Home Blog Page 588

Avrupa Birliği Yolunda Türkiye

0

Türkiye 1959 yılında üyelik için baş vurduğu o zamanın Avrupa Ekonomik Topluluğu, günümüzün Avrupa Birliği kapısında yarım yüz yılı aşkın bir süredir beklemekte. Ortalama insan ömrünü göz önünde bulundurduğumuzda bu oldukça uzun bir süre. Geride bıraktığımız yarım yüzyılda hem dünyada, hem Türkiye’de büyük konjonktürel değişimler yaşandı. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle dünya yeni bir düzen arayışına girerken, Türkiye iki askeri darbeyi ve iç karışıklıkları geride bıraktı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla başlayan yeni süreçte kuşkusuz ki Avrupa Birliği’nin dünya siyasetindeki rolü çok farklı bir konuma geldi. AK Parti (AKP)’den önceki hükümetler AB üyeliği için çaba göstermiş olsalar da, Soğuk Savaş yıllarının alışkanlıklarından gelen, ordu baskısının egemen olduğu bir dönemin dış politika anlayışıyla AB’ye tam üyelik hayalleri kurdular. AK Parti (AKP)’nin 2002 yılında iktidara gelmesiyle Avrupa Birliği’ni hedefleyen net bir dış politika vizyonunu ortaya koyması, Türkiye’yi onca yıl sonra Avrupayla müzakere masasına oturtabildi.

Rusya Ekonomisinin Geleceği Madalyonun İki Yüzü

0

Çarpan kavramı Keynes’in iktisat literatürüne kattığını önemli kavramlardan birisidir. Kısaca tanımlamak gerekirse, gelirin tasarruf ve harcama şeklinde iki fonksiyonu vardır. Gelir harcama fonksiyonuna göre ele alırsa, yapılan bir harcama diğerinin kazancı olacaktır ve kazanç elde edenin yapacağı harcama ise bir diğer kişinin gelirini elde edecektir. Bu şekilde birinci, ikinci, üçüncü, dördünce vb. şekilde ilerleyen durum sayesinde bir gelir ve harcama akımı oluşacak yatırım amacıyla harcanan miktar daha fazla gerçekleşmiş olacaktır. Tersi bir durumda ise yani tasarrufların artması veya gelirin azalmasının sonucunda gerçekleşen azalışlar çarpan etkisi ile daha ağır olacaktır. Örneğin harcamadaki 0,5’lik artışta (Marjinal Tüketim Eğilimi) çarpan 2 veya 0,8’lik bir azalış (MTE) Keynesçi çarpana göre 5 olacaktır. Kısacası çarpan etkisi harcamalardaki çok küçük bir azalış veya artışın daha büyük etkileri olduğunu dile getiriyordu.

Amerika’nın Irak’tan Çekilmesi Dış Politika İçin Mi, İç Politika İçin Mi?

Türkiye’de yoğun yaşadığımız referandum süreci esnasında Türkiye’yi ve bölgeyi derinden ilgilendiren önemli bir hadise gündemimizin arka planında kaldı. ABD’nin Irak’tan çekilmesi. 11 Eylül 2001 döneminde başlayan süreç Eylül 2010’da büyük ölçüde bitmeye yüz tutacak ve 2011’in Eylül’ünde de tamamen bitecek. Bu konuyu biraz irdelemenin ve tam anlamıyla ne anlama geldiğini anlamanın önemli olduğuna inanıyorum.

“Kürt Devleti” Üzerine Notlar ve Çeşitlemeler

ÖZET

Bu yazıda K. Irak’ta ve/veya Türkiye’de Kürt devletinin kurulma ihtimal ve senaryolarını,  bunların Türkiye’ye muhtemel etkilerini ve konu hakkında bölgesel ve uluslararası aktörlerin hesap ve politikalarını tahlil etmeye çalışacağız.

Bosna Hersek’te Seçim Süreci

Siyasi istikrarsızlığın ülkeyi bölünmeye sürüklediği endişelerinin sürdüğü Bosna-Hersek, 3 Ekim 2010 tarihinde seçimlere gidiyor. Seçim süreci, siyasi istikrarsızlığın nedenini de gözler önüne serer şekilde gerçekleşti. Seçim kampanyalarında işsizlik, zayıf ekonomi, yolsuzluk, anayasanın yenilenmesi, AB kriterlerini karşılayacak siyasi reformlar gibi Bosna-Hersek’in temel sorunlarından pek bahsedilmezken siyasi istikrarsızlığı yaratan tüm ayrıştırmacı söylemlerin ön plana çıktığı görüldü.

