İsrail ve PKK Yakın İhtimal
İsrail’e ait özel komando birliğinin 31 Mayıs günü Akdeniz de uluslararası sularda Gazze’ye yardım götürmekte olan yedi gemiden oluşan yardım filosuna saldırısıyla aynı gün Hatay’ın İskenderun ilçesindeki Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı Deniz İkmal Destek Komutanlığı’na bölücü terör örgütü PKK militanlarınca roketatarlar ve uzun namlulu silahlarla saldırı düzenlenmiştir. Gece yarısı düzenlenen saldırının bilançosu Türkiye için çok ağır olmuştur. askeri birlik yedi askerini şehit vermiş yedi askerde yaralanmıştır.
Ermeni Meselesi: Sorunun Ortaya Çıkışı ve Aktörler
1. Türk-Ermeni İlişkileri Tarihine Genel Bakış
Türk-Ermeni ilişkilerinin kronolojisini incelediğimizde karşımıza çıkan tarihler XI. Yüzyıla kadar geriye gitmektedir. Bu çalışmada, yaklaşık bin yıla yakın bir zaman dilimini iç içe yaşamış ve hala daha aynı coğrafyayı paylaşan iki ayrı milletten söz edilmektedir. Ermeniler ile Türklerin ilk tanışmaları, ilişkilerin gelişmesi, ardından birlikte bir toplumun oluşması ve son olarak da büyük ayrılıkların yaşanmasını ve düşmanlık tohumlarının yeşerişini incelenmektedir.
Ermeniler XI. yy kadar çoğunlukla Kafkaslarda küçük bir bölgede 15 vilayete ayrılan ve adına büyük Ermenistan denilen bir ülkede bağımsızlık mücadeleleri vererek yaşamışlardır. Ermenilerin ilk tanıştığı Türk devleti 11.yy da Selçuklular olmuştur. Selçukluların Doğu Anadolu hakimiyeti ardından Ermenilerin bir bölümünün de içinde bulunduğu halk onların hakimiyetine girmiştir[1].
İran’da Neler Oluyor?
Geçmişi çok öncelere dayanan bu reform hareketi, 12 Haziran 2009’da yapılan “şaibeli” olarak nitelendirilen seçimlerden sonra patlak vermiş, yönetim karşıtları ve muhalif lider Mir Hüseyn Musavi yandaşları çeşitli gösterilerde bulunmuştur.[1] Halkın dile getirdiği istemler, devrim esas ilkelerinin uygulanması ve özgürlük alanlarının genişletilmesidir. İran yönetiminin, devrim muhafızlarının ve istihbarat birimlerinin, reform ve demokrasi yanlısı göstericilere karşı şiddet uygulaması, tutuklamalarda ve ölümlerle sonuçlanan müdahalelerde bulunması, reform hareketinin şiddetini iyice artırmıştır. Son olarak reform hareketinin akıl hocası olan Hüseyn Ali Muntazeri’nin ev hapsindeyken ölmesi ve Muntazeri’nin cenazesine milyonların katılımı, bu reform ve halk hareketinin gittikçe büyüdüğünü göstermektedir.
Yunan Açılımında İlk Fiyasko
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 14-15 Mayıs 2010 tarihlerinde kalabalık bir heyetle gerçekleştirdiği Yunanistan ziyareti, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde yeni bir dönemin başladığı mesajını taşıyordu. Gerçekten de Türkiye ve Yunanistan Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi’nin, yani ortak bakanlar kurulu toplantısının gerçekleştirilmesi son derece önemli ve ümit verici bir gelişmeydi. İki ülke başbakanlarının eş başkanlığında toplanan iki ülkenin bakanları, 22 konuda iş birliği anlaşması imzaladı.[1] Aynı konularda, benzer türden ve muhtemelen aynı muhteviyattaki işbirliği anlaşmaları, Türkiye-Yunanistan arasında daha önce de imzalanmıştı. Ancak anlaşmaların uygulanması aşamasında hedeflenen başarı sağlanamamıştı.[2] 14 Mayıs 2010 tarihli yeni anlaşmaları diğerlerinden farklı tutan ancak Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi’nin sonraki yıllarda da toplanacak olması olabilir. Bu şekilde anlaşmaların hayata geçirilmesi konusunda üst düzey bir denetim söz konusu olabilecektir. Elbette ki Yüksek Düzeyli toplantıların iki ülkedeki hükümetlerin iktidar süresiyle sınırlı olma ihtimali de yüksektir.
