Türk-İsrail ilişkilerinde son dönemlerde yaşanan ciddi gerginlikler ve krizlerin ardından iki devlet bitme noktasına gelen ilişkileri düzeltmek adına adımlar atmaya başladı. Geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve İsrail sanayi bakanı Eliezer’in Brüksel’de gerçekleştirdikleri gizli görüşme ilişkileri düzeltmek adına olumlu bir adım olarak görülebilir. Söz konusu görüşme her iki ülkede de ses getirdi, özellikle İsrail Başbakanı Netenyahu ülkedeki aşırı sağcı kesimin ağır eleştirilerine maruz kaldı.
GAP Terör Sorununu Çözer Mi?
Türkiye’de her yaz mevsiminin başlangıcında zirveye çıkan PKK saldırıları ile birlikte, şehit cenazelerinde öfke doruğa çıkar. Televizyonlarda, gazete ve dergilerde günlerce olaylar tartışılır, akademisyen, siyasetçiler, medya mensupları “Terörü nasıl bitiririz?” sorusunun cevabını ararlar. Tüm söylenenleri toplarsak onlarca çözüm önerisi çıkartırız. Bu çözümlerden biriside yıllardır tartışılan “Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP)”dir.
Rusya-Belarus Doğal Gaz Krizi
Avrupa’nın en büyük gaz tedarikçisi konumunda bulunan Rusya son yıllarda gaz aktarımında anlaşmalı ülkeler ile büyük sıkıntılara girmeye başladı. Bunun en büyük örneği 2009 yılında patlak veren Ukrayna-Rusya kriziydi. 1 Ocak 2009 tarihinde başlayan krizden tüm Avrupa etkilenmiş ve bunun çözüme varılması konusunda önemli açıklamalarda bulunmuşlardı. Kriz Ukrayna’nın Rusya’nın doğal gaz için talep ettiği fiyatı ödemeyi reddetmesi ve eski borçlarını ödeyememesi yüzünden gündeme gelmişti. Tarafların doğal gaz fiyatı üzerinde anlaşamamaları üzerine Rusya 1 Ocak 2009 tarihinden itibaren Ukrayna’ya gönderdiği gazı kesti.[1]
Osmanlı’dan Tek Partili Döneme Siyasal Hayata Bakış
Anadolu’ya, Türkiye adı yaklaşık olarak 11. yüzyılda Türkler tarafından ilk fethinden sonra Avrupalılarca verilmiştir. Fakat Türkler 1923’e kadar, ülkenin resmi adı olarak kullanmamıştır. Halk kendini Türk diye nitelendirmiştir.
Osmanlı deyimi ise bir millet anlamında değil, Selçuklular gibi bir hanedan anlamına geliyordu. 19.uncu yüzyıla kadar Türkler kendini, Müslüman olarak kabul ediyorlardı. Bağlılık, farklı düzeylerde de olsa Müslümanlığa ve Osmanlı Hanedanına yani Devlete idi.
Terörün Beslenmesi
Son zamanlarda hepimiz artan terör olaylarına tanık oluyoruz. 2002’de durma noktasına gelen terör olayları ne oldu da artmaya başladı? Ancak bu kadar önemli başka bir konu da terörün finansmanı…
Mavi Marmara Öncesi ve Sonrası Türkiye-İsrail İlişkileri
İsrail, Siyonizm adı verilen uluslararası Yahudileri destekleme siyasi hareketiyle yani, İkinci Dünya Savaş’ında büyük bir katliamla karşı karşıya kalan Yahudilerin, Filistin’de yaşayan Arapları yerlerinden yurtlarından ederek bir yurt sahibi edilmesinde Büyük Britanya tarafından desteklenerek kurulmuş bir ülkedir.[1]
Türkiye İsrail ilişkileri 1948’de İsrail’in kurulması ve 28 Mart 1949’da Türkiye’nin İsrail’in bağımsızlığını tanımasıyla birlikte başlamıştır.[2] Türkiye’nin Yahudi bir ülke olarak kurulan İsrail’le ilişkilerini Türk topraklarında Yahudilerin varlığının bir parçası olarak düşünürsek bu tarihi çok daha öncelere (15. yy) götürmek mümkündür. 1491 yılında 200.000’den fazla Yahudi Engizisyon tarafından İspanya’dan sınır dışı edildiğinde Osmanlı Devleti bu insanları topraklarında yerleşmeye davet eden tek ülke olmuştu. Bu tarihten sonra Yahudiler Osmanlı tarihinde çok önemli bir rol oynadılar. Özellikle 16.yy’da Yahudiler Osmanlı sarayında hekim, banker, diplomat görevlerini üstlendiler. Bu tarihten sonra saraydaki etkileri azaldıysa da Osmanlı tarihi boyunca ticaret, sanayi ve bankacılık dallarında her zaman ön planda kaldılar. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra da Türk-İsrail ilişkileri dostluk düzeyinde gelişmeye devam etti. 1956’da İsrail’in İngiltere ve Fransa desteğiyle yürüttüğü Süveyş Harekatı’ndan sonra, Türkiye, İsrail’deki büyükelçisini geri çekmiş fakat diplomatik ilişkilerini sürdürmüştür. 1991 yılında Körfez Savaşı’ndan hemen sonra İsrail ilişkilerini yeniden büyükelçilik düzeyine çıkarmıştır.[3]
Türkiye 1991’den sonra İsrail ile ilişkilerinde genelde İsrail’in en çok sorun yaşadığı Filistin tarafında olmuştur. Türkiye’nin İsrail-Filistin davasında daha çok Filistin’in yanında olmasının nedenleri arasında: Filistin’in Müslüman ülke oluşu, İsrail’in Filistinlileri topraklarından alıkoyması sayılabilir. Önemli olan bunların arasından seçeceğimiz nedeni iyi belirlemek gerektiğidir. Eğer dış politikamızı Yahudileri sevmeme durumumuz doğrultusunda belirlersek bu Filistin için daha zarar verici boyutlara ulaşabilir.
