’ın dış politikasında da değişikliklere neden olabilir. Özellikle Batı ile nükleer anlaşma konusunda yeni bir yol haritası çizilebilir.

Sonuç

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin ve diğer önemli bürokratların ölümü, ülkenin yönetim sistemi üzerinde derin etkiler bırakabilir. İran’ın siyasi yapısının karmaşıklığı ve mevcut liderlik yapısı göz önüne alındığında, bu durumun hem iç politikada hem de uluslararası ilişkilerde önemli değişikliklere yol açması muhtemeldir. Gelecek süreçte, İran’ın yeni Cumhurbaşkanı’nın kim olacağı ve bu kişinin politikaları, ülkenin geleceği açısından kritik öneme sahiptir.

 

Kaynaklar

Seçim Otokrasisi: Meksika’nın Demokrasisi Tehlikede

0

Bu yazı 17 Mayıs 2024’te Foreign Affairs dergisinde ingilizce olarak Denise Dresser imzlasıyla ve ”Mexico’s Hollow Election How AMLO Undermined Democracy and Brought Back One-Party Rule” başlığıyla yayımlanmıştır.  

Meksika’nın 2 Haziran’daki başkanlık seçimi yaklaştıkça, siyasi partiler arasındaki bir rekabetten daha fazlası tehlikede. Son beş buçuk yıldır ülkenin prototip popülist lideri olan Andrés Manuel López Obrador (AMLO), dünya genelinde görülen gelişmelere paralel olarak demokratik gerileme sürecini yönlendirdi. Demokrasiler artık öncelikle tank ve tüfeklerle yapılan askeri darbeler sonucu ölmüyor. Meksika’nın demokrasisi, birçok başka ülkeninki gibi, demokratik kurumları manipüle eden ve sadece seçim kurallarını değil, tüm siyasi sistemi değiştirerek partisini iktidarda tutmayı amaçlayan özgürce seçilmiş ve popüler bir başkan tarafından yok ediliyor.

López Obrador’un partisi Ulusal Yenilenme Hareketi (Morena), destekçilerini demokrasi kılığına bürünmüş yenilenmiş bir otokrasiye oy vermeye mobilize ediyor. Birçok Meksikalı bu cazibeye kapıldı. Başkanın günlük basın toplantıları rutin olarak partisini yoksullar için endişelenen, açgözlü elitlerle mücadele eden ve iç ve dış tehditlere karşı ulusal egemenliği savunan bir parti olarak tasvir ediyor; bu tehditler arasında muhalefet partileri ve yabancı etkiler de bulunuyor. López Obrador, kutuplaşma yoluyla yönetiyor. Halkı “halk” ve “halk düşmanları”, mahrum olanlar ve onları hor görenler, değişim arayan popüler hareket ve sadece elitler için çalışan mevcut durumu korumak isteyen muhafazakar muhalefet olmak üzere iki kampa ayırıyor.

López Obrador’un hükümeti, yoksulluğu hafifletmek için yoksul ailelere büyük nakit ödemeleri ve asgari ücret artışı gibi adımlar attı. Ancak onun yönetiminde, suç şiddeti kontrolden çıktı ve Meksika’nın sosyal güvenlik ağını oluşturan birçok eğitim ve sağlık programı müşteri ilişkileriyle değiştirildiğinden, yoksullar kendi başlarına bırakıldı. Bu arada başkan, devlet kurumları üzerindeki kontrolünü pekiştirdi, anayasayı ihlal eden yasaları ilerletti ve yargı ve seçimleri denetleyen ajanslara karşı saldırılar gerçekleştirdi. Partisi, demokrasinin pahasına güçlendirdiği orduyun açık desteğiyle yönetiyor. Silahlı kuvvetler artık ülkenin polisi olarak hizmet veriyor, büyük kamu çalışmaları inşa ediyor ve göçmenlik ve altyapıyı kontrol ediyor. Benzersiz ekonomik güç elde ettiler ve sadece López Obrador’a hesap veriyorlar.

Seçim kampanyası sırasında Morena, devlet kontrolündeki medyada muhalefet politikacılarını karaladı ve siyasi rakipleri taciz etmek için devlet aygıtını kullandı. Meksika ordusu, aktivistleri, gazetecileri ve insan hakları savunucularını izlemek için Pegasus casus yazılımını konuşlandırdı. López Obrador ayrıca, eleştirmenlerini ifşa etmek için kamu platformunu kullandı. Hükümet şeffaflığına adanmış bir federal ajans, ifşa etmeyi Meksika veri koruma yasalarının ihlali olarak kınadığında, başkan sabah basın toplantısında kendisinin “yasanın üstünde” olduğunu ilan etti.

Son 30 yıldır Meksika’nın geçici ve kusurlu demokrasiye geçişi, rekabetçi seçimler, özerk seçim kurumları, denge ve denetim mekanizmaları ve başkanlık gücünün sınırlandırılması ideali üzerine inşa edildi. Tüm bunlar şimdi tehlikede. López Obrador, ülkenin siyasi sistemini, partisinin lehine olacak şekilde eğmek için zaten bozdu. Kazanmak için demokrasiyi bile feda etmeye istekli olduğunu gösterdi.

ÖZGÜR VE ADİL DEĞİL

Yirminci yüzyılın büyük bir bölümünde, Meksika, Kurumsal Devrimci Parti (PRI) tarafından yönetildi. Rekabetçi bir seçim sistemine geçiş, sivil toplum ve muhalefet politikacılarının, tüm partilere eşit fırsatlar sağlayacak ve yürütme erkinin sonucu etkileme gücünü sınırlayacak reformlar için baskı yaptığı 1990’larda başladı. Bu nedenle, kağıt üzerinde, yasalar López Obrador’un teraziyi Morena lehine eğmesini engelliyor.

Ancak görev süresinin başından itibaren sistemi yeniden dominant parti yönetimine dönmek için düzeltmeye çalıştı. Partisi, siyasi partilere kamu finansmanını %50 oranında azaltacak, partilerin ortak bir başkan adayı arkasında birleşmesini engelleyecek, özel medyada siyasi reklamları yasaklayacak ve görevdeki başkanın halef için kampanya yapma yasağını kaldıracak yasalar çıkardı. Anayasa Mahkemesi yasaları anayasaya aykırı olarak iptal ettikten sonra, López Obrador ve partisi taktik değiştirdi ve destekçilerini yaklaşan seçimlerde Morena’ya yasama çoğunluklarını kazandırmaya çağırdı. Kongrede yeterli temsilciye sahip olurlarsa, parti Meksika anayasasını değiştirebilir ve antidemokratik seçim reformlarını yasalaştırabilir. López Obrador’un planına göre, Yüksek Mahkeme yargıçları ve özerk seçim ajansının üyeleri halk oylamasıyla seçilecek ve bu, her iki organın da kontrolünü Morena’ya verecek ve denetim ve denge mekanizmalarının sonunu getirecektir. Meksika siyasetinin askeri yapısı da kalıcı hale gelecek çünkü başkan, hükümetin orduya genişletilmiş yetki vermesini 2028’den sonra uzatmasını engelleyen anayasal hükmü kaldırmayı amaçlıyor.

Başkan seçim yetkililerine meydan okuma alışkanlığı edindi. López Obrador hükümet ile parti arasındaki sınırı bulanıklaştırdı. Yönetimi, sosyal programları yenilenmiş bir müşteri ilişkileri biçimi olarak kullandı: Örneğin, bir kalkınma girişimi, başlangıçta bir “refah sayımı” gerçekleştirmekle görevlendirilen, ancak şimdi kapı kapı gezerek nakit ödemelerinin sona ereceği tehdidinde bulunan 30.000 “ulusal hizmetkarı” mobilize etti. desteklerini Morena’nın başkan adayı olan eski Meksiko Şehri Belediye Başkanı Claudia Sheinbaum’a vermeyen yararlanıcılar. Sheinbaum, kampanya yolunda muhalefetin kazanması durumunda yoksullar için sosyal programların ortadan kaldırılacağını öne sürerek bu fikri pekiştirdi. Bu nedenle hükümet cömertliği, Morena’nın şansını artıran bir araç haline geldi. López Obrador, sabah basın toplantısını zorbalık kürsüsü olarak kullanarak partizan propaganda yapıyor ve muhalefeti şeytanlaştırıyor. Meksika Ulusal Seçim Enstitüsü, kampanya yasasını ihlal ettiği gerekçesiyle başkandan bu uygulamayı durdurmasını istedi. Ancak López Obrador, seçim yetkililerine meydan okuma alışkanlığı edindi ve Morena, yasa dışı kampanya faaliyetleri nedeniyle en fazla ve en büyük para cezalarını alan parti oldu.

