Home Blog Page 57

Kefernahum

 

Kefernahum, Ladin Labaki yönetmenliğinde, Cannes Film festivali Jüri Ödülü başta olmak üzere dört kategoride ödül almış, 2018 yılında vizyona girmiş bir dram filmidir. Film Lübnan’da geçmektedir. Ortadoğu’daki tüm olumsuzlukların, motif olarak ince ince işlendiği bu film göçün zorluklarını, mültecilerin yaşadığı hayatı, var olma mücadelelerini bir çocuğun gözünden, tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. Başrol oyuncusu olan Zain, gerçek hayatta Suriye’den Lübnan’a mülteci olarak gelmiş bir ailenin çocuğudur. Yönetmen Labaki, Zain’e, Lübnan sokaklarında film için başrolde oynayacak bir çocuk ararken rastlar. Filmde Zain’in duygularını seyirciye bu kadar geçirebilmesinin nedeni aslında senaryoyu canlandırması değil, kendi hayatını göstermesi olarak değerlendirilebilir. Dahası, senaryo yazma sürecine de bir göçmen olarak katkısı büyüktür Zain’in.

Film, göçmen hayatlarının zorluğunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne sererken bizlere her gün tanık olduğumuz fakat görmekten kaçındığımız hayatların olduğu hatırlatır. Aslında bu filmi herkes bir şekilde izlemektedir; bazılarımız pencereden dışarı baktığında çöp toplayan bir aileyi gördüğünde, bazılarımız arabasının camına tıklatıp mendil satmaya çalışan bir çocuğu gördüğünde bazılarımız da etrafa meraklı gözlerle bakıp kendini diğerlerinden ayıran özelliklerin ne olduğunu düşünerek parkta bir köşede diğer çocuklardan farklı daha uzak bir şekilde oturmuş bir göçmen çocuğu gördüğünde bu filmi zaten izliyordu. Kefernahum, sadece bize her gün gözümüz kapalı izlediğimiz bir filmi gözümüzü açık izleme imkânı sundu.

Yalnızca göçmenlerin, yaşanılan coğrafyanın olumsuzluklarına değinilerek geçirdiğimiz iki buçuk saat süren bu filmde unutulan bir nokta var ki tebessüm. İki buçuk saat boyunca sadece olumsuz yönlere odaklanmış bu film, psikolojik anlamda insanı yoran bir film olarak karşımıza çıkıyor. Oysa unutmamak gerekir ki insan olarak hayatımızın büyük birçoğu acı içinde geçse de bizi ayakta tutan motivasyonlarımız vardır. Bunlar yaşadığımız mutlu bir anı, bir amaç olabilir filmde motivasyon artırıcı bir olumlu olay görmek belki seyirciye bir nebze olsa rahatlık verebilirdi.

Kefernahum’un bize birçok şeyi sorgulatan da bir film. Örneğin, bize alenen gösterdiği bir şey var. Bize yokluğu, var olmamayı, hiçliği gösteriyor. Uluslararası düzende bulunan bir sürü devlet ve bu devletlere mensup bir sürü vatandaş var. Peki var olma mücadelesi veren, devletin var olamamış vatandaşları ne olacak? Uluslararası hukuktaki bu açığı acı bir şekilde gözler önüne seriyor film. Var olamayan bu düzende adaletin olması da doğal olarak beklenemez. Peki adaletsizliğin içinde adalet nasıl aranır? Kendi adaletini oluşturarak mı? Var olan adaletsiz ortamda yine adaletsizlikle mi adalet oluşturacağız? Bu soruların yanıtlarını düşünmeye sevk eden, bu anlamda mevcut uluslararası sistemin açıklarını can alıcı yerlerinden yakalamış bir film Kefernahum.

Bize gösterdiği bir diğer nokta da göçmenlerin çok kimlikli olmaya zorunlu olması. Eğer bir göçmenseniz, bir ülkede mülteci iseniz karşılaşacağınız bir diğer zorluk da bu çok kültürlü kimliğe uyum sağlama yeteneğiniz olacaktır. Sizin bir kimliğiniz çocuk olabilir ama bir kimliğiniz mutlaka işçi olmak zorunda, ayrıca bir abi olmak zorundasınız yeri geldiğinde bir baba, yeri geldiğinde kendi içinizdeki adaletsizlikleri çözmek için bir hâkim, kendinizi ve çevrenizdekileri korumak için bir polis fakat en acısı bir suçlu da olmak zorundasınız çünkü var olmanız bir suçken bu kimlikten kaçamazsınız. İşte bu noktada filmdeki başrolün sözleri gelmeli aklımıza “BENİ DÜNYAYA GETİRDİKLERİ İÇİN ANNE VE BABAMDAN ŞİKAYETÇİYİM”.

Yirminci yüzyılın sonu yirmi birinci yüzyılın başı arasındaki süreçte yükselişe geçen insan hareketliliğiyle dünyadaki neredeyse bütün ülkelerin genel sorunu haline gelen “uluslararası göç”, uluslararası ilişkilerin de temel sorunu haline gelmiş, çözülmesi gereken fakat uluslararası sistemin kaotik yapısından ve devletlerin kendi çıkarlarını maksimize etme prensipleri doğrultusunda hareket etmelerinden dolayı çözümü oldukça güç bir sorundur. Uluslararası hukuk, uluslararası ilişkiler ve psikoloji gibi birçok dalın yoğunlaşması gereken güncel ve güncel olmaya devam edecek olan uluslararası göç sorununu konu edinen bu film, izlenmesi ve üstüne düşünülmesi gereken bir film.

 

 

ELİF EDA KOÇAK

Göç Çalışmaları Staj Programı

Çocuklarda Kişisel Yetkinliklerin Geliştirilmesinde Sivil Toplum Kuruluşlarının Rolü: TEGV Örneği

ÖZET:

Sivil toplum en genel anlamıyla; devletten bağımsız, hukuksal bir çerçeveye tabi, toplum yararı için bir araya gelen gönüllü bireylerden oluşan ve bu amaca yönelirken herhangi bir karşılık veya maddi çıkar beklemeyen kuruluşlardır. Sivil toplumunun ve sivil toplum kuruluşlarının işleyişlerini sürdürebilmesindeki en önemli faktörlerden biri gönüllü çalışmalarıdır. Gönüllülük ise en basit anlamı ile kişilerin hiçbir maddi çıkar gözetmeksizin, kişinin irade ve istekleri doğrultusunda belli bir amaca yönelik çalışmalar gerçekleştiren dernek, vakıf, kuruluş ve sivil toplum kuruluşlarındaki faaliyetlere yetenek, beceri ve imkânları doğrultusunda destek vermesidir.

Sivil toplum; bir toplumdaki engelli, yoksul, göçmen, mülteci, azınlık olan etnik ve dini gruplar, bağımlılar, kadın ve çocuklar gibi dezavantajlı grupların dezavantajlarını azaltmak veya ortadan kaldırmak için çalışır. Sivil toplumun çalışma alanlarından biri olan çocuk alanında çocukların yaşadıkları en büyük dezavantajlarından biri eğitimde yaşadıkları fırsat eşitsizliğidir. Eğitimde fırsat eşitsizliğini ortadan kaldırmak için dünyanın dört bir yanındaki yerel, küresel düzeydeki resmî kurumlar ve sivil toplum kuruluşları faaliyet göstermektedir.

Yapılan bu çalışmada, sivil toplum kavramının neyi ifade ettiği incelenmiştir. Ayrıca sivil toplum kavramı çerçevesinde gönüllük kavramı, gönüllülük motivasyonlarının neler olduğu ve çocuk kavramı incelenmiştir. Bu yapılan incelemeler doğrultusunda çocukların kişisel yetkinliklerinin gelişmesinde Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının rolünün ne olduğu Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı örneği üzerinden ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Sivil Toplum, Sivil Toplum Örgütleri, Gönüllülük, Çocuk, Türkiye Eğitim Vakfı, Eğitimde Fırsat Eşitliği

ABSTRACT:

In the most general sense civil society; They are organizations that are independent from the state, subject to a legal framework, consisting of voluntary individuals who come together for the benefit of the society and do not expect any reward material benefit while moving towards to their goal. Voluntary work is one of the most important factors in the functioning of civil society and non-governmental organizations. Volunteering has no material interest. It supports the activities in associations, foundations, organizations and non-govermental organizations that works for a certain purpose in line with the will and wishes of the person, in line with their abilities, skills and opportunities.

Civil society works to reduce or eliminate the disadvantages of disadvantaged groups such as disabled ones, poor, immigrants, refugees, minority ethnic and religious groups, addicts, women and children in a society. One of the biggest disadvantages of children, which is one of the fields of civil society’s work, is the inequality of opportunity they experince in education. Local and global governmental institutions and non-governmental organizations operate all over the world to eliminate inequality of opportunity in education.

This article examines that what civil society is. Also, within the context of the concept of civil society, the term of volunteering, what kind of motivations volunteering have and the concept of child were examined. These examinations are held in Turkey as children’s personal skills development in what is the role of civil society organizations Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı ( Turkey Education Volunteers Foundation ) has tried to put forward through the sample.

Keywords: Civil Society, Civil Society Organizations, Volunteering, Children, Türkiye Eğitim Vakfı (Turkey Education Foundation ), Equality Of Opportunity In Education

1. Giriş

Sivil toplum kavramı ilk kez Antik Yunan’da Aristo tarafından kullanılmıştır. O zamandan günümüze kadar sivil toplum ile ilgili birçok farklı tanımlama yapılmıştır. Şu an günümüzdeki en basit tanımı ile sivil toplum, belli bir amaç için toplanan gönüllülerden oluşan özerk yapılardır. Gönüllülük ise herhangi bir maddi çıkarı olmaksızın toplum yararı için çalışan kişilerdir. Sivil toplum kuruluşlarının çalışma gruplarından biri de çocuk alanıdır. Çocuk kavramı en basit tanımı ile 18 yaşından küçük bireydir.

Bu çalışmada, çocukların kişisel yetkinliklerinin gelişmesinde Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının rolünün ne olduğu anlatmak hedeflenmiştir. Bu rollerin neler olduğu, çocukların eğitimi konusunda faaliyet gösteren vakıflardan biri olan Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı örneği üzerinden ele alınacaktır. Çalışmanın daha iyi açıklanabilmesi için sivil toplum ve gönüllülük kavramına, gönüllülük motivasyonlarına ve sivil toplum kuruluşlarının çalışma alanlarından biri olan Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın üzerinde çalıştığı grup olan çocuk kavramına değinilecektir.

2. Sivil Toplum Kavramı

Sivil toplum en genel anlamıyla; devletten bağımsız, hukuksal bir çerçeveye tabi, toplum yararı için bir araya gelen gönüllü bireylerden oluşan ve bu amaca yönelirken herhangi bir karşılık veya maddi çıkar beklemeyen kuruluşlardır. Sivil toplum kendi kendini üreten ve kendi kendini destekleyen kuruluşlardır. Sivil toplum kuruluşları toplum yararı için toplum içinde sorumluluk üstlenen gönüllüler aracılığı ile resmi makamlar ve yurttaşlar arasında iletişim kurulmasını sağlar. Yani sivil toplum kuruluşları, özel alan ile devlet arasında aracı kurumdur. Sivil toplum kuruluşları bürokratik yapıların olmadığı ve demokratik işleyişin hâkim olduğu kuruluşlardır.

Sivil toplum kuruluşlarının özelliklerinden bir tanesi olan devletten bağımsız olması özelliği bazı yanlış anlaşılmalara sebep olabilir, devlet karşıtı olarak algılanabilir. Ancak sivil toplum kuruluşları vatandaşların aktif yurttaşlar haline gelip sivil toplum kuruluşları aracılığı ile var olan hükümeti denetleyerek devletin demokratikleşmesini sağlar. Peki sivil toplum kuruluşları vatandaşın aktif yurttaşlar haline gelmesini ve devletin demokratikleşmesini nasıl sağlar?

Sivil Toplum kuruluşları faaliyet gösterdiği alanlarda kamuoyu oluşturur. Ve bireylerde sivil toplum kuruluşlarına katılarak veya sivil toplum kuruluşu kurarak sosyal, ekonomik ve siyasal yaşantısı ile ilgili kararlarda söz sahibi olarak kararları etkileyebilir. Hükümetin yetkilerini sınırlandırır ve kontrol eder.

3. Sivil Toplum ve Gönüllülük

3.1.Gönüllülük Nedir?

Gönüllülük en basit anlamı ile kişilerin hiçbir maddi çıkar gözetmeksizin kendi irade ve istekleri doğrultusunda belli bir amaca yönelik çalışmalar gerçekleştiren dernek, vakıf, kuruluş ve sivil toplum kuruluşlarındaki faaliyetlere yetenek, beceri ve imkânları doğrultusunda destek vermesidir. Gönüllük kavramını biraz daha açmak gerekirse kişilerin maddi veya başka bir çıkar beklentisi içinde olmadan, sorumluluk duygusu ile toplumdaki bireylerin yaşam kalitesini ve refah seviyesini artırmak, eşitsizlikleri gidermek, politikalar oluşturmak, hak savunuculuğu yapmak için kendi hür iradesi ve isteğiyle bir toplumsal girişimin öncüsü olarak veya bu konudaki hali hazırda var olan sivil toplum kuruluşu, dernek ve bünyesindeki faaliyetlere bilgi, beceri, deneyim, finansal kaynakları ve zamanını kullanarak destek olmasıdır.

Gönüllüğün maddi veya başka türden bir çıkar gözetmediğini söyledik. Fakat bazı gönüllülük çalışmalarında veya sivil toplum, dernek, vakıfların ortaya çıkışında kişilerin kendi bireysel iyilik ve yararlarından yola çıkarak aynı durumda olan başka kişilerin de iyilik ve yararlarını da gözetmek için öncü olarak faaliyetler geliştirebilir, bu konularla ilgili çalışmalar yürüten dernek, vakıf ve sivil toplum kuruluşlarında gönüllülük yapabilir. Buradaki önemli detay sadece kendi iyiliği ve yararını düşünmemesi ve hiçbir maddi çıkarı bulunmamasıdır. Bir seks işçisinin kendi yaşadığı sorunlardan yola çıkarak seks işçilerini kapsayan öncü faaliyetler gerçekleştirmesi veya seks işçilerini konu alan dernek, vakıf ve sivil toplum kuruluşlarında gönüllülük yapması buna örnek gösterilebilir.

Gönüllülük, dünyanın her yerinde farklı isimlerle adlandırılan ama her yerde rastlanabilen evrensel bir olgudur. Din, dil, ırk, cinsiyet yaş ya da coğrafi bölge sınırları olmaksızın, herkes tarafından istenilen zaman ve yerde icra edilebilir. Kişiyi sosyalleştirir; bilgi, görgü ve tecrübe katar; toplumsal çıkan katma değer, ücretli ya da tam zamanlı çalışanların ortaya koyduğu değerin alternatifi değil, tamamlayıcısıdır. Bu yüzden gönüllülüğün, gönüllülerin konumunu güçlendiren değişim ve dönüşümü hızlandıran bir boyutu da vardır” (Tiftikçi, 2020, s.5).

Eğitim alanında gönüllü faaliyetlerin bir örneğini oluşturan ve makalede ele alınan Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV), eğitim alanındaki faaliyetlerini çoğunlukla gönüllü desteğiyle yürütmektedir. TEGV 2019 Entegre Faaliyet Raporu’na göre, 2019 yılındaki aktif gönüllü sayısı 10 bindir ve vakfın kuruluşundan 2019 yılına kadar 91 bini aşan gönüllüsü vardır. Türkiye geneline yayılan 193 bin etkinlik noktasında, 10 bin aktif gönüllünün desteğiyle faaliyetler yürütülerek çocukların kişisel yetkinliklerini geliştirmesi için eğitim desteği verilmiştir (TEGV 2019 Entegre Faaliyet Raporu, 2019, s.14).

3.1.1. Gönüllülük Motivasyonları Nelerdir?

Motivasyon en basit tanımıyla kişinin bir davranışı veya hareketi gerçekleştirmesine neden olan güdüsü veya güdüleridir. Peki insanlar maddi veya başka bir çıkar elde etmemesine, aksine kendilerine ait olan manevi ve maddi kaynaklarını tüketmesine rağmen neden gönüllü olurlar? Bu olumsuz yanlarına rağmen insanların gönüllü olma motivasyonu nedir? Bu soruların birçok farklı cevabı olabilir.

İnsanların gönüllülük faaliyetlerine neden katıldıklarını öğrenmenin en doğru yöntemi bu soruyu kendilerine sormaları olacaktır. Verilen cevapların hepsi kendine özgü ve biriciktir. Bu cevaplardan yola çıkarak insanları gönüllü olmaya iten bu motivasyonları belirli çatılar altında toplayabiliriz. Motivasyonları belirli çatılar altında toplamak önemlidir. Çünkü insanların gönüllü olmasına neden olan motivasyonlar bulunarak kişilerin birçok alanda gönüllüğe katılımı yöntem veya politikalar ile artırılabilir. Bu sebeple kişilerin gönüllülük motivasyonlarının ne olduğunu bilmek çok önemlidir.

Gönüllülük motivasyonları konusu birçok araştırmacı tarafından farklı açılardan ele alınmıştır. Esmond J. ve Dunlop P.’ye göre gönüllülük motivasyonu on tanedir. Bunlar:

Değerler (Values) : İnsanlar diğer insanlara yardım etmenin ve onlar için fedakârlık yapmanın önemli olduğu inancı doğrultusunda gönüllü olurlar (Tiftikçi, 2020, s.7-8).

Karşılıklılık (Reciprocity): Dünyanın bir çok yerinde Türkiye’deki karşılığı ‘ne ekersen onu biçersin’ olan bir inanış hakimdir. İnsanlar bu inanışları doğrultusunda başkalarına iyilik yaparlarsa iyiliğinde onları bulacağına inanırlar. İyilik yapmalarına aracı olan dernek, vakıf ve sivil toplum kuruluşlarında gönüllü çalışarak iyilik zincirlerini başlatmak isterler (Tiftikçi, 2020, s.7-8).

Takdir etme- Kabul etme (tanıma) (Recogition): İnsanlığın doğasında toplum tarafından kabul görmek ve takdir edilme ihtiyaçları vardır. İnsanlar da bu ihtiyaçlarını karşılamak için yetenek ve becerilerini sergileme imkânı bulduğu gönüllülük faaliyetlerine katılır (Tiftikçi,2020,s.7-8).

Anlama (Understanding): Kişi kendi yaşamında çok sık veya hiç kullanmadığı beceri, deneyim ve yeteneklerini geliştirmesine aracı olan gönüllülük faaliyetlerine katılır. Bu gönüllülük faaliyetleri sayesinde de yeni bilgiler öğrenir, beceriler kazanır. Yeni öğrendiği bilgi ve becerilerini tecrübe etme imkânı bulur. Kişinin kendisini geliştirmesi ile ilgili faydalar sağlar (Tiftikçi, 2020, s.7-8).

Benlik Saygısı (Self-Esteem): Kişi kendinden başkaları için kendi maddi ve manevi imkânlarını tüketerek gönüllülük faaliyetlerine katıldığı zaman bencillik duygusundan uzaklaşarak, benlik saygısı ve kendine değer verme ilgili hisleri artar (Tiftikçi, 2020, s.7-8).

Tepkisellik (Reactivity): Tepkisellik, bireyin özgürlüklerinin tehdit edildiğini hissetmesi durumunda özgürlüğünü tekrardan kazanmak için tehdit edilen özgürlüğünü yapma eğilimidir. Kişiler geçmişteki, şimdiki ve gelecekteki durumlarını ortaya koymak ve iyileştirmek ihtiyacını gönüllülük faaliyetleri ile gerçekleştirir (Tiftikçi, 2020, s.7-8).

Sosyal (Social): İnsanlar, arkadaşları veya aileleri tarafından önemli olan norm ve değerlerden etkilenirler. Gönüllülük, kişinin arkadaşı veya ailesi için olumlu bir faaliyette onunla zaman geçirebilme fırsatı yaratır (Tiftikçi, 2020, s.7-8).

Koruyucu (Protective): İnsanlar kendilerinden daha az şansa sahip kişilere karşı suçluluk duygusu hissetme veya kendi kişisel sorunlarını çözemediğinde yaşadığı olumsuz düşünce ve duygularını aşmak için gönüllülük faaliyetlerinde çalışma göstermek ister. Kişi gönüllülük sayesinde kendisinden daha az şansa sahip kişiler için çabaladığı için suçluluk duygusunu azaltabilir. Kendi kişisel sorunlarını çözme konusunda gönüllülük faaliyetlerinden destek alarak sorunu çözüme kavuşturmak için çaba harcadığı için kendini daha iyi hisseder (Tiftikçi, 2020, s.7-8).

Sosyal Etkileşim (Social Interation): İnsan doğası gereği sosyalleşme, başkaları ile etkileşim kurma ihtiyacı duyar. Bu ihtiyacını da gönüllülük faaliyetleri sayesinde gerçekleştirme imkânı bulur. Gönüllülük faaliyetleri takım çalışması gerektirdiği için gönüllülük faaliyetlerine katılan insanlar takım çalışması sayesinde sosyal ağlar kurar ve başkaları ile etkileşime geçerek sosyalleşirler (Tiftikçi, 2020, s.7-8).

Kariyer Geliştirme (Career Development): Gönüllülük faaliyetleri, faydalı kişiler ile bağlantı kurma, beceri, tecrübe ve istihdam kazanabilme imkânları sağladığından kişinin kariyer haritası çizmesine ve geliştirmesine yardımcı olmaktadır ( Tiftikçi, 2020, s.7-8).

Aslı Yönten Balaban ve İnci Çoban İnce 2015 yılında TEGV gönüllülerine gönüllülüğün tanımı, beklentileri, nedenleri, Türkiye’de düşük olmasının nedenleri, artmasının sağlayacağı faydalar ve gönüllülük yapan kişiye, TEGV’e ve TEGV’den hizmet alan çocuklara kazandırdıklarıyla ilgili sorular sorduğu bir araştırma yapmıştır. Araştırma TEGV Eğitim Park’larında ücretli olarak çalışan on gönüllü sorumlusu ve bu birimlerde gönüllülük faaliyetlerinde bulunan 92 tane gönüllü genç ile gerçekleştirmişlerdir. TEGV birimleri açısından herhangi bir ayrıma gitmemişlerdir. Bunun sonucunda da geniş bir çerçevede gönüllü katılımı sağlamışlardır. Araştırmaya katılan gönüllülerin tamamına yakını ön lisans, lisans, yüksek lisans öğrencisi veya mezunu olduklarını ve yaş dağılımının genel olarak 18-24 arasında olduğunu belirtmişlerdir (Balaban-İnce, 2015, s.161-167).

Araştırmanın sonucunda TEGV gönüllülerinin TEGV’de gönüllülük yapma motivasyonları belirlenmiştir. En öne çıkan motivasyon, gönüllü faaliyetlerin takım çalışması gerektirmesi sayesinde sosyalleşebilmeleri ve takım çalışmasından yer alabilmesi için sorumluluk üstlenmesi neticesinde kişisel gelişimine katkı sağlayacak olmasıdır. Bunun ardından gelen motivasyon manevi duygularını tatmin etmek, mutlu olmak ve Türkiye’de yaşanan eğitim eşitsizliği konusunda taşın altına ellerini koyarak vicdanlarını rahatlatma motivasyonudur. TEGV’de gönüllü olmanın sorumluluk bilincini, duyarlılıklarını, dayanışma ruhunu ve özgüvenlerin artırmasına, iletişim becerilerini ve yaratıcılıklarını geliştirmesine, kendini gerçekleştirme ve topluma fayda sağlama imkânlarına zemin hazırlayacağını düşündükleri için gönüllü olmak istemişlerdir. Motivasyonlarından bir diğeri de çocuklara olan sevgileri ve çocuklarla çalışma yapmaya olan ilgileridir. Gönüllülük yapmaya karar verdikten sonra da TEGV’i tercih etmelerinin sebebinin TEGV’in sıcak ve samimi ortamı olduğunu belirtmişlerdir (Balaban-İnce, 2015, s.161-167).

TEGV 2019 Entegre Faaliyet Raporu’nda yer alan bilgilere göre TEGV gönüllüleri arasında hayatlarının çocukluk dönemlerinde yolları TEGV ile kesişmiş TEGV mezunları gönüllüler bulunmaktadır. TEGV mezunu gönüllülerin diğer TEGV gönüllülerinden farklı bir tane motivasyonları bulunmaktadır. Bu motivasyon, TEGV mezunu gönüllülerin söylemlerine göre kendi hayatlarının değişmesine yol açan vakıflarına olan vefa borcunu ödemek (TEGV, 2019).

4. Sivil Toplum ve Çocuk

5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu’na göre çocuk; daha erken yaşta ergin olsa bile, on sekiz yaşını doldurmamış kişiyi ifade eder.

5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nda çocuk; henüz on sekiz yaşını doldurmamış kişiyi ifade eder.

Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre, çocuğa uygulanabilecek olan kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, on sekiz yaşına kadar her insan çocuk sayılır.

Bu kanunlarda da yer alan ortak çocuk kavramı tanımı on sekiz yaşından küçük olan herkesin çocuk olarak tanımlanması şeklindedir.

Çocuklar bir toplumun geleceği olarak kabul edildiği için sadece anne ve babalarının veya bakım veren yetişkinlerin çocukları değil, toplumun da çocuklarıdır. İşte bu yüzden toplum olarak çocukları cinsiyet ve eğitim eşitsizliğine, her türlü cinsel, psikolojik, fiziksel, ekonomik ihmal ve istismara maruz kalmasına yol açan birey ve sistemlere karşı korumamız gerekir. Çocukları bahsetmiş olduğumuz eşitsizliğe, ihmal ve istismara maruz bırakan bazen de çocukların kendi anne ve babaları veya bakım veren yetişkinleri olabilir. Bu gibi durumlarda devlet kurumları tarafından gerekli incelemeler yapılır. Bu incelemeler sonucunda çocuk devlet korumasına alınarak veya devlet korumasına alınmadan kendi yaşam alanında devlet ve sivil toplum kuruluşları tarafından desteklenir.

Çocukların geleceğimiz olduğunu, onları korunmanın ve yetiştirmenin hepimizin görevi olduğunu Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözleri ile daha iyi anlamak mümkündür: “Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir. Bugünün çocuğunu, yarının büyüğü olarak geliştirmek hepimizin insanlık görevidir. Çocuklar her türlü ihmal ve istismardan korunmalı, onlar her koşulda yetişkinlerden daha özel ele alınmalıdır.”

5.Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın Çocukların Kişisel Yetkinliklerini Geliştirmesi Üzerindeki Rolü

4.1 Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) Nedir?

Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV), eğitime destek olmak amacıyla 23 Ocak 1995 tarihinde kurulmuştur. İlköğretim çağındaki çocuklara okul dışı eğitim desteği vermeyi amaçlayan TEGV, Türkiye’nin eğitim alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları arasında yer almaktadır. TEGV, eğitim faaliyetlerine başladığı günden itibaren ilköğretim çağındaki çocukların çağdaş, evrensel değerlere ve Cumhuriyet’in temel ilkelerine sahip donanımlı ve nitelikli bireyler olarak yetiştirilmeleri amacıyla; devlet tarafından verilen temel eğitime katkıda bulunmaya 26 yıldır yürütmüş olduğu çalışmalarla devam etmektedir. Eğitim Gönüllüleri Vakfı, oluşturduğu eğitim programlarını ülke genelinde kurduğu eğitim parkları, öğrenim birimleri ve ateşböceği öğrenim birimlerinde, eğitim verdiği gönüllüleri aracılığıyla hayata geçirmektedir. TEGV, vakıf kültürü olarak gönüllülerin aidiyet ve bağlılık duygusuna önem vermekte, gönüllülüğü ruh ve profesyonel bir iş olarak görmektedir. TEGV’ de çocuğun bir birey olduğunu kabul edilip, çocuğun farklılıklarına ve kararlarına saygı duyulmaktadır. Hem gönüllülerin hem de çocukların yaratıcılıklarını ortaya çıkarmaları için yeterli imkân ve koşullar sağlanmaktadır. Vakıf kültürünün diğer bir özelliği olarak farklılığı, renkliliği ve çeşitliliği hoş gören ve buna teşvik eden bir yaklaşıma sahiptir.

5.1.1.Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı Eğitim Modeli Nedir?

Eğitim modeli olarak çocukların farklı gelişim boyutlarında gelişimlerini destekleyen ve onların ilköğretim düzeyinde kazanmaları gereken bilgi, beceri ve değerleri edinmelerine katkıda bulunan özgün eğitim programını benimseyen TEGV, çocuk dostu mekanları, donanımlı gönüllüleri ile eğitim programlarını desteklemektedir. Eğitim Gönüllüleri Vakfı, çalışmalarında gelişim basamakları açısından iki farklı dönemdeki çocuklarla bir araya gelmektedir. Bunlardan ilki genel olarak 6-12 yaşlar arasındaki dönem olan ortaokul sekizinci sınıfın tamamlandığı 16 yaşına kadar uzanan ergenlik dönemidir. TEGV Eğitim Programları, hedef kitlesi olan çocukların gelişim boyutlarını dikkate alarak hazırlanmıştır. Bu yolla çocukların beş farklı boyut (okuma, sanat, matematik, fen, bilişim) üzerinden gelişimleri desteklenmektedir. Bu boyutların her biri diğeriyle ilişki halindedir. 

Çocukların hayat boyu öğrenen bireyler olması, eğitim, meslek ve sosyal yaşamlarında başarılı ve mutlu bireyler olmaları için gereken yaşam becerilerini kazanmaları TEGV misyonun en önemli parçası konumundadır.

TEGV beceri eğitimine olduğu kadar değer eğitimine de azami özen gösteren bir sivil toplum örgütü olmanın yanı sıra misyonu ve kurumsal değerleriyle ilişkili olarak, sorumluluk, farklılıklara saygı, adalet, eşitlik, insan ve çocuk haklarına saygı, sanatsal ve kültürel anlayış, etik, dürüstlük, barışçılık vb. değerlerin geliştirilmesine önem vermektedir. Vakfın eğitim programı çalışmaları, çocuğun öncelikli yararını esas alarak çocukların eğitimine yönelik savunuculuğu bünyesinde yer alan gönüllülerle yapar.

5.1.2. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nda Gönüllülerin Rolü ve Önemi Nedir?

TEGV, gönüllülerle çalışırken beş temel ilke ile hareket etmektedir. Bu beş ilkeden ilki gönüllüleri paydaş olarak görmektir. İkincisi gönüllülerle vakıf çalışanları arasında şeffaflık ve karşılıklı olarak bilgi alma hakkına sahip olmasıdır. Bir diğer ilkesi ise gönüllülerin vakıf bünyesinde alınan kararlara ortak olmasıdır. Eğitim gönüllüleri ile olan iletişimin en etkin seviyede olması hedeflenmektedir. Sonuncusu ise vakıfta yer alan gönüllülerin gerektiğinde inisiyatif almalarına imkân tanınmasıdır. TEGV’de yer alan gönüllülerin düşünceleri farklı farklı da olsa, ortak bir misyonla ekip halinde çalışmalarını devam ettirmelerini sağlayacakları ortam sağlanmaktadır. Vakıfta yer alan gönüllü adaylara kendi bilgi, beceri, tecrübe ve tercihleri doğrultusunda 3 (üç) ana çalışma kategorisinde aktif gönüllü olarak çalışma imkânı sağlanmaktadır. Bu gönüllülük alanlarından birincisi etkinlik gönüllülüğü alanıdır. Etkinlik gönüllüsü olarak Türkiye genelinde faaliyet gösteren eğitim parkları, öğrenim birimleri ve bununla birlikte Millî Eğitim Bakanlığı ile TEGV işbirliği kapsamında ilköğretim okulları vb. merkezlerde gerçekleşen eğitim etkinliklerine katılma imkanına sahip olmaktadır. Vakfın destek gönüllüsü olarak çocuk etkinlikleri dışındaki tüm faaliyet konularında projeler geliştirerek destek verilmektedir. Eğitmen gönüllüsü olma yetkinliğine sahip kişiler temel gönüllü eğitimleri ve etkinlik gönüllü eğitimlerinin gönüllü adaylarına verilmesinde eğitmen olarak destek sağlamaktadırlar.

5.1.3.Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nda Çocukların Rolü ve Önemi Nedir?

Çocuğun yüksek yararı olarak temel alınan konulardan biri de eğitim alma hakkıdır. TEGV en temel ve öncelikli yararın hayata geçmesine destek olan vakıflar arasında yer almaktadır. Çocukların yaşam ve gelişim hakkı aile ve devletin sorumluluğunda olmuş olsa dahi TEGV çocukların zihinsel ve sosyal gelişimlerine katkı sağlayarak aslında bu ilkeye de hizmet etmektedir.

5.2.Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’ndaki Eğitim Programları Nelerdir? Bu Eğitim Programlarının Çocukların Kişisel Gelişimi Üzerindeki Etkileri Nelerdir?

TEGV bünyesinde yer alan eğitim programları ve bu programların çocukların gelişimine yönelik katkılarını özetlemek gerekirse,

“Algo Dijital” projesi kapsamında çocukların temel dijital becerilerini güçlendirerek, bilişim dünyasının kapılarını açmaları sağlanmaktadır. Çocukların problem çözme, algoritmik düşünme, blok temelli kodlama-programlama, dijital okur-yazarlık ve dijital yurttaşlık konularında becerilerini geliştirmelerine katkı sunmayı amaçlamıştır.

“Birlikte öğrenelim”, okulla yeni tanışan 1. sınıf çocukları için hazırlanmış çok yönlü içeriğe sahip bir eğitim programıdır. Birlikte öğrenelim programı etkili dinleme, iletişim becerilerini güçlendirme, farklılıklara saygılı olma, birlikte yaşama ve öğrenme kültürü çerçevesinde çocuklara kapsayıcı tutum benimseyebilme, duygu ve düşüncelerini ifade etme, grup içerisinde katılım gösterme, akranlarıyla birlikte yaratma ve öğrenme olanakları sağlamayı hedeflemiştir. Bu program aracılığıyla çocukların duygularını tanıma ve yönetebilme, düşüncelerini ifade edebilme, dinleme ve olumlu iletişim kurma, karar verme, problem çözme, birlikte eğlenme, çalışma ve birlikte öğrenme, Türkçeyi doğru, güzel ve etkili kullanma, hareket etme, başladığı işi tamamlama gibi okul yaşamına ilk adımı attıkları bu dönemde ihtiyaç duyabilecekleri becerilerin gelişimine destek olmak amaçlanmaktadır.

“Drama Atölyesi”, bireysel gelişimlerini çok yönlü olarak destekleyen; özgüven ve empati gibi temel kişisel becerileri kazanmalarını ve iletişim becerilerini geliştirmeyi hedefleyen eğitim programıdır. Drama atölyeleri kapsamında role girme, doğaçlama, oyun, dramatizasyon gibi çeşitli drama teknikleri çocuklara yönelik olarak uygulanmaktadır. Bu programın temel hedefleri arasında çocuklarımıza yaratıcılık ve kendine güven aşılayabilmek; sözel ya da bedensel ifade becerilerini güçlendirmeye yardımcı olmak, iletişim kurabilme becerilerine destek olmak, anlama-dinleme-kavrama ve sorun çözme becerileri kazanmalarına yardımcı olmak vardır.

“Düşler Atölyesi”, plastik sanatların tüm disiplinlerinin uygulanmasının yanı sıra çocuk ve gönüllülerin yaratıcılık, takım çalışması, sorun çözme, özgüven, iletişim ve sorumluluk gibi birçok becerisinin gelişimini desteklemektedir. Program kapsamında hem çocuklar hem de gönüllüler resim, heykel, seramik, atık malzeme, sanatçı tanıma ve tanıtma alanlarında bilgi sahibi olmalarına imkân sağlanmaktadır. Düşler Atölyesi programı sayesinde çocuklar yaratıcıklarının farkına varabilmekte ve potansiyellerini keşfedebilmektedirler.

“Okuyorum-Oynuyorum”, eğitim programı kapsamında kitaplar aracılığı ile çocukların sanata yönelik tutumlarını, sosyal farkındalık ve sorumluluk bilinci ile geliştirebilecekleri beceriler kazandırmak hedeflenmektedir. Yaratıcı okuma programı çocukların “dinleme- anlama” ve konuşma-anlatma becerilerini geliştirmeye yönelik, yaratıcı okuma yaklaşımı ile hazırlanmıştır. Okuma, yazma, görsel okuma, anlama, ilişki kurma, eleştirme, tahmin etme, canlandırma ve değerlendirme gibi temel becerilerini geliştirecek etkinlikleri kapsayan bu program, çocukların kitap okumaya yönelik ilgilerini çekebilmek için birbirinden farklı atölyelerden oluşmaktadır. Yaratıcı yazma ise; çocukların aktif olduğu düşündüğü ve aynı zamanda eğlendiği etkinliklerden oluşmaktadır. Programın amacı yazma heyecanını kazandırmak, çocukları yazma kültür oluşturmaları noktasında destek olmaktır.

“Matematik Eğlenerek Öğren”, programıyla çocukların matematiğe karşı duyduğu kaygıyı azaltabilmek, matematiği çocuklara sevdirebilmeyi amaçlamaktadır. Bu program kapsamında çocuklara matematik temel bilgi ve becerilerini kazandırmak, çocukların analitik düşünebilen, problem çözebilen ve matematiğe karşı olumlu tutum sahibi bireyler olarak yetişmelerine katkıda bulunulmaktadır. 

Çocuklar için eğlenceli etkinliklerden oluşan ve matematiği diğer disiplinlere entegre ederek çocuklara aktaran eğiti programının her iki modülü de ilgili çekici materyallerle zenginleştirilmiştir. Bu sayede çocukların yaratıcı yönlerinin desteklenmesi ve matematiğe karşı olumlu tutum geliştirilmesi amaçlanmaktadır.

“Fen-Eğlenerek Öğren”, programı temel fen bilgi ve becerilerini kazandırmak yoluyla, çocukların bilimsel süreç basamaklarına hâkim, neden-sonuç ilişkisini kurabilen, laboratuvar kullanımı bilgi ve becerisine sahip, bilime karşı olumlu tutum geliştiren bireyler olarak yetişmelerine katkıda bulunmayı hedeflemektedir.

6. Sonuç

Çocuklar geleceğimizdir. İyi bir gelecek için dünyadaki birçok çocuğun en büyük sorunlarından biri olan eğitimde fırsat eşitsizliğinin ortadan kaldırılarak çocukların kişisel yetkinliklerinin geliştirilmesi sağlanmalıdır. Eğitimde fırsat eşitsizliğini ortadan kaldırmak için dünyanın dört bir yanındaki yerel ve küresel düzeydeki resmî kurumlar ile sivil toplum kuruluşları faaliyet göstermektedir.

Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı da Türkiye’deki eğitimde fırsat eşitsizliğinin önüne geçmek için faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarından bir tanesidir. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı, ilköğretim çağındaki çocukların çağdaş, evrensel değerlere ve cumhuriyetin temel ilkelerine sahip; donanımlı ve nitelikli bireyler olarak yetiştirilmeleri amacı taşır. Ülkedeki her çocuğun erişebileceği bir sivil toplum kuruluşu olma misyonu ile Türkiye’deki eğitimde fırsat eşitsizliği mağduru çocukların kişisel yetkinliklerini geliştirerek eğitimdeki fırsat eşitsizliğinin önüne geçmeye çalışır. Fark yaratan ve etkili eğitim programları, sürdürülebilir yapısı sayesinde çocukların kişisel yetkinliklerini en başarılı şekilde geliştirmelerine yardımcı olur.

Türkiye Eğitim Gönülleri Vakfı çocuklarımızın akılcı, sağduyulu, özgüven sahibi, düşünen, sorgulayan, kendi iç yaratıcılığını harekete geçirebilen, barışçı, farklı düşünce ve inançlara saygılı; insan ilişkilerinde cinsiyet, ırk, din, dil farkı gözetmeyen mutlu bireyler olarak yetiştirmeye çalışarak çocukların kişisel yetkinliklerinin gelişmesini sağlar.

Dilan GÖKTAŞ

İpek MEYDANCI

Sivil Toplum Çalışmaları Programı

Kaynakça

Atalay Tuna E. (2019). The Gap Analysis Of Turkish State’s Children Policies And The Agenda Of Children-based C’sos Between 1990s-2018 in Turkey, Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Orta Doğu Teknik Üniversitesi.

Aydın İ. (2019). Türkiyede Çocuk İstismarı,Çocuk İstismarını Önleyici Sosyal Politikalar ve Diyarbakır Örneği, İş ve Hayat, 4(7), 65-81. 

Çoban İnce İ., Yönten Balaban, A. (2015).Gençlerin Sivil Toplum Kuruluşlarındaki Gönüllülük Faaliyetleri ve Gönüllülük Algısı: Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) Örneği. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi. 

Erarslan L. (2008). Türkiye’de Sivil Toplum Sorunsalı ve Eğitim Alanında Faaliyet Gösteren Sivil Toplum Kuruluşlarının Değerlendirilmesi: Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Türkiye Eğitim Gönülleri Vakfı, Türk-Eğitim-Sen Örneği, Yayımlanmamış doktora tezi. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü.

Genç A. (2011). Sivil Toplum Kuruluşlarında Gönüllü Olma Güdüleri: Türk Kızılayı Eskişehir Şubesi Gönüllüleri Üzerine Bir Araştırma, Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Güvendi F. M. (2017). Eğitim Alanında Faaliyet Gösteren Yerel Sivil Toplum Kuruluşlarının Çalışmalarının ve Sorunlarının İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü.

Kanılmaz A. (2017). Sivil Toplum Örgütleri ve Halka İlişkiler Çalışmaları Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı Örneği (TEGV Örneği), İstanbul Aydın Üniversitesi Dergisi, 36, 127-147. 

Özçayan N. (2007). Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV)’na Bağlı Düşler Atölyesi Programı’nın Sanat Eğitimindeki Yeri ve Önemi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü.

Öztürk N. S. (2019). Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşlarında Gönüllülerin Kaynak Geliştirme Sürecine Katılımı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi.

Özyer B. (2017). Kurumsal Gönüllülük Deneyiminin Çalışanların Sivil Toplum Algısına Etkisinin Araştırılması, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi.

Soytürk M. (2008). Sivil Toplum Kuruluşlarında Gönüllülük: Deniz Feneri Derneği Ankara Şubesi Örneği, Ankara: Hacettepe Üniversitesi. 

Tiftikçi M. (2020). Kamu Yararına Faaliyet Gösteren Sivil Toplum Kuruluşu Çalışanlarının Gönüllülük Motivasyonları: TDV ve Türk Kızılayı Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü

Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı. (2019). TEGV 2019 Entegre Faaliyet Raporu. İstanbul.

Balkan Bülteni/ 13-16 Mayıs

0

Arnavutluk

Arnavutluk Silahlı Kuvvetleri  “Defender Europe – 21” Tatbikatı için Hazır

  • 17 Mayıs – 2 Haziran tarihleri arasında gerçekleşecek olan NATO tatbikatının bu yılki merkez üssü Batı Balkanlar olacak. ABD liderliğinde İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yapılan en geniş askeri tatbikat olarak nitelendirilen ve 12 Balkan ülkesinin katılacağı Defender Europe-21, bu hafta Arnavutluk’un Dıraç Limanı’nda başlayacak.
  • Arnavutluk’un bu yılki tatbikattaki rolünün Arnavutluk’un askeri entegrasyonu anlamında önemli olacağını söyleyen uzmanlar, bunun ülke için büyük bir adım olduğunu belirtti.
  • Arnavutluk Savunma Bakanı Niko Peleşi’nin sosyal medya hesabında yaptığı paylaşımda “Arnavutluk Silahlı Kuvvetleri olarak tatbikatta ABD’li askeri mevkidaşlarımızın yanındayız” ifadesini kullanırken tatbikata ilişkin görüntüleri paylaştı.

 

Kaynak: Albanian Daily News & Balkan Insight

Tarih: 15.05.2021

 

Bosna – Hersek / Boşnak – Hırvat Federasyonu

NATO ve BH: Müttefikler olarak çalışmak ve eğitim almak birlikte çalışma yeteneğimizi arttıracaktır

  • ABD ile Bosna-Hersek (BH) Silahlı Kuvvetleri arasında bugüne kadarki en büyük askeri tatbikat olan “Quick Response 21” tatbikatına katılacak Amerikan askerleri bugün Saraybosna Uluslararası Havalimanı’na indi. 
  • Manjača ve Glamoč eğitim alanlarında ve Dubrava kışlasında düzenlenecek “Quick Response 2021” tatbikatının 17 Mayıs-2 Haziran tarihleri ​​arasında yapılması planlanıyor.
  • Dün Saraybosna Uluslararası Havalimanı’na inen Amerikan askerlerinin fotoğrafları NATO’nun Bosna-Hersek’teki resmi Twitter profilinde şu mesajla paylaşıldı:
    • Amerikan askerlerinin Bosna Hersek Savunma Bakanlığı ile tatbikat için geldiğini görmek harika. Müttefiklerimizle çalışmak ve eğitim almak, güvenlik sorunlarını aşmak ve BH vatandaşlarını güvende tutmaya yardımcı olmak için birlikte çalışma becerimizi artırıyor.
  • ABD’nin BH Büyükelçisi Eric Nelson, BH Savunma Bakanlığı ve BH Silahlı Kuvvetleri heyetleri tarafından karşılandı. Bosna Hersek Silahlı Kuvvetlerinin yaklaşık 500 üyesi ve 700 Amerikan askeri bu tatbikata katılacaktır.
  • Tatbikat, ABD Ordusu Avrupa ve Afrika Komutanlığı (USUCOM) tarafından yönetilecek.

 

Kaynak: Dnevni Avaz

Tarih: 16.05.2021

 

Dzaferoviç, Netanyahu’nun Paylaştığı Mesaja Karşı Çıktı

  • İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun sosyal medya aracılığıyla, şükran işaretini kullanarak İsrail’in mevcut eylemlerini destekleyen ülkelerin bayraklarına Bosna Hersek bayrağını koydu.
  • Bugün Bosna Hersek Cumhurbaşkanlığı üyesi Şefik Zaferoviç buna yönelik bir cevap verdi. Cevabı “Başbakan Netanyahu’ya mesajım, Bosna-Hersek’in İsrail askeri güçleri tarafından Gazze’de masum sivillerin öldürülmesine destek vermediği ve destekleyemeyeceği yönündedir.” oldu.
  • Başbakan Netanyahu’yu Gazze’ye yönelik orantısız saldırıları durdurmaya ve Filistin ile İsrail halkı için barışın tesis edilmesi yönünde katkıda bulunmaya çağırıyorum.

 

Kaynak: Oslobodenje

Tarih: 16.05.2021

 

Bosna – Hersek / Republika Srpska

Sırp Cumhuriyeti Sarayı Duvarlarına İsrail Bayrağı Yansıtıldı

  • Banja Luka’da bulunan Cumhuriyet Sarayı’nın duvarları 13 Mayıs Çarşamba akşamı İsrail bayrağının renkleri yansıtıldı.
  • Bayrağın yansıtılmasının amacı ise Filistin ve İsrail arasında çıkan çatışma sonucunda Hamas tarafından bombalanan İsrail’e destek olmak idi.
  • Cumhuriyet Sarayı’nın yanı sıra Trebinje şehrinin duvarlarına da dayanışma amacı ile bayrağın renkleri yansıtıldı

 

Kaynak: Rtrs

Tarih: 13.05. 2021

 

İtalya’nın Bosna Hersek Büyükelçisi’nden Sırp Cumhuriyeti Zirvesi’ne Ziyaret

  • İtalya’nın Bosna-Hersek Büyükelçisi Nikola Minasija vazifesinin sonuna yaklaşırken Sırp Cumhuriyeti Başbakanı ve Cumhurbaşkanı ile Cumhuriyet Sarayı’nda bir araya geldi.
  • İlk olarak Başbakan Radovan Viskovic ile görüşen Minasija, ardından Cumhurbaşkanı Cvijanovic ile görüştü.
  • Büyükelçi Minasija ile Viskovic arasında yapılan görüşmede, İtalya ve Sırp Cumhuriyeti arasındaki ilişkilerin şimdiye kadar iyi seviyede seyretmiş olmasından bahsedildi. Ekonomik ve ticarei işbirliklerinin ise daha fazla gelişme kaydetme potansiyeli olduğu vurgulandı.
  • Cvijanovic, her iki tarafın ilişkilerinin Minasija’nin görev süresi boyunca iyi bir yönde ilerlediğinden bahsetti ve büyükelçiye teşekkürlerini sundu.

 

Kaynak: Rtrs

Tarih: 14.05.2021

 

Bulgaristan

Bulgaristan Sınırlarında Düzensiz Göç Baskısı

  • İçişleri Bakanlığı, cari yılın ilk dört ayında, 2020 yılının aynı dönemine kıyasla yasadışı göçmenlerin Bulgaristan-Türkiye sınırından Bulgaristan’a girmek için yedi kat daha fazla girişimde bulunduğunu bildirdi. Bakanlık, sınır polisinin deneyen 3.978 kaçak göçmeni durdurduğunu söyledi.
  • Yıl başından beri kaçak göçmenlerin Bulgaristan-Yunanistan sınırını geçme girişimleri 2020 yılına göre 12 kat daha sık görüldü. 2.213 kişide sınır polisi izin vermedi, hepsi Yunanistan’a geri gönderildi. Doksan yedi kişi gözaltına alındı.
  • Bunların çoğu Bulgaristan-Sırp sınırını geçmeye çalışırken gözaltına alınanlardır. Çoğunluğu Afganistan, Suriye ve Fas’tan gelen mülteciler, çoğu ülkede gözaltına alınmış ve kayıtlı.
  • İçişleri Bakanlığı, içişleri bakanı Ventsislav Katinov’un bekçi yardımcısının, Sınır Polisinin çalışmalarını denetlediği Kapitan Andreevo kontrol noktasında bir çalışma ziyaretinde bulunduğunu bildirdi. Yetkili, adil seçimlerin sağlanmasının yanı sıra eyalet sınırında etkili güvenliğin yeni hükümetin en önemli önceliği olduğunu vurguladı.

