Soğuk Savaşın sona ermesiyle, iki kutuplu dünyanın ve Sovyetler Birliği’nin yıkılması, dünyanın geri kalan kısmı kadar Balkanları da derinden etkilemiştir. Bu coğrafyada yaşanan en önemli gelişme ise Yugoslavya’nın parçalanmasıdır. Bu çalışmada, Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde Birleşmiş Milletler nezdinde alınan kararlar ve uluslararası toplumun toprak bütünlüğüne saygı ve self-determinasyon hakkı arasında yaşadıkları gel-gitler çerçevesinde aldıkları kararlar ele alınmıştır. Bu süreçte, birleşmiş Milletler Kurucu Antlaşmasının en önemli ilkelerinden biri olan ve ulus devletlerin özünü oluşturan egemenlik açık bir şekilde ihlal edilmiş ve insan hakları, demokratikleşme, hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerler karşısında devlet egemenliği ve onun en önemli parçası içişlerine müdahale etmeme ilkesi görmezden gelinmiştir. Bunun en çarpıcı örneği, kuşkusuz NATO’nun Kosova’ya müdahalesidir.
Yugoslavya krizinde, Birleşmiş Milletler Örgütünün, çoğu zaman etkisiz ve hareketsiz kaldığı görülmüştür. Bosna-Hersek’te yaşanan ve dört yıl süren çatışmalarda, binlerce insan ölmesine rağmen BM hiçbir engelleyici tavır sergilememiştir. Bunun nedenlerinden biri AB’nin soruna müdahale etmesidir. AB, Yugoslavya bir Avrupa ülkesi olduğu için, problemi yalnızca kendisinin çözebileceğini iddia etmiştir. Bu sayede Yugoslavya, Avrupa’nın yeni ortak savunma sisteminin ve dış politikasının ilk zaferi olacaktı. Diğer bir neden ise ABD’nin soruna müdahale etmesidir. ABD, Kosova’daki operasyona insani boyutunun yanı sıra Avrupa da daha büyük bir soruna yol açacak bir savaşa engel olmayı amaçlamıştır. ABD’nin asıl amacı, NATO’nun varlığını sürdürebilmek ve NATO aracılığıyla ABD’nin etki alanını genişletmek ve bölgesel ya da evrensel düzeyde ortaya çıkmayı hedefleyen olası rakipleri engelleyici mekanizmaları geliştirmekti. Yugoslavya’daki çatışmalar bu amaç için önemli bir fırsattı. ABD’de bunu değerlendirmek için Birleşmiş Milletler’i devre dışı bıraktı.
Yukarıda verilen bilgiler çerçevesinde ele aldığımız bu çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölüm’de Yugoslavya’da meydana gelen çatışmaların daha iyi anlaşılması için Yugoslavya’nın tarihi ele alınmıştır. İkinci Bölüm’de Yugoslavya’nın parçalanmasında etkili olan faktörler, dağılma süreci ve çatışmaların başlaması üzerinde durulmuştur. Üçüncü Bölüm’de ise BM Örgütüne değinilmiş, Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde, BM Kurucu Antlaşması çerçevesinde alınan kararlar ele alınmış ve genel olarak uluslararası toplumun tutumu üzerinde durulmuştur.
- YUGOSLAVYA’NIN TARİHİ
1.1. Sırp-Hırvat-Sloven Krallığının Kurulması-Birinci Yugoslavya
Birinci Dünya Savaşı öncesinde bağımsız olan Karadağ ve Sırbistan ile savaştan önce, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu içerisinde yer alan Hırvatistan, Slovenya, Backa, Bosna-Hersek, Dalmaçya ve Banat bölgeleri, 1918 aralık ayında Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı adı altında bir araya gelerek yeni bir devlet kurdular[1].
Bu devletin adı 1929 yılında Yugoslavya olarak değiştirilmiştir. Sırpça-Hırvatça dilinde “Yugoslav” Güney Slavları anlamına gelmektedir; “Yugoslavya” ise Slavların yurdu demektir. Kelime ilk kez 1839 yılında Teodor Pavloviç adlı bir Sırp tarihçi tarafından kullanılmıştır. Güney Slav Ulusları, Sırplar, Hırvatlar, Slovenler ve Bulgarlardan oluşmaktadır. Slav dünyasında Polonyalılar, Çekler ve Slovaklar Batı Slavları; Ruslar, Ukraynalılar ve Beyaz Ruslar ise Doğu Slavları olarak adlandırılmaktadır. Bosna-Hersek’te yaşayan Boşnaklar da etnik bakımdan Slav kökenlidir[2].
Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı, Güney Slav halklarının ilk birlik denemesidir. 1941 yılındaki Alman işgaline kadar sürecek olan bu dönem, Yugoslav siyasal tarihinde “Birinci Yugoslavya” olarak adlandırılır. Güney Slav halkları arasında birlik oluşturma düşüncesi, Birinci Dünya Savaşından önce hiçbiri için öncelik taşımıyordu. Sırplar ele geçirdikleri toprakları korumaya mümkünse genişletmeyi hedefliyorlardı. Avusturya-Macaristan sınırları içerisinde bulunan Sloven ve Hırvatlar ise kendilerine daha geniş özgürlük sağlayacak otonomi peşindeydiler[3].
- Dünya Savaşı öncesinde Sırbistan ve Avusturya-Macaristan arasında, Balkanlardaki gelişmelerden kaynaklanan ve her an sıcak bir çatışmaya dönüşmesi beklenen bir gerginlik vardı. Sırbistan 1908 yılında Bosna-Hersek’in Avusturya-Macaristan tarafından ilhak edilmesini kabul etmemiş, bu durumu Büyük Sırbistan hayalini sınırlayan bir engel olarak görmüştür[4].