1990-2000 yılları içerisinde iki ülke arasında askeri, stratejik ve diplomatik açıdan güçlü ilişkiler kurulmuştur. Bu bağlamda, her iki ülkenin devlet yapılarının, siyasal sistemlerinin, askeri donanımlarının ve ekonomik yapılarının birbirini tamamlayıcı nitelikte olması rol oynamıştır.[4] Ayrıca diğer etmenler de, 1990 sonrası uluslararası sistem ve ortak tehdit algılamasının oluşumu, PKK terörünün etkileri, askeri ilişkiler, ABD’nin etkisi olarak sayılabilir.
Daha sonra ilişkilerin Arap devletleri – İsrail sorunu yüzünden gerilmeye başladığı görülmektedir. 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Türkiye’nin yüzünü sadece batıya dönük değil de tüm dünyaya dönük olarak yürüttüğü dış siyaseti, Arap ülkelerine yakınlaşma sürecini de beraberinde getirmiştir. Bu durum da İsrail’le sorunların başlamasını tetiklemiştir. Örneğin; 16 Şubat 2006 tarihinde Filistin’deki Hamas Partisi’nin liderlerinde Halid Meşal’in Türkiye’ye yaptığı ziyaret, İsrail yetkilileri tarafından eleştiri konusu olmuştur. Bu olaydan sonra 30 Ocak 2009’da Başbakan Erdoğan’ın Davos Zirvesi’nde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e “one minute” çıkışıyla ilişkiler iyice gerilmiştir. Her ne kadar olay sonrasında İsrail Büyükelçisi Gaby Levy, Türkiye-İsrail gibi dost ve yakın iki ülke arasında bile bazı yanlış anlamalar ve görüş farklılıkları olabileceğini belirtip, “İlişkilerimizin belirli bir süre içinde her zamanki haline döneceğinden eminim” şeklinde bir açıklamada bulunsa da Davos ardından yaşanan gelişmeler ilişkilerin düzgün rotasından kaymasını engelleyemedi.
Davos’da yaşanan bu gerginlik için, 1990’dan bu yana kurulan normal ilişkileri sarsan en büyük olaydır diye bir tanımlama yapacakken 31 Mayıs 2010’da Gazze’ye gönderilen Mavi Marmara Türk gemisine yönelik saldırıyla bu tanım yarıda kalmıştır. Bu olay şu ana kadarki en büyük gerginliğin yaşandığı, ilişkilerin kopma noktasına geldiği olaydır. İçeriği ise şöyledir: ”Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım” kampanyası kapsamında Gazze’ye gidecek ”Mavi Marmara” adlı yolcu gemisi, Antalya Limanı’ndan 28 Mayıs 2010 tarihinde yola çıktı.[5] İlk olarak dokuz gemiye sahip filo, yaşanan aksaklıklardan sonra yolcuların bazılarını Mavi Marmara’ya aktararak altı gemiye düştü. Türkiye’nin yanı sıra 32 ülke vatandaşının bulunduğu gemiye, İsrail askerlerinin düzenlemiş olduğu operasyonla 4’ü Türk 9 kişi yaşamını yitirdi.[6] İsrail Dışişleri Bakanı Yardımcısı Dani Ayalon baskınla ilgili İsrail’in özür dilemeyeceğini, asıl özür dilemesi gerekenlerin, gemi seferinin organizatörleri olduğunu savundu.[7]
Bu olaydan sonra gerilen ilişkilerle beraber Türkiye’nin saldırıya nasıl bir tepki vereceği, ne tür bir yol haritası çizileceği merak konusu oldu. Nihayet 15 Haziran 2010’da Ankara’nın açıklamasıyla bu durum son buldu. İsrail’in “uzlaşmaz tutumuna” karşı çizilen yol haritasının maddeleri şöyledir:
- Yaptırımlar, İsrail halkına yönelik değil, İsrail hükümetine yönelik gerçekleştirilecek.