 

Kaynak: Sofia News Agency

Tarih: 14.05.2021

 

Bulgaristan Dışişleri Bakanlığı: Kuzey Makedonya ile Diyaloğa Açığız

  • Bulgaristan Dışişleri Bakanı Svetlan Stoev yaptığı açıklamada, ülkesinin Kuzey Makedonya ile diyaloğa ve iş birliğine hazır olduğunu fakat toplantıların belli koşullar altında yapılması gerektiğini belirtti.
  • Açıklamada, Kuzey Makedonya’nın Dışişleri bakanları arasında telefon görüşmesi teklif ettiğini ve bunun Bulgaristan Dışişleri Bakanı Stoev’in programına göre en kısa sürede yapılacağı ifade edildi.
  • 17 Kasım 2020 tarihinde Bulgaristan, komşusu Kuzey Makedonya’nın AB üyelik müzakerelerine başlamasını tarihi kültürel anlaşmazlıklar nedeniyle veto etmişti.
  • Hatırlanacağı üzere 2017 yılında Kuzey Makedonya ile Bulgaristan dostluk, iyi komşuluk ve iş birliği anlaşması imzalamıştı.

 

Tarih: 15.05.2021

Kaynak: Time Balkan

 

Hırvatistan

Milanovic, Batı Balkanlar’ın AB Entegrasyonunun En Kısa Sürede Gerçekleşmesini İstiyor

  • Cumhurbaşkanı Milanovic, Slovenya’da geçirdiği Pazar gününde Batı Balkanların AB’ye katılımında yardımcı olabilmek için orada olduklarını söyledi.
  • Milanovic, Sloven ev sahibi Borut Pahor ile pazartesim günü yapacakları Brdo-Brijuni Süreci zirvesi öncesinde bir toplantı yaptı. Bu iki başkan bu zirvenin eş başkanlarıdır.
  • Cumhurbaşkanlığı Ofisi’nin yaptığı açıklamada bu zirvenin son 10 yıllık sürecinde “mükemmel bir anlam ifade ettiği” belirtildi.
  • “Başta eski Yugoslavya ülkeleri ve Arnavutluk olmak üzere Batı Balkanlar’dan dostlarımızı ve komşularımızı Avrupa Birliği’ne mümkün olan en kısa sürede ve basit bir şekilde katılmaya teşvik etmek ve onlara yardım etmek için buradayız, çünkü bu herkesin çıkarına.” sözlerini dile getiren Milanovic, kendilerinin Schengen’e dahil olmalarının Slovenya’nın üyelik sürecinde büyük etkisi olacağını da ifade etti.

 

Kaynak: Total Crotia News

Tarih: 16.05.2021

 

Karadağ

Karadağ ve Yunanistan Ortak Değerleri Paylaşıyor

  • Karadağ Başbakanı Zdravko Krivokapiç, hükümetten duyurduğu üzere Yunanistan’a resmi ziyaretinin bir parçası olarak söz konusu ülkenin Parlamento Başkanı Konstantinos Tasulas ile görüştü.
  • Başbakan Krivokapiç, Karadağ ve Yunanistan’ın ortak geleneksel ve kültürel değerleri paylaştığını ve bunun temelinde karşılıklı çıkar alanlarında iş birliğini daha da geliştirebileceklerini söyledi.
  • Krivokapiç, “Karadağ ve Yunanistan, temelde karşılıklı çıkar alanlarında iş birliğini daha da geliştirebilecekleri ortak geleneksel ve kültürel değerleri paylaşıyorlar.” dedi. Tasulas, “Yunanistan bu konuda Karadağ’a tam destek sağlayacaktır.” dedi.

 

Kaynak: Mina News

Tarih: 14.05.2021

 

Polonya ve Karadağ Orduları Arasındaki İş Birliğini Geliştiriyor

  • Polonya Cumhuriyeti’nin yeni atanan elçisi Yarbay Thomas Kopervas, Polonya’nın Karadağ Büyükelçisi Artur Dmohovski ve görevdeki Savunma Elçisi Albay Dorothy Lewandowski ile birlikte bugün Karadağ Savunma Bakanlığı’na bir açılış ziyareti gerçekleştirdi. Bu vesileyle, Savunma Bakanı Olivera Injac, Kopervas’ı yeni görevi için tebrik etti ve iki bakanlık ile iki ordu arasındaki iş birliğinin aynı seviyede gerçekleşmesini ve görev süresi boyunca daha da gelişmesini umduğunu ifade etti.
  • Injac, Karadağ ve Polonya’nın kaliteli ve dinamik ikili ilişkilere sahip olduğunu ve bunun ikili savunma işbirliğini daha da geliştirmek için mükemmel bir platform olduğuna dikkat çekti. Ülkeler arası ilişkiler seviyesinin bir başka göstergesi de Polonya Cumhuriyeti’nin COVID-19 virüsüyle mücadelede Karadağ sağlık sistemine verdiği destek olduğunu belirtti.
  • Büyükelçi Dmohovski, Karadağ’ın, ülkemizi kaliteli ve güvenilir bir müttefik olarak nitelendiren Avrupa ve Avrupa-Atlantik entegrasyonu söz konusu olduğunda bölgede iyi bir örnek olduğuna dikkat çekti. Dmohovski, iki ülke arasındaki genel ikili işbirliğinin güçlendirilmesinin önemini vurguladı ve Polonya Cumhuriyeti’nin gelecekte de gelişmesine tam katkıda bulunacağına işaret etti.

 

Kaynak: CDM

Tarih: 15.05.2021

 

Vujovic: Diyalog Olmazsa AB’ye Giden Yolun Önü Kesilecek

  • Karadağ Sosyal Demokrat Parti (SDP) Genel Sekreteri Ivan Vujoviç, “Yeni müzakere metodolojisinin benimsenmesi, yetkililerden, hükümet ile muhalefet arasında diyalog ve parlamentoda yargı işlevleri konusunda bir anlaşma olmaması halinde Karadağ’ın Avrupa Birliği (AB) yolunun durdurulacağına dair açık bir işarettir.’’ dedi.
  • Vujoviç’e göre bu durum, Brüksel’in yeni Karadağ Hükümetine bu konularda acilen partiler arası diyalog başlatması için gönderdiği bir başka mesaj niteliğindedir. Ayrıca diyalog kurmanın yargıdaki kötü durumu çözmenin tek anayasal, sistemik ve Avrupalı yolu olduğunu söyledi.
  • Yeni hükümet, kurumların blokajı kaldırılması konusunda bir diyalog başlatmayı reddederek, yalnızca eski hükümetin uygulamalarını takip ediyor. Bu durum ise mecliste geniş tartışma ve mutabakat gerektiren meseleler etrafında gereksiz yere toplumda kutuplaşma yaratıyor.

 

Kaynak: Mina News

Tarih: 16.5.2021

 

Kosova

Osmani ile Pahor’un Basın Toplantısı

  • Cumhurbaşkanı Vjosa Osmani, Kosova’da bulunan Slovenya Cumhurbaşkanı Borut Pahor ile gerçekleştirdiği görüşmeden sonra ortak bir basın toplantısı gerçekleştirdi.
  • Görüşmeyle ilgili bazı detayları paylaşan Osmani, Brdo-Brijuni Süreci için gerekli hazırlıkları ve Avrupa entegrasyonunun hızlandırılması sürecini ele aldıklarını ve karşılıklı tartıştıklarını söyledi.
  • Batı Balkanlar’daki sınır değişikliği fikrinden ve uluslararası mahkemede Sırbistan aleyhine açılacak davadan da bahsederken, Slovenya’dan savunma ve eğitim alanında iş birliğini sürdürmesini beklediğini belirtti.

 

Kaynak: Kosova Haber

Tarih: 14.05.2021

 

Osmani, Djukanoviç’i Kosova’ya Davet Etti

  • Karadağ Cumhurbaşkanı Milo Djukanoviç, Vjosa Osmani ile bir telefon görüşmesi yaptıklarını bildirdi.
  • Görüşmenin ana konusu, Slovenya’nın Kranj kenti yakınlarında gerçekleşecek olan Brdo-Brijuni Süreci için yapılmakta olan hazırlıklarla ilgiliydi.
  • Karadağ ve Kosova’nın bölgede vatandaşlara yarar sağlayan iyi komşuluk ve istikrar için ortak bir arzu paylaştığını da dile getirdi.
  • Djukanoviç aynı zamanda Osmani’nin kendisini Kosova’yı ziyarete davet ettiğini belirti ve bu davet için teşekkür etti.

 

Kaynak: Kosova Haber

Tarih: 15.05.2021

 

Kuzey Makedonya

Dimitrov, Bulgaristan ile Anlaşma Düşüncesinde: Bu Sefer Risk Çok Yüksek

  • Kuzey Makedonya Dışişleri Bakan Yardımcısı Nikola Dimitrov, önümüzdeki birkaç ay içinde Bulgaristan ile bir çözümün mümkün olup olmadığı, Makedon hükümetinin anlaşma şansını artırmak için neler yaptığı ve yapmayı planladığı ve çözümün Sofya’ya bağlı olup olmadığı sorularını yanıtladı.
  • Dimitrov’un belirttiğine göre, bu sefer riskler yüksek ve Makedonya vatandaşları için Avrupa perspektifi hakkında konuşmaya devam etmek bu süreçte imkansız hale geliyor. Avrupa Birliği için de riskler yüksek çünkü verilen sözler var ve sözler yerine getirilmezse bu Makedon halkı için çok olumsuz bir mesaj veriyor.
  • En büyük risk bize kalmış, çünkü Avrupa yolunu başlatmak isteyen biziz ifadelerini kullanan Dimitrov, hem Bulgaristan hem de iki ülke arasındaki dostluk için bu sürecin getireceği risklerin oldukça çok olduğundan da bahsediyor. Dimitrov, aynı zamanda AB üyesi olan komşu ülkelerin mahallelerindeki bir başarı öyküsünden, Avrupa Makedonya’sından en büyük faydayı elde etmelerinin doğal olacağını ve bu açıdan Sofya ile olan ilişkiye yeniden yaklaşılıp bu ilişkinin canlandırılması gerektiğini düşünüyor.

Kaynak: Republika.mk

Tarih: 14.05.2021

 

Sırbistan

Sırbistan ve Yunanistan, Dolaşımın (GSM Servisleri – Sınırlar Arası Kısıtlama) Kaldırılması için Bir Anlaşma İmzalayacak

  • Brnabiç, Yunanistan’a gelen Sırp vatandaşlarının artık yurtdışında dolaşım için ödeme yapmayacağını kaydetti.
  • Brnabiç, Sırbistan Telekomünikasyon, Ticaret ve Turizm Bakanı Tatiana Matiç’in hemen yürürlüğe girecek olan bu anlaşmayı imzalamak için önümüzdeki hafta Atina’ya geleceğini söyledi.
  • Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mikotakis’e Yunanistan’ın Sırp dijital aşı sertifikalarını tek taraflı olarak tanıdığı için teşekkür etti.

 

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 14.05.2021

 

Yunanistan

Yunanistan, Frontex’in AB Sınırları Dışında  Faaliyet Göstermesine İzin Verilmesini Önerdi

  • Yunanistan Göç Bakanı Notis Mitarakis çarşamba günü yaptığı açıklamada, onaylanmamış sığınmacıları kendi ülkelerine geri göndermenin, Avrupa sınır devriye teşkilatı Frontex’in Avrupa sınırları dışında faaliyet göstermesi halinde daha kolay bir iş haline gelebileceğini söyledi.
  • Almanya Göç Bakan Yardımcısı Stephan Mayer ile sanal olarak konuşan Mitarakis, bunun için diğer ortak ülkelerle ikili anlaşmaların gerekli olacağını sözlerine ekledi.Bakan, Frontex’in ilgili bölgelerdeki güçlü varlığı gibi, göçmenlerin Türkiye’den ayrılmalarını önlemek için üçüncü ülkelerle işbirliği yapmanın da kilit önemde olduğunun altını çizdi.

 

Kaynak: Keep Talking Greece

Tarih:13.05.2021

 

Başbakan Mitsotakis ve Zaev, Yunanistan ile Kuzey Makedonya Arasındaki Büyük Yatırımları Gözden Geçiriyor

  • Yunanistan Kyriakos Mitsotakis ve Kuzey Makedonya Başbakanları Zoran Zaev perşembe günü (13 Mayıs) Atina’da yaptıkları toplantıda ikili ilişkileri gözden geçirdi ve ekonomi ve enerji sektörlerinde iş birliği fırsatlarını inceledi. Zaev, Zappeion Hall’da düzenlenen Delphi Ekonomik Forumu VI’ya katılmak üzere Atina’da bulunuyor.
  • Dışişleri Bakanı ve Bakan Yardımcısının da katıldığı toplantıda Yunanistan, Kuzey Makedonya’nın AB’ye katılımına verdiği desteği, yerleşik kurallara, iyi komşuluk ilişkilerine saygıya ve yukarıda belirtilen yükümlülüklere sadık kalmasına bağlı olarak yineledi. Zaev, Yunanistan’ı “ana komşumuz ve stratejik ortağımız” olarak nitelendirdi ve Kuzey Makedonya’nın “Avrupa Birliği’nde bir geleceğin ötesinde diğer Batı Balkan ülkeleri için olduğu gibi başka seçeneği olmadığını” söyledi.

 

Kaynak: Atina Makedon Haber Ajansı

Tarih: 13.05.2021

 

Yunan Başbakan Mitsotakis’in Karadağ Başbakanı ile Yaptığı Toplantıda Ticaret ve Enerjiye Vurgu Yapıldı

  • Başbakan Kyriakos Mitsotakis, Karadağlı mevkidaşı Zdravko Krivokapić ile Delphi Ekonomik Forumu ziyareti kapsamında Maximos Sarayı’nda bir toplantı yaptı.
  • Görüşmede iki lider, ikili ilişkiler konularını ve iki ülke arasındaki işbirliğinin ticaret ve enerji başta olmak üzere turizm alanında özellikle ekonomi başta olmak üzere daha da genişletilmesi olasılıklarını tartıştılar. NATO içindeki iş birliği düzeyinin yanı sıra, Yunanistan’ın Karadağ’ın AB üyeliği hedefine yaptığı yardımdan memnuniyet duyulduğu ifade edildi. Ayrıca bölgesel işbirliği konularında görüş alışverişinde bulundular. Başbakan Kyriakos Mitsotakis, “Bildiğiniz gibi Atina, Batı Balkanlar’ın Avrupa perspektifini aktif bir şekilde destekliyor, ki burada ülkenizin başrol oynayacağını umuyor ve umuyoruz” dedi.

Kaynak: CNN Greece

Tarih: 14.05.2021

 

Dış Aktörler

Lajcak: “Bosna-Hersek Bir Ülke Olarak AB Perspektifine Sahip”

  • Bosna-Hersek’de Yüksek Temsilci olarak görev yapan AB’nin Belgrad-Priştine Diyaloğu Özel Temsilcisi Miroslav Lajcak, Bosna-Hersek üçlü Cumhurbaşkanlığı Başkanı Milorad Dodik ile Atina’da bir araya geldi.
  • Lajcak “Delphi Forumu’nda Bosna Hersek Cumhurbaşkanlığı Başkanı Milorad Dodik ile görüştüm. Mesajım, tek, birleşik ve egemen Bosna Hersek’in Avrupa perspektife sahip olduğuydu. Ülke, önümüzdeki aylarda ilerleme kaydetme fırsatını değerlendirmelidir” ifadelerini kullandı.
  • Dodik ise açıklamasında Bosna Hersek’te, “Avrupa entegrasyonu konusunda bir fikir birliği olduğunu ancak önce birçok ekonomik ve siyasi parametre üzerinde çalışmak gerektiğini” belirtti.

Kaynak: N1

Tarih: 14.05.2021

 

BM Mahkemesi, Karaciç’in Birleşik Krallık Hapishanesine İtirazını Reddetti

  • Hollanda’nın Lahey kentindeki Uluslararası Ceza Mahkemeleri Mekanizması (IRMCT), Bosnalı Sırp eski lider Radovan Karaciç’in cezasının kalanını çekmek üzere İngiltere’ye sevk edileceğini duyurmuş, Karaciç’in avukatları Müslüman mahkumların mevcudiyeti nedeniyle İngiltere’deki hapishanede güvende olmayacağını ileri sürerek karara itiraz etmişlerdi.
  • Radovan Karadziç’in avukatı Peter Robinson 14 Mayıs cuma günü verdiği demeçte, IRMCT’nin Karaciç’in hayatının tehlikede olabileceğini düşündüklerini İngiltere yerine Finlandiya veya Danimarka’nın tercih edilmesini istediklerini ancak mahkemenin itirazı reddettiğini ifade etti.
  • Öte yandan, mahkeme tarafından yapılan açıklamada Karaciç’in sevkinin İngiltere ile iş birliğinde en güvenli şekilde yapılacağı vurgulandı.

Kaynak: Balkan Insight

Tarih: 14.05.2021

 

Türkiye ile Sırbistan Arasındaki PCR Testi Zorunluluğu Kaldırıldı

  • Türkiye ile Sırbistan vatandaşları koronavirüs aşı sertifikası ile seyahat edebilecek.
  • Koronavirüs tedbirleri içerisinde ülkelere giriş için zorunlu olan PCR testi, Türkiye ile Sırbistan vatandaşları için kaldırıldı.
  • Konuyla ilgili olarak açıklama yapan THY Genel Müdürü Bilal Ekşi, sosyal medya hesabından şu açıklamada bulundu: “Türkiye ve Sırbistan vatandaşları ülkelerinin yetkili otoritelerince tanzim edilen COVID bağışıklık/aşı sertifikası ile PCR testi istenmeden iki ülke arasında seyahat edebileceklerdir. Uygulama bugünden başlamaktadır.”

 

Kaynak: Balkan Postası

Tarih: 16.05.2021

 

 

 

HAZIRLAYANLAR:

Aybüke Koçak, Didem Şimşek, Dilara Nesrin Bulut, Dilek Keçeci, Ece Sumru Güvemli, Elifnur Ayhan, Hatice Deniz Hızal, Hilal Yel, İleyna Savuk, Melisa Agoviç, Rümeysa Güner, Şamil Orhan

TUİÇ Balkan Stajyerleri

 

Haftalık Göç Bülteni/ 8-15 Mayıs

0

 

Mültecilerin Cesetleri Bile İyi Muameleye Layık Görülmüyor

Yaşadıkları yerden iltica etmek üzere yollara düşen düzensiz göçmenler çoğu zaman hava şartları, açlık, susuzluk veya sınır noktalarındaki acımasız patlayıcılar nedeniyle canından oluyor. Cansız bedenleri bulunduğunda ise çok geç kalınmış oluyor, bedenleri bazen tanınamaz hale bile gelmiş olabiliyor.

İran’dan yola çıktığı öğrenilen mültecinin cesedi, Iğdır’da çobanlar tarafından bulunduğunda ceset çürümüş haldeydi.

 

Bir diğer yürek burkan benzer haber ise Sakız Adası’ndaki mülteci kampından geldi. Somalili genç mülteci, yetersiz imkana sahip bu mülteci kampında can verdiğinde dahi fark edilmemişti. Gencin cansız bedeni bulunduğunda ise etrafında fareler dolaşmaya başlamıştı bile.

 

Kaynak: The Guardian, Yeşil Iğdır

Tarih: 8.05.2021

 

Tek Otobüs Bagajında Tam 22 Düzensiz Göçmen

Erzincan’da bir otobüsün bagajında Afganistan uyruklu 22 düzensiz göçmen bulundu.  Göçmenler bagajda yaklaşık 5 saat süren yolculuklarının ardından nefessiz kalmıştı. Ekipler tarafından durdurulan araçtan indirilerek öncelikle su ve yiyecek ikram edildi. Kimlikleri bulunmayan düzensiz göçmenler, kimlik tespiti için emniyete gönderildi ve ardından Göç İdaresi İl Müdürlüğüne teslim edilecekleri bildirildi.

 

Kaynak: Son Dakika

Tarih: 14.05.2021

 

Yunanistan’ın Geri İttiği Mültecileri Darp Ettiği Ortaya Çıktı

Yunanistan’ın şiddet içeren yasa dışı geri itmeleri çokça sivil toplum örgütleri tarafından haber yapılmış hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınmış bir konu olmuştu. Milli Savunma Bakanlığı’nın duyurusuna göre botlarının alabora olduğu anlaşılan 18 göçmen, Yunanistan tarafından ülkemize itilmeye çalışılırken Edirne’de kurtarıldı.

Kurtarılan göçmenler, Yunanistan’ın geri itme çalışması sırasında tahta sopalarla dövüldüklerini ve paralarına, telefonlarına, kimliklerine el koyulduğunu söyledi. Darp edilen mülteciler aç ve susuz bir şekilde bir binada tutulduklarını belirtti.

Kaynak: Hürriyet

Tarih: 10.05.2021

 

TCG Gaziantep Kahramanları 97 Düzensiz Göçmenin Hayatını Kurtardı

Milli Savunma Bakanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre, Libya’da batmak üzere olan bir bot TCG Gaziantep fırkateynimizin özenli ve dikkatli çalışması sırasında tam zamanında fark edildi ve 97 düzensiz göçmenin hayatı kurtuldu. Doğu Akdeniz’de geçtiğimiz günlerde de yaklaşık 123 göçmen daha kurtarılmıştı. Libya açıklarında görev yapan fırkateynimiz yaşanması mümkün faciaları önlemek adına azimle çalışıyor.

 

Kaynak: Habertürk

Tarih: 14.05.2021

 

İskoçya’da Göstericiler Sayesinde 2 Mültecinin Sınır Dışı Edilmesi Önlendi

İngiltere İçişlerine Bakanlığına bağlı çalışan göçmenlik polisleri, Ramazan Bayramı’nda iki Müslüman mültecinin evini bastı. Evleri basılan iki mülteciyi sınır dışı etmek üzere araçlarına bindirmek üzere olan polisleri gören mahalle sakinleri hemen olaya karşı çıktı.

 Özellikle Müslümanların çoğunlukta yaşadığı bilinen Pollokshields mahallesinde toplanan halk polis aracının etrafını çevirdi. Göstericilerden biri mültecilerin geri gönderilmemesi adına aracın altına yattı ve bunun üzerine polis geri adım atmak zorunda kaldı ve olay yerinden ayrıldı.

 

Kaynak: Euronews

Tarih: 13.05.2021

 

Avrupa’nın Sınır Politikaları Değişmedikçe Mülteciler Can Veriyor

UNHCR Libya Ofisi, 1 mültecinin hayatını kaybettiğini ve 23 mültecinin de kayıp olduğunu duyurdu.

İltica etmek üzere yola çıkan ve düzensiz göçmenlerin içinde bulunduğu tekne, Akdeniz’de yaşadıkları enkaz sebebiyle yardım çağırısında bulundu. Bunun üzerine UNHCR tarafından yapılan arama kurtarma sonuçlarında 42 kişinin hayatı kurtarılsa da 1 kişi ölü bulundu ve 23 mültecinin bedenine ulaşılamadı.

 

 

Kaynak: UNHCR Libya

Tarih: 10.05.2021

 

IOM Libya’dan Devletlere Çağrı

Uluslararası Mülteci Örgütü Libya Ofisi, sosyal medya hesabından yalnızca bir gün içerisinde 150’den fazla düzensiz göçmenin durdurulduğunu ve onların hayati tehlikesi için endişe duyduğunu duyurdu. Deniz açıklarında yaşanan can kaybının önüne geçmek için çağrıda bulunan IOM, en az 17 kişinin daha gün içerisinde yaşamının son bulduğunu belirtirken; devletleri Orta Akdeniz’deki gemilerin yeniden konuşlandırılmasına davet etti.

 

Kaynak: IOM Libya

Tarih: 13.05.2021

 

Hazırlayan: Yağmur BAŞ

 

 

 

Piyanist (The Pianist)

“Nocturne in C-sharp Minor”

 

İkinci Dünya Savaşı’nın kilit isimleri olarak bilinen Almanya, Polonya, Fransa ve Birleşik Krallık savaştan yaklaşık 60 yıl sonra ortak bir film projesinde bir araya gelmişlerdir.  2002 yılında vizyona giren The Pianist  filminin hem yapımcılığını hem de yönetmenliğini Roman Polanski üstlenmiştir. Senaryo ise Wladyslaw Szpilman isimli gerçek bir piyanistin yaşam öyküsünden esinlenilerek Ronald Harwood tarafından kaleme alınmıştır. Fakat buradaki en dikkat çekici nokta; filmin yönetmeninin de Polonyalı bir Yahudi olması ve Nazilerin yıllar önceki acımasız işgaline Polonya’da tanık olmuş olmasıdır. O yıllarda henüz yaşı küçük olduğu için Ronald, işgal sırasında babası tarafından Yahudi olmayan bir aileye verilerek saklanır ve kamplarda esir edilmekten kurtulur. Ancak annesi ve babası onun kadar şanslı değildir. Babası Nazilerin toplama kampından sağ kurtulmayı başarabilmiş fakat  annesi o kamplarda yaşamını yitirmiştir. Polanski o yıllarda işgali ve acıyı bizzat gözlemlediği için kendi anıları ve yaşadıklarıyla senaryoya yön vererek filmi bambaşka bir perspektif ile izleyiciye ulaştırmayı başarmıştır.

