Home Blog Page 56

Balkan Bülteni /20 -23 Mayıs

0

 

Arnavutluk

ABD Büyükelçisi Yuri Kim Defender-21 Tatbikatı Açılış Seromonisinde Bulundu

  • Amerika Birleşik Devletleri’nin Arnavutluk Büyükelçisi Yuri Kim, geçtiğimiz Pazar günü “Defender-21” tatbikatının açılış seremonisinde yaptığı konuşmada ABD’nin Arnavutluk gibi stratejik bir ortağa sahip olmasından gurur duyduğunu ve iki ülke arasındaki birlikteliğin kalıcı olacağını ifade etti.
  • NATO tatbikatına ilişkin konuşan Büyükelçi Kim, ABD ve Arnavutluk arasında güçlü bir destek ve dayanışma kurulmasının Arnavutluk’a daha güçlü bir demokrasi ve bağımsızlık getireceğinin altını çizdi.

Kaynak: Albanian Daily News

Tarih: 23.05.2021

 

Bosna – Hersek / Boşnak Hırvat Federasyonu

Dodik, Manjača’daki Tatbikat Hakkında: Özel Bir Şey Değildi, Sırp Ordusu Yakında Geliyor

  • BH Cumhurbaşkanlığı Başkanı Milorad Dodik, Saraybosnalı bazı BH ve ABD Silahlı Kuvvetleri mensuplarının Manjača üzerindeki tatbikatından büyük bir olay çıkarmaya çalıştıklarını, ancak bunun özel bir şey olmadığını söyledi.
  • Dodik, Sırp Cumhuriyeti’nden siyasilerin hiçbirinin orada olmadığını ve orada olmamaları gerektiğini söyledi.
  • Dodik, Silahlı Kuvvetler mensuplarını işlerini yapmak üzere rahat bırakılmaları gerektiğine ve bu şekilde BH’de zaten açık olan kutuplaşmayı daha da yoğunlaştırmaması gerektiğine inanıyor.

Kaynak: Dnevni Avaz

Tarih: 23.05.2021

 

Bosna – Hersek / Sırp Cumhuriyeti

Öldürülen Askerler için Trebevic’te Anma Töreni Düzenlendi

  • Dayton Anlaşması sonrasında Sırp Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalan Trebevic’te halk, 2. Dünya Savaşı sırasında saldırıya uğramışlardır.
  • Hırvat Ustaşa ordusunun bölgeyi işgaline direnen yaklaşık 7.000 sivil ve asker için 23 Mayıs Pazar günü Jasik Anıtı’nda anma töreni düzenlendi.
  • Törende konuşma yapan belediye başkanı, Sırp Cumhuriyeti halkının ölen halk ve askerlere çok şey borçlu olduğunu ve onların ailelerine bakma yükümlülüğünün herkese ait olduğunu söyledi.

Kaynak: Rtrs

Tarih: 23.05.2021

 

Bulgaristan

Hırvatistan Büyükelçisi Bulgaristan Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı

  • Hırvatistan’ın Sofya Büyükelçisi, Hırvatistan Cumhurbaşkanı Zoran Milanoviç’in, “Bulgaristan’ın Kuzey Makedonya’nın Avrupa entegrasyonuna yönelik politikasını sert bir şekilde eleştirdiği” şeklindeki açıklamalarına karşılık açıklamada bulunmak üzere Bulgaristan Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı.
  • Milanovic’in bu açıklamayı Slovenya ve Hırvatistan’ın Batı Balkan ülkeleri ile 17 Mayıs’ta Slovenya’nın Brdo kentinde gerçekleşen zirvesinden sonra yaptığını hatırlatalım.

Kaynak:Regnum.ru

Tarih: 21.05.2021

Hırvatistan

Hırvatistan Başbakanı AB Zirvesi’ne Katılıyor

  • AB’nin 27 lideri, iklim, Covid-19 ve dış politikalarla ilgili bir zirve düzenliyor. Aralıktan bu yana ilk kez yüz yüze yapılacak Zirve, Pazartesi ve Salı günlerinde toplanacak.
  • Hırvatistan Başbakanı Andrej Plenkovic’in, Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel ve Avrupa İçişleri Delegesi Ylva Johansson ile görüşeceği biliniyor.
  • Hırvatistan’ın bu Zirve’de Euro Bölgesi’ne ve Schengen Bölgesi’ne girmekle ilgili görüşmeler yapacağı tahmin ediliyor.

Kaynak: Total Crotia News

Tarih: 23.05.2021

 

Karadağ

Karadağ’ın Devlet Vakfı, Günaha Karşı Koyacak

  • Başkan Milo Dukanoviç, Karadağ Devlet Vakfı’nın güvenilir olduğunu ve şu anda yaşadığı sınav ve günahtan güç alacağını söyledi.
  • Karadağ Televizyonu’nun bağımsızlığın restorasyonunun 15. yıldönümüne ithafen “Evet Ebedi” programında, daha fazlasının başarılabileceğinin farkında olduğunu fakat yüzyıllardır kaçırılan meselelerin 15 yılda telafi edilemeyeceğini söyledi.
  • Djukanoviç, “Bütün siyasi ve sosyal potansiyellerin modern Karadağ’ın başarılarının neler olduğunu ve devlet için daha iyi bir geleceğin anahtarının ne olduğunu savunma becerisine daha da ikna oldum.” dedi.

Kaynak: Mina News

Tarih: 20.05.2021

 

Krivokapiç: Devlet, Destek Olmadan Bile En İyisidir

  • Başbakan Zdravko Krivokapiç, Karadağ bağımsızlığının 15. yıldönümü münasebetiyle düzenlenen törende, Avrupa Birliği’nin (AB) temel mesajının en büyük birliği gerektiren farklılıklar olduğunu söyledi.
  • 21 Mayıs 2006 referandumunun halkın demokratik haklarını ifade ettiği an olduğunu belirterek, ne pozisyonun ne de muhalefetin Hükümeti desteklememesinin en iyisi olduğu anlamına geldiğini söyledi.
  • “Karadağ’da rota değişikliği olmayacak ve kendisinin de söylediği gibi mevcut Hükümetin davranışları medeni düzeydedir. Ne pozisyon ne de muhalefet mevcut Hükümeti desteklemiyor, bu da onun en iyisi olduğu anlamına geliyor. ” dedi.

Kaynak: Mina News

Tarih: 21.05.2021

 

Karadağ Bağımsızlığının On Beşinci Yılını Kutladı!

  • Karadağ’ın en büyük bayrağının omuzlarda taşındığı Cetinje başta olmak üzere, başkent Podgorica ve bütün şehirlerde ülkenin Bağımsızlık Günü büyük bir katılımla kutlandı. Başkent Podgoritsa’da devlet erkanının katıldığı kutlamalarda askeri bir geçit töreni de düzenlendi.
  • 1992’de Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin ortadan kalkmasından sonra, Karadağ aynı yıl içinde Sırbistan ile birlikte Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ni oluşturmuştu.
  • 2006 yılında yapılan bağımsızlık referandumundan iki hafta sonra, 3 Haziran 2006 tarihinde Karadağ parlamentosu ülkenin bağımsızlığını ilan etmişti. Bir hafta sonra Sırbistan tarafından da tanınan bağımsızlık ile Sırbistan Karadağ Birliği resmi olarak sonlanmıştı.

Kaynak: CDM

Tarih: 21.05.2021

 

Kosova 

Yeni Büyükelçiler Ne Zaman Seçilecek?

  • Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Vjosa Osmani siyasi büyükelçileri görevden almıştı.
  • Kosova Dışişleri ve Diaspora Bakanı Donika Gervalla ise büyükelçilerin görevlerinden alınmasının yapılacak olan reformlar için bir adım olduğunu belirtti.
  • Bakan Gervalla şimdiye kadar yaptıkları iş için tüm siyasi büyükelçilere teşekkür ederken, yeni büyükelçilerin seçiminin önümüzdeki haftalarda yapılacağını ileri sürdü.

Kaynak: Kosova Haber

Tarih: 20.05.2021

 

Muhalefet Parti Liderlerine Toplantı Daveti

  • Kosova Başbakanı Albin Kurti, Kosova Meclisi’ndeki muhalefet partilerinin üç liderine toplantı daveti gönderdi. Bunlar; Kosova Demokratik Partisi’nden (PDK) Enver Hoxhaj, Kosova Demokratik Birliği’nden Lumir Abdixhik’e (LDK) ve Kosova’nın Geleceği için İttifak’tan (AAK) Ramush Haradinaj.
  • Önümüzde hafta yapılması planlanan toplantıların ana konusu “Kosova’yı ilgilendiren konularda siyasi yelpazenin koordine edilmesi” olacak.
  • Kosova Başbakanı Albin Kurti ve Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić’in de Avrupa Birliği’nin arabuluculuğuyla Haziran ayında bir görüşme yapılması beklenenler arasında.

Kaynak: Panorama.al

Tarih: 20.05.2021

 

Kuzey Makedonya

Kuzey Makedonya’ya AB Yolunda Destek

  • Bulgaristan’ın AB üyeliğinin veto edeceği açıklamasının üzerine Kuzey Makedonya’ya üç ülkeden destek geldi. Çek Cumhuriyeti, Slovenya ve Avusturya destek verirken de ikili ilişkilerin AB’nin bölgedeki genişlemesine engel olmaması gerektiğini ifade ettiler.
  • Avusturyalı Alexander Schallenberg, Çek Cumhuriyeti’nden Jakub Kulhanek ve Slovenyalı Anze Logar, Haziran ayında başlaması planlanan AB üyelik müzakerelerine destek vermek için Üsküp’e geldi.
  • Üç ülkenin Dışişleri Bakanları’nın yaptığı açıklamalar böylesine önemli bir sürecin ülkelerinin aralarındaki meselelerin bu konuya yansıtılmasının doğru olmadığını, haksızlık olduğunu belirttiler.