Atina’daki tarihi buluşmanın Yunanistan açısından önemi, iflasın eşiğine gelmiş ve yabancı yatırım için riskli addedilen bir ülke için heyette bulunan Türk işadamlarının yarattığı moral ve sokaktaki Yunan halkının gelecek endişelerinin bir nebze dindirilmesi; ekonomik krizin zorladığı ve son dönemde özellikle Avrupa basınında hoş olmayan ifadelerle anılan Yunanistan ve Yunan Hükümeti’nin krize rağmen ezilmediği ve Yunan çıkarlarından vazgeçmediği vurgusuyla başarılı bir dış politika sergileyerek halk gözünde imaj tazelemesi ve elbette krizin zorunlu kıldığı savunma harcamalarının kısılması noktasında Türkiye’den gördüğü destektir. Savunma harcamalarının azaltılması, Yunanistan’ın en azından son on yılındaki tüm iktidarlarının vaadi olmasına rağmen “Doğu’dan gelen tehlike: Türkiye” söyleminin getirdiği oylardan ve iç politikadaki başarısızlıklarda devreye sokulduğundaki etkisinden vazgeçilemediği için başarılamamıştı. Ancak halkta bu yönde ciddi bir beklenti yaratılmış ve yeni seçim dönemlerinde de hesabı sorulan konulardan biri olmuştu. Üstelik mevcut durumda halkın kısıtlanmasına asla ses çıkarmayacağı tek alan da bütçede silahlanmaya ayrılan paydır. Türkiye’nin savunma harcamalarını azaltma gibi bir zorunluluğu olmamasına rağmen Yunanistan’ın çağrısına destek vermesi 2010 Atina buluşmasının Yunanistan açısından en büyük başarısıdır.
Atina’daki tarihi buluşmanın Türkiye açısından önemi ise daha çok yeniden oluşturulan dış politika vizyonunun eksik taşlarının oturtulması ile ilgili görünmektedir. Yeni Dünya Düzeni’ne uygun bir şekilde yeniden kurgulanırken Türkiye için “komşularla sıfır sorun” politikası ilan edilmiş, “çözümsüzlük çözüm değildir” anlayışı pek çok noktada devreye sokulmuştu. Türkiye, Yunanistan’la da ilişkilerini iyileştirme ve farklı bir modelle çözüm arama girişimini çok önce başlatmıştı ancak Karamanlis iktidarı döneminde uzatılan barış eli çoğunlukla karşılık görmemişti. Ne var ki bölgede etkin oyun kurucu olmak, sorunlu alanlarda “ara bulucu” rolüne soyunmak iddiasındaki Türkiye için Yunanistan’la süren sorunlar en büyük handikabı oluşturmaktadır. Yunanistan’la sorunlarını çözmemiş ya da “çözebilir imajı” vermemiş bir Türkiye, Yeni Türkiye olma misyonunu eksik bırakmış olacaktır. Dolayısıyla Türkiye için 2010 Atina buluşmasının önemi, içerikleri ya da uygulanabilirlikleri önemli olmaksızın bir takım iş birliği anlaşmalarının imzalanması ve Yunanistan’la ilişkilerin sıcaklaştığı ya da sıcaklaştırılabileceği imajının verilmesiydi.
Gerek Türkiye’nin gerekse Yunanistan’ın kemikleşmiş sorunlara çözüm bulunması yönünde bir beklentisi ya da iddiasının olmadığı 14-15 Mayıs 2010 tarihli Türkiye-Yunanistan Zirvesi bu nedenle son derece başarılıydı. Çetrefilli konuların etrafından dolaşılmış, iyi niyet açıklamaları geleneksel yaklaşımlardan çok da uzaklaşılmadan verilmiş, “diplomatik dil” başarıyla kullanılmış ve dikkatler çözümden ya da sorunlardan ziyade buluşmanın kendisine çekilmişti. En büyük endişe bu tarihi yakınlaşma imajının iki ülke basınında ya da muhalefetinde göreceği tepkiydi. Türkiye tarafı, basın ve düşünce özgürlükleri konusunda sıkıntılı bir süreç yaşadığı ve muhalif görüşlerin artık rahatça ifade edilememesi bakımından rahattı. Ancak -özellikle hükümet yanlısı olmayan- Yunan basını, endişeleri boşa çıkarmayarak tarihi zirvenin “ama”larına odaklanmayı tercih etti. Yine de tarihi zirve yara almadan başarıyla tamamlandı.