López Obrador ayrıca, görevden ayrılan başkanın halefini seçtiği PRI ile ilişkilendirilen kötü şöhretli dedazo uygulamasını yeniden canlandırdı. Modern yorumu, geçmişteki tüm Meksika başkanlarının erkek olduğu göz önüne alındığında bir kadını seçmek ve kişisel seçimine meşruiyet kazandırmak için bir ön seçim süreci simüle etmekti. Kasım 2023’teki başkanlık kampanyası resmen başlamadan önce, Sheinbaum’un imajı ve #EsClaudia (#Claudia) hashtag’i ile bilboardlar ve duvar resimleri ülke genelinde ortaya çıktı. Sheinbaum, 2023 başlarında, López Obrador yönetiminin başarısını anlatmak için Meksika turuna çıktı. Bu işaretlerin ve turun finansmanının kim tarafından finanse edildiği hala belirsiz, ancak seçim yasaları, kamu görevlilerinin seçim veya partizan amaçlar için kamu fonlarını kullanmalarını açıkça yasaklıyor. Morena’nın iç ön seçiminin zamanlaması ve finansmanı, partinin kampanya taktiklerinin Ulusal Seçim Enstitüsü’nün kurallarını ihlal ettiğine dair endişeleri artırdı. Karmaşık ve şeffaf olmayan sürecin sonunda, Sheinbaum kazanan ilan edildi.

López Obrador, ajandasına sadakatini kanıtlamış bir halef seçti. Sheinbaum, bir aday olarak, çevre mühendisliğinin temel ilkelerine aykırı görünenler de dahil olmak üzere, başkanın tercih ettiği her politikayı benimsemiştir. Örneğin, devlet petrol şirketi Pemex’i desteklemek için 80 milyar dolar tahsis edilmesini alkışlayarak ve diğer verimsiz devlet enerji şirketlerine yönelik sübvansiyonları destekleyerek petrokimyasal milliyetçiliği benimsemiştir. Sheinbaum ayrıca, Ulusal İnsan Hakları Komisyonu ve Enerji Düzenleme Komisyonu gibi kurumlara teknik veya profesyonel uzmanlığa sahip olmayan sadıkları yerleştirme planını desteklemiştir. Kendi siyasi tabanı olmayan Sheinbaum, López Obrador’un “dönüşümünün” devamını ve pekiştirilmesini vaat etmiştir. Onun söylemini, antidemokratik duruşlarını ve hatta konuşma şeklini kopyalamıştır. Başkan olarak, kendisini selefinden ayırmak zor olacaktır: zayıf kamu maliyesi ve Pemex’in borcu, bir sonraki liderin yeni politikalar yürütme veya López Obrador’un hatalarını düzeltme yeteneğini sınırlayacak ve eğer yolundan saparsa geri çağırma seçimi önerme olasılığı üzerinde asılı kalacaktır.

López Obrador, ajandasına sadakatini kanıtlamış bir halef seçti.

Farklı ideolojik spektrumdan muhalefet partileri, Morena’yı yenmek için bir araya geldi. Ancak muhalefet ittifakı, PRI’nin kalıntıları, merkez sağ Ulusal Hareket Partisi (PAN) ve küçük, merkez sol Demokratik Devrim Partisi (PRD) dahil olmak üzere, bölünmüş ve itibarsızdır. Daha da önemlisi, Morena’nın kamu kaynaklarına erişimi, sosyal programlardan nakit dağıtımları ve Meksika devletinin geniş propaganda makinesiyle rekabet edemez. Başkan, muhalefetin başkan adayı Xóchitl Gálvez’i yıllardır Meksika’yı yağmalayan oligarşinin yolsuz savunucusu olarak tanımlamıştır. Morena’nın diğer üyeleri, onun hükümetle sözleşmeleri olan bir teknoloji şirketinin lideri olduğu dönemde usulsüzlük yapmakla suçladılar; bazıları onu kara para aklamakla suçladı. Tüm partiler kamu finansmanı alsa da, muhalefet partileri, kamu fonlarının yasadışı dağıtımından ve devlet himayesinden faydalanan hükümet destekli adaylarla rekabet edebilecek kadar para toplayamazlar. İş dünyası liderleri, muhalefeti desteklemenin kendilerine kazançlı kamu sözleşmelerine mal olabileceğini veya hükümetin yolsuzluk veya vergi kaçakçılığı iddialarını takip etmesine yol açabileceğini bilirler. Morena, Meksika’nın 32 eyaletinden 23’ünü yönetiyor, bu da bölgesel otoritelerin mali ve operasyonel yeteneklerinin de onun emrinde olduğu anlamına geliyor.

Sheinbaum, başkanlık yarışına 30 puanlık bir farkla başladı ve bu farkın kapanması neredeyse imkansız görünüyor. López Obrador ile yakın ilişkisi onun lehine çalıştı; başkan, hükümetinin iç güvenlik, ekonomi ve yolsuzlukla ilgili anketlerde onaylanmamasına rağmen popülerliğini koruyor. Sheinbaum’un ana rakibi Gálvez, karizmatik ve çevik, ve onun yerli kökeni, Meksika seçmeninin bazı kesimlerinde çekiciliğini artırabilir. Ancak Gálvez, halkın büyük bir kısmının yolsuzluk, elitist yönetim ve kötü yönetim geçmişi ile ilişkilendirdiği partileri temsil ediyor. Çoğu seçmenin, López Obrador’u iktidara taşıyan 2018 seçimlerinde reddettiği tam da bu kurulu düzendi. Ayrıca, merkez sol Yurttaş Hareketi’ni temsil eden Jorge Álvarez Máynez, muhalefet oylarını bölebilir.

Morena, başkanlığı kazanmaya hazır görünüyor, ancak başkanlık bu seçimde oy pusulasındaki tek önemli makam değil. Senato’daki 128 koltuğun tamamı ve alt meclisteki 500 koltuğun tamamı, 31 eyaletteki yerel kongreler, dokuz eyalet valiliği ve Meksiko Şehri belediye başkanlığı da oy pusulasında olacak. Morena, diğer partilerin desteğine ihtiyaç duymadan anayasal reformları geçirmek için Kongrede yeterli çoğunluğu elde etmeyi umuyor. Böyle bir sonuç, Morena’nın yargıyı ve seçim kurumlarını tamamen ele geçirmesine olanak tanır. Bu tehlikeyi fark eden muhalefet ittifakı, destekçilerine, iktidar partisinin Kongre’yi kontrol etmesini engellemek için bir voto útil (kullanışlı oy) vermeleri çağrısında bulundu. Ancak bu çaba başarılı olsa bile, Morena Meksika siyasetinde hakimiyetini sürdürecektir. Yasama çoğunluğu olmadan Sheinbaum anayasayı değiştiremez, ancak başkan olarak, Kasım ayında bir Yüksek Mahkeme yargıcı atayarak mahkemede dengeyi Morena’nın lehine çevirebilir. Her iki durumda da, parti antidemokratik programını engelleyen yargısal denetimleri zayıflatma yoluna sahip olacaktır.

KORKU BULUTU

López Obrador göreve geldiğinde, ülkeyi rahatsız eden şiddeti azaltma sözü verdi. Ancak politikaları, cinayetler, kaybolmalar ve kadın cinayetleri oranlarını önemli ölçüde düşürmede başarısız oldu. Hükümeti, şiddetin köken nedenlerine yönelik olarak yoksullara nakit ödemeleri yapmayı ve askerin Mayan Tren demiryolu ve Dos Bocas petrol rafinerisi gibi büyük kamu çalışmaları inşa etmesini içeren “kurşun değil kucaklaşma” stratejisini benimsedi. Ancak hükümetin resmi verilerine göre, López Obrador’un başkanlığının ilk beş yılında 171.085 cinayet meydana geldi – Enrique Peña Nieto’nun (2012-18) veya Felipe Calderón’un (2006-12) yönetimi sırasında bildirilen cinayetlerden daha fazla.

Şiddet, serbest ve adil seçimler olasılığını baltalayarak daha yüksek bir korku iklimi yaratıyor. Meksika’nın 2021 ara seçimleri öncesinde, 30’dan fazla aday suikasta uğradı; 2024’te yerel kongre ve belediye başkanlığı için aday olan en az 24 aday öldürüldü. Kurbanların çoğu mevcut yönetime meydan okuyordu, ancak bu ortak özellik dışında, tüm siyasi partiler şiddetin hedefi oldu.

Durumu daha da kötüleştiren, suç örgütlerinin seçim sürecine sızmasıdır. Yarışabilecek ve yarışamayacak olanı belirlemek için cinayet işliyorlar ve kampanyaları finanse etmek için kirli para kullanıyorlar. ABD medya kuruluşları ProPublica, The New York Times ve Alman yayıncı Deutsche Welle, Ocak ayında, ABD hukuk uygulama ajanslarının 2006, 2012 ve 2018’de López Obrador’un başkanlık kampanyalarına kartellerden olası finansmanı araştırdığını bildirdi. Haber kuruluşları Animal Político, Latinus, Proceso ve Reforma ile sivil toplum örgütü Meksikalılar Yolsuzluk ve Cezasızlığa Karşı Birleşti (MCCI), başkanın oğulları, arkadaşları ve iktidar partisine yakın kamu görevlileri ve işadamları arasında yolsuzluk kanıtları ortaya çıkardı. Bu bağımsız soruşturmalarda adı geçenlere karşı herhangi bir resmi soruşturma yapılmadı ve suçlama yöneltilmedi; bunun yerine hükümet, MCCI başkanını yolsuzlukla suçladı.