28 Haziran 1914 yılında, Sırp Milliyetçisi Govrillo Princip’in Bosna-Hersek’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtı Franz Ferdinand’ı öldürmesi gerginliği savaşa dönüştürmüştür. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Sırbistan arasında başlayan savaş, önceki yıllarda oluşmuş ittifaklar zincirinin harekete geçip Almanya’nın daha sonra da İtalya ile Osmanlı Devleti’nin Avusturya Macaristan, Rusya ve Fransa ile daha sonra İngiltere’nin Sırbistan’ın yanında yer almasıyla I. Dünya Savaşına dönüşmüştür[5].
Sırbistan Slav Birliğinin kurulması gerektiğini gündeme getirdiyse de müttefikler savaş sırasında kendi çıkarlarını gözetmişlerdir. Ancak Sırbistan Başbakanı Nikola Pasic, parlamento tarafından da onaylanan bildirgesinde savaşın amacını açıklamıştı, buna göre Sırbistan’ın savaştaki amacı, Sırp, Sloven ve Hırvat uluslarının birleşmesiydi. Avusturya-Macaristan egemenliği altında Slovenler Cermenleşme, Hırvatlar da Macarlaşma tehdidi altında olmuşlardır. Dolayısıyla Güney Slav halklarının birleşmesi, Sloven ve Hırvatlar için kimliklerini ortaya koyma işlevi görecekti. 4 Aralık 1918 yılında toplanan Meclis’in ilk oturumunda Sırp-Hırvat-Slaven Krallığı kurulmuştur. 10 Eylül 1919’da imzalanan St. Germein Barış Antlaşması ile yeni kurulan devlet uluslararası toplum tarafından tanınmıştır[6].
Krallık halklar bakımından bir millet mozağini andırıyordu. Sayım raporlarında yer alan milletlerin ve azınlıkların oranı, şu şekilde belirlenmişti: Sırplar %43, Hırvatlar %23, Slovenler %8,5, Bosnalı Müslümanlar %6, Makedonlar %5, Arnavutlar %3,6, Macarlar, Ulahlar, Çingeneler ve diğerleri %14[7].
Birini Dünya Savaşını sona erdiren anlaşmalardan biri olan Trianon Anlaşmasına göre, Voyvodina bölgesi yeni kurulan krallığa katılmış, buna karşılık Adriyatik Kıyıları ile Trieste ve Riyeka İtalya’da kalmıştır. Bu anlaşma Hırvat ve Slovenleri mutlu etmedi. Sırpların bu durumda Hırvatistan ve Slovenya topraklarına gereken özeni göstermediği kanısı oluşmuştur. Hırvatlar ve Slovenler kendilerinin de yönetimde söz sahibi olabilecekleri bir federal yapı istemişlerdir. Fakat Krallık 1921 yılında tamamen Sırbistan kontrolü altına girmiştir. 1921 Anayasası muhaliflerini olmasına karşın kabul edilmiş ve devlet tamamen merkezileşmiştir[8].
Hırvat ve Slovenlerin bütün bunları kabullenmesi üzerine bir sürü ayaklanma gerçekleşmiş ve Ocak 1929’da Kral parlamentoyu ve 1921 anayasasını feshederek istikrar adına yönetime el koymuştur. Ekim’de tarihi milli sınırlar dikkate alınmaksızın dokuz bölgeye ayrılarak Sırp egemenliğini pekiştiren yeni bir anayasa yürürlüğe konmuştur. Devletin adı “Yugoslavya” olarak değiştirilmiştir[9].
1930’ların sonlarında Avrupa’da güç dengesi hızlı bir değişim içerisindeydi. Fransa ve müttefikleri güç kaybediyorlardı. 1940-41 yılları arasında Almanya-İtalya-Japonya mihverine katılması için Yugoslavya’ya baskı uygulamaya başlamışlardır. Komşuları, Macaristan, Slovakya ve Romanya’nın da Alman güdümüne girmesiyle iyice bunalan Yugoslav hükümeti, Mart 1941’de Mihvere katılma anlaşması imzalamıştır. Almanya-Yugoslavya anlaşmasının imzalanmasından sonra, 27 Mart 1941’de General Duşan Simoviç’in önderliğindeki cunta, Kralı düşürerek yönetime el koymuştur. Bunun üzerine Alman Ordusu 6 Nisan’da Belgrat’ı bombalayarak Yugoslavya’ya girmiştir. 17 Nisan’da Yugoslav ordusu koşulsuz olarak teslim olmuştur[10].
1.2. İkini Dünya Savaşı Sırasında ve Sonrasında Yugoslavya
1941 yılında Yugoslavya’nın Mihvere teslim olmasından sonra, Kral Peter ülkeden ayrılarak Londra’da sürgün hükümeti kurmuştur. Öte yandan ise, Almanya’nın himayesi altında Hırvatistan ve Bosna topraklarını içerecek şekilde “Bağımsız Hırvat Devleti” kurulmuştur. Devletin başına faşist eğilimli Ustaşa harekatı önderi Anle Pavleviç getirilmiştir[11].
Slovenya’nın kuzey bölgeleri, Almanya ve Macaristan arasında paylaşılmıştır. Macaristan ayrıca Voyvodina’da Macar azınlığın yaşadığı Tuna ve Tisa ırmakları arasında kalan bölgeyi ilhak etmiştir. Karadağ bölgesi İtalya, Sırbistan ile Vayvodina’nın doğu bölümü, Almanya tarafından işgal edilmiştir. Yugoslavya’yı kontrol altına alan Hitler, 22 Haziran 1941’de SSCB’ne karşı bir saldırı başlatmıştır. Alman himayesi altında bulunan Hırvat devleti de, hitlerin doğu seferine bir birlik ile katılmıştır[12].
Alman işgaline karşı Yugoslavya’da ilk direnişi Sırp milliyetçilerinin örgütü Çentikler (Anavatan İçin Kurtuluş Ordusu) başlatmıştır. İşgale karşı direnen ikinci örgüt, tito önderliğindeki Partizan Hareketi olmuştur. Partizanların amacı sadece işgalci güçleri ülkeden çıkarmak değil aynı zamanda Komünist Parti önderliğinde kitlelerin desteğini alan ulus ötesi bir yönetim kurmak olmuştur[13].