Kaynak: Radio Free Europe

Tarih: 22.03.2021

 

Sırbistan

Çin ve Sırbistan, Doğal Ürünler ve Yeni İlaçlar için Laboratuvar Kurdu

  • Sırp hükümeti 21 Mayıs’ta düzenlediği basın toplantısında, Sırbistan ve Balkan bölgesi için büyük önem taşıyan ve Çin ve Sırbistan arasında iş birliğini güçlendirmede önemli bir adım olan doğal ürünler ve yeni ilaçların geliştirilmesi için ortak bir Çin-Sırp laboratuvarı kurulduğunu söyledi.
  • Ortak bir laboratuvar oluşturma kavramı, başta yeni ilaç ve tıbbi ürün arayışı olmak üzere, çeşitli alanlarda doğal ürünlerin geliştirilmesi ve kullanılması için araştırma yeteneklerini birleştirir. Bu ürünler, biyoçeşitliliği korurken ve sürdürülebilir kalkınmayı sağlarken doğal kaynaklardan oluşacaktır.
  • Laboratuvar, araştırma personelinin kullanımını optimize etmenin yanı sıra araştırma altyapısını da geliştirecek.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 22.05.2021

 

Rusya Savunma Bakanlığı, Rusya ve Sırbistan Ordusunun Etkileşimini Değerlendirdi

  • “Ortak Müdahale – 2021” taktik tatbikatı sırasında Rusya ve Sırbistan’ın özel kuvvetleri, ortak eylemlerde yüksek düzeyde bir koordinasyon sergiledi. Bu, 23 Mayıs’ta Rusya Federasyonu Savunma Bakan Yardımcısı Nikolai Pankov tarafından açıklandı.
  • Son yıllarda askeri alanda Rusya ve Sırbistan arasındaki ikili işbirliği yüksek bir gelişme düzeyine ulaştı. Bunu mevcut hızda devam ettirmek için her türlü çabayı göstermeye devam etmeye hazırız.
  • Tatbikatlar sırasında, paraşüt sistemlerine “Arbalet” iniş, yasadışı silahlı örgütlere karşı formasyon oluşturma, operasyon ilerleme, engellenmesi ve imhası, ayrıca tatbikat sırasında küçük silahlardan atış talimleri düzenlendi.

Kaynak:Regnum.ru

Tarih:23.05.2021

 

Yunanistan

Yunanistan, Kıbrıs ve Mısır Savunma Bakanları Askeri İş Birliğini Destekleme Konusunda Anlaştı

  • Yunanistan Ulusal Savunma Bakanı Nikos Panagiotopoulos, Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki mevkidaşı Charalambos Petrides ve Silahlı Kuvvetler Başkomutanı ve Mısır Arap Cumhuriyeti Savunma ve Askeri Üretim Bakanı General Mohamed Zaki ile bir araya geldi.
  • Görüşmelerin ardından yayınladıkları ortak bildiride, Doğu Akdeniz bölgesinde barış, istikrar ve refah için savunma işbirliğini daha da geliştirme kararlılıklarını belirttiler. Tüm ülkelerin sivillere karşı askeri güç kullanmama, diğer ülkelerin içişlerine karışmama ve diğer ülkelerin egemenliği dahil olmak üzere uluslararası hukuk kurallarına ve BM Şartına saygı göstermesi gerekmektedir. Deniz (UNCLOS) ve diğer ilgili anlaşmalar dediler.

Kaynak : Atina Makedon Haber Ajansı

Tarih : 19.05.2021

 

Yunan Başbakan  Kyriakos Mitsotakis, Bulgaristan Cumhurbaşkanı Radev ile Görüştü

  • Başbakan Kyriakos Mitsotakis, perşembe günü Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev ile koronavirüs aşılarının hızlanan temposunu ve Avrupa Birliği’nde sınır ötesi seyahatleri kolaylaştırmada kaydedilen ilerlemeyi tartıştı. İki devlet lideri, Batı Balkan ülkelerinin Avrupa üyelik umutları hakkında da telefonda görüştü. Yunan başbakanının, AB tarafından belirlenen bütün kriterlerin karşılanmasının bu etkinin kilit ön şartı olduğunu vurguladığı bildirildi.

Kaynak : Atina Makedon Haber Ajansı

Tarih : 20.05.2021

 

Yunan Dışişleri Bakanaı Nikos Dendias Mısırlı Mevkidaşı Sameh Shoukry Bölgesel Gelişmeler Üzerine Kahire’de Buluştu

  • Dışişleri Bakanı Nikos Dendias Mısırlı mevkidaşı Sameh Soukri ile Ortadoğu’daki gelişmeler ve bölgede diplomatik temas kapsamında Perşembe günü Kahire’de bir araya geldi.
  • Görüşmede, Dışişleri Bakanı’nın İsrail, Filistin toprakları ve Ürdün ziyaretinin ardından Yunanistan ile Mısır arasındaki ikili işbirliğinin yanı sıra bölgedeki gelişmelere odaklandığını söyledi.Görüşmeden sonra Nikos Dendias, daha geniş bir bölgede istikrarın yeniden tesis edilebilmesi için yakında olumlu bir sonuca sahip olacağımız konusundaki iyimserliğini dile getirdi.

Kaynak : CNN Greece

Tarih :20.05.2021

 

Dış Aktörler

ABD’den Yunanistan’a Askeri Yedek Parça Satışı için Onay

  • ABD Dışişleri Bakanlığı, Yunanistan’a 165 milyon dolarlık askeri yedek parça tedarikini kabul etti. Dışişleri Bakanlığının silah satış onayları, ABD yönetimi açısından satışta bir mahsur olmadığı anlamına geliyor.
  • ABD Savunma Güvenlik İşbirliği Ajansı konuyla ile ilgili, “Dışişleri Bakanlığı, Yunanistan’a tahmini maliyeti 165 milyon dolar olan Dış Askeri Satış Siparişi ve Kooperatif Lojistik Tedarik Destek Düzenlemesi kapsamındaki hizmet ve ilgili ekipmanlarının satışına onay verilmesini kararlaştırdı” açıklamasını yaptı.
  • Satışla ilgili Kongreye tebligat gönderildiği belirtilen açıklamada, satış paketinde Yunanistan Hava Kuvvetleri savunma ve ikmal filoları için yedek parça ve değişim/tamir ile ilgili hizmetlerin yer aldığı kaydedildi.

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 20.05.2021

 

Sırbistan Dışişleri Bakanı: NATO Üyesi Olmayı Planlamıyoruz, Rusya’nın Dostu Olarak Kalacağız

  • Sırbistan Dışişleri Bakanı Aleksandr Vulin, ülkesinin Rusya’nın dostu olarak kalacağını ve NATO üyesi olmayı planlamadığını söyledi.
  • Batı’nın Belgrad’ı NATO’ya çekmek için sürekli baskı uyguladığını belirten Vulin, Sırbistan’ın Bosna Hersek’le birlikte NATO’ya girmeyen ve İttifak’la özel ilişkileri bulunmayan tek ülke olduğuna dikkat çekti.
  • Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandr Vucic’in askeri tarafsızlık politikasını uygulamaya koyduğunu ve NATO’ya üyelik konusunda hiçbir girişimde bulunmadıklarını kaydeden Vulin, “Sırbistan, bize yapılanları asla başkalarına yapmayacak. NATO üyesi olsaydık, belki de küçük bir tarafsız ülkeyi bombalamak zorunda kalabilirdik. Sırp subaylarına sadece Sırplar emir verir. Bu nedenle, Sırbistan’ın tutumunu değiştirmeyeceğinden ve tarafsız ülke olarak kalacağından emin olabilirsiniz” ifadelerini kullandı.

Kaynak: Balkan Postası

Tarih: 20.05.2021

 

ABD, Yolsuzluk Yapmakla Suçladığı Arnavutluk Eski Cumhurbaşkanına Ülkeye Giriş Yasağı Getirdi

  • ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, hakkındaki “yolsuzluk ve yetki suistimali” suçlamaları nedeniyle Arnavutluk’un eski cumhurbaşkanı ve başbakanı Sali Berişa ile ailesinin ABD’ye girişine yasak getirildiğini açıkladı.
  • Bilinken yaptığı açıklamada, Berişha’nın, siyasi gücünü kendi çıkarları için kullandığı, siyasi müttefikleri ve aile üyelerini zenginleştirmek de dahil olmak üzere, kamu fonlarının kötüye kullanılması ve kamu süreçlerine müdahale gibi yolsuzluk eylemlerine karıştığı suçlamasında bulundu.
  • Blinken, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, Berişha’nın Arnavutluk’ta demokrasiye zarar verdiği görüşünü dile getirerek, Berişha ve ailesinin, ABD’ye girişini yasak getirdiğini duyurdu.

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 20.05.2021

 

Binyamin Netenyahu’dan Milorad Dodik’e Teşekkür

  • İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Sırp Cumhuriyeti (RS) Banja Luka’daki cumhurbaşkanlığı sarayına İsrail bayrağının renklerini yansıtarak kendilerine destek veren Bosna Hersek Cumhurbaşkanlığı Konseyi Başkanı Milorad Dodik’e teşekkür etti.
  • Başbakanlık ofisinden gönderdiği teşekkür mektubunda Netanyahu, “Terör örgütlerinin vatandaşlarımıza rastgele roket fırlattığı bu zor zamanda bu dayanışmaya müteşekkiriz” ifadelerini kullandı.
  • Netanyahu, İsrail vatandaşlarına yönelik tehdit ortadan kaldırılana kadar İsrail’in meşru müdafaa hakkına verilen desteğin devam etmesi halinde İsrail devletinin minnettar olacağını söyledi.

Kaynak: Balkan News

Tarih: 21.05.2021

 

FSK, KFOR’un Onayı Olmadan Kuzeye Gidemez

  • Kosova Başbakanı Albin Kurti, eski başbakanlardan  Hashim Thaçi ve  NATO eski  Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen tarafından 19 Nisan 2013 tarihinde imzalanan ve Kosova Güvenlik Gücü’nün (FSK)   ülkenin kuzeyine girişini yasaklayan anlaşmayı savcılığa  gönderdi.
  • Ancak NATO tarafından verilen cevapta “2013 Brüksel anlaşmasına göre FSK, KFOR’un önceden onayı olmadan Kosova’nın kuzey kesiminde hareket edemez” ifadelerine yer verildi. 2013 yılında imzalanan anlaşma ile FSK’nın,  KFOR olmadan ülkenin kuzeyine girmesinin yasak olduğu belirtildi.