 

“Waltz in A Minor, Op. 34 No. 2 -Valse Brillante-”

 

Başrol olarak Adrien Brody’nin muazzam oyunculuğunu izlediğimiz bu filmde, hafızalara yer eden diğer karakterlere Thomas Kretschmann, Frank Finlay, Maureen Lipman, Emilia Fox, Ed Stoppard, Julia Rayner ve Jessica Kate Meyer hayat vermiştir. Adrien Brody’e En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını, Cesar En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü,  En İyi Erkek Oyuncu Akademi Ödülü’nü kazandıran, ve daha birçok ödüle aday gösterilmesine sebep olan bu film; aynı zamanda çeşitli dallarda toplam otuz üç adet ödül almıştır. Bunlardan bazıları: En İyi Uyarlama Senaryo Oscar’ı, Cesar En İyi Film Ödülü, BAFTA En İyi Flm Ödülü, Cesar En İyi Özgün Müzik Ödülü, En İyi Uyarlama Senaryo Akademi Ödülü, Cannes Film Festivali Büyük Ödülü ve BAFTA En İyi Film Ödülü’dür. Aynı zamanda filmin yönetmeni ve yapımcısı olan Roman Polanski de; Cesar En İyi Yönetmen Ödülü’ne, En İyi Yönetmen Oscar’ına, BAFTA En İyi Yönetmen Ödülü’ne, En İyi Yönetmen Akademi Ödülü’ne ve Altın Palmiye Ödülü’ne layık görülmüştür. 

 

“Prélude in E minor, Op. 28, No. 4”

 

Asıl türü bir biyografi olan bu film, bazı eleştirmenler ve analistler tarafından dram ve savaş türlerinde de nitelendirilmiştir. IMDB puanı 10 üzerinden 8.5 olan ve dünyanın birçok yerinde gösterime giren The Pianist, çok büyük kitlelerce izlenmesine rağmen herkesin beğenisini kazanmayı başarmıştır. Öyle ki Fransa’nın sadece yerel çalışmaları göz önünde bulundurduğu Cesar Ödüllerinde birden fazla ödül kazanmayı başaran ilk İngilizce film olmuştur. Daha da önemlisi, bugün üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen hala beğeniyle izlenmeye ve izleyicinin üzerinde büyük bir etki yaratmaya devam eden, kült bir eser haline gelmiştir.

 

“Ballade No. 2 in F Major, Op. 38”

 

Polonya’da ikamet eden bir Yahudi olan Wladyslaw Szpilman, ülkesinin İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası tarafından işgal edilmesi üzerine hayatının en zor dört yılını geçirir. Film bu 4 yılı baz alarak Szpilman’ın bu yıllar içinde başından geçenleri ve hayatta kalma mücadelesini kronolojik bir sıra ile işler. Şehri, evi, ailesi, kardeşleri, arkadaşları, sevdiği kadın, ve en önemlisi ruhu olan işi; müziği… Szpilman hepsi için büyük bir mücadele vermek zorunda kalır. Bunlardan bazıları zamanla ondan koparılır ama müziği  yani ruhu hep onunla kalır. Öyle ki günlerce karnını doyuracak bir yemek bile bulamadığı zamanlarda Szpilman, yine de parmaklarını dizlerine dokundurarak piyano çalarmış gibi yapıp duymadığı müziği hissederek ruhunu beslemiştir. Müziğin ve piyanonun en kötü durumlarda bile piyanistin yanında olması, karnını bile doyuramazken ruhunu doyurması, belki de Szpilman’a bu kadar uzun süre direnecek gücü sağlamıştır. Fakat en önemlisi müziğin sadece ruhunu değil, canını da kurtarması olmuştur. Alman subay Hosenfeld onu bulduğunda çalmasını istediği solo ile ayakta bile duramayan bir adamın piyanoyla sanki birleşmiş gibi çaldığı ‘’Ballade No. 2 in F Major’’ subayın ondan etkilenmesini ve saklanmasına yardım etmesini sağlamıştır. Fakat bu dört yılın sadece birkaç haftasında subay tarafından saklanan Szpilman geriye kalan o uzun yılları kendi çabası ile atlatmak zorundadır.

 

“Andante spianato et Grande polonaise brillante, Op. 22:

 Grande Polonaise in E-flat Major. Molto Allegro”

 

Toplamda 2 saat 29 dakika süren ‘’The Pianist’’ aslında öylesine akıp gitmektedir ki izleyiciye 1 dakika gibi gelebilir. Senaryonun, yönetmenin ve oyuncuların bu akıcılıkta çok büyük bir etkisi olsa da aslında bunu sağlayan en büyük etmenlerden biri de filmin müzikal altyapısıdır. Sık sık piyanonun can verdiği klasik müzikler izleyiciye eşlik eder. Öyle ki film Wladyslaw Szpilman’ın bir radyoda Chopin’den ‘’Nocturne in C-sharp Minor’’ çaldığı bir sahneyle başlayıp yine Chopin’den ‘’Mazurka in A minor’’ çalması ile son bulur. Savaş yıllarının insanlara yaşattığı o tarifsiz acıyı tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren başyapıt, bu müzikal altyapısı ile sadece akıcılığı yakalamakla kalmamış, aynı zamanda verilmek istenen duygunun izleyici ile yoğun bir şekilde buluşmasına zemin hazırlamıştır. Ancak en önemlisi, filmin ana karakteri olan piyanist Szpilman’ın müzikal ezgilerle dolu olan ruhunun, karakterinin ve olaylara bakış açısının çok daha iyi anlaşılmasını sağlamıştır. Belki de filmde arka plan olarak yer verilen bu şarkılar  aslında o yıllarda Szpilman’ın hayatının arka planında gerçekten çalmıştır…

 

“Moving to the Ghetto Oct. 31, 1940”

 

 Filmin en çarpıcı özelliklerinden bir diğeri ise verdiği siyasi nitelikli mesajlardır. savaş sırasında insanların yaşadığı trajik olayların ne kadar ağır olduğunu gözler önüne seren bu film, izleyiciyi birçok noktada düşünmeye itmektedir. Yahudilere karşı yapılan ırkçılığa, aslında herkesin sadece “insan” olarak geldiği ve yine sadece “insan” olarak ayrılacağı bu dünyadaki yersiz eşitsizliğe, adaletsizliğe ve ayrımcılığa ışık tutmaktadır. Nazilerin çocuk, yaşlı ve kadınları işe yaramaz diyerek katletmesi, genç erkekleri ise iş-gücü olarak kullanması; yapılan ırkçılığın içinde bir cinsiyetçilik ve ageism katmanı olduğunu da görmemizi sağlıyor. İnsanların dinsel kimlikleri nedeniyle ötekileştirilmeye maruz kalmaları ve üzerlerine zorla işaret konularak toplum içinde mimlendirilmeleri, evlerinden uzaklaştırılmaları ve küçücük bir bölgeye hapsedilerek özgürlüklerinin ellerinden alınması, birçoğunun keyfi bir şekilde öldürülmesi, sağ kalanların ise emeklerinin sömürülmesi seyirciye çok net bir şekilde aktarılmaktadır. Ancak bu film sadece Nazilerin nepotizminin ne kadar acımasız olduğuna tanık olmamızı sağlarken aynı zamanda “savaş”ın kendisinin ve her türlüsünün ne kadar yıkıcı olduğunu bize göstermektedir. Böylelikle diplomasinin önemini vurgulamakta ve savaşmadan masa başında fikir ayrılıklarının giderilmesinin insanlık için önemli kilit rolünde bir nokta olduğunu gözler önüne sermektedir.

 

“Mazurka in A minor, Op. 17, No. 4”

 

Film boyunca ana karakter Wladyslaw Szpilman’nın hayatını izlediğimiz; onunla beraber ağlayıp onunla beraber güldüğümüz, onunla beraber üşüyüp onunla beraber ısındığımız, onunla beraber korktuğumuz ve onun yıllarca her gün çaresizce “beklediği” gibi bizim de her sahnede Rusları beklediğimiz; yani insanın içine işleyen bu kült yapımda, müzikal anlamda doyarken aynı zamanda bir parça insanlığa aç kalıyoruz. “Savaş” kelimesinin sadece dile kolay geldiğinin en büyük örneklerinden bu film. Okullarda anlatılanlardan, kitaplarda yazanlardan, derslerden geçmek için ezberlenen tarihlerden çok daha öte bir olgu; savaş. İnsanların; sadece sivillerin değil, askerlerin de; sevmeye, gülmeye, dilediği gibi yaşamaya geldiği kısacık hayatlarının ellerinden acımasızca koparılması. Peki neden? Ne uğruna?

 

 

Kendimize ve hayata bol bol sorular yöneltmemizi sağlayacak, sadece izlerken değil, izledikten sonra da bizi birçok konuyu düşünmeye sevk edecek bu filmi gönülden tavsiye ediyor,

 iyi seyirler diliyorum.

 

BEYZA N. ŞENER

 

 

Influencerların ve Sosyal Medyanın Beden Algısına Etkileri

Özet

Bu araştırma yazısında beden algısı, güzellik olgusu, kadının yeri ve sosyal medya gibi kavramlar üzerinde durulmuş; bu konuların birbiriyle kesiştiği çalışmalar literatür taramasıyla elde edilmiş ve bulgular içerik analizine tabi tutularak betimsel analiz yöntemiyle yorumlanmıştır. Güzellik kavramının tarihçesinden yüzeysel olarak bahsedilmiş, beden algısının oluşumunun insan hayatındaki zaman çizelgesi, kadınların ve erkeklerin beden algılarında ne gibi farklar olduğu ve medya ve sosyal medyanın bu algıya ne gibi bir etkisi olduğuna değinilmiş, sosyal medyada sıkça karşımıza çıkan influencerların da bu algıyı etkileyip etkilemedikleri tartışılmıştır. Araştırmanın sonucunda sosyal medyanın ve influencerların hem erkek hem kadınların bedenlerine ilişkin görüşlerini negatif yönde etkilediği, beden ve güzellik algılarını tek tipleştirdiği, “güzel” olmak için onların tanıtımını yaptıkları ürünleri kullanmaları gerektiği fikrinin akıllara yerleştirildiği ve sosyal medyada geçirilen zamanın negatif beden algısıyla doğru orantılı olup olmadığı hakkında net bir karara varılmadığı kanısına varılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Beden algısı, güzellik, influencer, sosyal medya, medya.

Abstract

In this research, concepts such as body perception, beauty, women’s place and social media are emphasized; studies in which these issues were talked about and intersected were obtained through a literature review. The findings were interpreted within a descriptive analysis method by subjecting them to content analysis. The history of the concept of beauty was mentioned superficially, as the timeline of the formation of body perception in human life, the differences in the body perceptions of women and men and what kind of effects the media and social media have on this perception, and whether the influencers that we frequently encounter in social media affect this perception were discussed. As a result of the study, it is concluded that social media and influencers negatively affect the views of both men and women on their bodies, standardize people’s body and beauty perceptions, impose that those people should use the products they promote to be “beautiful” and there was no clear decision on whether the time spent on social media is directly proportional to negative body perception.

Keywords: Body perception, beauty, influencer, social media, media.

Giriş

Öz imaja odaklanmış çok sayıda araştırma ve literatüre rağmen kadınların beden imajına ilişkin düşünce süreçleri genellikle zor fakat hassas bir konudur. Kadın bedeninin ne olabileceği veya ne olması gerektiği veya fotoğraflarda bilgisayar üzerinden oynama yapılıp yapılmaması gerektiği gibi medyanın kadın bedeni üzerinde yaptığı konuşmalar ve eylemler birçok tartışmanın merkezinde yer alır. Reklam ve pazarlama uzmanları dergilerde, televizyonlarda ve reklam panolarında dikkat çekmek, satış yapmak ve kâr elde etmek gibi amaçlarla akılda kalıcı sloganlar yayınlarlar. Dudakları dolgunlaştırmayı vaat eden Maxolip marka serumun “Kiss your thin lips goodbye” (ince dudaklarınıza hoşçakal öpücüğü), göz kremini “Because younger looking eyes never go out of fashion” (çünkü genç görünen gözler asla demode olmaz) sloganıyla pazarlayan Olay markası, Loreal Paris’in herkesin ezbere bildiği “Because you are worth it” (çünkü biz buna değeriz) cümlesi veya Steel Magnolias (Çelik Manolyalar) filminde Dolly Parton’un “Doğal güzellik diye bir şey yoktur” repliği maruz kalınan pek çoğundan sadece birkaçı.

Küçük yaşlardan itibaren çocukların giyim biçimleri, oyuncakları, izledikleri çizgi filmler ya da filmler; hepsi çocuğun gelişiminde etken rol oynayarak onun zihnini ve dünyayı algılama biçimini beslemektedir. Daha sonraları çocukluktan ergenliğe geçişinde de çocuk öğrendiği bu kazanımları pekiştirerek gelişimine uygun olarak algılama biçimini de yönlendirir. Özellikle ergenlik döneminde genç tarafından kendi bedenine yönelme gerçekleşir ve bu algı gençlerin zihnini çokça meşgul eder. Genç, aynaya baktığında sürekli bir değişim görür ve aynı zamanda buna ek olarak yaşamakta olduğu problemlerle de yüz yüze gelir. Ergen bedeni onun kendi kişiliği ile de savaş halindedir; yani genç kendi bedenini ve kişisel özelliklerini, özetle benliğini çevresine kabul ettirmek için uğraşır. Ergenlerin değişimi öncelikle fiziksel olarak baş gösterdiği için ergenlerin bu kişilik ve kabul savaşlarının bedende başladığı söylenebilir. “Ergen bir bireyin ilk ve daimi düşmanı kendi vücududur. Bu dönemlerde ergen bireyin hem vücudunda hem zihninde yaşanan değişimler onun çevresi tarafından kabul görme çabası ile de desteklenir, bedende meydana gelen hormon dengesizlikleri ile karşı cinse ilgi de artmaktadır. Karşı cinse kendini beğendirmek, güzel-yakışıklı görünmek duygusu artık ergen için takıntı hâline gelebilir” (İTÜ Geliştirme Vakfı, 2014). Yine bu dönemlerde çevresel faktörlerle şekillenen bedeni algılama biçimi; medya, moda ve kozmetik dünyası ile sıkı bir iletişim içerisindedir. Çocukluktan hatta bebeklikten itibaren çocuğun ebeveyni ile iletişiminden, izledikleri, gördükleri ve çevresel faktörlerinden yola çıkarak gelişen bu algılama biçimleri; ergenlikle birlikte daha kapsamlı ve daha detaylı bir boyuta ulaşır ve ilerleyen döneminin de referans noktaları halini alır. Gençlerin özellikle sosyal medya ile olan iletişimi de bu algılama biçiminin baş aktörlerinden biridir. Özellikle son dönemlerde popülerleşen “influencer” kavramı; genç zihinlerde zaten hali hazırda yerleşmiş olan popülerlik, güzellik, çekicilik, yakışıklılık gibi kavramları daha görünür kılmakta ve bunu neredeyse her dakika sosyal medya kullanan zihinlere hatırlatmaktadır, hatta yönlendirmektedir. Modanın ve kozmetik dünyalarının da en çok kar elde ettiği yerlerden biri olan sosyal medya fenomen kavramı ile kendi pazar payını genişletirken bu fenomenler üzerinden tanıtımı yapılan ya da yaptırılan ürünlerin giyim ürünü ise hangi beden üzerinde nasıl duracağı, kozmetik ürünü ise hangi cilde ne kadar yarar sağlayacağı biçimlendirilerek görsel olarak sunulmakta ve fenomenler tarafından kendilerine özendirilerek yapay bir dünya oluşturulmaktadır. Bu araştırmada da bu konunun detaylı incelemesi yapılmıştır.

1. Güzellik Kavramı

Güzellik, bir olgu olarak toplum tarafından üretilmiş ve ilerletilmiş bir kavramdır. İnsanların nasıl giyinmesi, nasıl makyaj yapması, saçlarını nasıl şekillendirmesi gerektiğine dair görüşler nesilden nesile kültürel olarak aktarılır, öğrenilir ve çoğu zaman kabullenilir. Bu güzellik algısı toplumdan topluma değişen bir algıdır ancak etkileri küresel olarak benzerdir ve kadına özgüymüş gibi yansıtılır. Kadınlar üzerinde dış görünüş-karakter ikilemi yaratıp onların yaşamdan uzaklaşmasına sebep olabilir (Güzel, 2013: 1). Özellikle güzellik uğruna yapılan ve farklı şekillere girse de varlığı ilkel zamanlara kadar uzanan kozmetik ürünler göze çarpmaktadır. Romalıların bitkiler kullanarak göz bebeklerini daha geniş göstermeye çalışması veya 1960’lı yıllara kadar kullanımı devam etmiş olan rastığın Eski Mısır’da kadınların kaşlarını boyamak için kullanması gibi örnekler güzellik normlarının ne kadar geçmişe dayandığının bir göstergesidir.

Güzellik kavramı Antik Yunan’dan beri filozoflar tarafından üzerine düşünülen bir konudur ve sonrasında da genellikle karşımıza sanat kavramıyla yoğrulmuş bir biçimde çıkmıştır. Platon, Aristo, Philostratos, Emmanuel Kant, Alexander Baumgarten ve daha pek çok düşünür güzelliği kendilerine göre tanımlamıştır. Örneğin Baumgarten, güzelliği nesnenin dış özelliklerinde aramaktadır ve onu açıklanamayan bir kavram olarak tanımlamaktadır. Ona göre güzellik, nesneyi nesne yapan şeylerle birlikte yarattığı ahenktir. Daha yakın zamanları incelediğimizde ise ideal güzellik algısının sürekli bir değişim içerisinde olduğu görülür. Dönemden döneme kalıplar ve onaylanan stiller değişmektedir (Carroll, 2006: 59). Foucault’a göre bu dönemden döneme değişim hep iktidarın isteği doğrultusunda gerçekleşir ve şekillenir. Beden, güzellik algısının altında baskılanır. Foucault bu durumu “biyoiktidar” olarak tanımlamaktadır (Foucault, 2007: 72). Özdemir Akgündüz şu cümlelerle benzer bir yaklaşımda bulunmuştur: “Beden, iktidar söylemlerinin bir ürünüdür ve özneyi beden olarak dönüştürmek, bedensiz özneler yaratmak amaçlanmıştır” (Akgündüz, 2013: 5). Bu şekilde özneler, kapitalist tüketim kültürü içerisinde yok edilinceye kadar var edilir.

2. Beden Algısı

Beden algısı teriminin tarih sahnesine çıkışı 1938 yılında psikiyatr Paul Ferdinand Schilder ile gerçekleşmiştir. Ona göre beden algısı hem “bedenimizin beynimizde oluşturduğumuz resim” hem de görüntümüze verdiğimiz tepkimizdir (Wardle ve Foley, 1989: 55). Secord ve Jourard (1953), daha sonradan bu konsepti “benlik saygısı” kavramıyla tekrar şekillendirmiş ve beden algısını kişinin vücudunun farklı bölge ve organlarından hoşnut olma derecesi olarak tanımlamıştır. Ayrıca kişinin vücuduna verdiği değerle benliğine (kendisine) duyduğu saygısı arasında güçlü bir korelasyon bulmuşlardır. Güncel literatürde beden algısına dair 16 farklı tanım bulunmaktadır. Schilder’in tanımı pek çok boyutta genişletilmiş ve “kilo memnuniyeti, dış görünüş memnuniyeti, vücut şeması, vücut ölçü algısı doğruluğu” (size perception accuracy) gibi konseptler türetilmiş ve beden algısının içine katılmıştır (Grogan, 2016: 3). Cash’ın getirdiği beden algısı yorumlaması ise literatüre tamamen yeni bir ışık tutmuştur. Bu tanıma göre kişinin dış görünüşü iki ayaktan oluşur: iç bakış ve dış bakış. Dış bakış başkalarının görebildiği özelliklerken, iç bakış kişinin kendi vücudunu nasıl gördüğüdür. Her ne kadar beden algısı kişinin iç bakışıyla ilgiliymiş gibi anlaşılsa da aslında bu iki element birbiriyle etkileşim içindedir (Cash, 2004). Başkalarının bireyi nasıl gördüğü, bireyin vücudu hakkındaki kendi bakışını etkilemektedir ve tam tersi durumda, kişinin iç bakışının başkalarının görüşleri üzerinde etkili olması da oldukça geçerli ve gerçektir (Cash, 2004). Daha sonrasında Grogan (2016), beden algısı kavramını belirli bir kültürel çevrede işleyen sosyal etkilerle değişime açık olan öznel bir deneyim olarak genişletmiştir. Böylece Grogan, beden algısının sosyo-kültürel bir çerçeve içinden incelenmesi ve değerlendirilmesi gerektiğini öne sürmüştür. Kişinin vücudunu nasıl algıladığı görünüşü ile idealize edilmiş vücut şekli arasındaki ilişkiden etkilenir.

Güzelliğin toplumda ifade ettiği şeye göre kişiler, bedenlerini bu idealize edilmiş vücut şekline sokmaya çalışmaktadırlar (Aslan, 2004: 326). Batı ülkelerinde bugün ince ve uzun yapıda bir vücut tipi ideal olarak görülüyor (Grogan, 2016: 11). Oysa bundan yüz sene önce tam tersi olarak büyük beden, güzelliğin ve zenginliğin bir işareti kabul ediliyordu (Bordo, 1995: 140-141).

3. Kadın ve Beden Algısı

Toplumsal roller, kadınlara büyüme dönemlerinde dikte edilen ve kazandırılan özellikler ve davranış normları, kadınları her dönemde benzer sorunlarla yüz yüze getirmektedir (Dökmen, 2019). Sosyal, ana akım veya yazılı medyada ince vücut tiplerinin güzel ve cinsel açıdan arzu edilen vücut tipleri olduğu ve tüm kadınların bu ulaşılması zor vücut tipine sahip olmak isteyeceği fikri sıklıkla gösterilmekte ve empoze edilmektedir (Turner ve Lefevre, 2017).

Beden algısı gelişimi farklı yaş gruplarında analiz edilir. Dört aylıkken çocuklar kendilerini fotoğraflarda tanımaya başlarlar, iki yaşında kendilerinin başkalarından farklı olduklarını algılamaya başlarlar, dört yaşından itibaren ise kendilerini zekasal becerileri ve fiziksel özellikleri konusunda başka çocuklarla kıyaslamaya başlarlar (Smolak, 2011: 68). Ergenlikte bireylerin beden algıları iyice belirginleşir ve genellikle kişilerin bedenlerine ilişkin endişelerinin ortaya çıkmaya başladığı yıllar ergenlik yıllarıdır. Sadece kilo ve vücut tipi değil; kas miktarı, cilt rengi, dokusu, vücut sağlamlığı gibi kavramlar da ergenlikle birlikte önem kazanır (Cash ve Smolak, 2011). Yetişkinlerin beden algısı üzerine yapılmış çalışmalara bakıldığında ise son 40 seneye kadar yapılan çalışmaların hemen hemen hepsinin kadınlar üzerine olduğu gözlemlenebilir (Grogan, 2016: 1). Bu durum tek başına bile beden algısı söz konusu olduğunda kadınların ve erkeklerin ne kadar eşit olmayan yerlerde durduğuna kanıt gösterilebilir.

Sosyokültürel teoriye göre kadınlara dayatılan ideal güzelliğe dair bilgilerin üç kaynağı vardır: aile, arkadaşlar ve medya. Bu üç kaynağa “tripartite influence model” (üçlü etki modeli) adı verilmiştir (Shroff ve Thompson, 2006). Görsel ve işitsel duyulara aynı anda hitap edebilmesi ve aynı zamanda teknolojinin gücünü de elinde bulundurması ile medyanın bunlar arasından en güçlü etkiye sahip eleman olduğu iddia edilebilir. Wolszon, medyada sıklıkla karşımıza çıkan ve bize ideal olarak dayatılan vücut tipine kadınların sadece %5’inin sahip olduğunu belirtmiştir (Wolszon, 1998: 546). Kendisini sıklıkla bu ideal bedenlerle karşılaştıran kadınlar sonuç olarak kendi gerçek vücutlarından mutsuz olmakta, bu durum da yeme bozukluklarına dönüşerek pek çok kadının hayatını tehlikeye atmaktadır.