Artan suç şiddeti ve demokratik gerileme, Biden yönetiminden pek fazla eleştiri almadı. López Obrador hükümeti, sınırı polisle koruma, göçmenlerin ABD’ye geçişini engelleme ve sınır dışı edilenleri kabul etme rolünü üstlendi. Bu düzenleme sürdüğü ve göçmenlik tartışmasının ABD siyasetinin merkezinde kaldığı sürece, Amerikan başkanları muhtemelen López Obrador ve halefine, Meksika demokrasisini tehlikeye atma ve gelecekteki ikili işbirliği olanaklarını zedeleme konusunda serbest bırakacak.

OTOKRASİYE OY VERMEK

López Obrador, Meksikalılara bir dizi yanlış seçenek sundu. Yoksullar için sosyoekonomik haklara ulaşmak için siyasi haklarından feragat etmeleri gerekiyor. Halk adına yönettiğini iddia eden tek parti yönetimi için demokratik özlemlerinden feragat etmeleri gerekiyor. Denge ve denetim mekanizmalarından vazgeçmeleri ve “dönüşümsel” değişim sağlamak için başkana sınırsız güç vermeleri gerekiyor. Meksika halkının çoğunluğu, hükümetten para aldıkları sürece bu maliyetleri üstlenmeye istekli görünüyor. Ancak López Obrador’un sözde pazarlığının kendi tarafını yerine getirmesi, tahrip olmuş kurumlar ve geri dönülmez otoriter politikalar ve uygulamalar bırakacaktır. Yürütme gücünü elinde toplamak ve gelecekte gerçek seçim rekabetini baltalamak suretiyle, Morena sadece yeni süslemelerle eski rejimi geri getiriyor.

Meksika siyasetini uçurumdan geri çekmek için çok geç olabilir. Demokrasi üzerine önde gelen bir uzman olan Adam Przeworski, Mexico City’deki bir konferansta “zararın zaten verildiğini” ilan etti. Hükümet, 2024 seçimlerinin ve bunları organize eden özerk seçim yetkililerinin bütünlüğünü açıkça sorguladı. Muhalefetin beklenmedik bir zaferi durumunda, López Obrador muhtemelen sonuçları reddedecek, şiddet patlak verecek ve ordunun sadakati test edilecektir. Alternatif olarak, Morena anayasayı değiştirmek için yeterli çoğunluğu kazanırsa, Meksika’nın demokrasisi seçilmiş liderlerinin elinde ölecektir.

Bu seçim sadece sol ve sağ arasında bir yarış değil, genç bir demokrasinin hayatta kalması ile dominant parti yönetimine geri dönüş arasında bir seçimdir. İlk senaryo -şüpheli olan- tartışmayı gerçeklere dayalı olarak değerlendiren, sivil yönetimi sürdüren, sorunları yasama yoluyla çözen, çoğulculuğu kutuplaşma yerine benimseyen, tarihi eşitsizliklerle yüzleşen ve tüm bunları uzlaşılmış kurallar çerçevesinde yapan bir Meksika’nın ortaya çıkmasıdır. İkincisi, liderin sözünün ülkenin yasası haline geldiği, iktidar partisinin hoşlanmadığı her şeyi sahte haber olarak nitelendirdiği ve demokrasinin, reformcu kılığında otoriterler tarafından yok edildiği bir Meksika’dır. Meksikalılar, Haziran ayında sandık başına gittiklerinde yaptıkları seçim hakkında herhangi bir yanılsamaya kapılmamalıdır. Benjamin Franklin’in uyarısını değiştirerek söylemek gerekirse, Meksikalı seçmenler 30 yıl önceki siyasi geçişlerinin ardından yükselen bir cumhuriyet aldılar. Şimdi soru, bunu koruyup koruyamayacaklarıdır.

**DENISE DRESSER**, Meksika Özerk Teknolojik Enstitüsü’nde Siyaset Bilimi Profesörüdür.

Makale İncelemesi: “The Case for Progressive Realism”

Yazar: David Lammy

Kaynak: Foreign Affairs, May/June 2024

David Lammy’nin “The Case for Progressive Realism” başlıklı makalesi, İngiltere’nin günümüzdeki dış politika zorluklarına yönelik bir çözüm önerisi sunmaktadır. Lammy, İngiltere’nin dünya sahnesindeki yerini yeniden tanımlamak için ilerici realizm kavramını savunur. Bu inceleme, Lammy’nin argümanlarının ana hatlarını çizerken, kavramın uygulanabilirliğini ve potansiyel etkilerini tartışacaktır.

Lammy, makalesinde İngiltere’nin son yirmi yedi yıldaki değişimlerini ele alarak başlar. 1997’de Tony Blair’in başbakanlığa gelmesiyle, İngiltere’nin ekonomik gücü ve küresel etkisi oldukça farklıydı. Ancak bugün, Çin’in süper güç haline gelmesi ve İngiltere’nin ekonomik durgunluğu gibi faktörler, ülkenin küresel sahnedeki rolünü yeniden düşünmesini zorunlu kılmıştır. Lammy, özellikle muhafazakar hükümetlerin İngiltere’yi içe kapanık bir duruma sürüklediğini ve bu durumun ülkenin uluslararası alanda zayıflamasına neden olduğunu vurgular.

İlerici Realizm: Ernest Bevin ve Robin Cook’un Mirası

Lammy, ilerici realizmi, realist araçları kullanarak ilerici hedeflere ulaşma olarak tanımlar. Bu yaklaşım, güç biriktirme amacının ötesine geçerek, iklim değişikliğiyle mücadele, demokrasiyi savunma ve ekonomik kalkınmayı teşvik etme gibi adil amaçlar için realist mantığı kullanmayı hedefler. Lammy, bu kavramı Ernest Bevin ve Robin Cook gibi geçmişteki önemli dışişleri bakanlarının politikalarıyla bağdaştırarak açıklar.

Ernest Bevin, 1945’te dışişleri bakanı olduğunda realist bir yaklaşım benimsemişti. NATO’nun kurulmasında ve Avrupa güvenliğinin sağlanmasında önemli rol oynamıştı. Ancak Bevin’in kolonyalizmi haklı çıkarması ve zamanının gerekliliklerine göre hareket etmesi, onun realizminin sınırlarını gösterir. Öte yandan, Robin Cook’un 1997’deki “etik boyutlu dış politika” vizyonu, insan hakları ve iklim değişikliği gibi konuları ön plana çıkarmıştı. Cook, idealizmi dış politikaya entegre etmeye çalışmış, ancak zaman zaman bu idealizmin sınırlarıyla karşılaşmıştır.

Lammy, ilerici realizmin günümüzün zorluklarıyla başa çıkmada nasıl bir yol sunabileceğini tartışır. Ekonomik küreselleşmenin liberal demokratik değerleri yayma beklentisinin yanlış çıktığını ve Çin’in yükselişiyle birlikte ABD hegemonyasının sona erdiğini belirtir. Ayrıca, İngiltere’nin Avrupa güvenliği ve Indo-Pasifik bölgesindeki rolüne vurgu yapar. İngiltere’nin, Avrupa Birliği ile daha yakın bir işbirliği ve güvenlik ortaklığı geliştirmesi gerektiğini savunur.

Lammy, iklim değişikliği ve teknolojik değişimlerin yeni dünya düzensizliğine katkıda bulunduğunu vurgular. İklim değişikliğiyle mücadele için küresel bir işbirliği gerektiğini ve bu mücadelenin adil bir yaklaşımla yürütülmesi gerektiğini savunur. Ayrıca, yapay zekanın kötü amaçlarla kullanılmasının önüne geçmek için uluslararası düzenlemelerin önemine dikkat çeker.

Değerlendirme

David Lammy’nin “The Case for Progressive Realism” makalesi, İngiltere’nin dış politikasında realist ve ilerici yaklaşımların birleşimini savunur. Lammy, geçmişin hatalarından ders alarak, günümüzün zorluklarına karşı daha etkili ve adil bir politika benimsemenin yollarını sunar. İngiltere’nin küresel sahnede yeniden güçlü bir rol oynaması için ilerici realizm kavramını hayata geçirmesi gerektiğini vurgular.

Lammy’nin ilerici realizm kavramı, günümüzün karmaşık ve çok kutuplu dünyasında önemli bir yaklaşım olabilir. Ancak, bu kavramın uygulanabilirliği ve pratikte nasıl sonuçlar doğuracağı belirsizdir. Özellikle İngiltere’nin ekonomik ve siyasi iç dinamikleri, bu stratejinin başarısını belirleyecektir. Ayrıca, uluslararası işbirliği ve ortaklıkların geliştirilmesi, Lammy’nin öne sürdüğü hedeflere ulaşmada kritik bir rol oynayacaktır. Bu bağlamda, İngiltere’nin hem iç hem de dış politikada istikrarlı ve tutarlı bir yaklaşım benimsemesi gerekmektedir.