Seçim kampanyaları, Bosna-Hersek’in üç ana etnik grubunun ortak bir Bosna ideallerinin olmadığını gözler önüne serdi. Nitekim Sırp seçmenlere, hangi adayın daha fazla özerklik sağlayacağı ve hatta kimin kendilerini bağımsızlığa götüreceğine dönük seçim kampanyaları sunuldu. Boşnak seçmenler ise parti ve aday enflasyonu ile karşılaştı; Boşnak partiler hangisinin –en azından- Boşnakları birleştirebileceği üzerinden kampanya yürüttüler. Hırvat partiler de seçim kampanyalarında, siyasi istikrarsızlığın Hırvatları sürüklediği çelişkiyi yaşandığı gözlemlendi. Bosna-Hersek’in bölünmez bir bütün olduğu ön kabulüyle gelecek projeksiyonu yapanlar gibi yeni dönemde siyasi istikrarsızlığın aşılamaması ihtimalini gözetenler de vardı. Bunlardan birisi de Bosna içinde ayrı bir Hırvat özerk bölgesi için mücadele üzerine kampanya yürüten Bosnalı Hırvat milliyetçi lider Dragan Coviç idi. Kesin olan ise milliyetçi vurguların öne çıktığı ve etnik milliyetçiliğin biraz daha keskinleştiği bir seçim sonrası Bosna’sına doğru gidildiği idi. 

Kendini Yenileyen Siyasi Kriz

Bosna-Hersek, Dayton Barış Anlaşması’nın ardından 1996’da yapılan ilk seçimlerden bu yana 6. kez seçimlere gidiyor. Seçimlerle belirlenecek kadroların izahının dahi güç olması da, Bosna-Hersek’in yönetim mekanizmasının karmaşıklığının ve 1992-1995’te yaşanan savaşın durdurulmasına rağmen hem etnik grupların hala barıştırılamadığını hem de hala işler bir devlet yönetimi kurulamadığının bir kez daha hatırlanmasını sağladı. 1992-1995 savaşını sona erdiren 1995 Dayton Barış Anlaşması ile ülke Sırp Cumhuriyeti (Republica Sırpska) ve 10 kantondan oluşan Bosna-Hersek federasyonu olarak ikiye bölünmüştü.[1] Dolayısıyla, yönetim açısından her ikisi de otonomiye sahip ve her ikisinin de ayrı hükümeti ve parlamentosu olan iki entite söz konusudur.[2] Buna ek olarak Boşnak-Hırvat Federasyonu’nu oluşturan on kantonun da ayrı başbakanı, hükümeti ve parlamentosu bulunmaktadır.[3] Ülkenin ayrıca bir merkezi hükümeti ile parlamentosu ile üç etnik grubu da temsil eden üçlü başkanlık konseyi de bulunur. Bu nedenle nüfusu 4,5 milyon civarında olan ülkenin 760 milletvekili, 180 bakanı, 14 başbakanı ve beş cumhurbaşkanı bulunmaktadır. 3 Ekim seçimleri de hem üçlü başkanlık konseyinin Boşnak, Hırvat ve Sırp üyelerini, hem merkezî federal ve hem mahallî parlamentolarda yer alacak vekilleri belirleyecek. 39 parti ve 11 koalisyon grubunun katılacağı seçimlerde 8000 civarındaki aday için 3 milyon kadar seçmen oy kullanacak.

Üç üyeli cumhurbaşkanlığı sistemi, Boşnak, Hırvat ve Sırp temsilcilerin doğrudan halk oylaması ile dört yıl için seçilmesini öngörür. Üçlü başkanlık sisteminin başkanı da sekiz ayda bir değişir. Cumhurbaşkanlığı sistemini ilginç kılan ise Dayton’ın belirlediği bir kural olarak, Sırp adayı sadece Republica Sırpska’da yaşayanların; Boşnak ve Hırvat adayları ise Bosna-Hersek federasyonu’nda oy kullananların belirleyecek olmasıdır. Dolayısıyla örneğin yüzde 48’lik oranla nüfus çoğunluğuna sahip olan Boşnaklar,[4] ülkeyi bölünmeye götürmesini engellemek adına Sırp adaylar arasından daha ılımlısına oy vererek seçim sonuçlarını etkileme şansına sahip değildir. Savaş döneminde soykırımlar nedeniyle Dayton’la Republica Sırpska toprakları halini alan bölgelerden kaçan Boşnakların ise çok az bir kısmı geri dönmüştür. Bunların önemli bir kısmı da Sırp yönetiminin güvenliği sağlayamaması ve hatta güvenlik endişelerini direk yönetim eliyle arttırması, yine Sırp yönetiminin sosyal güvence de tanımaması nedeniyle nüfus kayıtlarını döndükleri ata topraklarının bulunduğu belediyelere taşımamışlardır. Dolayısıyla Republica Sırpska’ya dönmüş olmalarına rağmen Boşnaklar seçimlerde Boşnak-Hırvat federasyonunda oy kullanacaklardır. Aslında bu sonuç, herhalde Batı’nın Bosna’ya Dayton’la getirmek istediği yeni tip demokrasinin sonuçları olarak değerlendirilmelidir.

