Home Blog Page 585

Füze Kalkanının Gerçek Hedefi

füze kalkanının gerçek hedefi

Geçtiğimiz aylarda dünyanın ve Türkiye’nin gündemine oturan füze kalkanının gerçek hedefi meselesi kamuoyunda birçok kez tartışıldı. George W. Bush döneminde Polonya merkezli ve kısa menzilli olmak üzere hayata geçirilmesi planlanan Füze Kalkanı Projesi, Barack Obama döneminde menzili genişletilip bütün Avrupa’yı içine alabilecek bir şekilde modifiye edildi. Projenin yayınlanan detaylarına bakıldığında yenilenmiş Füze Kalkanı Projesi’nin tam anlamıyla hayata geçirilmesinin 2020’leri bulacağını görmek mümkündür. Kamuoyunda da sıkça tartışıldığı gibi akıllara gelen asıl soru şudur: “Eğer Füze Kalkanı Projesi sadece İran’a yönelik yapılan bir hamleyse nükleer yapılanmasını bir kaç yıl içinde tamamlayacak İran için alınması gereken önlem bu mu olmalıdır?”

 Asıl sorulması gereken soru şudur:

Amerika Birleşik Devletleri’ni, George W. Bush döneminde Polonya merkezli olarak hazırlanmaya başlanan, daha az kapsamlı ama daha kısa sürede hayata geçirilebilecek bir proje yerine; daha geniş kapsamlı ama uzun vadede sonuç verecek bir projeye yönelten sebep nedir? 

Bu sorunun cevabını “Füze kalkanı’nın gerçek hedefi ne?” sorusu üzerine yoğunlaşarak bulabiliriz. Füze Kalkanı Projesi’nin asıl hedefi İran mıdır yoksa hedef daha büyük ya da daha farklı mıdır? George W. Bush döneminde hazırlanan projenin temel öğesinin İran olduğunu söylemek zor değildir. Gerek projenin kısa zamanda hayata geçirilmesi özelliği gerekse belli bir alanı kapsaması göz önünde bulundurulduğunda İran‘a karşı yapıldığını söylemek mümkündür. Ancak Obama döneminde yenilenen proje kapsamında genişletilen menzil özelliği ve daha uzun sürede uygulanacağı durumu dikkate alındığında projenin hedefinin değiştiği; bunun tek ve uzun vadeli hedefinin İran olmadığı anlaşılmaktadır.

Türkiye yeterli farkındalığa ulaşmamış olsa da Şii bir İran, Sunni çoğunluğa sahip ancak Şii azınlıkları tehdit olarak gören Arap devletlerini barındıran Arap dünyasında tehlikeli görülmektedir. Bununla birlikte Arap olmayan ve Şii olan İran’ın ekseriyeti Arap ve Sunni olan Arap dünyasında nükleer silah sahibi olma ihtimali bile bir çok Arap ülkesini tedbir almak zorunda bırakmıştır. Son dönemde Fransa’nın, Rusya’nın, Çin’in ve hatta Hindistan’ın destekleriyle Ürdün, Suudi Arabistan, Mısır gibi bir çok ülkenin yavaş da olsa nükleer enerji çalışmalarına başladığını görmek mümkündür.

Kısacası İran sadece ABD ve Avrupa gözünde değil Sünni Arap dünyasının gözünde de bir risk haline dönüşmektedir. İran’ın nükleer yapılanma yolunda ilerlemesi kısa zamanda Orta Doğu’da birçok ülkenin hızlı ve kontrolsüz bir biçimde nükleerleşmesine sebebiyet verebilir.

Bu durum göz önüne alındığında 2020‘lerde Orta Doğu‘da sadece İran değil bir çok ülkenin nükleerleştiğini görmek ve bölgenin patlamaya hazır bir durumda olabileceğini anlamak kimse için zor değildir. Bununla beraber Pakistan‘daki nükleer silahlanmanın şu an için ABD ve Avrupa ile ittifak halindeki ordunun kontrolünde olması bir emniyet sibobu olarak görülmektedir. Bununla birlikte nükleer yapılanmanın radikal bir Pakistan’ın eline geçmesi olasılığı Orta Doğu’nun nükleer tehdit durumuna Asya‘yı da eklemektedir. Bütün bu hesaplar ve olasılıklar değerlendirildiğinde ABD’nin bu projeyi niçin daha geniş kapsamlı bir hale getirdiği ve daha geniş bir zamana yaydığını anlamak zor olmayacaktır.

