Yaklaşık 30 yıldır otoriter bir yönetim altında kalan insanların korku eşiğini aşarak kitlesel katılımlarla ve uzun bir süreye yayarak sokaklara dökülmesini organize olmayan, lidersiz ve örgütsüz kalabalıklar olarak değerlendirmek yetersiz bir tespit olur. Sokak gösterilerinin arkasında en azından amaçta birleşmiş bir örgütlü kesimin ve lider kadrosunun olduğu ileri sürülebilir. Bu bağlamda, muhalefete öncülük eden grupların en azından bir kısmının iktidar çemberinden veya rejime uzunca bir dönemdir bağlı olan askeri ve sivil bürokrasiden geldiği varsayılabilir.
I.Körfez Savaşı (1991)
Uluslararası arenada sistemler ve dengeler sürekli bir değişim içindedir. Uluslararası sistemde meydana gelen birtakım olayların sonucunda düzende de değişikliklerin meydana gelmesi kaçınılmazdır. Soğuk Savaş sonrasında da birtakım olaylar sonucu dünya düzeninde değişiklikler olmuş ve “Yeni Dünya Düzeni” kavramı ortaya çıkmıştır. Dünya düzeni kavramının genelde savaş sonraları ortaya çıktığını görüyoruz; ilki 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Wilson İlkeleri ile ikincisi 1945’ten sonra ve üçüncüsü de 1989’dan sonra yani Soğuk Savaşın bitmesi ile.
Latin Amerika Artık Türkiye’ye Çok Daha Yakın
LATİN AMERİKA (veya Güney Amerika) kavramı
Güney Amerika kavramı tartışmaya açıktır. Nitekim aynı kıtadan bahsederken Latin Amerika kavramı da sıklıkla kullanılabilmektedir. Biz bu yazıda TC Dışişleri Bakanlığı’nın resmî sitesinde geçtiği üzere Latin Amerika terimine vurgu yapacağız. Amerika kıtasının bu bölgesi tarih boyunca çeşitli ülkelerce nüfuz altına alınmak istenmiş, gerek Atlantik gerek Pasifik Okyanusundan defalarca göç dalgalarına maruz kalmıştır. Kimi zaman burayı koloni hâline getirmek isteyen Batılı büyük devletler bölgeye akın etmiş, hatta geniş tarım alanları ile madenlerde çalıştırmak amacıyla Afrikalı işçileri de dönem dönem getirmeyi ihmal etmemişlerdir. Uzunca bir süre İspanyollar ile Portekizlilerin hüküm sürdüğü kıtada yerli nüfus bazı yerlerde savaşlarda tamamen yok edilmiş, bazı yerlerde ise beyaz Avrupa ırkıyla karışarak melez bir ırk doğmuştur. Yerli ırk dağlık yörelere kaçarken tarım alanları açısından verimli su kenarlarında çoğunlukla melezlerin yaşaması bu sebeptendir.
Mısır’daki Toplumsal Olayların İç ve Dış Dünya’ya Yansımaları
Bölgede önemli bir bölgesel güç konumunda olan Mısırdaki olaylar gün geçtikçe şiddetini artırarak devam ediyor. Ordu güçleri ve polisler toplumsal olayları bastırmak için gerçek kurşun kullanma yoluna bile başvurmaya başlamışlardır. Tabii ki bahsettiğimiz durumlar tamamen iç dinamikler, konunun uluslararası ilişkiler açısından önemi ise değerini gün geçtikçe artırmaktadır.
Bulgaristan’daki Müftülük Krizi Üzerine Röportaj
İzmir Avrasya Türkleri Derneği Başkanı İle Bulgaristan’daki Müftülük Krizi Üzerine Röportaj
Ahmet Çetin: Sayın Mehmet Serbest bildiğiniz üzere Bulgaristan’daki Müftülük Seçim’inde Türklerin haklarına müdahale edildi ve Komünist Rejimde polise ajanlık yapan Nedim Gencev Bulgar Devleti tarafından zorla başa geçirildi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Ve ayrıca diğer bir sorum; Sayın Serbest, Müftülük Binasının ele geçirilmesini, AB’ne üye bir ülke olan Bulgaristan’daki demokrasi ve insan haklarının gelişimi açısından nasıl buluyorsunuz?