Kaynak: Kosovaport

Tarih: 21.05.2021

 

Karadağ’da Tika’nın Yenilediği Munira İslam Kültür Merkezi Açıldı

  • Karadağ’ın Ulcinj kentinde bulunan, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) tarafından donanım desteği verilen Munira İslam Kültür Merkezi’nin açılışı yapıldı.
  • TİKA tarafında yapılan açıklamada, merkezin din kursları ve kültürel etkinliklere ev sahipliği yapacağı belirtildi. TİKA’nın salon, restoran ve mutfak ekipman ve donanım malzemelerinin yanı sıra interaktif tahta ve yazı tahtası, konferans sandalyesi ve havalandırma sisteminin de temin ettiği ifade edildi.
  • Karadağ İslam Birliği Başkanı Rifat Fejzic, projeden duyduğu memnuniyetini dile getirerek merkezin sadece ilçede yaşayanlara değil, tüm bölge halkının dini ve kültürel ihtiyaçlarına hizmet vermesi açısından da büyük önem teşkil ettiğini vurguladı.
  • Ulcinj Başimamı Ali Bardi de Munira İslam Kültür Merkezine verilen desteklerden dolayı Türkiye ve Türk halkına teşekkür ederek iki ülke halkları arasındaki kardeşliğin baki kalmasını temenni etti.

Kaynak: Anadolu Ajansı

Tarih: 22.05.2021

 

 

TUİÇ Balkan Stajyerleri: Elifnur Ayhan, Melisa Agoviç, Dilek Keçeci, Ece Sumru Güvemli, Hilal Yel, İleyna Savuk, Rümeysa Güner, Şamil Orhan, Didem Şimşek, Aybüke Koçak ve Hatice Deniz Hızal

Haftalık Göç Bülteni/ 17-23 Mayıs

0

 

 

Danimarka Protestolara Rağmen Geri Adım Atmıyor

Geçici koruma statüsüne sahip Suriyelileri ülkelerine geri göndermek için en hızlı adımı Danimarka attı. Geçtiğimiz Nisan ayında Suriye’nin merkezi için güvenlik tehdidinin ortadan kalktığını ve bu sebeple ülkesindeki Suriyelilerin oturum iznini yenilemeyeceğini belirten Danimarka hükümeti, insan hakları aktivistleri ve sivil toplum örgütleri tarafından protesto edilmişti.

Kopenhag yönetimi, geri adım atmayarak 200 geçici koruma statüsüne sahip bireyin oturum iznini reddederek bu konudaki kararlılığını duyurdu.

 

Tarih: 19.05.2021

Kaynak: Hürriyet

 

Mülteci Çocuğun Öldürülmesi Ardından Mahkeme Kararı Verildi

Berlin’de Cadılar Bayramı’nda bıçaklanarak öldürülen 13 yaşındaki mülteci Mohammed’in davası yargı önüne çıkarıldı ancak kurbanın annesinin acısını dindirecek adil bir karar verilmedi. Gencecik çocuğu bıçaklayarak öldüren Gökhan Ü.’ye yalnızca 13 yıl hapis cezası verildi. Gökhan Ü. amacının öldürmek olmadığını sadece korkutmak istediğini söylerken “Affedilmeyi beklemiyorum ancak üzgünüm” dedi.

 

Tarih: 21.05.2021

Kaynak: Hürriyet

 

Diyarbakırlı Kadınlardan Mesaj: Amacımız Mülteci Kadınları Görünür Kılmak

Diyarbakırlı kadınlar, savaş ve benzeri güvenlik tehdidi sebebiyle evini terk etmek zorunda kalan hemcinslerinin yaşadıklarını metal heykeller üzerine işleyerek mülteci kadınlara destek verdiklerini duyurdu.

Kendilerine ‘Metal Kolektif’ adını veren çeşitli meslek gruplarından Diyarbakırlı kadınların oluşturduğu bu ekip, yaptıkları çalışmalardan elde edecekleri geliri göç mağdurları için harcayacaklar.

 

Tarih: 17.05.2021

Kaynak: Hürriyet

 

Böylesi Yaşanmamıştı: Bir Günde Tam 5 Bin Düzensiz Göçmen

İspanya’nın Kuzey Afrika’daki toprağında bulunan Ceuta şehrinde bu zamana kadar görülmemiş rekor bir düzensiz göçmen geçişi yaşandı. Yalnızca bir günde tam 5 bin Fas vatandaşı kente giriş yaptı. İspanya hükümetinin yaptığı habere göre düzensiz göçmenlerin üçte biri 18 yaşının altında.

İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklama ile Ceuta kenti etrafındaki güvenliğin artırılacağı ve göçmenlerin Fas’a geri gönderileceği duyuruldu.

 

Tarih: 18.05.2021

Kaynak: TRT World

 

 Mülteciye “Seni Öldürürsem 3-5 ay Ceza Alırım” Diyen Kişi Tahliye Edildi

Adana’da yaşayan İranlı mülteci Galavizh Ayoubi’yi önce öldürmekle tehdit eden ve sonra ona şiddet uygulayan Zülküf C. bir mülteciyi öldürmenin bedelinin alt tarafı üç beş ay hapis cezasından fazlası olmadığını söyleyip bundan cesaret almıştı.

Şiddet uygulayan sanık ilk duruşmada tahliye edildi. Duruşma sonrasında Adana Kadın Platformu; kararın mülteci kadın için ölüm tehlikesi barındırdığına dikkat çekti.

 

Tarih: 19.05.2021

Kaynak: Mülteci Medyası

 

İtalya’da Düzensiz Göçmenlere Yardım Ettiği İçin Yargılanan Kaptan Carola’nın Davası Düştü

2019 yılında kurtardığı göçmenlerin İtalya’ya düzensiz olarak göç etmeleri konusunda onlara yardımcı olan genç kaptan tüm dünya tarafından bir kahraman olarak görülürken hakkında yapılan suç duyurusu gerekçesiyle Alman kaptan Carola hakkında 3 yıldan 10 yıla kadar hapis cezası isteniyordu.

Sicilya savcılığı tarafından verilen karara göre, kurtarılan insanları güvenli bir limana ulaştırdığı için kendisi hakkında devam ettirilen dava düşürüldü.

Tarih: 19.05.2021

Kaynak: BBC

 

Van’da Durdurulan Minibüste 4’ü Yaralı 49 Mülteci Bulundu

Van’da 14 kişilik minibüste Afganistan, Pakistan, Filistin, Özbekistan ve Bangladeşli 49 mülteci bulundu. Van-Erciş karayolu üzerindeki Çolpan Mahallesi yakınlarında jandarma ekiplerinin uyarılarını dinlemeyen minibüs sürücüsü M.İ, aracı buğday tarlasında durdurup kaçmaya çalıştı.

Polis ekipleri, 4’ü yaralı 49 mülteciyi araçtan çıkardı. Mültecilerin havasızlık nedeniyle bitkin halde olduğu belirtildi.

Tarih: 21.05.2021

Kaynak: Evrensel

 

Hazırlayan: Yağmur BAŞ

 

 

 

 

 

Sineklerin Tanrısı (1990)

Filmin Adı: Sineklerin Tanrısı (Lord of the Flies)

Çıkış Tarihi: 1990

Yönetmen: Harry Hook

Tür: Dram

“İnsan insanın kurdudur.” – T.Hobbes

Sineklerin Tanrısı, İngiliz edebiyatının başarılı temsilcilerinden William Golding’in 1954 yılında yayınlanan kitabının, 1990 yılında Harry Hook yönetmenliğinde sinemaya başarıyla aktarılması ile ortaya çıkmış bir eserdir. Daha önce de bu kitap 1963 yılında Peter Brook tarafından sinemaya uyarlanmıştır. Kitabın ve sinemaya uyarlanan filminin konusu: 6 ile 12 yaş arasındaki çocuk grubunun uçaklarının ıssız bir adaya düşmesi ve bu adadaki çocukların yaşam macerasını içerir. Film insan davranışları üzerinde çalışma yapan ve bu davranışlar üzerinden toplumların yapısını incelemek isteyenler için faydalı bir yapıttır. Aynı zamanda güç ve liderlik kavramları üzerinde durarak siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler ile ilgilenenler için bir kaynak oluşturmaktadır.

“İnsan doğası gereği nasıldır?” sorusu uzun yıllardır üzerinden tartışılan bir konu olmuştur. Sineklerin Tanrısı filmi bu sorunun cevabını bizlere veren bir eser olarak karşımıza çıkmaktadır. Thomas Hobbes’un, “İnsan insanın kurdudur” düşüncesi filmde başarıyla işlenmiştir. Film ıssız bir adaya düşen bir grup çocuğun hayat mücadelesini ve yeni bir toplum oluşturmaya başlamasını konu almaktadır. Adada hayatlarına devam etmek durumunda olan çocuklar ilk önce kendilerine bir lider seçip o lider etrafında toplanmıştır. Bir toplumu yönetecek liderin hangi özelliklere sahip olması gerektiğini filmi izlediğimizde rahatlıkla anlayabiliriz. Hayatta kalabilmek için büyüklerinden gördükleri gibi demokratik bir ortam oluşturmaya çalışan ada halkı bir süre sonra kendi doğaları gereği birbirlerine karşı mücadeleye başlamıştır. Bu mücadelede güçlü olan hayatta kalacaktır. Filmde güç kavramını deniz kabuğu ve gözlük temsil etmektedir. Bunlara sahip olan liderler toplumunu kendi etrafında toplayabilmektedir. Ancak gücün kaynağını oluşturan bu iki nesne toplumun ona verdiği değerin azalması sebebiyle önemi yitirerek bir anlam ifade etmemeye başlamıştır. Her geçen gün artan korku, endişe ve güvensizlik sebebiyle çocukların davranışlarında değişimler meydana gelmiştir. İlk baştaki masum düşünceler yerini güç ve haliyle hayatta kalma mücadelesine bırakmıştır.