Kadınların görünüşe odaklandığı ve sürekli bedenini, görünüşünü güzelleştirmeye çabaladığı bir çağda elbette erkekler de depresyon veya görünüşüyle ilgili sıkıntılar yaşamaktadırlar. Kel ya da şişman olan bir erkek bedeninden hoşnut olmasa bile kaygısını daha çok iş, spor ya da kariyer gibi seçeneklerden yana kullanabilmektedir. Cinsiyet eşitsizliği görülen sanayileşmiş ama muhafazakâr toplumlarda 60 yaşında bir erkeğin flört olanağının aynı yaştaki bir kadınınkiyle kıyaslanması, kadının yaş ve görünüme dair kaygılarını ve dolayısıyla yaş ve güzelliğin hiyerarşik konumlanmış olduğunu anlamamıza yardımcı olabilir. Kaldı ki kadının bu baskıyı daha genç ve güzelken yaşaması da sorunun derinliğini göstermektedir” (Güzel, 2013: 81).

4. Sosyal Medya ve Influencerların Etkisi

Son yıllarda teknolojinin daha da gelişmesiyle birlikte geleneksel medyanın yerini almaya başlayan sosyal medya, geniş kitlelerce yaygın olarak kullanılan ortamlardandır. En büyük avantajlarından birinin zamandan ve paradan tasarruf olduğu söylenebildiği gibi; farkındalık oluşturma, güncel bilgilere ulaşma ve insanlarla iletişim kolaylığı sağlama gibi özellikleri de bir artıdır. Kullanımı arttıkça sosyal medyanın insanların psikolojileri üzerindeki etkileri de daha fazla araştırılmaktadır. Global Web Index’e göre ortalama bir insan günde neredeyse 6 saatini internette geçiriyor (Kemp, 2018). Bu süreç içerisinde sürekli olarak belli bir kalıpta olan görüntülere maruz kalan kişiler, kendilerini bu görüntülerle kıyaslamaya başlıyor. Sosyal Karşılaştırma Teorisi’ne göre bireyler kendilerinin, düşüncelerinin, niteliklerinin nesnel olarak değerlendirilmesine ihtiyaç duyar ve öz değerlendirme yaparak kendilerini başkalarıyla karşılaştırırlar (Festinger, 1954). Upward comparison (yukarı karşılaştırma) ve downward comparison (aşağı karşılaştırma), Festinger tarafından tanımlanmış iki farklı sosyal karşılaştırmadır ve ilki, kişinin kendisini kendisinden daha üst kademede olan biriyle karşılaştırma durumuyken; ikincisi, kendisini daha alt kademede olan biriyle karşılaştırmasıdır. Bu açıdan bakıldığında bireylerin kendilerini sosyal medya aracılığıyla fotoğraflarına kolayca ulaşabildikleri modellerle ve televizyon ünlüleriyle karşılaştırmaları upward comparison olarak tanımlanır ve vücut memnuniyetsizliğinin artırmasına yol açar. Sosyal medyanın beden algısı üzerine etkisi konusunda yapılan çalışmalar genellikle sosyal medyada geçirilen zamanın, beden memnuniyetsizliğiyle olan bağlantısı üzerinedir ve farklı araştırmacılar birbiriyle uyumsuz farklı sonuçlara ulaşmışlardır. Örneğin sosyal medyada geçirilen zaman ile genç yetişkinler arasında beden memnuniyeti arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır (Puglia, 2017: 28). Öte yandan başka bir çalışma Facebook’un genç kadınların beden algısı ve ruh hali üzerinde diğer sitelere kıyasla daha olumsuz bir etkisi olduğunu göstermektedir (Fardouly vd., 2015). 13-15 yaş genç kızların internet tüketimi ile beden kaygıları arasındaki ilişkiyi araştıran farklı bir çalışmada internette ne kadar çok zaman geçirirlerse zayıf beden idealini o kadar içselleştirdikleri gösterilmiştir (Tiggemann ve Slater, 2013: 631-632). 14-25 yaş arasındaki 357 ergen ve genç yetişkin kadının yaşları ve sosyal medyada geçirdikleri süre ile beden memnuniyetleri arasındaki ilişkinin incelendiği başka bir çalışmada, özellikle sosyal medyadaki mankenlerin ve ünlülerin paylaşımlarının beden memnuniyetini önemli ölçüde etkilediği tespit edilmiştir. Kişilerin en çok memnuniyetsizlik duyduğu alanlar ise vücut ağırlığı ve geniş gövdedir. Daha genç (14-18 yaş) ve daha yaşlı (19-25 yaş) olarak iki grupta incelenen katılımcılardan daha yaşlı grubun beden memnuniyetsizliğinin daha yüksek olduğu ve sosyal medyada geçirilen zaman arttıkça memnuniyetsizliğin arttığı bulgular arasına eklenmiştir (Wallis, 2015).

Fotoğrafın açıklama kısmına konulan “#” (hashtag) imgesi paylaşımın daha geniş kitlelere yayılmasını kolaylaştırmaktadır. Instagram üzerinde yapılan bir çalışmada influencerların sıkça kullandığı #fitspiration (fitness inspiration) etiketi incelendiğinde 600 fotoğrafın çoğunun tek tip ince ve kaslı bir vücut görseli sunduğu ortaya konulmuştur (Tiggemann ve Zaccardo, 2015). Bu etiketin 130 kadın üniversite öğrencisinin beden algısına olan etkisini araştıran bir çalışmada ise bu etikete sahip fotoğraflara maruz kalan bireylerin beden memnuniyetsizliklerinin anlamlı bir şekilde arttığı gözlemlenmiştir. Seyahat fotoğrafları gösterilmiş kontrol grubunda ise bir farklılık tespit edilmemiştir (Tiggemann ve Zaccardo, 2015).

2020’de Türkcan tarafından yapılmış bir çalışma, Türkiye’de insanların %41,5’inin günde 2 ila 4 saat arasında sosyal medya kullandığını ortaya çıkarmıştır (Türkcan, 2020). Bu çalışmaya göre sosyal medyada geçirilen zamanın beden memnuniyetsizliği üzerinde anlamlı bir etkisi yoktur, erkekler bedenlerinden kadınlara oranla daha memnundur ve her iki taraf da yaşlandıkça beden memnuniyetleri artmaktadır (Türkcan, 2020). Bu sonuç literatürle yarı uyumlu bir noktadadır. Kadınların yaşlandıkça bedenlerinden daha memnun oldukları 2016’da Grogan tarafından da araştırılmış ve desteklenmiştir (Grogan, 2016: 194) ancak bir diğer çalışmada erkeklere ait bulgular erkeklerin yaşlandıkça bedenlerinden daha çok rahatsız olduklarını belirtmiştir (Grogan, 2011).

Türkiye’de influencerların yüz güzelliği ve kozmetik algısına olan etkisini inceleyen bir çalışma şu şekildedir (Macit, 2020): amaçlı örnekleme yöntemi temel alınarak belirlenen Türkiye’de 2019 yılında kozmetik, makyaj, güzellik kategorisi baz alındığında en fazla Instagram takipçisi bulunan 10 influencerın en çok beğenilen fotoğrafları incelenmiştir. Aralık ayı istatistiklerine göre incelenen kategoride en çok takipçisi olan 10 influencer: Danla Biliç, Duygu Özaslan, Şeyda Erdoğan, Merve Özkaynak, Eczacı Selen Esener, Cansu Akın, Ezgi Fındık, Nur Bilen Yavuzer, Selin Yağcıoğlu Balarısı ve Sebile Ölmez’dir (Boomsocial, 2019). Bu isimlerin en çok beğeni alan iki fotoğrafı içerik analizi yöntemi ile analiz edilerek ürün tanıtımı yapılıp yapılmadığı, moda olan tek tip fabrikasyon güzellik algısının desteklenip desteklenmediği araştırılmıştır. Bulgular yukarıda belirtilen durumların hepsinin geçerli olduğunu, influencerların takipçilerini kozmetik ürün kullanımına veya cerrahi operasyonlara teşvik ettiklerini öne sürmüştür. Tek tip güzellik algısının izleri olan keskin çene hattı, dolgun dudak, kalkık ve kavissiz kaş, çıkık elmacık kemikleri, ince ve düz burun gibi elementler 10 influencerda da gözlemlenmiştir. Çalışma, bu bulgular sonucunda influencerların bireylerin güzellik algılarını etkilediklerini ve bu yolla daha fazla tüketime ve özgüven problemlerine ittiğini öne sürmüştür (Macit, 2020).

Araştırma Metodu

Bu çalışma nitel araştırma yöntemlerinden doküman incelemesi metoduyla yapılmış derleme çalışmasıdır. Verilerin toplanması amacıyla önce https://tez.yok.gov.tr/ tez sayfasında “influencer”, “sosyal medya”, “beden algısı”, “body image” anahtar kelimeleri sisteme girilerek ilgili tezler bulunmuş ve çalışmamıza uygun olan tezler seçilerek incelenmiştir. Yine konu ile ilgili yazılmış bilimsel makaleler Google Scholar arayüzünden taranarak ilgili olanlar seçilmiştir. Literatür taraması sonucu elde edilen veriler içerik analizine tabi tutularak betimsel analiz yöntemiyle yorumlanmıştır.

Tartışma

Henüz çocukluktan başlayan ve insanlığın yakasını hiç bırakmayan güzellik algısı ve dayatması hangi yaş grubunda ya da hangi cinsiyette olduğu önemli olmaksızın herkesi etkisi altına almaktadır. Küçük yaşlardan itibaren çocuklara alınan oyuncaklardan tutun da izledikleri çizgi filmlere, dizilere, okudukları kitaplara kadar her şey çocukları etki altına alır. Oyuncak bebekler, özellikle Barbie, Bratz, Winx vb. markaların oyuncakları ince vücutlu, iri ve yuvarlak gözlü, küçük burunlu, uzun boylu bedenlere sahiptir. Bu çizgi zaman zaman değişse de genellikle dönemin popüler özellikleri takip edilir ve bu karakterler her zaman özenli saç ve makyajları ve modaya uygun kıyafetleri ile karşımıza çıkar. Keza çizgi filmlerde tasvir edilen prens-prenses normları; kadınların zayıf ve uzun boylu olması, erkek kahramanların kaslı ve güçlü tasvir edilmesi de beden algısı üzerinde etkili olmaktadır. “Yurt dışında yapılan bir araştırma; ergenlik dönemindeki kızların her hafta 31 saatini televizyon seyrederek yaklaşık 15 saatini internette ve 4 saatini de dergilere bakarak geçirdiğini gösteriyor. Benzer bir şekilde 1995’te yapılan bir araştırmaya göre kadınların yüzde 70’i bir kadın dergisine üç dakika baktıktan sonra kendini depresif ve suçlu hissediyor çünkü kendini beğenmiyor.” (İTÜ Geliştirme Vakfı Araştırmaları). Medyada bir şekilde kendimize dair bakışımızı etkileyen, bizi başkalarına “güzel” görünmek için ideal arayışına motive eden veya bizi mükemmel görünen prototiplerin oluşumuna doğru iten iletişim biçimleri geliştirildi. Her birimiz, sosyal medya ağlarının etkisiyle çevrelenmiş olduğu bir dünyada yaşamaktayız. Bunlar sadece 7/24 bağlantıda olduğumuz iletişim araçları değil, aynı zamanda etkileşimde bulunduğumuz günlük referans noktalarını da temsil etmektedir. Bu referanslar akranlarımız, doğrudan tanıdığımız kişiler olabileceği gibi televizyon ünlüleri, modeller veya sosyal medyada sıkça karşılaştığımız “influencerlar” da olabilir. Biz bu insanları dijital ekranların ardından yansıttıkları imajları görerek kendimizi şartlandırmaktayız. Artık kadın ya da erkek ayrımı olmaksızın herkes bu yeni nesil internet ünlüsü “influencer” akımını takip etmekte, ya onlar gibi olup maddi kazanç sağlama uğruna çabalamakta ya da onlar gibi olup neredeyse evrenselleşmiş güzellik algısı içerisinde kendilerine güzel kadın ve yakışıklı erkekler olarak arzulanan, özenilen bir vücuda ait olmaya çabalamaktadırlar. Burada çaba konusu değişse de değişmeyen şey onlar gibi olma arzusudur. İnsanlar, ekranda mükemmel bir ideal elde etmek için telefon ve bilgisayarlardaki güzellik filtrelerini kullanarak görüntüyü mükemmel hale getirmek için mümkün olduğunca uğraşmaktadır. Bu hareketler bir alışkanlığa dönüşmekte ve bu alışkanlıklar sosyal ağların üstel kullanımı ile güçlendirilip daha önce fark edilemeyen kusurlara odaklanarak fotoğrafı çeken kişinin kendi algısını etkilemektedir. Bu durum insanları sürekli ön plana çıkarmakta ve çoğu zaman gerçeğe uymayan ve takipçilerden onay almak için ideal bir görüntü bulma arayışına itmektedir. Böylece “mükemmel selfie” mümkün olduğunca çok beğeni almak için bir yarış ortamına dönüşmektedir. Bireyin algılanan bedeniyle, zihnindeki ideal bedeni arasındaki uzaklığın, beden algısı bozukluğunun temelini oluşturduğu gözlenmektedir. Birey bu ideal bedenden uzaklaştıkça kendisini daha fazla eleştirmekte, suçlamakta ve dolayısıyla kendine olan inancı kırılarak özgüveni düşmektedir.

Moda ve kozmetik sektörünün yegâne pazarlayıcısı durumuna gelmiş olan influencerlar paylaştıkları fotoğraf, video ya da Reels’ler ile kendilerince ve bu şirketlerin isteklerince yapay bir dünya oluşturmaktadırlar. Sabah erken saatlerde ya da gece geç saatlerde paylaşım yapan ama hem yüzlerinde hem bedenlerinde pek de bir kusur sayılan detayları barındırmayan fenomenler her daim bakımlı ve “güzel” olduklarına dair de insanların zihinlerinde iz bırakmaktadır. Öyle ki bu durum sabah uyandığında ilk iş olarak makyaj yapımına başlayan, kuaföre uğramadan güne başlayamayan, zayıf olmak uğruna çeşitli ürünler kullanarak sağlığına zarar veren ya da aç dolaşan kişilerin meydana gelmesine neden olmaktadır. Bu profiller tek tek incelendiğinde fenomenlerin pazarlamasını ya da tanıtımını yaptıkları her ürünü kullandıkları ya da kullandıklarını söyledikleri görülmektedir. Bir pazarlama stratejisi olarak baktığımızda bu ürün- kullanıcı portföyü ne kadar artarsa şirket ya da şirketler o kadar kar sağlayacağından beden algısı, güzellik gibi kalıpların oluşması topluma ve insana verdiği zarardan çok buradan sağlanan maddi kazançlar moda ve kozmetik sektörlerine yön verenler açısından daha önemli gibi görünmektedir. Fenomen olan birinin giydiği bir elbisenin içine girebilmek için kilo vermeye çalışan insanlar, fenomen birinin kullandığı fotoğraf filtresi ile yüzünün pürüzsüz görünmesi bunun sonucunda da onun gibi bir cilde sahip olmak için çeşitli kozmetik ürünlerini satın alıp cildini düzeltmeye çalışan ya da beğendiği bir influencera, modele benzemek isteyerek estetik operasyonlar geçiren insanların oranı ciddi bir biçimde artmaktadır. Örneğin bir süre önce küçük burun moda iken şu an düz inen çıkık burun moda olabilmekte insanlar bu modayı takip etmek için çeşitli estetik operasyonlar geçirmektedir. Ya da kalkık burun, çıkık elmacık kemikleri moda olabilmekte ve insanlar onlar için de çeşitli operasyonlar yaptırmaktadır. Bu durumlar insanların zihinlerini sağlıklarını olumsuz etkilemekte bedenlerine faydadan çok hem maddi olarak hem fiziksel olarak olumsuz etkiler yaratmaktadır.

Sonuç ve Öneriler

Toplumda beden algısı genellikle kadınlar açısından değerlendirilir ve kadınların erkeklere oranla bedenlerinden daha az memnun olarak bedenlerini değiştirmeye çalıştıklarına dair bir algı mevcuttur. Ancak bununla birlikte değişen zaman içerisinde erkeklerin de lazer epilasyon, düzenli spor, protein tozu ve benzeri ek takviyeler gibi eylemlerle kendi bedenleri üzerinde çeşitli değişikliklere gittiklerini gözlemlemek mümkündür. Tabii ki bunların içerisinden spor salonlarını erkeklerin kadınlara oranla daha fazla doldurmasının ana sebebinin beden algısındaki değişim mi olduğu yoksa salonlarda kadınların daha az bulunmasından kaynaklı bir görünürlük veya küçük yaşlarda erkek çocuklarının kız çocuklarından daha sık spora yönlendirilmesi gibi sosyolojik ve psikolojik etkenler mi olduğu tartışılabilir ve bu konuda literatür taranabilir, yeni çalışmalar yapılabilir. Yine de günümüzde kadın ve erkeklerin çoğunun kendilerini beğenmedikleri ve görünüşlerini değiştirmeye çalıştıkları bir gerçektir.

Şimdiye kadar geldiğimiz noktada elde ettiğimiz verilerden yola çıkarak medya, sosyal medya, influencer gibi öğelerin, insan zihnindeki beden algısını, imgesini, moda ve kozmetik ürünlerine bakış açılarını etkileyen yönlendiren öğeler oldukları ortaya çıkmaktadır. Tafesse ve Wien (2018: 244) influencerların takipçilerine verdikleri mesajlara dair “pazarlamacıların söylemek istedikleriyle tüketicilerin duymak istedikleri arasındaki mesafeyi kapatmaya yarayan” tanımını yapmıştır. İnsanlar influencerları kendilerine yakın, bir nevi arkadaş gibi görürler ve güvenirler. Sosyal medyada yapılan ürün yerleştirmeler ve paylaşımlar duygulara hitap etmektedir ve insanları harekete geçirme özelliğine sahiptirler. Ürün veya markalar, ihtiyaçlara yönelik rasyonel argümanlar yerine çekicilik ve dış görünüş üzerine yoğunlaşmakta ve bu şekilde kullanıcılara algı yönetimi yapmaktadırlar.

Bu çalışmada incelediğimiz araştırmaların beden algısı ve sosyal medyaya dair bulguları bize karmaşık sonuçlar göstermiştir. Sosyal medyada geçirilen zamanın beden algısını olumsuz etkileyip etkilemediği tartışması şu şekillerde açıklanabilir: Öncelikle bireylerin sosyal medyada gezinirken tam olarak ne gibi paylaşımlara maruz kaldığı kişiden kişiye değişecektir. Birey güzellik, fitlik, moda ve benzeri konulara odaklanan kişileri daha az takip ediyorsa bununla orantılı olarak algısında daha az bir değişme olacağı veya daha az etkileneceği iddia edilebilir. Burada incelenen sosyal medya platformu da aslında çok önemlidir. Facebook, Instagram anasayfası, Twitter gibi karşımıza çıkan konseptler konusunda biraz daha hakimiyet hakkına sahip olduğumuz platformlarda birey daha az etkilenebilirken Tiktok, Instagram Reels gibi tamamen uygulamanın algoritması gereği kalıplaşmış güzellik kavramına uygun bedenleri sonsuz bir döngü içinde aktarıldığı platformlarda kişi daha fazla etkilenecektir. Dolayısıyla kişinin sosyal medyada geçirdiği zamanın fazlalığını yalın bir şekilde incelemek yerine takip ettiği paylaşımlar ve hesaplarda bağlantılı bir şekilde incelemek daha temiz sonuçlar verebilir.

Eğer bu kavramlar bu kadar göz önünde ve yönlendirici biçimde tasarlanmış olmasaydı yani bu şekilde bir yapay dünya oluşturulmamış olsaydı büyük ihtimalle estetik ve kozmetik gibi sektörler de bu derece gelişmiş ve yaygın olmayacaktı. Bedenleri ince, görünüşleri günün hangi saatinde olursa olsun “kusursuz” olan, çeşitli filtrelerle daha da değiştirilerek sunulan paylaşımlarla ve güzel oldukları yine kendi çevrelerince tasdiklenen “influencer” profilleri medya tarafından da beslenerek insan zihninde onun gibi olma, onlara benzeme gibi kaygılar yaratmaktadır. Yapılan bir çalışma hem kadınlar hem erkeklerin selfielerini paylaşmadan önce filtre kullandıklarını bulmuştur (Fox ve Vendemia, 2016).

Literatürde beden algısıyla ilgili yapılmış çalışmaların kadın katılımcılarının ağırlık ortalamaları Dünya Sağlık Örgütü’ne göre normal skalada olmasına rağmen bedenlerinden memnun olmamaları veya beden endişeleri toplum sağlığı açısından önemli bir konudur. Ancak bu durumun çözümü sosyal medya kullanımından uzaklaşmak değildir. Medyanın her an önümüze sürdüğü bu güzellik, çekicilik gibi kavramların sabit olgulara dayanmadığını ya da bu olguları moda kozmetik gibi sektörlerin belirleyemeyeceğini, herkesin güzellik vb. algılarının değişebileceğini hatta değişmesi gerektiğini öğrenmemiz ve bunu başkalarına da öğretmemiz gerekmektedir. Bireylerin ruh sağlıklarını korumak için önlemler alınmalı, politikalar uygulanmalı ve beden olumlamaya yönelik akımlar oluşturulmalı ve desteklenmelidir.

Bengisu GÜLÜM 

Melike ÜNAL 

Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Staj Programı

Kaynakça:

Aslan, D. (2004). Beden algısı ile ilgili sorunların yaratabileceği beslenme sorunları. Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi, 13(9), 326-329.

BoomSocial – Sosyal Medya Ölçümleme: Raporlama: Analiz. Erişim 12.10.2019. Erişim Adresi: https://www.boomsocial.com/Instagram/UlkeSektor/turkey/tumu

Bordo, S. (1995). Unbearable Weight. California: University of California Press.

Carroll, J. (2006). Art At The Limits of Perception: The Aesthetic Theory of Wolfgang Welsch. Almanya: Peter Lang.

Cash, T. F., & Smolak, L. (2011). Body image: A handbook of science, practice, and prevention. Guilford Press.

Cash, T. F. (2004). Body image: Past, present, and future.

Dökmen, Z. (2009). Menopoz, beden imgesi ve ruh sağlığı. Türk Psikoloji Yazıları, 12(24), 41-55.

Fardouly, J., Diedrichs, P. C., Vartanian, L. R., & Halliwell, E. (2015). Social comparisons on social media: The impact of Facebook on young women’s body image concerns and mood. Body Image. 13, 38–45.

Festinger, L. (1954). A theory of social comparison processes. Human Relations. 7(2), 117–140.

Foucault, M. (2007). Cinselliğin Tarihi. (Çev. Hülya Uğur Tanrıöver). İstanbul: Ayrıntı Yayınları

Fox, J., & Vendemia, M. A. (2016). Selective self-presentation and social comparison through photographs on social networking sites. Cyberpsychology, behavior, and social networking. 19(10), 593-600.

Grogan, S. (2016). Body image: Understanding body dissatisfaction in men, women and children. Taylor & Francis.

Grogan, S. (2011). Body image development in adulthood. Thomas F. Cash & Linda Smolak (Ed.). Body image: A handbook of science, practice, and prevention (2nd edition) içinde. New York: Guilford Press, 93–101.

Güzel, E. (2013). Kültürel Bağlamda Kadın Ve Güzellik “Türkiye’de Bir İktidar Alanı Olarak Elitler Üzerinden Güzellik Anlayışına Ve Bir Tüketim Nesnesine Dönüşen Kadın Sorununa Bakış. Doktora Tezi İstanbul: Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

İTÜ Araştırmaları Vakfı. (2013-2014) Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü Araştırmaları.

Kemp, S. (30 Ocak 2018). Digital in 2018: World’s internet users pass the 4 billion mark. [Blog yazısı]. Erişim adresi: https://wearesocial.com/blog/2018/01/global-digital-report-2018

Macit, A. (2020). Bir güzellik miti olarak kozmetiğin yeni medyada algı yaratısı: Instagram’da influencer. Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Başkent Üniversitesi SBE.

Özdemir Akgündüz, G. (2013). Foucault’da iktı̇dar ve beden ilı̇şkı̇sı̇. Akademik Bakış Dergisi, 38, Erişim adresi: http://w.akademikbakis.org/eskisite/38/47.pdf (17.08.2017)

Puglia, D. R. (2017). Social media use and its impact on body image: The effects of body comparison tendency, motivation for social media use, and social media platform on body esteem in young women. Yüksek Lisans Tezi. Chapel Hill: The University of North Carolina at Chapel Hill, School of Media and Journalism.

Secord, P. F., & Jourard, S. M. (1953). The appraisal of body-cathexis: body-cathexis and the self. Journal of Consulting Psychology, 17(5), 343–347.

Shroff, H., & Thompson, J. K. (2006). The tripartite influence model of body image and eating disturbance: A replication with adolescent girls. Body Image, 3(1), 17–23.