Füze Kalkanının Gerçek Hedefi

Sonuç olarak, Füze Kalkanı Projesi’nin hedefi bugün İran gibi görünmekle beraber asıl hedefinin nükleer geleceği bulanık görünen Orta Doğu ve Asya olduğu öngörülebilmektedir.

Yrd. Doç. Dr. Burak Küntay

Bahçeşehir Üniversitesi

Hükümet ve Liderlik Okulu (HLO) Başkanı

Enerji ve Güvenliği Üzerine Notlar

0

Devlet içinde ve dışındaki bilgi birikimi, uzmanlık, insan kaynağını, bakış açısı, hafızayı bir araya getirecek bir Enerji Güvenlik Konseyi’nin kurulması isabetli olabilir.

WikiLeaks’in Gerçek Etkisi

0

WikiLeaks belgeleri ortaya çıktığından beri gündemden düşmeyen önemli bir konu olarak dünya gündeminin en ön sıralarında yer almaya devam ediyor. Belgeler açıklandığı gün itibariyle tüm dünya diplomasisinde büyük sıkıntılar yaratacağı ifade edilmiştir. WikiLeaks belgeleri öyle bir durum yarattı ki belgeleri kaale alıp bir ülkeye tavır almaya kalktığınız zaman bütün dünya ile karşı karşıya geleceğiniz bir ortam meydana geliyor. Bundan dolayı WikiLeaks belgelerinin diplomatik anlamda dünyada kriz yaratacağı kanaatinde değilim. Zaten belgeler yayınlanmaya başladığı ilk günden itibaren bir çok ülkenin üst düzey yöneticilerinin verdiği mesajlar ülkelerin ikili ilişkilerinde belgelerin kötü bir etki yaratmayacağı doğrultusundaydı. WikiLeaks belgelerinin asıl büyük deprem etkisini dış politikadan ziyade ülkelerin iç politikalarında, bilhassa ABD’nin iç politikasında yaratacağı inancındayım.

Füze Kalkanı Projesi’ne Genel Bakış

0

ABD’nin yıllardır süren tehdit algısı günümüzde de varlığını sürdürmektedir. ABD bu kapsamda kendisine gelebilecek olan olası bir saldırıyı engellemek için olağan gücünü ortaya koymaktadır. Günümüzde ABD, İran’dan veya Kuzey Kore’den gelebilecek bir füze saldırısı için Füze Kalkanı Projesi adı altında bir füze savunma sistemi geliştirmiştir.

Türkiye’nin Tam Üyelik Başvurusu ve Başvuruya AT Komisyonun Görüş Raporu

0

Türkiye’nin Tam Üyelik Başvurusu  (1987-1989)  ve Başvuruya AT Komisyonun Görüş Raporu (18 Aralık 1989)

Türkiye Cumhuriyeti 1923 yıllındaki kurulumundan bu yana siyasi bir misyon yüklenip yüzünü batıya dönmüştür. Bu misyon doğrultusunda daima batılı medeniyetler seviyesini kendisine hedef olarak belirlemiştir. Bu yeni kimliğin doğal sonucu olarak da, 1950’li yıllarda başlayan Avrupa Topluluğu’nun oluşum hareketiyle olabildiğince yakın ilişkiler sürdürme çabası göstermiştir.

Küreselleşen Dünyada İstanbul

0

Sizleri, gittikçe kozmopolitleşen ve küreselleşen dünyanın getirdiği fırsat ve zorlukları anlamamıza yardımcı olacak, “İstanbul deneyimi üzerine değerlendirmelerin” yapılacağı sempozyumlar serisine davet etmekten memnuniyet duyarız. Sempozyumlarımızın Bahçeşehir Üniversitesi ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından desteklenmekte, devam eden “Küreselleşen Dünyada İstanbul” projemizin kapsamında yer almaktadır.