Filmin karakterlerine baktığımızda her bir karakterin bir kişiliği temsil ettiğini görebiliriz. Domuzcuk karakteri bilgeliğin temsilcisidir. Filmde “Domuzcuk” karakteri yani bilgelik kavramının toplumsal düzenin olmadığı ve yaşam mücadelesinin gündem güne arttığı bir düzende önemini yitirdiğini görmekteyiz. Ralph Domuzcuk’un kendisine yakın hissettiği bir karakterdir ve Domuzcuk ile Ralph ilk zamanlarda çıkarları gereği bir araya gelse de daha sonra bu ilişki güvensizlik sebebiyle zarar görmüştür. Ralph iyi ve demokratik yöneticiyi temsil eden bir karakterdir. Ralph’in karşısında ise kötülüğün temsilcisi olan ve gücü elde etmek için mücadele başlatan Jack karakteri karşımıza çıkmaktadır. İlk zamanlarda Jack ve Ralph arasında mücadeleyle karışık bir dostluk vardır. Bu dostluk daha sonra hayatta kalma mücadelesindeki liderlik kavgasına dönüşecek ve birbirlerine düşman olmaya kadar gidecektir. Bu rekabet durumunda toplum liderler arasında bir seçim yapma mecburiyetinde kalmıştır. Çocukların içlerindeki korkuyu temsil eden “canavar” olgusunun ortaya çıkmasıyla artan mücadele sonucu toplum bu mücadelenin taraflarından birisi seçmek durumunda kalmıştır ve tarih içinde örneklerine rastlandığı gibi kriz zamanlarında iyiliğin ve sıradanlığın temsilcisi olan Ralph’i değil, gücün ve otoritenin temsilcisi olan Jack karakterini seçmiştir. Jack karakterini ve içinde bulunduğu toplumu İkinci Dünya Savaşı öncesi Almanya’sı ve Hitler’e benzetebiliriz. Otoriter lider Jack ve sorgusuz sualsiz onun düşüncelerini kabul eden bir toplum örneği bize yansıtılmaktadır. Filmde geçen bir sahnede Jack konuşmasını tamamladıktan sonra Jack’e itaat eden çocuklar, “Şef söyleyeceğini söyledi” diyerek bizlere şef kavramı üzerinden Hitler faşizminin, “Heil Hitler!” sloganını çağrıştırmıştır. Aynı zamanda her otoriter liderliğin bulunduğu toplumda olduğu gibi Jack ve toplumu Domuzcuk’a yani bilgelik ve akla karşı bir nefret duygusu beslediği açıkça ortadadır ve kısa zaman içerisinde onu ortadan kaldırmışlardır.

Sineklerin Tanrısı filmi bize dünyayı büyük oranda etkileyen iki savaşı arası dönemi (1918- 1939) yıllarını çağrıştırabilir. Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle ortaya çıkan değişim ve oluşan yeni düzende var olma mücadelesi veren toplumların başından geçen olayları burada görebiliriz. Kriz sonrası oluşan otorite yoksunluğu ve liderlerin başarısızlığı ikinci ve daha büyük krize sebep olmuştur. Bir üst otoritenin bulunmaması ise toplumda anarşi ve kaosa sebep olmuştur. Oluşan bu durum da Hitler ve Mussolini gibi liderleri temsil eden Jack gibi bir karakter yemek bulma ve toplumu içinde bulunduğu kriz durumundan kurtarma gibi vaatler ile iktidarı ele geçirmesi kaçınılmaz olmuştur. Gücü eline aldıktan sonra arkasına aldığı destek ile kendisine rakip gördüğü kişileri teker teker ortadan kaldıran Jack filmin sonunda ise ona göre bir üst otorite olan yetişkin bir asker karşısında öncesinde olduğu gibi gücünü istediği şekilde kullanmaktan çekinmiştir.

Tüm bu bilgilerden yola çıkarak filmin uluslararası ilişkiler teorilerinden realizmi sahnelediğini görebiliriz. Filmde realist teori geleneğinin beş temel sorusuna odaklanmak filmi bu açıdan daha iyi anlamak için bize yol gösterici olacaktır: Uluslararası ilişkilerin tabiatı nedir? Uluslararası ilişkiler ortamının başlıca özelliği nedir? Uluslararası ilişkilerin temel aktörü kimdir? Temel aktörün amacı nedir? Temel amaca ulaşmak için kullandıkları başlıca araç nedir? 

Uluslararası ilişkilerin temelinde yatan güç mücadelesi ve çıkar çatışması, uluslararası ilişkilerin temel aktörü olan devletlerin varlığı, güvenlik ve ortamın mevcut özelliği olan anarşi gibi kavramların önemi vurgulanmaktadır. Filmde Jack ve Ralph liderliği, deniz kabuğu ve gözlük devletlerin temel amacı olan gücü, bunları elde etmek için yapılan mücadele güç mücadelesini ve rekabeti temsil etmektedir. Adaya düştüklerinde oluşan durum devletlerin yani üst otoritenin olmaması durumunda bir süre sonra anarşiye sebep olacağını vurgulayan bu film Realizm teorisinin ana aktörü olan devlet kavramının önemini vurgulamaktadır. Aynı zamanda filmde geçen ateş yakma eylemi o toplumun dışında bir kurtarıcı olarak görülen dış dünya kavramının varlığını bize göstermektedir. Realist teorisyenler için ön planda olan güvenlik vurgusunu da filmde açık bir şekilde görmekteyiz. Kendilerini güvende hissedemeyen bir ortamda bir aktörün aldığı güvenlik tedbirlerinin diğer aktörler tarafından tehdit olarak algılanması ve kendilerini korumak için bazı önlemler alması durumu ile karşılaşmaktayız.

Son olarak bir distopik dünya örneği olan Sineklerin Tanrısı filmini beğenenler için Thomas Hobbes’in “Leviathan” ve Machiavelli’nin “Prens” kitabını okumalarını ve Lars Von Trier’in “Dogville” filmini izlemelerini tavsiye edebilirim.

Ömer İMAMOĞLU

Uluslararası İlişkiler Teorileri Staj Programı

Türkiye’de 1980-2014 Yılları Arasında Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Alanında Alınmış Kararlar ve Kapsayıcı Eğitim Anlayışı

Özet

Türkiye Cumhuriyeti yeni idealler üzerinde kurulduğunda atalarının kullandığı birçok sistemi kullanmamıştır. Laik, sosyal, hukuk devleti olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti kendi eğitim anlayışını kurabilmek için savaş devam ederken çalışmalara başlamış ve Maarif Kongresi ile eğitim sistemimizin ilk taşlarını oturtmuştur. Savaş sonrası da demografik yapının keskin bir şekilde değişmesi nedeniyle eğitim sorununa çözüm aranmış ve birçok yol denenmiştir. Eğitimi vatandaşlarına bir görev olarak atayan devlet, tüm kız ve erkek çocuklarının okumasını ilk Anayasası’nda dile getirmiştir. Ülkenin gelişmesi ile sosyoekonomik, kültürel ve bilimsel ihtiyaçları da değişmiştir. Bu değişiklikleri karşılayabilmek için eğitim sistemleri ve eğitime katılması gereken gruplar da genişlemiştir. Dünya’da artan kapsayıcılık anlayışı Türkiye’yi de etkilemiş ve bu konuda devlet politikaları oluşturulmaya başlanmıştır. Bu araştırmada da kapsayıcılık akımları ve akımların devlet politikalara yansıması; beş yıllık kalkınma planları, özel ihtisas komisyonu raporları, milli eğitim şuraları ve kadının statüsünü koruma müdürlüğü raporları ile incelenmiş, çözüm önerileri sunulmuştur.

Anahtar Sözcükler: Kapsayıcılık, Kapsayıcı Eğitim, Dâhil etme, Eğitim Politikaları, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği

 

Abstract

The Republic of Turkey did not use the system that was used by their ancestors because of their new ideals.
Turkey, which was founded as a secular, social state of law, started working on their approach on education during the war and established the first stones of our education system with the Ministry of Education Congress. Due to the sharp changes in its demographic structure after the war, a solution was sought for education and many were tried. The state, which assigns education as a duty to its citizens, stated that all girls and boys should learn to read in its first Constitution. With time the country’s socioeconomic, cultural and scientific needs have also changed. To accommodate these changes, education systems and groups participating in education have also expanded. Turkey has been affected by the increasing sense of inclusiveness in the world and has started to form state policies. In this study, inclusivity trends and reflection are examined with current state policies; The five-year development plans, the special expertise commission reports, the national education council reports and the directorate for the protection of the status of women reports, and solutions are offered.

Keywords: Inclusion, Inclusive Education, Social Inclusion, Education Policies, Gender Equality

 

Giriş

Eğitim, Dünya üzerindeki ilk organizmaların genleri yardımıyla kendi yavrularına tecrübelerini aktarması ile doğmuştur. İnsanlarda eğitim, avcı toplayıcı toplumların çocuklarına oyun ve keşif yöntemleri ile nasıl verimli bir yetişkin olunması gerektiğini öğreterek hayatta kalmalarını sağlamaları amacıyla başlamıştır(Gray, 2009). Eğitim, önce sadece üst tabakaya hizmet etse de Martin Luther’in Protestanlık fikriyle bu görüş zayıflamış ve Sanayi Devrimi ile toplumun her kesimine, her türlü arka plana ve geniş topluma hizmet eden bir kavram olmuştur. Bu durum eğitimde daha önceden görülmeyen sorunlara ve çatlaklara neden olmuştur. Geniş toplumun ötekileştirdiği kişi ve gruplar eğitimden ya hiç faydalanamamıştır ya da ilgili ve uygun eğitime ulaşamamıştır. Bu durum önce yardım sonra hak temelli yaklaşımları doğurmuş ve zamanla kapsayıcılık kavramına evrilmiştir.

Kapsayıcılık, kendi başına düşünüldüğünde, dayanışma içinde etkileşime giren farklı arka planlardan gelen bireylerin birbirlerini ve kendilerini kabul ettiği, ait saydığı ve değer verdiği bir felsefe olarak düşünülebilir. Eğitim bağlamında düşünüldüğünde ise kapsayıcılık şu şekilde tanımlanabilir:

Dâhil etme; öğrenmeye, kültürlere ve topluluklara katılımı artırarak ve eğitim içinde ve dışında dışlanmayı azaltarak tüm öğrencilerin ihtiyaçlarının çeşitliliğini ele alma ve bunlara yanıt verme süreci olarak görülmektedir. İçerikte değişiklik ve modifikasyonları içerir, uygun yaş aralığındaki tüm çocukları kapsayan ortak bir vizyona ve tüm çocukları eğitmenin normal sistemin sorumluluğu olduğuna inanarak yaklaşımlar, yapılar ve geliştirilen stratejilerdir (Stubbs, 2008).

Bu tanımlarda geçen “tüm öğrenciler” ve “tüm çocuklar” kavramları ise zaman içinde değişime uğramıştır ve genişlemiştir.

