Home Blog Page 582

Batı Balkanlar: Küçük Gelişmeler, Büyük Skandallar

0

Geride bıraktığımız 2010 yılının Balkanlar coğrafyası özelinde kısa bir değerlendirmesini yapacak olursak, geleceğe dair atılan önemli adımların yanı sıra daha çok sarsıcı olaylarla gündeme geldiğini görürüz. Zira bölge ülkeleri, 1990’lardan bu yana yaklaşık 20 yıllık bir dönemi geride bırakmış olmalarına rağmen, halen geçiş döneminin etkisinden tam anlamıyla kurtulamamıştır.

Yeni Dönem Türkiye-İsrail İlişkileri

0

Bu yazımda, 2007 Gazze Ablukası sonrası gelişen Türkiye-İsrail ilişkilerini mercek altına alacağım. Ancak ‘yeni dönem ilişkiler’ olarak adlandırılan bu dönemi değerlendirmeden önce Türkiye-İsrail arası ilişkilerin tarihsel boyutundan, iki ülkeyi de etkileyen bazı önemli bölgesel ve küresel gelişmelerden bahsetmekte yarar olduğu kanısındayım. Bu nedenledir ki iki ülke arası ilişkilerin başlangıç tarihi olarak 28 Mart 1949’u gösterebiliriz. Bu tarihte Türkiye, İsrail devletini halkının çoğu Müslüman olan ilk ülke olarak tanımıştır.[1]

Nedenleri ve Sonuçları ile 2006 İsrail-Lübnan Savaşı

0

Bu yazımda 2006 İsrail-Lübnan Krizi’ne yol açan nedenleri, krizin adım adım nasıl savaşa doğru ilerlediğini, savaşın görülmeyen nedenlerini ve de sonuçlarını incelemeye çalışacağım. 2006 İsrail-Lübnan Krizi; Lübnan’da bulunan Hizbullah Örgütü’nün 12 Temmuz 2006 tarihinde 8 İsrail askerini öldürmesiyle ve 2 İsrail askerini de kaçırmasıyla başlamıştır. Ayrıca Hizbullah militanları Katyuşya Füzeleri ile İsrail topraklarını vurmasını İsrail bir savaş sebebi saymış ve 12 Temmuz 2006 tarihinde başlayan kriz koşar adımlarla savaşa doğru yol almıştır. Bunun üzerine İsrail, Lübnan topraklarına havadan ve karadan operasyonlar düzenlemeye başlamıştır.

Güney Amerika’daki Gelişmeler

0

2010 yılının son ayları Latin Amerika için bazı önemli gelişmelere sahne oldu. Bu gelişmeler kıtadaki huzuru bozabilecek nitelikler taşımaktadırlar. Özellikle Nikaragua ve Kosta Rika arasındaki sınır sorunlarının tekrar gündeme gelmesi, kıtadaki bütünleşme çabalarına gölge düşürmemesi için OAS ve SICA tarafından hemen çözüm arayışlarına gidilmesine yol açmıştır. Kıtada karışıklıkların yaşanması gibi bazı ülkelerin faaliyetleri Amerika ve diğer sermaye sahibi ülkeler tarafından tepkiyle karşılanmasına ve 2011’de Latin Amerika’nın daha gündemde kalmasına sebep olacaktır.

Merkel’in GKRY’ni Ziyaretinin Düşündürdükleri

0

Almanya Başbakanı Sayın Angela D. Merkel’in 11 Ocak 2011 tarihinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne” (GKRY) yaptığı günübirlik ziyaret sırasında Hristofyas’a “bu kadarını da beklemiyordum doğrusu” dedirtecek ölçüde gerçeklerle bağdaşmayan tek yanlı ifadelerle Rum Tarafı’nın Kıbrıs sorununa çözüm bulmayı amaçlayan müzakerelerdeki tutumundan “cesaret ve yaratıcılık” gibi nitelemeler de kullanarak övgüyle söz etmesi; Kıbrıs Türk Tarafı’nın Rumların “adımlarına karşılık veremediğini” öne sürmesi:

Yunanistan Başbakanı’na Açık Mektup

0

George A. Papandreou

10 Ocak 2011

Sayın George A. PAPANDREOU

Elen Cumhuriyeti Başbakanı

Atina

Özbek-Kırgız Çatışması

0

Küçük Vadideki Büyük Oyun

Orta Asya‘da Bağımsızlık

1985 yılının Nisan ayında SSCB Komünist Partisi sosyalist sistemin potansiyelinin tam olarak kullanılamaması, çalışma disiplininin güçlendirilmesi ve sanayi gücünün artırılması amacıyla “Sosyo-ekonomik gelişimin hızlandırılması” politikasını başlatmıştır.[1] Bu çerçevede “yolsuzluk sonucu elde edilen gelirler”e karşı mücadele kampanyası yürütülmüş, fakat olumlu sonuçlar alınamamıştır. 1985 yılının Nisan ayında başlatılan “perestroyka” ve “glasnost” reformu devlet ve toplum hayatındaki çatlamaların sinyallerini verince, komünist rejimin çöküş sürecine girmesiyle beraber dünyanın kara parçasının altıda birine sahip olan Sovyet İmparatorluğu dağılma sürecine girmiştir.[2]

Karzai’nin Rusya Ziyareti

Karzai’nin Rusya Ziyareti

B946C9E2-45BD-45A6-A067-98E3A8855566_w987_r1_s

Tarih boyunca birbirleri arasında tatsız anıları olan devletler genellikle uzunca bir süre birbirleri ile diplomatik ilişki kurmakta bir çekingenlik içinde bulunmuşlardır. Bunlara son günlerden verilebilecek örneklerden birisi de Rusya ve Afganistan arasındaki yenilenmeye çalışılan ilişkilerdir. 24 Aralık 1979 yılında Marksist hükümetin daveti üzerine Afganistan’a giren SSCB 9 yıl boyunca bu topraklarda işgalci bir kimlikle barındı. Bu 9 yıl SSCB’nin adeta bir bataklıkta çırpınışı olarak betimlenebilir ve SSCB’nin yıkılmasındaki en büyük etkenlerden birisidir. İşte bu işgalden sonra SSCB ve Afganistan ilişkileri haliyle SSCB’nin yıkılmasından sonraki süreçte de Rusya-Afganistan ilişkileri sıfıra yakın bir seyir almıştır. Böyle olması da tabii ki olağan karşılanmalıdır.

Son 1-2 yıllık periyoda kadar bu diplomatik ilişkilerdeki zayıflık devam etmiş fakat Rusya’nın yavaş yavaş pozitif yönlü davranışlarıyla bağlantılı olarak iki ülke arasındaki diplomasi trafiği artmaya başlamıştır. Örnek olarak 2010’un yaz ayı içerisinde Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Afganistan’ın toplam 12 milyar dolarlık borcunu sildiklerini açıklaması çok önemli bir olguydu. Bununla beraber Rusya’nın Afganistan’a NATO adına yaptığı Mi-171 tipi savaş helikopteri satışları, ABD ile ortaklaşa şekilde düzenlediği uyuşturucu operasyonu, NATO ile anlaşarak Afganistan’daki sorunlar için asker sevkiyatı gibi Afganistan’a yönelik tutumlarının ardından, 21 Ocak 2011 tarihinde Afganistan Cumhurbaşkanı Hamid Karzai Moskova’ya bir ziyaret gerçekleştirdi.

Karzai’nin Rusya’ya yaptığı ilk resmi ziyaret, Afganistan’ın 1979 yılında Sovyet Birliği tarafından işgalinden bu yana ikili ilişkilerde yakınlaşmanın ilk belirtisi olarak değerlendirildi.[i] Medvedev, Rusya’nın Afganistan’ın yapılanma sürecine dair yardım edeceğini belirtti. Rusya’nın Afganistan’daki enerji santralleri ile ülkenin kuzeyiyle güneyini birbirine bağlayan Salang tünelinin yenilenmesi projelerine destek vermesi bekleniyor. Bu noktada Rusya’nın tekrardan Afganistan’a dönmek istediğini fakat SSCB zamanındaki gibi plansız ve meşru olmayan bir şekilde işgal ile değil diplomasiyi üzerinden ekonomik ve enerji kaynaklarını ayrıca kültür  bağlantılarını kullanmak istediği aşikar. Örnek olarak Rusya Afganistan’a, polis, asker ve uyuşturucu ile mücadele yürüten görevlilerin öğretilmesinde yardım etmekte. Bugün Rus üniversitelerinde 400’den fazla Afganlı eğitim görüyor. Rus üniversitelerinde Afgan öğrencileri için yıllık kota 100 yere kadar artırılmış durumda…[ii]