Smolak, L. (2011). Body Image Development in Childhood. Thomas F. Cash & Linda Smolak (Ed.). Body image: A handbook of science, practice, and prevention (2nd edition) içinde. New York: Guilford Press, 67–75.

Tafesse, W., & Wien, A.H. (2018). Using Message Strategy to Drive Consumer Behavioral Engagement on Social Media. Journal of Consumer Marketing, 35, 241-253.

Tiggemann, M., & Slater, A. (2013). NetGirls: The Internet, Facebook, and body image concern in adolescent girls. International Journal of Eating Disorders, 46(6), 630– 633.

Tiggemann, M., & Zaccardo, M. (2015). “Exercise to be fit, not skinny”: The effect of fitspiration imagery on women’s body image. Body image, 15, 61-67.

Turner, P. G., & Lefevre, C. E. (2017). Instagram use is linked to increased symptoms of orthorexia nervosa. Eating and Weight Disorders-Studies on Anorexia, Bulimia and Obesity, 22(2), 277-284.

Türkcan, K. (2020). The effect of self-compassion on the relationship between body image and social media usage. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Bahçeşehir Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü.

Wallis J. (2015). The Effects Of Social Media On The Body Satisfaction Of Adolescent And Young Adult Females. Yüksek Lisans Tezi. Manhattan: Kansas State University, College of Human Ecology.

Wardle, J., & Foley, E. (1989). Body image: Stability and sensitivity of body satisfaction and body size estimation. International Journal of Eating Disorders, 8(1), 55–62.

Wolszon, L. R. (1998). Women’s Body Image Theory and Research: A Hermeneutic Critique. American Behavioral Scientist, 41(4), 542–557.

 

Haftanın Öne Çıkanları

FİLİSTİN-İSRAİL HATTINDA GERİLİM TIRMANIYOR (14.05.2021)

İsrail’in uluslararası anlaşmalara aykırı şekilde Filistinlilerin yerleşim yerlerini işgal etmesiyle bölgede tansiyon yeniden yükseldi. Şiddette sınır tanımayan İsrail güvenlik güçleri; Filistinlilerin Gazze, Batı Şeria ve Kudüs’teki protestolarına sert müdahalede bulundu. Saldırılarda 28’i çocuk olmak üzere 109 Filistinli yaşamını yitirdi.

Uluslararası statüsü bakımından Filistinlilerin yerleşim yeri olan Doğu Kudüs, uzun zamandır İsrail işgali altında bulunuyor. İşgalle başlayan gerginlik, Doğu Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya 7 Mayıs’ta yapılan saldırıyla daha da tırmandı. İsrail güçleri, Ramazan ayının son günlerinde Müslümanlar için Mekke ve Medine’den sonra en kutsal üçüncü ibadet yeri sayılan Mescid-i Aksa’da namaz kılan cemaate göz yaşartıcı gaz ve ses bombasıyla saldırdı. Çıkan olaylarda çok sayıda Filistinli yaralandı.

İsrail, 2014’ten bu yana abluka altında yer alan Gazze’ye 10 Mayıs’ta hava saldırısı başlattı. 500’den fazla hedefi vurdu. İsrail güçlerinin hava saldırılarında 28’i çocuk olmak üzere 109 Filistinli hayatını kaybetti. 621 kişi de yaralandı.

Takip eden süreçte Gazze’deki Hamas yönetimi İsrail’in hava saldırısına misilleme yaptı. İsrail’in çeşitli kentlerine bine yakın roket yolladı. 5’ten fazla İsrailli hayatını kaybetti. Hamas lideri Haniye; İsrail, Kudüs’te ve Mescid-i Aksa’daki tüm terör eylemlerine son verene dek hava bombardımanını sonlandırmayacaklarını söyledi. Roketlerin hedefi tutturması İsrail’in hava savunma sistemi Demir Kubbe’nin yetersiz olduğunu da gözler önüne serdi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ise Twitter’dan yayınladığı mesajında “Terör örgütleri kırmızı çizgiyi aştı. İsrail büyük güçle yanıt verecek.” dedi.

İsrail güçleri, Filistin’in diğer kentlerindeki protestoculara da sert müdahalede bulundu. Birçok Filistinli hayatını kaybetti. İsrail polisinin verdiği bilgiye göre 270’ten fazla kişi de gözaltına alındı.

Barış önerilerine sıcak bakmayan Tel Aviv yönetimi, Rusya’nın Gazze’de ateşkes önerisini reddetti. İsrail saldırılarına uluslararası kamuoyundan tepkiler ise gecikmedi. Avrupa Birliği olaylardan derin endişe duyduğunu söyledi, acilen müzakere gerektiğine vurgu yaptı.

Birleşmiş Milletler Orta Doğu Barış Süreci Özel Koordinatörü Tor Wennesland ise “Yangını derhal söndürün, tam ölçekli bir savaşa doğru sürükleniyoruz.” ifadesini kullandı. Birlemiş Milletler Güvenlik Konseyi ise Doğu Kudüs ve Gazze’deki çatışmaların sonlanması için ortak çağrıda bulunmak istedi ancak ABD tarafından iki kez engellendi.

Kaynak: Anadolu Ajansı (AA), BBC, Euronews

 

ABD’NİN COVID-19 KARNESİ: IRKÇILIK PANDEMİDE TIRMANIYOR MU? (13.05.2021)

ABD’de ırkçılık hayatın hemen her alanında kendini hissettiriyor. George Floyd cinayetiyle büyük yankı bulan ırkçı polis şiddeti sürerken kurumsal ırkçılık şimdi de pandemide kendini göstermeye başladı. Araştırmalar, ABD’nin pandemiyle mücadelede beyazlara ayrıcalık tanırken siyahileri geri plana ittiğini gösteriyor.

The Southern Poverty Law Center’ın araştırmasına göre geçen yıl ABD ‘de aktif faaliyet gösteren nefret grubu sayısı 838. 2019’da 940 olan sayı 2018’de ise bin 20. Tahminler Covid-19 pandemisinin bu grupların aktif hareket etmesini zorlaştırdığı yönünde. Ancak ABD polisinin ırkçı şiddetiyle mücadelede edeceğine söz veren Biden yönetimi, salgınla mücadelede sınıfta kaldı.

Ülkedeki sosyal adaletsizlik pandemiyle daha fazla görünür hale geldi. ABD, salgına karşı aşılamada da ayrımcılık yoluna gidiyor. CNN’in yaptığı çalışmaya göre aşı kapsamına alınan beyazlarının oranı, siyahi ve Latinlere göre iki kat daha fazla.  Çalışmanın yapıldığı 14 eyalette beyazların yüzde 4’ü, siyahilerin yüzde 1,9’u ve Latinlerin yüzde 1,8’inin aşılandığı açıklandı. Teksas’ta beyazların yüzde 51’i aşılanırken siyahiler vakaların yüzde 35’ini ve ölümlerin yüzde 39’unu oluşturuyor.

USA Centers for Disease Control and Prevention’ın araştırmasına göre de siyahi ve Latin Amerikalıların beyazlara göre Covid-19 kaynaklı ölüm oranı 3, hastaneye kaldırılma oranları ise 4 kat fazla. Buna siyahilerin daha az sağlıklı gıda tüketmesi ve hava kirliliğine daha fazla maruz kalan bölgelerde yaşamaları neden olarak gösteriliyor.

Washington DC Sağlık Bakanlığı Direktörü LaQuandra Nesbitt ise eyaletteki adaletsiz dağıtıma müdahale edip kırılgan siyahi nüfusa ulaşacaklarını belirtti. Ancak yasalar ve siyasi muhalefet buna izin verecek gibi görünmüyor.

Kaynak: The Southern Poverty Law Center, Centers for Disease Control and Prevention, CNN

 

Hazırlayan: Gizem GÜVEN

TUİÇ Akademi İçerik Editörü

Çin’in Uygur Türklerine Karşı Uyguladığı Asimilasyon Politikalarına Türk Kamuoyunun Gösterdiği Reaksiyon

ÖZET

1949 yılında Çin Devletinin almış olduğu karar sonucu Doğu Türkistan Özerk Bölgesinin hakları gasp edilmeye başlanmış ve uygulanan toprak reformları sonucunda Doğu Türkistan halkının elinde bulunan topraklar kooperatifleşmiştir. 1950’leri takip eden yıllarda Çin Hükümeti baskıları arttırmış bölgeyi insanlık dışı baskılar sonucunda Çinlileştirmeye başlamıştır.

 Çin’in yıllarca yapmış olduğu baskılara rağmen milli kimliklerini korumayı başarmış Uygur Türkleri, bugün maalesef bütün dünyanın gözü önünde yok olmaktadır. Çin, toplama kamplarına aldığı milyonlarca Uygur Türkü’nü sindirmeye başlamış ve bu uygulamalarında kısmen de olsa başarı sağlamıştır. İnsan haklarının bütünüyle ihlal edildiği Doğu Türkistan’da yapılan uygulamalar en nihayetinde soykırım derecesine ulaşmıştır. Dünyanın birçok ülkesinde kamuoyu oluşturmaya çalışan Uygur Türkleri, Doğu Türkistan’da yaşanılan olayları dünyanın gündemine taşımayı başarmıştır. ABD ve bazı batılı ülkeler Çin’e tepki göstermişlerdir. Fakat İslam ve Türk devletleri gereken toplumsal/siyasi reaksiyonu gösterememiştir. Doğu Türkistan’da olup bitenlerin önemli olduğu inancı ile hazırlanan bu çalışmada Çin’in Doğu Türkistan’daki asimilasyon politikalarına bakılmış ve bu durumun Türkiye’deki yansımaları, internet üzerinden yürütülen ve 1.000 kişinin katıldığı anket çalışması yoluyla detaylı şekilde incelenmiştir.

Araştırma yazısında üç temel soru üzerinde durulacaktır. Çin Devletinin Uygur Türklerine karşı uyguladığı asimilasyon politikalarının tarihsel gelişimi nedir? Türkiye Cumhuriyeti’nin Çin’in asimilasyon politikasına göstermiş olduğu tepkiler nelerdir? Türk kamuoyunun asimilasyon politikalarına karşı olan tutumu nasıldır?¹ soruları cevaplanacaktır.

Anahtar Kelimeler: Doğu Türkistan, Uygur Türkleri, Çin, asimilasyon, kamuoyu.

ABSTRACT:

In 1949, the Chinese state decided that the rights of the Eastern Turkistan Autonomous Region were taken into custody and the land that was held in the hands of the people of Eastern Turkistan was co-operative as a result of the territorial reforms. In the years following the 1950s, the Chinese government increased pressure and began to Chinese the region as a result of inhuman pressures. The Uygur Turks who have achieved protecting their national identity despite the pressures of China for years, are now unfortunately destroyed for all the world to see. China has begun assimilating millions of Uygur Turks it has taken to concentration camps and has achieved some success in this political implementation. The implementations in East Turkistan, where human rights are completely violated, ultimately reached the degree of genocide. Trying to create public opinion in many countries around the world, the Turks of Uygur have managed to present the events of Eastern Turkistan to the agenda of the world. The United States and some Western countries have reacted to China. But the Islamic and Turkish states have not shown the required social/political reaction. In this study, prepared with the belief that what is happening in Eastern Turkistan is important, China’s assimilation policies in East Turkistan have been looked at and the resembles of this situation in Turkey have been detailed through the survey conducted online and attended by 1.000 people.

This study will focus on three key questions. What is the historical development of the assimilation policies of the Chinese state against the Uygur Turks? What are the reactions the Republic of Turkey has shown to China’s assimilation policy? What is the attitude of the republic of Turkish against the assimilation policies? the questions will be answered.

Keywords: East Turkistan, Uygur Turks, China, asimilation, public opinion. 

1. Çin Devletinin Uygur Türklerine Karşı Uyguladığı Asimilasyon Politikalarının Tarihsel Gelişimi

Doğu Türkistan’da yaşanan asimilasyon politikalarının başlangıcı net olarak ifade edilemese de 26 Eylül 1949’da Doğu Türkistan’ın Komünist Çin yönetimi tarafından işgali ile Çin’in asimilasyon politikaları da sistematik bir hâl almıştır. Doğu Türkistan işgal edildiği ilk günden itibaren Çin yönetiminin şiddetle artan asimilasyon politikaları hâlâ devam etmektedir. Çin’in asimilasyon politikaları incelendiği zaman acımasızlığı kadar dikkat çeken başka bir öğe de Birleşmiş Milletler (BM) ve birçok dünya devletinin tepkilerine rağmen politikalarından hiçbir zaman geri adım atmamasıdır. Her geçen gün vahşetin dozajını arttırmış ve günün sonunda doğumuna birkaç hafta kalan annelere, çocuğun ve annenin öleceğini bilerek, zorunlu kürtaj yapma noktasına getirmiştir. Günümüzde Doğu Türkistan’da yaşanan hadiselerin nasıl bu noktaya geldiğini anlamak için öncelikle meselenin tarihsel sürecini incelemek gerekir. Çin yönetimi Doğu Türkistan topraklarında 1964-1996 yılları arasında yaklaşık 50 nükleer deneme yapmıştır. Bu nükleer denemeler gerek atmosferde gerekse yeraltında gerçekleştirilmiştir. Çin’in nükleer saha olarak kullandığı Doğu Türkistan topraklarında yapılan nükleer denemelerin negatif sonuçları uluslararası sağlık kuruluşları tarafından kanıtlanmıştır. Nevada-Semey teşkilatının verdiği bilgiler doğrultusunda Doğu Türkistan’da nükleer denemelerin sonucunda 210.000 insan hayatı son bulmuştur. Nükleer denemeler sonucunda Doğu Türkistan da yaşayan nüfusun %10 u akciğer, karaciğer ve deri kanseri hastalıklarına yakalanmıştır. Ayrıca Doğu Türkistan’da 1975-1985 yılları arasında lösemi hastalığı 7 kat artmıştır. Kadınların ise %70’i rahim kanseridir. 1970 yılına kadar Doğu Türkistan’da insan ömrü 65 yaş kadarken bugün bu rakam 40-45’e kadar düşmüştür. 12 Eylül 1990’da 18 bin Uygur kadını zorla kısırlaştırılmıştır (Türköz, 2010: s. 164-165). 1 Ekim 1995’te ayrılıkçı oldukları gerekçesiyle 19 kişi idam edilmiştir (Türköz, 2010: s.62). 9 Ağustos 1999- 25 Eylül 1999’da Gülce’de insan hakları adına düzenlenen barışçıl gösterilere Çin hükümetinin sert müdahalesi sonucu gerilim yükselmiş ve sonrasında protestolara katıldığı iddia edilen 29 kişinin Çin tarafından idamı gerçekleştirilmiştir. 9 Ağustos 1999’da Hoten şehrinin Karakaş kasabasında 71 kişi tutuklanmış ve 2 kişi öldürülmüştür. 1999-2000 arasında 917 kişi “bölücü, dinci, terörist” suçlamasıyla gözaltına alınmış ve tutuklananların bir kısmı hapishanede işkence sonucu öldürülmüştür. 8 Eylül 1999’da Uygur Türklerinin evlerinde Kur’an-ı Kerim bulundurması yasaklanmış ve evlerde bulunan Kuran-ı Kerimler ise toplatılmıştır (Kul, 2019: s. 38-39). 11 Eylül 2001’de, ABD’de yaşanan terör saldırısının ardından dünyada gelişen terörizm karşıtlığı sonucunda Çin de Uygur Türklerine uyguladığı asimilasyon çalışmalarına meşruiyet kazandırmaya çalışmıştır. Çin, Uygur Türklerini terörist olarak tanımlamış ve dünya devletleri ile karşılıklı olarak imzalanan “Suçluların İadesi Antlaşması”2 kapsamında Uygur Türklerinin Çin’e iadesini talep etmiştir (Sahraoğlu, 2021: s.18). Uygur Türklerinin Çin yönetimi tarafından terörist ilan edilmesi ve toplama kamplarına alınması için ülkemizin de içerisinde bulunduğu 26 ülkeyi3 ziyaret etmek, yurtdışından bir akrabası ile telefon görüşmesi yapmak, telefonlarında İslami ve Türk figürleri (Ezan, ayet resmi, bayrak resmi, Kur’an-ı Kerim dinletisi vb.) bulundurmak yeterlidir. 1 Eylül 2002’den itibaren Uygur Yüksekokullarında Uygur Türkçesi ile yapılan eğitimler yasaklandı ve yerini Çince eğitim aldı. 5 Temmuz 2009 tarihinde Uygur’da Çin Komünist Partisi tarafından Urumçi katliamı gerçekleştirildi ve katliamda 1000’den fazla insan hayatını kaybetti (Kul, 2019: s. 37). Urumçi katliamı ile ilgili olarak Dünya Uygur Kongresi lideri Rabia Kadir ise Washington’da yaptığı açıklamada, “Edindiğimiz bilgilere göre ölü sayısı 1000’in üzerinde, kimileri de 3 bin rakamını telaffuz ediyor” demiştir (Yeniçağ Gazetesi, 2020).

Günümüzde Doğu Türkistan’da Çin yönetiminin güvenlikleştirme politikaları doğrultusunda bölgede bütün araçlara GPS takılmış ayrıca yüz tanıma sistemleri, DNA örneği, ses kaydı ve üç boyutlu imaj gibi biometrik veriler Çin Hükümeti tarafından toplanmıştır (Bonnenfant vd. 2020: s.116). Organ ticaretinin devlet eliyle yapıldığı Çin’de yılda 100 bin kişinin organının çalındığı, bu organların ekseriyetle toplama kamplarındaki insanlardan alındığı ve Çin’in organ ticaretinden yaklaşık 1 milyar dolar gelir elde ettiği belirtilmektedir. Çin Hükümetinin 2016 yılında aldığı karar sonucu yeni doğan Uygur Türkü çocuklara Muhammed, Arafat, İslam, Türkzat gibi İslam ve Türklüğü çağrıştıran isimlerin verilmesi yasaklanmıştır. Çin’in aldığı bir başka karar ise marketlerde “helal” sertifikasını kullanılmasını yasaklamak olmuştur. Bununla beraber Müslümanlar için helal nitelikte olan et çeşitleri şarküterilerde domuz eti ile birlikte satılma zorunluluğu getirilmiştir (İnsamer, 2020). Doğu Türkistan bölgesinde Çin yönetiminin milli kültürü yok etmek adına da çalışmaları olmuştur. Milli kültürün en büyük koruyucusu olan hafıza mekânları, Çin hükümeti tarafından her geçen gün hızlıca yok edilmektedir. Çin, Doğu Türkistan’ın işgalinden bu yana on binlerce cami, hamam, han, medrese, köprü, kabristan, türbe gibi yapıları yıkmıştır ve yıkmaya devam etmektedir. Çin Hükümeti sadece son dört yıl içirişinde 8.500 dini yapıyı yok etmiştir (Yaltırık 2020: s. 2). 2017 itibari ile Çin hükümetinin inkâr ettiği toplama kamplarının görüntüleri ortaya çıkmıştır. Uluslararası kuruluşların raporlarına göre bugün 1 milyon Uygur Türkü ve diğer azınlıklar toplama kamplarında tutulmaktadır. Bu rakam ABD Savunma Bakanlığı Asya üst düzey yetkilisi Randall Schriver’a göre 3 milyona yakın olarak aktarmıştır (Euronews, 2019). Çin toplama kamplarını “eğitim kampı” olarak ifade etse de işin aslı öyle değildir. Toplama kamplarından çıkarılan kişilerin ifadelerinde toplu tecavüze uğradıklarını ve çeşitli işkencelere maruz kaldıkları aktarılmıştır. Çin’in işkence uygulamalarının bazıları şu şekildedir: Başlarından elektrik akımı vermek, başlarını ve ayaklarını farklı makinalara bağlayarak ters istikametlere çekmek, kızgın demiri vücuda dağlamak, vücut üzerine kızgın yağ dökmek, vücudun çeşitli yerlerine çivi çakmak, cinsi organın içine domuz kılı sokmak, fecre kızgın demir sokmak, parmaklarından duvara çivilenmek, zincirlere vurularak saatlerce asılı halde bırakılmak, buz bloklarının üzerine çıplak şekilde yatırılmak, başın ve vücudun derisinin yüzmek, vücudu keskin uçlu taraklarla taramak, ağız ve burun deliklerinden çeşitli kimyasallar salmak (Serdengeçti, 2018: s.49 ). Tüm bu yaşanan vahşetle beraber Çin “Aile Olmak” adındaki program kapsamında Uygur’da Müslüman kadınların evine Çinli erkekleri yerleştirmiş, insanlara yaptığı zulümler yetmezmiş gibi namuslarına da el uzatmıştır (Yılmaz, 2020: s.117). ÇKP Sincan Uygur Özerk Bölgesi Komitesi’nin resmi yayın organı “Sincan Günlüğü” gazetesinin haberine göre, geçen yılın 11 ayında toplam 1 milyon 120 bin resmi görevli bölgedeki her etnik kökenden 1 milyon 690 bin ailenin evlerinde kaldı (Euronews). Çin Hükümetinin Uygur Türkleri üzerinde uyguladığı asimilasyon politikalarını şu şekilde özetleyebiliriz: Türkçe eğitim dilinin yasaklanması, Türkiye ve Türki Cumhuriyetlerde eğitim gören Uygur Türkü öğrencilerin ve ailelerinin tutuklanması, Uygur Türklerinin toplama kampına alınması, Uygur Türkü kadınların evlerine Çinli erkeklerin yerleştirilmesi, çok düşük ücretlere fabrikalarda zorunlu şekilde çalıştırılması, yüzlerce yıllık Uygur eserlerinin yıkılması veya tahrip edilmesi, Uygur aktivistlerinin mahkum edilmeleri veya saldırılara uğramaları, dünya kamuoyunda Uygur Türklerinin terör örgütleri ile iltisaklı gösterilmesi, Çin Hükümeti’nin Uygur Özerk Bölgesinde nükleer denemeler yapması, yetkililer tarafından Uygur Türkü kadınların taciz/tecavüze uğramaları gibi insanlık onur hak ve hürriyetini ihlal eden uygulamalarda bulunmuştur ve bulunmaya da devam etmektedir. 