“Pontus Soykırımı” İddiaları
Sorunlara kalıcı ve işleyen çözümler bulunması ancak tarafların karşılıklı olarak taviz vermesi veya iddialarını geri çekmesi ile mümkündür. Bu nedenle iki ülke de kendi kamuoylarını rahatsız edecek girişimlerde bulunmadı. Nitekim asıl hedefin iki ülke arasında bir güven ortamının ve çözüm zemininin ön şartı olan karşılıklı iyi niyet ortamının oluşturulması olduğu ilan edilmişti. Ne var ki Yunanistan tarihi zirveden sadece dört gün sonra yine iyi niyet ortamını zedeleyici bir olaya sahne oldu. Türkiye’de Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı olarak resmi törenlerle kutlanılan 19 Mayıs, Yunanistan’da “Pontus Soykırımı Anma günü” olarak Selanik ve Atina’da düzenlenen yürüyüşlerle karşılandı. Yunanistan Panpontus Konfederasyonu tarafından her yıl düzenlenen gösterilerin amacı, “Pontus Soykırımı”nın uluslararası alanda tanınmasını sağlamaktır.
Gösteriler, resmi bilgi ve belgeler ile kanıtlanamamış olmasına rağmen Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi öncesinde Pontus bölgesinde[3] yaşayan Rum nüfusun öldürüldüğü ve bunun Osmanlı idaresinin sistematik bir yok etme harekatının parçası olduğu iddialarının dünyaya duyurulması amacıyla yapılmaktadır. 2010’un 19 Mayıs’ında da Yunan meclisinin bulunduğu Atina’daki Sintagma Meydanı’ndaki anma töreni, Papazlar tarafından yapılan ayinle başladı ve yaklaşık bin kişi burada düzenlenen tören ve yapılan konuşmaların ardından Türkiye’nin Atina Büyükelçiliği’ne yürüdü. 19 Mayıs tarihi, Yunan Meclis’inin 24 Şubat 1994’te aldığı kararla “Pontus Yunanlıların soykırımını anma günü” olarak kabul edilmişti. Nitekim komşu, hızını alamamış ve 1996’da 24 Nisan’ı “Ermeni Soykırımı”, 1999’da 14 Eylül’ü “Küçük Asya(!) Soykırımı” günü olarak kabul etmişti. Anlaşılıyor ki Türkiye-Yunanistan arasında halledilmesi çok güç sorunlar Kıbrıs, Ege ve azınlıklardan ibaret değil. Türk tarihinin şanlı dönüm noktaları, yurdu kurtarmak için kendilerine karşı savaş verilenlerce lanetleniyor, kirletilmek isteniyor. “Ortak tarih kitapları” yazılması önerisinin ve girişiminin de neden başarısız olacağı, bu açıklamadan sadece dört gün sonra netleşiyor.
Söz konusu gösterilerin her yıl yapılıyor olması ya da Yunan halkının sokağa dökülmesini Yunan Hükümeti’nin zaten engelleyemiyor olması ise olayın vahametini azaltmıyor. Çünkü dört gün önce Türkiye Başbakanı Erdoğan’la barış mesajları veren Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu da düzenlenen gösteriye mesajıyla katılıyor ve okunan mesajında Pontus soykırımını “kara sayfa” olarak değerlendiriyor. Halbuki 15 Mayıs’ta Türk-Yunan yakınlaşması hakkında değerlendirmede bulunurken Papandreu, halkların endişe ve korkularıyla oynanmasının genel menfaat için uğraşmaktan daha kolay olduğunu, ancak bu yolun hiçbir yere götürmediğini ifade etmekteydi. Bilimsel ve hayatın olağan akışına uygun deliler ortaya konulamamış olmasına rağmen “Pontus Soykırımı” iddiasından vazgeçilmeyeceği bir kez daha anlaşılıyor ve halkların endişe ve korkularıyla oynanmasında bir kez daha Yunanistan liderleri başrolü oynuyorlar. Yeni Demokrasi Partisi Başkanı Antonis Samaras’ın soykırımın Türkiye tarafından tanınmasının Türk-Yunan ilişkilerini geliştireceği yönündeki açıklaması ise Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin nasıl şekilleneceğinin delilini oluşturuyor.