2003 ABD-Irak Savaşı ve Nedenleri
2003 ABD-Irak Savaşı ve Nedenleri
Irak, Ortadoğu’daki birçok ülke gibi doğal kaynaklar açısından zengindir. Buna bağlı olarak da, bağımsızlığını kazandıktan sonra, Batılı devletler Irak’taki etkilerini sürdürmeye çalışmışlar ve bu nokta da çözülemeyen sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştır. 2003 ABD-Irak savaşı ve nedenleri incelenmeden önce iki ülke arasındaki sorunları, 1990’lı yıllardaki ve 2000’li yıllardaki sorunlar olarak iki boyutta incelemek gerekmektedir.
T.C. Şanghay Başkonsolosu Sayın Murat Ülkü ile Söyleşi
Türkiye Cumhuriyeti Şanghay Başkonsolosu Sayın Murat Ülkü ile Diplomasiye Dair
Yer: T.C. Şanghay Başkonsolosluğu – Qihua Tower
Türkiye Cumhuriyeti Şanghay’daki çalışma ofisinde son dönemdeki Türkiye- Çin Halk Cumhuriyeti ilişkileri üzerine ve hayata dair iki saat kadar çok özel ve çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdim. Söyleşi süresince ve sonrasında diplomasi alanında birebir tavsiyelerini ve deneyimlerini de dinleme imkânı bulduğum Sayın Ülkü’ye sıcak ev sahipliğinden dolayı Cafebabel.com Çin Temsilciliği adına teşekkürü bir borç bilirim.
Mısır Krizi ve Bölgenin Dönüşümü
“Devrimler Kazanımlardan Çok, Ütopyalar ve Kaoslar Yaratır.” (Victor Hugo)
Çok boyutlu güç sistematiğinin geliştiği dünyamızda uluslararası ilişkiler çok bilinmeyenli bir denklem haline gelmiştir. Bu durum “öngörülebilirlik” çağından “tahmin edilebilirlik” çağına geçtiğimiz yeni dönemde ülkelerin dış politika konusunda yeterli ve olgun reel politik süreçler inşa etmelerini son derece güç hale getirmiştir.
Yeni Büyükelçi, Yeni Dönem
James Jeffrey’nin Irak Büyükelçisi olarak atanmasından sonra Ankara’ya bir türlü yeni bir büyükelçi atanamadı. James Jeffrey’nin Bush’un son Ankara Büyükelçisi ataması olduğunu düşünürsek herkesin Obama’nın başkan olduktan sonra ki ilk Ankara büyükelçisi atamasını merakla beklediğini söyleyebiliriz. Obama’nın Ankara büyükelçiliği için atamayı düşündüğü isim Türkiye’yi yine yakından tanıyan, iyi bilen hem de en az Jeffrey kadar tecrübeli olan Frank Ricciardone idi. Obama’nın ataması Amerikan Senatosu’na onaya sunulmakla birlikte Senato’dan onay alıp kabul gördü. Ancak dönemin Kansas Senatörü Sam Brownback’in veto etmesi nedeniyle atama uzunca bir süre gecikti. Sam Brownback’in veto etmesinin sebebi Türkiye’de Ermeni lobisiyle ilişkilendirilse de Brownback’in tavrının Ermeni lobisiyle hiç bir alakası yoktu. Brownback’in tavrının asıl sebebi Ricciardone’nin Mısır’daki büyükelçiliği döneminde Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek ile olan ilişkileriydi. Ricciardone’nin ataması Mübarek’in anti-demokratik uygulamalarına göz yumduğu ve Mübarek’ten kaynaklanan bir takım ithamlardan dolayı Brownback tarafından veto edildi.