- Bu çerçevede, İsrail vatandaşlarına vize verilmemesi ya da İsrail özel şirketlerine ait gemilerin Türk limanlarına alınmaması gibi yöntemlere asla başvurulmayacak.
- İsrail hükümetine en büyük tepki, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin düzeyi düşürülerek gösterilecek. Halen, Türk Büyükelçisi danışma yapılması için Ankara’da bulunuyor. Bu ilişki düzeyinin resmen olamasa da fiilen düşürüleceği anlamına geliyor. Ancak İsrail Büyükelçisi halen Ankara’da görevine devam ediyor. Eğer İsrail uzlaşmaz tutumunu devam ettirirse, bir açıklama yapılarak, bu ülkeye Büyükelçi gönderilmeyeceği söylenecek ve Ankara’da ki İsrail Büyükelçisinin de geri çekilmesi istenecek. Böylece ilişki düzeyi “resmen” düşürülecek.
- İsrail, Türkiye’nin “kırmızı listesine” alınacak. Bunun anlamı ise; Türkiye’nin kamu adına yapılan hiçbir ihaleye İsrailli firmaları dahil etmeyecek.
- Türkiye; enerji, su gibi İsrail için yaşamsal olan uluslararası projelere, bu ülkenin dahil edilmesine engel koyacak.
- İsrail’in uzlaşmaz tutumunun anlatılması ve bu ülkenin tecrit edilmesi için uluslararası alanda bir kampanya başlatılacak.
- İsrail’in saldırısı konusunda Türkiye de iç hukuk yollarına başvuracak.[8]
Saldırıdan sonra ABD, İngiltere, Çin, Rusya, Brezilya, İran, Fransa, İrlanda, Norveç gibi dünya liderlerinden İsrail’i kınama mesajları geldi. Ayrıca bazı ülkelerde konuyla ilgili protestolar da düzenlendi. Örneğin, Şimon Peres 12 Haziran 2010’da Güney Kore’ye yaptığı ziyarette protestocular tarafından “katil” sloganlarıyla karşılandı. 1 Haziran 2010’da Avrupa Birliği Dış İlişkiler Temsilcisi Cathrine Ashton AB’nin Türkiye’ye yönelik politikasını tekrar ederek, ablukanın sonlandırılmasını istediklerini belirtti, saldırıyı kınadı ve acilen soruşturulma açılmasını istedi.[9]
Türkiye; NATO, Agit (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) gibi uluslararası kuruluşlara konuyu taşımasının yanında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde İsrail’in kınanması ve bağımsız bir araştırma komisyonunun oluşturulması için girişimlerde bulunmuştur. BM Güvenlik Konseyi de bunun üzerine İsrail’i değil olayı kınamış, bağımsız değil tarafsız bir komisyon oluşturulması kararını almıştır. Komisyonun bağımsız değil de tarafsız olması, İsrail’in de kararlarını yansıtacağını gösteriyor. Bu yüzden Türkiye’nin bu komisyonda değil de İsrail’in özür dilmesinde ve tazminat sağlanmasında ısrarcı olması gerekmektedir.
En son Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’nin başkanlığında, İsrail’in yardım gemilerine düzenlediği saldırının ulusal ve uluslararası hukuk boyutunun değerlendirilmesi ve uluslararası soruşturmaya hazırlık yapılması amacıyla bir komite kuruldu. Komite toplantılarının ilkini 14 Haziran 2010’da, ikincisini ise 16 Haziran’da yaptı. Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan yazılı açıklamada: “Söz konusu komitenin toplantıları devam edecektir” denildi.[10]
Şimdi bu süreçten sonra önemli olan “sürekliliğin” sağlanmasıdır. Ülke olarak kendi haklarımızı savunmazsak başkalarının bizim haklarımızı savunmasını beklemek pek gerçekçi olmaz. Özellikle son dönemde artan terör olaylarıyla değişen gündemle askıya alınan İsrail saldırısının, kurulan komiteyle ya da başka unsurlarla incelenmesi sürdürülmedir. Uluslararası hukuka aykırı olan bu saldırının izleri etkili bir biçimde İsrail’e ifade edilmelidir. Zaten ülkemizin en büyük sorunu politika belirlemek değil, bu politikada ısrarlı tavrını sürdürememesidir. Fakat bu sefer böyle olmamalıdır. Mavi Marmara saldırısında yaşanan bu insanlık dışı olaya, ülkemiz çıkarları doğrultusunda gerekli yaptırımlarla tepkimiz belli edilmeli ve İsrail’in yaptığı yanına kâr bırakılmamalıdır.