EK : 14 Mayıs 2010 tarihinde Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan anlaşmalar şunlardır:
-Türkiye ile Yunanistan arasında Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi’nin kurulmasına yönelik ortak siyasi bildiri.
-Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanlıkları arasında düzenli siyasi istişareler gerçekleştirilmesine ilişkin protokol.
-Pazarkule-Kastanies sınır kapısındaki engellerin kaldırılmasına ilişkin ortak bildiri.
-Türkiye ve Yunanistan hükümetleri arasında diplomatik ve konsüler misyonlarda çalışan personelin yakınlarının kazanç getirici bir işte çalışmalarına ilişkin anlaşma.
-Türkiye Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı ile Yunanistan Cumhuriyeti Ekonomi, Rekabet ve Denizcilik Bakanı arasında ekonomi alanında ve özel sektörler arasında işbirliğinin geliştirilmesine ilişkin ortak bildiri.
-Türk Standartları Enstitüsü (TSE) ile Yunanistan Standardizasyon Kurumu (ELOT) arasında teknik işbirliği alanında mutabakat zaptı.
-Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı ile INVEST in Greece arasında yatırım konularında işbirliğinin geliştirilmesine ilişkin mutabakat zaptı.
-Türkiye Hükümeti ile Yunanistan hükümeti arasında ormancılık konusunda mutabakat zaptı.
-Türkiye Cumhuriyeti Çevre ve Orman Bakanı ile Yunanistan Cumhuriyeti Çevre, Enerji ve İklim Değişikliği Bakanı’nın ortak bildirisi.
-Türkiye Cumhuriyeti Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Yunanistan Cumhuriyeti Çevre, Enerji ve iklim Değişikliği Bakanlığı arasında enerji alanında işbirliği hakkında mutabakat zaptı.
-Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanı ile Yunanistan Cumhuriyeti Eğitim, Yaşam Boyu Öğrenim ve Din İşleri Bakanı’nın ortak bildirisi.
-Bilim ve Teknolojiden sorumlu Türkiye Cumhuriyeti Devlet Bakanlığı ile Yunanistan Cumhuriyeti Eğitim, Yaşam Boyu Öğrenim ve Din İşleri Bakanlığı arasında TÜBİTAK ve Yunanistan Cumhuriyeti Eğitim, Yaşam Boyu Öğrenim ve Din İşleri Bakanlığı’nın araştırma ve teknolojiden sorumlu Genel Sekreterliği’nin işbirliğine ilişkin mutabakat zaptı.
-Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanlığı ile Yunanistan Cumhuriyeti Altyapı Ulaştırma ve Şebekeler Bakanlığı arasında demiryolu ulaştırması ve intermodal taşımacılığın geliştirilmesi konusunda niyet beyanı.
-Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanı ile Yunanistan Cumhuriyeti Altyapı Ulaştırma ve Şebekeler Bakanı arasında karayolu taşımacılığı alanında işbirliğinin geliştirilmesine ilişkin ortak bildiri.
-Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanı ile Yunanistan Cumhuriyeti Altyapı Ulaştırma ve Şebekeler Bakanı arasında bilgi ve iletişim teknolojileri ve posta hizmetleri alanında ortak bildiri.
-Yasadışı göç, iltica, organize suç, uyuşturucu kaçakçılığı ve sivil savunma konularında ortak bildiri.
-Hususi pasaportların vizeden muafiyetine ilişkin ortak bildiri.
-Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Yunanistan Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanı arasında kültür alanında işbirliğine dair ortak bildiri.
-Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Yunanistan Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanı arasında turizm alanında işbirliğine dair ortak bildiri.
-Anadolu Ajansı ile Atina Haber Ajansı-Makedonya Haber Ajansı (ANA-MPA) arasında işbirliği protokolü.
-Türkiye Bankalar Birliği ile Yunan Bankalar Birliği arasında işbirliğine ilişkin mutabakat zaptı.
-Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Yunanistan Cumhuriyeti Hükümeti arasında ortak deklarasyon.’
Gözde KILIÇ YAŞIN
21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Balkanlar ve Kıbrıs Uzmanı
http://www.21yyte.org/tr/yazi6070-Yunan_Aciliminda_Ilk_Fiyasko_.html
[1]İmzalanan anlaşmalar EK olarak verilmiştir.