KKTC Lefkoşa Milletvekili Serdar Denktaş İle “Kıbrıs Sorunu” Üzerine Röportaj
İlknur Yantuna: Yaklaşık iki buçuk yıldır sürmekte olan Kıbrıs görüşmelerinde son dönemde herhangi bir gelişme sağlanamaması sebebiyle BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un çağrısıyla liderler 26 Ocak 2011’de Cenevre’de buluştu. Kıbrıs Türk basınında yayınlanan dört maddelik Türk önerileri ve Rum tarafından yapılan açıklamaları göz önüne alırsak siz Cenevre görüşmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Serdar Denktaş: Türk tarafı Cenevre görüşmelerine 6 başlık üzerinde iki tarafı uzlaştırmaya yönelik bir belge ile katılmıştı. Birleşmiş Milletler (BM) önerilerimizi içerik açısından BM zemini içinde bulmasına rağmen Rum tarafı ayni önerileri zemin dışı olduğu iddiası ile reddetmiştir. BM Genel Sekreterliği her ne kadar da tarafları yeniden görüşmeye davet edeceğini belirtmişse de mevcut sürecin bir sonuca ulaşma ihtimali son derece düşüktür.
İlknur Yantuna: KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, Türk tarafının Cenevre’deki görüşmelerde artık Kıbrıs konusunda sonuca varabilecekleri şekilde bir çalışma yapılması beklentisi içinde olduklarını belirtmişti. Hem Güney Kıbrıs’ta, hem de Türkiye’de yapılacak olan seçimleri düşündüğümüzde, sizce Cenevre görüşmelerini gerektiren bir etken de Kıbrıs’taki doğal takvim midir?
Serdar Denktaş: Bu yıl içinde Türkiye ve GKRY seçimleri göz önünde bulundurularak süreç hızlandırılmıştır. Türkiye’de mevcut iktidarın devam edeceği kanaati var olsa da, ayni kanaat Rum tarafı için geçerli değildir. Hristofyas kendi partisi içinde dahi eleştirilmekte ve seçimleri kaybedeceği kesin görülmektedir. Kısa süre önce KKTC seçimlerinde yaşanan lider değişikliğinin sürece olumsuz katkı yaptığı düşüncesi ile BMGS mevcut liderlerle bir sonuca ulaşabilme uğraşı içerisine girmiştir.
AKP iktidarı Kıbrıs Sorununu bir çözüme ulaştırma konusunda ne kadar iyi niyetli davranırsa davransın, Kıbrıs’ın iki tarafındaki liderler kim olursa olsun,1964 yılında BMGS’ye yüklenen “iyi niyet misyonu” çerçevesinde Kıbrıs sorununun çözümlenebilmesi imkansızdır. Aradan geçen süre içerisinde ortaya çıkan de facto durum 1964 yaklaşımı ile çözülemez. Bize göre Türk tarafının zafiyeti bu gerçekle BM’yi yüzleştirme becerisinde yatmaktadır. Rum tarafı kendilerini legalize eden 1964 kararına sıkı sıkı sarılarak zamana oynamakta, Türk tarafı ise “olumsuz” görünmeme psikolojisi içinde pozisyon korumaya çalışmaktadır. Karşılıklı olarak ortaya konulan bu yaklaşımdan en büyük zararı görenler ise Kıbrıslı Türklerdir.