 

Tarihçe

Kapsayıcı eğitim için çalışmaların başlangıcı olarak Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO[1]) önderliğinde hazırlanmış 1994 Salamanca Bildirisi (Salamanca Act[2]) kabul edilebilir. 92 devlet ve 25 uluslararası kuruluşun katıldığı konferansta ana konu “özel eğitim: ulaşım ve kalite” olsa da tüm çocuklar için kapsayıcı eğitim ve herkes için eğitim hedefiyle toplanılmıştır. Konferansta, özel eğitim prensipleri, politikaları, uygulamaları ve faaliyet çerçevesi noktasında önemli kararlar alınmıştır. Bu faaliyet çerçevesi dâhilinde Dünya literatürüne günümüzde de geçerliliğini koruyan 4 ana ilke sunulmuştur. Bunlar;

  1. Kapsayıcı okullar kucaklayıcı bir ortam yaratır
  2. Bariyerleri kaldırır
  3. Ayrımcılığı uzaklaştırır ve
  4. Herkes için eğitime ulaştırır, olarak sıralanabilir.

Salamanca Bildirisi, konferansın odağı nedeniyle tam potansiyeline ulaşamamıştır. Bu durum “Schools for all” mottosunda da açıkça gözlemlenebilmektedir. Bulunan noksanlıklar iki maddede şu şekilde sıralanabilir:

  1. Schools (Okullar): Konferansın harekete çağırdığı durumlar örgün eğitim ile kısıtlı kalmıştır. Bu durum yaygın eğitim ve informal eğitimin kullanılmasını zorlaştırmıştır. Kapsayıcılığın örgün eğitimde ve belirli pedagojik ortamlarda kalması, direkt yardımlarda bulunmuş olmakla birlikte indirekt yardımlar (toplum bilinci ve hayat boyu gelişim) göz ardı edilmiştir. Yani ayrımcılığın nedenleriyle değil sonuçlarıyla uğraşılmıştır.
  2. For all (herkes için): Konferansın ana odağının engelli öğrenciler olması “herkesi” oldukça daraltmıştır. Kapsayıcı eğitimin engelli bireyler özelinde gelişmesi gerektiği anlayışı diğer başlıkların (toplumsal cinsiyet, ırk, sınıf, sağlık statüsü, vb.) gelişmesini yavaşlatmış ve dâhil etmenin herkese ulaşmasını engellemiştir.

 

Günümüz

Tarihte bu kadar dar tanımlara sahip olsa da bugün kapsayıcı eğitim anlayışı hem Dünya’da hem de Türkiye’de farklıdır. Bu farklılaşma, tanımın üç farklı alanda genişlemesine neden olmuştur. Önce pedagojik ortamları kuran öğretmen-öğrenci ilişkilerine yansımış ve öğrenmede evrensel tasarım ilkeleriyle; birbirinden farklı öğrencilere aynı anda cevap verebilmek (Barton, 2003) ve bu cevapların okul atmosferini bozmadan yapabilmek şeklinde genişlemiş. İkinci aşamada yaş, cinsiyet, etnik köken, sağlık statüsü gibi dinamik vetirelere genişlemiş (Stubbs, 2008) ve bu dinamik vetirelerin birbirleriyle etkileşimi sonucu oluşan yeni durumları göz önüne alarak cevap vermeye çalışmış. Son aşamada ise kapsayıcı eğitim ilkelerini okul dışına çıkararak okul dışında gerçekleşen yaygın eğitime de yansıması ve hayat boyu devam edebilmesini amaçlamıştır (Stubbs, 2008).  Yine bu son aşamada öğrenci merkezli anlayış çerçevesinde hem pedagojik ortamlarda hem de bu ortamları düzenleyen karar verici pozisyonlarda kapsayıcılığın içine aldığı tüm kategorilerde bulunan çocukları barındırmaya çalışmış ve bu sayede okul bazlı aksiyonlar ile eğitim sistemlerini asimile edici değil farklılıklara uyumlu hale getirici şekilde düzenleyebilme amaçlanmıştır (Barton, 2003). Bu genişlemeler göz önüne alındığında şöyle bir tanım daha uygun düşmektedir:

Kapsayıcı eğitim; evrensel kaliteli eğitim hakkını, ilgili ve uygun eğitimi gerçeğe dönüştürmeyi amaçlayan çok çeşitli stratejiler, etkinlikler ve süreçler anlamına gelir. Öğrenmenin doğumda başladığını ve yaşam boyunca devam ettiğini kabul eder ve evde, toplumda ve resmi, informal ve non-formal durumlarda öğrenmeyi içerir. Tüm kültür ve bağlamlardaki toplulukların, sistemlerin ve yapıların ayrımcılıkla mücadele etmesini, çeşitliliği kutlamasını, katılımı teşvik etmesini ve tüm insanlar için öğrenme ve katılımın önündeki engellerin üstesinden gelmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Barışın, hoşgörünün, kaynakların sürdürülebilir kullanımının, sosyal adaletin olduğu ve herkesin temel ihtiyaç ve haklarının karşılandığı bir dünya yaratma hedefiyle, kapsayıcı gelişimi teşvik eden daha geniş bir stratejinin parçasıdır (Stubbs, 2008, s.40).

 

Türkiye

Tarihi açıdan incelendiğinde, Türkiye’de kapsayıcı eğitim ilkelerinin ilk izleri, 1924 Anayasası’nda görülebilir. “Kadın, erkek bütün Türkler ilköğretimden geçmek ödevindedirler. İlköğretim Devlet okullarında parasızdır.” Sonra 1961 Anayasası ile eğitim hakkı genişletilmiş ve sosyoekonomik dezavantajlar ile özel eğitimi içine almaya başlamıştır. “Halkın öğrenim ve eğitim ihtiyaçlarını sağlama Devletin başta gelen ödevlerindendir. İlköğrenim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için mecburidir ve devlet okullarında parasızdır. Devlet, maddî imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin, en yüksek öğrenim derecelerine kadar çıkmalarını sağlama amacıyla burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları, topluma yararlı kılacak tedbirleri alır.” Son olarak 1982 Anayasası’nda kapsayıcılık felsefesi genellik ve eşitlik ilkesiyle güncellenmiştir. Bu nedenle 1982 Anayasası tarihi açıdan son güncelleme olsa da kapsayıcılıktan açıkça bahseden ilk eğitim kanunumuz olmuştur. “Eğitim kurumları dil, ırk, cinsiyet, engellilik ve din ayrımı gözetilmeksizin herkese açıktır. Eğitimde hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.”

 

Anlayışımız & Alan Yazınımız

Anayasada bu değişim ve gelişimler olsa da ne devlet politikaları ne de alan yazın bu anlayışa ulaşamamıştır. Bu durum kapsayıcı eğitim konusundaki alan yazının engelli ve sosyoekonomik dezavantajlı gruplara yoğunlaşmasıyla da kanıtlanmıştır (Polat, 2020; Serttaş, 2020; Erol Sahillioğlu, 2020). Türkiye’de kapsayıcı eğitime dair doğrudan bir yasal metnin bulunmaması da araştırmaların gelişimini yavaşlatmıştır.

Kapsayıcı eğitim dersinin öğretmenleri yetiştiren eğitim fakültelerinde hala seçmeli ders olarak var olması, kapsayıcılık noktasında çok büyük rol oynayan öğretmenlerin yetersiz kalmasına neden olan etkenlerden olmuştur. Araştırmalar, öğretmenlerin kapsayıcı eğitime karşı olumlu bir tutum sergilediğini söylese de aynı araştırmalar olumlu tutum sergileyen öğretmenlerin bile yeterli bilgi ve donanıma sahip olmadıklarını göstermiştir (Polat, 2020). Eğitimin hazırlanmasında ve programlanmasında aktif rol oynayan öğretmenlerin yeterli bilgiye sahip olamaması hem uygulamaya hem de kazanımların belirlenmesine yansımıştır. Bu noktada temel eğitim düzeyinde on altı dersin öğretim programında kapsayıcılık adına oluşturulan kazanımların düşük düzey öğrenim ifadelerini içermesi ve %41,3’ünün farklılıkları tanımaya yönelik olması durumun vahimliğini göstermiştir (Polat, 2020).

 

Çözüm Yolları

Kapsayıcı eğitim her kişi, grup, toplum, yer ve tarih ile şekillenip değişse de Graham ve Scott’ın (2016) araştırmalarında on dört genel geçer uygulama sunmuştur. Bunlar;

  1. Kapsamlı eğitimde olumlu öğretmen tutumlarını yüreklendirin,
  2. Kapsamlı eğitimde temel yetkinlikler üzerine gelişim sağlanmalı.
  3. İçine alma ve alakalı kavramların anlamlarını geliştirerek bunları derslerde tutarlı biçimde kullanın
  4. Değerlendirilen farklılıkların çağdaş görüşleri kabul etme üzerine düzenlemeler yapın
  5. Okul dönemi boyunca çocuğun gelişimini rapor edin ve dikkati bu noktaya verin.
  6. Öğretmenlerim iş birliği içinde hareket etmelerini teşvik edin.
  7. Bütün çocukların erişeceği müfredatlarda ayarlamalar, değişiklikler oluşturma emeklerine karşın öğretmenlerinizi destekleyin,
  8. Katılım sağlayan pozitif tutumları besleyin, takdir edin, modelleyin.
  9. Kapsayan değerleri benimseyen, çalışan personelinizi hem teşvik hem de takdir edin,
  10. Farklılıkların ne denli önemli olduğu hakkında farkındalık oluşturun.
  11. Kanıtlamaya dayanan öğretim şekli ve öğrenmeyle alakalı okul bazında meslek öğrenim yöntemlerini kullanın,
  12. Bütün çocukların ilerleme derecelerini takip etmek için yapıları şekillendirin.
  13. Mesleki öğrenme teşviki ile bu grupların birliktelik halinde olmalarını sağlayın.
  14. Veliler ile okulların ortaklığını destekleyin.

Bu genel geçer uygulamalar ışığında Türkiye özelinde kapsayıcı eğitimi geliştirmek için şu çözüm yolları sunulabilir;

  1. Öğretmenlerin kapsayıcı eğitim hakkında bilinç ve bilgi ile desteklenmiş olumlu bir tutum oluşturmasını sağlamak. Bu tutumu da profesyonel eğitimler ve iş birlikleriyle destekleyerek devamlı kılmak.
  2. Pedagojik ortamların kapsayıcı, dâhil edici kavramları içermelerini sağlamak. Bu ortamlarda kullanılan materyalleri de bu kavramlarla donatmak.
  3. Kapsayıcılığı güncel tutmak. Kesişimsellik gibi teorileri ve politik olayları takip ederek güncel bilgilere yer ve fırsat vermek.
  4. Eğitim ve gelişimi karşılaştırmalı yapmak yerine bireysel gelişime odaklandırmak. Eğitimi rekabetçi temellerden çıkarıp dayanışma temellerine oturtmak.
  5. Öğrenmede evrensel tasarım ilkeleriyle eğitime hazırlanmak. Bu ilkeler doğrultusunda farklı öğrencilerin dersle ilişkilenebilmesini sağlamak.
  6. Okulu toplumdan koparmamak. Okulu toplumun bir uzantısı olarak görerek öğrencilerin okulları bitince de hayatta başarılı olabilmelerini sağlamak.