[2]Örneğin Atina’da, 4 Şubat 2000’de imzalanan Yunanistan-Türkiye Kültürel İşbirliği Antlaşması’nın öngördüğü “ilköğretim öğrencilerinin tarih kitaplarında yer alan ırkçı ifadelerin değiştirilmesi” maddesinin gereği Türkiye tarafından yerine getirilmiş ancak Yunanistan anlaşma tarihinin üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen hayata geçirememiştir. Bu konuda yapılan ilk girişim ise Yunan Kilisesinin sokağa döktüğü halkın protestoları bahanesiyle tasarının geri çekilmesi ile sonuçlanmıştır.
[3]Pontus/Pontos, Yunanca’da “Deniz” anlamına gelmektedir. Tarih içinde Karadeniz’in güneydoğu kısımlarına, bu arada Karadeniz’e de verilmiş coğrafi bir addır. Eski dönemlerde daha çok (Pontos Euksinos- Karanlık/uğursuz Deniz) şeklinde kullanılmıştır. Yunanistan’a göre ise başkenti Samsun olan 70.000 km2’lik Pontus Devleti, Trabzon, Giresun, Ordu, Sinop, Gümüşhane, Şarki Karahisar, Tokat, Amasya, Çorum, Yozgat sancaklarını, Erzurum vilâyetinin İspir ve Bayburt kazalarını, Erzincan Sancağının Refahiye ve Kuruçay kazalarını, Kastamonu vilâyetinin Tosya, Taşköprü kazalarını, Sivas vilâyeti ile kısmen Koçgiri, Hafik, Yenihan kazalarını ve İnebolu kazasını kapsar. Paris’te bastırılan harita, İstanbul’da yayınlanan Patris Rum Gazetesi’nin 17 Ocak 1919’daki bir yazısında ele alınmıştır. PEHLİVANLI, Hamit “Tarih Perspektifi İçerisinde Pontus Olayı”, Pontus Meselesi ve Yunanistan’ın Politikası, AAM Yay. Ankara 1999, s.82.
İngiltere’de 70 yıl Sonra Gelen Siyasi Değişim
12 Nisan tarihinde ingiltere parlementosunun resmen feshedilmesinin ardından 6 Mayıs 2010 tarihinde yapılan seçimlerde David Cameron liderliğindeki Muhafazakar Parti galip çıktı. Onu sırayla eski başbakan Gordon Brown’ın İşçi Partisi ve Nick Clegg liderliğindeki Liberal Demokrat Parti izledi.
START Öncesi ve Sonrası Nükleer Durum-1
21.yüzyıl, teknolojik ilerleme ve başarı bakımından bir yana, uygarlık seviyesinin üzerine çıkmış olan devletlerin birbirlerine yönelik şiddet içerikli suçlamalar nedeniyle dikkate değer bir yüzyıl olarak görülmektedir. Bazıları bunların karşılıklı silahlanma yarışından süre geldiği bazılarının ise bu durumun tersini iddia edebilmektedir. Realist politikalar gereği ülkelerin bulunduğu coğrafi konumları vesilesiyle her devletin mutlaka bir gerekçesi bulunmaktadır. Varlığını korumak, ideolojisini yaymak ve çıkarlarını maksimize etmek isteyecek olan devletler kendi hâkimiyetlerini bu yüzyılda teknoloji ile desteklemiş oldukları askeri güçlerinden alacaktır. Devletler arasında silahsızlanma caydırıcılık faktörünü tetiklediği bilinmektedir. Zira niyetlerin kötü olduğu tahmin edilirse; milletler tehdit olarak gördükleri ülkelerin potansiyel verileri üzerinden hareket ettikleri hinterlandı kısıtlama yoluna başvurabilirler.