Seçim sisteminin karmaşıklığı zaten yönetimin karmaşık yapısına da işaret ediyor. Yönetimin karmaşık yapısı da özellikle son iki yıldır dünya kamuoyunu meşgul eden ve artık göz ardı edilemeyecek boyuta erişen siyasi krizin temelini oluşturuyor. Ülkenin 13 katmanlı yönetim mekanizması, ülkeyi içeride yönetimsel olarak bölüyor ve merkezi hükümeti güçsüzleştiriyor. Öte yandan Dayton’un en kötü mirası olan entitelere tanınan veto hakkı ise ülkede yasa yapılmasını imkansızlaştırarak devletin işleyişini tamamen kilitliyor. Siyasi krizin arka planında ise Republica Sırpska’nın ayrılma isteği yatıyor. Bağımsızlık isteğinin alt yapısını oluşturan tarihi ve politik arka planı bir tarafa bırakırsak bu hayali canlı tutan, radikal milliyetçi Sırp politikacılardır. Bağımsızlık hedefini ulaşılabilir kılmak için de ülkedeki üç etnik unsurun bir arada yaşamasının imkansız olduğu konusunda Batı’yı ikna etmeye çalışmakta ve bu nedenle de ülkenin anayasasının revizyonu ile AB ve NATO üyeliği için gerekli olan reformlar konusunda uzlaşmaz bir tavır sergilemektedir.

Seçim Sonuçları

Tüm yaz boyunca devam eden kamuoyu yoklamaları çok sağlıklı bir sonuç vermedi. Kesin olan daha güçlü kampanya yapan partilerin daha avantajlı olduğudur. Bu nedenle de, Boşnak partiler arasında Haris Slaydzic’in lideri olduğu “Bosna-Hersek Partisi” (SBiH); Bakira İzzetbegoviç liderliğindeki “Demokrat Hareket Partisi” (SDA) ve zengin bir işadamı ve “Dnevni Avaz” isimli gazetenin sahibi olan Fahrudin Radonciç’in liderliğinde yeni kurulan “Bosna-Hersek’in Daha İyi Geleceği İçin İşbirliği Partisi” (SBB) diğer partilerin önünde görünüyor. Aliya İzzetbegoviç’in oğlu Bakira İzzetbegoviç ve partisi ise İzzetbegoviç’in tarihi hatırasından faydalanacaktır. Siyasete yeni giren Fahrudin Radonciç de değişik yüzler isteyenlerin yöneleceği bir isim olacaktır. Radonciç’in seçim kampanyasında ekonomik sıkıntılara eğilmesi de bir avantaj sağlamıştır. Bir önceki seçimlerle Başkanlık Konseyi’nin Boşnak üyesi olarak seçilen Slaydzic’in kısmen sessiz ve kimilerince yetersiz bulunmasına rağmen 3 Ekim 2010 seçimlerinde de şansı yüksek. Ancak bu yine de yaklaşık yüzde 2’lik bir fark anlamına geliyor. Türkiye’nin Bosna-Hersek, Sırbistan ve Hırvatistan arasında başlattığı diyalog sürecinin Boşnaklarda yarattığı umudu da Slaydzic’in artı hanesine eklemek gerekir.

