Home Blog Page 64

Cinsiyet Eşitliği

Röportör: Merve Ertunç – Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları – Pamukkale Üniversitesi 4. Sınıf Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik

Röportaj Yapılan Kişi: Altınbaş Üniversitesi Cinsiyet Eşitliği Savunma Kulübü Başkan Yardımcısı Simge Kaplan

 

Röportör: Merhaba, ben Merve Ertunç, Pamukkale Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık lisansı 4.sınıf öğrencisiyim. Dahil olduğum Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları programı neticesinde verimli bir röportaj gerçekleştirmek, cinsiyet eşitliğinden söz etmek, üniversite kulüplerinin bu konudaki yaklaşımlarını, çalışmalarını değerlendirmek üzere Cinsiyet Eşitliği Savunma Kulübü Başkan Yardımcısı Simge Kaplan ile bir araya geldik. Bilindiği üzere toplumsal cinsiyet rolleri konusu pek çok araştırmaya konu olup bizlere geniş bir araştırma alanı tanımıştır. Günlük yaşamımızın her anında cinsiyetçi söylemler yer almakta olup farkında olmadan da olsa örtük mesajları almakta ve tekrar çıktısını yapmaktayız. Bu bağlamda cinsiyet eşitliğini, toplumsal rollerin eşitliğini savunmak ve bunu pratiğe dökmek büyük önem taşımaktadır. Cinsiyetçiliğe, türcülüğe, tüm ötekileştirmeye karşı gelmek daha eşit yarınlara ulaşabilmek adına egemen olan ataerkil yapının zincirini kırmak için mücadele etmek büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda cinsiyet eşitliğini, üniversite yapısındaki gelişmeleri, etkinlikleri, kulübün misyonunu ve vizyonunu, çalışmalar bağlamında topluluğa üye olan üyelerin kaydettikleri gelişmelerden söz ettiğimiz keyifli, bilgilendirici bir röportaj gerçekleştirmiş bulunmaktayız. Kendisine bu değerli katılımı için teşekkür ederim.

 

 1- Kısaca kendinizden bahseder misiniz?

 Merhabalar, Simge Kaplan ben. 23 yaşındayım ve psikoloji 3. sınıf öğrencisiyim. Ortaokul ve lise yıllarımda tiyatro ve edebiyat ile ilgilendim. Şu an felsefe, sanat ve sosyal bilimler ile yakın temaslı bir hayatım var. Bilhassa sosyal psikoloji ve toplumsal cinsiyet rolleri ile ilgileniyorum ve yaşamakta olduğumuz her şeyin toplumsal bir karşılığı olduğunu düşünüyorum. Her birimizin daha iyi bir dünya için mücadele vermesi gerektiğine inandığım için çeşitli kulüplerde çalışarak insanların bilinçlenme serüvenine katkı sağlamaya gayret ediyorum. Başkan yardımcısı olduğum CESK ile birlikte toplumsal cinsiyet rolleri başlığında birçok çalışma yürüttük ve yürütüyoruz.

 

2- Son dönemde tartışmaların odağında olan cinsiyet eşitliği kavramı nedir?

Toplumlarca belirlenen ve hayatımızın her bir parçasında şiddetle baskısına maruz kaldığımız toplumsal cinsiyet rolleri, her birimizin “doğru kadın” ve “doğru erkek” halinde var olmasını bekler ve içerisinde kendine ait normalleri yaratır. Böylece bizler ancak bir kadın ya da bir erkek kimliği üzerinden var olabilir, hatta bu norm ideası ile uyuşabilmek için benlik kavramımızı görmezden bile gelebiliriz. Cinsiyet eşitliği hatta eşitsizliği dersek daha doğru olacak ki ataerkil toplumların tamamında kadın gerek iş yükü, sosyal sorumluluklar gerek de verilen emeğin karşılığında alınan ya da kazanılan maddi ve manevi değerlerin tamamı açısından bariz bir şekilde sömürülür. Kadının olası bir erk tarafından korunması, bakılması ve sahiplenilmesi doğru görülen bu eril toplum ideasında toplumsal cinsiyet eşitsizliği önce aile dinamiklerinde, sonra iş dünyasında, sosyal ilişkilerde ve sanat, siyaset gibi aslında her bir oluşumun içinde kadını erkeğin gölgesinde bırakan normaller dünyasına sahiptir. Günümüzde hem ikili ilişkilerin yaratısında hem de devlet gibi oluşumların içerisinde erkek egemen bir varoluş mevcuttur. Böylelikle kadının ve erkeğin gerçekleştirmesi gereken birbirinden farklı ve kısıtlayıcı toplumsal rolleri vardır.

 

3- Cinsiyet eşitliğini savunma kulübünün bu konudaki genel yaklaşımı hakkında bilgi verir misiniz?

CESK (Cinsiyet Eşitliğini Savunma Kulübü) temel vizyonu üniversite gençliğinin toplumsal cinsiyet mevzuunda bilinçlenmesini sağlamak olan, bilhassa feminist ideolojinin doğru yansıtılması için mücadele veren ve tarafsızlıktan değil özgürlükten yana olan bir kulüptür. Kadınların kurtuluşu toplumsal kurtuluştan bağımsız değildir ve dünya üzerinde her kısıtlama doğrudan kadın haklarını tehdit eder. Bu yüzden ataerkil düzenle mücadelenin aynı zamanda ırkçılığa, gericiliğe, homofobiye, türcülüğe ve kapitalizmle karşı mücadele anlamına geldiğine inanıyoruz.

 

4- Kulüp olarak bu alanda hangi çalışmaları yapıyorsunuz, projelerinizden/etkinliklerinizden bahseder misiniz?

Biz kulüp olarak öncelikle aynı yaş grubunda olduğumuz, bizimle benzer dinamiklerde olan kişilere ulaşmayı ve onları toplumsal cinsiyet konusunda bilinçlendirmeyi hedefledik. Bu gayede yaptığımız çeşitli okumalarla önce teoride bilgi sahibi olmaya odaklandık, sonra çeşitli seminerler, bilgilendirici konuşmalar düzenledik ve okulumuz öğrencilerini alanda akademik çalışma yapmış veya yapmakta olan kişilerle bir araya getirdik. Toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında bahsedebileceğimiz flört şiddeti gibi birçok konuda workshoplar düzenledik. LGBTİ+ gibi cinsel kimlikleri veya yönelimleri sebebiyle toplum dışına itilmiş, öteki olmaya maruz bırakılmış kişilerin kendilerini ifade edebilecekleri çeşitli alanlar yarattık ve bu şekilde bazı konferanslar düzenledik. Tüm bu okul içi çalışmaların dışında, İstanbul içinde düzenlenen neredeyse tüm kadın hareketleri etkinliklerinde vardık ve insanları da bunun bir parçası olmaya teşvik ettik.

 

5- Yürüttüğünüz çalışmaların kulüp üyeleriniz üzerinde pozitif etkilerini ya da yaşamlarına katkılarını gözlemleyebiliyor musunuz?

Mutlaka gözlemledik ve halen gözlemliyoruz. Her şeyden önce insanların oldukları gibi kabul görmediği ve toplum tarafından sürekli belirli normallerin içine sıkıştırılması herkesin kendini ifadesinde ve keşfinde büyük travmalara sebep veriyor. Biz küçük de olsa herkesin özgür olabildiği bir platform yarattık ve bu sayede kendini keşfeden çok fazla kişi olduğunu gördük. Yaptığımız etkinlere katılan ve bu sayede bilinçlenen, hatta sonrasında maruz kaldıkları şiddeti bizimle paylaşan çok fazla insan oldu. İnsanların kendi hayatlarını pozitif yönlü değiştirebileceklerine olan inancının arttığını, ve bu inancın birlikten doğduğunu gördük.

 

6- Son olarak kişisel deneyimleriniz neticesinde fikirlerinizi paylaşabilir misiniz?

Ben kişisel olarak toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yok oluşuyla beraber güncel olarak mücadele verdiğimiz birçok problemin ve travmanın da yok olacağına inanıyorum. Şöyle bir an dönüp baktığımızda, herkesin özgürce haline gelebildiği kişilerden oluşan bir dünyanın ne büyük travmaları ne umutsuzlukları, en mutsuz halleriyle istemedikleri işleri yapan ve endüstriyi yaratan kişileri ne kapitalizmi besleyen maddi çıkarları ve bu çarkın dönmesine izin veren devlet yapılarını içereceğini düşünmüyorum. Özgürlük, eşitlik gibi kavramlar bireyde başlarsa ailede ve sonra toplumda da yerini bulur. Bu ikili bir ilişki olmanın dışında, sebep-sonuç şeklinde bile açıklanabilir. Kadın ve erkeğin eşit hürlükte var olabilmesini sağlarsak, toplumların da eşit olmasını sağlayabiliriz. Etnik köken, dil, din ve cinsiyet gibi kavramların dışında insanları “insan” olarak algılayabilirsek ancak hayvanları da türcülükten uzak birer varlık olarak görürüz. Sömürmeyiz, farkına varırız. Dünyayı çeşitli yollarla canice tüketen insan, önce kendi içinde yarattığı bu tüketim zincirini kırabilmeli sonra toplumların ve devletlerin uğruna milyonlarca insanı öldürdüğü sınırların aslında bir hiçlikten ibaret olduğunun farkına varır. Kadınların sesi çıkarsa, öteki olan herkesin sesi çıkar. Ve hepimiz bir noktada ötekiyiz.

 

 

MERVE ERTUNÇ

Toplumsal Cinsiyet Staj Programı

Socrates (1971)

İtalyan yönetmen Roberto Rossellini’nin Socrates filmi 1971 yılında vizyona girmiştir. Filmde Platon’un muhtelif kitaplarından kısımlar baz alınarak, ünlü Yunan filozof Sokrates seyirciyle buluşturulmuştur. Ancak biyografik bir film olduğunu söylemek yanlış olur çünkü film Sokrates’in idamından önceki birkaç yıla değinmektedir. O dönem Yunanistan radikal-sağcı bir cunta yönetimi altında olduğu için, film İspanya’nın Patones adlı bölgesinde çekilmiştir. İlk defa 1970 yılında Venedik Film Festivali’nde gösterilen Socrate, müsabaka dahilinde olmamasına rağmen ödüle layık görülmüştür (Brunette, 1996). İtalyan sinemasının neo-realist döneminin önemli isimlerinden olan Rossellini, verdiği bir röportajda tüm insanlar birbirine benziyor gibi gözükse de hepsinin kendi içlerinde eşsiz olduğunu söylemiştir (Caimi, 2019). Socrate filminde de izleyicilere eşsiz filozof Sokrates’in, sonunda ölümüne yol açan, bilgiyi arayış serüvenini sunmuştur.

Film, Atina tarafından yönetilen Delian Ligi ve Sparta tarafından yönetilen Peleponez ligi arasında geçen Peleponez Savaşı sonrasında Atina’da geçmektedir. Yenilgisinden sonra Atina’da Sparta öncülüğünde “Otuzlar Yönetimi” kurulmuştur. Otuzlar’ın en önemli isimlerinden biri olan Critias, aynı zamanda Sokrates’in eski öğrencilerindendir. Filmde de Sokrates’in ismi ilk olarak bu bağlamda geçer: “Sokrates’e antipati duyan bazı Atinalılar, Atina’ya yıkım getiren Critias’ın Sokrates’in öğrencisi olduğu gerçeğinin üzerinde dururlar”. Filmde Sokrates’in seyirciyle ilk buluşması ise kimseyi şaşırtmayacak şekildedir. Muzip ve beklenmedik cevaplarıyla bir vatandaşı sinirlendiren Sokrates, dayak yemekten son anda öğrencileri tarafından kurtarılır. Seyirci daha sonra Sokrates’in felsefesini kusursuzca özetleyen bir replikle karşılaşır: “İnsanın iyi bildiği bir şey hakkında fikir sahibi olması iyidir, ancak siz Atinalılar her şey hakkında fikir sahibisiniz… Benim için önemli olan şey kendi fikrime uymak ve düşündüğüm şeylerin tam tersini yapmamaya çalışmaktır”. Sokrates’i inançsızlıkla ve gençliği yozlaştırmakla suçlayan Meletus ise yine filmin başlarında, Sokrates’in aleyhinde konuşurken görünür. Rossellini, Meletus karakterinden filminde zekice yararlanmıştır. Başlarda ufak eleştirilerle başlayıp, filmin sonunda Sokrates’i mahkeme önüne çıkaracak kadar sinirli olan Meletus bir bakıma Atina halkını temsil eder. Sonuçta önde gelen hiçbir vatandaş 70 yaşında bir filozof tarafından insan içinde rezil edilmek istemez ve Sokrates de tam olarak bunu yapmaktadır. Filmde Sokrates’in eşi Xanthippe’ye ve çocuklarına da bolca yer verilmiştir. Platon’un Phaidon kitabındaki tasviri baz alınan Xanthippe, Sokrates’in sonunu herkesten önce tahmin eder ve filmin başından sonuna kadar Sokrates’e bu davranışlarından vazgeçmesi için sitem eder. Filmin ilgi çekici bir diğer özelliği de Sokratik metodu açıkça yansıtan diyaloglardır. Tek bildiği şeyin hiçbir şey bilmediği olduğunu filmde de birçok kez ifade eden Sokrates, öğrencileriyle veya diğer Atinalılarla konuşurken sürekli sorular sorarak bu metodunu uygular. Filmdeki bir başka kayda değer unsur Atina’nın demokratik yargı sürecine birçok kez yer verilmesidir. Otuzlar yönetiminden kurtulup tekrar bir demokrasi olan Atina’nın özellikle kura sistemi, seyirciyle buluşturulmuştur.

Sokrates’i Platonik bir şekilde beyaz perdeye taşıyan Socrate filmi hakkında kendi görüşlerime gelecek olursam, ilk olarak aktör Jean Sylvere’nin ne kadar doğru bir seçim olduğunu söylemem gerekir. Platon okurken gözümün önünde canlanan Sokrates ile Jean Sylvere’nin Sokrates’i birbirlerine tıpatıp benziyor. Ancak filmde Platon’a yer verilmemesinin bende hayal kırıklığı yarattığından bahsetmeden geçemeyeceğim. Ayrıca, filmde Sokrates’in ailesine beklediğimden fazla yer verilmiş. Rossellini’nin Xanthippe’nin kulak tırmalayan sitemlerinde ısrarcı olmasının sebebi bana göre Sokrates’in saf bir şekilde bilgiyi ve doğruyu aradığına seyirciyi ikna etme amacıdır. Xanthippe’nin özel öğretmen olması konusundaki ısrarlarına rağmen, Sokrates yolundan şaşmamaktadır. Filmin grafikleri kalitesiz gibi gelse de vizyona girdiği yıl dolayısıyla çok da bir şey beklenmemeli. Özet olarak, Socrate filmi antik Yunan felsefesine ilgisi olan, kurnaz filozof Sokrates’in son yıllarını merak eden herkese önerebileceğim bir filmdir. Socrates

Sude Yatağan

Siyasi Düşünceler Tarihi Staj Programı

KAYNAKÇA

  1. Brunette, P. (1996). Roberto Rossellini. University of California Press.
  2. Caimi, H. H. (2019, February 12). Always go beyond – interview with Roberto Rossellini. Retrieved March 11, 2021, from https://www.inkroci.com/culture_movie/interviews/always-go-beyond-interview-with-roberto-rossellini.html

Haftalık Sivil Toplum Bülteni/ 16-23 Nisan

0

 

Habitat Derneği- Çocuklar İçin Finansal Okuryazarlık Eğitmen Eğitimi 

Gönüllü olarak çevrimiçi platformlarda çocuklarda finansal bilinç oluşturulmasına ve bu alanda onlara farkındalık kazandırılmasına destek olmak isterseniz 23-24-25 Nisan 2021 tarihlerinde gerçekleşecek olan eğitmen eğitimine başvurabilirsiniz.

 

Eğitmen Eğitim Tarihleri: 23- 24- 25 Nisan 2021

Son Başvuru Tarihi: 17 Nisan 2021

Eğitim Kanalı: Online Platformlar

Başvuru ve Detaylı Bilgi için: 

https://habitatdernegi.org/blog/cocuklar-icin-finansal-okuryazarlik-egitmen-egitimi/ 

 

 

Kız Başına Platformu- Kız Başına Kadın Girişimcilerle Üniversite Öğrencilerini Buluşturuyor!

Kız Başına Platformu, Kadın Emeği Dijital Pazarda projesi kapsamında Kadın Girişimcilere sosyal medya, dijital pazarlama, satış stratejisi oluşturma, fotoğraflama, reklam verme gibi çeşitli eğitimler verdi. Proje bünyesinde, girişimcilere destek olmak ve girişim hesaplarını yönetmek için “Sosyal Medya Yöneticisi’’ olacak üniversite öğrencilerine ihtiyaç var.

 

Başvuru ve Detaylı Bilgi için: https://form.jotform.com/211013745215039 

 

 

Köy Okulları Gelişim Platformu – Online Eğitime Gönüllü Destek Projesi

Köy Okulları Gelişim Platformu, gönüllü online eğitim verebilecek tüm branşlardan eğitmen ekip arkadaşları arıyor.

Gönüllü olacak adayların konulara hâkim, üniversite mezunu, öğrenci ya da öğretmen olması bekleniyor. 

Başvuru için: [email protected] adresine CV göndermeniz yeterli.

 

 

Sürdürülebilirlik Adımları Derneği- Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar Webinar

Sürdürülebilirlik Adımları Derneği’nin UNDP Türkiye çözüm ortaklığı ve Zorlu Holding desteğiyle yürüttüğü Sorunlara Çözümler Buluşması, Amaç 11: Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar odağında gerçekleşiyor.

 

Eğitim Tarihi: 20 Nisan 2021

Eğitim Saati: 18:00-19:30

Eğitim Kanalı: Zoom

Başvuru ve Detaylı Bilgi için: https://bit.ly/scb11amac

 

 

Etkiniz- BM Çocuk Hakları Komitesi’ne Rapor Yazmanın İpuçları Webinar

Etkiniz AB Programı’nın uluslararası insan hakları mekanizmaları konusunda uzmanlarla gerçekleştirdiği webinarların dördüncüsü, ‘BM Çocuk Hakları Komitesi’ne Rapor Yazmanın İpuçları’ başlığı altında 23 Nisan 2021’de düzenlenecek. Sivil toplum örgütlerinin raporlarının Çocuk Hakları Komitesi’ne iletilmesinde önemli rolü olan Child Rights Connect (CRC) ile düzenlenecek webinarda raporlamada dikkat edilecek temel prensipler tartışılacak.

 

Eğitim Tarihi: 23 Nisan 2021

Eğitim Saati: 18:00

Eğitim Kanalı: Zoom

Başvuru ve Detaylı Bilgi için: https://etkiniz.eu/blog/ihrm-webinar-bm-cocuk-crc/

 

 

Sivil Toplum Geliştirme Merkezi- Meseleler- Gıda Meselesi Webinar

Eğitim Tarihi: 20 Nisan 2021

Eğitim Saati: 15:00

Eğitim Kanalı: Zoom

Başvuru ve Detaylı Bilgi için: 

https://techsoupglobal.zoom.us/webinar/register/WN_PMiFcsDPQOWokqUYdB91BQ

 

 

 

Türk Psikologlar Derneği- İşyerinde Kötü Muamelenin 1001 Yüzü

 

Eğitim Tarihi: 17 Nisan 2021

Eğitim Saati: 17:00

Eğitim Kanalı: Zoom

Başvuru ve Detaylı Bilgi için: 

https://docs.google.com/forms/d/e/1FAIpQLSdreI3fy73oymXAaj51jtsnq2zLt-e1uqEoSvIYg6kkZiQODw/viewform

 

 

 

 

İzmir Çocuk Çalışmaları Ağı- Çocuğun Oyun Hakkının Geliştirilmesi İçin Neler Yapmalıyız? Webinar

 

Eğitim Tarihi: 17 Nisan 2021

Eğitim Saati: 15:30-16:30

Eğitim Kanalı: Zoom

Başvuru için: 

https://us02web.zoom.us/j/83639260869?pwd=VHBPM0FZVFAwQUMrT1l1WjQyTUYzZz09

 

 

 

TUİÇ Akademi – Online Staj (O-Staj) Başvuruları Açıldı!

TUİÇ Akademi markası ve Türkiye’de bir ilk olan Online Staj (o-Staj) Programı, klasik yöntem ve metotlarla “fotokopi çekme” mantığına dayanan staj anlayışının yerine; araştırma, sunum ve akademik yazma becerileri kazandıran, bireylerin özgüven, self-disiplin ve girişimcilik bilincini yükselten ve dinamik bir sosyal ağa dahil olmasına imkân tanıyan bir online eğitim modelidir.

TUİÇ Akademi Online Staj Programı Mayıs Dönemi Başvuruları Açıldı!