Çentiklerden daha çok Alman öldürdükleri kanısına varan müttefiklerin, 1943 sonunda yardım etmeye başlamasıyla Partizanların işi daha da kolaylaştı. Partizanlar kendi hareketlerinin “Yugoslav” olduğunu ve savaş sonrası kurulacak düzenin Yugoslavya’daki tüm etnik gruplara eşit derecede statü ve güvenlik sağlaması gerektiğini öne sürüyordu. Aynı zamanda savaş sonrası Yugoslavya’da toplumsal ve politik reformlar gerçekleştirme sözü de veriyorlardı. Süreç içerisinde Partizan Ordusu’nu “Halkın Kurtuluşu Ordusu” olarak isimlendirerek, etnik kimliklerin bir önemi olmadığını vurguladılar ve kontrolleri altındaki bölgelerde yerel idareleri ele alarak yönetim yeteneklerini kanıtlamaya çalıştılar[14].
Yugoslav Komünist Partisi lideri olan Tito, savaş içinde ulusal Kurtuluş Anti Faşist Konseyi (AVNOS) adı verilen bir cephe kurmuştur. Bünyesinde bütün ulusların ve azınlıkların temsilcileri bulunduğu AVNOS, bir süre sonra kendini hükümet ilan etmiştir. Savaş sonrasındaki Yugoslavya yönetiminin silueti şekillenmeye başlamıştı. Buna göre, Yugoslavya federasyon olacak, Sırp, Hırvat ve Slovenlerin dışında Makedonlara, Karadağlılara ve Bosna Hersek’te yoğun bulunan Müslümanlara da Cumhuriyet statüsü tanınacaktı. Böylece Almanların yenilgiye uğrayıp geri çekilmesinden sonra 29 Kasım 1945’te Krallık resmen ilga edilmiş ve yerine Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti kurulmuştur[15].
İkinci Dünya Savaşı sırasında Komünist Partisi ile büyük ölçüde onun himaye ettiği Arnavutluk Komünist Partisi arasında Kosova’nın hangi ülkeye ait olacağı konusunda zaman zaman görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Savaştan sonra Kosova 1945 yılında Yugoslav askeri idaresi altına girmiştir. 8-10 Temmuz 1945 tarihleri arasında Prizien’de toplanan Kosova Ulusal Kurtuluş Komitesi’nin ikinci konferansında Kosova’da Sırbistan’a bağlı otonom bölge oluşturulmasına dair karar alınmıştır[16].
Yeni Yugoslavya eski Krallık Yugoslavya’sının arazisi üzerine İtalya7dan alınan Riyeka ve İstriya yarımadasını katarak “Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti” şeklinde kurulmuştur. Yeni devlet Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ ve Makedonya olmak üzere altı federal cumhuriyetten oluşmaktaydı. Sırbistan sınırları içerisinde Voyvodina ve Kosova’ya ise önce “özel” sonra da birincisine “özerk” vilayet, ikincisine de “özerk” birim statüsü verilmiştir[17].
İkinci Dünya Savaşından sonra bloklar haline dönüşen dünya Doğu ve Batı Bloklarına ayrılmıştı. Yugoslavya sosyalizmi benimsemiş olsa da birçok açıdan diğer Doğu Bloğu ülkelerinden farklılık gösteriyordu. Yugoslavya, Alman işgalinden, SSCB’nin Kızıl Ordusuna ihtiyaç duymadan kendi çabası ile kurtulmuştur. Bu yüzden Yugoslavya savaş sonrasında bir Sovyet uydusu olmamış, Bağlantısızlık hareketinin liderliğini yapabilmiştir[18].
SSCB ile Yugoslavya arasında anlaşmazlıklar vardı. Kominform: Komünist Partiler aralarında işbirliği sağlamak amacıyla kurulan Komintern’in 1943’te ortadan kalkmasının ardından aynı işlevi yerine getirmek amacıyla 1947’de kurulmuştur. Bu örgüt Stalin’in denetimi altında faaliyet göstermekteydi. Bükreş’te yapılan bir toplantıda Yugoslavya sınırları içerisinde bulunan Sovyet askeri danışmanlarına kötü davranıldığı gerekçesi ile Yugoslavya suçlanmış ve aynı zamanda Marksist-Leninist çizgiden saptığı öne sürülmüştür. Bu iddialar durumunda Stalin’in bir tek hedefi vardı, o da Tito ve Yugoslavya Komünist Partisi Polit bürosunu ortadan kaldırıp doğrudan kendine bağlı bir kadroyu işbaşına getirmekti. Ancak Tito’nun karizması ve Yugoslavya’daki saygınlı Stalin’in müdahalesini sonuçsuz bırakmıştır. Bu doğrultuda Yugoslavya Kominform’dan 1948 yılında ihraç edilmiştir[19].
Yugoslav yönetimi 1948’de Sovyetler Birliği ile aralarının bozulmasıyla birlikte alt üst oldu ve yönünü şaşırdı. Sosyalizmi Sovyet modelinde ve Sovyetlerin yardımıyla inşa etmeyi planlamışlardı. Şimdi ise Tito ve arkadaşlarının önceliği, partiyi ve ülkelerini Sovyet yıkımına ve içerdeki Moskova yanlısı kominformcuların entrikalarına karşı korumaktı. Tito yönetiminin Sovyet eleştirilerine ilk yanıtı, sosyalizme doğru ilerlemeyi bırakmak yerine, buna daha da yoğunlaşmak oldu. Bu doğrultuda Tito, 1949’un ikinci yarısında, Yugoslav tipi sosyalizmi Sovyet tipinden farklılaştıran birçok önlem izledi. 1950 yılında özyönetim uygulamasına başladı[20].