Bosna’daki mevcut sorunların ve ülkedeki siyasi krizin yeni dönemdeki akıbeti ise büyük ölçüde Sırpların tutumuyla belirlenecek. Türkiye’nin başlattığı diyalog süreci de, Bosna-Hersek’in Sırp yakasında tam tersi etki doğuracak. Nitekim, Balkanlardaki istikrar sürecinin radikal Sırp liderlerde büyük rahatsızlık yarattığı ve hedeflerine vurulmuş bir darbe olarak algılandığı bir vakıadır. Sırp özerk bölgesinin cumhurbaşkanlığı için aday olan Sırp Başbakan Milorad Dodik, lideri olduğu Sosyal Demokratlar Birliği (SNSD) ile 1 Ekim 2006 seçimlerinde Republica Sırpska’nın bağımsızlığı vaadiyle kampanya yürüterek Sırp seçmenin yüzde 47’sinin oyunu almıştı. Dodik, 3 Ekim 2010 seçimlerinde ise Bosna Sırp Cumhuriyeti’nin ayrılma kararını sorgulayan bir referanduma gitme söylemini Uluslararası Adalet Divanı’nın Kosova kararına dayandıran bir kampanya yürüterek çıtayı yükseltmiştir. Seçim kampanyasında Türkiye karşıtlığını vurgulayan söylemler de ön plana çıkmıştır. SNSD’nin bağımsızlık söylemiyle 2006 seçimlerindeki oy oranını yakalaması büyük olasılıktır. SNSD, Devlet Başkanlığı Konseyine de halen Konseyin üyesi olan Neboyşa Radmanoviç’i gösterdi.

Başkanlık Konseyi’nin Sırp üyesi bakımından Neboyşa Radmanoviç’in yeniden seçilmesi bekleniyor. Başkanlık Konseyi’nin Hırvat üyesi açısından seçim sonuçlarını ise bir önceki seçimlerde olduğu gibi belirleyecek olan Boşnak oyları olabilir. Boşnaklar, hangi Hırvat adayın Boşnak liderlerle uyumlu çalışacağı kriteriyle hareket edecektir. Bu da Sosyal Demokrat Partisi (SDP)’nin adayı olan ve geçtiğimiz dönemde Devlet Başkanlığı Konseyi üyeliğini yürüten Jelyko Komşiç’i avantajlı konuma getiriyor. Bir önceki seçimlerden farklı olan ise bu kez Boşnak aday sayısının dokuz olması. Dolayısıyla Boşnak partilerin kendi içlerindeki yarış nedeniyle bir önceki seçimlerde uyguladığı stratejiyi uygulamasının mümkün olmaması ihtimalidir. Seçim sonuçlarına ilişkin olarak ise: Başkanlık Konseyi’nin Boşnak üyesinin seçiminin çekişmeli bir yarış olacağının kesin; parlamentonun Boşnaklara ayrılan kısmında yeni kurulmuş partilerin görülmesinin büyük ihtimal ve hükümet için koalisyonun gerekeceğinin de kaçınılmaz olacağı söylenebilir.

Seçimlerin Krize Etkisi

Ülkedeki karışık siyasi yapı, ekonomik kriz, işsizlik başta olmak üzere bir çok çözüm bekleyen sorun 3 Ekim’deki seçimleri daha önemli hale getiriyor. Bir yandan yönetim yapısı nedeniyle hiç de iyi olmayan ülke bütçesinin bürokratik zincirlerde ziyan olması, bir yandan aynı bürokratik ve karmaşık yönetim yapısı nedeniyle merkezi hükümetin işleyişinin engellenmesi ve bir yandan da mevcut sistemi değiştirmek için yine bu karmaşık yapının ikna edilmesinin gerekmesi, sorunun karmaşıklığını izah edebilir.

Siyasi krize kalıcı çözüm bulmak üzere girişimlerde bulunan AB ve ABD, taraflar arasında diyalog kurmanın imkansız görülmesi ve meselenin başlı başına karmaşık olması nedeniyle sorunu 3 Ekim seçimlerinin sonuçlarına dek dondurmuştu. Bu nedenle Bosna-Hersek’teki seçimler, ülkenin geleceğinin belirleneceği kritik günlerde Bosna-Hersek’teki etnik grupların kimler tarafından temsil edileceği bakımından da, ülkenin nasıl bir geleceğe taşınacağı bakımından da önem arz etmektedir. 3 Ekim seçimlerinde ilk defa oy kullanacak 80 bin yeni seçmenin savaşı yaşamamış kuşak olması da ülkenin geleceği açısından yeni bir umut oluşturmuyor. Bunun en büyük sebebi ise gençlerin yani aynı 80 bin seçmenin yüzde 58’inin işsiz olmasıdır. Nitekim, ekonomik refahın ve gelecek umudunun bulunmadığı ortamlarda milliyetçi söylemler genellikle daha fazla karşılık bulmaktadır. Görünen o ki, ülkenin geleceği için gerekli olan siyasi reformların yapılmasını kolaylaştıracak bir siyasi yapı, 3 Ekim seçimleri ile oluşturulamayacaktır.