İlknur Yantuna: Almanya Başbakanı Angela D.Merkel’in 11 Ocak 2011 tarihinde Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne yaptığı günübirlik ziyareti ve görüşme esnasında Kıbrıs Türk tarafının çözüm sürecinde Rum’ların adımlarına karşılık vermediğine yönelik yorumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Serdar Denktaş: Daha önce de belirttiğim gibi Hristofyas’ın seçimlerine yönelik olarak yapılmış, son derece zamansız ve Almanya Başbakanı’nın çok iyi bildiği gerçekleri ters yüz ettiği bir açıklamadır. Türk dış politikasının “bir adım önde olma” gayretlerinin de bir işe yaramadığının en bariz göstergesidir. Son iki buçuk yıllık süre içerisinde Rum tarafı bilinen pozisyonlarından hiç sapmaksızın yoluna devam ederken, sürekli açılım yaparak zeminini zayıflatan taraf Türk tarafı olmuştur. Türkiye’nin halen yürütmeye çalıştığı “komşularla sıfır sorun” siyasetinde Kıbrıs önemli bir sorun ve ayni zamanda göstergedir. Rum tarafının taleplerini kabul ederseniz komşu Kıbrıs’la sıfır sorun hedefini yakalarsınız. Elbette ayni şekilde diğer komşularla sorunlarınızı da ayni yaklaşımla sıfırlayabilirsiniz. Peki bu Türkiye’nin önünü açar mı yoksa Türkiye’yi istendiği anda istenilen yere sürüklenen bir pozisyona mı sokar? Bu soruların cevabı için Kıbrıs konusunda Merkel yaklaşımını iyi etüt etmek gerekir. AB tüm üyeleri ile birlikte Kıbrıs konusunda artık taraf konumundadır. Türkiye ise bu birliğe adaydır ve Rum tarafı üyelik kozunu sonuna kadar oynayacaktır. Almanya Fransa gibi ülkeler ise Türkiye’nin üyeliği konusundaki çekincelerini Kıbrıs arkasına saklanarak devam ettireceklerdir. Merkel olayı da bu açıdan bakarak irdelenmelidir.
İlknur Yantuna: Devlet Planlama Örgütü’nün KKTC istatistiklerine baktığımızda 1999-2005 arası yüzde 1 olan nufüs artış hızının 2006’da yüzde 16.9’a çıktığını görüyoruz. Benzeri Çin ve Hindistan’da bile görülmeyen bu denli hızlı nüfus artışını insani kalkınma, güvenlik ve tehdit açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Serdar Denktaş: 2006 yılında yapılmış olan nüfus sayımı nedeni ile böylesi bir artış istatistiklere girmiştir. Eskiden var olan “nüfus=güç” yaklaşımı son on yıldan beri terk edilmiş durumdadır. Artık anlaşılmıştır ki güçlü toplum, yaşam standardı yüksek eğitimli toplumdur. KKTC kendi vatandaşlarını bu anlamda güçlendirmek zorundadır.
İlknur Yantuna: Kıbrıs meselesi ve iç politikanın yanında KKTC’de ekonominin ciddi bir sorun olarak gündeme geldiği görülmektedir. Büyüme, kayıt dışı ekonomi, bütçe açığı, üretimsizlik, maaşların gününde ödenememesi gibi sorunlar halk arasında gündemin birinci sırasında yer almaktadır. Sizce ekonominin hareketlendirilmesi için neler yapılabilir? Ekonomik sorunlarının çözmüş bir KKTC’nin müzakere masasında daha güçlü duracağına inanıyor musunuz?
Serdar Denktaş: Ekonomik anlamda kendi ayakları üzerinde duran bir KKTC elbette uluslararası arenada da daha saygın bir yer elde edecektir. Yıllardan beridir gerek Türkiye Cumhuriyeti gerekse KKTC hükümetlerinin yanlış yaklaşımları nedeniyle bugünkü sıkıntılar yaşanmaktadır. Bu uygulamaların içerisinde yer alan bir siyasi olarak bu özeleştiriyi yapmak zorundayım. Kararların bir kısmına itiraz etmiş olmam bu anlamdaki sorumluluğumu azaltmaz.