Başvuru ve Detaylı Bilgi İçin: www.o-staj.com

 

Hazırlayanlar: Banu TÜYSÜZ, Ecem GÜVEN, Gizem AŞAR

TUİÇ Akademi Sivil Toplum Çalışmaları Birimi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Suriye’den Türkiye’ye Bir Göç Hikayesi

Öncelikle merhaba. Bu röportajı yapmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Röportajımız sizin ve ailenizin Suriye’den Türkiye’ye göç ederken yaşadıklarınız ile alakalıdır.

1. İlk olarak kendinizi tanıtır mısınız? Suriye’nin hangi kentinden göç ettiniz?

Merhaba ben Rozdar. 2015 yılında Suriye’nin Halep kentinden göç etmek durumunda kaldık. 5 çocuk sahibi bir anneyim, ev hanımıyım, eşim ise Suriye’deyken öğretmendi. Şu anda Türkiye’de pazar yerinde çalışıyor.

 

2. Peki göç etmeden önce Suriye’de nasıl bir hayatınız vardı? Yaşam tarzınız nasıldı?

Halep’te yaşarken mutlu, huzurlu, orta gelirli kendi halimizde  bir aileydik. Eşim öğretmendi, o okula gider ben ise çocuklarımla ilgilenirdim. Biz tüm akrabalar aynı apartmanda oturuyorduk. Her günümüz birlikte geçerdi. Bir bahçem vardı, tavuklarım vardı. Göç ederken en çok üzüldüğüm şey tavuklarımın orada öylece kalmasıydı. Hala rüyalarımda sabah uyanıp bahçemde olduğumu görüyorum.

 

3. Neden Türkiye’ye göç ettiniz, Türkiye’ye göç ederken neler yaşadınız?

Bizim bir tercih yapma hakkımız yoktu açıkçası. Denizli’de eşimin akrabası vardı, önce onun yanına sığındık. Daha sonra eşim iş aramaya başladı. Mersin’de iş bulduğu için buraya taşındık. Türkiye’ye değil de başka bir yere göç etseydik belki daha çok zorlanırdık çünkü burada akrabalarımızın olması bizi güvende hissettirdi.

 

4. Tüm aileniz ve sevdikleriniz yanınızda mı?

Maalesef, akrabalarımın çoğunu kaybettik. Diğer yarısı ise bizim gibi göç etmek zorunda kaldı. Ben şanslıydım, tüm ailem yanımda. Bizi en ağır yaralayan olay şu oldu; kuzenim küçük oğlunu bizimle beraber savaştan kurtulsun diye Türkiye’ye yolladı fakat küçük oğlu burada bir trafik kazasında vefat etti. Kuzenimin şu sözleri hala aklımdan çıkmıyor: “Oğlumu savaştan kurtardım ama ölmekten kurtaramadım.”

 

5. Göç ederken ne gibi zorluklar yaşadınız?

Tüm evimizi, sevdiklerimizi bırakmak zorunda kaldık. Akrabalarım, komşularım, tanıdığım herkes farklı yerlere göç etti. Akrabalarımın yarısı Afrin’e göç ederek okul binalarına sığındı. Zaten bizim de Türkiye’ye geldiğimizde hiçbir şeyimiz yoktu. Türkçe bilmediğim için çoğu zaman ağladığım bile oldu. Kimseyle iletişim kuramıyorduk. Akrabamız bir süre bizi ağırladıktan sonra artık kendi başımızın çaresine bakmamız gerektiğini anladık. Eşim iş buldu ve bizi de Mersin’e kendi yanına taşıdı. Halep’te iken bir öğretmen olan eşimin bu duruma alışması daha zor oldu. Çocuklarım Türkçe öğrenmeye başladılar ve şuan hepimiz iletişim kurabiliyoruz.

 

6. Siz şu an çalışıyor musunuz? Maddi anlamda nasıl geçiniyorsunuz?

Ben devamlı olarak olarak çalışmıyorum. Bazen portakal, narenciye bahçelerine günübirlik işlere gidiyorum. Onun dışında çocuklarımla ilgileniyorum. Eşim çalışıyor ve onun sayesinde geçiniyoruz.

 

7. Bu zorlu süreçte ne gibi hak ihlallerine şahit oldunuz? Yaşadığınız en kötü durum neydi?

Biz işkence dahil olmak üzere her türlü hak ihlaline şahit olduk. Yaşam özgürlüğümüz, fikir özgürlüğümüz tamamen hiçe sayılıyordu. Zaten göç ederken etrafınız çok kalabalık oluyor. Sürekli duyulan ses çatışma ve silah sesleriydi. Bizim en çok yaşadığımız sıkıntı gıda ve sağlık sıkıntısıydı. Ama o korkudan bu sıkıntılar bile unutuluyordu. O sırada hep çocuklarıma sarıldığımı hatırlıyorum.Yaşananları durup düşünmeye vaktiniz bile olmuyor.Sınırda çoğu insan mülteci kamplarına götürülüyordu. Fakat biz direk Denizli’ye gitmiştik. Bu yüzden çok zor bir durumda kalmadık çünkü daha zor durumda olanlar, kamplara gidenler, kimsesiz, yalnız insanlar da vardı ve bu durum onlar için daha zordu buna eminim.

 

8. Mersin’de diğer insanlar tarafından mülteci olduğunuza dair kötü söylemler veya davranışlarda bulunuldu mu?

Çoğu insan bizim ülkemizin zor bir duruma  düştüğünü ve insanların göç etmek zorunda bırakıldıklarını anlamamak için direniyor ve bizi keyfi olarak göç ettik sanıyorlar ama inanın öyle değil. Yaşadığınız, büyüdüğünüz topraklardan gitmek zorunda kalmak çok acı verici. Mersin’de çok fazla Suriye’den göç eden insan var o yüzden insanlar bu duruma alışmış görünüyor. Ben bu zamana kadar kötü bir davranışa şahit olmadım ama çocuklarım göç ettiğimiz ilk aylarda diğer çocuklar tarafından çok fazla aşağılandı ve şiddet gördüler. Eşim ise en çok iş arama sürecinde bu aşağılayıcı söylemlere şahit oldu.

 

9. Peki size ve ailenize geçici koruma sağlandı mı veya vatandaşlık aldınız mı?

Ailem ve ben geçici koruma statüsündeyiz. Bize geçici koruma kimlik belgesi verildi. Geçici koruma durumundan dolayı çeşitli hizmetleri ve yardımları alabiliyoruz; mesela sağlık hizmeti alabiliyoruz, çocuklarımın eğitimi sağlanıyor. Tabi geçici ve belirsiz olması bizi bazen korkutuyor.

 

10. Suriye’ye tekrar dönmeyi düşünüyor musunuz?

Açıkçası ilk geldiğimiz zamanlar alışma sürecimiz zor geçtiği için geri dönmek istiyorduk ve bu durumun kısa süreceğini düşünüyorduk fakat şu an eşim ,çocuklarım ve ben  dönmek istemiyoruz çünkü buraya çok alıştık, burada daha güvende hissediyoruz. Çocuklarım okullarına, arkadaşlarına alıştılar. Eşim bazen öğretmenlik yapmayı özlediğini ve bu yüzden her şey düzelince  gitmek istediğini söylüyor. Ama her zaman söylediğimiz bir şey var o da iyi ki Türkiye’ye göç etmişiz.

 

 

GİZEM DURAL

Göç Çalışmaları Staj Programı

 

TUİÇ AKADEMİ SERTİFİKALI ONLINE STAJ (o-STAJ) MAYIS DÖNEMİ BAŞVURULARI AÇILDI!

0

Online Staj Programı, online olarak sürdürüleceğinden özellikle içinde bulunduğumuz pandemi sürecinde staj yapmak isteyen adaylara büyük bir kolaylık sağlayacaktır. o-Staj programımızda katılımcılara;

İlgili konu veya alanla ilgili temel bilgi ve gereksinimlerini karşılanması,

Araştırma, yazma ve sunum becerilerinin kazanılması ve geliştirilmesi,

Alanda çalışan kişilerle ağ ve tecrübe paylaşımının mümkün kılınması,

Stajı başarıyla bitirenlere staj katılım belgesi verilmesi planlanmaktadır.

 

TUİÇ Akademi o-Staj İçeriği

Stajyerler yukarıda belirtilen alanlarda koordinatörlerin hazırlamış olduğu o-Staj müfredatlarındaki,

1.Metodoloji Eğitimi

2.Makale Tartışmaları

3.Araştırma Yazısı

4.Belgesel/Film Analizi

5.Röportaj

6.Online Seminer Programı çalışmalarını yapacaklardır.


Başvuru ve Detaylı Bilgi İçin: http://www.o-staj.com

Sivil Toplumun Gelişiminin Arap Baharına Etkisi: Tunus ve Suriye Karşılaştırması

ÖZET

Bu çalışmada Tunus’ta başlayıp Ortadoğu’ya yayılan Arap Baharı’nda sivil toplum bilincinin etkisi incelenmiştir. “Arap Baharı” olarak adlandırılan dönem Ortadoğu coğrafyasının yakın tarihinde çok önemli bir yer kaplamaktadır. Bazı ülkelerde rejim değişikliğine bazı ülkelerde ise iç karışıklığa yol açmıştır. Sivil toplumun Arap Baharı’na etkisini incelerken bu süreçte başarılı olan ve demokratikleşme yolunda ilerleyen Tunus ile günümüzde hala devam eden bir iç savaşa sürüklenen Suriye karşılaştırılmıştır. Bahsi geçen iki ülkede sivil toplum ve sivil toplum kuruluşlarının tarihsel gelişimine değinilmiştir. Bu çalışmada Ortadoğu’da sivil toplumun tarihsel gelişimi ve Arap baharından etkilenen diğer ülkelerden de behsedilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Sivil toplum, Arap Baharı, Ortadoğu’da sivil toplum, Tunus, Suriye

ABSTRACT

In this study, the effect of civil society awareness on the Arab Spring, which started in Tunisia and spread to the Middle East, was evaluated. The period called “Arab Spring” occupies an extremely important part in the recent history of the Middle East. It caused regimes to change in some countries, and internal turmoil in others. In this paper Tunisia, which was ‘successful’ in this process and was taking steps through democratization and Syria, which is still drawn into a civil war today are compared. The historical development of civil society and non-governmental organizations in the two countries stated above is mentioned. In this study, the historical development of civil society in the Middle East and other countries affected by the Arab Spring are also mentioned.

Key Words: Civil society, Arab Spring, civil society in Middle East, Tunisia, Syria

1. Giriş

Bu çalışmada Ortadoğu coğrafyasındaki sivil toplumun gelişimi değerlendirilerek Arap Baharı’na olan etkisi saptanmış ve Tunus ile Suriye iki uç örnek olarak incelenmiştir.

Öncelikle sivil toplumun genel bir tanımıyla başlamak uygun olacaktır. Ortaya çıkış ve gelişim süreçlerinde bazı değişim ve dönüşümler geçirmiş olsa da günümüzde sivil toplumun tanımı şu şekilde yapılabilmektedir: “Kendi kendine oluşmuş, kendi desteğini kendi varlığından alan, devletten özerk, gönüllü, bir hukuki düzen ya da kurallar kümesine bağlı sosyal hayatın organize bir alanını ifade eden yapılanma” (Gönenç, 2001).

Sivil toplum Batı’da ortaya çıkan bir kavram olduğundan kültürel ve inanç bakımından farklı olan doğu toplumlarında uygulanıp uygulanmayacağı literatürde tartışma konularından biri olmuştur. Kimileri uygulanamayacağını ileri sürerken kimileri ise doğrudan olduğu gibi uygulamanın doğru olacağını savunmuştur. Diğer bir görüş ise, sivil toplumun kültürel normlarla harmanlanarak uygulanmasının en etkili sonucu vereceği görüşüdür. Bu çalışma üçüncü görüş benimsenerek hazırlanmıştır.

Çalışma üç kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda Ortadoğu devletlerinin bağımsızlıklarını elde etmeleriden bu yana sivil toplum alanında geçirdikleri değişimler ve bu süreçte karşılaşılan sorunlar incelenmiştir. Seçilen bazı devletler üzerinden örneklendirmeler yapılarak genel problemlerin neler olduğu, sivil toplum alanında neden başarılı olunamadığı hakkında bazı bilgiler verilmiştir. Bu bölüm, çalışmanın ilerleyen kısımlarını daha iyi anlayabilmek adına bir alt bilgi niteliği taşımaktadır. İkinci kısım Arap Baharı hakkındadır. Arap Baharı’nın ortaya çıkışından itibaren gelişen süreç hakkında bilgiler verilmiştir. Halk ayaklanmalarına neden olan faktörlerden bahsedilerek sivil toplumun bu olaylarda nasıl ve ne derece etkili olduğu değerlendirilmiştir. Son kısım ise çalışmanın büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır. Bu bölümde Arap Baharı ve sonrasında zıt denebilecek değişimler yaşayan Tunus ile Suriye devletleri incelenmiştir. Bu iki devletin sivil toplum alanındaki tarihleri incelenerek günümüze kadar geçirdiği süreçlere yer verilmiştir. 

2. Ortadoğu’da Sivil Toplumun Gelişimi

Arap dünyasında sivil toplum 19.yy sonu ile 20.yy başlarında oluşmaya başlamıştır. Tunus, Mısır, Cezayir ve Lübnan STK’ların oluştuğu ilk ülkeler arasında yer almaktadır. 1888 yılında Tunus’ta olduğu gibi bazı devletlerde STK kurma hakkı yasalarla tanınmıştır. Tunus, Mısır ve Fas STK konusunda çalışmalar yapan en eski devletlerdendir. Bu dönemdeki ilk STK’lar ile geçmişten beri varlık gösteren vakıflar arasında benzerlikler bulunmaktaydı. Bölgede sivil toplumun şekillenmesinde etkili olan faktörler, sömürge devletleri ile sömürülen toplumlar arasındaki ayrışma ve çatışmalar ile sömürü sonrası yaşanan siyasal gelişmelerdir. Daha sonraları ortaya çıkan milliyetçilik, liberalizm, sosyalizm, selefilik gibi ideolojik ve inanç faktörleri bölge STK’larının temel yaklaşım tarzları haline gelmiştir (Çetin, 2018).

Ortadoğu’da birçok devlet Osmanlı Devleti’nin yıkılmasının ardından ortaya çıkmış, sonrasında sömürgeye girmiş, bu sebeplerle de temsili siyaset geleneğinden yoksun kalmışlardır. Ulusal bağımsızlık alanında yeni olan bu devletlerde sivil toplumu incelerken göz önünde bulundurulması gereken birkaç faktör bulunmaktadır. Bunlar genellikle sosyo-ekonomik açıdan dışa kapalı, toplumda orta sınıfın zayıf olduğu ve pek çok darbeye ev sahipliği yapan devletlerdir. Bu devletlerde toplumsal dönüşüm darbeler yoluyla sağlanmıştır. 1950’ler ve 1960’larda birçok kalkınma ve dışa açılma politikaları uygulanmaya çalışılsa da bu girişimler toplumda tabakalaşmanın yanı sıra çeşitli siyasal, sosyal ve ekonomik krizlere neden olmuştur (Gün, 2017).

Ortadoğu’da sivil toplum ancak 1970’lerin sonlarında, kademeli ekonomik ve politik liberalleşme sürecinde ivme kazanabilmiştir. Bu dönemde STK’ların sayısında artış yaşansa da bu gelişim her sektörü kapsamamakla birlikte hükümetler de teşvik edici politikalar uygulamaktan uzak kalmışlardır (Vallianatos, 2013).

Ortadoğu’da sivil toplum kuruluşları esas olarak beş kategoride faaliyet göstermiştir:

  1. Sosyalleşmeye dönük olan, yerel ve gençlik kulüpleri ile spor dernekleri,
  2. Sosyal yardım ve sosyal hizmet alanında çalışan toplum kalkınma örgütleri,
  3. Bilgi odaklı faaliyetler; eğitim ve kültür dernekleri,
  4. Toplumsal çıkara dayalı dernekler, meslek birlikleri, sendika hareketleri,
  5. Kamu yararına çalışan STK’lar, insan hakları, kadın hakları, işçi hakları, mirasın korunması gibi (Rishmawi & Morris, 2007).

Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından, Ortadoğu’daki STK’ların kendileriyle ilgili yasa ve yönetmelikleri değiştirme çabaları bu alanda büyük gelişmeler yaşanmasını sağlamıştır. Mısır, Ürdün, Fas ve Bahreyn gibi devletlerde STK’lara göreli de olsa bazı özgürlükler tanınmıştır. Bu dönemde STK’ların ivme kazanmasındaki temel neden, devletlerin vatandaşın ekonomik, kültürel, sağlık ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayamamalarıdır. Bunun yanı sıra eğitimli kesimin görüşleri ile iletişim teknolojisinin ilerlemesi de STK’ların gelişmesinde etkili olmuştur. Ancak ülkelerde meydana gelen iç savaşlar bu gelişimin tersine dönmesine neden olmuştur. Hükümetler iç savaşların ardından STK’ların faaliyetlerini kısıtlayan yasalar çıkarmışlardır. Bu yasalar özellikle insan hakları ve demokrasiyi savunan STK’ların önünde engel teşkil eden en büyük unsur olmuştur çünkü bu kavramlar hükümetler için tehdit unsuru niteliği taşımaktaydı. Bahsedilen yasalar hükümetlere STK’ları feshetme, haklarında soruşturma açma ve çalışanlarını hapse mahkum etme hakkını dahi tanımaktadır. Örneğin; Ürdün’de 2009 yılında kabul edilen yasaya göre, her STK yönetim kurulu üyesi güvenlik kontrollerine tabi tutulmaktadır. Ayrıca Sosyal Kalkınma Bakanlığı’nın herhangi bir STK’yı feshedebilme hakkı mevcuttur. Bahreyn’de ise Sosyal Kalkınma Bakanlığı’nın devlette kaydı olmayan bir grup bünyesinde çalışan kişiler için para ya da hapis cezası uygulama hakkı bulunmaktadır. Ayrıca bölge devletlerindeki STK’ların hükümetten onay almadan yabancı kaynaklardan fon almaları da yasaklamıştır (Abdelaziz, 2017).

Mısır, bölgedeki en etkin araştırma ve çalışma merkezlerine sahip olan devlettir. Sivil toplum alanında önemli bir geçmişe sahip olsa da yirminci yüzyılın ortalarında iktidara gelen Nasır yönetiminin baskıcı uygulamaları ve sosyalizmin benimsenmesi sivil toplum konusunda gerilemeye neden olmuştur. Nasır döneminde STK’lar bastırılmış ve devlete bağlanmıştır. 1970’lerde Enver Sedat kısmı açılım politikası uygulamış olsa da STK’lar üzerindeki denetim sürdürüldüğü için faaliyetler sınırlı kalmıştır. 1980’ler ve 90’larda Müslüman Kardeşler meslek grupları üzerinde büyük oranda etkili olmuştur. Buna yönelik olarak 2000’lerde hükümet; sendikaları ve meslek örgütlerini devlete bağlamıştır. 2000’lerin başında sivil toplum, demokrasi ve insan hakları gibi söylemler devlet tarafından tehdit unsuru kabul edilmiştir.

2011’deki ayaklanmalarda Değişim İçin Gençlik, Kifaye ve 6 Nisan Hareketleri gibi STK’lar büyük rol oynamıştır. Neticede 30 yıl iktidarda kalan Mübarek devrilmiştir. Devrimin ardından demokrasi alanında düzenlemeler yapılsa da sivil toplumu devlete bağlayan yasa varlığını korumuştur. Tüm bunlara rağmen ilerleyen yıllarda ülkede özgürlük ve aktivizm alanında büyük gelişmeler yaşanmıştır. Bölgenin büyük gücü ve entelektüel imajı Mısır’a diğer ülkelere örnek olma vasfını yüklediğinden bu konuda çalışmalar devam etmektedir (Çetin, 2018).

Lübnan’daki STK’lar İçişleri Bakanlığı’nın onayına tabidirler. Genellikle siyasetten uzak kalarak, daha çok sosyal ve ekonomik konularda aktif olmuşlardır. Demokrasi alanında çalışmalar yapılsa da uygulama kısmında aynı verim sağlanamamıştır. 1975-1990 yılları arasında yaşanan iç savaşın ardından STK’ların sayısında çok büyük artış yaşanmıştır. Ulusal güvenliğin yeniden tesis edilmesi konusunda mezhepçi olmayan derneklerin kurulması önemli kabul edilmiştir. 1999 yılına gelindiğinde ülkede 1100 adet dernek bulunmaktaydı. 2006 yılında Hizbullah ile İsrail arasında çatışmaların yaşanması, pek çok Lübnanlı STK’nın faaliyetlerini durdurmasına neden olmuştur. Yakın dönemde ise BM ile uluslararası STK’ların bölgedeki varlığı, yerel STK’ların güçlenmesi önünde engel teşkil etmektedir. Lübnan’da sivil toplum alanında önemli kabul edilen kuruluşlar; The Arab NGO Network for Development, Lebanese NGO Forum ve Collective of Lebanese Voluntary NGOs olarak sıralanabilir (Rishmawi & Morris, 2007).