SİMGE GÜRSES
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü 2.Sınıf
Kaynakça:
[1] http://www.stargazete.com/kitap/davos-ve-heronlarin-oncesi-de-var-haber-248183.htm
[2] http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0srail-T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri
[3] http://www.sayhadergi.com/2770/dunden-yarina-israil-son-israil-ne-olur
[4] http://www.mfa.gov.tr/turkiye-israil-siyasi-iliskileri.tr.mfa
[5] http://www.haberturk.com/yasam/haber/518451-mavi-marmara-yola-cikti
[6] http://www.haberhit.com/haber/28398/mavi-marmarada-4u-turk-9-kisi-yasamini-yitirdi.html
[7] http://www.ntvmsnbc.com/id/25105866/
[8] http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=15035133&tarih=2010-06-15
[9] http://www.euractiv.com.tr/ab-ve-turkiye/article/abden-israil-saldrsna-knama-010433
[10] http://www.internethaber.com/israil-saldirisi-icin-komite-kuruldu-261753h.htm?interstitial=true
Türkiye-Afrika İlişkilerine Genel Bakış
Yıllarca AIDS, yolsuzluk, çatışma ve mülteci gibi üçüncü dünya ülkelerinin tipik sorunlarıyla anılan Afrika; artık günümüz tek kutuplu sistemin öngördüğü hiyerarşi ile reel ekonomi-politik hiyerarşi arasında dengeleyici unsurlardan biri haline gelmiştir. Öyle ki Soğuk Savaş dönemi sonlarına doğru gelindiğinde Sovyetler Birliği’nin iki kutuplu sistemin hem büyük güçlerinden olup hem de ekonomik yeterliliğe sahip olamaması Soğuk Savaş şartlarının ortadan kalkmasına neden olmuş, yeni oluşan tek kutuplu sistemde ekonomik iyileşmeyi yakalayan Avrupalı devletler ilerleyen yıllarda hiyerarşide üst sıralarda yerlerini alabilmeyi başarmışlardır. Soğuk Savaş dönemi sonrasında yaşanan siyasi ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle Avrupa’nın iç sorunlarla boğuşması ve uluslaşma akımlarının ivme kazanmasıyla dekolonizasyon sürecine giren Afrika, şimdilerde içinde Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülkenin ortak potansiyel gözüyle baktığı bir konuma gelmiştir.
Afganistan’ın Yeniden Yapılandırılmasında Türkiye’nin Rolü
Afganistan, Avrasya coğrafyasının güneydoğu ucunun önemli bir kısmını, oluşturmaktadır. Bu nedenle, Afganistan’ın jeopolitik önemi Avrasya coğrafyasına hâkim olmak isteyen bölgesel ve küresel güç dengelerinin değişmesi doğrultusunda açıklanabilir.
Bilindiği üzere Afganistan, kuzeyde Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan; batıda İran; güneybatı, güney ve güneydoğuda Pakistan ve doğuda ise Çin Halk Cumhuriyeti’nin siyasî idâresindeki Uygur Özerk Bölgesi (Doğu Türkistan) ile aynı sınırları paylaşmaktadır.
Kitap Tahlili: Politik Psikoloji
Politik Psikoloji adlı kitabın yazarı Abdülkadir Çevik Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanlığı görevini sürdürmektedir. 1980-1982 yılları arasında Uluslararası Politik Psikoloji Derneğinde Prof. Dr. Vamık Volkan’ dan eğitim alan yazar ülkemizde 2006 yılında kurulan Politik Psikoloji Derneği’nin kurucusu ve başkanıdır.
Filistin’i Sahiplenirken Kıbrıs’ı Unutmak
Malum geçtiğimiz hafta İsrail’in insani yardım malzemesi taşıyan Mavi Marmara gemisine yaptığı katliam niteliğindeki saldırı gündemimizi oldukça uzun bir süre meşgul etti. Saldırıdan sonraki yazımda Türkiye’nin Filistin meselesini gereğinden fazla sahiplendiğini, Kıbrıs ve Karabağ gibi iki önemli meseleyi unuttuğunu belirtmiştim. Peki Türkiye Cumhuriyeti Filistin’e verdiği destekle ne kazandı?