Arnavutluk Siyasi Krizle Sarsılıyor
Arnavutluk’ta yaşanan siyasi kriz ülkeyi derin bir istikrarsızlığa doğru sürüklüyor. Muhalefetteki Sosyalist Parti, 28 Haziran 2009’daki genel seçime ilişkin oy sayımı sırasında usulsüzlük yapıldığını ileri sürerek yaklaşık on aydır parlamentoyu boykot ediyor. Arnavutluk Cumhurbaşkanı Bomir Topi’nin siyasi krize son vermek için yaptığı girişim 13 Şubat’ta liderle ortak bir toplantı yapılması olmuştu. Toplantı üzerine 24 Şubat’ta meclis çalışmalarına katılma kararını açıklayan Sosyalist Parti çok geçmeden tekrar boykot başlattı. Sosyalist Parti’nin, ‘2009 genel seçimleriyle ilgili gerçeği ortaya çıkarmak amacıyla’ Tiran’da 30 Nisan 2010 tarihinde düzenlediği protesto gösterisi ise siyasi krizin zirve noktası oldu. 80 bin kişinin katıldığı eylem bugüne kadar seçim sonuçlarına karşı düzenlenen en büyük miting oldu. Gösterilerin hemen ardından Sosyalist Parti üyesi 23 milletvekili ve 180 parti destekçisi, hükümete oyların kısmi olarak yeniden sayılmasını kabul ettirmek için açlık grevi başlattılar. Sosyalist Parti Genel Başkanı Edi Rama, hükümet istifa edene ya da meclis erken genel seçim kararı alıncaya kadar protesto gösterilerine devam edeceklerini açıklarken iktidardaki Demokrat Parti’nin lideri ve Başbakan Sali Berisha hükümetin istifa etmeyeceğini bildirdi.
Demokrat Parti’ye iktidardaki ikinci dönemini kazandıran 28 Haziran 2009 seçimlerinde Sosyalist Parti yalnızca yüzde 1,5’lik bir farkla birinciliği Demokrat Parti’ye kaptırmıştı.[1] Seçimlerde partilerin aldığı oy oranlarının birbirine bu denli yakın olması, muhalefette kalan Sosyalistlerin oyların bir kez daha sayılması çağrısını inatla sürdürmesindeki temel etkendir. Ancak oy sayımında usulsüzlük iddialarına rağmen çıkış anketlerinin DP’yi yüzde 47,5; SP’yi ise yüzde 39 oranında oy almış olarak gösterdiğini de eklemek gerekir. Yani iki parti arasındaki oy farkı çok az ancak oyların yeniden sayımının sonuçlarda önemli bir değişiklik yaratmasını beklemek imkânsız.
Muhalefet, Haziran 2009 genel seçimlerindeki bazı oy sandıklarının açılmasının hile yapıldığını kanıtlayacağı iddiasında bulunuyor. Hükümet ise seçim gözlemcilerinin raporlarını dayanak göstererek seçimleri, “Arnavutluk tarihinin en iyisi” nitelendirmesiyle savunuyor. Gerçekten de uluslararası gözlemciler seçimleri bu şekilde değerlendirmişti. Ne var ki, Arnavutluk tarihinin en iyi seçimleri olması, kusursuz ve hilesiz olduğu anlamına gelmiyor. Son seçimler, Arnavutluk’ta bundan önce düzenlenen altı parlamento seçiminde yaşanan çeşitli şiddet olayları ile tespit edilen hile ve usulsüzlüklerle kıyaslandığı için ‘en iyi’ olarak değerlendirilmişti. Nitekim AGİT’in Arnavutluk Büyükelçisi Robert Bosch “Bazı ufak usulsüzlükler olmuştur, ama bu sefer geçmişteki seçimlerden daha az yaşanmıştır.” değerlendirmesini yapmıştı. Ancak söz konusu “ufak usulsüzlükler” özellikle Batı nezdinde Berisha Hükümeti’nin meşruiyetine gölge düşürmüyor. Üstelik tespit edilen usulsüzlüklerin arasında Sosyalist Parti’nin seçim merkezlerinde görevli temsilcilerinin kameralı kalemler ve mikro kameralar kullanması da bulunuyor.
Sosyalist Parti milletvekilleri kabineden Haziran 2009 seçimlerinin şeffaflığıyla ilgili soruşturma açmasını talep ediyorlar ancak parlamentoda seçimlerin incelenmesi için kurulan araştırma komisyonunun çalışmalarına da katılmıyorlar. Berisha da komisyonunda üye çoğunluğunun Sosyalist Parti’ye verilmesine rağmen protestoların sürmesini, amaçlarının sorunu çözmekten ziyade bundan siyasi çıkar elde etmek olduğu yönünde değerlendiriyor. Başbakan Berisha’nın Sosyalist Parti’nin seçim usulsüzlükleri iddialarını hukuksal tabana oturtmak için Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilecekleri açıklaması ise sonuçsuz kalıyor.
Siyasi krizin en somut sonucu ise parlamento çalışmalarının aksaması, önemli kanun değişiklikleri için gereken çoğunluğun sağlanamaması oluyor. Nitekim reformlar için gerekli kanun değişiklikleri, parlamentonun 5’te 3 çoğunluğunu gerektiriyor. Ancak 140 sandalyeli Arnavutluk Parlamentosu’nda sandalye sayısı 75 olan iktidar partisi gerekli olan 84 oyu bulamıyor.