Üretimden kopmuş olmamızda elbette yaşamakta olduğumuz izolasyonun payı vardır. Ancak 250,000 nüfuslu bir ülke olarak 40 mil ötemizdeki 75 milyonluk pazara ürettiklerimizi satamamanın gerekçelerini hiçbir mantık izah edemez. Devlet yapılanması açısından varolan tıkanıklıkları aşmak için KKTC parlamentosunun yeterli birikimi vardır. Bu birikimin hayata geçmemesinin ana nedeni ticari ilişkiler açısından anavatan Türkiye ile sorunlarımızı aşamamış olmamızdır. Tek yapılması gereken TC-AB Gümrük birliği antlaşmasına KKTC’nin de tek taraflı olarak dahil edilmesidir. Kıbrıslı Türklere “balık tutmayı öğretmek” yaklaşımı son derece yanlış bir yaklaşımdır. Balık tutmayı biliyoruz. Bütün sorun balık tutabileceğimiz bir denize gitmemizin engellenmekte olmasındadır. Bu manada çözüm dünya pazarları değildir. Oralara ulaşmak açısından siyasi sıkıntımız vardır. Ancak aynı sıkıntı bizi siyaseten de tanıyan tek ülke konumundaki Türkiye ile aramızda olmamalıdır.
Son zamanlarda hem Türkiye yöneticilerini hem de Kıbrıs Türk halkını rahatsız etmekte olan ve TC-KKTC ilişkilerini bir “al-ver” ilişkisi gibi sunan yaklaşımlardan kurtulmanın yolu Türkiye ile aramızda bir serbest ticaret ilişkisinin kurulmasından geçer. Bunun sağlanması halinde bütçe katkısı olarak her yıl büyüyerek tekrarlanmakta olan katkıya en fazla üç yıl içerisinde gerek kalmaz.
Bu hedefe ulaşılması iki devlet arasındaki ilişkinin şekillenmesinden ziyade Kıbrıs Sorununu yakından izleyen ülkelerin Türkiye’ye yönelik baskıları ve Kıbrıslı Türkleri aşağılayan ve yok sayan davranışlarının değişmesi açısından önemlidir.
İlknur Yantuna: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde kaçak işgücü sayısının yaklaşık 21.000’e ulaştığı tespit edilmiştir. Kayıt dışı işgücünün, ekonomik kaybın önemli bir sorun haline geldiği göz önüne alındığında bu durumun KKTC’ye etkisi ve alınabilecek tedbirler nelerdir?
Serdar Denktaş: Kayıt dışı iş gücü resmi rakamların çok üstünde bir noktaya ulaşmıştır. Bu durum sosyal yapıyı da olumsuz etkilemektedir. Kendi vatandaşlarımızın özel sektörde iş bulamadığı bir ortamda Türkiye’den de olsa işgücünün ve buradaki asgari ücretin yüksekliğini duyarak adaya dolan işsiz gücünün yarattığı sorunlar elbette büyüktür. Buna karşı duran örgütlere “Türkiye düşmanlığı” yakıştırması yapılarak sindirilmekte ve bu da halk arasında daha büyük bir infiale neden olmaktadır. Dış dünya ise gerek kendi içimizden gerekse Rum propagandasından kaynaklanan sebeplerle Türkiye’yi “nüfus aktarmak”la suçlayabilmektedir. Oysa bu gelişe “dur” demeyen KKTC muhaceretidir. Bu akışı mutlak suretle ters çevirmek zorundayız. TC-KKTC arasındaki işgücü antlaşması gelişigüzel akışı zaten engellemektedir. Ancak “aman Türkiye karşıtı suçlaması bana bulaşmasın” korkusu ile hareket eden yetkililer bu protokolü hayata geçirmemektedir.
Buradaki yüksek ücretler nedeni ile Kıbrıs’a ailesiyle beraber göç eden nüfusun aile bireylerine de eğitim ve sağlık hizmeti vermek durumunda olan KKTC devleti denetimsizlik nedeni ile sağlık ve eğitim alanında da bir planlama yapamamakta ve netice itibarı ile kendi vatandaşlarımıza eğitim ve sağlık hizmetleri devlet tarafından verilememektedir. Sürekli işbilmezlik ve tembellik suçlamasıyla karşı karşıya kalan KKTC halkının bu konulardaki duyarlılığı artık anlayışla karşılanmalı ve göç konusunda alınacak tedbirlerin bir Türkiye karşıtlığı olmadığı netleşmelidir.