1968 yılında rejime karşı yapılan direnişlerin örneklerinden biri “Hırvat Baharı” olarak adlandırılan akımdır. Hırvatlar, Yugoslavya içerisinde özerkliklerini savunmaktaydılar. Hırvat aydınları, Hırvat dilinin ayrı bir dil olarak kabul edilmesi için bir bildiri yayınlamışlardır. Bildiriyi imzalayanlar daha sonra Komünist Parti’den ihraç edilmişlerdir.bu olayların ardından Hırvatistan Komünist Partisi ulusal soruna yaklaşımını değiştirmedi ancak içten içe kıpırdamalar başlamıştı[21].
1974 yılında Yugoslav anayasasında yapılan kapsamlı değişiklikler sonucunda Yugoslavya altı federe Cumhuriyet ve iki özerk bölge olarak yeniden biçimlendirilirken, Tito’nun amacı belliydi; Çokuluslu Yugoslavya’nın daha 1960’ların başında kendini gösteren etnik temelli siyasal krizleri aşmasının yolu, mevcut altı cumhuriyeti geniş yetkilerle donatmak ve ayrıca Arnavut ve Macar nüfusunun yoğun olarak yaşadığı Kosova ve Voyvodina’yı, neredeyse cumhuriyetlerinkine benzer yetkilere sahip özerk bölgeler haline getirmekten geçiyordu[22].
4 Mayıs 1980’de Tito’nun ölümü ile Yugoslavya’da yeni bir dönemin kapıları aralanmıştır. Yugoslavya’yı oluşturan uluslar ve halklar arasındaki dengeyi korumak için Tito’nun ölümünden sonra Kolektif Başkanlık Konseyi oluşturulmuştur. Bu durumda birer yıllık aralarla Cumhuriyet ve özerk bölge liderleri Devlet Başkanlığı görevini üstleneceklerdi. Ancak bu sistem başarılı olmamıştır çünkü Tito’nun yeri doldurulamamıştır[23].
- YUGOSLAVYA’DA ÇATIŞMALARIN BAŞLAMASI VE DAĞILMA SÜRECİ
2.1. Doğu Avrupa’da Sosyalist Rejimlerin Yıkılması
Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimlerin 1989 sonuna doğru teker teker yıkılmaya başlaması, Türkiye ve Yunanistan dışında, bu rejimleri benimsemiş olan Balkan ülkelerinde de etkisini göstermiştir. Bulgaristan’da 35 yıldır iktidarda bulunan Todor Jivkov gitmiş yerine Dışişleri Bakanı olan Petar Miaderov gelmiştir. Bulgaristan böylece daha yumuşak bir sisteme daha yumuşak bir geçiş yapmıştır. Romanya ise Bulgaristan gibi yumuşak bir geçiş yapamamıştır. 25 yıldır iktidarda bulunan Nicolae Ceausescu bütün Doğu Bloğu’nu sarsan değişmeye direnince ayaklanma sonucu devrilmiş ve daha sonra kaçmaya çalışırken yakalanıp, ülke yönetiminde söz sahibi olan eşi Elena Ceausescu ile birlikte kurşuna dizilmiştir. Romanya’da değişme yanlarının oluşturduğu ılımlı sol eğilimli Ulusal Selamet Cephesi İon İliescu liderliğinde yönetimi ele geçirmiştir. Arnavutluk’ta Enver Hoca’nın 1985’te ölümünden sonra başa gelen Ramiz Alia 1990 başından itibaren bir dizi ekonomik-siyasal önlemler alarak bu değişimlerden etkilendiğini göstermiştir. Bu ülkede Nisan 1990’da başlayan gösteri ve ayaklanmalar sonucu hem dış politikada SSCB ve ABD ile ilgili ilişkileri kurmaya başlamıştır, hem de ülke içinde çok partili düzene geçilmiştir[24].
Yugoslavya’daki rejim değişikliği ise, bu ülkenin kendisine özgü yapısından dolayı, tüm bu ülkelerden daha farklı bir biçimde yaşanmıştır. Bu ülke zaten diğer tüm Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerinden gerek ekonomik yapısı, gerek etnik yapısı ve federal sistemi, gerekse dış politikası açısından farklılık gösteriyordu. Dolayısıyla zaten hassas dengeler üzerinde duran Yugoslavya’da rejim değişikliğiyle birlikte, bir parçalanma sürecine de tanık olunmuştur[25].
Yugoslavya’daki etnik ve siyasi hoşnutsuzluklar, bunların tabii sonuçları olarak patlak veren iç savaşlar aniden başlamamıştır. Aksine belli bir tarihi süreci takip ederek önce yatay olarak gelişmiştir. Fakat daha sonra bunlar 1980’li yıllarda belirginleşerek, 90’ların hemen başında çıkan ve sonuçları itibariyle hal-i hazırdaki korkunç tabloyu hazırlayan iç savaşlara neden olmuştur. Bu son aşama dikey aşama olarak bilinmektedir[26].
Bu isteklerin yatay halden dikey hale gelmesi Yugoslavya Devlet Başkanı Tito’nun ölümünden sonra bu göreve getirilen Slobodan Miloseviç zamanına rastlar Miloseviç Tito’dan çok daha farklı bir Yugoslavya hayaliyle yaşıyordu. Ortodoks inancına komünizme ve Sırp ırkçılığına dayanan bir sentezle sistem içersinde kalarak değişik bir yapılanma arzulamıştır. Miloseviçin bu niyetinin sezilmesi, dağılma sürecinin başlamasına neden olmuştur. Miloseviç ile başlayan dağılma sürencin ilk ayağını, Kosova’daki hoşnutsuzluklar oluşturmuştur. Bunu sırasıyla Slovenya, Hırvatistan, Makedonya ve Bosna-Hersek takip etmiştir[27].