Bildiri Çağrısı: Avrupa Konferansları II – ‘Bizi Bağlayan Göç’

0

Avrupa Birliği (AB, Birlik), yumuşak güç olarak dünya siyasetini ve ekonomisini önemli ölçüde etkilemekte; devletler, uluslararası örgütler ve çok uluslu şirketler de dâhil olmak üzere diğer uluslararası aktörlerin tutumlarını yönlendirmektedir. Birlik, koşulluluk kavramını temel olarak kendi hinterlandındaki devletlere hukuki mekanizmaları, değerleri ve piyasa ilkelerini tanıtmak için bir araç olarak kullanmaktadır. Bu noktada Türkiye, bu araçların ve yeni güç türlerinin etkilerini gözlemlemek ve analiz etmek için mükemmel bir örnek teşkil etmektedir. Tüm adaylar gibi, Türkiye’nin de aday devlet olarak, katılım süreci ve müzakereler dâhilinde AB Müktesebatını benimsemesi ve uygulaması gerekliliği bulunmaktadır. 2001 yılında kabul edilen Müktesebatın Üstlenilmesine İlişkin Ulusal Programların bir sonucu olarak 2000’li yılların başında Türk iç hukukunda yapılan bir dizi değişiklik, AB’nin düzenleyici gücü için mükemmel bir örnek teşkil etmektedir. “Avrupalılaşmanın altın çağı” (Aydın-Düzgit & Kaliber 2026, 1) olarak anılan bu dönemde, kanun koyucu, başta anayasa olmak üzere Türk ulusal hukukunda çeşitli değişiklikler yapmıştır.

“Türkiye’de Avrupalılaşmanın altın çağının” ardından katılım süreci, hukukun üstünlüğü ve demokrasi, reformlar ve norm ihracına yönelik eleştiriler nedeniyle zaman zaman kırılma noktasına gelmiş gibi görünse de devam eden iş birliği ile AB’nin Türkiye üzerindeki düzenleyici etkisi, ulusal mevzuat, kurumlar ve bürokrasi üzerinde güçlü etkisini sürdürmektedir. Bu etki, özellikle 2010’lu yıllardan itibaren ikili ilişkileri ağırlıklı olarak şekillendiren göç mevzuatında kendisini göstermektedir. “Türkiye’de göç ve mülteci hukuku ve politikalarının Avrupalılaşması” da 1999 Helsinki Zirvesi ile başlamış ve adaylığa kabulün hemen ardından hak temelli reformların yoğun olarak uygulandığı döneme paralel seyretmiştir. Suriye İç Savaşı normatif dönüşüm için bir dönüm noktası olmuştur. Göçmen “krizi”, ilke temelli normatif bir AB’den çıkar odaklı bir AB’ye geçişi göstermektedir (Kaya 2021, 366), bu politika değişimi Türkiye’nin resmi gündemi için de geçerlidir. AB’nin çıkar odaklı göç yönetişimi, sınır uygulamalarının ve caydırıcı mekanizmaların arttırılması, zorunlu göç vakalarının bile seçkinci bir bakış açısıyla değerlendirilmesi ve nihayetinde göçün üçüncü devletlere hukuki niteliği tartışmalı anlaşmalar yoluyla dışsallaştırılarak delege edilmesi şeklinde kendini göstermiştir.

Bu konferans, göç alanında AB ve Türkiye arasındaki özel ortaklığı ele almaktadır. 2013 tarihli Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ve 2014 tarihli Geçici Koruma Yönetmeliği örneklerinde göç konusuna hâkim düzenleyici modelleme, konferansın ilk odak noktasını oluşturmaktadır. İkinci odak noktası, Türkiye’deki göçmenlere yönelik ikili anlaşmalar ve AB programları çerçevesinde devlet dışı aktörleri de göç yönetimi kapsamına alan dayanışma mekanizmalarını ele almayı amaçlamaktadır. Üçüncü odak noktası, göç konusunda AB- Türkiye iş birliğinin sosyal ve bireysel sonuçlarını tartışmayı amaçlamaktadır. Toplumların göç konusunda AB-Türkiye iş birliğine nasıl tepki verdiği, “ev sahibi” toplumların göçmenlere yönelik tutumlarını ve göçmenlerin çoğunluk toplumuna ilişkin tutumlarını hangi faktörlerin şekillendirdiği, politika ve hukuki düzenleme alanlarındaki iş birliğinin insan hakları için ne anlama geldiği gibi tartışmalı temel konular bu kapsamda ele alınacaktır. Bu çerçevede, aşağıda listelenen konularla ilgili (ancak bunlarla sınırlı olmamak üzere) bildirileri bekliyoruz:

  • Göç alanında normatif dönüşüm ve iş birliği̇ analizi̇
  • Göç alanında iş birliğinin bireysel veya topluluk düzeyindeki etkilerini ortaya çıkarmayı amaçlayan vaka çalışmaları (STK’lar, devlet dışı aktörler vb. dâhil)
  • Göç yönetiminin olası etkileri üzerine yerel/bölgesel çalışmalar ve karşılaştırmalar

Avrupa Gündemi Konferans Serisi’nin ikinci etkinliği olacak olan konferansımız, Kocaeli Üniversitesi 2024-2026 A-NEST Sekretaryasının bir parçası olarak düzenlenmektedir. A-NEST çerçevesinde ve AB Türkiye Delegasyonunun desteğiyle, “kapsayıcı ağlar” sloganını benimseyen Kocaeli Üniversitesi, sekretaryası süresince diğer üniversitelerle ortaklıklara ve A-NEST’in etki alanının genişletilmesine odaklanmaktadır. Bu doğrultuda 2024 ve 2025 yıllarında Türkiye’nin farklı üniversitelerinde bir dizi bilimsel toplantı düzenlenmesi planlanmıştır. Sekretarya faaliyetlerimizin ilki olacak bu konferans Diplomasi Araştırmaları Derneği iş birliğiyle Bursa Uludağ Üniversitesi’nde gerçekleştirilecektir.

Konferansa katılım ücreti bulunmamaktadır. AB Türkiye Delegasyonunun cömert desteğiyle, erken dönem araştırmacıların (doktora öğrencileri, doktor araştırma görevlileri, doktor öğretim görevlileri ve doktor öğretim üyeleri gibi) bir kısmının seyahat ve konaklama masraflarını karşılamak için sınırlı bir bütçemiz bulunmaktadır. Konferans desteği için değerlendirilmek istiyorsanız talebinizi başvuru mailinizde belirtiniz.

Lütfen 500 kelimelik özet (İngilizce veya Türkçe) ve bir sayfalık kısa biyografinizi tek bir PDF dosyası halinde 24 Haziran 2024 tarihine kadar [email protected] adresine gönderiniz. Sonuçlar 1 Temmuz 2024 tarihinde başvuru sahiplerine bildirilecek ve kayıt 1 Temmuz 2024- 14 Temmuz 2024 tarihleri arasında açık olacaktır. Kesin konferans programı 19 Temmuz 2024 tarihinde ilan edilecektir. Konferans bildirileri özet kitabı (e-kitap) olarak yayınlanacak ve konferanstan önce bildiri sahiplerine iletilecektir. Diğer yayın olanakları konferans sırasında interaktif olarak tartışılacaktır.

Konferans Başkanları

Prof. Dr. Barış Özdal, Bursa Uludağ Üniversitesi

Doç. Dr. Pelin Sönmez, Kocaeli Üniversitesi

Doç. Dr. Itır Aladağ Görentaş, Kocaeli Üniversitesi

Bu yayın Avrupa Birliği tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. İçeriği tamamen Kocaeli ve Bursa Uludağ Üniversitelerinin sorumluluğunda olup, Avrupa Birliği’nin görüşlerini yansıtmayabilir.

Referanslar

Aydın-Düzgit, S. & Kaliber, A. 2016. “Encounters with Europe in an Era of Domestic and International Turmoil: Is Turkey a De-Europeanising Candidate Country?” South European Society and Politics, 21 (1): 1-14. https://doi.org/10.1080/13608746.2016.1155282

Kaya, A. 2021. “Europeanization and de-Europeanization of Turkish Asylum and Migration Policies” In EU-Turkey Relations: Theories, institutions, and policies, edited by Wulf Reiner and Ebru Turhan, 347- 372, Switzerland: Palgrave Macmillan. https://doi.org/10.1007/978-3-030-70890-0

Gençlere Avrupa Turu: DiscoverEU ile Kültürel Keşifler

0

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından başlatılan DiscoverEU programı, gençlere Avrupa’nın çeşitliliğini trenle keşfetme fırsatı sunuyor. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının da dahil olduğu 35 bin genç için düzenlenen bu ücretsiz tur, 1 Temmuz 2024’ten 30 Eylül 2025’e kadar sürecek ve katılımcılarına Avrupa’nın zengin kültürel mirasını deneyimleme imkanı verecek.

Kimler Başvurabilir?

DiscoverEU’ya başvuracak adayların, 1 Temmuz 2005 ile 30 Haziran 2006 tarihleri arasında doğmuş olmaları gerekiyor. AB üyesi ülkelerin yanı sıra Türkiye, İzlanda, Lihtenştayn, Kuzey Makedonya, Norveç ve Sırbistan vatandaşları da programa katılabilir. Başvurular, Avrupa Gençlik Portalı üzerinden alınmakta ve adayların 6 soruluk bir bilgi testini geçmeleri bekleniyor.