SSCB’nin dağılmasından sonra büyük bir mirasa sahip olan Rusya, büyük gücün getirdiği büyük sorumluluktan dolayı SSCB zamanından kalma olan zayıf diplomatik ilişkilere sahip olduğu ülkeler ile birer birer masaya oturmaya başlamıştı. Afganistan’ın bu ülkeler içinde son sıralarda olmasının sebebi diğer hiçbir ülkenin ABD ve NATO  tarafından bu kadar gözetim altında olmamasından kaynaklıdır. Rusya yıllarca belki de doğru hamle için doğru zamanı beklemiş bulunmakla beraber 1-2 yıllık periyod içerisinde yeni konjonktürün getirdiği “tüm ülkerin eşit olması” prensibine uygun hareket ederek Afganistan ile olan ilişkisini de bu yönde ilerletmektedir.

Rusya’nın Afganistan’a olan hamlelerinden en büyüğü şüphesiz ki bir zamanlar kendisine karşı Afganistan’ın yanında bulunan Batılı devletler için NATO altındaki ISAF (Uluslararası Güvenlik ve Destek Gücü)‘a yardım etmeyi kabul etmesidir. Bu anlaşma dahilinde Rusya, Afganistan ordusu ve narkotik birimlerine eğitim vermesi; Afganistan’da kullanılmak üzere NATO’ya helikopter sağlaması ve Taliban’ın saldırısına maruz kalan Pakistan üzerindeki yola alternatif olarak silah ve mühimmatın Rus topraklarından geçirilmesine izin vermesi gibi maddeler bulunmaktadır.[iii]

Karzai’nin ziyaretinde söz alan Medvedev bu konuyu tekrar hatırlatırken, NATO liderliğindeki Uluslararası Güvenlik ve Destek Gücü’nün (ISAF) Afganistan’dan çekilmesinden sonra da bu ülkeye yardıma devam edeceklerini söyledi. Medvedev basın toplantısında yaptığı konuşmada da Afganistan’a yardım ettiklerini ve ISAF’ın Rusya üzerinden Afganistan’a malzeme göndermesini desteklediklerini belirtti.[iv] Karzai ise yaptığı açıklamalarda Rusya’yı kendileri adına bir ortak olarak gördüklerini ve iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da ilerletilmesi adına çaba göstereceklerini açıkladı.

Peki Afganistan’ın Rusya için önemli noktaları neler? Böyle bir soruyla karşılaşırsak akla gelebilecek en önemli sebep Afganistan’dan Taliban’ın silinmesi çünkü Taliban sürekli olarak Çeçenistan’ı ve ordaki radikal dincileri destekleme politikası gütmekte ve silah yardımı yapmakta. Bu da tabii ki Rusya’nın zayıf karnı olarak gösterebilecek bir sorunun da lehine olan bir durum oluşturmuyor. Bu yüzden Rusya Afganistan’ı ve dolaylı olarak orda bulunan NATO ve Amerikan güçlerini desteklemek zorunda kalmakta.

Sonuç olarak gerek Medvedev’in gerek ise Karzai’nin karşılıklı ortaklık beyanları ilerleyen dönemde bu iki ülkenin daha da yakın ilişkiler oluşturması adına önemli izlenimler ortaya koymakta. Afganistan’ın Orta Doğu’da sahip oldu jeopolitik özellikleri, her zaman ABD’nin gözetimi altında olması Rusya adına işleri kolaylaştırmamakla beraber Afganistan gibi bir ülkenin de kendinden uzak olmasını aldıramayacak durumda olması iki ülke arasındaki ilişkileri daha da aktifleştirilmesinin nedenleri arasında. Yeni konjöktür ile Afganistan ABD’ye karşı Rusya’yı bir nevi denge politikası olarak öne sürerken, Rusya ise kendisi adına önemli bir pozisyona sahip bir ülkeyi tamamen Batılı devletlerin eline bırakmak istememekte. İki ülke arasındaki anlaşmalarda ekonomik yardım paketleri de ilerleyen zamanda devreye girerse Rusya Orta Doğu’da sahip olmak istediği kendisine yakın bir ülke profilini Afganistan üzerinde inşa edebilir.