Hükümeti bekleyen sorunların başında AB ile entegrasyon sürecinin gerektirdiği reformların yapılması için gereken parlamento çoğunluğunu sağlamak olacaktır. AB’nin vize uygulamasını kaldırması için yerine getirilmesi gereken teknik kriterlerden “belgelerin güvenliğinin sağlanması” başlığını tamamlayan[2] Arnavutluk, “vatandaşlığa iade politikaları”, “suç ve yolsuzlukla mücadele” ve “suç çetelerinin finansmanı” konularında yeterli ilerlemeyi sağlayamadı. 2008’den bu yana serbest vizeye geçiş çalışmalarını yürüten hükümet, muhalefeti parlamento çalışmalarına katılmayı ikna edemezse yılsonunda belirlenen hedefe ulaşamamış olacak. Arnavutluk’taki tüm siyasi istikrarsızlıkların ekonomik sorunlardan beslendiği ve AB ile geliştirilecek ilişkilerin de dengeli bir ekonomi yaratma önündeki engellerin aşılmasını nispeten kolaylaştıracağı dikkate alınacak olursa bugün yaşanan siyasi krizin Arnavutluk’a verdiği zarar daha net anlaşılabilecektir. AB ile Arnavut yetkililer arasında ülkenin İstikrar ve Ortaklık Anlaşması konusunda 10 Mayıs’ta yapılacak olan toplantının hemen öncesinde siyasi krizin şiddetlenmesi ise düşündürücüdür. Halbuki AB üyeliği yolunda mesafe kaydetmek, hem Başbakan Berişa hem de Edi Rama’nın ortak seçim vaadiydi. Bu aşamada Arnavutluk’un dünya kamuoyuna ve Batı’ya vermesi gereken “demokrasi kültürünün” yerleştiği mesajı olması gerekirken tam aksi yönde hareket edilmesi Arnavutluk’un yalnızlığının uzamasına sebep olacaktır. Anlaşılıyor ki Arnavutluk’un temel sorunu, demokrasi kültürünün henüz oturmamış olmasıdır. Batı’nın demokrasi standartları ise sadece seçimlerin olaysız geçmesini değil seçim sonuçlarının hazmedilmesini de kapsıyor. Demokrasi kültürünün oturması gerek AB gerekse NATO için öncelikli üyelik kriteri ancak Arnavutluk bu şekilde ne Batı’yla entegrasyonu ne de ülke ekonomisini güçlendirme girişimlerini hızlandırabilecektir.
Gözde KILIÇ YAŞIN
21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Balkanlar ve Kıbrıs Uzmanı
——————————————————————————–
[1] Arnavutluk Merkez Seçim Komisyonu verilerine göre seçmenlerin yüzde 46’lık katılım gösterdiği seçimlerde, Demokratik Parti öncülüğündeki ”Değişim İttifakı” oyların yüzde 46.92’sini, Sosyalist Parti öncülüğündeki ”Değişim Birliği” oyların yüzde 45.34’ünü aldı. ”Değişim İttifakı” içindeki Demokratik Parti 140 üyeli parlamentoda 68 Cumhuriyetçi Parti 1 Adalet ve Entegrasyon Partisi de 1 üyelik kazandı. ”Değişim Birliği” içindeki partiler ise toplam 66 sandalye sağladı. Arnavutluk Anayasası’na göre hükümeti kurma görevi resmi sonuçların açıklanmasının ardından Başbakan Sali Berişa liderliğindeki Demokratik Parti’ye verildi.
[2] Ora News, 25.04.2010
Irak Genel Seçimleri ve Gelinen Son Durum
Irak Genel Seçimleri ve Gelinen Son Durum Irak’ta ki 7 Mart 2010 genel seçimleri ve ardından yaşanan süreç, Irak’ta kurulması beklenen hükümet çalışmalarını ve “demokrasi” adımlarını iyiden iyiye zorlaştırmıştır. Beklenen seçim sonuçlarının tam 43 gün sonra açıklanması, Irak’ta yaşanan kaos ortamı ve seçim sonuçlarına yapılan itirazlar Irak’ı uzun bir siyasi kargaşanın beklediğinin kanıtlıyordu.