İlknur Yantuna: Ortadoğu stratejisinde Kıbrıs’ın önemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Serdar Denktaş: Kıbrıs adası tüm tarih boyunca konumu nedeni ile stratejik öneme haiz bir ada olmuştur. Özellikle son dönemlerde açığa çıkan ada etrafındaki petrol ve doğal gaz yatakları nedeniyle adanın önemi bir o kadar daha artmıştır. Kısa süre öncesine kadar Akdeniz münhasır ekonomik alan antlaşmasının var olmadığı bir bölge halinde idi. 2003 yılında GKRY’nin Mısır ile yaptığı bir anlaşmadan hareketle ada etrafında zengin petrol yatakları bulunduğunu iddia ettiğimde ilk yalanlama TC Enerji Bakanlığından gelmişti. Aradan geçen süre içerisinde nedenini hala anlayamadığım bir biçimde Türkiye bu konuda sessiz kaldı. Ancak o zamanlarda da söylediğim gibi GKRY, Mısır’dan sonra Suriye ve İsrail’le de benzeri anlaşmalara imza attı. Şimdi Yunanistan ile aynı türden bir anlaşma imzalamak peşindedirler. Bu anlaşmalar süreci tamamlandığında Türkiye Akdeniz’deki Ekonomik Münhasır Alan iddiasını zayıf bir konumda bulacaktır. Ada bu haliyle Ortadoğu Stratejisi dışında artık AB ve Türkiye açısından farklı bir stratejik önem yakalamıştır. Ada üzerinde Kıbrıslı Türk varlığının devamı ve buna bağlı sahiplilik haklarımızın korunması çok daha önem arz eden bir noktaya ulaşmıştır.
İlknur Yantuna: Bir ülkenin izlediği politikaların doğruluğu ve etkinliği kadar sahip olduğu yumuşak gücün önemi dikkate alındığında karşımıza ‘kendini anlatmak’ unsuru çıkmaktadır. Türkiye’nin yaklaşık 50 yıllık askeri ve siyasi temelli Kıbrıs politikasının beraberinde, Kıbrıs’ta Türk ve Rum halkının bağlarını kuvvetlendirecek kamu diplomasisi çalışmaları yapılmış mıdır? Bu hususta önerileriniz nelerdir?
Serdar Denktaş: Siyasi sorun ve Rum uzlaşmazlığı nedeniyle TC-GKRY ve GKRY-KKTC arasında herhangi bir çalışma yapılamamaktadır. Görüşme masasında eşit olarak bulunmamıza rağmen gerçekleşen günlük toplantılar sonrasında GKRY uluslararası alanda her türlü girişimi yapabilme imkanına sahipken biz aynı imkana sahip değiliz. Kuş gribi veya çevre sorunları gibi konularda dahi iki yönetim arasında herhangi bir işbirliği imkanı bugüne kadar yakalanamamıştır.
Türk ve Rum halklarının tarihsel olarak da hiçbir ortak mücadelede bulunmadıklarını dikkate alarak, bu iki halkı bir arada çalışmaya zorlayacak tek unsurun ekonomik unsurlar olduğuna inanmaktayız. Rumlara Türkiye’nin bir tehdit değil bir fırsat olduğunu anlatmak bizim Türkiye ile oluşturacağımız müşterek bir stratejik planlama ile mümkün olabileceğine inanmaktayım. Rum tarafı AB üyeliğine rağmen, Kıbrıslı Türkleri atlayarak Türkiye ile ilişki içerisine giremeyeceğini anladığı gün ortaya koyduğumuz yaklaşımları daha rahat içselleştirebilecektir. Bunu sağlamanın yolu her şeyden önce devam etmekte olan anlamsız ve bizi bir sonuca taşımayacak olan toplumlararası görüşmelerin bitirilmesinden geçer. Sürecin bitirilmesi ve sonrasında yapılması gerekenler konusu ayrı bir irdeleme konusudur ve günü geldiğinde bu konudaki düşüncelerimizi de gerek Türkiye gerekse KKTC kamuoyuyla paylaşacağız. Ancak bugünkü durum çerçevesinde düşüncelerimizin hayata geçirilmesi mümkün görülmemektedir.