2. Türkiye Cumhuriyeti’nin Çin’in Asimilasyon Politikasına Göstermiş Olduğu Tepkiler (1991-2021)

Kasım 1991’de Türkiye, Doğu Türkistan’a en somut desteğini vermiştir. Bu tarihte Doğu Türkistan liderlerinden Alptekin, yeni seçilen Başbakan Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ile Anavatan Partisi (ANAP) Genel Başkanı Mesut Yılmaz, Refah Partisi (RP) Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) Genel Başkanı Alpaslan Türkeş ve bazı milletvekilleriyle görüştü. Bu görüşmeler sırasında Başbakan Demirel, Başbakan Yardımcısı İnönü ile parti başkanları ve milletvekilleri, Çin’in Doğu Türkistan’daki çalışmalarının karşısında duracağını, konuyu Birleşmiş Milletler (BM) ve diğer uluslararası kuruluşlarda gündeme getireceklerini ifade ettiler. Mart 1992’de Cumhurbaşkanı Turgut Özal İstanbul’da Alptekin ile görüşme gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanı Özal, Sovyet yönetimi altındaki Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığını ilan etmesinden sonra sıranın Doğu Türkistan’a geldiğini söyledi. Özal, Türklerin bu eski anavatanını bağımsız bir ülke olarak görmek arzusunda olduğunu da ifade etti. Cumhurbaşkanının bu açık desteği Doğu Türkistanlıları oldukça memnun etmiştir. Özal bu desteğini ölene dek sürdürmüştür. Bu yüzden Özal’ın ölüm yıldönümündeki anma toplantısına davet edilen Alptekin, eski cumhurbaşkanının Doğu Türkistan’ın faal bir destekçisi olduğunu söylemiştir. Temmuz 1994’te İsa Yusuf Alptekin muhalefet partilerinden ANAP Başkanı Mesut Yılmaz, RP Başkanı Necmettin Erbakan ve Demokratik Sol Parti (DSP) Başkanı Bülent Ecevit ile Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Hüsamettin Cindoruk ile görüşmüş ve onlara Türkiye’nin yeni bağımsız Türk Cumhuriyetleri ile birlikte Doğu Türkistan sorununa yönelik ortak bir strateji belirlemeleri gerektiğini söylemiştir. Görüşmede siyasi liderler Alptekin’e Türkiye’nin Doğu Türkistan’ın değişik sebeplerden ötürü bugüne kadar ihmal ettiğini ancak şimdi bu soruna eğilmenin zamanının geldiğini söylemişlerdir. Ekim 1994’te İzmir’de Cumhurbaşkanı Demirel’in ev sahipliğinde düzenlenen Dünya Türkleri Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği İkinci Konferansı’na Alptekin de çağrıldı. Alptekin’in bu konferansa davet edilmesi, Türkiye’nin Doğu Türkistan politikasında o tarihlerde henüz bir değişim olmadığını göstermektedir. Üst düzey devlet yöneticileri ve siyasi parti başkanları tarafından Doğu Türkistan’a verilen destek yerel yöneticiler ile devam etmiştir. Kahramanmaraş Valiliği konferans vermesi için Alptekin’i kente davet etmiştir. Vali Aslan Yıldırım, Alptekin’i aralarında görmekten son derece mutlu olduklarını belirtmiştir. Dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “İsa Yusuf Alptekin” adlı parkın açılışı gerçekleştirilmiştir. Recep Tayyip Erdoğan parkın ismini memnuniyet ile karşılamış ve yaptığı konuşmada İsa Yusuf Alptekin’in sadece Türkistan bölgesi için değil aynı zamanda bütün Türk halkı için de faydalı olduğunu belirtmiştir. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakanı Tansu Çiller ve Meclis Başkanı Mustafa Kalemli tebriklerini ilettiler. Çin Başkonsolosluğu bu olaya tepki göstermiş ve bu durumu Çin’in iç politikasına karışmak olarak açıklamıştır. Bu açıklamanın ardından Türk yöneticiler Türkiye’de yerel yöneticilerin halkın iradesiyle görece geldiklerini belirterek iktidarın yerel yönetime karışamadığını söylemiştir. Aynı zaman diliminde Türkiye içinde Konya, Kayseri, Kahramanmaraş gibi şehirlerde de bazı parkların ismi Alptekin olarak değiştirilmiştir. Çin’in Türkiye temsilcisi Wu Koming şikayetlerini dile getirmiş ve şehir yöneticileri ile doğrudan görüşmek için yola koyulmuştur. Wu Koming Kayseri şehrine gitmiş ve orada yaşayan Uygur Türkleri tepkilerini sert bir şekilde göstermişlerdir. Belediye Başkanı ve Vali kamuoyunun bu tepkileri üzerine Çin temsilcisi ile iletişime geçmeyi kabul etmemişlerdir. Konya da ise Vali ile görüşme yapan Koming, parkın isminin Alptekin koyulmasından dolayı şikayetlerini dile getirmiş ve ismin değiştirilmesini istediğini ifade etmiştir. Aksi takdirde Çin ile Türkiye ilişkilerinin kötüye gideceğini belirtmiştir. Konya Valisi ise cevap olarak Belediye Başkanlarını aldığı kararlara hukuken müdahale edemeyeceğini ifade etmiş ve böylece Koming’in söylemlerini yerine getirmemek için kendine meşru zemin sağlamıştır. 30 Eylül – 2 Ekim 1995 tarihinde Süleyman Demirel Dünya Türkleri Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Üçüncü Konferansının açılış konuşmasında “Çin Seddi ve Balkanlar arasında 200 milyon Türkçe konuşan halkın yaşadığı tarihi bir gerçektir. Yüzyıllar boyunca aynı ortak tarihi, dili ve kültürü paylaşan Türk halkları birbirinden uzak tutuldu. Onlardan bazıları şimdi bağımsızlığını kazandı, bazıları yarı bağımsız durumda ve bazıları ise hala yabancı egemenliği altında yaşıyorlar.” ifadelerini kullanmıştır. Konferansta ayrıca Doğu Türkistan heyetinin ülke olarak Türk Dünyası Konferansı’nda temsil edilme isteği kabul edildi. Türk Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı bu yöndeki tavırlarını açık bir şekilde ortaya koymuşlardır. Çin’in yoğun diplomatik çalışmaları sonucunda Dışişleri Bakanlığı, İsa Yusuf Alptekin’in adını taşıyan parkın kapatılmasını, Doğu Türkistan bayrağının indirilmesini ve Doğu Türkistan Şehitleri Anıtı’nın yıkılmasını istedi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Erdoğan, parkın adının değiştirilmesinin sadece Türkiye’nin değil, tüm dünya Türklerinin aşağılanması anlamına geleceğini söyledi. Bazı milletvekilleri ve gazeteciler başkalarının kendi içişlerine müdahale edilmesini istemeyen Çin’i, Türkiye’nin içişlerine karışmakla suçladılar. Ancak Çin’in yoğun baskısı sonuç vermiş ve parkın adı değiştirilmiştir. Yine Çin’in Türkiye üzerindeki baskıları sonucunda Türk yetkililer, 1996 yılından itibaren Çin karşıtı gösteri yapmayı planlayan İstanbul’daki Doğu Türkistan kuruluşları hakkında soruşturma başlattı ve Türkiye’den sığınma hakkı isteyen 13 Uygur aydınından ülkeyi terk etmelerini istedi. Ayrıca Türk vatandaşlığı için başvuru yapan 150 Uygur’a herhangi bir olumlu cevap verilmedi. Haziran 1996’da İstanbul’da düzenlenen BM HABITAT II Konferansı’nda Uygur Türkleri de stant açmıştır. Doğu Türkistanlılar düzenledikleri etkinliklerle Türk ve dünya kamuoyunun ilgisini çekmeyi başarmışlardır. Haziran 1996’da Bakanlar Kurulu Çin’in gerçekleştirdiği nükleer denemesini “hayal kırıklığına uğradık ifadesiyle” kınamıştır. Böylece Türkiye ilk defa Çin’in Doğu Türkistan’da gerçekleştirdiği nükleer denemelere tepki göstermiştir. Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan üst düzey bir yetkili Türkiye’nin Çin ile iyi ilişkiler geliştirmek istediğini ve Şincan bölgesindeki ayrılıkçı hareketlere destek vermediklerini açıkladı. Şubat 1997’de Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan, Çin’in Yining kentinde yaptığı katliamı resmi olarak kınamıştır. Tayan ayrıca bölgedeki Uygur Türkleri ile olan beraberliğimizi vurgulamıştır. Çin tarafından “Türkiye’nin Çin’in iç işlerine karışmaması gerekmektedir” şeklinde açıklama gelmiştir. Şubat 1998’de İstanbul Valiliği Doğu Türkistan Göçmenler Derneği’nin Şişli’de düzenleyeceği yürüyüşe izin vermedi. Mayıs 1998’de Çin’i ziyaret eden dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit, Çin Cumhurbaşkanı Jiang Zemin ile de görüştü. Daha çok ekonomik ağırlıklı konuların görüşüldüğü toplantıda Ecevit ayrıca Uygurlara destek için Türkiye’de yapılan gösteriler ile ilgili olarak uyarıldı. Ecevit’in şu sözleri Ankara’nın şimdiki Çin politikasını iyi özetlemektedir: “Türk halkı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Çin’in bütünlüğüne çok büyük önem verdiğini belirttim. Şunu da eklemek isterim ki, kanımca Türkiye’de bazı çevreler marjinal gruplar halinde olsa da bu konuyu gündemde tutacak olurlarsa, Sincan’daki Müslümanlar güç durumda kalabilirler. Şimdi bildiğim kadar, Çin geniş ekonomik olanakları bulunan o bölgenin de kalkınması için bazı hazırlıklar yapıyor. Eğer siyasi sorun olmaya devam ederse, tavırları sertleşebilir. Onun için bu konuda Çinlilerin hassasiyetini göz önünde tutmak gerekir.” Şubat 1999’da Başbakanlık, Türkiye ve Çin arasında ciddi sorun yaratan Şincan Uygur Özerk Bölgesi ile ilgili gizli bir genelge yayınladı Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde devletin tüm birimlerine gönderilen genelgede, bu bölgenin Çin’in toprak bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gerektiğine işaret edilerek, Doğu Türkistan adına faaliyet gösteren vakıf ve derneklerin toplantılarına herhangi bir bakan veya devlet görevlisinin kesinlikle katılmaması istendi. Yine Ekim 1999’da İstanbul’da gerçekleştirilen operasyonlarda, Doğu Türkistan Kurtuluş Örgütü üyesi oldukları belirlenen ve Çin hedeflerine karşı saldırılarla ilişkisi bulunan 10 kişi yakalandı. Çin Cumhurbaşkanı Jiang Zemin’in Nisan 2000’deki Türkiye ziyareti ile Ankara-Pekin ilişkileri yeni bir eksene oturdu. 1996’dan sonra Ankara’nın takip etmeye çalıştığı Çin ile iyi ilişkiler kurma politikası, bu ziyaretle birlikte doruk noktaya ulaşmıştır. Üç gün süren ziyaret sırasında ekonomi, enerji ve siyasi konularda anlaşmalar imzalandı. Ortak bildiride ise “insan haklarına, toprak bütünlüğüne, içişlerine saygı duyulması, küreselleşme ve siyasi çok kutupluluk kapsamında bunalımların engellenmesine katkıda bulunulması, silahların kontrolü, silahsızlanmada eşgüdüm içinde olma, terörizm, ayrılıkçılık ve dinsel fanatizme karşı ortak mücadele yürütülmesi” konularında uzlaşmaya varılmıştır. Anlaşmalardan çıkan genel sonuca göre, Ankara Çin’den elde edeceği ekonomik ayrıcalıklar ve uluslararası alanda siyasi destek karşılığında Doğu Türkistan sorununu Pekin’in lehine çözmüştür. Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerinin Çin yönetimine karşı yapacağı her türlü faaliyet ortak bildirgede terörizm, ayrılıkçılık ve dinsel fanatizm düzeyine indirgenmiştir. Gerçi Ankara, Doğu Türkistan’daki Türklere yönelik insan hakları ihlallerinin içişlerine müdahale olarak görülemeyeceği mesajını da Pekin’e açıkça vermiştir. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel iki ülke ilişkilerinde Uygurların önemini vurgulayarak “İçişlerine karışmamız söz konusu değil. Bizim Uygur Türkleri ile dil, din ve akrabalık bağlarımız var. Ancak huzur ve refah içinde yaşamalarını istiyoruz. Bu insanlar ülkelerimiz arasında birer dostluk köprüsüdür.” demiştir (Çolakoğlu, 2000). Türkiye Cumhuriyeti tarafından Çin Cumhurbaşkanı Zemin’e Devlet Liyakat Nişanı verilmesi Türk siyasetinde tartışma konusu olmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi’nin koalisyon hükümetindeki bakanları Çin’in Doğu Türkistan’daki zulmüne karşın Zemin’e Devlet Liyakat Nişanı verilmesine tepki göstermişlerdir. Milliyetçi Hareket Partisi ile beraber Büyük Birlik Partisi ve Fazilet Partisi de tepki göstermiştir (Yeni Şafak, 2020). 25 Mayıs – 8 Haziran 2002 tarihlerinde Devlet Bahçeli Başbakan Yardımcısı sıfatı ile Doğu Türkistan’ı ziyaret etmiştir. Bu ziyaret Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğu Türkistan’a yapmış olduğu ilk resmi ziyarettir (Independent Türkiye, 2020). 2009 Urumçi Katliamı’nın akabinde AK Parti ve MHP grubuna mensup milletvekilleri Türkiye – Çin Parlamentolar arası dostluk gurubundan istifa ederek Çin’e tepki göstermişlerdir (Kartal, 2019). 24 Haziran 2009 tarihinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, MHP İstanbul Milletvekili Meral Akşener gibi üst düzey yetkililer tarafından Doğu Türkistan ziyaret edilmiştir (Yeni Şafak, 2009).

Görsel 1. 22-27. Dönem Milletvekillerinin Parti bazında Doğu Türkistan Söylemleri (Kartal, 2019)

11 Temmuz 2009 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan; “Yüzlerce insanın öldürüldüğü ve bini aşkın insanın yaralı olduğu bir olayı, adeta bir soykırımı herhalde başka bir kelime ifade etmez. Bunu hem bir soydaş olarak hem aynı değerleri paylaşan insanlar olarak söylemek durumundayız. Bir taraftan evrensel değerleri konuşacağız, insan haklarını konuşacağız, öbür taraftan bunlara seyirci kalacağız; bu olacak iş değil.” (Milliyet, 2009)

29 Ekim 2010 tarihinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Doğu Türkistan’a ziyarette bulunmuştur (Milliyet, 2010).

Nisan 2012 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Doğu Türkistan’a ziyarette bulundu. Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğu Türkistan’a ziyarette bulunan ilk başbakanı olması açısından önemli bir ziyarettir (Aljazeraa, 2012). 14 Ocak 2015 tarihinde Başbakan Ahmet Davutoğlu Berlin’de Dünya Uygur Kurultayı Genel Sekreteri Dolkun İsa başkanlığındaki heyeti kabul etti (Dünya Uygur Kongresi, 2015). 04 Temmuz 2019 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Şi Cinping ile yaptığı görüşmede Doğu Türkistan’a bir heyet gönderilmesi konusunda anlaştıklarını aktardı (Yeniakit, 2019). Türkiye’nin 2018 yılı dış politikasını değerlendiren Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu katıldığı basın toplantısında: Çin yönetiminin Sincan bölgesinde yaşayan Uygurlara baskı uyguladığına yönelik bir soruyu yanıtlayan Çavuşoğlu şunları ifade etti: “Biz Uygur ve Sincan konusunda hassasiyetimizi her zaman koruduk, koruyoruz. Temaslarımızda bunu da gündeme getiriyoruz. Bu meseleyi hem Çin ile ikili düzeyde hem de uluslararası platformda takip ediyoruz. Cumhurbaşkanımız ziyaretlerinde o bölgeye de gitti. En son gittiğimizde sadece Uygurlarla değil Çin’deki 30 milyon Müslümanın temsilcileriyle de görüştü. Kendilerini dinledi, sohbet etti. Esasen genel anlamda bir şikayetlerinin olmadığını söylüyorlar ama Sincan bölgesindeki sorunları da biliyoruz.” dedi. Bu konuda çok fazla bilgi kirliliği ve manipülasyon yapıldığını belirten Çavuşoğlu, “Buradaki gelişmeleri abartıp manipülasyona dönüştürenler ile ‘Türkiye bir şey yapmadı’ diyenler aynı kişilerdir. ‘Burada hiçbir şey olmuyor’ demiyoruz. Ama burada çok ciddi bir bilgi kirliliği, manipülasyon da var. Teröristlerle masum insanları çok iyi ayırmak gerekiyor. Çin’e de söylediğimiz budur. Uygur bölgesinde bir terörist varsa DEAŞ’a katıldıysa o da teröristtir. Ama ‘Oradan şu sayıda yabancı terörist savaşçı geldi, dolayısıyla tüm Uygurlar teröristtir anlayışına da karşıyız. BM kararları çerçevesinde uluslararası toplumla bu süreci yakından takip ediyoruz.” diye konuştu (Habertürk, 2018). Türkiye’nin 2020 yılı dış politikasını değerlendiren Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu; 2017’de Çin ile karşılıklı olarak imzalanan suçluların iadesi anlaşması hakkında “Uygur Türkleri Çin’e teslim edilecek şeklinde algılamak doğru değil” dedi. Anlaşmanın Uygur Türklerine yönelik olmadığını, rutin bir anlaşma olduğunu belirtti. Çavuşoğlu; “Teröristlerle masum insanlar arasında ayrım yapılması gerektiğini söylüyoruz. Aynı şekilde, bunun suistimal edilmemesi gerektiğini de söylüyoruz. Herkese söylüyoruz Çin’e de diğerlerine de. Yani terörle mücadele bahanesiyle masum insanlara zulmetmeyi biz kabul etmeyiz” şeklinde açıklamalarda bulundu (Doğu Türkistan Maarif Derneği, 2020). 14 Ocak 2021 tarihinde AKP sözcüsü Ömer Çelik Çin-Türkiye arasında imzalanan suçluların iadesi anlaşmasını değerlendirirken şu ifadeleri kullanmıştır “Bu tartışmayı takip ediyorum. Bu anlaşma gündeme getirilerek sanki Türkiye alelade bir şekilde, kuralsız bir şekilde Uygur Türklerine karşı bir tutum alıyormuş gibisinden ahlaka, vicdana ve gerçeklere sığmayan propaganda yapılıyor. Bunu izliyorum, sosyal medyada da görüyorum. Birincisi, bu anlaşma pek çok ülkeyle yaptığımız, olağan, uluslararası hukuka uygun bir suçluların iadesi anlaşmasıdır. Çin tarafı bunu onaylamıştır. Bizim bu şekilde kaç ülkeyle anlaşmamız var? 32 ülkeyle anlaşmamız var. Türkiye tarafında da bu anlaşmada tabii ki yüce Meclis karar merciidir. Bu 32 ülkeyle yaptığımız gibisinden bir, Suçluların iadesiyle ilgili bir anlaşmadır. Böyle Uygur Türklerine karşı, Uygur Türkü kardeşlerimizle ilgili bir anlaşma gibi sunulması son derece yanlıştır. Bu suçluların iadesi ile ilgili bir anlaşmadır. Şunu unutmamak gerekir ki bu tip uluslararası anlaşmalar zaten standart bir şekilde gerçekleştiriliyor. Burada tabi hükümetimizin Uygur Türkleri ile ilgili politikasını eleştirmeye dönük olarak bu şekilde bir yanlış bilgi veriyorlar. Buradaki tutumumuz bellidir. Biz soydaşlarımızın, dindaşlarımızın dillerinin, kimliklerinin, tarihi miraslarının, insan haklarına ve uluslararası hukuka uygun bir şekilde dünyanın her yerine korunması gerektiğini söylüyoruz. Bu konularda da Çin makamlarıyla konuşuyoruz, takın temas içerisindeyiz. Yani burada Uygur Türklerine karşı bir olumsuz tutum söz konusu olduğunda buna karşı susmamız, görmezden gelmemiz ya da bununla ilgilenmiyormuşuz gibi tutum asla söz konusu değildir. Daha önce de burada açıklama yaptım bununla ilgili. Bu konudaki hassasiyetimizi Çin makamlarıyla paylaşıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Çin’in egemenliğine ve tek Çin politikasına saygı duymaktadır. Dünyanın her yerindeki ülkelerin terörle mücadelesinde tabi ki saygı duyuyoruz. Ama burada Uygur Türklerine dönük ihlaller, oradan yansıyan görüntüler, oradan bize ulaşan mesajlar aslında baktığımızda da hem tutumumuzu hem de bu konularla ilgili beraber çalışma arzumuzu Çin makamlarıyla da paylaşıyoruz, paylaşmaya devam ediyoruz. Bu konudaki çalışmalarımızı da devam ettiriyoruz. Kendileri bize bununla ilgili olarak açıklamalarını geçmişte partimize ilettiler. Benim açıklamalarım üzerine oradan bir açıklama geldi. Biz de cevabi bir mektup yazdık, kendi açıklamamızın arkasında durduğumuzu gösteren ve bu konuda daha çok diyaloga açık olduğumuzu ifade eden. O anlaşmanın bu şekilde yorumlanması çok yanlış bir değerlendirme olur.” (Mepanews, 2020).

3. Türk Kamuoyunun Çin’in Asimilasyın Politikalarına Karşı Olan Tutumunun anket Çalışması Verileri Işığında Değrlendirilmesi 

“Türk kamuoyunun Çin’in asimilasyon politikalarına karşı olan tutumu” başlıklı anket 03.02.2021 – 07.03.2021 tarihleri arasında, 1000 kişinin katılımıyla Google formlar üzerinden düzenlenmiştir. Ankette 22 soru sorulmuştur. Hiçbir soruya cevaplama zorunluluğu getirilmemiştir. Katılımcılar bazı soruları yanıtlamak istememiştir bu yüzden cevaplama sayıları sorularda farklılık göstermektedir. Verilen cevapların hepsi titizlikle incelenip, çelişkili cevap verenler makaleye dâhil edilmemiştir.

Grafik 1. Anket sonucundan yaptığımız çıkarıma göre ülkemizde Doğu Türkistan üzerine kamuoyu oluşmuş durumdadır. Türk kamuoyu Doğu Türkistan gerçeğinin farkındadır. Ülkemizde Doğu Türkistan aktivistlerinin ana akım medyada yer bulamamasına rağmen özellikle sosyal medya platformlarında ve katıldıkları online röportajlarda sesini duyurmayı başarmış, Türk kamuoyunun Doğu Türkistan meselesinden haberdar olmasını sağlamışlardır.

Grafik 2. 

  • Bu soruyu 6-7-8-9-10 şeklinde değerlendiren ve 2018 Türkiye Genel Seçimlerinde oy verdiği partiyi belirten “216” katılımcının oy dağılımı şu şekildedir: “96” AKP, “60” MHP, “17” CHP, “17” İYİ,”12” SP, “3” hdp,”10” VP, “1” BBP. Sonuçlardan anlaşılacağı üzere AKP ve MHP seçmeni diğer partilere oranla Doğu Türkistan meselesini yakından takip etmektedir.
  • Bu soruyu 6-7-8-9-10 şeklinde değerlendiren “448” katılımcının ideolojik olarak dağılımı şu şekildedir;”134” Milliyetçi-Muhafazakâr, ”88” Ülkücü-Milliyetçi-Turancı, “60” Muhafazakâr, “104” Milliyetçi-Muhafazakâr, “30” Atatürkçü-Kemalist, ”15” Liberal, “10” Sosyalizm-Komünizm, “7” diğer şeklindedir.
  • Bu soruyu 1-2-3-4-5 şeklinde değerlendiren ve ideolojik görüşünü belirten “169” katılımcının dağılımı şu şekildedir; “20” Ülkücü-Milliyetçi-Turancı, “42” Muhafazakâr, “52” Milliyetçi-Muhafazakâr, “23” Atatürkçü-Kemalist, “9” Liberal, “6” Feminizm, “6” komünizm.

Grafik 3.

  • Bu soruya “kesinlikle katılmıyorum/katılmıyorum” cevabını 40 kişi vermiştir. 2018 Türkiye genel seçimlerinde oy dağılımı şu şekildedir; 13 AKP, 8 VP, 8 Oy Kullanmadım, 4 MHP, 2 CHP, 2 HDP,1 İYİ.
  • “Kararsız” seçeneğini işaretleyen 33 kişidir. 2018 Türkiye genel seçimlerinde oy dağılımı şu şekildedir; 16 Oy Kullanmadım, 7 AKP, 6 CHP, 2 MHP, 1 VP, 1 İYİ.
  • Kesinlikle katılıyorum ve katılıyorum seçeneğini işaretleyen 410 kişinin 2018 Türkiye genel seçimlerindeki oy dağılımı şu şekildedir:146 AKP, 132 Oy Kullanmadım, 61 MHP, 31 CHP, 21 İYİ, 14 SP, 3 HDP, 2 VP.

Grafik 4. Çin Hükümetinin Doğu Türkistan’da başlatmış olduğu asimilasyon çalışmaları desteklenmemektedir. Çin’in etki ajanları ile çeşitli mecralarda yürüttüğü dezenformasyon çalışmalarına rağmen Türk kamuoyu Doğu Türkistan’da uygulanan asimilasyon çalışmalarının çok yüksek oranda karşısında durmaktadır.

Çin’in Doğu Türkistan’da uygulamış olduğu asimilasyon çalışmalarını destekleyen 24 katılımcının %50 si 2018 seçimlerinde oylarını Vatan Partisine kullanmışlardır. Vatan Partililerin tercihlerini bu şekilde kullanmalarında Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in Uygur Türklerini hedef alan açıklamaları etkili olmuştur. Doğu Perinçek katıldığı televizyon programlarında bu söylemi sıklıkla kullanmaktadır (Haber Global, Habertürk). 2020 yılında katıldığı televizyon programında toplama kamplarının aslında eğitim kampı olduğunu Çin Doğu Türkistan’da teröristlerle mücadele ettiğini dile getirmiştir.

Grafik 5.

  • Soruyu cevaplayan ve 2018 Türkiye Genel Seçimlerinde oy kullandıkları partiyi belirten “356” katılımcının oy dağılımları şu şekildedir: 181 AKP, 46 CHP, 29 İYİ, 3 HDP, 67 MHP, 155 oy kullanmadım, 18 SP, 12 VP.
  • 2018 Türkiye Genel Seçimlerinde AKP’ye oy veren 188 seçmenin 168’ i hükümetin Doğu Türkistan tutumu hakkında 0-1-2 şeklinde puanlamıştır.
  • Bu tablonun ortalaması 1,66 dır.

Grafik 6. Almanya’nın Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Christoph Heusgen’nın 39 ülke4 adına yayınladığı bildiride Çin’in Doğu Türkistan’da uyguladığı asimilasyon politikalarına dikkat çekmiştir. Fakat 39 ülkeden Bosna Hersek ve Arnavutluk hariç maalesef hiçbir İslam ülkesi bulunmamaktadır (Yeni Şafak). Bu durumun tam aksine Çin’in Doğu Türkistan’daki uygulamaları “terörizmle mücadele” şeklinde değerlendiren bildiriye 465 devletten destek gelmiştir (Euronews). Maalesef bu ülkelerin içinde birçok İslam Ülkesi de vardır. Türk kamuoyu bu durumun farkında olup tercihini çok yüksek oranda “0” şeklinde kullanmıştır.

 


Grafik 7-8. “Doğu Türkistan en çok şu partinin gündemindedir” sorusuna en çok yanıt sırasıyla; “150” katılımcı İYİ, “112” katılımcı AKP, ”80”katılımcı, MHP“, 15”katılımcı CHP yanıtını vermişlerdir.