2.2. Kosova Sorunu
1980’de Tito’nun ölümünün hemen ardından Kosovalı Arnavutlar, hedef olarak belirledikleri Cumhuriyet statüsünü kazanmak için Kosova7da yeniden gösterilere başladılar. Yugoslavya’nın temellerini sarsan ilk olay, 1981 Mart ve Nisan aylarında halk ayaklanması şeklinde gerekleşti. Arnavutların eylemi, Kolektif Başkanlık Konseyi tarafından güç kullanılarak bastırıldı[28].
Kosova’daki gösteriler 1980’lerin ikinci yarısında da devam etmiştir. Kosova gösterilerinin Makedonya’daki Arnavutlar ve Bosna Hersek’teki Müslümanlar arasında ayrılıkçı eğilimleri körükleyeceği kaygısını dile getiren Sırbistan yönetimi, kendi anayasasında değişiklik yapma hakkı olduğunu federal düzeyde savunmaya başladı. Sırbistan, Kosova ve Voyvodina’nın Federal yönetimle ilişkisini sınırlamak ve özerk bölgeleri denetim altına almak istiyordu[29].
Voyvodina liderliği, Sırbistan’ın statü değişikliği projesine karşı çıktı. Bunun üzerine Kosova Sırplarının da yoğun katılımı ile Voyvodina’nın başkenti Novi Sad’da yüz bin kişinin katıldığı bir gösteri düzenlemişti. Sırplar kısa zamanda buna karşılık vermişlerdir: “Kosova Sırplarına yönelik baskılara son verilmesi” amacıyla Belgrat’ta düzenlenen gösterilere bir milyon kişi katılmıştır. Azem Vlosi, Kaçuşa Yaşari gibi üst düzey yöneticiler görevlerinden alınmıştır. Tüm bunların sonucunda ise Kosova parlamentosu Sırpların denetimine girmiş ve 23 Mart 1989’da yapılan oylamada otonomi statüsüne son veren anayasa değişikliği onaylanmıştır[30].
Bu gelişmelerden sonra Yugoslavya’da dağılma süreci hızlanmıştır. Bölgedeki gelişmeleri takip eden herkez savaşın Kosova’da patlak vereceğini tahmin ediyordu. Fakat savaş önce Slovenya’da başladı. Oradan, kısa bir süre içinde Hırvatistan’a sonra da Bosna’ya yayıldı.
2.3. Slovenya’nın Ayrılması
1991 yıllarının başlarında Slovenya Yugoslavya’dan ayrılma isteğini açık bir şekilde telaffuz etmeye başladı. Slovenya Parlamentosu, bağımsız silahlı kuvvetlerinin oluşturulmasını öngören bir yasayı kabul etti. Kısa bir süre sonra da, Cumhuriyet sınırlarında gümrük merkezleri oluşturuldu. 25 Haziran 1991’de Slovenya tek taraflı olarak Yugoslavya Federasyonu’ndan ayrıldığını duyurdu ve bağımsızlık ilan eti[31].
Slovenya’nın bağımsızlık kararına Belgrat’ın tepkisi tahmin edileceği gibi oldukça sert olmuştur. Slovenya’nın bu tür davranışlarını geçersiz kabul ederek, Federal Ordu’ya bağlı 200 askeri ve polisi, Slovenya’nın işgal ettikleri sınır karakollarını geri almak ve ilan edilen sınırları tekrar Yugoslavya sınırlarına dahil etmek için bu bölgelere göndermiştir. Fakat Sırpları büyük bir sürpriz bekliyordu. 32 bin kişiden oluşmuş ve iyi şekilde organize edilmiş bir Sloven ordusuyla karşılaşmışlardır. Brioni Anlaşması ile Federe Ordunun üç ay içerisinde Slovenya’dan çekilmesi kararlaştırılmıştır. Bu anlaşmanın manası ise, Slovenya’nın Yugoslavya’dan ayrıldığının Sırplar tarafından resmen tanınmasıdır[32]. Slovenya’yı 1991’de Almanya, 1992’de AT ülkeleri ve ABD tanıdı. Mayıs ayı sonunda BM üyeliğine kabul edildi[33].
2.4. Hırvatistan’ın Ayrılması
Slovenya’yı Hırvatistan takip etti. Hırvatistan, 25 Haziran 1991’de bağımsızlığını ilan etti. Sırp ve Federal yetkililer, Slovenya’nın bağımsızlığını sineye çekmeye hazırlanıyorlardı. Ancak Hırvatistan için aynı durum söz konusu değildi. Hırvatistan içerisinde kimi bölgelerde yoğun olarak bulunan Sırp varlığı, bu ülkenin bağımsızlığı için büyük engeldi[34].
Hırvatistan yönetimi ile Federasyon yetkilileri ve Sırp liderliği arasında soruna çözüm bulmak amacıyla yürütülen müzakereler ve uluslararası düzeydeki arabuluculuk çabaları sonuç vermedi. Geçi bir çözüm olarak Federal Devlet Başkanlığına atanan Hırvat kökenli Stıpe Mesic’e Sırpların onay vermesi istendi. Ancak bu konuda mutabakat sağlanamadı. Çatışmaların yoğunlaşması üzerine 1991 Ağustos ayında BM, eski Yugoslavya’ya silah ambargosu uygulama kararı aldı[35].
Hırvatistan yönetimine isyan eden yerel Sırp güçlerin en büyük destekçisi Federal Orduydu. Tudjman’ın emriyle Hırvatistan içerisindeki Federal Ordu üsleri ve depoları basılarak silahlara el konuldu. Bu olayın ardından çatışmalar daha geniş bir alana yayılmaya başladı. Sırpların etkisine açık olan ve komuta kademesi Sırpların elinde bulunan Federal Ordu Ekim ayı ortasında Hırvatistan topraklarının üçte birini ele geçirmişti[36].