İlknur Yantuna: KKTC’de ülkenin tanıtımına katkıda bulunan aktif ve dinamik bir genç nüfustan bahsedebilir miyiz? Kıbrıs Türk gençleri ve Türkiye’deki gençler arasında birlik ve beraberliği sağlayıcı, önyargıları kırmaya yönelik, sosyal ve kültürel ne gibi paylaşımlar yapılabilir?
Serdar Denktaş: Bu konu sanırım en hafife alınan ama aslında çok ciddi olan sorunlarımızdan bir tanesidir. 80 öncesi birçok gencimiz Türkiye üniversitelerinde okumakta, siyasal düşünceleri ne olursa olsun Türkiye’nin havasını solumakta, gerçeklerini tanımakta ve kendi içinde bir saygı oluşturmaktaydı. Kendi üniversitelerimizin kurulması sonrasında belki en olumsuz yönü gençlerimizin Türkiye’yi tanımadan yetişmeye başlaması olmuştur. Bunca üniversiteye rağmen karşılıklı bir öğrenci değişim programını bilinçli bir şekilde uygulamaya koyamamış olmamız da önemli bir eksikliktir. Anavatan-yavruvatan söylemi içinde aslında birbirini tanımayan nesiller yetişmektedir şu anda. Tatil için bile Kuzey Kıbrıs bir tercih nedeni olamamaktadır. Kuzey Kıbrıs sanki sadece gazinoların olduğu, başka enteresan hiçbir şeyin olmadığı bir destinasyon haline dönüşmüştür. Bu büyük bir hatadır ve düzeltilmesi gerekmektedir. Ayni şekilde İstanbul–Antalya dışındaki Türkiye’yi bizim insanımızın görmesi tanıması yönündeki eksikliğinde giderilmesi yolunda adımlar atılmalıdır.
Bugün Türkiye dahil dünyanın birçok ülkesinde gençlerimiz çok iyi pozisyonlarda mevkilerde bulunmaktadır. Maalesef bu gençlerimizden devletimizin yeterince faydalanmakta olduğunu söylemek pek mümkün değil. Buna rağmen birçok gencimiz bireysel uğraşları ile ülkelerine katkıda bulunma uğraşı içerisindedir. Bunu daha organize bir şekle dönüştürebilirsek, Türkiyeli ve Kıbrıslı gençleri müşterek hareket etme yolunda teşvik edebilirsek çok daha iyi sonuçlar alınacağından eminim.
İlknur Yantuna: Türkiye Uluslararası İlişkiler Çalışmaları (TUİÇ) Platformu kuruluşundan itibaren üç yıllık süreçte oluşan, ulusal ve uluslararası alanda 30 üniversiteyi kapsayan diyalog ağı ile çalışma alanlarından birini kamu diplomasisi olarak belirlemiş bir öğrenci oluşumudur. Bu bağlamda Kıbrıs’ta bir üniversitede düzenlenecek “birbirini anlamak, birlikte yaşamak” temalı projenin yapılabilirliği ve yaratacağı etki açısından ne düşünüyorsunuz?
Serdar Denktaş: Bu ve benzeri çalışmaları son derece olumlu bulurum. Mehmetçik ve mücahidin kol kola şehit olması ile vatanlaştırdığımız bu topraklara sahip çıkmanın yolu öncelikle kendini Türk dünyasının içinde kabul eden devletlerin gençlerinin birbirini anlamasından geçtiğine inanan bir siyasetçiyim. Bunun başlangıcı elbette Türkiye ile KKTC gençlerinin bu buluşması olur. Bu örnek sonraları diğer ülkelerle de tamamlanır.
Size çalışmalarınızda başarılar dilerim…