Filistin’de, diğer devletlerden farklı olarak sivil toplumun gelişmesine neden olan iki olay görülmektedir. Birincisi, İsrail’in 1967’de Batı Şeria ve Gazze’yi işgal etmesidir. Bu işgallere karşı halk olarak toplu bir direniş gösterilmiş ve uzun yıllar boyunca kararlılıkla devam ettirilmiştir. Bu olay neticesinde Filistinlilere destek olmak amacıyla çeşitli alanlarda projeler geliştirilerek yeni nesil kuruluşlar ortaya çıkmıştır. İkinci olay ise 1994 yılında Filistin Ulusal Otoritesi’nin kurulmasıdır (CHEEMA, 2009).

2000’lere kadar genel anlamda bu şekilde dönüşümler yaşayan sivil toplum, beklenen gelişmeyi gösterememiştir. Ortadoğu’da sivil toplumun asıl yükselişe geçtiği dönem Arap Baharı ile birlikte başlamıştır.

3. Arap Baharı ve Sivil Toplum

Arap Baharı, 2010’un Aralık ayında Tunus’ta bir gencin kendini yakmasıyla başlayan ve daha sonra adeta domino taşı etkisiyle çevre ülkelere yayılan halk hareketlerine verilen genel isimdir. Arap Baharı’nın etkisi sadece Ortadoğu’da görülmemiş, Arap ülkesi olmayan Arnavutluk ve Ermenistan gibi birkaç ülkede de küçük çaplı olaylar yaşanmasına sebep olmuştur. 17 Aralık 2010’da Tunus’ta Muhammed Buazizi isminde işsiz bir genç, meyve-sebze sattığı seyyar arabasına kolluk kuvvetleri tarafından el konulmasının ve zabıtanın gence tokat atması olaylarının ardından kendini valilik önünde ateşe vermiştir. Bu olay Arap Baharı’nın fitilini ateşleyen olay olmuştur. Ülke içinde yaşanan işsizlik, yoksulluk, ifade özgürlüğünün kısıtlanması, yolsuzluk gibi problemlerden dolayı hali hazırda gergin olan ülkede bu olay ile isyan başlamış ve Buazizi’nin 4 Ocak’ta hayatını kaybetmesiyle birlikte olaylar büyümüştür.

Tunus’ta büyüyen protestolarda halk Zeynel Abidin Bin Ali’ye istifa etmesi yönünde çağrılarda bulunmuştur. Bin Ali isyanları bastırmak için çeşitli yollar denemiş fakat başvurduğu hiçbir yol, değişim isteyen halkı durdurmak için yeterli olmamıştır. Protestolar sonucu Zeynel Abidin Bin Ali 14 Ocak günü ülkeyi terk etmiştir ve 23 yıllık hükümet ‘Yasemin Devrimi’ sonucunda devrilmiştir. Bu gelişmeler sadece Tunus için değil tüm Arap dünyası için de tarihi öneme sahiptir. Zira Tunus’ta başlayan hareket ardından diğer Orta doğu ülkelerine yayılmıştır. Tunus’tan hemen sonra Mısır’da da 25 Ocak 2011 tarihinden itibaren Tunus’takine benzer sebeplerden ötürü halk protestolara başlamıştır. Halkın özgürlük isteyen protestoları sonucu 30 yıldır ülkeyi yöneten Hüsnü Mübarek 11 Şubat tarihinde hükümetten çekilmiştir. Mısırın ardından Libya da Arap Baharının etkisi altında kalmıştır. 40 yıldır ülkeyi yöneten Muammer Kaddafi, değişiklik ve demokrasi isteyen halkın isteklerine kesinlikle karşı çıkmış ve koltuğundan vazgeçmeyeceğini belirtmiştir. Kaddafi hükümeti isyancılara karşı fiziksel güç kullanmış ve can kayıplarına yol açmıştır, sonuç olarak da ülke bir iç karışıklığa sürüklenmiştir. Libya’daki gelişmeler uluslararası kamuoyunda da büyük ses getirmiştir ve NATO Libya’da müdahalede bulunmuştur. Arap baharının sonucunda iç karışıklığa sürüklenen bir başka ülke de Yemendir. Yemende yaşanan isyanlar sonucunda Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih koltuğundan indirilerek yerine yardımcısı olan Abdurrabbu Mansur el-Hadi geçmiştir. Arap Baharından en olumsuz ve sert etkilenen ülke ise tartışmasız Suriye’dir. 2011’de başlayan iç savaş 2021 yılında hâlâ devam etmektedir ve son yıllarda karşılaşılan en büyük göç sorununu da beraberinde getirmiştir. Suriye’de başlayan hükümete karşı olan protestolar Esad rejiminin sert müdahalesi ile kısa sürede iç savaşa dönmüştür. Arap baharı Cezayir, Irak, Umman, Lübnan gibi birçok ülkede de protestolara sebep olmuştur ama bu protestolar siyasi bir değişimle sonuçlanmamıştır.

Yukarıdaki gelişmelere bakarak Tunus’ta başlayan ve Suriye’de tıkanan Arap baharının Orta doğu sokaklarında büyük hareketlilik yarattığı ve halkın demokrasi yönündeki istekleri açık bir şekilde görülmektedir. Bu hareketlerin bu kadar etkili olmasının sebebi, ülkelerin iç dinamiklerinin böyle bir isyana karşı hazır olmasıdır. Zira baskı ile yönetilen halk zaten hükümetten yana memnun değildir. Baskıcı ve otoriter hükümetler tarafından uygulanan siyasi baskı, ekonomik sıkıntılar, yaşam standartlarının düşüklüğü ve yolsuzluk gibi sebeplerden ötürü rahatsız olan halkta sosyal hareketlilik çok hızlı bir şekilde karşılık bulmuştur. Arap halkı demokrasi ve insan haklarının temel oluşturduğu yeni bir sistem istemektedir. Arap baharı sürecinin bir diğer önemi ise Arap halkının ilk defa bu kadar kökten ve hızlı bir değişim geçirmesidir (Oğuzlu, 2011).

Sivil toplum, küresel olarak en yaygın ve belirsiz bir şekilde kullanılan terimlerden biri olmuştur. Diğer devletlerde olduğu gibi Arap Dünyasında da bu terim hükümetler, kurumlar ve medya tarafından sık sık kullanılmıştır (Halaseh, 2012). Modern sivil toplumu söylem geliştirecek şekilde ekonomik, ideolojik ve örgütsel kapasiteye sahip sosyal grupların varlığı olarak tanımlamak mümkün. Bu ‘sosyal gruplar’ gerekli olduğu zamanlarda resmi otoritenin çalışmalarını sorgulayacak ve değiştirecek gücü temsil etmektedir (Akbıyık & Öztürk, 2020).

Arap baharı hakkında konuşurken sosyal medyaya değinmek kaçınılmazdır zira bazı ‘Arap Baharı’ yerine ‘Facebook Devrimi’ ‘El Cezire Devrimi’ gibi terimler de kullanılmaktadır. Arap baharına baktığımızda sivil toplumun örgütlenmesi ve protesto etmesi farklı koşullarla oluşmuştur. Sivil toplum kuruluşları yerine Facebook, Twitter gibi sosyal medya uygulamalarının önemli bir rol oynadığını görüyoruz. Protestolar demokrasi ve insan hakları arayışında olan insanların bir araya gelmesiyle başlamıştır. Bu isyanlarda en önemli grup ‘işsizler ordusu’ olarak da bilinen genç kesimdir. Bu da sosyal medyayı belki de en aktif olarak kullanan genç insanların sosyal medya aracılığıyla organize olması sonucunu doğurmuştur. Sosyal medyanın bu kadar büyük ölçüde kullanılmasının bir başka sebebi de otoriter ve baskıcı hükümetlerin medyayı elinde tutmasından dolayı ülkede olup biten olayları tarafsız bir şekilde öğrenebilmek için insanların sosyal medyaya güvenmesidir. Sosyal medya haricinde Arap ülkelerinde en çok izlenen kanallardan biri olan El Cezire kanalının da sürekli olarak yayın yapması da insanlarının örgütlenmesinde etkili olmuştur. Hükümetlerin isyanları güç kullanarak bastırmaya çalışması ve halka şiddet uygulaması halkı korkutmak için yeterli olmamış ve isyanları daha da körüklemiştir. Bu görüntülerin El Cezire kanalında veyahut sosyal medya aracılığıyla daha çok görülmesi, insanların bir araya gelmek için sosyal medyada planlar yapması ve büyük kitleleri harekete geçirmesi sosyal medyanın günümüz teknolojisinde sivil toplumun organize olmasında da ne kadar etkili olduğunu gözler önüne sermektedir. Halkı baskı altına almak isteyen rejimlerin korkusu haline gelen internet ve sosyal medya kullanımı, insan hakları ihlallerini veya rejim tarafından uygulanan şiddeti anında kamuoyuna aktarabilmesi ile toplumsal hareketlenmenin yaşandığı toplumlarda önemli bir araç haline gelmiştir (Topak, 2014).

4. Tunus’ta Sivil Toplum

Arap Baharı birçok Arap ülkesini etkilemiştir. Mısır ve Tunus’ta yönetim değişikliğine sebep olmuş ve Libya, Yemen ve Suriye’de ise iç savaş ile sonuçlanmıştır. Suriye’de güncel olarak hâlâ devam eden bir iç savaşa, benzer şekilde Libya ve Yemen’de de iç karışıklığa yol açmıştır. Mısır’da ise hükümet devrilmiştir fakat arkasından yaşanan darbe ve baskıcı yönetimin sonucunda demokratik bir ortam yaratılmamıştır. Halk tarafından başlatılan ve hızla yayılan demokrasi ve insan hakları talep eden protestolar Tunus’ta başarıya ulaşmıştır. Zeynel Abidin Bin Ali hükümetten çekilmiş ve Suudi Arabistan’a kaçmıştır. Arap baharından en olumlu şekilde etkilenen ve demokratikleşme yolunda başarılı adımlar atan tek ülke isyanların başladığı Tunus olmuştur. Tunus’ta da devrimin ardından karışıklıklar ve sorunlar yaşanmıştır fakat sorunlar sivil toplum kuruluşlarının büyük rol oynadığı uzlaşmacı ve ılımlı yollara başvurarak çözülmüştür. Tunus’ta tarih boyunca sivil toplum bilincinin gelişmesinin demokrasiye geçiş sürecinde çok etkili rol aldığını görmek mümkündür. Tunus’un bu süreçte daha başarılı olmasının bir başka sebebi de Tunus’ta etnik veya dini sebeplerden dolayı ayrımcılık olmamasıdır zira Tunus’un nüfusunun %98’inden fazlası Sünni Müslümanlardır ve Araptır. Bu Tunus vatandaşlarının ‘yurttaşlık’ kültürünün gelişmesinde önemli bir etken olmuştur (Bellin, 1995).

Tunusun bağımsızlığı kazandığı 1956 tarihinden Arap baharı sürecine kadar ülkeyi iki kişi yönetmiştir; Habib Burgiba ve Zeynel Abidin Bin Ali. Burgiba döneminde hem toplumsal alanda hem de politika alanında modernleşme ve demokratikleşme yönünde adımlar atılmıştır. Modernleşme politikasıyla beraber Habib Burgiba döneminde sivil toplum ve eğitim konuları hükümet politikasında büyük yer kaplamıştır. Burgiba döneminde eğitime ciddi bütçeler ayrılmış ve önem verilmiştir. Yıllar süren eğitim politikaları sonucunda eğitim oranı artmış ve orta sınıf gelişmiştir. Ayrıca, orta sınıfın gelişmesi sivil toplumun gelişmesine katkıda bulunmuştur. Burgiba batı modeli liberal bir demokrasi yaratmayı hedeflediği için sivil toplumun gelişmesine önem vermiştir (Bellin, 1995). Burgiba döneminde sivil toplum ve STK’lar devletin izin verdiği ölçüde gelişmiştir. Hükümet sivil toplum kuruluşlarını birçok yasa ile kısıtlamış ve devletten bağımsız olarak gelişmesini istememiştir. 1959 yılında çıkan kanun ile STK’ların kadın hakları, spor, sanat ve kültür gibi konularla ilgili olabileceği fakat demokrasi ve insan hakları gibi politik konularda olamayacağı belirtilmiştir. Aynı yasa ile STK’ların İçişleri Bakanlığından izin alması zorunluluğu getirilmiştir. Böylece devlete istemediği ve işine gelmeyen STK’ları baskı altına alma veya kapatma hakkı doğmuştur. 1980’li yıllarda ise iç dinamiklere bağlı olarak Burgiba daha ılımlı bir politika izlemiştir bunun sonucunda da Tunus’ta ilk insan hakları kuruluşu olan Tunus İnsan Hakları Birliği (LDTH) kuruldu (Köktaş, 2016).

1987 yılında Habib Burgiba’nın ardından iktidara gelen Zeynel Abidin Bin Ali ülkede politik özgürlüklerin artacağını vaat etmiştir ve Tunus halkı tarafından baskının biteceği ve özgürlüklerinin artacağı yönündeki umutlarla karşılanmıştır. Bu vaadi ilk yıllarında yerine getirse de 1990’lı yıllardan itibaren daha otoriter ve kısıtlayıcı bir politika izlemiştir. Sivil toplum alanında ise Burgiba ile benzer politikalar izlemiş ve STK’ları devletin etkisi altında bırakarak sivil toplum için bir özgürlük alanı sağlamamıştır. İçişleri bakanlığına ve parti aygıtlarına STK’ları etkisiz hale getirilmesi için yetki verilmiş, zararlı gördükleri sivil toplum kuruluşlarının alternatifini oluşturarak kendilerinin destekledikleri STK’lara siyasi ve maddi desteklerde bulunmuşlardır. 1992’de yapılan düzenlemeye göre STK’lar kuruluşun misyon ve vizyonuna uygun herkesi kabul etmek zorundadır. Bu kanun STK’ların içine partili ve devlet yanlısı kişileri yerleştirmelerine olanak sağlamıştır. Hem Burgiba hem de Bin Ali döneminde sivil toplum kuruluşlarına özgürlük alanı tanınmamış ve gelişmelerinin önünde durulmuştur. STK’ları devlete bağımlı hale getirmişlerdir ve iş ortakları konumuna getirmeye çalışmışlardır. Bütün bunlara rağmen sivil toplum kuruluşları var olmaya devam etmiştir.

Tunus’un ‘dayanışma ruhu’ özgürlük ve kurumsal değişim için devrimin başlamasının sebebi oldu. Sivil toplumun güçlenmesi ve gelişmesi demokratikleşmenin adımlarından biri olarak gösterilir (Deane, 2013). Gelişmiş ve bağımsız bir sivil toplum olmadan demokratik bir sistem elde etmek çok güçtür. Tunus’un ekonomik olarak yetersiz kalması, adaletsizlik, eşitsizlik, artan işsizlik ve yoksulluk halkı patlama noktasına getirmiştir. İsyanları bastırmak isteyen hükümet yeni iş olanaklarını yaratacağını vaat etmiştir ama halk kararlı davranarak geri adım atmamıştır. İsyanları bastıramayan hükümet halk üzerinde güç kullanmaya başlamış ve isyancıları gözaltına almaya başlamıştır fakat bu halkın daha çok kenetlenmesine yol açmış ve sonuç olarak olayları daha da kötü hale getirmiştir. İlerleyen süreçte protestolara sivil toplum örgütlerinden de destek gelmiştir. Tunus Barosu cübbelerini giyerek adliyenin önünde oturma eylemi gerçekleştirmiştir. Tunus Genel İşçi Sendikası (UGTT), kadın ve gençlik hareketleri ve bazı işçi sendikaları da protestolara katılmıştır. Sivil toplum kuruluşlarının gerçekleştirdiği bu protestolarda polis göstericilere karşı güç kullanmıştır. STK’ların yanı sıra daha önce de değindiğimiz gibi sosyal medyada büyük ve etkili hareketler planlanmasına vesile olmuştur.

Bin Ali’nin ülkeden kaçmasından sonra ilk ‘Ulusal Birlik’ hükümeti 15 Ocak 2011 tarihinde kurulmuştur. Ulusal Birlik hükümeti Muhammed Gannuşi tarafından kurulmuş ve Tunus Meclis Başkanı Fuad Mebaza geçici süreliğine Cumhurbaşkanı olarak atanmıştır. İkinci Ulusal Birlik Hükümeti 27 Ocak’ta artan protestolar sonucu kurulmuştur. Kurulan hükümette halkın istekleri doğrultusunda Bin Ali döneminin bakanları kabine dışı bırakılmıştır. Geçici hükümet süresince halk protestolara devam etmiş ve seçim istemiştir. 20 Aralık 2011’de Ulusal Meclis seçimlerinin ardından Nahda partisi, Ettakatol Partisi ve Cumhuriyetçi Kongre Partisi tarafından yeni hükümet kurulmuştur. Bu hükümet Başbakan Hamadi Cebali öncülüğünde Troyka Geçiş Hükümeti olmuştur. Halk hâlâ istediğini elde edememiş ve protestolara devam etmiştir. Bu protestoların organize edilmesinde öğrenci birlikleri, işçi sendikaları, Tunus Barosu ve UGTT büyük rol almıştır (Birdane, 2017). UGTT, Tunus Barosu ve diğer sivil toplum kuruluşları ile siyasal partiler ‘Devrimin Korunması için Ulusal Otorite’ isminde bir komisyon kurmuş ve Gannuşinin istifa etmesi yönünde baskı yapmışlardır. Bu baskılar başarılı olmuş ve Raşid Gannuşi istifa etmiştir. Gannuşi yerine El-Beci Kaid es-Sibsi Başbakan olarak göreve gelmiş ve ilk demokratik seçimlerin 23 Ekim’de yapılacağını dile getirmiştir.

Seçim sürecinde sivil toplum kuruluşları çok sıkı bir şekilde çalışmışlardır. STK’lar seçim sürecinin demokratik ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için siyasal partiler ve sivil toplum örgütleri arasında bağlantı kurmak amacıyla çeşitli komisyonlar oluşturmuşlardır. Bu süreçte üç tane bağımsız ulusal komisyon kurulmuştur: Siyasi Reform Yüksek Komisyonu, Ulusal Rüşvet ve Yolsuzluk Araştırması ve 17 Aralık Sürecindeki Suistimalleri Araştırma Komisyonu (Birdane, 2017). Seçim süresince komisyonların oluşturulması ve STK’ların şeffaflık ilkesi ile hareket etmesi halka güven vermiştir. Ayrıca bazı STK’lar halkı seçim konusunda bilgilendirmek için de eğitimler düzenlemiştir.

Devrimin ardından Tunus’ta sivil toplum kuruluşlarıyla ilgili olan kuralların hemen hemen hepsi kalkmış ve STK’ların hareket etmesi için özgür alan yaratılmıştır. Kısıtlamaların kalkmasıyla beraber eskiden politik olduğu için yasak olan insan hakları ile ilgili STK sayısında artış görülmüştür ve birçok yeni sivil toplum örgütü kurulmuştur. 2010 yılında 8000 olan STK sayısı 2011 yılının Haziran ayında 20.000’e yükselerek hızlı bir artış göstermiştir. Arap Baharı sürecinde Tunus’ta STK’lar hem ara bulucu hem de denetleyici rolü üstlenmişlerdir. Sivil toplumun Tunus’un demokratikleşme sürecine etkilerinin en açık örneklerinden bir tanesi “Ulusal Diyalog Dörtlüsü” görüşmeleridir. Bu görüşmeler 2013 yılında UGTT, Tunus Sanayi Ticaret ve El Sanatları Birliği, Tunus İnsan Haklarını Koruma Birliği ve Tunuslu Avukatlar Ulusal Birliği tarafından başlatılmıştır. Bu diyalog halk ve hükümet arasında bir ortak nokta bulup uzlaşma yaratmak için oluşturulmuş ve başarılı da olmuştur. Ulusal diyalog görüşmeleri sonucunda Nahda ve koalisyon ortakları istifa etmiş, Larayedh hükümeti son bulmuş ve Mehdi Cuma liderliğinde yeni hükümet kurulmuştur. Diyalog dörtlüsü aynı zamanda anayasanın yapı sürecine de katılmış ve hükümet için yeni bir yol çizilmesine katkıda bulunmuştur. Ortadoğu’da ilk kez sivil toplum bir anayasanın yapım aşamasında aktif olarak rol almıştır. Bu yönüyle sivil toplumun Tunus’ta daha gelişmiş olmasının demokratikleşme sürecine katkısı büyük olmuştur. Ek olarak, UGTT, UTICA (Tunus Endüstri, El Sanatları ve Ticaret Birliği), Baro ve LTDH (İnsan Hakları Ligi) kırılgan bir geçiş döneminde diyalog ve uzlaşma yarattığı için 2015 yılında Nobel Barış Ödülüne layık görülmüştür.