Siyasi ve askeri baskı altında bulunan Hırvatistan Cumhurbaşkanı Tudjman, 1991 Ağustos ayında, Sırpların dışında kalan tüm grupların temsil edildiği Demokratik Birlik Hükümetini atadı. Yeni hükümet bir yandan Hırvatistan’ın tanınması için çaba gösteriyor, öte yandan çatışmaları sona erdirmeye ve ülke içerisinde fiili denetim kurmaya çalışıyordu. Hırvatistan’ı 2 Aralık 1991’de Almanya, 15 Ocak 1992’de ise AT resmen tanıdı[37].
2.5. Makedonya’nın Ayrılması
Makedonya, Yugoslavya Federasyonunun zayıflamasına korkuyla bakıyordu. Geri kalmış ve fakir ekonomisi için federal fonlara ihtiyacı vardı ve toprakları üzerinde tarihsel iddiaları bulunan komşularından korunması gerekiyordu. Ayrıca içerde de zayıftı. Birçok Makedon, Yugoslavya’dan ayrılmaları durumunda Cumhuriyetlerinin yaşayabileceğinden şüphe duyuyordu. Daha çok kaygılandıkları bir konuya nüfusun yaklaşık dörtte birini oluşturan Arnavutların, Slav hakimiyetindeki bağımsız bir devleti kabul etmemesiydi[38].
Bu tip korkular Makedon milliyetçiliğinin güçlenmesiyle aşıldı. 1989 ortasında Makedon liderliği, çok partili yaşama geçme kararı aldı. Anayasa’da bu çerçevede değişiklik yapıldı. Tüm Makedonları bir çatı altında toplamak isteyen irredentist Makedon milliyetçiliği ile ayrılıkçı Arnavut milliyetçiliği, bu değişikliğin ardından politik arenada siyasi parti olarak örgütlenmeye başladı[39].
Yugoslavya’nın 1991’de alevlenen iç çekişmelerinde Makedonya, genelde uzlaşmacı ve ılımlı bir politika takip etti. Makedonya’nın çıkarlarının federasyon içinde kalarak daha iyi korunacağı düşüncesi, toplumda genel kabul görüyordu. Ancak Makedonya’nın, Yugoslavya’nın diğer Cumhuriyetlerinde yaşanan gelişmelerin çok dışında kalamayacağı da açıktı. Parlamento; 25 Ocak 1991’de bağımsızlığa gidecek yolu açtı: Parlamenterlerin oybirliği ile Makedonya’nın egemenliği ilan edildi[40].
Yugoslavya’nın dağılma süreci içinde Makedonya’nın bağımsızlığını kazanması, yeni “Makedonya Sorunu”nu ortaya çıkarmıştır. Bulgaristan Makedonya’yı tanır ama artı bir Makedon ulusu tanımazken, Yunanistan bu ülkenin adına, anayasasına, tarihine, bayrağına, parasındaki simgelere kadar, aslında varlığına itiraz etmektedir. Sonunda ABD’nin arabuluculuğuyla Eylül 1995’te New York’ta yapılan bir anlaşmayla Makedonya bayrak, anayasa ve isminde Yunanistan’ın dayattığı şekilde bazı değişiklikler yapmış ve BM’ye “Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya adıyla üye olmuştur[41].
2.6. Bosna-Hersek’in Ayrılması
Altı Yugoslav Cumhuriyeti arasında, hiçbir etnik grubun mutlak çoğunlu sağlayamadığı tek örnek Bosna Hersek’tir. Buradaki üç temel topluluk; Müslümanlar (%44), Sırplar (%31) ve Hırvatlardı (%17). Tüm gruplar cumhuriyetin her köşesine yayılmıştı; fakat Hırvatlar Batı Hersek’te, Müslümanlar merkezde ve Sırplar güneydoğu ve kuzeydoğudaki şehirlerde yoğunlukta bulunuyordu[42].
Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlık mücadeleleri devam ettiği sırada, Bosna Hersek’teki eylemlerde siyasi bir harekete dönüşmüştür[43]. 1991 ortalarında Yugoslavya genelinde yaşayan Sırp-Hırvat anlaşmazlığı, Bosna-Hersek’i de doğrudan etkiliyordu.Haziran ayı başında Cumhurbaşkanı İzzetbegoviç Hırvatistan Devlet Başkanı Franjo Tudjman ve Sırbistan Devlet başkanı Slobodon Miloseviç tarafından Bosna Hersek’in etnik temelde kantonlara ayrılması gündem maddesi olarak teklif edilen görüşme talebini reddetti[44].
25 Haziran 1991’de Hırvatistan ve Slovenya’nın bağımsızlık ilan etmesinin ardından İzzetbegoviç, Makedonya liderliği ile birlikte, Yugoslavya’da gevşek bir federasyon oluşturulması önerisini ortaya attı[45].
29 Şubat 1992 yılında yapılan halk oylamasında %94,4’lük çoğunlukla bağımsızlık kararı alınmıştır[46]. Cumhurbaşkanı İzzetbegoviç, sonuçların açıklanması üzerine 3 Mart 1992’de Bosna Hersek’in bağımsızlığını ilan etti. Cumhuriyet’in resmi adından “sosyalist” terimi çıkarıldı[47].
Bağımsızlığın hemen ardından başkent Saraybosna ve ülkenin diğer yerlerinde Sırplarla Müslümanlar arasında yer yer çatışmalar kaydedildi. 27 Mart’ta Sırplar, denetimleri altında bulunan, daha önceden otonom bölge ilan ettikleri topraklarda “Bosna Hersek Sırp Cumhuriyeti” kurduklarını ilan ettiler[48].
Sırp otonomi bölgelerini ve Bosna Hersek’in topraklarının %65’ini içine alan Sırp Cumhuriyeti’ni Bosna Hersek hükümeti yasa dışı ilan etti. Bunun üzerine tartışmalar daha da alevlendi ve iç savaş giderek yayılmaya başladı[49].