 

Devlet politikaları: Beş Yıllık Kalkınma Planları, Özel İhtisas Komisyonu Raporları ve Millî Eğitim Şûrası

Eğitim, kapsayıcılık, kapsayıcı eğitimin Dünya’da ve Türkiye’deki tarihi ve bugünü hakkında bilinçlenmekle dönemlere göre devlet politikaları doğrulukla incelenebilir.

 

1979- 1983 Dönemi: 4. Beş Yıllık Kalkınma Planı, 4. Kalkınma Eğitim Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 10. Millî Eğitim Şûrası ve 11. Millî Eğitim Şûrası

Bu dönemde toplumsal cinsiyet eşitliği politikası yönünden ana hedef, kadınların okur-yazarlık sorunu ve temel ekonomiye katkılarıdır. Bu noktada bölgesel çözümler alınmış ve pratik kız sanat okulları, kız meslek lisesi programlarıyla kadınların kısa sürede para kazanmaya başlayabilmeleri için uygulamalar gözetilmiştir.

Dönemin milli eğitim şuralarında ise toplumsal cinsiyet eşitliğine dair bir karar görülememiştir.

Bu hedefleri yansıtan örnek maddeler şunlardır:

  • Kız Meslek Lisesi Programlarında ekonominin talep ettiği insan gücünü yetiştirmek, kadının üretim alanında daha çok yer almasını temin etmek, böylece mezunlara istihdam imkânı sağlamak amacıyla bazı değişiklikler yapılmış
  • Özellikle kadınların eğitime yönelmesi bakımından Pratik Kız Sanat Okullarına ağırlık kazandırılması
  • Pratik Kız Sanat Okullarına endüstriyel nitelik kazandıran program çalışmaları geliştirilmeli, bu kuramların çevrelerindeki iş yerleri ile sürekli iş birliği yapmaları sağlanmalı, diğer yandan da kadın kesimin, okur-yazarlık ve temel sorununun çözümlenmesinde Endüstri Pratik Kız Sanat Okulları kapasite ve programlarından etkin bir şekilde yararlanılmalıdır

 

1985- 1989 Dönemi: 5. Beş Yıllık Kalkınma Planı ve 12. Millî Eğitim Şûrası

  1. Kalkınma Planı’nda yeni politikalar yer almasa da 12.şura, eğitimde kapsayıcılık anlamında önceki şuralara göre çok gelişmiştir. Ancak, yine de bu gelişme yapabilirlik (özel eğitim) ve sosyoekonomik dezavantajlar üzerinde durmuş ve toplumsal cinsiyet eşitliği alanında alınan kararlar da bu dezavantajlarda yoğunlaşmıştır.

Bu hedefleri yansıtan örnek maddeler şunlardır:

  • Yatılı ilköğretim bölge okullarından mezun olan kız öğrencilerin, meslek kazandırıcı okullara imtihansız alınmaları; kız öğrencilerin okula devamlarının özendirilmesi.
  • Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu mezunları ile meslek eğitimi fakültesi mezunlarının da Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulları ile teknik eğitim fakültelerinden mezun olan gibi memuriyete bir üst dereceden başlaması hususları, XII. Millî Eğitim Şûrası’nın yapmış olduğu komisyon ve genel kurul çalışmalarında, istişare ve temenni mahiyetinde olmak üzere kararlaştırılmıştır.

 

1990- 1994 Dönemi: 6. Beş Yıllık Kalkınma Planı, 13. Millî Eğitim Şûrası ve 14. Millî Eğitim Şûrası

Yine bu dönemde kadınların eğitimi için alınan kararlar sosyoekonomik dezavantajlar odağındadır ve kadını istihdama çabuk sokma amacıyla yazılmıştır.

Bu hedefleri yansıtan örnek maddeler şunlardır:

  • Kadınların eğitim seviyelerinin yükseltilmesi ve mesleki eğitim imkânlarından daha fazla yararlanmaları suretiyle özellikle tarım dışı sektörlerde istihdamının yaygınlaştırılması için gerekli ortam oluşturulacaktır.

 

1996- 2000 Dönemi: 7. Beş Yıllık Kalkınma Planı, 15. Millî Eğitim Şûrası ve 16. Millî Eğitim Şûrası

İncelenen 1996- 2000 dönemi, 1994 Salamanca Act ve 1996 Kadının Statüsü Müdürlüğünün kurulması ve ilk raporunun yayınlanmasıyla birlikte Türkiye’de ve Dünya’da kapsayıcı eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan politikaların arttığı çok önemli bir dönem olmuştur. Ortaöğretimin yeniden yapılandırılması başlığında alınan kararların %14’ü toplumsal cinsiyet eşitliği için alınmıştır. Ayrıca, ilk defa toplumsal cinsiyet eşitliğinin sosyal yönlerinin de bahsi geçmiştir.

Bu hedefleri yansıtan örnek maddeler şunlardır:

  • Özellikle kız öğrencilerin mesleki teknik eğitim programlarına katılımlarını sağlamak amacıyla özendirici tedbirler alınmalıdır. Ders Kitapları ve diğer ders araç-gereçlerinde cinsiyete dayalı ayrımcılık yapılmamalıdır.
  • Değişik sektörlerde özellikle üstün nitelikli insan gücü ihtiyaçlarının karşılanmasında kadın iş gücünün eğitiminin geliştirilmesi ve kadın iş gücünün istihdamının artırılması yönünde gerekli özendirici önlemler alınmalıdır.
  • Ders kitabı ve öğretim materyallerinde çağdaş, sorumlulukları paylaşan aile kavramı ön plana çıkarılmalıdır.
  • Yöresel ihtiyaçlara göre kadınlara yönelik hizmet ve üretim alanları belirlenmeli, bu konuda eğitim verilmesi sağlanmalıdır.
  • İlköğretim sonrası eğitimde okullaşmayı artırmak amacıyla kız öğrencilere burs ve iş vererek mesleki eğitim programlarına yönlendirme sağlanmalıdır. Öğrenci velilerine bazı özel teşvikler getirilmelidir.
  • Yöresel ürünlerin pazarlamasında yerel yönetimlerce mekân ayrılarak kadınların mesleki ve teknik eğitime ve üretime özendirilmesi sağlanmalıdır.
  • Tüm bakanlıklarda verilen yaygın eğitimle kadınlarımızın mesleğe yönlendirilmesinde, koordinasyon MEB tarafından yapılmalıdır.

 

2001- 2005 Dönemi: 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı ve 17. Millî Eğitim Şûrası

Bir önceki dönemin izinden ilerleyerek sosyal yönler genişletilmiş ve (karar alma mekanizmaları gibi) politik yönler de dâhil edilmiştir.

Bu hedefleri yansıtan örnek maddeler şunlardır:

  • Kadınların toplumsal konumlarının güçlendirilmesi, etkinlik alanlarının genişletilmesi ve eşit fırsat ve imkânlardan yararlanmalarının sağlanması için eğitim seviyesi yükseltilecek, kalkınma sürecine, iş hayatına ve karar alma mekanizmalarına daha fazla katılımları sağlanacaktır.
  • Kadınların okur-yazarlığının artırılması amacıyla projeler geliştirilecektir.
  • Kadınların eğitime etkin katılımınının sağlanması, toplumun ön yargılardan arındırılması için örgün ve yaygın eğitim yanında yazılı ve görsel iletişim araçlarından yararlanılacaktır.

 

2007- 2013 Dönemi: 9. Beş Yıllık Kalkınma Planı ve 18. Millî Eğitim Şûrası

Yine bu dönemde de eğitimin karar mekanizmalarında etkin yer alabilmeleri için norm kadro politikası güdülmüştür.

Bu hedefleri yansıtan örnek maddeler şunlardır:

  • Okul yöneticiliğine atamalarda kadın yöneticilerin sayısını artırmaya dönük teşvikler sağlanmalı; okulların özellikleri dikkate alınarak müdür yardımcılığı ve rehber öğretmen atamalarında kadınlar için norm kadro tahsis edilmeli, sınıf rehber öğretmenlerine rehberlik eğitimi sağlanmalıdır.

 

2014-2018 Dönemi: 10. Beş Yıllık Kalkınma Planı, 10. Kalkınma Planı Eğitim Sisteminin Kalitesinin Artırılması Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 10. Kalkınma Planı Toplumsal Cinsiyet Çalışma Grubu Raporu ve 19. Millî Eğitim Şûrası

İncelenen son dönem, toplumsal cinsiyet eşitliğinin devlet politikalarında en geniş yer bulduğu dönemdir. Bu dönemde hazırlanan Toplumsal Cinsiyet Çalışma Grubu ve Eğitim Sisteminin Kalitesinin Artırılması Özel İhtisas Komisyonu raporları kısa, orta ve uzun vadeli öneriler ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin güçlenmesi için politikalar öne sürmüştür. Hatta 10. Kalkınma Planının 249. “Toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında, kadınların sosyal, kültürel ve ekonomik yaşamdaki rolünün güçlendirilmesi, aile kurumunun korunarak statüsünün geliştirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin kuvvetlendirilmesi temel amaçtır.” maddesi incelenen dönemde toplumsal cinsiyet eşitliği noktasında ortaya çıkmış en kapsamlı madde olmuştur.