5. Suriye’de Sivil Toplum

Suriye, 1946 yılında bağımsızlığını kazanmıştır. Bu dönemde modernleşme yolunda bazı adımlar atılmış, 1950- 1960’larda Suriye’de yeni sınıflar ve meslek grupları ortaya çıkmaya başlamıştır. Küçük bir tarımsal-endüstriyel burjuvazi doğmuş ve sendikaların da bulunduğu bir işçi sınıfı oluşturulmuştur. Bu dönemde sivil toplum alanındaki gelişmeler tarım ve din alanında yaşanmıştır. Buna istinaden ilk Suriye Kooperatifi ve İsmaili inancını savunmak için Salamiyye Gençliği kurulmuştur. Bu yıllarda yeni bir oluşum niteliğindeki ‘maaşlı orta sınıfın’ ortaya çıkmasıyla birlikte ülkedeki siyasi ve sosyal ayrışma da büyümüştür. Çünkü kapitalizm ve liberalizmin yanında ülkede büyük oranda sosyalizm destekçisi de bulunmaktaydı. Üst üste yaşanan darbeler, milliyetçilik söylemleri ve ekonomik bunalım bu dönemin genel özellikleri olmuştur (Hinnebusch, 1993).

 1963 yılında yaşanan yeni bir darbe neticesinde Arap Sosyalist Baas Partisi’nin iktidara gelmesiyle birlikte ülkede otoriter- popülist devlet anlayışı hakim olmuştur. Genellikle kırsal kesimin desteklediği Baas yönetimi; muhalefet partilerini, meslek birliklerini, orta-üst sınıf siyasi oluşumları ve önceki dönemde sivil toplum alanında gelişmiş olan tüccarlar ile sanayici sınıfı baskı altına almıştır. Mezhepçilik üzerinden politika geliştiren Baas iktidarı; toplumun bölgesel, etnik ve mezhepsel olarak kutuplaşmasına neden olmuştur. Rejim, kentsel muhalefete karşı kırsal kesimi destekleyerek köylerdeki sendikalaşmayı artırma yoluna gitmiştir. Bu dönemde sivil toplum özerklikten yoksun kalarak iktidarın kontrolü altında varlık göstermiş, bir nevi rejimin destekçisi olmuştur (Hinnebusch, 1993).

2000 yılında yönetimi Beşar Esad devralmıştır. SSCB’nin dağılması, Esad’ı Batı’ya yaklaştırmıştır. Bu dönemde STK’lara Hafız Esad’a göre daha fazla hareket alanı tanımış olsa da bunu yapmasının nedeninin mevcut otoriter rejimi modern hale getirerek iktidarını devam ettirmek olduğu anlaşılmıştır (Çalışkan, 2020). Beşar Esad iktidara geldikten sonra ülkede ‘Şam Baharı’ olarak adlandırılan bir dönem yaşanmıştır. İnsan hakları, demokratikleşme ve ifade özgürlüğü konularında kısmi bir açılım yaşansa da 2001 yılında dış politikadaki sorunlar gerekçe gösterilerek uygulamalar sona erdirilmiştir (Suriye’nin Siyasi Görünümü).

Arap Baharı başladığında ise Beşar Esad, kendi siyasi çıkarlarına herhangi bir engel teşkil etmemesi adına STK’ların faaliyet alanlarını tümüyle kısıtlama yoluna gitmiştir. Yaşanan zulüm ile beraber yeni STK oluşumlarında artış izlenmiş olsa da bunların büyük çoğunluğu Suriyeli sığınmacıların göç ettikleri çevre ülkelerde varlık göstermişlerdir (Çalışkan, 2020).

Tunus ve Mısır’da yaşanan devrimlerin ardından benzer olayların yaşanması konusunda endişe duyan hükümet halkın ayaklanmasını engellemek adına korku politikası yürütmüştür. Ancak Suriye’nin mezhepsel ve etnik farklılıkların yoğun yaşandığı bir ülke olması ve bazı grupların ayrımcılığa maruz kalmaları kaçınılmaz sonun en önemli tetikleyicilerinden olmuştur (Kodmani, 2011). Suriye’de olaylar başlarda küçük halk ayaklanmalarıyla başlasa da giderek büyümüştür. Tepkilerin büyümesiyle Beşar Esad’ın halk üzerindeki baskılarında da artış meydana gelmiştir. Olaylar Dera kentinde 15 Mart 2011 tarihinde başlamış, muhalefetin giderek güçlenmesiyle ilerlemiştir. Diğer ülkelerde yaşanan devrimler ve diktatör yönetimlerin sona ermesi, Suriye muhalefetini daha da cesaretlendirmiş ve silahlanma yoluna itmiştir (Kırık, 2012). Suriye’deki ayaklanmaların odak noktalarının aşiret/mezhep farklılığı ile muhalefetin sürgüne gönderilmesi olduğundan, olayların seyri Tunus ve Mısır’dan farklı olarak iç çatışma ve savaşa dönüşmüştür. Bahsi geçen odak noktalarının bu kadar önemli olmasının nedeni, bu grupların siyaset alanında etkin rol oynamalarından kaynaklanmaktadır. Ülkedeki iç savaş sırasında yaşanan otorite boşluğu neticesinde birçok sivil toplum örgütlenmeleri meydana gelmiştir (Vallianatos, 2013). Suriye’deki Arap Baharı’nın Tunus’tan farklı seyretmesinin sebeplerinden biri de sosyal medya kullanımı olarak gösterebilmektedir. Nitekim Arap coğrafyasında bu sürecin yaşanmasında ve devrimlerin meydana gelmesinde büyük rol oynayan sivil toplumun örgütlenme ağı sosyal medya olmuştur. İnsan hakları ve demokrasi fikirlerinin yayılmasında etkin rol oynayan internet ağı ve Facebook, Tunus’ta 2011 yılında %34 oranında yaygın kullanıma sahip iken Suriye için sağlıklı veri dahi bulunmamaktadır (Akbıyık & Öztürk, 2020). Suriye’deki iç savaş pek çok yeni yapılanmaya yol açmıştır. Otorite boşluğundan istifade ederek hareket alanı sağlayan yeni yapılanmalar arasında sivil toplum kuruluşları yer alıyor olsa da çoğunlukla direnişçi örgütlenmeler meydana gelmiştir.

Arap Baharı ile birlikte Suriye’de iki tür sivil toplum oluşmuştur. Birincisi, rejim tarafından kabul edilen ve onaylanan örgütlerdir. Bu kurumlar kayıtlı ve kamuya açık olarak çalışma imkanına sahiptirler. Ancak yine de mevcut yasalar yapılan çalışmaları soyutlayıcı niteliktedir. İkincisi ise bağımsız STK’lardır. Bunlar genellikle siyasi tutuklular ile düşünce haklarını kullanmalarının ardından hapse giren kişiler hakkında çalışmalar yaptıklarından dolayı yasadışı çalışmaya mecbur kalmaktadırlar. Bu nedenle, bu tür STK’ların ofisleri Suriye’ye komşu ülkelerde yer almaktadır. Verileri Suriye içinde çalışan insan hakları savunucularından elde etmektedirler ancak bahsedilen insan hakları savunucularının Suriye’de açıktan çalışma imkanları pek mümkün değildir. Mevcut güvensizlik ortamı sebebiyle öldürülme, tutuklanma ya da ailelerinin hedef alınması gibi birçok riskle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu riskler çalışılan bölgedeki hakim güce göre farklılık göstermektedir. Örneğin, Suriye rejimi genellikle tutuklama yoluna giderken IŞİD ve benzeri örgütler öldürülmektedir. Seyahat edebilme imkanına sahip olan STK çalışanları elde ettikleri bilgileri genellikle Lübnan, Ürdün veya Türkiye’deki ofislere elden teslim etmektedirler. E-posta ve Skype gibi uygulamalar denetime tabi tutulduğundan tercih edilmemektedir (Salloum).

Bunun yanı sıra, Uluslararası STK’lar bölgede çok verimli olmamaktadır. Suriye barış inşası örgütü Nuon’un program yöneticisi Nibal Salloum bunun nedeni olarak, bu STK’ların çoğunun bölgedeki koşulları tam anlamıyla içselleştiremediklerini ifade etmektedir. Bu STK’lar, Suriye’deki aktivistleri ve insan hakları savunucularını dinleyip ortaklaşa hareket etmek yerine kendi planlarını oluşturup bölgede uygulama yolunu tercih etmektedirler. Bunun yanında uluslararası bağışçıların da benzer yöntemleri uygulamaları nedeniyle Suriyelilere sağlanan destek tam anlamıyla ihtiyaçları karşılayamamaktadır. Salloum bu konuda, Suriye’de yıllardır okula gidemeyen çocukların durumunu örnek göstermektedir. Uluslararası bağışçılar bu çocukların öncelikli olarak özel eğitim ve bakımını sağlamak yerine Lübnan’daki okullara gidebilmeleri için Lübnan hükümetine para yardımı yapmaktadırlar. Bu da çok sağlıklı bir sonuç sağlanamamaktadır. Tabi bahsedilen durum hepsi için geçerli olmamaktadır. Bazen sorun yerel halk ve STK’lar tarafından da kaynaklanmaktadır. Örneğin, Suriyeli yerel halkın BM’ye olan güvensizliği ve Suriyeli STK’ların BM’yi tam olarak anlamıyor oluşları karşılıklı işbirliği konusunda problemlere neden olmaktadır (Salloum).

Suriye’de siyasi geçişi gerçekleştirmek ve sürdürülebilir barışı inşa etmek adına 2014-2015 yıllarında Sivil Toplum ve Demokrasi Merkezi (CCSD) kurulmuş ve çalışmalara başlamıştır. Suriye toplumu içinde demokrasi değerlerini teşvik etmek ve Suriye vatandaşları arasında farkındalık yaratmak gibi amaçları bulunan CCSD, 40’ın üzerinde STK’yı eğitmiştir. (Peace Insıght) Ülkede devam etmekte olan çatışmaların siyasi çözümü konusunda sivil toplumun da yer alması ortak görüş olarak ifade edilmektedir. Buna yönelik olarak 2016 BM Cenevre Görüşmelerine birkaç Suriyeli STK ve temsilcileri davet edilmiştir. 27-29 Haziran 2016 tarihleri arasında Suriye içi görüşmelere sivil toplumun da dahil edilmesi için ilk resmi mekanizma olan Sivil Toplum Destek Odası (CSSR) oluşturulmuştur (CSPPS, 2020).

Son dönemde yaşanan Covid-19 salgını Suriye’deki uluslararası STK’ların çalışmalarını olumsuz etkilemiştir. Mart 2020’de Dünya Sağlık Örgütü’nün Suriye’yi ‘çok yüksek riskli ülke’ olarak belirlemesi uluslararası sivil toplum örgütlerinin ve bağışçıların büyük oranda çekilmesine neden olmuştur. Böylece kuzeybatı Suriye’deki bu boşlukta yerel sivil toplum etkili olmaya başlamıştır. Oysa Covid öncesinde yerel sivil toplum, uluslararası toplum ve bağışçıların yalnızca bir ‘uygulayıcısı’ olmaktan öteye gidememiştir. 19 Nisan 2020 tarihinde İdlib Sağlık Müdürlüğü ve Suriyeli sivil toplum ‘Corona’ya Karşı Gönüllüler’ adında bir girişim başlatmıştır. Bu oluşuma 60 yerel kuruluş ile 600 gönüllü katılarak sektörler arası ortaklaşa çalışma başlatılmıştır. Salgın, Suriye sivil toplumunun krizi hafifletme ve siyasi – silahlı örgütlerle koordinasyon kurabilme potansiyelini ortaya çıkarmıştır (CSPPS, 2020).

6. Sonuç

Ortadoğu’daki devletler bağımsızlıklarından itibaren modernleşme adı altında birtakım politikalar izlemişlerdir. Ancak yönetimlerin otoriter oluşu ve sosyalizm gibi ideolojilerin yoğun olarak hissedildiği toplumlarda özellikle sivil toplum alanında beklenen gelişmeler 2000’lerin başına kadar gerçekleştirilememiştir. Bu süreye kadar çeşitli adımlar atılmış olsa da pek çok darbe ve iç savaşların yaşandığından mümkün olmamıştır.

Devletlerin baskıcı ve tutucu politikaları ve vatandaşların ihtiyaçlarına çözüm üretememeleri sonucunda 2010 yılında Tunus’ta Arap Baharı patlak vermiştir. Çok kısa süre içerisinde neredeyse tüm coğrafyaya yayılan ayaklanmalar ve protestolar rejimler üzerinde büyük tehdit oluşturmuştur. Her devlette protestolar ve ayaklanmalar yaşanmış ancak sürecin ilerleme kısmında farklılaşmalar olmuştur. Kimisinde devrimler yaşanıp hükümetler değişirken kimisinde silahlı çatışmalar ve iç savaşlar yaşanmıştır. Halk ayaklanmaları bazı devletlerde sivil toplum alanında büyük gelişmeleri de beraberinde getirmiştir. Öncüsü Tunus halkı olmak üzere Mısır ve diğer pek çok ülke halkı birleşerek otoriter rejimler karşısında hak mücadelesi vermişlerdir. Bazısı sonuca ulaşırken bazı devletlerde durum iç savaşa sürüklenmiştir. Suriye, buna verilebilecek en iyi örnektir. On yıllar boyunca iktidarda kalan Baas rejimi, gerek ayrımcı politikası gerekse baskıcı yasaları nedeniyle ülkede bağımsız sivil toplumun oluşmasını imkansız hale getirmiş, ülkede tabakalaşma ve gruplaşmalara neden olmuştur. Arap Baharının başlarında ve ilerleyen süreçlerde sivil toplum oluşumları artmış olsa da yönetime devam eden Esad ve yürürlükteki yasalar nedeniyle muhalif kuruluş ülkede yasal faaliyetler gerçekleştirememektedir. Bu süreçte Suriye’de daha çok silahlı örgütlenmeler meydana gelmiştir.

Genel bir değerlendirme yapacak olursak, sivil toplumun Ortadoğu’daki dönüşümlerde çok büyük katkısı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak her toplumda STK’ların bulunmaması ya da bağımsız olmamaları, ülkelerin farklı dinamiklere ve farklı etnik/dinsel gruplara sahip olmaları ve genel olarak otoriter olsalar da yönetimlerin uygulamalarındaki farklılıklar neticesinde ayaklanmalar aynı sonucu vermemiştir.

Özge SEVİNÇ

Rümeysa UYANIK

Sivil Toplum Çalışmaları Staj Programı

Kaynakça

Abdelaziz, M. (2017, December). The Hard Reality of Civil Society in the Arab World. Fıkra Forum: https://www.washingtoninstitute.org/policy-analysis/hard-reality-civil-society-arab-world#main-content

Akbıyık, Nihat & Ozturk, Musa. (2020). Sivil Toplum ve Sosyal Medya Perspektifinde “Arap Baharı” ve “Wall Street‟i İşgal Et” Eylemleri — ‘The Arab Spring’ and ‘Occupy Wall Street’ protests from the perspective of Civil Society and Social Media.

Bellin, Eva R. (1995). “Civil Society in Formation: Tunisia.” Civil Society in the Middle East.. Ed. Augustus Richard Norton. :E.J. Brill.

Birdane, Merve (2017). Arap Baharı Sürecinde Tunus’un Demokrasiye Geçişinde Sivil Toplumun Rolü, International Journal of Humanities and Social Science Invention, 6(10).

Cavatorta, Francesco. (2012). Arab Spring: The Awakening of Civil Society: A General Overview.

Cheema, S. A. (2009). Developement of Civil Society. Lex ET Scientia, 453-454.

CSPPS. (2020, July 22). CSPPS: https://www.cspps.org/civil-society-role-Syria-COVID19

Çalışkan, S. (2020). Ortadoğu’da Sivil Toplum: İmkanlar ve Kısıtlılıklar. Ortadoğu Etütleri, 298-303.

Çetin, P. D. (2018). Arap Dünyası’nda STK’lar: Tarihi Bir Bakış. TASAM

Deane, S. (2013). “Transforming Tunisia: The Role of Civil Society in Tunisia’s Transition”, International Alert.

Gönenç, Ayşenur A.(2001 Nisan) Sivil Toplum Düşünsel Temelleri ve Türkiye Perspektifi, AltKitap

Gün, T. (2017). İslam’da ve Müslüman Doğu Toplumlarında Sivil Toplum. TESAM

Halaseh, R. (2012). Civil society, youth and the Arab spring. In S. Calleya, & M. Wohlfeld (Eds.), Change and Opportunities in the Emerging Mediterranean. Msida: Mediterranean Academy of Diplomatic Studies. (pp.254-273).

Hinnebusch, R. A. (1993). State and Civil Society in Syria. Middle East Journal

Karatas, Ibrahim. (2020). Arap Baharı ve Sosyal Medya. ECLSS International Online Conference, Economics and Social Sciences

Kırık, A. M. (2012). Arap Baharı Bağlamı’nda Sosyal Medya-Birey. Arap Baharı Bağlamı’nda Sosyal Medya-Birey Etkileşimi ve Toplumsal Dönüşüm.

Kodmani. (2011, February 15). The Middle East in the Aftermath of Arab Revolutions in Tunisia and Egypt. Arab Reform Initiative. Retrieved From: https://www.arab-reform.net/event/the-middle-east-in-the-aftermath-of-arab-revolutions-in-tunisia-and-egypt/

Köktaş, R. (2016). Tunus Politik Kültüründe Sivil Toplum: Tarihsel Bir Analiz.

Oğuzlu, Tarık. (2011). “Arap Baharı ve Yansımaları.” Ortadoğu Analiz.

Peace Insıght. Retrieved From: https://www.peaceinsight.org/en/organisations/center-for-civil-society-and-democracy-in-syria-draft/?location=syria&theme

Rishmawi, M., & Morris, T. (2007). Overview of Civil Society in the Arab World. INTRAC, 12-13.

Salloum, N. Syrian civil society not being heard by international donors. (CIVICUS). Retrieved From: https://www.civicus.org/index.php/fr/medias-ressources/122-news/interviews/2713-syrian-civil-society-not-being-heard-by-international-donors#:~:text=Nuon%20is%20a%20Syrian%20civil,with%20Syrian%20refugees%20in%20Lebanon.

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı: http://www.mfa.gov.tr/suriye-siyasi-gorunumu.tr.

Topak, Tayfun. (2014). Sivil Toplum Kuruluşları ve Sosyal Medya Bağlamında “Renkli Devrimler” ve “Arap Baharı” Süreçlerinin Karşılaştırmalı Analizi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBDF Dergisi

Vallianatos, S. (2013). Arab Civil Society at the Crossroad of Democratization: The Arab Spring Impact. Neighbourhood Policy Paper.

Yaman, Y. (2018). Tunus’ta İstikrarın Formülü: Üç Sacayağı. Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 3(1). 

Haftalık Balkan Bülteni/ 11-14 Nisan

0

 

Arnavutluk 25 Nisan Parlamento Seçimlerine Hazırlanıyor

Arnavutluk Demokratik Partisi (PD) muhalefet milletvekili adayı Ervin Salianji bu 14 Nisan Çarşamba günü Korça’da yaptığı konuşmasında Arnavutluk’un 25 Nisan seçimlerinde bir belirsizliğe gitmeyeceğini aksine vatandaşların değişim için oy vereceklerini vurguladı.

Aynı zamanda Korça’daki her bir vatandaşın yüzünde ve söylediklerinde mevcut hükümete karşı duyulan tahammülsüzlüğün hissedildiğini ifade eden milletvekili adayı Salianja, bu memnuniyetsizliğin sandıklara yansıyacağını da sözlerine ekledi.

Salianji, “Arnavutluk 25 Nisan’da bir belirsizliğe ve yıkıma gitmeyecek. Arnavutluk halkı Demokratik Parti’yi ve parti programının getirdiği yeni değişimi kucaklayacak. Evet! Değişim gerçekleşecek ve reformlar uygulanacak. Korça’nın hizmetinde olmaya kararlıyım ve bu Korça halkının bana verdiği en büyük ayrıcalık. PD için oy ver, Korça için oy ver, Arnavutluk için oy ver!” diyerek seçim konuşmasını tamamladı.

 

Kaynak: Albanian Daily News

Tarih: 14.04.2021

 

Bosna Hersek’teki Amerika Birleşik Devleri Büyükelçiliği, Bosna Hersek için “Hiçbir tarafın Bosna Hersek dışında bir geleceği yok” dedi

Bosna Hersek (BH) ’in Cumhurbaşkanlığı üyesi Zeljko Komsiç ve Slovenya Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Borut Pahor’un, BH’de yapılan yakın tarihli bir ziyaret sırasında, Yugoslavya’nın parçalanmasının tamamlanması gerektiğini düşünen seslerin arttığını söyledi.

Amerika Birleşik Devletleri’nin konuya olan tutumu Dayton Barış Anlaşması’nın ilkelerine bağlı olacakları yönündedir. Onlara göre BH demokratik, kendi içerisinde çok millet barındıran, egemen ve bağımsız bir devlettir. Bu da BH’in tartışmasız toprak bütünlüğüne sahip olduğunu göstererek konu hakkında ki görüşlerin öneminden ziyade ortada olan gerçeklerin, uluslararası hukuk çerçevesinde olması gerektiğini de düşünmektedirler.