Avrupa 1992 ilkbaharı ile 1995 sonbaharının bitimi arasındaki dönemde, 1945’ten bu yana en şiddetli, en yıkıcı çatışmalara; Yunan iç savaşını bile geride bırakan bir dehşete tanık oldu. Savaş iki eski Yugoslav Cumhuriyeti olan Hırvatistan ve Bosna Hersek’te geçti. Bir bölgedeki çatışmanın etkisi çoğu zaman diğerinde de hissediliyordu; fakat Bosna’daki savaş daha uzun ve yaygın sürdü[50].
Askeri mücadele ve ittifakların karmaşık düğüm ve kıvrımları, Bosna çatışmasının tek belirleyicileri değildi. Uluslararası mücadele de aynı derece de hayati öneme sahipti ve karmaşıklık yüzünden paramparçaydı[51].
Dört yıl süren bu kanlı savaş ancak uluslararası güçlerin, gecikmeli de olsa, devreye girmesiyle sonuçlanmıştır[52].
Dayton Anlaşmasıyla birlikte Bosna-Hersek devleti Republika Sırpska ve Bosna Hersek Federasyonu olmak üzere iki ayrı entiteye bölünmüştür. Bosna Sırp ve Hırvatlardan müteşekkil üçlü cumhurbaşkanlığı sisteminin kurulduğu Bosna-Hersek’te, savaş öncesinde var olmayan ayrı bir Sırp devleti ihdas edilmiştir. Tüm bunların üzerinde ise uluslararası gücün temsilcisi belirleyici bir konumda bulunmaktadır[53].
2.7. Yeni Yugoslavya (Sırbistan-Karadağ)
Slovenya ve Hırvatistan’ın ardından Makedonya ve Bosna Hersek’in de bağımsızlık ilan etmeleriyle birlikte, ikinci Yugoslavya’dan geriye Sırbistan ve Karadağ kalmıştı. Bu iki Cumhuriyet arasında 27 Nisan 1992’de kabul elden yeni bir anayasa ile federasyon kuruldu. Anayasaya göre yeni oluşturulan Yugoslavya Federasyonu, “Cumhuriyetlerin eşitliği” temeline dayanacak, aynı anda görev yapacak olan Cumhurbaşkanı ve Başbakan farklı Cumhuriyetlerden olacaktı[54].
1992 Mayıs ayında yapılan seçimlerde Sırbistan Sosyalist Partisi başarı kazandı. Seçimlerin ardından Şeşelj’in liderliğini yaptığı Sırp Radikal Partisi ana muhalefet parti oldu. Sırp milliyetçiliği ideolojisini öne çıkaran ve Miloseviç’in alternatifi olarak ortaya çıkan Radikal Parti ise kırlık bölgelerde güçlüydü ve iyi eğitim almamış fanatik milliyetçileri peşinde sürüklüyordu[55].
Tito’nun kurduğu ikinci Yugoslavya’dan bakiye kalan Sırbistan ve Karadağ, kendi aralarında “Yugoslavya Federasyonu” kurdular. Yeni Federasyon, “Üçüncü Yugoslavya” değildi, bir Sırp devletiydi[56].
Şafak ÖZŞİMDİR
Uludağ Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler
KAYNAKÇA
ALKAN Necmettin, Dağılan Yugoslavya Mozaiğinde BOSNA, İstanbul: beyan Yayınları, 1995.
ARMAĞAN Yusuf, “Balkanlar: Balkanlar’daki Son Komşumuz: Amerika!”, http://www.dusuncegundem.com/sayi-26/balkanlar-balkanlardaki-son-komşumuz-amerika.html. (e.t. 11.05.09)
BORA Tanıl, Milliyetçiliğin Provokasyonu, İstanbul: Birikim Yayınları, 1995.
BABUNA Aydın, “Kosova Sorunu Üzerine”, http://www.foreignpolicy.org.tr/turkish/dosyalar/ababuna-p.htm (e.t. 21.04.09)
CRAMPTON, J. Richard, İkinci Dünya Savaşından Sonra Balkanlar, (çev: Emel Kurt), İstanbul: Yayınodası, Mart 2007.
ÇAPAR Gökhan, Nato’nun Kosova’ya Müdahalesinin birleşmiş Milletler Kurucu Andlaşması Açısından Analizi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, (Yayınlanmamış Yüksek Lisan Tezi), Bursa: 2006.
DAHBOUR Omar, “Why There Were No Good Reasons For ıntervention In Kosova”, http://www.thing.net/~oliveworks/dahbour.html (e.t. 18.05.09)
GENÇ Mehmet, Birleşmiş Milletler ve Uzmanlık Örgütleri Mevzuatı, Bursa: Ezgi Kitabevi, Ocak 1999.
GÖNLÜBOL Mehmet, Milletlerarası Siyasi Teşkilatlanma, Ankara: Sevinç Matbaası, 1975.
GÖNLÜBOL Mehmet, Uluslararası Politika, Ankara: Atilla Kitabevi, 1993.
JELAVİCH Barbara, Balkan Tarihi: 20. Yüzyıl. Cilt II., (çev: Zehra Savan, Hatice Uğur), İstanbul: Küre Yayınları, Eylül 2006.
KESKİN Funda, Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş Milletler, Ankara: Mülkiyeliler Birliği Vakfı, 1998.
KARATAY Osman, Kosova Kanlı Ova, İstanbul: iz Yayıncılık, 1998.
KUT Şule, “Kosova, Milliyetçiliğin Kör Düğümü”, Foreign Policy Sayı: 3, İstanbul, 1998.
SANDER Oral, Siyasi Tarih, Ankara: A.Ü. SBF. Yayınları, 1984.
TÜRBEDAR Erhan, “Yugoslavya Krizinin Kronolojisi”, http://tarihbilgi.wordpress.com/2008/10/17/Yugoslavya/ (e.t. 17.05.09)
UZGEL İlhan “Yugoslavya’nın Kuruluşu”, edit. Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne, Olgular, Belgeler, Yorumlar, 1980-2001, Cilt II, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001.