Bahçeşehir Üniversitesi

Ayrıntılar için afiş resmini inceleyebilirsiniz…

Kosova Seçimlerinin Ardından

0

Kosova, bağımsızlığını ilan ettiği 17 Şubat 2008’den sonraki ilk parlamento seçimlerini 12 Aralık 2010’da gerçekleştirdi. Resmi olmayan seçim sonuçlarına göre Kosova’yı bağımsızlığa taşıyan Başbakan Haşim Taçi ve lideri olduğu Kosova Demokratik Partisi’nin (PDK- Partia Demokratike e Kosoves) yeni döneminde de oyların çoğunu aldı. Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararla parti liderliği ve Cumhurbaşkanlığı arasında tercih yapmak zorunda kalarak Cumhurbaşkanlığından istifa eden ancak Kurultay’da parti liderliğini de kazanamayan Fatmir Seydiu seçimlerin “en çok kaybedeni” oldu. Ancak partisi Kosova Demokratik Birliği (LDK- Lidhja Demokratike e Kosoves),[1]yeni lideri İsa Mustafa ile seçimleri ikinci sırada bitirdi. Seçimlerin “en çok kazananı” ise ilk kez seçimlere girerek halkın kendine desteğini ölçen Lëvizja Vetëvendosje (Kendin Karar Ver/ Kendi Kaderini Tayin / Self Determinasyon) Hareketi ve liderleri Albin Kurti oldu.

Kosova Cumhurbaşkanı Fatmir Seydiu’nun 27 Eylül 2010’da istifa etmesi ve Kosova Demokratik Birliği’nin koalisyon hükümetinden çekilmesi ülkede siyasal krizi başlatmıştı. Muhalefet partisi Yeni Kosova İttifakı’nın (AKR) önergesi ile gidilen güven oylamasında, Başbakan Haşim Taçi Hükümeti düşürüldü[2]ve erken seçim süreci başladı. Ancak olağan seçim tarihi de 13 Şubat 2011’di ve iktidar partisi, erken seçime gönüllü olmakla seçimlerdeki avantajını arttırdı ve daha fazla yıpranmadan bir anlamda “seçim tazelemiş” oldu. Seçimler Kosova’nın bağımsızlık sonrasındaki ilk parlamento seçimleri olması nedeniyle de önemli. Kosova Parlamentosu’nun 120 sandalyesi için 12 Aralık’taki seçimlerde 29 siyasi oluşumdan[3]1,262 milletvekili adayı yarıştı. Seçimleri sivil toplum kuruluşlarının 5 bin, uluslararası örgütlerin 493 ve büyükelçiliklerin 351 gözlemcisi izledi. Aslında özellikle Vetëvendosje-Self Determinasyon Hareketi’nin Drenas, Skenderaj ve Dukagjini bölgelerinde seçim usulsüzlükleri yapıldığı iddiaları bulunuyor ancak itirazlar ciddi bir ses haline gelmedikçe uluslararası gözlemcilerin raporu olumlu çıkacaktır.

Kosova’daki 1 milyon 630 bin kayıtlı seçmenin ancak %45’i sandık başına gitti. Henüz Sırbistan’ın parçası iken 17 Kasım 2007’de yapılan genel seçimlerde de katılım %40,1 düzeyindeydi. Kosovalı Sırpların seçimleri boykot etmesi dikkate alınması gereken bir unsurdur ancak açıktır ki nüfus oranları da %55 değil. Dolayısıyla görüldüğü kadarıyla “yeni bir devlet”, “kendini yönetme hakkı” Kosovalılar için dünyanın geri kalanında yarattığı heyecanı yaratmış değil. Burada, Kosova’nın aslında hala kendini yönetemiyor olması, UNMIK,[4] EULEX[5] ve NATO’nun ülkenin gerçek karar vericileri gibi görünmesinin etkili olduğu düşünülebilir. Bu ihtimali değerlendirebilmek, yani genelde Kosova’nın, özelde Arnavutlar’ın yönetimi belirlemedeki isteksizliklerinin ardında “gerçek bağımsızlık” arayışı olup olmadığını test edebilmek mümkündür. Vetëvendosje Hareketi’nin alacağı oylar bu anlamda önemli bir veri olabilir veya olabilirdi.