Yetkililer, BH’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğinin Dayton Barış Anlaşması ile güvence altına alındığını da eklediler. BH Anayasası ve Dayton Barış Anlaşması iki tarafa da ayrılma hakkı tanımamakla birlikte BH’in dağılma düşüncesinin bir ihlal olduğuna yönelik anlam taşımaktadır. Ayrılıkçı düşüncelere sahip vatandaşların düşünceleri ve güvenlerinin yeniden tesis edileceğine ve ekonomik bir toparlanmaya teşvik edileceğine inançları tamdır. Bu sayede ülkenin Avrupa Birliği hedeflerine de ulaşmasına yardımcı olacak reformlar ile sıkı bir çalışma ve sorumluluk esasıyla yaklaşılmalıdır. Yetkililer konuşmayı, “Bu topraklardaki milletlerin BH dışında bir geleceği yoktur” ifadesini vererek sonlandırdılar.

 

Kaynak: OSLOBODJENJA

Tarih: 13.04.2021

 

Lagumdzija: Bosna Hersek’te Parçalanma Yok, O Film Oynamayacak

Slovenya Başbakanı Janez Jansa’nın Brüksel’e gönderdiği ve Bosna Hersek (BH)’in parçalanması için bir çağrıda bulunan ancak resmi olmayan mektubuyla ilgili olay ve düşünceler Zlatko Lagumdzija tarafından, “Bu devlet dışı bir harekettir, yüzeysel ve popülist bir yaklaşımla sadece iktidarı elde tutma işlevi değil aynı zamanda bir buçuk yıl içinde yapılacak seçimlerle alakalıdır” şeklinde yorumlandı.

Geçtiğimiz günlerde ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’dan başkanlık üyelerine hitaben bir mektup gönderildi. Ancak bu mektup üyelere ulaşamadan sızdırılmaya çalışıldı. Yetkililer resmi olarak kendilerine teslim edilmeden mektup hakkında yorumlar yaptılar. Her biri mektuba kendi perspektifine göre yorumlayarak yaydı. Bu mektubu yorumlamayı bir sözcü tarafında yapılmasını ise asla kabul etmediler. BH’in dış politikası ve Başkanlık’ı ile ilgilenen tek bir organ bulunmamaktadır. Bu durum da uğraşmaması gereken ancak her durum ile iç içe olan bir Başkanlık’ın bulunduğu söylenebilir.  “Ancak ne olursa olsun Bosna Hersek’te parçalanma yok, o film oynamayacak, bu olmayacak” diye vurgulayan Lagumdzija konuşmasının sonuna, “Ülkenin parçalanması teorik ve pratik olarak üç şekilde mümkündür: BH Anayasasına uygun olarak barışçıl bir şekilde anlaşmak ve bu da olamaz;  bir başka olasılık ise çıkarılacak yeni bir Dayton olabilir, ancak bu büyük dünya savaşlarından sonra olan bir durumdur ve umarım böyle bir durum yaşanmaz; Üçüncü olasılık ise, birinin tanka çıkarak haritaları yeniden düzenlemesi gerekmektedir ve bu da olamaz, çünkü o kişi sadece BH Anayasasını değil, Dayton Barış Anlaşmasını da yok eder. Bu durum tepki verme yetkisi ve yükümlülüğü olan askeri güçlerin müdahalesi ile sonlanacaktır.” ifadesini de ekleyerek konu hakkındaki düşüncelerini bildirdi.

 

Kaynak: Dnevni Avaz

Tarih: 14.04.2021

 

Stanivukovic: “ 8.4 Milyon Km Tasarruf Ettik”

Sırp Cumhuriyeti fiili başkenti olan Banja Luka Belediye Başkanı Drasko Stanivukovic, BHRT ile yaptığı röportajda, kendilerinden önceki dönemde birçok yolsuzluk yapıldığını söyledi.

Önceki belediye yönetiminin yaptığı ihalelerin ise Milorad Dodik’e veya onun yakın çevresine ait olan yaklaşık 60 şirketle yapıldığını belirtti.

 

Bazılarının Banja Luka’yı yolsuzluklar ve suçların kol gezdiği eski dönemine döndürmek istediğini iddia eden Stanivukovic, verdiği röportajı, “Bizim kurtardığımız bu miktar, vatandaşlarımız için kullanılmadı, şahısların ceplerini doldurmak için kullanıldı.” sözleriyle tamamladı.

 

Kaynak: Sarajevo Times

Tarih: 13.04.2021

 

Bulgaristan: GERB, Düşük Destek Şansına Rağmen Hükümetini Önerecek

Başbakan Yardımcısı Tomislav Donchev, saat 13.00’ten kısa bir süre önce parti genel merkezinde yaptığı açıklamada GERB partisi, küçük ihtimallere rağmen desteklenmesine dayanarak bir hükümet öne sürecek. “Bize oy veren bu 840.000 Bulgar vatandaşının güveni adına, bir hükümet önermek zorundayız! Evet, bir sonraki parlamentoda desteklenme şansının düşük olmasına rağmen!  Siyasi bir gösterge olarak değil bir hükümet önereceğiz, en başından itibaren çalışabilecek ve sorunları çözebilecek bir hükümet olacak.” Basın toplantısında parti, parlamento seçimlerinin sonuçlarının bir analizini sundu.

 

 

Kaynak: Sofia News Agency

Tarih: 12.04.2021

 

Cumhurbaşkanı Radev, Yeni Ulusal Meclis’in İlk Oturumunu Topladı

Yeni seçilen 45. Ulusal Meclisin ilk oturumu 15 Nisan Perşembe günü yapılacak ve Cumhurbaşkanı Rumen Radev bunu onaylayan bir kararname imzaladı. Oturuma 9.00’da başlanacak ve en yaşlı milletvekili Mika Zaykova tarafından yönetilebileceği konuşuluyor. Parlamentonun liderliğinin daha sonra seçilmesi gerekiyor ve resmi olmayan bilgilere göre, başkan Slavi Trifonov’un partisinden olacağı söylentiler arasında yer alıyor.  Her partinin kendi meclis başkan yardımcısını aday göstermesi bekleniyor.

Miteva’nın partisinin lideri Trifonov, koron virüs testinin pozitif olması nedeni ile 23 Nisan’a kadar görevinden uzak olacağını bilgiler arasında yer alıyor. Bazı kaynaklara göre, milletvekilleri kovid-19 salgını nedeni ile internet üzerinden yemin edebilecekleri konuşuluyor. İlk oturumda, parlamentonun iç tüzüğünü belirlemek üzere bir komisyon seçilmeli ve resmi olmayan bilgilere göre 44. Ulusal Meclis’ten farklı değişiklilere gidilebilir.

 

Kaynak: Sofia News Agency

Tarih: 13.04.2021

 

Bulgaristan’ın Ocak- Şubat 2021 İhracatı Bir Önceki Yıla Göre% 1.7 Düştü

Ulusal İstatistik Enstitüsü 13 Nisan’da, Ocak-Şubat 2021 döneminde Bulgaristan’dan ihraç edilen tüm malların toplam değerinin yaklaşık 9.6 milyar leva olduğunu ve Ocak-Şubat 2020 dönemine göre yaklaşık yüzde 1,7 daha az olduğunu söyledi. Şubat 2021’de NSI toplam ihracatı, Şubat 2020’ye göre 2,8 artışla 4,9 milyar Leva ’ya ulaştı.

Ocak-Şubat 2021’de Bulgaristan’a ithal edilen tüm malların toplam değeri 10,3 milyar Leva, Ocak-Şubat 2020 dönemine göre yüzde iki daha düşüktü. Şubat 2021’de toplam mal ithalatı, Şubat 2020’ye göre yüzde 2,6 artarak 5,4 milyar Leva ‘ya ulaştı. Toplam dış ticaret dengesi Ocak-Şubat 2021 döneminde negatif olarak 702.1 milyon Leva olarak değerlendirildi. NSI, Şubat 2021’de Bulgaristan’ın toplam dış ticaret dengesinin de negatif olduğunu ve 429,8 milyona ulaştığını söyledi.

 

Kaynak: Sofia Globe

Tarih: 13.04.2021

 

Bulgar BDB, programın yeniden başlamasından bu yana 2.000’den fazla faizsiz krediyi onayladı

Bulgar Kalkınma Bankası, Salı günü yaptığı açıklamada, kovid-19 nedeni ile geçici olarak işini kaybeden insanlar için faizsiz kredi garanti programının yeniden başlatılmasından bu yana 2.014 krediyi onayladıklarını söyledi. BDB’den yapılan açıklamada, programın iki hafta önce yeniden başlatılmasından bu yana onaylanan kredilerin yaklaşık 10 milyon Leva değerinde olduğu belirtildi. BDB bugüne kadar yaklaşık 178 milyon leva değerinde faizsiz kredileri onayladı. Devlete ait borç veren, diğer programı kapsamında 205 milyon levayı aşan kredileri de onaylandı.Faizsiz kredi garanti planının bütçesi geçen ay 100 milyon leva artırılarak 300 milyon levaya çıkarıldı.

 

Kaynak: SeeNews

Tarih: 13.04.2021

 

Hırvatistan Yerel Seçimleri için Çağrıda Bulunacak

Hırvat hükümeti çarşamba günü öğleden sonra yapılacak toplantıda 16 Mayıs yerel seçimleri için çağrıda bulunacak.

Hırvat vatandaşları 576 yerel ve bölgesel hükümet biriminde belediye başkanları, ilçe başkanları ve yardımcılarının yanı sıra yerel meclisler ve il meclisleri – yürütme ve yasama makamlarını seçecekler.

Dört yıl önce yapılan seçimlerle karşılaştırıldığında, 568 daha az belediye başkanı yardımcısı ve yerel meclis ve il meclislerinin yaklaşık yüzde 10 daha az üyesi olacak.

Yerel meclislerin ve il meclislerinin sayısı, ilgili birimin nüfusunun büyüklüğüne bağlıdır. Nüfusu 1.000’e kadar olan birimler en az temsilciye (7) sahipken, 300.000 ve üzeri nüfusa sahip birimler en fazla temsilciye sahip olacaktır (47).

Milletvekili sayısı, belirli bir birimin nüfusunun büyüklüğüne de bağlıdır. 250.000’den fazla nüfusa sahip ilçeler iki vali yardımcısı seçecek ve 100.000’den fazla nüfusu olan şehirler iki belediye başkan yardımcısı seçecek. Nüfusu 250.000’den az olan ilçeler bir vali yardımcısına hak kazanır ve nüfusu 10.000 ile 100.000 arasında olan ve aynı zamanda ilçelerinin merkezi olarak hizmet veren şehirler de bir belediye başkan yardımcısına sahip olacak. Nüfusu

10.000’den az olan kasaba ve belediyelerin bir belediye başkan yardımcısı atama hakkı ise yoktur.

Belediye başkanı ve ilçe valisi adaylarının, doğrudan seçilmek için seçime katılan seçmenlerin oylarının %50’sinden fazlasını almaları gerekmektedir. Belirli bir birimdeki adaylardan hiçbiri gerekli çoğunluğu elde edemezse, en fazla oy alan adaylardan ikisi 30 Mayıs’ta yapılacak ikinci tur oylamaya gidecektir.

Cumhurbaşkanlığı veya parlamento seçimlerinin aksine, yerel seçimlerde seçmenler Hırvatistan’da veya yurtdışında başka bir yerde değil, yalnızca ikamet ettikleri yerde oy kullanabilirler.

 

Kaynak: Total Croatia News

Tarih: 14.04.2021

 

Krivokapiç: Yasal Bir Zorunluluk Olduğu İçin Djukanovic ile Görüşüyorum

Karadağ Başbakanı Zdravko Krivokapiç, Cumhurbaşkanı Milo Djukanoviç ile yasal yükümlülüğü olduğu için görüştüğünü ve parlamento çoğunluğunun liderleriyle bugünkü toplantıdan uydurma meseleler konuşulduğu ve hakikatlere izin vermediği için ayrıldığını söyledi. Demokratik Cephe liderleri, Krivokapiç ile görüşmenin başarılı olmadığını ve nedenlerini açıklamak istemeyen Djukanoviç ile bugün görüştüğünü söylediler.

Başbakan Yardımcısı Dritan Abazoviç tarafından her ne kadar hükümet içinde bir kutuplaşma olmadığı söylense de Başbakan Krivokapiç’in sözleri aksini düşündürdü. On yılı aşkın süredir iktidar olan Djukanoviç kabinesini aşmayı başarabilen son hükümet, iktidarı paylaşmanın zorluğunu yaşıyor.

Twitter’da Djukanovic ile hiçbir zaman gizlice görüşmediğini belirten Başbakan: “Onunla onu sevdiğim için değil, başbakan olarak yasal yükümlülüğüm olduğu için görüşmüyorum.” dedi. Savunma ve Güvenlik Konseyi’nin bir sonraki oturumu için bugün Villa Gorica’da Djukanovic, Meclis Başkanı Aleksa Becic ve Savunma Bakanı Olivera Injac’ın da katıldığı bir hazırlık toplantısı düzenlendiğini açıkladı. Krivokapiç, parlamento çoğunluğunun liderleriyle toplantıdan ayrıldığını, çünkü söylediği gibi uydurma ve hakikatlere izin vermediğini söyledi. Ona göre: “Ucuz siyasi puanlar kazanmak için yalanları yaymak yeterliydi.”

 

Kaynak: Mina News

Tarih: 12.04.2021

 

Djukanovic: Karadağ ve Kuzey Makedonya’nın Durumu İlişkilerin İyi Korunabileceğinin Bir Örneği

Karadağ Cumhurbaşkanı Milo Djukanoviç, Kuzey Makedonya Büyükelçisi Mihajlo Trpkoski ile yaptığı görüşmenin ardından görüşlerini paylaştı. Djukanoviç’e göre Karadağ ile Kuzey Makedonya arasındaki işbirliğinin herkese bir örnek teşkil edebilecek düzeyde. Cumhurbaşkanının ofisinden duyurulduğu üzere Djukanoviç, Karadağ ile Kuzey Makedonya arasında işbirliğinde açıklık, sürekli deneyim alışverişi ve ortak değerlerin uluslararası düzeyde desteklenmesi ile karakterize edilen dostluk ve ortaklık ilişkilerine dikkat çekti. Djukanoviç: “İki ülke zaten NATO içinde müttefik, AB’ye katılma zorluğuyla ve istikrarı ve Avrupa perspektifini korurken bu ortak hedefe ulaşma sorumluluğuyla karşı karşıyalar.” dedi.

Cumhurbaşkanı, Karadağ’ın Kuzey Makedonya’daki olayları yakından takip ettiğini belirterek, NATO üyeliğini ve geçen yıl AB Konseyi’nin bu ülkeyle katılım müzakerelerini başlatma kararını bir kez daha tebrik ederek, yavaşlama endişesini dile getirerek, ancak aynı zamanda Kuzey Makedonya’nın geleceğine de güvenerek Yunanistan ile yapılan bir anlaşmayla sabır ve siyasi bilgelikle yapıldığı gibi Bulgaristan ablukasının üstesinden gelmek. Djukanoviç, ikili düzeyde, özellikle savunma, dışişleri ve bilim alanındaki bölünmüş işbirliğine yüksek not verdi ve iyi bir ekonomik işbirliği seviyesi ile ekonomik bağların daha da güçlenmesi beklentisini dile getirdi. Cumhurbaşkanının ofisinde, “Cumhurbaşkanı Steve Pendarovski’nin bu yıl içinde Karadağ’a yapacağı ek ziyaretin, özellikle dört gözle beklediğimiz bu tür gelişmelere ek ivme kazandıracağını vurguladı.”

Her iki ülkedeki karmaşık epidemiyolojik durumu göz önünde bulunduran Djukanoviç, yakında daha güvenli bir yaşam ve daha yoğun eyaletler arası iş birliği için koşullar yaratacak daha verimli aşılamayı umduğunu söyledi. Başkana ilgiden dolayı teşekkür eden Trpkoski, Karadağ gibi dost bir ülkede diplomatik görev yapmanın bir ayrıcalık olduğunu vurguladı.

 

Kaynak: CDM

Tarih: 13.04.2021

 

Abazovic: İktidar Koalisyonu İçinde Bölünme Yok

 Karadağ Başbakan Yardımcısı Dritan Abazoviç, ülkede mevcut iktidar koalisyonu içinde bir bölünme olmadığını söyledi. H1 ile yaptığı röportajda muhalefetin görev süresinde bitiremeyeceği konuları vurguladığını anladığını belirtti. Abazoviç, “Başkentini korumak amacıyla anlaşmazlığa yol açabilir. Ancak Adalet, İnsan ve Azınlık Hakları Bakanı Vladimir Leposaviç bunu anlamak zorundaydı.” dedi. Abazoviç, Leposaviç’in “bir kabahat işlediğine” inanıyor ve bunu değerlendirmenin Başbakan Zdravko Krivokapiç’e düştüğünü söylüyor. Abazoviç, “Kararı o verdi ve şimdi kararın siyasi çoğunluğun yansıması üzerinde ne gibi etkileri olacağını görmemiz gerekiyor.” dedi.

 Başbakan Yardımcısı Abazoviç, hükümetin Srebrenica konusunda ortak bir tutumu olup olmadığı sorusuna cevap olarak hükümetin herkesin uluslararası mahkemelerin kararlarına saygı duyması gerektiği şeklinde bir tutumunun olduğunu söyledi. Abazoviç, “Sadece uluslararası mahkemeler değil, ülkemizle doğrudan veya dolaylı bağlantısı olan tüm kararlar kurumlarımızdan geçti.” diye de ekledi. Karadağ parlamentosunun Srebrenitsa’daki Soykırım Deklarasyonu’nu kabul ettiğini ve buna uymaları gerektiğini belirtti. Ona göre bu durum, “Kesinlikle bir ilke meselesi olan bir şey.”

 

Kaynak: Mina News

Tarih: 14.04.2021

 

AB Üyeliği Netleşiyor Mu?

Kosova Dışişleri ve Diaspora Bakanı Donika Gërvalla, Belçika’nın Priştine’deki Diplomatik Misyonu Şefi Jean-Louis Servais ile bir görüşme gerçekleştirdi. Gërvalla, Kosova’ya sürekli sunduğu destek ve iş birliği için Servais’e teşekkür etti. Görüşmede, ikili ekonomik alanda iş birliğini koyulaştırma ihtiyacı ile iki hükümet arasında sistemli istişarelerin yeniden başlaması tartışılırken, Kosova için vize serbestisi sürecinden de söz ettiler. Görüşmenin sonunda Servais, Kosova’nın Avrupa Birliği ve NATO’ya giden yolunun net olduğu vurguladı. Aynı zamanda, Avrupa Birliği’nin Kosova Ofisi Şefi Thomas Szunyog, görüşlerini ve yönetim planını kendisiyle paylaşan Kosova Başbakanı Albin Kurti’ye teşekkür ederken, Kosova’nın Avrupa Birliği yolculuğunu destekleyeceklerini de belirtmekten kaçınmadı.

 

Kaynak: Kosova Haber

Tarih: 12.04.2021

 

Resmi Fotoğraf Seçimi Gerçekleşti

Devlet Protokolü uyarınca, Cumhurbaşkanlığı görevine yerleştirilen Vjosa Osmani’nin resmi fotoğrafı bugün seçildi. Cumhurbaşkanı’nın fotoğrafını, dört sanatçı, devlet protokolünün temsilcisi, Kosova Meclisi protokol temsilcisi ve Kosova Cumhurbaşkanlığı’ndan iki temsilciden oluşan bir komisyon seçti. Protokol Yasasının 20. maddesinin 3. fıkrasına göre, Cumhurbaşkanı fotoğrafının Kosova Cumhuriyeti’nin tüm kurumları tarafından ofislerinde bulunması zorunludur. Daha sonra Cumhurbaşkanı Osmani, eski Kosova Cumhurbaşkanları Fatmir Sejdiu, Atifete Jahjaga ve Behgjet Pacolli ile görüşmeler gerçekleştirdi. Osmani, eski cumhurbaşkanlarını, devletin ilerlemesi için gerekli olan kurumsal belleğe yeni bir kurumsal saygı kültürü eklemeye ve onu geliştirmeye çağırdı. Atifete Jahjaga, Osmani’yi eski cumhurbaşkanlarıyla istişare geleneğini sürdürdüğü için tebrik ederken, Pacolli ise Kosova’nın düzgün bir temsiliyete sahip olmasından hoşnut olduğunu söyleyerek Osmani’ye yakın kalma sözü verdi.