Erdem PARLAK

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

KAYNAKÇA

[i]http://www.usakgundem.com/haber/61078/karzai-rusya-39-dan-desteks%C3%B6z%C3%BC-ald%C4%B1.html

[ii] http://turkish.ruvr.ru/2011/01/21/40586449.html

[iii] http://www.taraf.com.tr/haber/rusya-afganistan-a-donuyor.htm

[iv] http://turkish.cri.cn/781/2011/01/22/1s130898.htm

Tarihi Bir Zirve: “NATO Lizbon Zirvesi”

0

NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti’nin belirlendiği tarihi Lizbon Zirvesi sona erdi. 28 üye ve NATO’nun operasyonlarına katılan, NATO ile işbirliğinde bulunan üye olmayan ülkelerin de devlet başkanlarının bir araya geldiği zirvede, siber tehdit, küresel terör, sınır aşan suçlar, nükleer silahların ve balistik füzelerin yayılması, NATO-Rusya işbirliği, Afganistan stratejisi, NATO-AB ilişkileri gibi konulara değinildi. Zirvede en çok konuşulan ve kuşkusuz Türk kamuoyunu da en çok ilgilendiren konu ise, Füze Savunma Sistemi oldu.

NATO, Soğuk Savaş döneminde Batı Bloğu’nu Sovyetler Birliği tehdidine karşı korumak için kurulmuş bir askeri/siyasi örgüttü. Fakat Doğu Bloğu’nun yıkılmasıyla değişen parametreler, NATO’yu farklı bir oluşum içine sokmuş ve yeni uluslararası ortamda güvenlik algılamalarını değiştirmiştir. Lizbon Zirvesi’nde görüşülen konular ve alınan tarihi kararlar, bu durumu daha somut olarak göstermektedir. 

NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in de söylediği gibi Lizbon Zirvesi, ittifakın tarihinde bir dönüm noktası oluşturacaktır. Öyle ki NATO üyesi 28 ülke ‘savunma’ amaçlı olarak kurulması planlanan Füze Savunma Sistemi konusunda anlaşmaya vardı. Lizbon Zirvesi’nde tartışmalara neden olan konu, Füze Savunma Sistemi’nin İran’a karşı olup olmadığıydı. Ayrıca bu sistemin hiçbir ülkeye karşı olmaması ve hiçbir ülkenin adının geçmemesi konusu Türkiye’nin dile getirdiği üç temel hassasiyetin başında geldi. Türkiye’nin zirvedeki temel tezi, saldırı kimden gelirse gelsin, bu sistemin kullanılması ve bu nedenle bir ülkenin adının belirtilmemesi yönünde olmuştur. Dolayısıyla böyle bir tutum, NATO’nun bir savunma örgütü olduğunun altını çizerken, Türkiye’nin Doğu ile arasını bozmandan Batı ile ilişkilerini de sağlam tutmak isteğinin açık göstergesidir. Irak ve Afganistan konusunda olduğu gibi Türkiye NATO üyesi bazı ülkelerle görüş ayrılığına düşebiliyor. Bu durum karşılıklı güven ve bakış açısında sorunlar yaşanmasına neden olabiliyor. Almanya ve Fransa’nın İran konusundaki tutumu buna en iyi örnektir. Aslında zirve sonunda Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin tehdit kaynağı ülke olarak İran’ın gösterilmesi konusundaki ısrarları sonuçsuz kalmasına karşın, bu sistemin İran’a karşı olduğu da aşikârdır.

Tarihi NATO Lizbon Zirvesi’nde Türkiye’nin dile getirdiği hassasiyetler ise, kendi topraklarında radar sistemlerinin kurulması ve komuta konularıydı. Zira gelecekte, NATO üyesi ülkelerinden Fransa, Almanya ve İngiltere’nin hedef ülke olarak İran’ı göstermesi ve bunun Türkiye’nin istemediği bir süreç başlatması olasılığı yüksektir. Her ne kadar, NATO’da karalar oybirliğiyle alınıyor ve Türkiye’nin veto hakkı var ise de, ifade edilen nedenle, söz konusu sistemin komutası, büyük bir öneme sahiptir.