  • Gerçek Bağımsızlık İçin “Kendin Karar Ver”

Albin Kurti’nin liderliğindeki Vetëvendosje-Self Determinasyon Hareketi, kendi misyonunu, “Siyasi kutuplaşma ve şiddete başvurmayan demokratik çatışma” olarak tanımlıyor. Kosova’daki BM yönetim; Ahtisaari Planı ve EULEX’e yönelik sert muhalif tutumuyla biliniyor. Bir anlamda Gürcistan ve Ukrayna’da yaşanan Turuncu Devrimleri modelliyor. Ancak Kosova’ya yerleşmiş ve dolayısıyla “Kosova’nın gerçek bağımsızlığını engelleyen” uluslararası güçlere karşı olmaları nedeniyle onlardan farklılaşıyorlar. Hareketin liderleri de şiddete başvurmayan aktivistler olarak biliniyorlar. UNMIK’e atfen hazırladıkları, “UNMIKistan” ve “UNMIKolonialism” gibi “esprili” pankartlarının yerini son dönemde EULEX’in araçlarını hedef alan zarar verici eylemlerin aldığı da bir gerçek. Ancak Kurti’nin bu eylemlerin sorumlusu olarak yargılanması, liderliğini yaptığı Hareket’e duyulan sempatiyi arttırdı ve kesinlikle seçim sonrası başarısına katkı sağladı. Self Determinasyon Hareketi’nin ayırt edici bir özelliği de Ahtisaari paketinin tamamen yürürlükten kaldırılması ve bir referandumla “geleceğin tayin edilmesi” nin siyasi ajandasında bulunmasıdır.[6] Albin Kurti, lafı dolandırmadan da Kosova’nın Arnavutluk’la birleşme hakkı olduğunu ifade etmektedir.[7] Seçim çalışmalarına da Kosova’nın bölünmüş kenti Mitroviça’dan başlayan Kurti, Sırp paralel yapılarının tamamen kaldırılması suretiyle toprak bütünlüğünün tam olarak sağlanmasını öncelikli hedef olarak gösteriyor. Söylemlerinde şiddet tehdidi içeren ifadeler hiçbir şekilde bulunmuyorsa da özellikle Arnavutları “gerçek bağımsızlık” noktasında keskinleştirme girişimi, Batı’yı rahatsız ediyor. Üstelik Albin Kurti söylemlerinde bölgesel istikrar ve güvenlik konularını ikincil mesele olarak tanımlıyor. Her halükarda dikkatle takip edilmesi gereken bir isim ve bunu “tam bağımsızlık” söyleminin cazibesine borçlu.

Sandık çıkışı anketleri oyların  %31’ini Haşim Taçi’nin PDK’sının, % 25’ini İsa Mustafa’nın liderliğindeki LDK’nın, %17’sini de Vetëvendosje-Self Determinasyon Hareketi’nin aldığını gösteriyor. Bu, Vetëvendosje Hareketi’nin büyük bir çıkış yaptığının göstergesi kabul edilebilir. Seçim öncesi kamuoyu yoklamaları da benzer oranları gösteriyor idiyse de, aslında Kurti’nin daha fazla oy alması beklenebilirdi. Bulgaristan’da GERB’in iktidara ani çıkışı gibi birçok ülkede seçimlere ilk kez katılan partilerin kendilerini tek başına iktidara taşıyan oy alabildiği gözlemlenmiştir. Ancak Self Determinasyon Hareketi’nin artık bir siyasi parti olarak varlık göstermesinin seçimlere ilgisizlikte dahi bir değişiklik yapmaması dikkat çekicidir. Açıkçası kendisinden beklenen heyecan ortamını Kosova’da yaratamamıştır. İlk iki partinin değişmemesi de sadece Kurti’nin değil diğer tüm partilerin önceki yönetimler için gündeme getirdiği yolsuzluk, kötü yönetim ve başarısızlık iddialarının halkta karşılık bulmadığını da gösteriyor. Elbette ki, seçimlerde çok ciddi usulsüzlükler yapılmadı ve seçim sonuçlarıyla oynanmadıysa. Bu tablo, Kosova’daki çoğunluğun AB ve NATO hedefini örneğin Arnavutluk’la birleşmeye göre daha fazla önemsediğinin de bir göstergesi olsa gerek. Bunu tetikleyenler arasında ise herhalde yüksek işsizlik oranları ve iyileşemeyen ekonomi başı çekmektedir.