Seyahat İmkanları ve Avantajları

Seçilen gençler, 30 gün boyunca Avrupa’nın dört bir yanını dolaşma şansı bulacak. Ayrıca, konaklama, yemek, spor ve kültürel etkinliklerde kullanabilecekleri 40 binden fazla indirim fırsatı sunan bir DiscoverEU indirim kartına sahip olacaklar. Program, özellikle gençlerin bağımsızlık duygularını güçlendiriyor ve onlara ebeveynleri olmadan seyahat etme özgürlüğü sunuyor.

Kültürel Rotalar ve Destinasyonlar

Katılımcılar, Avrupa’nın UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan kültür başkentlerini ziyaret edebilir ve Yeni Avrupa Bauhaus ilkeleri doğrultusunda tasarlanmış sürdürülebilir ve kapsayıcı şehirleri keşfedebilir. DiscoverEU, gençlere mimarlık, müzik, tiyatro ve daha fazlası gibi alanlarda zengin bir kültürel deneyim sunma amacı güdüyor.

Engelli Gençlere Özel Destek

DiscoverEU, engelli veya sağlık sorunları olan gençlere özel destek sağlayarak herkesin bu benzersiz deneyimden faydalanabilmesi için gerekli düzenlemeleri yapıyor.

Katılımcı Görüşleri ve Deneyimler

Daha önceki turlara katılan gençler arasında yapılan anketler, programın gençlerin yurtdışı deneyimlerini artırdığını ve yabancı dil becerilerini geliştirdiğini gösteriyor. Katılımcılar, DiscoverEU sayesinde, genellikle maliyetler nedeniyle mümkün olmayacak bir seyahati gerçekleştirme şansı elde ettiler.

AB Komisyonu’nun Kültür, Eğitim ve Gençlikten Sorumlu Üyesi Iliana Ivanova’nın belirttiği gibi, DiscoverEU, Avrupa’yı keşfetmek ve yeni insanlarla tanışmak isteyen gençler için eşsiz bir fırsat sunuyor. Bu program, gençlere sadece seyahat etme şansı değil, aynı zamanda kültürel açıdan zengin bir öğrenme deneyimi de vaat ediyor. Başvurularınızı yapmayı unutmayın ve bu benzersiz deneyimi kaçırmayın!

BAŞVURU İÇİN TIKLAYIN

Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü BM Genel Kurulu’nda Tartışılacak

0

📣 Eylem Çağrısı: 11 Temmuz’u Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü Olarak Tanıyan BM Genel Kurulu Kararını Destekleyin 🌍

TUIC – Uluslararası İlişkiler Çalışmaları Derneği olarak, 11 Temmuz’un Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü olarak belirlenmesi teklifini içeren Birleşmiş Milletler Genel Kurulu taslak kararını yürekten destekliyoruz. 🕊️

Bu karar, 1995 Temmuz’unda acımasızca katledilen 8.000’den fazla Boşnak erkek ve çocuğa bir saygı duruşundan çok daha fazlasıdır; bu karar, gelecekte benzer vahşetlerin önlenmesi için bir eylem çağrısıdır. Srebrenitsa-Potočari Anıt Merkezi’nin bu taslağı Boşnakçaya çevirmesini ve bazı bölgesel liderler tarafından yayılan yanlış bilgilere karşı anlayışı artırmayı amaçladığını takdir ediyoruz. 📚

Kararın Önemli Noktaları:

  1. İnkarın Kınanması: Soykırımı inkar eden herkesin kesin bir şekilde kınanması, revizyonizmin önlenmesi için eğitim sistemleri aracılığıyla koruyucu önlemler alınması çağrısı.
  2. Savaş Suçları: Soykırımdan sorumlu olanlar dahil, savaş suçları işlemiş kişilerin eylemlerinin kuvvetle kınanması.
  3. Kurban Tanımlama: Kalan kurbanların tanımlanması ve onurlu bir şekilde gömülmesinin önemi vurgulanmakta, faillerin yargılanmaya devam edilmesi çağrısı yapılmaktadır.
  4. Hukuki Uyum: Tüm devletlerin soykırımın önlenmesi ve cezalandırılması ile ilgili uluslararası yasalara uymaları teşvik edilmektedir.
  5. Bilinçlendirme Programı: “Srebrenitsa ve Birleşmiş Milletler’de Soykırım” başlıklı bir bilgilendirme programı kurulması istenmekte, 2025’teki 30. yıl dönümü hazırlıklarıyla başlayarak eğitim ve farkındalık artırıcı faaliyetler önerilmektedir.

TUIC olarak, küresel barış ve adalet için taahhütte bulunan tüm BM üye devletleri, akademik kurumlar, STK’lar ve bireyleri bu önemli kararı desteklemeye çağırıyoruz. 🌐 Srebrenitsa Soykırımı’nın gerçeklerini teyit edelim, tanınmasını sağlayalım ve eğitim ile anma faaliyetlerine bağlı kalalım.

11 Temmuz’un resmi olarak anma günü olarak tanınmasıyla, geçmişi hatırlama ve gelecekte soykırımı önleme konusundaki küresel taahhüdümüzü güçlendiriyoruz. 🕊️

Hep birlikte büyük bir etki yaratabiliriz. Kararı destekleyin ve Srebrenitsa’nın derslerinin asla unutulmamasını sağlamak için uluslararası harekete katılın. 🌍

Barış, adalet ve insanlık adına, TUIC – Uluslararası İlişkiler Çalışmaları Derneği

ARKA PLAN

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1995 yılında Bosna Savaşı sırasında 8.000’den fazla Boşnak erkek ve çocuğun katledildiği, Srebrenitsa Soykırımı ile ilgili bir kararı görüşmeye hazırlanıyor. Bu karar, 11 Temmuz’un Srebrenitsa Soykırımı Kurbanlarını Anma Uluslararası Günü olarak belirlenmesini önermekte ve olayların soykırım olarak tanınmasını hukuki olarak pekiştirmeyi amaçlamaktadır. Ancak, Bosna Hersek içinde, özellikle Republika Srpska’daki bazı fraksiyonlar tarafından bu sınıflandırma hala tartışılmaktadır (KOHA, 2024).

Srebrenitsa Soykırımının Arka Planı

Srebrenitsa Soykırımı, uluslararası alanda hukuken tanınmış  olup, 1995 Temmuz’unda, Bosna Savaşı sırasında 8.000’den fazla Boşnak erkek ve çocuğun kitlesel olarak katledilmesini ifade eder. Bu vahşet, Republika Srpska Ordusu’nun (VRS) birlikleri tarafından, General Ratko Mladić komutasında titizlikle planlanmış ve yürütülmüş, Slobodan Milošević liderliğindeki Sırbistan hükümeti tarafından dolaylı olarak desteklenmiştir.

Uluslararası Hukuki Tanınma

  1. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTY): ICTY, Srebrenitsa katliamını soykırım olarak hukuken tanımlamada kilit bir rol oynamıştır. Republika Srpska’nın eski Başkanı Radovan Karadžić ve Boşnak Sırp kuvvetlerin komutanı Ratko Mladić gibi ana figürler, soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan suçlu bulunmuşlardır. Bu yargılamalar ve sonraki mahkumiyetler, olayların bir ulusal, etnik ya da dini grubu kısmen ya da tamamen yok etme niyetiyle soykırım olarak nitelendirilmesini pekiştirmiştir.

  2. Uluslararası Adalet Divanı (UAD): 2007 yılında, UAD Srebrenitsa katliamı ile ilgili olarak Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin uygulanması hakkında karar vermiştir. Mahkeme, Sırbistan’ı doğrudan soykırımdan sorumlu tutmamakla birlikte, soykırımı önleme ve failleri cezalandırma konusunda uluslararası hukuku ihlal ettiğine hükmetmiştir.

Srebrenitsa Soykırımının tanınması, uluslararası kurumlar ve küresel toplumun çoğunluğu arasında yaygındır ve bu, kontrolsüz milliyetçiliğin ve etnik nefretin tehlikeleri hakkında kasvetli bir hatırlatıcı olarak kabul edilir. Yine de, özellikle Sırbistan ve Republika Srpska içindeki milliyetçi fraksiyonlar arasında, olayların ölçeği ve nitelendirilmesi politik ve kültürel anlaşmazlıkların bir parçası olarak tartışılmaktadır.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Kararı

2 Mayıs’ta gerçekleşmesi beklenen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki oylama için Bosna Hersek Cumhurbaşkanlığı Konseyi Boşnak Üyesi Denis Becirovic kararı ve soykırımın inkârının önlenmesi gerektiğini vurgulayarak,  uluslararası mahkemelerin Srebrenitsa hakkında daha önce verdiği kararların altını çizmiştir. Bosna Hersek Dışişleri Bakanı Elmedin Konakovic ise kararın daha önce alınmış olması gerektiğini belirtmiş ve bu kararın uluslararası hukuku güçlendirmeye yönelik önemli bir adım olduğunu ifade etmiştir. Konakovic, “Bu karar üzerine yapılan çalışmalar yıllardır bir hedefti ve bu aktiviteler gerçekleşiyor. İnsanlarla konuştum, bu kararda kimsenin rahatsız olacağı bir şey yok. Bu, yaşanan acıların üzerine bir medeniyet noktası koymak” şeklinde ifade etmiştir (Sarajevo Times, 2024).