Öte yandan zirvenin bir diğer önemli konusu, kuşkusuz “tarihi bir adım” olarak adlandırılan füze savunma sisteminde NATO-Rusya işbirliğiydi. NATO’nun varlık nedenini oluşturan Sovyetlerin ardını alan Rusya, değişen dış ortamda kendini NATO ile işbirliğine girmeye zorlamıştır. İki aktör arasında imzalanan belgeyle ‘artık’ birbirleri için tehdit oluşturmadıkları vurgulanmaktadır. Dolayısıyla tarihte ilk kez NATO ve Moskova kendilerini savunmak için işbirliğine gitmektedirler. İran tehdidi, Doğu ve Batı Bloku’nu işbirliği yapmaya zorlamakta ayrıca ulusal barış ve güvenlik için birbirlerine muhtaç olmaları süreci kolaylaştırmaktadır.

Bir diğer önemli konu, NATO’nun Barışı Destekleme Harekâtı’nı yürüttüğü Afganistan Stratejisidir. Bilindiği gibi 2001 tarihinden itibaren Afganistan’da görev yapan NATO, Lizbon Zirvesi’nde alınan karara göre buradaki liderliğini 2014 yılına kadar Afgan güçlerine bırakacaktır. Fakat bu durum NATO’nun bölgede işinin bitmesi durumunda çekileceği şartına bağlanmıştır. Dolayısıyla belirlenen bu tarih kesin olmamakla birlikte Taliban’ın NATO’nun çekileceği izlenimine kapılmasına neden olabilir.

NATO Lizbon Zirvesi’nde üye 28 ülkeyle ve diğer üye olmayan ülkelerle yapılan uzlaşmaya rağmen, asıl zorlu süreç bundan sonra başlayacaktır. Görüldüğü gibi alınan tarihi kararlar ve yapılan müzakereler ilerleyen günlerde değişime uğrayabilir ve farklı süreçlere girilebilir. Füze Savunma Sisteminin ve radarların yerleştirileceği toprakların belirlenmesi konusundaki kritik temasların yanı sıra Afganistan stratejisi ve İran’ın durumu da sıcaklığını koruyacak gibi gözüküyor.

 

Tuba AKTAŞ

Karadeniz Teknik Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü

“Başbakan”Hariri Türkiye’de: Lübnan Krizi ve Türkiye’nin Oynayabileceği Rol

Hizbullah’a yakın (8 Mart ittifakı) 10 Bakanın istifasının hemen ardından Cumhurbaşkanı Mişhel Süleyman’ın kontenjanından hükümete seçilen Devlet Bakanı Adnan Hüseyin Seyyid’in de istifasını sunmasıyla Saad Hariri liderliğinde (14 Mart grubu) kurulan milli Lübnan hükümeti 14 ay sonra çöktü. Bakanların istifası Başbakan Hariri’nin ABD Başkanı Barack Obama ile ikili görüşmesinden yarım saat önce gerçekleştirilmiş olması da Hizbullah liderliğinde 8 Mart grubunun ABD’ye ve Hariri’ye verdiği bir mesaj olarak algılanmıştır. Esasında Lübnan’daki hükümet krizin getirdiği istikrarsızlığı ortadan kaldırmak için son beş aydır Suudi Arabistan ve Suriye’nin yoğun bir çaba harcadığı ve sorunun en azından hükümetin düşürülmesiyle sonuçlanmadan aşılacağı beklentisi bulunmaktaydı. Ancak gelinen noktada taraflar arasında soruna konu olan Uluslararası Lübnan Özel Mahkemesi ile Lübnan hükümeti arasında nasıl bir ilişki kurulacağı konusunda derin farklılıklar olduğu görülmektedir. 8 Mart grubu Mahkemeyi İsrail’in yönlendirdiği bir kurum olarak görürken ve Hariri ise Mahkemenin soruşturma ve ardından da yargılama sürecinin tamamlamasından yana tavır belirlemiştir.