  • Kosovalı Türkler

Seçimlerin önemli gelişmelerinden biri de, Kosovalı Türklerin ikinci bir parti çıkarması olmuştu. Altı ay önce kurulan Kosova Türk Birliği (KTB) bu yıl ilk kez seçimlere katılan Kosova partilerinden biriydi. Kosova Türk Demokratik Partisi (KDTP) 12 Aralıkta yapılacak genel seçimlere 48 aday ile katılırken Kosova Türk Birliği de 25 aday gösterdi. Mamuşa şehrinde kurulmuş olması nedeniyle, iki Türk partisinin özellikle Mamuşa’da yarışacağı, KTB’nin şimdilik Kosova’nın diğer bölgelerinde çok etkili olamayacağı düşünülüyordu. Nitekim sandık çıkışı anketleri Mamuşa’da da ibrenin KDTP’den yana olduğunu gösterdi.

KDTP, seçimlerde 4 milletvekilliği kazanmayı hedeflemişse de resmi olmayan sonuçlar ancak 3 milletvekili çıkarabildiğini gösteriyor. Parlamentodaki 2 sandalyenin zaten Türk azınlığa ayrılmış olduğu[8] ve bir önceki dönemde de KDTP’nin Kosova Türklerini parlamentoda 3 milletvekili ile temsil ettiği düşünüldüğünde “yeni bir başarı”dan söz etmek mümkün değildir. Yeni bir Türk partisinin varlığına rağmen konumunu koruması, “göreceli” başarı sayılabilecekse de yine bir Türk partisi ile yarışması başlı başına bir talihsizliktir. Nisan 2011’de yapılacak nüfus sayımına yönelik iki Türk partisinin ortak çalışması ise elzemdir. Nitekim bundan sonraki seçimlerde “parlamento kota”larını bir anlamda nüfus sayımı sonuçları belirleyecektir.

Türklerin yaşadığı bölgelerde seçime katılımın ülke geneline göre yüksek olması, kuşkusuz ki “kimlik” algılaması bakımından bir avantaj yaratmaktadır. Ne var ki, Bulgaristan örneğinde görülen “ülke genelinde seçimlere katılımın düşük olması ancak Türk azınlığın nerdeyse firesiz sandığa gitmesinin sonucu olarak Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin ülkenin 3. Büyük partisi haline gelmesi” gibi bir sonuçtan henüz KDTP ya da KTB uzaktır. İki parti arasındaki rekabetin en yoğun yaşandığı Mamuşa’da seçimlere katılımın yüzde 60’larda “kalması”, bu yargıyı güçlendirmektedir. Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin girişimi ile Türkiye’de yaşayan yaklaşık iki bin Kosovalının uçak ve otobüslerle Kosova’ya taşındığını da belirtmek gerekir. Kosovalı Türk seçmenin yaklaşık sayısı için 7 bin denilebilecekse, özellikle Mamuşa’da oyların bölünmesi aslında bir talihsizlik olmuştur.

  • Yeni Dönemde Kosova

Yeni dönemde Kosova Türklerini, Anayasal hakları olan Türkçe düzenlenmiş nüfus cüzdanlarını almak başta olmak üzere genel anlamda bir kimlik mücadelesi bekliyor. KDTP’nin Prizren’den aday gösterdiği Orhan Lopar da “kimlik” direnişinin en önemli isimlerinden biridir ve Türkçe kimlik verilene dek kimliğini almayı reddetmektedir. Bu seçimlerde oy pusulalarında ve seçimlerle ilgili tüm evraklarda Türkçe’nin de kullanılmış olması ümit verici olsa da mücadelenin Nisan 2011’de sonlanmayacağı kesin.