Bu hedefleri yansıtan örnek maddeler şunlardır:

  • İlk ve orta öğretimde başta engelliler ve kız çocukları olmak üzere tüm çocukların okula erişimi sağlanacak, sınıf tekrarı ve okul terki azaltılacaktır.
  • Kadınların karar alma mekanizmalarında daha fazla yer almaları, istihdamının artırılması, eğitim ve beceri düzeylerinin yükseltilmesi sağlanacaktır.
  • Kadına yönelik şiddetin ve ayrımcılığın ortadan kaldırılabilmesi amacıyla özellikle erken çocukluktan başlayarak örgün ve yaygın eğitim yoluyla toplumsal bilinç düzeyi yükseltilecektir.
  • Cinsiyet temelli okullaşma oranlarının eşitlenmesi amacıyla yürütülen çalışmalar yetersiz olduğu için artırılmalı ve etkinleştirilmelidir.
  • Kadınların daha çok eğitime ve eğitim ortamlarına katılımını olumsuz yönde etkileyen, çocuğunu bırakacak yer bulamaması engeline çözüm olabilecek Çocuk Oyun ve Bakım odaları/ana sınıflarının yaygınlaştırılmasına olanak sağlayacak düzenlemelerin yapılması.
  • İlgili kuruluşların öncülüğünde, ilköğretim, ortaöğretim, yükseköğretim ve yaygın eğitim alanında eğitime ulaşanların cinsiyete dayalı istatistiklerinin çıkarılması.
  • Mevsimlik tarım işçileri, Romen vatandaşların çocukları gibi risk gruplarının içinde kız çocuklarının daha dezavantajlı olduğu göz önünde bulundurularak bölgesel çözümlere gidilmesi.
  • Eğitimde tüm karar verici, uygulayıcı ve destek personelinin hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim süreçlerinde toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik eğitim almalarının sağlanması.
  • Okul öncesinden başlayarak eğitimin tüm kademelerinde bulunması gereken Rehberlik servislerinde görevli psikolojik danışmanların yapacağı kişisel-sosyal, eğitsel ve mesleki rehberlik çalışmalarında toplumsal cinsiyet eşitliğine önem verilmesi. Toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı çalışmaların öğrenci, öğretmen, yönetici ve ailelerde zihinsel dönüşüm sağlanmasına hizmet edeceği göz önünde bulundurulmalıdır.
  • Öğretim programları ve materyallerinin, ders kitaplarının ve çocuklar için üretilen diğer yayınların toplumsal cinsiyet eşitliği bakışı ile yeniden hazırlanması.

 

2008-2013 Dönemi: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı

  1. Kalkınma Planı sırasında hazırlanan bu plan, 4 ana ve 22 alt hedefle hareket ederek en temel örgün eğitim sorunlarından, en karmaşık yaygın eğitim sorunlarına kadar stratejiler, sorumlular ve olası işbirliklerini içeren bir el kitabı olacak şekilde hazırlanmıştır. Ulusal eylem planı için hazırlanan 4 ana hedef ise şu şekilde özetlenebilir;

1.Kız çocuklarının okullulaşma oranını artırma: Eğitimin her kademesinde okullulaşmayan kız çocukların tespiti, okullulaşmanın sağlanması için mevzuatın gözden geçirilmesi, iş birliği alanlarının belirlenmesi ve sorumlu kuruluşların kapasitelerinin güçlendirilmesi, gerektiğinde burs, kredi gibi ekonomik ve sosyal destek sağlanması ve rol-model kadın eğitimcilerin artırılması gibi yöntemlerle bilinç değişimi yapılması.

2.Eğitimin her kademesinde fiziki ve teknik kapasiteyi artırma: Okullulaşmanın sağlanması ve terklerinin önlenmesi için okul binası, pansiyon ve yurtların artırılması ve sektördeki gelişmeler doğrultusunda dersliklerin donatılması.

3.Yetişkinler arasında kadın okuryazarlığını artırma: Analizler ve veri toplama ile okur-yazar olmayan kadınların tespiti, bu doğrultuda yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları (STK) ve Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ile görüşmeler yaparak eğitimlerin gerçekleştirilmesi.

4.Eğitimi toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı hale getirme: Örgün ve yaygın eğitimin her kademesinde eğitim ve öğretim programları, uygulayıcıları, hazırlayıcılarının duyarlı hale getirerek hizmet içi eğitimlerle desteklenmesi.

 

Sonuç ve Eksiklikler

Devlet politikalarının incelenmesiyle iki büyük eksiklik dikkat çekmiştir.

  1. Kesişimsellik:

İlk kararlardan bu yana toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik politikalar kadını ya homojen bir grup olarak ya da sosyoekonomik tabakalarına göre ayırarak ele almıştır. Ancak bu durumun artık geçerliliği olması mümkün görünmemektedir. Kesişimsellik teorisini bu noktada temel teori almak, tüm farklılıkları (etnisite, yaş, sınıf, eğitim, engellilik vb.) da içine alarak bugünkü toplumsal eşitsizlikleri güçlü bir kuramsal ve kavramsal çerçevede yorumlama imkânı sunmaktadır. Bu noktada kesişimsellik, feminist bir perspektif olarak, hiyerarşik farklılıkların hangi sınırda eşitsizliklere ve dolayısıyla ötekileştirmeye dönüştüğünü kuramsal olarak temellendirecektir (Sarıgöl, 2020). Örneğin Göçmen ve mültecilere ev sahipliği yapan ve örgün eğitime katan ülkemizde toplumsal cinsiyet eşitliğine dair politikaların bu tip kesişimlerin göz önünde bulundurularak hazırlanması gerekmektedir. Bu durum tam toplumsal cinsiyet eşitliği için önemlidir çünkü mülteci bir kadının ihtiyaçları ve istekleri mülteci bir erkeğinden ayrı olabilir. Bu ayrılıklar da yaş, eğitim düzeyi, dil becerileri, din gibi etmenlerle birleşip farklı ihtiyaçlara ve isteklere; sonunda da daha derin ayrımcılıklara neden olabilir.

  1. Erkeklik:

Şu ana kadar incelenen raporların hiçbirinde erkeklik anlayışının toplumsal cinsiyet eşitliğine etkisi kendine yer bulamamıştır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin toplum sorunu yerine kadın sorunu olduğu anlayışı çoğu zaman zarar vericidir. Örneğin, bu düşünceden doğan homososyal[3] ortamlar, toplumu kutuplaştırması ya da cinsiyetlerin birbirlerini görmemesi, kişisizleştirmesi gibi sorunlara yol açabilir (Ertan, 2008). Ataerkil düşüncenin toplumsal cinsiyet eşitliğine, kadınların eğitime ve ekonomiye katılmaması kadar zarar verdiği düşünüldüğünde erkeklerin ve erkekliklerin de bu durumda devlet politikasıyla toplumsal cinsiyet eşitliğinde rol oynadığını göstermek bu meseleyi toplum sorunu olarak görmek açısından önemlidir.

 

YASİN BULAT

Gender Studies Staj Programı

 

 DİPNOTLAR

[1] United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization

[2] The Salamanca Statement and Framework for Action on Special Needs Education

[3] Sadece aynı cinsiyetin bulunabildiği ve/veya bulunmayı tercih ettiği izole ortamlar.

 

KAYNAKÇA

Barton, Len (2003). Inclusive Education and Teacher Education. Institute of Education, University of London

Erol Sahillioğlu, Dilek (2020). Okulöncesi Öğretmenlerinin “Kapsayıcı Eğitim” Kavramına İlişkin Görüşleri: Bir Metafor Analizi Çalışması. Journal of Inclusive Education in Research and Practice, p.25-41

Ertan, Cihan (2008). Hegemonic Masculinity and Homosexuality: Some Reflections on Turkey. ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar, 1(4), p.1-11

Graham, L., & Scott, W. (2016). Teacher preparation for inclusive education: Initial teacher education and in-service professional development, Melbourne Graduate School of Education/ Prepared for the Victorian Department of Education & Training. Australia.

Gray, Peter (2009), “Play as a Foundation for HunterGatherer Social Existence”, American Journal Of Play, 1(4), p.476-522

MEB (1981). 10. Millî Eğitim Şûrası (Ankara, MEB).

MEB (1988). 12. Millî Eğitim Şûrası (Ankara, MEB).

MEB (1990). 13. Millî Eğitim Şûrası (Ankara, MEB).

MEB (1992). 11. Millî Eğitim Şûrası (Ankara, MEB).

MEB (1993). 14. Millî Eğitim Şûrası (Ankara, MEB).

MEB (1996). 15. Millî Eğitim Şûrası (Ankara, MEB).

MEB (1999). 16. Millî Eğitim Şûrası (Ankara, MEB).

MEB (2006). 17. Millî Eğitim Şûrası (Ankara, MEB).

MEB (2010). 18. Millî Eğitim Şûrası (Ankara, MEB).

MEB (2014). 19. Millî Eğitim Şûrası (Ankara, MEB).

Polat, Murat (2020). Türkiye’deki Araştırmalar Bağlamında Kapsayıcı Eğitim ve Okul Yönetimi. Research in Education and Social Sciences, p.322-338

Sarıgöl, Pınar (2020). Kesişimsellik Teorisi ve Farklılıkların Teorisi. Uluslararası İnsan Çalışmaları Dergisi, 3(6), p.331-352

Serttaş, Betül (2020). İlkokullarda Görev Yapan Yöneticilerin Kapsayıcı Eğitime Dair Görüşleri (Yüksek Lisans Tezi). Pamukkale Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü. Pamukkale, Denizli

Stubbs, Sue (2008). Inclusive Education: Where There are Few Recources. Oslo, Norveç: The Atlas Alliance

T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı (1977). Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu Raporu: Eğitim (Ankara)

T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı (1978). Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (Ankara)

T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı (1989). Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı (Ankara)

T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı (1995). Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (Ankara)

T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı (2000). Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (Ankara)

T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı (1984). Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (Ankara)

T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (2008) Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı (Ankara

T.C. Kalkınma Bakanlığı (2006). Dokuzuncu Kalkınma Planı (Ankara)

T.C. Kalkınma Bakanlığı (2013). Onuncu Kalkınma Planı (Ankara)

T.C. Kalkınma Bakanlığı (2013). Onuncu Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu Raporu: Eğitim Sisteminin Kalitesinin Artırılması (Ankara)

T.C. Kalkınma Bakanlığı (2013). Onuncu Kalkınma Planı: Toplumsal Cinsiyet Çalışma Grubu Raporu (Ankara)

UNESCO (1994) The Salamanca Statement and Framework for Action on Special Needs Education (Paris, UNESCO).

 

Haftanın Öne Çıkanları

AFRİKA’DAN AVRUPA’YA ÖLÜMLE BURUN BURUNA

Ülkelerindeki savaş ve yoksulluktan yorgun düşen göçmenler, gözlerini Avrupa’ya çevirip daha iyi yaşam için yollarda savaş veriyor. Ancak çoğu zaman Akdeniz’in suları onlara izin vermiyor. Kapasitesinin 2-3 katı yolcu alan derme çatma göçmen botları Akdeniz’in hırçın dalgalarına yenik düşüyor.