 

Kaynak: Ibna

Tarih: 13.04.2021

 

BM Güvenlik Konseyi Toplantısında Kosova Sembolü Tartışması

BM Güvenlik Konseyi toplantısına, Rus Elçi Dmitry Polyanskiy’nin, Dışişleri Bakanı Donika Gërvalla’nın arka planında Kosova bayrağının sergilenmesine tepki göstermesi üzerine ara verildi. Polyanskiy, “Burası bir bölge ve BM Güvenlik Konseyi’nin sekiz üyesi Kosova’yı bir devlet olarak tanımıyor” dedi ve toplantının devam etmesi için arka planı değiştirmesini veya bayrağı kaldırmasını istedi. İngiliz sözcüsü ise Priştine temsilcisinden Kosova bayrağı arka planını değiştirmesini istemenin hiçbir nedeninin olmadığını belirtti. Sırbistan Dışişleri Bakanı Nikola Selakoviç, Kosova’nın sahte devletinin sembollerini tanıtmak amacıyla sanal formatın Priştine tarafından kötüye kullanılmasını protesto etti ve Güvenlik Konseyi kurallarının açık bir ihlali olduğunu söyledi. Ara verilen toplantıya temsilcinin arka planı değişmeden devam edildi. Güvenlik Konseyi de üyeleri, aralarındaki ilişkilerin normalleşmesi için AB arabuluculuğunda yürütülen müzakereleri sürdürmeye çağırdı.

 

Kaynak: Panorama.al

Tarih: 13.04.2021

 

Renkli Devrimler Makedonya’da Siyasi ve Sosyal Gerçeklikte Büyük Değişimleri Tetikledi

Başbakan Zoran Zaev demokrasi ve adalet için başlayan sivil hareket olan Renkli Devrimlerin 15. yılında getirdiği en büyük faydanın vatandaşın artık özgürlüklerini onlardan kimsenin alamayacağını ve aksi bir durumda bu değerlerini nasıl koruyacaklarını öğrenmeleri olduğunu söyledi.

 

Kaynak: MNA

Tarih: 12.04.2021

 

Kuzey Makedonya’nın Muhalefet Liderleri Salgın Paketi için Söz Verdi

Muhalefet liderleri, hükümetin salgının ekonomik zararlarına çözüm olması için bir mali salgın destek paketi çıkarabilmek için önceki verdikleri değişiklik ve önergeleri geri çekeceklerini ve salgın paketini kolaylaştırmaya yol açacaklarına söz verdiler.

 

Kaynak: dtt-net.com

Tarih: 13.04.2021

 

Makedon Muhalefet Yolsuzluk Soruşturması Sebebiyle Başbakanının İstifasını İstiyor

VMRO-DPMNE Partisi’nin lideri olan Hristijan Mickoski Başbakanlık Genel Sekreter Dragi Rashkovski’nin yolsuzluk soruşturmasının ardından çarşamba günü bir basın toplantısı düzenledi ve Başbakan Zoran Zaev’den istifasını istedi.

Yalnızca Yolsuzlukla Mücadele Komisyonu’nun Rashkovski’nin soruşturmasında yanlışlar bulması üzerine salı günü istifa eden Rashkovski’yi değil hükümetin tamamının suçlu olduğunu iddia eden Hristijan, bir memurun veya üniversitede bir profesörün mal varlığının çok olamayacağı, ekonomik açıdan zor bir dönem olan pandemide bile lüks tatillere gidemeyeceği hakkında açıklamalarda bulundu.

 

Kaynak: exitnews

Tarih: 15.04.2021

 

Sırbistan ile IMF Arasında Müzakereler Başladı

12 Nisan’da, Sırp temsilcilerle IMF heyeti arasındaki resmi müzakereler, video formatında gerçekleşen bir genel kurul toplantısıyla başladı. Toplantıda Sırbistan’ın para politikası ve mali sistemi ele alındı. Bu, Sırp haber ajansı ‘Politika’ tarafından bildirildi.

Toplantıda ayrıca koronavirüs salgını bağlamında güncel finansal, parasal ve genel makroekonomik eğilimler ele alınacak.

Buna ek olarak, Uluslararası Para Fonu’nun tüzüğünün IV. Maddesine ilişkin istişareler, siyasi süreçlerin ortaya çıktığı makroekonomik yapının ve daha fazla ekonomik büyüme beklentilerinin kapsamlı bir analizini de ima etmektedir.

Analiz aynı zamanda ekonomik politikanın yeterliliği, dış istikrar ve ülkenin dış borcunun sürdürülebilirliğinin bir değerlendirmesini de içermektedir.

 

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 13.04.2021

 

Rus Sputnik V Aşısının Üretimi Sırbistan’da Başladı

Rusya Doğrudan Yatırım Fonu’nun (RDIF) 14 Nisan’da bildirdiğine göre, koronavirüs Sputnik V’e karşı Rus aşısının üretimine Sırbistan’da başlandı.

Fonun basın servisi, “Rusya Doğrudan Yatırım Fonu (RDIF, Rusya Federasyonu’nun egemen varlık fonu) ve Torlak Viroloji, Aşılar ve Serumlar Enstitüsü, Sırbistan’da Rus Sputnik V koronavirüs aşısının üretimine başladığını duyurdu” dedi.

Sırbistan’ın “Güney Avrupa’da Sputnik V’i üreten ilk devlet” olduğu kaydedildi.

RDIF ayrıca, Sırbistan’daki Rus aşı üretiminin en sert standartları karşıladığını vurguladı.

IA REGNUM tarafından bildirildiği üzere, 14 Nisan’da Belarus Sağlık Bakanlığı, Belarus baskısının koronavirüs “Sputnik V” e karşı Rus aşısının kullanılmasını resmen onayladı.

 

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 14.04.2021

 

Yunanistan, Balkan Bölgesindeki Yeni Atılımları İzliyor

Mali çöküş nedeniyle bölgedeki bir zamanlar güçlü etkisinin azaldığı önceki on yılın ardından, son yıllarda ortaya çıkan yeni jeopolitik gerçekler göz önüne alındığında, Yunanistan şimdi Balkanlara dönüşü bekliyor. Kuzey Makedonya ile isim meselesi gibi diplomatik sorunların çözümü ve aynı zamanda Batı Balkan ülkeleri için Avrupa üyelik umutlarının açılması, Yunanistan’ın diplomatik başkentine yatırım yapmasının yolunu açtı. Yunanistan, Türkiye’nin komşuluğundaki menziline muhalefetinin yanı sıra, Balkan bölgesinin Rus ve Çin etkisinin kısıtlanması hattına dahil edilmesi gerektiği yönündeki Amerikan pozisyonu göz önüne alındığında bir rol arıyor. Dahası, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki Batılı ve ılımlı Müslüman ülkeler arasında bölgede radikal İslam’ın yükselişine ilişkin ortak bir endişe var. Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’ın göreve geldiği günden bu yana Balkanlar’da özel olarak yer alması da Atina’nın bölge için yeni bir plan temelinde ilerlediğini gösteriyor. Özellikle son aylarda Yunanistan, ortaklarıyla Balkan diplomasisini artırdı.

 

Kaynak: Ekathimerini

Tarih: 12.04.2021

 

Yunanistan: Yeni Midilli Göçmen Kampına Yeşil Işık Yaktı

Yerel belediye meclisi tarafından yapılan oylamadan sonra Yunanistan’ın Midilli adasında yeni bir göçmen kampına izin verildi. Kampın kesin konumu henüz belli değil. Kuzey Ege’deki Midilli Adası’ndaki Midilli Belediye Meclisi, ilk olarak 7 Nisan Çarşamba günü toplantı ve görüşmeler, yeni, modern, kapalı kampın inşa edilmesi için bir uzlaşıyı onaylamadan önce hafta sonu devam etti. Bununla birlikte, konsey, sığınmacılar için Vastria’nın ücra bir yerinde yeni tesisin kurulmasına ilişkin önceki kararı teyit etmek yerine, ikinci bir seçenek olan yeni tesisin belirli bir coğrafi atama olmaksızın kurulması lehine oy kullandı. Yer, daha sonraki bir tarihte konsey tarafından belirlenecektir. Hareket, varlığı yerel halk ve Vastria bölgesinde planlanan alanın yakınında yaşayan toplulukların güçlü muhalefetiyle karşılanan AB İçişleri Komiseri Ylva  Johansson’un ziyaretinden sadece bir hafta sonra geldi. Yeni sitenin tam yeri henüz görülecek, ancak raporlar, herhangi bir kasaba veya köyden uzakta, uzak bir yerde olacağını belirtti. Yeni yapının standart kapasitesi 3.000 kişi olacak, ancak 2.000 kişiyi daha ağırlayabilecek. Ruhsatlandırma süreci ve tesisin inşasına ilişkin ihalenin bu ay içinde duyurulması bekleniyor.

 

Kaynak: İnfo Migrants

Tarih: 13.04.2021

 

Grecian Air, Yunanistan’da Adaları Bağlayan Deniz Uçağı Hizmetini Başlatacak

Yunanistan’da gelişmekte olan bir deniz uçağı operatörü olan Grecian Air tarafından yapılan bir duyuru, bürokratik gecikmelerin neden olduğu birkaç yıllık beklentinin ardından, adaları anakaraya bağlayan deniz uçağı uçuşlarının başlangıcı için yeni bir umut uyandırdı. Şirket, Eylül 2021’de ilk olarak Yunanistan’ın batısındaki İyon Denizi’ndeki su havalimanlarından uçan 19 koltuklu üç deniz uçağıyla başlayacak. Daha sonra, Kiklad, Girit, Sporades ve Oniki Adalar ve Kuzey Ege Denizi’ndeki diğer adalarda daha fazla su havalimanının ruhsatlandırılmasıyla filosunu sahipli ve kiraladığı uçaklarla kademeli olarak büyümeyi planlıyor.

 

Kaynak: Greek Reporter

Tarih:14.04.2021

 

“Yunanistan 2.0”: Yunan Ekonomik İyileştirme Planı Açıklandı

Yunanistan’ın COVID-19 sonrası gerçekliği için Ekonomik İyileştirme Planı olan ‘Yunanistan 2.0’, Avrupa Yatırım Bankasının (EIB) toplam 5 milyar Euro’yu (5,95 milyar $) yönetmeyi kabul etmesiyle ortaya kondu. Atina, Avrupa Birliği’nin 750 milyar euroluk İyileştirme ve Dayanıklılık Kredisinden (RRF) yaklaşık 30 milyar euro alacak ve önümüzdeki altı yıl içinde ucuz krediler ve yatırımcılardan 27 milyar euro daha bekliyor. AB Kurtarma ve Dayanıklılık Fonu, koronavirüs salgınının neden olduğu ekonomik ve sosyal hasarın onarılmasına yardımcı olmayı ve modern ve daha sürdürülebilir bir Avrupa’nın temellerini atmayı amaçlıyor. Toparlanmayı hızlandırmak için tasarlanan geçici araç olan NextGenerationEU ile birlikte AB’nin uzun vadeli bütçesi, Avrupa Birliği aracılığıyla şimdiye kadar finanse edilen en büyük teşvik paketi olacak.17 Aralık 2020’de, COVID-19 sonrası Avrupa’nın yeniden inşasına yardımcı olmak için toplam 1,8 trilyon € ‘nun kullanılmasına karar verildi. Paketin bir kısmı, daha yeşil, daha dijital ve daha dirençli bir Avrupa yaratmayı da gerektiriyor .Bu bağlamda, Ulusal İyileştirme ve Sürdürülebilirlik Planı, özel sektörden önemli güçleri harekete geçirmeyi, özel yatırımları artırmayı ve Kamu-Özel Ortaklıklarını ve Enerji Hizmet Şirketlerini önemli kamu yatırım çabalarında kullanmayı amaçlamaktadır.

 

Kaynak: Greek Reporter

Tarih: 14.04.2021

 

Başbakan Mitsotakis, Yunanistan ve Libya’nın Deniz Alanlarının Sınırlandırılması Konusundaki Görüşmeyi Kabul Ettiğini  Açıkladı

Başbakan Mitsotakis, Libya Cumhurbaşkanlığı Konseyi başkanı Mohamed el-Menfi ile Çarşamba günü yaptığı görüşme sonrasında yaptığı açıklamada, Yunanistan ve Libya’nın Akdeniz’deki deniz bölgelerini belirleme konusunda görüşmelerde bulunmaya karar verdiklerini söyledi. Görüşmeden sonra yaptığı açıklamada Mitsotakis, iki liderin, “Yunanistan ile Libya arasında deniz bölgelerinin sınırlandırılması konusundaki müzakerelerin derhal yeniden başlatılması konusunda anlaştıklarını” söyledi. Başbakan ayrıca, “Libya halkının ülkenin kaderini kendi ellerine alabilmesi için” seçimlerin yapılmasının ön şartının, bütün askerlerin Libya’dan çekilmesi olduğunu vurguladı. Libya’nın Yunanistan’ı Avrupa Birliği’nin kapısı olarak gördüğünü söyleyen El Menfi, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nden uluslararası desteğin önemini vurgulayarak, Yunanistan’ın tüm uluslararası forumlarda desteğini sürdürebilme  umudunu dile getirdi.

 

Kaynak: Atina Makedon Haber Ajansı

Tarih:14.04.2021

 

Bulgaristan ve 12 AB Ülkesi Aşı Pasaportu Uygulaması Konusunda Anlaştı

Avrupa Birliği üyesi 13 ülkenin, turizm için Kovid-19 aşı sertifikalarının uygulanması için gerekli olacak yedi kriter üzerinde anlaştığını bildirdi.

Avusturya Sürdürülebilirlik ve Turizm Bakanı Elizabeth Koestinger, “Dijital yeşil sertifikalar bu yaz Avrupa turizmi için bir hayatta kalma meselesi” yorumunu yaptı.

Plana göre, önümüzdeki yaz sezonu için seyahat özgürlüğü sağlayan aşı sertifikası uygulaması Haziran 2021’e kadar başlayacak. Bu karar, önceki AB planlarıyla uyumlu.

Girişime katılan 13 AB ülkesi Bulgaristan, Hırvatistan, Kıbrıs, Danimarka, Fransa, Almanya, Yunanistan, İtalya, Malta, Portekiz, Slovenya, İspanya ve Avusturya. Koestinger’in girişimiyle 13 AB üye ülkesinin temsilcileri çevrimiçi bir zirve toplantısına katıldı.

Toplantıda Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu ve AB Konseyi Başkanlığına gönderilmek üzere turizm sektörüne yönelik yedi öncelik belirlendi.

Koestinger, “Turizm sektörüne yönelik en önemli öncelik dijital yeşil sertifikanın Avrupa düzeyinde hızlı bir şekilde uygulanması. Seyahati kolaylaştırması ve Avrupa’da turizm sektörüne yeni bir bakış açısı kazandırması için kararın Haziran 2021’e kadar pratik uygulamasının başlamasını bekliyoruz” dedi.

Avusturya’da amaç, bu sertifikaların sayesinde birisinin aşı olup olmadığını, hastalıktan iyileşip iyileşmediğini veya test edilip edilmediğini görebilmek.

Bu aşı sertifikası, diğer AB üye devletlerinde de karşılıklı olarak uygulanacak. Hedef, ‘üçlü müzakerelerin’ Mayıs ayında başlaması şeklinde.

 

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 13.04.2021

 

Yunanistan’dan Türk Kara Sularına Geri İtilen 55 Sığınmacı Kurtarıldı

Ege Denizi’nde, Güneş Adası açıklarında bir şişme lastik botta sığınmacıların bulunduğu bilgisini alan Sahil Güvenlik Komutanlığı ekipleri kısa sürede bölgeye ulaştı.

Midilli Adası’na gitmeye çalışırken Yunanistan sahil güvenlik unsurlarınca Türk kara sularına itildiği öğrenilen 55 sığınmacı, Cunda Adası’ndaki Sahil Güvenlik Komutanlığı Merkezine getirildi.

Sığınmacılara giysi, yiyecek, içecek ve tıbbi malzeme yardımında bulunuldu.

 

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 13.04.2021

 

BM Güvenlik Konseyi, Kosova Raporunu Görüşecek

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bugün, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Eylül 2020-Mart 2021 dönemini kapsayan Kosova raporunu görüşülecek.

Guterres’in altı aylık Kosova raporunda, erken parlamento seçimleri, yeni kurumların kurulması ile eski Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK) liderlerine yönelik savaş suçu iddianameleri de yer alıyor. BM Güvenlik Konseyi’nde ayrıca, Kosova ve Sırbistan’a diyaloğun devam etmesi yönünde çağrı yapılması bekleniyor. Vietnam başkanlığındaki BM Güvenlik Konseyi korona virüs salgını nedeniyle video konferans yöntemiyle düzenlenecek.

 

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 13.04.2021

 

ABD Büyükelçisi: “Sırbistan salgın sırasında iyi bir dost olduğunu kanıtladı”

ABD’nin Sırbistan büyükelçisi Antony Godfrey Sırbistan Parlamentosunda, ‘Koronavirüs sırasında Sırp-Amerikan ilişkileri Bir Yıl Sonra’ başlıklı bir basın toplantısında Belgrad’ın ABD ve bölgeye iyi bir dost olduğunu kanıtladığını ve Washington’un ülkeye olan bağlılığını derinleştirdiğini ifade etti. Godfrey, Sırbistan’ın ABD vatandaşları için özel bir uçuş düzenlediğini, koruyucu donanım ve test kitleri bağışladığını ve aşı dağıttığını hatırlattı.

Büyükelçi, Sırbistan ile 20 yıldır süren USAID ortaklığını da hatırlatarak, örgütün Sırbistan’a 4,3 milyon Dolar değerinde mal ve hizmet sağladığını da sözlerine ekledi.

Son olarak, iki ülkenin gelecekteki ortaklığı konusunda büyük bir iyimser olduğunu ifade etti.

 

Kaynak: N1

Tarih: 13.04.2021

 

Karadağ Çin’e Olan Borcunu Ödemek İçin AB’den Yardım Talep Ediyor

Karadağ Avrupa Birliğinde Çin’den bir otoban için aldığı 1 milyar dolarlık borcunu ödemek için yardım talep etti.

‘China Road and Bridge Corporation’ şirketi tarafından inşa edilen yol AB periferisinde yaşanan büyük bir jeopolitik savaşın bir parçası. Financial Times’a bir röportaj veren Karadağ Ekonomi Bakanı şu ifadeleri kullandı: ”Karadağ o kadar küçük bir devlet ki bu AB için kolay bir karar olmalıdır.” ifadelerinin devamında ”Bu onlar için küçük ve kolay bir zafer olacaktır.” ifadelerini kullandı.

Siyasi Analist Stefan Vladisavljev bu durumu şu şekilde ifade etti: ‘‘Bu talep Karadağ veya bölgenin başka bir ülkesinin AB’den bölgede Çin etkisini zayıflatmak için talep ettiği ilk yardımdır.” ifadelerinin devamında, ‘‘Biz Çin’e karşı Brüksel’den bu kadar açık yardım talep eden başka bir ülke daha önce görmedik.” ifadelerini kullandı.

Karadağ 2014 yılında Çin’in ‘EximBank’ ından bir yol yapımı için 1 milyar dolar değerinde kredi almıştı. Spajiç, otobanın ilk bölümü olan yolun dörtte birini 20 milyon Euroya tamamladı, bu rakam dünyada ki en pahalı yollardan biri olma özelliğini taşıyor.

 

Kaynak: Balkan Postası

Tarih: 13.04.2021

 

AB Batı Balkanlar ve Sınırlar Konusunda Net

Avrupa Komisyonu sözcüsü Peter Stano 13 Nisan Salı günü yaptığı basın açıklamasında bazı basın kuruluşlarına göre Slovenya Başbakanı Janez Jansa’nın Brüksel’e gönderdiği ve Batı Balkanlar’da sınırların yeniden çizilmesinden bahseden kayıt dışı belge hakkındaki sorulara yanıt verdi.

Komisyon sözcüsü Stano böyle bir belgeden haberdar olmadıklarını ve bu konudaki herhangi bir sorunun ya Sloven ortaklarına ya da Avrupa Konseyi’ne yöneltilmesi gerektiğini ifade etti. Ancak AB’nin Batı Balkanlar ve sınırlar konusundaki tutumunun çok net olduğunu belirtti.

“Sınırlar konusunda değiştirilmesi gereken hiçbir şey yok. Bölgesel işbirliği, uzlaşma için çalışmalıyız, fikir bu ve katılım sürecinin mantığı bu. Amacımız tehlikeli alanlara girmeyen, AB hukukuna ve AB ilkelerine bağlı kalan bir süreçte ülkeler arasında olabilecek tüm sorunları çözmeye çalışmak” sözlerini kullandı.

 

Kaynak: N1

Tarih: 13.04.2021

 

Yunanistan Deniz Yetki Alanlarının Belirlenmesi İçin Libya’yla Müzakerelere Başlamak İstiyor

Yunanistan, Libya ile deniz yetki alanlarının belirlenmesi için müzakerelere derhal başlama konusunda mutabık kaldıklarını bildirdi.