Kosova’nın koalisyon gerektiren hükümeti, aslında geçmiş dönemin sorunlarıyla uğraşmaya devam edecek. Bunların başında ise Sırbistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi ve sınır anlaşmazlıkları başta olmak üzere pek çok konuya çözüm aramak amacıyla başlatılan müzakerelerin uluslararası toplumu memnun edecek düzeyde sürdürülmesi geliyor. Yeni Kosova Hükümeti’nin karşısında ise AB’ye katılma isteklisi bir Sırbistan yönetimi olacak. Her ne kadar Kosova Sırbistan için “kırmızı çizgi”ler kapsamında da olsa bir tarafta Uluslararası Adalet Divanı’nın Kosova’nın bağımsızlık ilanını uluslararası hukuka aykırı bulmayan kararı diğer tarafta BM üyesi 72 ülkenin Kosova’nın bağımsızlığını tanımış olması duruyor. Dolayısıyla Sırbistan bir ara formülde anlaşmak zorunda kalacak bu da ülkede erken seçim mekanizmasını harekete geçirecektir. Sırbistan için ara formül, Kosova’nın “bir parça” toprak tavizine razı olması ile ulaşılabilecek bir hedef. Bu noktada Albin Kurti ve partisinin muhalefet sıralarında oturuyor olması, süreci ciddi anlamda zorlayacaktır. Dolayısıyla bu bölge, dünden daha istikrarlı olmayacaktır. Kurulacak yeni hükümetin temel sorunları arasında yolsuzlukla etkin mücadele, hukukun üstünlüğünün tesisi ve daha önemlisi işsizlik sorununda iyileştirmenin sağlanması bulunuyor. Resmi rakamlar yüzde 48 olarak verse de Kosova’da işsizliğin yüzde 60’ları bulması, halkın gerçek sorunudur ve Arnavut, Sırp, Türk, Boşnak ya da Goralı dinlemeksizin herkesin ortak sıkıntısıdır. Böylesi bir ortamda önde gelen siyasi partilerin sadece gazete ilanlarına 60 bin Euro’dan fazla para harcadığının tespit edilmesi, bu rakamın yarısından fazlasının da Başbakan Haşim Taci’nin Demokrat Parti’si tarafından harcandığının ilan edilmesi,[9] yeni iktidarın cevaplaması gereken sorular arasında olacaktır.

Seçimin galiplerinin LDK ve PDK olması, Kosova’nın Avrupa Birliği, NATO ve Birleşmiş Milletlere üyelik hedefinin devam edeceğinin de işareti olabilir. Ancak LDK’nın lideri İsa Mustafa’nın bundan sonra PDK ile koalisyon yapmayacakları ve muhalefette kalmayı tercih edeceklerini dile getirmesi, Haşim Taçi’nin yeni bir ortak arayışına şimdiden girmesi gerektiğini gösteriyor. Muhtemeldir ki Albin Kurti öncelikli tercih olmayacaktır. Genel Başkanı (Ramuş Haradinay) Lahey’de tekrar yargılanmakta olan Kosova’nın Geleceği için İttifak (AAK- Aleanca per Ardhmerine e Kosoves) partisi, önceki seçimlere göre oy kaybına uğramış görünüyor. Ancak AAK da PDK ile koalisyon yapmayacağını ilan etti.Öyle ki, Taçi için azınlık partileri dışında alternatif kalmıyor. Sırpların parlamentoya yaklaşık 15 milletvekili sokabilmesi, sadece oy kullanan Sırpların artık Kosova’yı tanıdığı anlamına gelmiyor. Aynı zamanda Kosova’nın Sırbistan’la yeniden başlatılacak müzakereleri yürütecek yeni hükümetin ortağı olabilecekleri anlamına da geliyor. Kosovalı Türkleri temsil eden KDTP’nin de önceki üç dönemde olduğu gibi hükümette yer alması ve belki 1 bakanlık, 2 bakan yardımcılığı formülünü biraz daha ileriye taşıması söz konusu olacaktır. Haşim Taçi’nin seçim çalışmalarında Türk bayraklarını kullanması da böylesi bir beklentiyi güçlendirmektedir.