Her bir seçim sonrasında etnik grupların milliyetçiliklerinin biraz daha keskinleşmesi, bir Bosna-Hersek klasiği haline gelmiştir. Bu da, seçim sonrasında Batı’nın ertelendikçe ciddiyeti artmış bir sorunla daha zor koşullarda yüzleşeceği anlamına gelmektedir. Gittikçe karmaşıklaşan ve taraflar arasındaki çizginin daha da açıldığı bir ortamda, çözüm oluşturmak güçleşecek ve bu güçlük de Batı’nın Bosna-Hersek’in toprak bütünlüğünü koruma kararlılığına zarar verecektir.

 

Gözde KILIÇ YAŞIN

21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü

Balkanlar ve Kıbrıs Uzmanı

 

http://www.21yyte.org/tr/yazi5605-BOSNA_HERSEKTE_SECIM_SURECI.html


[1] Dayton Antlaşması ile toprakların yüzde 49’u Sırp Cumhuriyetine verilirken Boşnak ve Hırvatlara toprakların yüzde 51’ini paylaşmak düşmüştü.

[2] Brcko Bölgesi, Bosna-Hersek egemenliği altında kendi özerkliğine sahip olup, uluslararası denetime tabidir.

[3] Kantonlar’dan beş tanesi (Una-Sana, Tuzla, Zenica-Doboj, Bosna Podrinje ve Saraybosna) Boşnak çoğunluklu, üç tanesi (Posavina, Batı Hersek ve livno) Hırvat çoğunluklu ve iki tanesi (Merkez Bosna ve Hersek-Neretva) “karışık etnikli”dir.

[4] Ülke nüfusunun yüzde 48’ini Boşnaklar, yüzde 37’sini Sırplar ve yüzde 14’ünü ise Hırvatlar oluşturmaktadır. bkz. CIA- The World Fact Book –Bosnia and Herzegovina

TÜRKSAM Başkanı Sinan OĞAN İle TUİÇ Üzerine Röportaj

İlknur Yantuna: Türkiye Uluslararası İlişkiler çalışmaları 2008 yılında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ve Ege Üniversitesinin ortak diyaloguyla kurulmuş bir öğrenci oluşumudur. Şuan itibariyle beş çalıştay ve dokuz kongre gerçekleştiren TUİÇ’in Bakü’den Trakya’ya 26 üniversiteyi kapsayan geniş bir gönüllü ağı vardır.

Türk Dış Politikası Genleşirken

0

Türkiye’nin bölgesinde gittikçe etkin bir pozisyona sahip olması dünyadan farklı tepkilerle karşılanmaktadır. 17 Eylül 2010’da Pravda.ru internet sitesinde yer alan bir haberde Türkiye’nin Ortadoğu, Ermenistan, AB ve Türkî Cumhuriyetlerle ilgili siyaseti değerlendirilirken komşu ülkenin hangi eksende hareket etmesinin daha muhtemel olduğuna dair Alman Dış Siyaset Konseyi’nin Rusya ve BDT Bölge Programları Müdürü Alexander Rar ile yapılan bir mülakata yer verilmiştir. Türk Dış Politikası

İran’ın Dış Politika Arayışları

0

İran Dış Politikası İran İslam Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, New York’ta gerçekleştirilen BM Genel Kurulu’na katılımı sırasında bir kez daha Rusya’nın iki yüzlü politikasına tanıklık etmiş oldu. Medvedev, ABD ziyareti sırasında Rusya’nın 2007 yılında iletilmesi planlanan ZRQ S-300 Roket kompleksinin İran’a iletilmesini yasakladı. 

Yunanistan Ekonomisi Neden Çöktü? “Bütçe Açıklarının Sosyo-Ekonomik Etkileri”

0

Yunanistan Ekonomisi Laurence Ball, N. Gregory Mankıw ikilisinin “Bütçe Açıklarını Ne Yapmalıyım” başlıklı makaleleri şu paragraf ile başlamaktadır:[1]

Rusya-İsrail Çekişmesi: Kazanan Kim Olacak?

0

İki ülke 2010 Eylül’ü başlarında askerî iş birliği anlaşması imzalamışlardır. İsrail Savunma Bakanı Ehud Barack iki günlük resmî Moskova ziyareti sırasında Rus mevkidaşı Anatoli Serdyukov’la bu anlaşmayı parafe etmiştir. Serdyukov anlaşmanın iki ülke ilişkilerine yeni bir ivme kazandıracağını ve Rusya’nın İsrail’den daha fazla silah ve askerî teknoloji satın alacaklarını açıklarken Ehud Barack da Rusya’nın dünya ve kendi bölgeleri için önemine vurgu yapmıştır.