Resmi ziyaret kapsamında Yunanistan’ın başkenti Atina’ya gelen Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi, Başbakan Kiryakos Miçotakis ile bir araya geldi. Görüşmenin ardından Yunanistan Başbakanlığından yapılan açıklamada, “Miçotakis ile el-Menfi, deniz yetki alanlarının belirlenmesi için müzakerelere derhal başlanması için mutabık kaldı.” ifadesi kullanıldı. Miçotakis’in, bu konudaki olumlu niyeti için el-Menfi’ye teşekkür ettiği belirtilen açıklamada, tüm yabancı askerlerin Libya’dan çekilmesi gerektiği belirtildi.

Açıklamada, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin derinleşmesinin önemine vurgu yapılırken yakın bir dönemde Yunanistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Kostas Frangoyannis’in ekonomi alanında iş birliği potansiyelini ele almak üzere Libya’yı ziyaret edeceği kaydedildi.

 

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 14.04.2021

 

 

 

HAZIRLAYANLAR:

Aybüke Koçak, Didem Şimşek, Dilara Nesrin Bulut, Dilek Keçeci, Ece Sumru Güvemli, Elifnur Ayhan, Hatice Deniz Hızal, İleyna Savuk, Melisa Agoviç, Rümeysa Güner, Şamil Orhan, Taha Yüceses

 TUİÇ Balkan Stajyerleri

Kadın Öz Savunma Akademisi Üzerine Deniz Eskin ile Röportaj

 

 

1- Kadın Öz Savunma Akademisi görece yeni bir oluşum, biraz bu akademiden bahseder misin?

Evet, akademi yeni sayılabilecek bir oluşum ama kurucu üyeleri Esra Sancaklı ve İdil Kandil çok uzun süredir STK alanında yer almış insanlar ve kadın hakları mücadelesinde aktif rol oynuyorlar. Akademi şu anda tüzel kişiliğine kavuştu, artık bir dernek. Akademinin asıl amacı kadınları hem mental hem de fiziksel olarak güçlendirmek. Hepimizin bildiği geleneksel anlayıştaki fiziksel öz savunma yöntemlerinden bahsetmiyoruz aslında, çok yönlü bir güçlendirmeden bahsediyoruz. Şu anda yürüttüğümüz projeler var, internet sitesinde de detaylı olarak görebilirsiniz. “Birlikte Güçleniyoruz” projesi şu anda online olarak devam ediyor, yakın zamanda Şanlıurfa ve çevre illerden kadınların katılımlarıyla gerçekleştirilecek. Geçtiğimiz hafta ise Denizli ve çevre illerden katılımın yoğun olduğu bir oturum gerçekleşti.

 

2- Staj programının amacı tam olarak nedir, uzun vadeli planları anlatır mısın?

Staj programımız dokuz aylık oldukça uzun bir süreyi kapsıyor ve biz sekiz stajyeriz. Hepimiz farklı alanlarda çalışıyoruz. Ben şu anda başka bir stajyer arkadaşımla birlikte proje yazım ve içerik kısmındayım.

 

3- Peki staj süreci nasıl gidiyor, senin için böyle bir oluşumda yer almanın anlamı nedir?

Benim için çok keyifli geçiyor, her şeyden önce akademideki insanları çok seviyorum. Çalışma mantık ve prensiplerini de hayli beğeniyorum. İlk mülakatımızda da Esra bahsetmişti çalışma sistemleri ve geleneksel STK anlayışından daha farklı hareket ettiklerinden. Ben de programa dahil olduğumdan beri yeni projeler için de var olan projeler için de ne kadar çalıştıklarını, emek verdiklerini görüyorum. Daha fazla kadına ulaşmak, pandemide deneyimlenen olumsuzluklara cevap verebilmek için çok uğraştığımız, yoğun bir dönemdeyiz.

 

4- Özellikle erişmeye çalıştığınız dezavantajlı gruplar veya bölgeler var mı?

Urfa, Kars, Denizli gibi bize çok uzak ve daha hassas gruplarda olan kadınlara da ulaşmaya çalışıyoruz. Pandemi öncesinde de Kadın Öz Savunma Akademisi bu alanlarda aktif rol oynuyordu. İnternet sitesinden de yapılan projelere göz atabilirsiniz. Mevcut koşullarda şehir şehir gezerek kadınlara ulaşmak maalesef mümkün değil, mecburen online devam ediyoruz. Dediğim gibi sadece fiziksel bir öz savunma değil, mental güçlenme üzerine de online eğitim ve söyleşi yapıyoruz bu dönemde.

 

5- Hareketin içinde aktif yer alan bir birey olarak sence bir bireyin toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak adına atabileceği adımlar nelerdir ve/veya bireyin kurtulması gereken yükler varsa sence bu yüklerden nasıl kurtulabilir?

Aslında hareketin içinde hepimiz bir yerlerden tutarak ilerlemeye çalışıyoruz. Kimimiz evde şiddete baş kaldırıyor, kimimiz sokakta şiddete karşı duruyor. Hepimiz her yerde eşitlenmek için uğraşıyoruz. En büyük yüklerden biri patriyarkanın şiddetinin boyutu. Baskı her geçen gün artıyor fakat mücadele de bununla birlikte büyüyor. Kadınlar ve LGBTİ+’lar olarak mücadele etmeyi çok iyi biliyoruz, özellikle birlikte mücadele ettiğimizde çok daha güzel somut sonuçlar alabildiğimizi düşünüyorum. Benim için en büyük yük bir arada olamamak, daha kesişimsel ve kapsayıcı bir alanda olamamanın zorluğu diyebilirim. Akademide de buna değer veren daha kapsayıcı bir feminizm çatısı altındayız ve bu beni çok memnun ediyor. En büyük zorluklardan birisi eşitlenmek. Hepimiz birbirimizi dinlemek, birbirimizin yanında olmalıyız. Şiddete uğrayan özneleri dinleyip onlara göre bir rota çizmek de mantıklı olabilir diye düşünüyorum.

 

6- Son olarak, feminist ve LGBTİ+ hareketinde aktif yer alan bir birey olarak toplumsal cinsiyet konusundaki en büyük problem sence nedir ve bu probleme karşı bireysel olarak ne yapılmasını önerirsin?

Aslında en büyük problem olarak niteleyebileceğim tek bir şey yok. Çünkü yasaların kadınların ve LGBTİ+’ların haklarını korumaması, var olan yasaların uygulanmaması, konuyla ilgili eğitimsizlikten kaynaklanan problemler ve siyasi, dini, etnik yapımız gibi pek çok faktörden bahsetmek mümkün. Ama en büyük problemlerden birisi kadın ve LGBTİ+ düşmanı, homofobik yaklaşımları sürekli yeniden üreten medya ve iktidar. Biz eğitim için, yasalar için uğraşsak da kadın düşmanı, homofobik, transfobik söylemlerle dolu bir medyatik yapı var. Hal böyleyken toplumda istediğimiz dönüşümü göremediğimizi düşünüyorum. Yine de daha iyiye gittiğimizi ve gideceğimizi düşünüyorum.   diyebilirim. Birlik olduğumuzda sesimizin çok daha gür olduğunu ve birlikte güçlü olduğumuzu unutmamamız gerektiğini düşünüyorum.

 

 

CANSU NUR TEKİN

Toplumsal Cinsiyet Staj Programı

Adú (2020)

0

Spanish director Salvador Calvo’s 2020 drama movie “Adú” revolves around three connected stories, all of which shed light on migration from Africa to Europe. The main story is shaped around Adú, a Cameroonian little boy who tries to escape with his elder sister from the gang of ivory poachers. Two other stories, which are of a wildlife activist and a civil guard in Melilla, indirectly affects Adú’s journey on his way to Spain, where he hopes to meet his father. The movie does not have a specific genre, it is neither a biography nor a documentary. However, its scenario is based on events that a child refugee might have to cope with for real.

The movie starts by a scene that depicts the struggle of asylum seekers and refugees at the borders. On the border of Melilla, which is a Spanish autonomous city bordered by Morocco on the northwest coast of Africa, while a group of refugees and asylum seekers try to cross the border, one of them gets caught to the fence. Afterwards, we find out that his name was Tatou and he was a political prisoner in Congo. As an internally displaced person (or IDP, in short), what drove Tatou to the borders was to oppose or criticize the government. So, instead of being imprisoned, he sought for a better living in a different country as a refugee. Unfortunately, on his way to a safer future, he dies at the border right after one of the civil guards hits him with his baton. In the movie, we witness the self-confrontation and remorse of one of the other guards, Mateo, who did not speak up in court against his fellow. Although Matteo feels the shame of the cruel attitude towards refugees and asylum seekers, his colleague has completely different thoughts about migration. When the guardian who hit Tatou to death talks about it, he blames migrants for running away from their problems at their homes. However, most of the time, the problems that migrants try to avoid are inevitable or not local but global issues. The migration itself is not a problem, but the policies handling it may cause problems both to the migrants and to the citizens of the host country. The unawareness of the guard of the truth behind migration, which may be forced or voluntary, is a common mistake per se. Moreover, migration is a fact of humankind since time immemorial. Sometimes due to political conflicts, other times due to environmental factors like drought, vast amounts of people had to leave their countries behind and start all over again as strangers at their new homes. What is new is not the concept of migration, but the borders that separate us. Before the notion of institutionalized sovereign states, when people did not need either any visa or residence permit to visit or to live in a certain country, terms of illegal or irregular migration had not been coined yet. There were neither checkpoints at borders to pass nor fences to cross. As the ownership of land became a matter of fact, so did the ownership of problems. Furthermore, most of the problems arisen in peripheral countries directly or indirectly originate from exploitative policies of core countries. For example, main contributors to global warming are industrialized and thus developed countries, yet the third world countries are most vulnerable to its effects. Hence, it would be outrageous to claim that climate change due to global warming is the problem of several countries and not of the others. Apart from that, labeling migrants as weak would be to underestimate the hardships they face on their way. Most of the time, it is harder to leave than to stay, and it must hold for migrants, as well.

Beyond any doubt, the most striking story in the movie was Adú’s story. Watching his journey and witnessing all the emotional and physical trauma he experiences along his way, also knowing that he is only a child, the audience of the movie cannot get away without showing empathy towards him and understanding the tough situation he went through. After ivory poachers broke into his house and attacked his mother, he was left with no choice but to run away with his sister. As two children with no visa and no money, the only way they could flee the country was to resort to smugglers. Just like in the movie, thousands of migrants try to pass borders at the cost of putting their lives in danger every year. The lack of documents or insufficient amounts of money are, most of the time, the main reasons why migrants or refugees do not employ conventional ways to enter the country they wish to go. Fatefully, many cannot see the end of the trip and lose their lives on the way. The tightening of migration policies and increasing selectiveness of receiving countries also contribute to the prevalence of human trafficking nowadays. The depiction of the fall of Adú’s sister’s frozen body off the plane may be a cinematographic exaggeration, yet it should not be forgotten that seas and oceans have become the graves of hundreds of refugees and migrants today. Adú luckily ends up at a juvenile detention center in Melilla but loses his loved ones on his way.

Another shocking story in the movie was undoubtedly Massar’s, which touches upon the sexual harassment of refugees, especially the women and children. Procuration of sex workers is all by itself a big issue, this underground economy is predictably one of the biggest industries in the world. Targets are the most vulnerable members of the society, so the exploitation of migrants is only to be expected. Besides, the victims of the sex trade must deal with not only the sexual abuse, but also the venereal diseases they are subject to. In the movie, we saw how desperate Massar was to earn money, as both him and Adú were starving and had not eaten anything for a while. Consequently, in order to make money, he caught a disease that possibly would kill him, but he refused to go to emergency owing to the fear of being deported. Like Massar, irregular migrants often evade going to the hospital even in most life-critical cases at the cost of their lives, though they can benefit from emergency services without any charge.

The movie ends with some statistics about migration, when its audience confronts with what s/he just watched was not only a movie, but the fact of life for nearly 70 million people, half of which are children. It is easy to watch drama when the story holds only for the movies. Nevertheless, showing the fact that millions face such inhuman conditions every day, the movie certainly raises awareness about the living conditions of refugees and asylum seekers.

Zehra Ayça Sakal

Migration Studies Staj Programı

Turkey, Bridge Between Two Poles: A Brief Study of Turkey’s State During the Cold War Era

Abstract

After World War II, the United States of America (USA) and the Union of Soviet Socialist Republics (USSR) became the superpowers. Previous war allies, The USA and the USSR started to become two great post-war rivals during the Cold War. Although an actual “hot” war never took place between two countries; the war showed itself in espionage, political destruction, and proxy wars. While Western Europe and Japan were being rebuilt with America’s Marshall Plan; Central and Eastern Europe fell under the Soviet sphere of influence, remaining behind an “iron curtain”. Therefore, with the division of Europe into a US-led Western Bloc and a Soviet-led Eastern Bloc, the world has become bipolar. The North Atlantic Treaty Organization (NATO), which was established against the USSR’s threat of communism, turned this war in favor of the USA. At the same time, the world was threatened with the nuclear weapon element, and the war ended in 1991, resulting in the collapse of the Soviet Union. In this study, the relations of US-USSR-Turkey during the Cold War period are examined. Also, Turkey’s NATO accession process is discussed.

Keywords: Cold War, USA, USSR, NATO, Turkey.

Özet

1. Dünya Savaşı sona erdikten sonra galip gelen büyük güçler Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) olmuştur. II. Dünya Savaşı müttefikleri ABD ve SSCB, savaş sonrası dönemde çok büyük iki rakip olduklarından Soğuk Savaş dönemini başlatmışlardır. Bu süreçte hiçbir zaman iki ülke arasında resmi bir savaş olmadığı gibi, casusluk, siyasi yıkım ve vekil savaşları yerini almıştır. Batı Avrupa ve Japonya, Amerika’nın Marshall Planı ile yeniden inşa edilirken; Orta ve Doğu Avrupa, adeta bir “demir perde”nin arkasında kalarak Sovyet etki alanı altına girmiştir. Dolayısıyla Avrupa’nın ABD liderliğindeki bir Batı Bloku ve Sovyet liderliğindeki bir Doğu Bloku olarak bölünmesiyle dünya iki kutuplu hale dönüşmüştür. SSCB’nin komünizm tehdidine karşı kurulan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), bu savaşı ABD’nin lehine çevirmiştir. Aynı zamanda, dünya nükleer silah unsuru ile tehdit altında kalmış, savaş 1991’de sonlanmıştır. Türkiye’nin de SSCB tehdidi nedeniyle NATO’ya katılması, Sovyetler Birliği’ne karşı önemli bir ittifak kurulmasını sağlamıştır. Bu araştırmada, Soğuk Savaş döneminde ABD’nin ve SSCB’nin Türkiye ile ilişkileri ile NATO’nun kuruluşunun tarihsel süreci, nedenleri ve Türkiye’nin bu kuruluşa katılımı incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Soğuk Savaş, ABD, SSCB, NATO, Türkiye

Introduction

This study aims to explain the process behind NATO and Turkey’s participation in the organization. To understand the establishment, the bipolar system that emerged after World War II (WWII) will be explained. Later, the United States (US) relationship with Turkey, the relations between Turkey and the Union of Soviet Socialist Republics, and finally Turkey’s stage working as the bridge country between these two poles during the Cold War era will be discussed. Finally, why and how Turkey participated in NATO will be explained.

Turkey’s geopolitical position has always been of importance to the entire world. Its military power, capacity, and strategy are more than enough to explain the significance of Turkey for the two superpowers that emerged after WWII, and led to a Cold War period: the US and the USSR.

Although once allies, these two countries have left their mark in history as they come first to mind when the “cold war” phrase is mentioned. . The term “Cold War,” first used by Bernard Baruch in 1947, also means to be a new world order. Starting in 1947 and ending in 1991, the Cold War period encompassed numerous historical events, be it the “Space Race,” the fall of the Berlin Wall, the Cuban missile crisis, and the nuclear threats. It started as a division in ideologies; one as American capitalism, and the other, Soviet communism, the Cold War marked an end with the collapse of the Soviet Union. Despite the fact that there was no physical attack between the two superpowers; several proxy wars took place in the era, such as the Korean War, and the Vietnam War.

As Turkey stands near the borders of the USSR and stood out to be an American ally after WWII, it was seen as a bridge between the two. Although Turkey got economic help first from the US, then from the USSR; it never followed the ideological policies of the USSR. When the relations with USSR got better after Stalin’s death, Turkey wanted to keep the balance and acted cautiously towards the West. Turkey’s military aid to the US in the Korean War accelerated the NATO entry process. All in all, the triangle of relations of Turkey, the US, and the USSR will be examined in this study.

1. Cold War Period

1.1. The US During the Cold War

After dispersing the initial effects of the Second World War, the United States have developed a containment policy, aiming to prevent the spread of communism around the globe. The United States’ main motivation was to, as the winner of the Second World War, create new markets and a “world-shaping” political position in the globe for themselves. However, the spread of communist ideology was the biggest threat to the opportunity. It pushed the US to take action on a global scale. Therefore, the US has focused on financial aids to the countries which were at the risk of falling into the cold hands of communism during the early Cold War Era.

Harry S. Truman was the president during the early Cold War period, in his presidency, a foreign policy called Truman Doctrine has developed. Truman Doctrine aimed to provide financial assistance to Greece and Turkey who were experiencing communist uprisings. The Doctrine showed the country’s ambition and drew borders of the Cold War. Truman Doctrine was the first step of the containment policy. The same ideology led to the economic support to sixteen western countries with the Marshall plan and the foundation of NATO (North Atlantic Treaty Organization). Thus, overall domination of the Western sphere by the United States. Scooping for more eventually pushed the US all the way to the proxy wars. Two great powers of the era did not risk engaging in any direct conflict or clash, however, they provided either financial help or military equipment and training to other countries who were experiencing civil wars over “their” ideologies. Nonetheless, the US sent troops to two significant civil wars in Asia, the Korean War and the Vietnam War. The motivation behind the intervention was to “secure” the freedom of Korean and Vietnamese people. The US was “over” ambitious during the Cold War, which caused a lot of financial burdens, serious reactions, and polarization in the country.

During the Cold War, the Soviet Union and the United States have actively imposed their ideologies on politically unstable countries. Also, the two great powers have constantly interfered in the domestic politics of these countries. Some of the military interventions in Turkey were openly supported by the US, officers who were in charge during interventions needed to have the approval of the US, NATO first. The same rules applied for the “USSR-shaped” communist countries, Prague Spring and Hungarian Uprising are significant examples of the same attitude. The USSR directly interfered with the satellite countries in cases of uprisings. However, the US and the USSR put greater importance on some “under the influence” countries that were closer to threat. For example, Cuba was of great importance to the USSR during the Cold War, and they have established strong political relations. Cuba was almost like a physical barrier and a reminder of a communist “threat” to the US. Likewise, Turkey was one of the most significant allies and an important front for the US during the Cold War. At some point, the two great powers set up nuclear missiles to these two countries, which later caused a global-scale crisis. All in all, the Cold War was a series of strategic moves by two sides. Although they did not engage in a “hot” war, it was a hot and interactive period.

1.2.  Turkey as American Ally in the Cold War Era 

Turkey and the United States had strong but also fragile relations during the Cold War. Without any doubt, Turkey was a strong barrier for communist ideology on the eastern front, and also it was seen as a “key” to the Middle East by the US. Until the 1960s, Ankara-Washington relations were bilaterally beneficial and progressive. However, while examining mutually useful relations, one should not forget to take Turkey’s government (during the 50s) into account. The ruling party (Democrat Party) and the prime minister Menderes were supporters of the US penetration into Turkish Politics. On the surface level, Marshall Plan and Turkey’s NATO membership were successful moves by the government in terms of Westernization of the country. Even so, it was an act of impeding for country’s economic liberation and full independence. Some may claim momentous conjuncture required Turkey to side with the West at the cost of its economic independence. However, it should not be forgotten, this penetration was not a temporal situation, it crippled the country’s future for good. Menderes administration had a soft belly for American stance. The government did their best to impress the US’ opinion about Turkey, and from time to time proved the country’s worthiness in the Western seats. It was not until the 1960 Turkish coup d’état; the US showed an interest in the undemocratic tendency in Turkey. The US was very well aware of the populist moves by the Democrat Party (DP). However, there was no drawback from Washington until the military intervention. Neither Truman’s presidency nor the Eisenhower administration bared a hand to the country in the “undemocratization” period. With the Marshall Plan, financial aid and military assistance “over-flew” to Turkey. 184 million dollars were granted to Turkey (Çağrı, 1996). It created a temporary boom in the economy. The aid had so much influence on the country that, it created a demographic change. Unplanned urbanization and devastation in the economic development of the country were on the horizon. The US aimed to create an alliance and military control over the region with this aid yet, it served the country so well that the aid brought the economic dependence of Turkey. From the military perspective, after Turkey’s entrance to NATO, the US has built the İncirlik Air Base. Thus, the first status of forces agreement was signed. In conclusion, the US secured more than they intended to do. The US-Turkey relations during the early stages of the Cold War were respectably advantageous for both sides. America has assured its military station in the Middle East and Menderes administration impressed the public with the economic boom.