Gözde KILIÇ YAŞIN

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü

Balkanlar ve Kıbrıs Uzmanı

http://www.21yyte.org/tr/yazi6024-Kosova_Secimlerinin_Ardindan.html


[1] Kosova’nın ilk Cumhurbaşkanı İbrahim Rugova’nın liderliğini yaptığı Kosova Demokratik Birliği (LDK), Rugova’nın ölümünden sonra 2006 yılında Fatmir Seydiu’yu parti başkanı seçmişti. 2007 seçimlerinde oyların yüzde 22,6’sını alarak parlamentoya 25 milletvekiline sokmuş, ikinci parti olarak PDK ile koalisyona gitmişti. Priştine belediye başkanı İsa Mustafa, LDK’nın 7 Kasım 2010’da yapılan 7. Kurultay’ında 234 oyla parti liderliğine getirildi. (Seydiu ise 125 oy aldı)

[2]Güven oylamasında, Taçi’nin PDK milletvekillerinin de dahil olduğu 66 milletvekili, hükümetin düşmesi yönünde oy kullandı. 1 milletvekili karşı oy verirken, 2 milletvekili çekimser kaldı.

[3]Bunların içinde Arnavutların çoğunluğu oluşturdukları parti sayısı 7, Türklerin parti sayısı 2’dir.

[4] UNMIK-United Nations Interim Administration Mission in Kosovo, BM Geçici Kosova Misyonu, http://www.unmikonline.org/

[5] EULEX-The European Union Rule of Law Mission in Kosovo, (AB’nin Polis ve Yargı Misyonu), http://www.eulex-kosovo.eu

[6] Albin Kurti, Guardian of Flame of Kosovo Nationalism, 8.Aralık 2010, http://www.balkaninsight.com/en/article/albin-kurti-guardian-of-flame-of-kosovo-nationalism

[7] Albin Kurti: Kosovo has the right to union with Albania, 21 Haziran 2010, Radio Free Europe; http://balkanblog.org/2010/06/22/dumm-sabbel-albin-kurti-zur-wieder-vereinigung-mit-albanien/print/

[8] Kosova Parlamentosu’ndaki 120 sandalyenin 10’u Sırplara olmak üzere 20’si azınlıklara ayrılmıştır. Türklere verilen sandalye sayısı ise 2’dir. 2 milyon nüfuslu Kosova’da 120 bin Sırp’ın yaşadığı hesaba katılarak 10 sandalye verilmişse de, bugün Sırpların gerçek nüfusunun 80 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir.

[9] STK’lar koalisyonu Democracy in Action’ın 5 Aralık Pazar günü yaptığı açıklama, “Kosova’daki siyasi partiler kampanya kurallarını çiğnediler”, SETİMES, 6 Aralık 2010

Irak’ta Hükümet Kurma Karmaşası

0

Irak’ta 11 Kasım 2010 tarihinde, 8 aylık bir bekleyişin ardından tarafların mutabakata varmaları ve hükümet kurma görevinin Kanun Devleti Oluşumu lideri Nuri El-Malikiye verilmesi, Irak’ı yeni bir siyasi karmaşa dönemecine sokmuştur.

Irak’ta Cumhurbaşkanlığı görevine Irak Kürt Yönetiminden Celal Talabani, Başbakanlık görevine Kanun Devleti Oluşumu lideri Nuri El-Maliki ve Meclis Başkanlığı görevine ise El-Irakiye listesinin önemli isimlerinden Usame Nuceyfi getirilmiştir.

Yunanistan Ekonomik Krizi ve AB’nin Kriz Politikası

0

2008 yılında Amerika’da bankların batmasıyla birlikte başlayan ve tüm dünyayı saran ekonomik kriz; Yunan bankaların, sigorta şirketlerinin ve dev tekellerin art arda iflası ile Yunanistan’ı da bu büyük fırtınanın içine almıştır. Öyle ki bu krizle birlikte şirketlerin bankaların iflasından da öte devletlerin iflası gündeme gelmiştir. Yunanistan’da 2008 yılında kendini hissettiren mali kriz, 2009 yılında piyasalarda her alanda reformu zorunlu hale getirmiştir. Ancak ne bu reformlar ne de AB güvencesi bu fırtınanın yıkıcı etkisini durduramamıştır.[1]

TÜSİAD Çin Temsilcisi Iraz Turhan İle Söyleşi

0

Yer: TÜSİAD Pekin Ofisi

Uğur Bakıcı: TÜSİAD Pekin temsilciliği ne zaman faaliyete başladı?

Iraz Turhan: TÜSİAD Pekin Ofisimiz 26 Kasım 2007 tarihinde açılmıştır.

Uğur Bakıcı: TÜSİAD Pekin olarak yaptığınız çalışmalardan bahsedebilir misiniz?