UZGEL İlhan, “Doğu Blokunda Sosyalist Rejimlerin Çöküşü Balkanlar ve Türkiye”, edit. Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne, Olgular, Belgeler, yorumlar, 1980-2001, Cilt II, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001.
UZGEL İlhan, “Makedonya Sorunu”, edit. Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne, Olgular, Belgeler, Yorumlar, 1980-2001, Cilt II, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001.
ÜLGER Kaya İrfan, Yugoslavya Neden Parçalandı?, Ankara: Seçkin Yayınları, 2003.
ÜLGER Kaya İrfan, “Ortadoğu Sorunu ve Yugoslavya’nın Dağılmasının Avrupa Dış Politikası Çerçevesinde Analizi”, http://www.stradigma.com/indev.php?sayfa=makale&sayı=6&no=31 (e.t. 21.04.09)
ZARARSIZ Emin Mehmet, “Devletin Egemenlik Kavramı ve İnsan Haklarının Korunması”, http://www.liberal-dt.org.tr/1dd/m12/Ddem-za.htm (e.t. 14.05.09)
[1] İrfan Kaya Ülger, Yugoslavya Neden Parçalandı?, Ankara: Seçkin Yayınları, 2003, s. 33.
[2] İrfan Kaya Ülger, “Ortadoğu Sorunu ve Yugoslavya’nın Dağılmasının Avrupa Dış Politikası Çerçevesinde Analizi” http://www.stradigma.com/index.php?sayfa=makale&sayı=6&no=31 (e.t. 21.04.09)
[3] Ülger, Yugoslavya Neden Parçalandı?, loc. cit.
[4] Oral Sander, Siyasi Tarih, Ankara: A.Ü. SBF Yayınları, 1984, ss. 253-254.
[5] Tanıl Bora, Milliyetçiliğin Provokasyonu, İstanbul: Birikim Yayınları, 1995, ss. 37-38.
[6] Ülger, op. cit., ss. 36-37.
[7] Bora, op. cit., s. 41.
[8] Ülger, op. cit., ss. 38-39.
[9] Bora, op. cit., ss. 45-46.
[10] İbid.
[11] Bağımsız Hırvat Devleti ve Ustaşa Harekatı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Barbara Jelavich, Balkan Tarihi: 20. Yüzyıl, Cilt II., (Çev: Zehra Savan, Hatice Uğur), İstanbul: Küre Yayınları, Eylül 2006, ss. 277-278.
[12] Ülger, op. cit., ss. 45-46.
[13] İbid., ss. 46-47.
[14] Richard J. Crampton, İkinci Dünya Savaşından Sonra Balkanlar, (Çev.: Emel Kurt), İstanbul: Yayın Odası, Mart 2007, ss. 11-12.
[15] Ülger, op. cit., s. 52.
[16] Aydın Babuna, “Kosova Sorunu Üzerine”, http://www.foreignpolicy,ogr.tr/turkish/dosyalar/ababuna_p.htm, (e.t. 21.04.09)
[17] Osman Karatoy, Kosova Kanlı Ova, İstanbul: İz Yayıncılık, 1998, s. 90.
[18] İlhan Uzgel, “Yugoslavya’nın Kuruluşu”, edi. Baskın Oran, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne, Olgular, Belgeler, Yorumlar, 1980-2001, Cilt II., İstanbul: İletişim Yayınları, 2001, s. 482.
[19] Ülger, op. cit., ss. 54-57.
[20] Crampton, op. cit., ss. 111-112.
[21] Ülger, op. cit., s. 67.
[22] Şule Kut, “Kosova, Milliyetçiliğin Kör Düğümü”, Foieign Policy, Sayı: 3, İstanbul, 1998, ss. 55-64.
[23] Ülger, op. cit., s. 68.
[24] İlhan Uzgel, “Doğu Blokunda Sosyalist Rejimlerin Çöküşü Balkanlar ve Türkiye”, edit. Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne, Olgular, Belgeler, yorumlar, 1980-2001, Cilt II, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001, ss. 480-498.
[25] İbid.
[26] Necmettin Alkan, Dağılan Yugoslavya Mozağinde BOSNA, İstanbul: Beyan Yayınları, 1995, s. 25.
[27] İbid, s. 26.
[28] Ülger, op. cit., s. 72.
[29] İbid, s. 75.
[30] İbid., ss. 75-76.
[31] İbid., s. 116.
[32] Alkan, op. cit., ss. 31-35.
[33] Ülger, op. cit., s. 117.
[34] İbid., s. 121.
[35] İbid.
[36] İbid., s. 122.
[37] İbid.
[38] Crampton, op. cit., ss. 237-238.
[39] Ülger, op. cit., s. 128.
[40] İbid., s. 129.
[41] İlhan Uzgel, “Makedonya Sorunu”, edit. Baskın Oran, TDP, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, 1980-2001, Cilt II. İstanbul: İletişim Yayınları, 2001, s. 504.
[42] Crampton, op. cit., s. 236.
[43] Alkan, op. cit., s. 40.
[44] Ülger, op. cit., s. 123.
[45] Bora, op. cit., s. 175.
[46] Alkan, loc. cit.
[47] Ülger, op. cit., s. 126.
[48] İbid.
[49] İbid.
[50] Crampton, op. cit., s. 250.
[51] İbid., s. 251.
[52] Alkan, loc. cit.
[53] Yusuf Armağan, “Balkanlar: Balkanlar’daki Son Komşumuz: Amerika!”, http://www.dusuncegundem.com/sayi-26/balkanlar-balkanlardaki-son-komşumuz-amerika.html, (e.t. 11.05.09)
[54] Ülger, op. cit., s. 135.
[55] İbid., s. 136.
[56] İbid.