1.3. Heating Relations in the 60s: The Rise of Anti-Americanism 

The 1960s was a period of upheaval and unbalance between two allies. During the 50s parties maintained a relatively benevolent relationship, however, with the military intervention and change in domestic politics, anti-Americanism rose. It cannot be claimed that anti-Americanism in Turkey came into being in the 60s, yet, it was on the rise, politicians, university students, workers, unions and even some academicians were publicly protesting. Mostly, leftists were associated with anti-Americanism, however factually, this was not the case (Ünlü, 2015); American attitude in the Cyprus dispute led to reactions from all over the public. Leftists and some rightest groups have found a common “enemy”. In the Johnson Letter, the American administration was openly threatening Turkey, plus there were some demeaning statements. It was so impactful that it led to a change in Turkish foreign relations strategies. The letter is considered the first complication between Turkish-American relations. Unfortunately, this incident happened only 2 years after the Cuban Missile Crisis, which back in 1962 put Turkey in a notably dangerous position. It is clear that Turkey showed great sympathy for the crisis and did its part. However, it was not the case on the American side when Bloody Christmas took place. From the domestic perspective, one can claim that anti-Americanism in Turkey reached its peak throughout the end of the 60s. Huge protests took place with the arrival of the Sixth Fleet to Bosporus. It was a manifestation by the US to globally display Turkish-American alliance and friendship, moreover a show of strength to the USSR. However, the “exhibition” did not go as it was planned. The visit sowed the seeds of polarization in Turkey, which will then become the biggest issue of the country. It led to the incident called the Bloody Sunday. The conflict between leftists and rights took the lives of two students and left one hundred and fourteen people with serious injuries. This was not the end of anti-Americanism, thus sadly, it was not the end of conflicts and deaths, on the contrary, it was only the beginning. In the upcoming decades, hundreds of people died due to conflicts between parties, and hundreds were condemned to death in the 1980 Turkish coup d’état. First and the last, the 60s could be considered the beginning of the international crack between Turkish-American relations, which then eventually led to an impactful disengagement in the relations, an embargo.

1.4. An Alliance Which Will Never Recover Fully: Turkish-American Relations Until the Dissolution of the Soviet Union

The beginning of the 1970s marked a change in Turkish domestic politics; a second military coup, and increasing street violence, performed by leftist and rightist conflicts, created turmoil. One could claim, from the 60s till the end of the 80s Turkish governments’ agenda was so busy with internal affairs that domestic events shaped foreign affairs. Coalition governments, military governments, and constantly changing parties, all had different approaches towards the US. Thus, in terms of foreign policies, it could be mentioned as a politically unstable era. Ecevit administration(s) was one of the dynamic periods during the era. Under his prime ministry, the Turkish government ignored the Johnson Letter and the Turkish Army invaded Northern Cyprus in 1974. Concerning the general principles of International Law, the standpoint of this action; whether it was correct or not, is still a matter of discussion. However, one thing is certain; although there were public pressure and a political benefit, Turkey’s main motivation was to save Turkish Cypriots from the brutal acts of Greek Cypriots. Thus, it was to ensure the right to life. The invasion did not please Washington. After a decade of committed “friendship” (during the 50s) and after a decade of a debatable alliance, this action was entirely individual. Although the US strongly recommended Turkey not interfere in Cyprus and tried to find common grounds in the Cyprus dispute, they failed. Congress froze the financial aid and imposed an arms embargo in the presidency of Gerald Ford. It could be claimed that the embargo created the biggest crack in the US-Turkey relations, “trust” was lost mutually. The US witnessed that when it comes to “personal” issues Turkey was headstrong and individualistic. On the other end, Turkey experienced a harsh example of, US’ “selfish” moves. In the end, this bitter experience led two countries to form a better and “lined” alliance. In the upcoming decade, till the dissolution of the Soviet Union, the two countries have found more common grounds than before and maintained their alliance respectfully. “The American approach has been amended to soothe Turkey’s worries because Washington did not want to lose an outstanding ally. Under the deteriorated Cold War conditions at the beginning of 1980s, also Turkey has preferred to follow some stabilizing (balancing) policies and strategies toward the relations with the United States” (Isyar, 2005). So, Anatolia once again fell back on “balance policy” and pursued it until this very day.

2.  The USSR During the Cold War

“Joseph Stalin saw the world after World War II as split into two camps: on the one hand, imperialist and capitalist states, and on the other, the Communist and Progressive world” (Soviet perspectives, 2016). As this quotation mentions, the world has entered a new stage which was bipolar: the Eastern Block and the Western Block.

During the Cold War era, the USSR and the US initiated space programs and this contributed to the “Space Race” a.k.a the “Star Wars” era. The USSR launched the first artificial satellite, Sputnik 1. After that, the Americans were worried that the US would fall behind its rival in the Cold War.

Because of the discrepancy between the immense wealth of the Communist Party and the poverty of ordinary Soviet citizens, Ronald Reagan’s isolation of the Soviet economy from the rest of the world, the tearing down of the Berlin Wall, paved the way for the collapse of the USSR. On December 25, Gorbachev resigned as leader of the USSR, and almost a week later, The Soviet Union ceased to exist on December 31, 1991 (History.com, 2017).

2.1.  The Relations between the USSR and Turkey before the Cold War Era

After the October Revolution, the Russian Civil War in the Soviets (1918-1922) and the Turkish War of Independence (1919-1922) were continuing in Anatolia. The first contact between the Soviet Union and Turkey is said to be Mustafa Kemal Pasha’s letters to Lenin which were written on April 26, an era identified with good-neighbourly and friendly relations. These friendly relations between the two countries continued in 1921 with the Treaty of Moscow. (Kurban, 2014).

2.2  The Relations between the USSR and Turkey during the Cold War Era

Turkey maintained its neutrality until the end of World War II. The Soviet government began to pressurize the Turkish government to allow Russian shipping vessels to pass freely through the Turkish Straits which were connecting the Black Sea to the Mediterranean.

The first signal of the intention of the USSR about Turkey showed itself in the Yalta Conference, which was held between 4-11 February 1945. During the conference, Soviet leader Joseph Stalin raised the issue that the Montreux Straits Convention had lost its validity and should be renewed. The Soviets openly demanded dominance over the Straits, however, Turkey was then moving along two major Western states like the US and Britain in the Straits issue (Kemaloğlu, & Svistunova, 2015). So, the relations between the USSR and Turkey began to get worse. In 1945- 1946, the Soviet Union saw Turkey as a threat since Turkey’s foreign policy orientation moved towards the West. Turkey demanded to depend upon the Western political, military, and economic organizations as Russia seemed like a nuclear threat right next to Turkey. By this, Turkey turned its face completely to the West. The president of the Democratic Party (DP) of the period stated that in the bipolar world, those who were not in the Western Bloc would be in trouble. Turkey’s participation in NATO, and sending troops to the Korean War, resulted in a new environment of tension in Turkish-Soviet relations (Dokuyan, 2013).

2.3  The Relations between the USSR and Turkey: The Normalization Period

Although some Soviet researchers consider the main principles of Turkish foreign policy in the early 1950s as anti-communism and anti-Sovietism, the death of Stalin softened the relations between the two countries. Stalin’s threatening attitude had a very important role, and the “peaceful coexistence” policy was followed by the USSR. It paved the way for closer cooperation with the third world. With this policy rejecting the idea that “Everyone who is not with the USSR is against it” which was followed in the Stalin period, the relations between the opposite poles began to be known as a transition from tension to a “softening” period. The USSR also supported Turkey in the Cyprus problem. Furthermore, it is known that when the US restricted economic aids to Turkey, the USSR gave financial support. Still, Turkey was estranged from the USSR in military and political spheres.

All in all, it can be said that the Cold War period constituted an era of repairing the worsening relations of the two countries after the Second World War. “Turkey recognized the Russian Federation, the successor of the USSR and the visit of the then Minister of Foreign Affairs of Turkey Mr. Hikmet Çetin in 1992 was the first official visit from Turkey to this country” (Rep. of Turkey Ministry of Foreign Affairs,” 2015).

3.  Turkey’s Strategy and Position in the International System

Turkey has adapted to the international system since the Ottoman Empire period. Turkey continues to keep pace with other countries, and Turkey’s siding with the Western Bloc during the Cold War was a necessity of participation and is a good example (Bilge-Criss, 2012). This alliance, which can be embodied with the support from all parts of the country, is NATO. The need for Turkey to join NATO is much more than substantial. Turkey also had some expectations. For instance, Turkey’s primary priority was to get rid of the neutrality policy after the Second World War and to get rid of political, diplomatic, and military isolation. Apart from this, it is possible to say that economic loneliness was the biggest problem. The Soviets were the increased threats to Turkey, unilateral economic and military aid had been provided by the United States. For this reason, Turkey, from 1945 until 1947, depended upon the Truman Doctrine and the Soviet economic isolation was alone in this fight. Although the aids started, it was predicted that these aids would come to an end in the future. At this point, NATO’s existence was of great importance for Turkey. Without some economic aid, it would not be possible to get rid of the threats of the USSR during World War II.

Foreign Minister Necmettin Sadak, during the European Economic Cooperation meeting of February 1949, stated that Turkey’s participation in NATO was not possible, England, France, Turkey, and Greece, where the “Mediterranean Pact” proposed to the establishment (Erhan, 2009). But whether this pact gave as much confidence as NATO was uncertain. Even if Turkey continued its initiatives, the alliance was known to strike difficulties in the state of Turkey’s participation in the alliance. Indeed, if Italy and also Britain did not support the accession of Turkey to set up a pact-like to have thought about the Middle East (Erkmen, 2020). In this case, there was only one option for Turkey, and that was to become a NATO member (Balcioglu, 2005). Turkey’s efforts to join NATO had also started exactly at this point, the Republican People’s Party (CHP) which was in the last days of their power on 11 May 1950 had made the first formal request to NATO for Turkey but could not get any results. Turkey had taken Italy’s support for this application, but the US, Britain, and France were opposed to Turkey’s joining NATO. So the NATO application of the Democrat Party, which won the elections on May 14, 1950, and came to power, was also rejected. The most important impression which we could draw here is the determination of both parties Turkey’s membership in NATO as a foreign-policy objective.

3.1.  Turkey’s NATO Membership Process and the Democrat Party (DP) Period

Having won the 14 May 1950 elections, DP started its attempts to join NATO very quickly. The DP was criticizing the CHP on this issue in a way. DP showed its willingness to join NATO while in opposition, emphasizing that the initiatives of the CHP were insufficient (Erkmen, 2020). It would not be wrong to say that the CHP did not attach much importance to NATO membership as much as the Democratic Party. Prime Minister Şemsettin Günaltay said on April 30, 1949: “We are not eager to join NATO,” and he claimed that entering into such a pact had no practical benefit for Turkey (Meydan, 2017).

The DP, which won the elections, tackled the NATO issue first as soon as it came to power. Adnan Menderes and Celal Bayar stated that they wanted to be a member of NATO from the moment they came to power. However, another membership application was made on August 1, 1950, and was rejected.

3.2. The Korean War and Decision of DP to Send Military Aid to Korea

While the DP had just come to power, a civil war broke out in Korea; North Korea was under the influence of the USSR, and South Korea was under the influence of the USA (Meydan, 2017). Thereupon, the USA requested military aid from the United Nations for intervention in the USSR. The United Nations Security Council then called for aid to its member states. Following the events in Korea with great attention, the DP government envisioned this situation as a great opportunity to join NATO. According to DP, if Turkey provided military help, it could put forward a firm commitment to Western liberal ideas of Turkey’s behaviour, and the US Congress would be affected by this decision (Bozkurt, 2018; Erkmen, 2020). Following these projected ideas, four- thousand five hundred troops were prepared to be sent to Korea with a sudden decision. However, the decision to send soldiers to Korea was completed only with the decision of the Cabinet meeting, without being discussed and approved by the Turkish Grand National Assembly (TGNA). This path followed by the current government had been severely criticized by the CHP. According to the CHP, this decision had to be taken as a declaration of war decision (Çavdar, 2008). However, although this decision attracted the opposition’s reaction, he claimed that the decision belonged to the TGNA and criticized it only formally (Akkaya, 2012). Turkey was the 2nd country that was sent soldiers to Korea after the US between 15 different countries. The number of soldiers sent to Korea exceeded six-thousand in the following period (Erkmen, 2020). The Korean War ended on 27th July of 1953. While seven-hundred twenty-one Turkish soldiers were martyred in Korea, six-hundred seventy-two of our soldiers were injured. Most of the Turkish soldiers were captured and another half of them disappeared. The Turkish Brigade, which participated in the Korean War, had great success in battles. The US Deputy Secretary of State evaluated this as “the Turkish soldier showed his superior quality in the Korean War” (Erkmen, 2020).

The application for NATO membership, which was made again through DP on August 1, 1950, was rejected again. Because Turkey’s NATO membership was seen as risky by the US. The USA thought that this membership would affect NATO negatively. US, NATO membership, The US would like to see Greece and Turkey in a “Mediterranean Pact.” (Erkmen, 2020). Even if Turkey did not sign this pact, this development could be seen as a step towards membership in NATO (Erkmen, 2020).

In 1951, the changed military strategy of the United States and varying national interests of the US had led to exhibit a moderate attitude, which Turkey can be a NATO member may have. May 15, 1951, in the United States, Turkey and Greece finally proposed to adopt NATO allies. (Bilge-Criss, 2012). Bon point in Turkey’s largest deals, military bases, and air space was to open to NATO allies. In this way, he achieved the greatest contribution the USA could give to the containment policy (Bilge-Criss, 2012). The reason for this decision was not persistent attempts by Turkey’s conduct, which was concerned with the creation of new conditions that emerged in the world (Erhan, 2009). Besides, the military achievements of four-thousand five-hundred Turkish soldiers that were sent to Korea had attracted much attention. One of the most important things was extending the membership process of NATO for access to Turkey for years; Britain saw Turkey as a “Middle East Command”, but Turkey was willing to take part in the “Allied Command Europe” side. (Erkmen, 2020). Finally, an accessing NATO invitation was sent by NATO to Turkey on February 18th of 1952.

Turkey, a NATO member since 1952, has been one of NATO’s most important members. NATO has been a collective defense organization for Turkey (Oğuzlu, 2012). Turkey’s military power, capacity, strategy, the balance of nuclear geopolitical position, is enough to explain the importance of Turkey (Oğuzlu, 2012). However, as we all know, this membership process has not been as easy as it seems. NATO’s founding in the process of government when running period, the CHP has started its activities for Turkey to join NATO. Security concerns, domestic policy concerns, desire to establish a bilateral and mutual agreement with the West, and pressure from the opposition side are the four main reasons for these applications; In other words, we can say that the accusation, of the Democratic Party for excluding the power from the “Western Democratic Front” is effective. Turkey’s desire to join NATO and the CHP was one of the DP’s common foreign policy objectives. (Akkaya, 2012). Indeed, the fact that the Soviet Union in the East increased the threat in every region of Turkey is the biggest indicator of this. The USSR, after starting the expansionist policies after World War II, it is not possible to not see that the USSR made more concrete threats against Turkey. Turkey, due to its geopolitical position had remained exactly the central point of this threat. USSR on March 19, 1945, seven weeks after the end of the war gave the diplomatic note to Turkey, and with this diplomatic note, USSR has been reported, 1925 Friendship Treaty will not be sustainable anymore. (Erkmen, 2020). USSR wanted the territorial base of the straits and wanted territory from Turkey’s eastern region. (Erkmen, 2020). However, these requests were unacceptable to Turkey. Turkey, as a result, no matter what, did not accept any condition that could impair its territorial integrity.

First of all, the support search started with the UK, but Turkey could not get the expected support. And again, Turkey in response to the USSR sent a diplomatic note to the USSR. On this democratic note, Turkey wanted to make an appropriate new covenant with the requirements of the day to replace the terminated agreement with the USSR has reported that it will accept. (Erkmen, 2020). On the diplomatic note given by USSR, requests to renew a contract of Montreux Straits were also wanted by the signing of a new treaty that replaced the circumstances, Turkey has refused repeated requests of the USSR immediately again. In such a period, the attention of the USA was drawn. After the Potsdam Conference between July 17, 1945-2 August 1945, the US began to change strategies on gorges and Turkey. The Soviets’ desire to change the status of the straits is not a simple thing when examined carefully. If the Soviet Unions’ request will be accepted, if granted the status of an international waterway to the straits, this will need the disarming of large areas on both sides of the straits and with this disarming, Turkey will be caused to be weakened. (Ülman, 1961. actin. Ertem, 2009). Except for the status of the Straits, the USSR, together with Britain, ensured the establishment of new states in Iran, and in their treaty, with Britain, both agreed to withdraw their troops from Iran within 6 months after the war ended. However, the USSR increased the number of soldiers instead of withdrawing its soldiers in those 6 months (Ülman, 1961. cited in Ertem, 2009). In such a case, the USSR’s pressure on Turkey would be further increased. The USA was worried that with the increase of these pressures, the speed of Soviet spread would increase. After all these developments, the United States changed its views on gorges and Turkey has decided to support them. But still, these developments could not allow Turkey’s NATO members to direct.

Turkey’s presence and status of the straits, the United States is important for your safety and that threat is clear that it will affect the security situation came to the United States in a sense. US stabilization, containment, and deterrence strategy, the success of other factors as well as by Turkey’s NATO membership also depend on where the United States began to slowly understand (Oğuzlu, 2012). At this point, the US must also consider its interests. Besides, the intellectual differences and conflicts of interest between the USA and the USSR after the Potsdam Conference increased the tension between the USA and the Soviet Union. The USSR started to harm the interests of the USA all over the world (Erhan, 2009. cited in Erkmen, 2020). US containment policy depends on will be processed by the uptake of Turkey. Truman Doctrine, which was put forward by President Truman, includes an aid package for Greece and Turkey which are affected by the threat of the USSR. Turkey has benefited greatly, especially from US military aid.

Turkey, with the Soviet Union’s threats, at least tried to circumvent the damage by turning to the West and indeed benefited from the military and economic aid given by the United States. However, even though Turkey’s entry into NATO was welcomed enthusiastically nationwide, all these developments and West origin aids, whether providing contributions to Turkey’s military and economic development, are still in debate.

4. Conclusion

In conclusion, this study explains Turkey-US-USSR relations during the Cold War period step by step. Once the positions of the US in the Cold War are examined, how Turkey stood out to be an ally with the American government is explained. Furthermore, the USSR perspective is discussed as the Soviets were the other superpower in the period. Then, the Turkish relations with the Union are addressed to understand the background of Turkey’s stance in the Cold War period. Consequently, as the main topic of the study; Turkey’s participation in NATO and the significance of this act is debated. The country took numerous steps to become a member of NATO, and as of 1952, it is one.

Alperen Kolay

Büşra Tataroğlu

Eylül Postacıoğlu

Uluslararası Örgütler Staj Programı

References:

Akkaya, B. (2012). Türkiye’nin NATO Üyeliği ve Kore Savaşı. Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi, (28). pp.1-20. 

Bilge-Criss, N. (2012). Türkiye-NATO İttifakının Tarihsel Boyutu. Uluslararası İlişkiler, 9(34). pp. 1-28.

Çağrı, E. (1996). Ortaya Çıkışı ve Uygulanışıyla Marshall Planı. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 51(01).

Çavdar, T. (2008). Türkiye’nin Demokrasi Tarihi (1950’den Günümüze). İmge Kitabevi.

Dokuyan, S. (2013). İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den İstekleri.

Erkmen, A. (2020). Türkiye’nin NATO Üyeliği ve Üyeliğin TBMM’de Kabulü. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 17(2), pp. 1024- 1049.

Ertem, B. (2009). Türkiye-ABD İlişkilerinde Truman Doktrini ve Marshall Planı. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 12(21). pp. 377-397.

History.com Editors. (2017). “Soviet Union”. Retrieved from https://www.history.com/topics/russia/history-of- the-soviet-union#:~:text=The%20Cold%20War,- Following%20the%20surrender&text=The%20Soviet%20Union%20by%201948,into%20 Western%20Europe%20and%20worldwide.

Isyar, O. G. (2005). An Analysis of Turkish-American Relations From 1945 to 2004: Initiatives and Reactions in Turkish Foreign Policy. Alternatives: Turkish Journal of International Relations, 4(3). pp. 21-52.

Kemaloğlu, İ., & Svistunova, İ. (2015). Soğuk Savaş’tan Günümüze Türk-Rus İlişkileri.

Kurban, V. (2014). 1950-1960 Yıllarında Türkiye ile Sovyetler Birliği Arasındaki İlişkiler. Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi XIV/28. pp. 253-282.

Meydan, S. (2017). Türkiye’nin Gönüllü Bağımlılığı NATO. Sözcü Gazetesi. Retrieved from https://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/sinan-meydan/turkiyenin-gonullu-bagimliligi-nato-2106461/

Oğuzlu, T. (2012). Understanding and Explaining Turkey’s Changing Approach Toward NATO, 4(40), pp. 58-67 Retrieved from https://www.orsam.org.tr//d_hbanaliz/6tarik.pdf

Ünlü, B. T. (2015). The Roots of Anti-Americanism in Turkey 1945-1960. BILIG, 72, pp. 251-280.