Grafik 9. Katılımcıların ideolojik dağılımları grafikte açıkça gözükmektedir. Ülkücü-Milliyetçi-Turancı, Muhafazakâr, Muhafazakâr-Milliyetçi, Atatürkçü-Kemalist ideolojiye sahip katılımcılar diğer seçeneklere göre Doğu Türkistan meselesi üzerine daha yoğun bir şekilde ilgilenmektedir. 

Sonuç

Doğu Türkistan‘da yaşanılan asimilasyon çalışmalarını detaylı bir şekilde ele aldık. Anketten de anlaşılacağı üzere Doğu Türkistan Türk kamuoyunun gündemindedir. Fakat Türkiye Cumhuriyeti politika ve diploması açısından gerekli reaksiyonu gösterememiştir. Türkiye Cumhuriyeti, Uygur Türklerinin sesi olmak yerine Uygur Türklerini ABD ve batılı ülkelerde çare aramaya itmiştir. Uluslararası çıkar ve menfaatler gözetilerek Çin ile karşılıklı bir diyalog sürecine girip Doğu Türkistan meselesini en hızlı şekilde çözüme kavuşturmak her iki ülkenin de çıkarınadır. Bununla beraber Çin ile Türkiye Cumhuriyeti’nin okyanus ötesi dezenformasyon çalışmalarını göz ardı ederek Uygur gerçeği üzerinde durması gerekmektedir. Türkiye’nin Çin ile girdiği diyalog diğer ülkelerden çok daha etkili olacaktır. Çünkü Çin’in 21. yüzyıl kuşak yol projesinin deniz ve kara yolu Türkiye’den geçmektedir. Bu durum olası bir diyalogda Türkiye’nin elini güçlendirmiş olacaktır. Doğu Türkistan meselesi bizim meselemiz olduğu inancıyla Orhun Abidelerinin Bilge Kağan yazıtında bulunan şu hakikati de hatırlatmak gerekir: “Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş.”

Erdem Sevil 

Milliyetçilik Çalışmaları Staj Programı

Dipnotlar: 

¹Türk kamuoyunun asimilasyon politikalarına karşı olan tutumu nasıldır? sorusuna çalışmada kullanılmak üzere tarafımca 03.02.2021-07.03.2021 tarihleri arasında düzenlenen yaklaşık 1000 kişinin katıldığı anket çalışması ile somut verilere ulaşılmıştır.

2 Türkiye-Çin Suçluların İadesi Anlaşması Pekin’de 22-26 Aralık 2020 tarihinde düzenlenen 13. Çin Ulusal Halk Kongresi Daimi Komitesi 24. Toplantısı’nda onaylanarak ülkemiz gündemine de girmiştir. Antlaşma bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde parlamentoda oylanmak üzere beklemektedir.

3 Türkiye, Afganistan, Libya, Tunus, Cezayir, Mısır, Yemen, Malezya, Tayland, İran, Rusya, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Azerbaycan, Pakistan, Endonezya, Özbekistan, Suudi Arabistan, Irak, Somali, Güney Sudan, Suriye, Kenya.

4 ABD, Arnavutluk, Avustralya, Avusturya, Belçika, Bosna Hersek, Bulgaristan, Kanada, Hırvatistan, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Haiti, Honduras, İzlanda, İrlanda, İtalya, Japonya, Letonya, Lihtenştayn, Litvanya, Lüksemburg, Marshall Adaları Cumhuriyeti, Monaco, Nauru, Hollanda, Yeni Zelanda, Kuzey Makedonya, Norveç, Palau, Polonya, Slovakya, Slovenya, İspanya, İsveç, İsviçre, İngiltere, Almanya.

5Çin, Kuzey Kore, Kamerun, Kuzey Kore, Burundi, Kamboçya, Komorlar, Kongo, Eritre, Gine, Bahreyn, Belarus, Orta Afrika Cumhuriyeti, Küba, Cibuti, Mısır, Ekvator Ginesi, Gine Bissau, İran, Irak, Laos, Lesotho, Mozambik, Myanmar, Nepal, Nikaragua, Nijer, Umman, Pakistan, Filistin, Filipinler, Papua Yeni Gine, Rusya, Suudi Arabistan, Güney Sudan, Sri Lanka, Surinam, Sırbistan, Sudan, Togo, Zimbabve, Zambiya, Suriye, Birleşik Arap Emirlikleri, Venezuela, Yemen.

KAYNAKÇA

Anadolu Ajansı (2019), “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyine Üye 22 Ülkeden Çin’e Uygur Tepkisi” https://www.aa.com.tr/tr/dunya/bm-insan-haklari-konseyine-uye-22-ulkeden-cine-uygur-turkleri-tepkisi-/1529234 adresinden 25 Ocak 2020 tarihinde alınmıştır.

Ateş, J. (17.08.2020).” Jülide Ateş ile 40”. Televizyon: Haber Global

Tezel A. Ş., Bonnenfant I. K. vd. (2020). Türkiye ve Dünyada Uygur Diasporası: Milli kimlik gelişimi ve diaspora bilincinin oluşumu. Türkiye Günlüğü, 143, 110-119.

Çolakoğlu S. (2020). Türkiye’nin Çin politikası ve Uygurlar 1991-2001. http://gokbayrak.com/haberler/turkiyenin-cin-politikasi-ve-uygurlar-1991-2001 adresinden 03 Ocak 2021 tarihinde alımıştır.

Doğu Türkistan Derneği. (2020). https://www.doguturkistander.org/2020/12/31/disisleri-bakani-mevlut-cavusoglu-cin-ile-imzalanan-anlasmaya-degindi adresinden 28 Ocak 2021 tarihinde alınmıştır.

Dünya Uygur Kongresi (2015). https://www.uyghurcongress.org/tr/basbakan-davutoglu-berlinde-dunya-uygur-kurultayi-genel-sekreteri-dolkun-isa-baskanligindaki-heyeti-kabul-etti/ adresinden 07 Şubat 2021 tarihinde alınmıştır.

Euronews (2019). https://tr.euronews.com/2019/11/13/cin-de-uygur-turklerinin-tutuldugu-kamp-ve-hapishane-sayisi-yaklasik-500 adresinden 08 Mart 2021 tarihinde alınmıştır.

Habertürk (2018). https://www.haberturk.com/ankara-haberleri/17235119-cavusoglu-2018-turk-dis-politikasini-degerlendirdi adresinden 08 Aralık 2021 tarihinde alınmıştır.

Independent Türkiye (2020) MHP: Liderimiz Bahçeli, Doğu Türkistan’a giden ilk devlet adamı; hiçbir parti, devlet aklının yürüttüğü siyaseti istismar etmemeli https://www.indyturk.com/node/307191/mhp-liderimiz-bah%C3%A7eli-do%C4%9Fu-t%C3%BCrkistan%E2%80%99-giden-ilk-devlet-adam%C4%B1-hi%C3%A7bir-parti-devlet-akl%C4%B1n%C4%B1n adresinden 30 Ocak 2021 tarihinde alınmıştır.

Kartal, E. (2019). TBMM Çalışmalarında Türkiye – Çin Halk Cumhuriyeti İlişkileri: 1999 – 2019.

Kırım Haber (2020). Son 3 yılda Çin yönetimi Uygurlara ait yaklaşık 8 bin 500 dini mekanı yok etti https://qha.com.tr/haberler/son-3-yilda-cin-yonetimi-uygurlara-ait-yaklasik-8-bin-500-dini-mekani-yok-etti/251343/ adresinden 03. Şubat 2021 tarihinde alınmıştır.

Kul, Ö. (2019). 100 Soruda Doğu Türkistan. İstanbul. Rumuz Yayınevi.

Mepanews (2021). https://www.mepanews.com/ak-partiden-uygur-turklerini-ilgilendiren-cine-iade-anlasmasi-aciklamasi-42014h.htm adresinden 08 Mart 2021 tarihinde alınmıştır.

Milliyet (2009). Erdoğan: Adeta Bir Soykırım, http://www.milliyet.com.tr/-adeta-bir–font-color–red–soykirim–font–/dunya/haberdetay/11.07.2009/1116463/default.htm adresinden 29 Ocak 2021 tarihinde alınmıştır.

Milliyet (2010). Davutoğlu’ndan Uygur Güvencesi https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/sami-kohen/davutoglu-ndan-uygur-guvencesi-1307352 adresinden 03 Şubat 2021 tarihinde alınmıştır.

Sahraoğlu, N. (Şubat 2021). Türkiye-Çin Suçluların İadesi Antlaşması Değerlendirilmesi. https://insamer.com/tr/turkiye-cin-suclularin-iadesi-anlasmasi-degerlendirmesi_3742.html 05.03.2021 tarihinde alınmıştır.

Serdengeçti, O. Y. (2018). Bu Millet Neden Ağlar?. İstanbul. TEDEV Yayınları.

Türköz, A. (2010). Doğu Türksitan’da İnsan Hakları. İstanbul: Doğu Kütüphanesi.

Yeni Çağ (2020). Urumçi Katliamı nedir ? Urumçi’de ne oldu? https://www.yenicaggazetesi.com.tr/urumci-katliami-nedir-urumcide-ne-oldu-287953h.htm adresinden 04 Şubat 2021 tarihinde alınmıştır.

Yeni Şafak (2009). Abdullah Gül Çin Seferinde https://www.yenisafak.com/dunya/abdullah-gul-cin-seferinde-194477 adresinden 06 Şubat 2021 tarihinde alınmıştır.

Yeni Şafak (2020). Zulme Devlet Nişanı. https://www.yenisafak.com/dunya/zulme-devlet-nisani-610168 adresinden 09 Mart 2021 tarihinde alınmıştır.

Yeni Şafak (2020). Çin ile 39 Ülke Arasında İpler Geriliyor: Uygur Bölgesi İçin Çağrı Yaptılar. https://www.yenisafak.com/dunya/abd-ingiltere-ve-almanyanin-aralarinda-oldugu-39-ulke-ile-cin-arasinda-uygur-gerilimi-3569963 adresinden 5 Şubat 2021 tarihinde alınmıştır.

Yeniakit (2019). https://www.yeniakit.com.tr/haber/erdogandan-dogu-turkistan-aciklamasi-turkiye-heyet-gonderebilir-826302.html adresinden 01 Şubat 2021 tarihinde alınmıştır.

Yılmaz, M. (2020). Doğu Türkistan’da Soykırım; Adım Adım Toplama Kampları. https://insamer.com/tr/dogu-turkistanda-toplama-kamplari-adim-adim-soykirim_3058.html adresinden 03.2021 tarihinde alınmıştır.

Kadın Olmanın Günahı (The Sin of Being a Woman)

Kadın Olmanın Günahı, uzun metraj belgesel film olarak 2018 yılında gösterime girmiştir. Yönetmenliğini Ümran Safter’in yaptığı filmin senaryosunu Ahsen Diner yazmıştır. Nezihe Muhittin’i ise tiyatro sanatçısı olan Aysel Yıldırım canlandırmaktadır. Nezihe Muhittin’in hayatını merkeze alarak Osmanlı döneminde başlayan ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına uzanan kadın mücadelesini kadın akademisyenler, araştırmacılar ve yazarlar Yaprak Zihnioğlu, Lerna Ekmekçioğlu, Fatmagül Berktay, Yeşim Arat, İpek Çalışlar, Senem Timuroğlu, Nükhet Sirman, Müge Telci anlatmıştır. Filmin başında da yer aldığı üzere Kadın Olmanın Günahı, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün katkılarıyla hazırlanmıştır.

Nezihe Muhittin’in belgeselin başında söylediği “Biz, kadınların siyasi haklarını elde etmeye dayalı ideallerimizden, davamızdan vazgeçmeyeceğiz. Davamızın zaferi için ölünceye kadar savaşacağız. Bizim yaşamımız buna yetmezse, hiç olmazsa bizden sonra gelenler için ortalığı temizlemiş oluruz.” cümlesi belgeseli çok iyi özetlemektedir. Belgesel, Nezihe Muhittin’in doğumundan önceki Osmanlı kadın hareketlerinden bahsederek başlar ve onun nasıl bir ortamda dünyaya geldiğini gözler önüne serer. Nezihe Muhittin’in feminizmle tanışmasından sonra bir kadın olarak mücadelesi, baskılanması, karşısına çıkan zorluklar ve yalnızlaştırılıp unutturulması ile son bulan belgesel, onun trajik sonuyla değil Türk kadınına bıraktığı mirasıyla hatırlanmasının önemini vurgulamaktadır.

Nezihe Muhittin’in hayatını merkeze alarak halen devam etmekte olan Türk kadın mücadelesini anlatan bu belgeselde iki noktaya dikkat çekmek gerekir. İlk olarak belgeselde anlatıldığı üzere, Türk kadınının haklarını elde etme mücadelesi Osmanlı döneminde başlar. II. Meşrutiyetin ilan edilmesiyle birlikte Batı’da süren kadın mücadelesine paralel olarak Osmanlı’da da kamusal alanda bir rahatlama gerçekleşir (Özcan-Demir, 1999). Cumhuriyet’in ilanının haklarını elde etmede büyük kolaylıklar sağlayacağını düşünen Türk kadınlarının beklentileri oldukça yüksektir. Cumhuriyet’in ilanından sonra ise kadınlara verilen haklar genişletilerek özgür ve modern bir Türk kadını imajı oluşturulur. Ancak yeni rejimde, Nezihe Muhittin’in öncülüğünde kurulmak istenen Kadın Halk Partisi’nin kurulmasına çeşitli gerekçelerle izin verilmemiştir (Arat, 2016). Bunun sonucunda kadınlar bir parti kurmak yerine Türk Kadınlar Birliği’ni kurmak durumunda kalır ve mücadelelerine bu birlik etrafında toplanarak devam ederler. Bu durumda yeni rejim, kadınların yanında olduğunu ve onların haklarını elde etmesi gerektiğini söylemesine rağmen aslında bunun kendilerinin izin verdiği sınırlar çerçevesinde olmasını istediği görülmektedir. Nezihe Muhittin ise bu çerçevelere sığmayan bir kadın olduğundan dışlanmaya ve unutturulmaya mahkûm edilmiştir.

Dikkat çekilmesi gereken ikinci nokta ise kendi haklarını aramak isteyen ve bunun için mücadele eden kadınların bu mücadelede öncü olan Nezihe Muhittin’i gerekli gördükleri yerde dışlamaları ve yalnız bırakıyor olmalarıdır. Kendi siyasi haklarını elde etmek isteyen Kadınlar Birliği etrafında toplanan kadınlar, 1934 yılında bu hakkı aldıklarında ise bütün mücadeleyi yok sayarcasına rejime teşekkür ederler. Bu hakkı kendilerinin elde ettiğini vurgulamak yerine bu hak onlara verildiği için memnuniyetlerini dile getirirler. Sonuç olarak çok önemli bir siyasi hakkı elde etme gibi bir gelişme olsa da  erkek egemen rejimin sınırları içinde kalmak hayal kırıklığına uğratan bir durum olarak değerlendirilebilir.

Verilen kadın mücadelesinin sonucu olarak 21. yüzyılda kadınlar olarak elde ettiğimiz birçok hak olmasına karşın hala devletin izin verdiği ve desteklediği ölçüde mücadelemizi sürdürebiliyor oluşumuz hayal kırıklığına uğratmaktadır. Örneğin Kadın Olmanın Günahı belgesel filminin bakanlığın katkılarıyla oluşturulmuş olması devletin kadının yanında olduğunu gösteren bir durum olarak karşımıza çıkıyor olsa da belgeselin sonunda yer alan “Bugün ise Türk parlamentosunun sadece yüzde 17’si kadınlardan oluşuyor.” ibaresi aslında kadınların hala hak ettiği yerde olmadığının açık bir göstergesidir. Ne yazık ki Osmanlı döneminden günümüze kadar uzanan ve devam etmekte olan kadın mücadelesinin hala başlarında olduğumuzu söylemek mümkündür. Ancak ne olursa olsun Nezihe Muhittin ve diğer kadınların öncüsü olduğu mücadelenin 21. yüzyıldaki temsilcileri olarak mücadelemize yılmadan ve Nezihe Muhittin’in bizlere örnek olduğu gibi biz de mücadelemizle gelecek nesillere örnek olarak devam edeceğiz.

 

 

 

BETÜL ÇAKAR

Feminizm Okumaları Staj Programı

 

 

KAYNAKÇA

Özcan-Demir, N. (1999). II. Meşrutiyet Dönemi Osmanlı Feminizmi, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 16(2), 107-115.

Arat, Y. (2016). From Emancipation to Liberation: Changing Role of Women in Turkish Public Realm, Journal of International Affairs, 54(1), 107-123.

 

 

Haftalık Sivil Toplum Bülteni /14-21 Mayıs

0

 

İyilikçi Fikirler Sosyal Girişim Programı Başvuruları Açıldı!

İyilikçi Fikirler Sosyal Girişim Programı, 18-29 yaş arası gençlerin girişimcilik, yenilikçilik, tasarım odaklı düşünme, iş modeli ve ürün geliştirme becerilerini ve finansal farkındalıklarını geliştirmeyi amaçlamaktadır. Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından desteklenen bu programa katılacak gençlerin özgün, sürdürülebilir ve sosyal faydası yüksek iş fikirlerini geliştirmeleri hedeflenmektedir.

İyilikçi Fikirler Sosyal Girişim Programı ile sosyal bir sorunun çözümüne yönelik bir fikri olan ve bunu geliştirmek isteyen gençlere rehberlik, gelişim ve motivasyon desteği verilecek ve yatırımcı sunumlarıyla fikirlerini hayata geçirebilmeleri için ilk adımı atmaları sağlanacaktır.

Son Başvuru Tarihi: 16 Mayıs 2021

Başvuru ve Detaylı Bilgi için: https://www.iyilikcifikirler.com/ 

 

 

Genciz Medya Gönüllü Başvuruları Açıldı!

Genciz Medya, kurumsal tanıtım ve reklam, internet gazetesi, program direktörlüğü alanlarında faaliyet gösteren ekibine online ve/veya yüz yüze gönüllülük yapabilecek ekip arkadaşları arıyor. Gençlerin ufukların açmak ve çağdaş Dünya standartlarında hedefler ürettirmek için geleceğin medyasını kullanmaya ve şekillendirmeye var mısınız? Daha fazla detaylı bilgi için başvuru formunu inceleyebilirsiniz.

Başvuru ve Detaylı Bilgi için:  

https://docs.google.com/forms/d/e/1FAIpQLScNvslfuFZ205XT7Yl2eWRHpnB8EYyay592_LLxNIHRUKJ_kA/viewform 

 

 

Türkiye İnsan Hakları Vakfı- Uluslararası Sempozyum: Salgın Sonrası Dönemde İnsan Hakları Gündemi

TİHV tarafından düzenlenen “Salgın Sonrası Dönemde İnsan Hakları Gündemi” başlıklı çevrimiçi sempozyum, 20-23 Mayıs 2021 tarihleri arasında gerçekleştirilecektir.

Sempozyum Tarihi: 20-23 Mayıs 2021

Sempozyum Kanalı: Online Platformlar

Başvuru ve Detaylı Bilgi için: https://sempozyum.tihvakademi.org/kayit/ 

 

 

Sulukule Gönüllüleri Derneği – Haklara Destek Kapsamında, Oyuna Alan Aç Tanıtım Atölyesi 

Oyunu ve beden hareketini araç olarak kullanarak, 10 -14 yaş arası çocukların sosyal becerilerini güçlendirmeye, çocuk dostu alanlar oluşturmaya, çocuk katılımını sağlamaya çalışıyoruz.

Bu amaçla hazırladığımız atölye içeriklerimizi ve uygulama yöntemlerimizi paylaşmayı istiyoruz.

Atölyeye, çocuklarla online ve/veya yüz yüze çalışmayı hedefleyen kişilerin başvurması gerekmektedir.

Atölyeye katılım kontenjanı bulunuyor. Kabul edilen kişiler 21 Mayıs 2021 Cuma gününe kadar bilgilendirilecektir.

 

Atölye Tarihi: 26 Mayıs 2021

Atölye saati: 10.00-16.00

Son Başvuru: 16 Mayıs 2021, 23:59 

Detaylı Bilgi ve Başvuru için: 

http://www.sulukulegonulluleri.org/tr-tr/126-oyuna-alan-ac-tanitim-atolyesi

 

 

Microsof & Habitat Derneği Geleceğini Tasarla Projesi- Online Dijital Okuryazarlık ve Dijital İçerik Üretimi

Eğitim, bilgi sahibi olmak isteyen ve kendini geliştirmek isteyen herkesin katılımına açıktır.

Etkinliğe katılım ücretsizdir.

Son Başvuru Tarihi: 14 Mayıs 2021-13:59 

Eğitim Tarihleri: 14- 15 Mayıs 2021- 21:00

Başvuru ve Detaylı Bilgi İçin: https://form.jotform.com/211293657693970

 

 

Akdeniz Gençlik Derneği- Çocuk Hakları Eğitmen Eğitimi

Akdeniz Gençlik Derneği (AGDER) çocuk hakları ve istismarı alanında çalışan gençlerin katılım sağlayacağı ‘’Çocuk İstismarı Eğitmen Eğitimi’’ düzenliyor. Norveç Helsinki Komitesi (Norwegian Helsinki Committee) Avrasya Sivil Toplum Programı desteği ile yürütülen proje kapsamında çocuk hakları ve istismarı alanında hali hazırda çalışmalar yürüten gençler ve pedagogların katılımına açıktır. Projenin ikinci çalışması olan Eğitmen Eğitimi faaliyeti kapsamında çocuk hakları ve istismarı alanında çalışan farklı bölgelerden gençlerin katılacağı eğitimden sonra kendi yerellerinde en az 30 çocuğa eğitim vermesi beklenmektedir.

Eğitim Tarihleri: 26-27-28 Mayıs 2021

Eğitim Yeri: Kemer SEAGULL HOTEL

Başvuru ve Detaylı Bilgi İçin:

https://docs.google.com/forms/d/e/1FAIpQLSf4xAwN_thI3UP3J3EBxE02eowJxtOJkpejyG0H39uGMt_TvA/viewform?usp=sf_link

 

 

Microsoft Türkiye- MEB ve İŞKUR- 21. Yüzyıl Dijital ve Kariyer Yetkinlikleri Programı

Microsoft Türkiye’nin MEB ve İŞKUR ile iş birliği içinde hayata geçirdiği “21. Yüzyıl Dijital ve Kariyer Yetkinlikleri Programı” ile 18-30 yaş arası gençlerin dijital yetkinliklerinin artırılması ve böylece istihdam edilmelerinin kolaylaştırılması hedefleniyor. 6 modülden oluşan 30 saatlik ücretsiz eğitim programıyla 81 ilde 25 bin gence ulaşılacak.

Microsoft Türkiye tarafından Milli Eğitim Bakanlığı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü ve İŞKUR ile iş birliği içinde hayata geçirilen “21. Yüzyıl Dijital ve Kariyer Yetkinlikleri Programı”, 25 bin gence istihdam edilmelerini kolaylaştıracak temel dijital yetkinlikleri kazandırmayı amaçlıyor. Yıl boyunca, 81 ildeki Halk Eğitimi Merkezleri aracılığıyla verilecek olan kurslara katılacak olan 18-30 yaş arası gençler, 500 eğitmenin yanı sıra, özel sektör liderleri ve uzmanlarla da bir araya gelecek.

Başvuru ve Detaylı Bilgi için: https://e-yaygin.meb.gov.tr/

 

 

SistersLab- Gönüllü Çağrısı

SistersLab, “STEAM, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Kadın Güçlenmesi” alanlarıyla ilgilenen veya bu alanlara ilgisi olan, toplumsal farkındalığı önemseyen, sosyal medyada aktivizm çalışmaları yürüten / yürütmek isteyen gönüllüler arıyor.

Başvuru ve Detaylı Bilgi için:

https://www.linkedin.com/posts/sisterslab_g%C3%B6n%C3%BCll%C3%BC-%C3%A7a%C4%9Fr%C4%B1m%C4%B1z-a%C3%A7%C4%B1ld%C4%B1-steam-toplumsal-activity-6797166014992805888-PjEX

 

 

TUİÇ Akademi- Online Staj (O-Staj) Başvuruları Açıldı!

TUİÇ Akademi markası ve Türkiye’de bir ilk olan Online Staj (o-Staj) Programı, klasik yöntem ve metotlarla  “fotokopi çekme’’ mantığına dayanan staj anlayışının yerine; araştırma, sunum ve akademik yazma becerileri kazandıran, bireylerin özgüven, öz disiplin ve girişimcilik bilincini yükselten ve dinamik bir sosyal ağa dahil olmasına imkân tanıyan bir online eğitim modelidir.

Son Başvuru Tarihi: 25 Mayıs 2021

Başvuru ve Detaylı Bilgi için:  https://o-staj.com/

 

 

 

Hazırlayanlar: Banu TÜYSÜZ, Ecem GÜVEN, Gizem AŞAR

TUİÇ Akademi Sivil Toplum Çalışmaları Birimi