Karar, Almanya ve Ruanda tarafından önerilmiştir. Ruanda’nın kendi tarihinde de soykırım yaşanmış olması, bu desteğin anlamını daha da pekiştirmektedir. Srebrenitsa Anıt Merkezi ve Kanada Soykırım Araştırmaları Enstitüsü gibi kurumlar, kararın önemini sadece geçmişi anmakla kalmayıp, aynı zamanda eğitim ve hukuki çerçeveler aracılığıyla gelecekteki felaketlerin önlenmesinde de vurgulamaktadırlar. Özellikle, Srebrenitsa Anıt Merkezi, kararın kabulü için gerekli olan Birleşmiş Milletler’in 193 üye devletinden en az 129’unun desteğinin gerektiğini belirtirken kararın desteklenmesi için uluslararası topluma çağrı yapmaktadır. (Srebrenitsa Anıt Merkezi, 2024).

Karara Karşı Çıkanlar

Buna karşın, Sırbistan ve Republika Srpska’dan siyasi liderler kesin bir muhalefet sergilemektedirler. Örneğin, Republika Srpska’nın lideri Milorad Dodik, soykırımı reddetmekte ve bunu Sırp halkına karşı kullanılan siyasi bir araç olarak çerçevelemektedir. Benzer şekilde, Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić, kararın tazminat taleplerine veya Republika Srpska’nın feshedilmesine yol açabileceğini öne sürerek kararı eleştirmiştir. Vučić, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda muhtemelen lehte çıkacak kararın ardından Sırbistan’ın uluslararası hukuku korumaya yönelik çabalarını sürdüreceğini ifade etmiştir (KOHA, 2024).

Potansiyel Etkiler

Bu kararın kabulü, soykırımın küresel olarak tanınmasını güçlendirici önemli sembolik ve eğitimsel etkiler yaratacaktır ve tarihi revizyonizmi engelleyebilir. Aynı zamanda, Bosna-Hersek’in egemenliği ve Sırbistan ile diğer uluslarla olan uluslararası ilişkileri üzerinde de etkili olabilir. Kararın kabul edilmesi, Srebrenitsa’nın tarihini dünya tarihinde kalıcı olarak işaretleyecek ve soykırımın inkârı gibi davranışları uluslararası toplumda kabul edilemez hale getirecektir (Srebrenitsa Anıt Merkezi, 2024).

Bu karar uluslararası hukuk ve tarihî bellek politikaları açısından kritik bir noktadır. Ulusal anlatılarla uluslararası olarak tanınan gerçeklerin uzlaştırılmasındaki süregelen zorlukları göstermektedir. Ayrıca, BM gibi uluslararası kurumların tarihi belleği yönetme ve geçmişten alınan dersleri tanıma ve bunlardan öğrenme konusundaki rolünü vurgular. Bu, aynı zamanda uluslararası toplumun soykırım gibi insanlık suçlarını önleme ve cezalandırma yükümlülüğüne dair genel bir taahhüdü de pekiştirir.

Kaynakça: 

  1. Srebrenica Memorial Center. (2024). Adoption of the Srebrenica Resolution at the United Nations General Assembly. Retrieved from https://srebrenicamemorial.org/en/news/adoption-of-the-srebrenica-resolution-at-the-united-nations-general-assembly/195
  2. KOHA. (2024). The draft resolution for the genocide in Srebrenica, which is expected to be voted on at the UN. Retrieved from https://www.koha.net/en/boat/416034/The-draft-resolution-for-the-genocide-in-Srebrenica%2C-which-is-expected-to-be-voted-on-at-the-UN%2C-is-being-reacted-to
  3. N1. (2024). What is required of UN member states in draft resolution on Srebrenica. Retrieved from https://n1info.rs/english/news/what-is-required-of-un-member-states-in-draft-resolution-on-srebrenica/
  4. Institute for the Research of Genocide Canada. (2024). IGC asks all member states of the UN General Assembly support to UNGA Resolution on Srebrenica. Retrieved from http://instituteforgenocide.org/igc-asks-all-member-states-of-the-un-general-assembly-support-to-unga-resolution-on-srebrenica/

 

Yükseköğretime Erişim İzleme Anketi

0
Bu anket, 6 Şubat Depremi sonrasında Hatay’da yükseköğretime erişimde karşılaşılan zorlukları ve ihtiyaçları belirlemek amacıyla düzenlenmiştir. Anket sonuçları, eğitim haklarına erişimde iyileştirmeler yapmak ve ilgili tarafların dikkatini bu konulara çekmek için kullanılacaktır.
 
Bu çalışma, Uluslararası İlişkiler Çalışmaları Derneği – TUİÇ tarafından yürütülmekte ve ETKİNİZ AB Programı tarafından desteklenmektedir. Elde edilecek veriler, anonim olarak kalacak ve yalnızca insan hakları izleme çalışması raporunda kullanılacaktır. Katılımcıların kimlik bilgileri gizli tutulacak ve hiçbir bilgi üçüncü şahıslarla paylaşılmayacaktır.
 
Anket 11 sorudan oluşmaktadır ve tamamlanması yaklaşık 5-7 dakika sürecektir.
 
 
Katılımınız için teşekkür ederiz.

Küresel Güney Sorunu: Batı’nın Yanıldığı Noktalar

0

Bu yazı Uluslararası Kriz Grubu CEO’su Comfort Ero tarafından kaleme alınmış ve 1 Nisan 2024 tarihinde Foreign Affairs dergisinde ”The Trouble with ‘The Global South’: What the West Gets Wrong About the Rest” başlığıyla yayınlanmıştır. 

Çok yakın bir zamana kadar, Washington ve diğer Batı başkentlerindeki politika yapıcılar, dünyanın geri kalanının kendi görüşlerinden farklı görüşlere sahip olabileceği ihtimaline pek fazla açık bir şekilde düşünmüyorlardı. Bazı istisnalar vardı: Batı’nın “iyi ortaklar” olarak gördüğü hükümetler – başka bir deyişle, ABD ve Batı’nın güvenlik veya ekonomik çıkarlarını ilerletmeye istekli olanlar – Batı değerlerine uygun bir şekilde yönetilmeseler bile Batı desteğinden yararlanmaya devam etti.

Ancak Soğuk Savaş sona erdikten sonra, çoğu Batılı politika yapıcı, gelişmekte olan ülkelerin zamanla Batı’nın demokrasi ve küreselleşme yaklaşımını benimseyeceğini bekliyordu. Batılı liderlerin çoğu, Batı dışındaki devletlerin kendi normlarından rahatsız olabileceğinden veya uluslararası güç dağılımını sömürge geçmişinin haksız bir kalıntısı olarak algılayabileceğinden endişeleniyor gibi görünmüyordu.

Bu tür görüşleri dile getiren liderler, örneğin Venezuela’nın Hugo Chávez’i, dönemin gerisinde kalmış fikirlere sahip tuhaflar olarak görmezden gelindi. Buna karşın, günümüzde birçok Batılı politika tartışması, kendi özgün görünümüne sahip bir Küresel Güney‘in var olduğunu kabul edilen bir gerçek olarak ele alıyor. Bu ifade, neredeyse kaçınılmaz bir kısayol haline geldi – ben ve meslektaşlarım da, lideri olduğum Uluslararası Kriz Grubu’nda kullanıyoruz. Ve gerçekten de, Hindistan’dan Narendra Modi ve Barbados’tan Mia Mottley gibi Batı dışındaki liderler, iklim finansmanı ve uluslararası kurumların rolü gibi konularda hala oldukça belirsiz bir kolektif Küresel Güney’in önceliklerini dile getirmeye başladı.

Ukrayna’daki Rus saldırganlığını cezalandırmak için ciddi adımlar atmaktan kaçınan birçok gelişmekte olan ülkenin hayal kırıklığına uğraması üzerine, ABD ve Avrupa yetkilileri bu devletler grubunun endişelerine yeni bir dudak bükücülüğü ödemesi yapmaya başladı. Bu dünyanın geri kalanının çıkarlarının kabul edilmesi memnuniyet verici bir gelişme olsa da, bu kabul, kavramsal olarak zorlu bir terim olan Küresel Güney’e özgü bir anlayışla bağlantılıdır. Küresel Güney’in kesin bir tanımı yoktur, ancak genellikle Afrika, Asya ve Latin Amerika’daki ülkelerin çoğuna atıfta bulunmak için kullanılır.

Bu, G-20’nin güçlü üyeleri olan Brezilya ve Endonezya gibi ülkeleri, Sierra Leone ve Timor-Leste gibi dünyanın en az gelişmiş ülkeleriyle bir araya getirir. Bu ülkeler, uluslararası sistemde güç dengesini değiştirme gibi bazı ortak tarihi deneyimleri ve gelecekteki hedefleri paylaşır. Küresel Güney’in üyeleri olarak kabul edilen ülkelerden politikacılar ve yetkililerle yaptığım görüşmelerde, bu birimin ne kadar tutarlı bir birim olduğu konusunda çeşitli görüşlerle karşılaştım. Bazıları terimi kabul ederken, bazıları etmiyor. Çünkü bu ülkelerin aynı zamanda büyük ölçüde farklılaşan çıkarları, değerleri ve perspektifleri de olabilir.

Batı’daki politika yapıcılar, terimin kapsadığı çeşitliliği gözden kaçırma tehlikesiyle karşı karşıya. Küresel Güney’i az ya da çok uyumlu bir koalisyon olarak gördüklerinde, ülkelerin bireysel kaygılarını basitleştirmek ya da göz ardı etmekle sonuçlanabilirler. Batılı olmayan meslektaşlarıyla daha iyi ilişkiler geliştirmek isteyen Batılı yetkililer, Brezilya ve Hindistan gibi sözde önde gelen Küresel Güney devletlerini kazanmaya odaklanma cazibesine kapılabilirler. Varsayımları açıktır: Brasilia veya Yeni Delhi ile bağları güçlendirin, gerisi gelecektir. Biden yönetimi ve müttefikleri, geçen yıl Hindistan’da yapılan G-20 zirvesinin en azından kısmen bu nedenle başarılı olması için çok büyük yatırımlar yaptı.

Batılı olmayan devletlerden oluşan dar bir kadroya aşırı derecede odaklanan bir politika yetersizdir. Gelişmekte olan ülkeler arasındaki gerilimleri ve birçoğunda siyaseti şekillendiren borç, iklim değişikliği, demografik güçler ve iç şiddet gibi benzersiz baskıları gizleyebilir. Bunu yaparken böyle bir politika, küçük ve orta ölçekli devletlerin bireysel çıkarlarına hitap ederek onlarla daha iyi ilişkiler kurma fırsatlarını da perdeleyebilir. “Küresel Güney” terimi zorlayıcı ama yanıltıcı bir basitlik sunabilir (tıpkı muadili “Batı” gibi). Ancak Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki ülkeleri jeopolitik bir blok olarak ele almak, karşılaştıkları sorunların çözümüne yardımcı olmayacağı gibi, ABD ve ortaklarına aradıkları etkiyi de sağlamayacak.

KÜRESEL GÜNEY ADINA KİM KONUŞUYOR?

Burada tanımlandığı gibi, Küresel Güney ülkelerinin bazı ortak nedenleri ve koordine etme teşvikleri olduğu doğrudur. Bu devletlerin çoğu sömürgeciliğe (ve bazı durumlarda ABD müdahalelerine) karşı savaştı ve Soğuk Savaş sırasında gelişmekte olan ülkeleri bir araya getiren koalisyonlar olan Bağlantısızlar Hareketi ve 77’ler Grubu’nda işbirliği yaptı. Her ikisi de Birleşmiş Milletler’de resmi bloklar olarak varlığını sürdürüyor. Günümüzde birçok çok taraflı ortamda, Batılı olmayan devletler genellikle ABD ve müttefikleriyle tek başına müzakere etmek yerine ekip olarak müzakere etmeyi tercih ediyor. Bu koordinasyon, sıklıkla kendi çıkarlarına aykırı işleyen uluslararası düzenden rahatsız olan ülkeler arasındaki yakınlığı artırıyor.

Son küresel olaylar bu ülkelerle Batı arasındaki ayrılıkları daha da belirgin hale getirdi. Batılı olmayan birçok hükümet, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından taraf olmayı reddettiğinde, bazı Batılı liderler, çifte standart iddialarını, özellikle de yalnızca bir Avrupa ulusuna saldırıldığında ilkeli duruş sergiledikleri algısını ele almanın gerekliliğini kabul etti. Sonuçta BM Genel Kurulu Ukrayna ile güçlü bir dayanışma gösterisi ancak genellikle Küresel Güney’in parçası olarak kabul edilen büyük bir devlet bloğunun desteğiyle gerçekleştirebilirdi. Ancak Batılı hükümetler bu dersi Rusya-Ukrayna savaşının ötesine uygulamaya çalışmadılar. Gazze’deki savaş, Batılı liderlerin ikiyüzlülük suçlamalarıyla yüzleşmenin önemini gerçekten kavrayıp kavramadıklarına dair bir sonraki testi oluşturduysa, bu liderler başarısız olmuş gibi görünüyor. Afrika, Asya ve Latin Amerika’daki yetkililer ve vatandaşlar, ABD ve onun Avrupa’daki bazı müttefiklerinin İsrail’in Gazze’yi toptan yok etmesine yeşil ışık yaktığına inanıyor. Çifte standart algısı her zamankinden daha güçlü.

Ancak görünümdeki benzerlikler, genellikle Küresel Güney’e ait olduğu varsayılan ülkelerin bir bütün olarak hareket ettiği anlamına gelmiyor. Batılı olmayan liderler, devletlerinin kendi çıkarlarını gözetme arzuları açısından Batılı meslektaşlarından farklı değiller ve hepsi ülkelerini geniş tabanlı bir grubun üyeleri olarak görmüyor. Örneğin Birleşmiş Milletler’deki son eylemlerini ele alalım. Genel Kurul’da kalkınma politikası üzerine yapılan tartışmalarda, Küba ve Pakistan liderliğindeki katı görüşlü G-77 üyelerinden oluşan küçük bir kurul, ABD ve Avrupa Birliği ile uluslararası mali sisteme yönelik reformların müzakere edilmesi konusunda agresif bir yaklaşım konusunda ısrar ediyor. Ve grup Batı’yı geçmişteki yardım vaatlerini yerine getiremediği için kınıyor. Rusya, bu kurultayla koordineli olarak, 2023’teki BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri tartışmalarını ABD yaptırımlarının küresel ekonomik etkisini eleştirmek için bir platform olarak kullandı. Ancak özel toplantılarda diğer birçok G-77 üyesi bu keskin diplomasiden duydukları rahatsızlığı dile getirerek, bunun Washington ve Brüksel ile borç yüklerini azaltmak için ortak zemin bulma çabalarını sekteye uğrattığını ileri sürdü.

Varsayılan küresel Güney içindeki bölünmeler ekonomik sorunların ötesine uzanıyor. Örneğin liberal hükümetlerin önderlik ettiği bazı Latin Amerika ülkeleri, BM’de toplumsal cinsiyet meseleleri ve LGBTQ hakları konusunda ilerici gündemleri teşvik etmek istiyor ancak Müslüman çoğunluğa sahip birçok devlet de dahil olmak üzere daha muhafazakar G-77 üyelerinin muhalefetiyle karşılaşıyorlar. Brezilya ve Hindistan uzun zamandır Güvenlik Konseyi’nde daimi sandalye peşinde koşuyor ancak Arjantin ve Pakistan gibi bölgesel rakipler onları engellemeyi amaçlıyor. Her ne kadar Batılı olmayan diplomatların bir arada kalmak için pratik nedenleri olsa da, daha büyük güçleri temsil edenler, kendilerine uygun olduğunda ulusal konumlarını grup dayanışmasının önüne koyuyorlar.

Pek çok kişi BM’de veya başka bir yerde Küresel Güney adına konuştuğunu iddia etse de hiçbir ülke tek başına bu görevi üstlenemez. Geçen yıl Brezilya, Çin ve Hindistan kendilerini grubun en etkili liderleri olarak sunmak için çabaladılar. Her üç ülke de çekirdek üyeleri arasında Rusya ve Güney Afrika’nın da bulunduğu BRICS‘in kurucu üyeleridir. Hindistan’ın 2023 G-20 başkanlığı sırasında Modi, “Küresel Güney’den gelen yol arkadaşlarımızı” temsil etme sözü verdi ve Afrika Birliği’nin kalıcı bir sandalye kazanmasına yardımcı oldu. Bu arada Çin, BRICS’i genişletmeye odaklandı ve Mısır, Etiyopya, İran, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne katılım davetlerini göndermek için başarılı bir girişimde bulundu. (Arjantin davetini reddetti.) Brezilya, Başkan Luiz Inácio Lula da Silva’nın (Lula olarak bilinir) sunduğu vizyonu ilerletmek için bu yıl G-20 başkanı olma ve 2025’teki COP30 iklim zirvesine ev sahipliği yapma rolünü kullanmayı planlıyor. Küresel Güney ülkelerinin bugün olduğundan daha fazla etkiye sahip olacağı “çok kutuplu, adil ve kapsayıcı bir düzen”.

Ancak bu güçler gelişmekte olan ülkelere liderlik etmek için yarışırken bile, son dönemdeki bazı dış politika tercihleri, diğer ilişkilere öncelik verdiklerini gösteriyor. Çin, iki gücün 2022’de “sınırsız ortaklık” ilan etmesinden bu yana Rusya ile bağlarını sessizce güçlendiriyor. Hindistan, Rusya ile ticaretini artırdı ve Dörtlü’nün bir parçası olarak ABD ve ABD müttefiklerine daha da yakınlaştı. (Dörtlü Güvenlik Diyaloğu), Avustralya ve Japonya’yı da içeren bir deniz güvenliği forumu. Modi hükümeti Ekim ayında da Gazze’de derhal ateşkes çağrısında bulunan Genel Kurul kararını imzalamayı reddederek BM’deki Bağlantısızlar Hareketi üyelerinin çoğunluğuyla bağlarını koparmıştı. Her ne kadar Yeni Delhi Aralık ayında bir sonraki kararı desteklese de, Ekim ayındaki oylama Hindistan’ın İsrail ile son yıllarda derinleşen bağlarına tanıklık etti.

Bu arada Lula, İsrail-Hamas savaşı konusunda Batılı olmayan diğer liderlerden daha sert bir duruş sergiledi ve İsrail’in Gazze’deki saldırısını Holokost’la karşılaştırdı; bu yorumlar Brezilya Devlet Başkanı’nın Şubat ayında İsrail’de istenmeyen kişi ilan edilmesine neden oldu. Ancak Brezilya aynı zamanda dünyanın büyük güçlerinin gözüne girmeye çalışıyor; Çin, Rusya ve ABD arasındaki sürtüşmeleri ustalıkla yöneterek üçüyle de bağlarını güçlendiriyor. Özellikle Brezilya, Çin ve Hindistan için, Küresel Güney’in liderliğini iddia etmek, küresel diplomatik güçlerini genişletme ve ekonomik ilişkileri sağlamlaştırma fırsatları da dahil olmak üzere açık avantajlar sunuyor. Bu gruptaki ülkelere yönelik retorik desteklerine rağmen, reelpolitik sıklıkla öncelik kazanıyor.

Küresel Güney’e liderlik etme adayları bu pozisyonu elde etmek için daha da az donanıma sahip görünüyor. Güney Afrika, bu grubu temsil edebileceği fikrini ciddiye alıyor gibi görünüyor; Güney Afrikalı yetkililer özellikle Ukrayna’da barışı sağlayıcı bir rol oynamaya istekliydi. Başkan Cyril Ramaphosa, geçen yaz Afrikalı liderlerden oluşan bir delegasyonu Moskova ve Kiev’e götürdü ancak savaşın sona ermesi yönünde hiçbir ilerleme kaydetmedi. Güney Afrika’nın, Gazze’deki savaşla ilgili uluslararası tartışmaları şekillendiren bir hareket olan, Uluslararası Adalet Divanı‘na Soykırım Sözleşmesi kapsamında İsrail’e karşı bir dava sunarak muhtemelen daha fazla nüfuz sahibi olduğu söylenebilir. Ancak Kenya ve Nijerya gibi diğer güçlerin kendi yollarını çizmeyi tercih ettiği kendi kıtasında hâlâ kendisini lider olarak gösterme mücadelesi veren bir Güney Afrika, dünya çapında bir koalisyon kurmayı daha kolay bulamayacak.

Liderlik pozisyonu için başka adayın ortaya çıkması muhtemel görünmüyor. Örneğin küçük ama etkili Körfez Arap ülkeleri, Bağlantısızlar Hareketi ve G-77’deki gelişmekte olan ülkelerle BM’de toplantı yaptılar ve bu bağları İsrail-Hamas savaşı sırasında Filistin davasına destek toplamak için kullandılar. Ancak Arap yetkililer, ülkelerinin ekonomik büyümesi ve göreceli siyasi istikrarı göz önüne alındığında, kendi çıkarlarını Küresel Güney’in çıkarlarından ayrı gösterme eğilimindeler. Rusya aynı zamanda Batılı olmayan ülkelerin de desteğini kazanmaya çalışıyor ve Avrupa ve ABD ile çatışmasını meşrulaştırmak için sömürgecilik karşıtı söylemi kullanıyor. Ancak bu devletlerdeki pek çok yetkili, Moskova’yı tamamen güvenilemeyecek kadar kararsız ve savaşçı olarak görüyor ve özellikle Kenya, Rusya’yı Ukrayna’da emperyalist bir savaş yürütmekle eleştiriyor.

GERÇEK SORUNLARI ÇÖZÜN

Sonuçta, Küresel Güney’e kimin liderlik edebileceğini belirleme çabasının pek bir değeri yok. Daha fakir ülkelerdeki yetkililer, aday kadrosuna baktıklarında, çoğunlukla bu büyük ve orta güçlerle ortak bir noktalarının olup olmadığını sorguluyorlar. Afrikalı bir siyasetçinin yakın zamanda bana söylediği gibi, daha küçük, daha fakir ülkeler “Küresel Güney’in Güneyi” rolüne itilme konusunda endişeleniyorlar: dışarıdan desteğe ihtiyaç duyuyorlar ve sadece eski sömürgeci yöneticilerin değil, aynı zamanda Batılı olmayan devletlerin de küçümsemesiyle karşı karşıyalar.

Küresel Güney liderliğinin salon oyunu aynı zamanda küçük ve orta ölçekli devletlerin karşı karşıya olduğu gerçek zorluklara da dikkat çekiyor. Tıpkı Batılı uzmanların gelişmekte olan ülkelerin bir blok olarak ne tür yeni güçler uygulayabilecekleri konusunda spekülasyon yapmaya başlamasıyla birlikte, Batılı olmayan birçok devletin kaderi daha da kötüye gitti. Dünyanın en az gelişmiş ülkelerinin neredeyse üçte ikisi artık ciddi borç sıkıntısıyla karşı karşıya. Batı Afrika’daki bazı kişiler de dahil olmak üzere en yoksulların bir kısmı siyasi istikrarsızlık ve kötüleşen güvenlik koşulları yaşıyor ve bu da onların ekonomik sıkıntılarını daha da artıracak. Afrika Birliği ve Amerika Devletleri Örgütü gibi siyasi sorunlara arabuluculuk yapmak üzere kurulan bölgesel yapılar, üyeleri arasındaki çekişmeler nedeniyle güvenilirliğini yitirdi. Savunmasız ülkelerin, özellikle de çatışma ve insani felaketle karşı karşıya olanların, şiddet, enflasyon, gıda güvensizliği, iklim değişikliği ve salgının kalıcı etkilerinin karşılıklı olarak birbirini güçlendiren şokları ile başa çıkmalarına yardımcı olmak, uluslararası diplomaside hangi gücün ipuçlarını takip edeceklerini belirlemekten daha acildir.

Afrika, Asya ve Latin Amerika’ya liderlik etmeyi amaçlayan devletler bile Brezilya ve Güney Afrika’daki yüksek düzeydeki suç faaliyetleri veya kuzeydoğu Hindistan’da son zamanlarda artan etnik çatışmalar gibi ciddi iç kırılmalarla karşı karşıya. Etiyopya’nın itibarı BRICS’e katılma davetiyle yükselmiş olabilir, ancak ülke kanlı bir iç savaşın ardından toparlanıyor ve çok sayıda isyanla mücadele ediyor. Batılı olmayan birçok büyük gücün hükümetleri, ülke içinde kalıcı veya artan istikrarsızlıkla karşı karşıya kalırken, küresel sahnede daha büyük bir rol üstlenmeye çalışıyor. Her ne kadar Batı’daki birçok gelişmiş ekonomi için aynı şey söylenebilirse de, her iki durumda da bu, tutarlı liderlik ve problem çözmenin reçetesi değildir.

Küresel Güney hakkındaki konuşmalarda son dönemde yaşanan artış, en azından Batı’nın ötesindeki ülkelerin karşı karşıya olduğu ve çözülmesi için küresel çaba gerektirecek artan sorunların altını çizmeye yaradı. Gelecekteki istikrarsızlığı önlemek için ABD ve müttefikleri, uluslararası borç krizini hafifletmek ve savunmasız devletlerin iç çatışmalarını ve yönetim sorunlarını çözmelerine yardımcı olmak için çalışmalıdır. İlerleme, küresel finansal mimaride reform yapılmasına yönelik çok taraflı müzakerelerin yapılmasını gerektirecek (bu süreçte gelişmekte olan ülkeler muhtemelen bir blok halinde çalışmaya devam edecekler) ve her ülke veya bölgenin kendine özgü ekonomik ve siyasi koşullarına daha fazla dikkat edilmesi gerekecek. Güney-Güney İşbirliği Fonu ve BRICS Yeni Kalkınma Bankası gibi Çin girişimlerinin Batı kamu finansmanına alternatifler sunmasıyla, Washington ve ortaklarının bu ülkelerin endişelerini gidermeye yönelik samimi çabaları özellikle önemli olacaktır.

Ancak terminoloji sorunu devam ediyor. Her ne kadar birçok Batılı politika yapıcı, Batılı olmayan dünyayı farklı olmayan bir bütün olarak ele almamak gerektiğini daha iyi bildiklerini düşünse de, “Küresel Güney” tabirini özel bir dikkatle kullanmaları gerekiyor. Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkeleri içindeki ve arasındaki belirli dinamikler, onların siyasi geleceklerini grup kimliklerinden daha fazla şekillendirecek. Batı bu devletleri olduğu gibi görmeli, jeopolitik olarak tek bir varlık olarak faaliyet gösterdikleri yanılgısına düşmemelidir.