Dijital Dönüşümün Sivil Toplum Kuruluşlarına Etkisi: Türkiye Örneği

ÖZET:

Bu çalışmanın amacı “Dijital dönüşümlere sivil toplum kuruluşları ne kadar uyum sağlayabilmekte?” sorusuna cevap aramaktır. Çalışma esnasında çeşitli kaynaklardan ve güncel raporlardan faydalanılmıştır. Bu soruya yönelik yapılan çalışmada ilk olarak küreselleşme, dijitalleşme ve sivil toplum üzerine tanımlamalar yapıldıktan sonra birbirleriyle olan ilişkilerine değinilmiştir. Bir sonraki başlıkta ise geniş bir çerçeve içerisinde Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının dijital dönüşüm ile ilgili verilerinden faydalanılarak bir sonuca varılmıştır. Sonuç kısmında ise dijital kaynak yetersizliğinden bahsedilerek birkaç öneride bulunulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Dijitalleşme, Sivil Toplum Kuruluşu, Küreselleşme, Dijital Eylemcilik, Türkiye

ABSTRACT:

The purpose of this study is “How much can non-governmental organizations adapt to digital transformations?” is to be able to search for an answer to the question. Various sources and up-to-date reports were used during the study. In the study aimed at this question, firstly a general definition of globalization, digitalization and civil society was made and then their relations with each other were touched upon. The next title in a broad framework utilizing data relating to digital conversion of civil society organizations in Turkey have come to a conclusion. In the conclusion part, a few suggestions were made by mentioning the shortage of digital resources.

Keywords: Digitalization, Civil Society Organizations, Globalization, Digital Activism, Turkey

1. Giriş

Küreselleşme, özellikle 2000’li yıllardan sonra yoğun bir şekilde hissedilmeye başlanmıştır. Bu yıllarda en etkili olan araçlardan biri ise internet kullanımının yaygınlaşarak coğrafi sınırları silikleştirmesidir. Web 2.0’ın internet ağında dijital bir çağ yaratmasıyla beraber bireylerin içerik üretme ve paylaşma ortamı ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede sivil toplum kuruluşları da dijital dönüşüme ayak uyduran kuruluşlardan olmuştur. Ancak hem dünya genelinde hem de Türkiye bazında incelendiğinde birçoğunun yeterli düzeyde dijital ortamı kullanmadığı görülmektedir. Dijitalleşmenin sivil toplum kuruluşları tarafından kullanıldığında birçok yeni kavramın da hayatımıza girdiği görülmektedir. Örneğin, hak savunuculuğu, tembel eylemcilik, sanallaşma gibi kavramlar oldukça sık kullanılmaya başlanılmıştır. Sonuç olarak hem dünya genelinde hem de Türkiye çapında sivil toplum kuruluşları dijital dönüşüme gerekli önemi vermemektedir.

2. Dijitalleşme ve Küreselleşme İlişkisi

Küreselleşme, 1970’lerden itibaren haberleşme teknolojilerinin gelişmesi, ulaşım maliyetlerinin düşüşü, sınır ötesi ticaretin yapılması ve sermaye akışlarının artmasıyla beraber hızlanmaya başlamıştır. 1990’lardan itibaren internetin yavaş yavaş hayatımıza girmesiyle beraber “dijital küreselleşme” kavramı ortaya çıkmaya başlamıştır (Ercan, 2016). Latince anlamı parmak olan, Fransızca da ise dokunulan veya sayılan anlamına gelen dijital kavramı “digitus” sözcüğünden türemiştir (Çeber, 2019).

 İnsanlık tarihi kadar eski bir geçmişe dayanan iletişim, günümüzde teknolojinin daha da gelişmesiyle beraber dijitalleşme, ağlaşma, mobilleşme, küreselleşme gibi konularda daha da işlevsel bir hal almıştır. Teknolojinin gelişmesinin iletişim araçlarına da yansımasıyla zaman ve mekân kısıtlamalarının önündeki engeller aşılmaya başlanmıştır (Ölçekçi, 2020). Endüstri 4.0’ın ortaya çıkarmış olduğu dijital küreselleşme, toplum ve devlet arasındaki ilişkileri farklı şekillerde yeniden üretmeye başlamıştır (Turhan, 2020). İnternet ağının coğrafyalar boyunca genişlemesiyle beraber üretilen içerikler de dijitalleşmeye başlamıştır. Ayrıca internet ağının Web 2.0 hizmeti sunmasıyla beraber bireylerin içeriklerini paylaşması için daha uygun bir ortam oluşmaya başlamıştır. İçeriğin dijitalleşmesi erişme, depolama, üretme biçimlerini değiştirdiği gibi toplumsal hayatın birçok alanını da etkilemiştir. Dijital devrimin özellikle geleneksel medya içeriğini etkilemesine rağmen geleneksel medyayı yok ettiğine dair bir söylem doğru olmayacaktır. Bunun yerine tüketiciye içeriği ulaştırmanın yolları değişmiştir söylemi daha doğru olacaktır (Ölçekçi, 2020).

Coğrafyanın ve siyasi sınırların önemini yavaş yavaş kaybettiği günümüzde yeni teknoloji araçlarının kullanımının artmasıyla beraber küresel bir toplum ağı ile karşılaşmaktayız. Eski medya araçları herkesin sesini duyurmasına bir engel oluştururken bu durum yeni medya ağları ile ortadan kalkmış ve demokrasi ortamı oluşmuştur. Dünyanın herhangi bir noktasında var olan bir olay artık bütün coğrafyalara ulaşabilmekte ve herkes o konuda bir eylemde bulunabilmektedir (Narmanlıoğlu, 2016).

Dijital araçların kullanılması toplumları dönüştüren önemli araçlardan biri olduğu kuşkusuz bir gerçektir. Ancak toplumların dönüşüm yolculuğunda onlara eşlik eden diğer yardımcı öge ise sivil toplum örgütleridir. Sivil toplum örgütleri de dijital dönüşüme ayak uyduran kurumlardan biridir. Bu dönüşüm sürecinden etkilendiği gibi toplumları da etkileyebilme gücüne sahiptir.

2.1. Dijitalleşmenin Sivil Toplum Kuruluşlarını Dönüştürücü Etkisi

Sivil toplum, düşünsel ve tarihsel bakımdan değerlendirildiğinde Antik Yunan, Orta Çağ, Rönesans Dönemi ve Modern Çağ’a kadar birçok düşünür tarafından ele alınmıştır. Aristo, Cicero, Platon, John Locke, Hegel, Jean Jacques Rousseasu, Gramsci gibi birçok önemli düşünür bu kavram üzerine tartışmalar yapmıştır. Antik Çağ’dan 18. yüzyıla kadar sivil toplum ve devlet aynı anlamda kullanılmıştır. Bugün ise sivil toplum, devletten bağımsız olarak düşünülen çoğulcu yapıdaki gönüllülüğe dayalı örgütlenmeler olarak ifade edilmektedir (Çeber, 2019). Günümüzde teknolojinin daha da ilerlemesiyle beraber artık küreselleşme, dijital ortamlarda daha hızlı dönüşebilmektedir. 2000’li yıllarda internetin de tüm coğrafyaya yayılarak etkin kullanılmasına istinaden, devlet dışı aktörlerin politikayı etkilediği ve belirleyebildiği söylenebilmektedir. Çağdaş demokrasi ortamının üzerine yapılandırılmış olan kamu ve özel alanlar ilk iki sektör olarak anılmaktadır. Ancak sivil toplum kuruluşları da demokratik ortamların üçüncü önemli sacayaklarından birini oluşturmaktadır (Turhan, 2020). Pazarlama Ajansı We Are Social 2020 Raporu’na göre; internet kullanım oranı dünya genelinde artmış durumdadır. Dünya genelinde 4.57 milyar kişi aktif olarak internet kullanmaktadır. İnsanların büyük bir çoğunluğu artık sosyal medya kullanmaktadır (We Are Social 2020 Report). Buradan yola çıkarak dijital platformların hem kar amacı güden kuruluşlar hem de sivil toplum kuruluşları açısından önemli bir konumda olduğu sonucuna ulaşılabilmektedir.

İnternet kullanımının günümüzde artmasıyla beraber yeni iletişim alanlarını ortaya çıkarması geleneksel medyadan alternatif medyaya geçişe zemin hazırlamıştır. Sivil toplum örgütlerinin genellikle geleneksel medya araçlarında görünürlükleri azdı Yeni iletişim araçlarının ortaya çıkmasıyla beraber görünürlükleri için alternatif bir ortam ortaya çıkmıştır. İnternet teknolojisinde devrim niteliği taşıyan Web 2.0, internet ortamında içerik üretebilme ve bunları paylaşabilme olanağı sağlamaktadır. Geleneksel medya, bireyin durduğu yerde eylemleri izlemesine olanak sağladığı için kişiyi pasif hale getirerek eylemde bulunmasına yönelik bir engel teşkil etmektedir. Şu an ise alternatif olarak ortaya çıkmış olan yeni medya, bireyin ortamdan uzak olsa bile aktif rol alabilmesinin önünü açmaktadır (Yıldırım, 2019).

Sivil toplum örgütleri devlete hizmet verme yükümlülüğüne sahiptir, ne kamu kuruluşudur ne de özel sektörün bir parçasıdır. Buna rağmen özel sektör ile bir rekabet halindedir. Dolayısıyla sivil toplum kuruluşlarının da diğer kurumların dijitalleşmeye verdiği önemi vermesi gerekmektedir (Çeber, 2019). Sivil toplum kuruluşlarının dijital ortamın daha düşük maliyetli, daha hızlı olması ve daha geniş kitlelere ulaşabilme özelliğine sahip olabilmesi nedeniyle kullanılması etkili olan araçlardandır. Dijital platformlar aracılığıyla yürütülen çalışmaların sivil katılımları teşvik etmede ve toplumsal hareketleri yönlendirmede etkisi bulunmaktadır. Hak savunuculuğu, toplumu dönüştürebilme gücüne sahip olduğu gibi faaliyetlerin görünürlüğünde bir fark yaratma gücünü de dijital platformlar aracılığıyla sağlamaktadır (Turhan, 2020).

Sivil toplum örgütlerinin internet ortamına geçmesiyle beraber yeni kavramlar da ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri “dijital eylem”dir. Dijital eylemcilik, fiziki bir şekilde dünyada yapılan eylemlerin sanala taşınmış hali olarak tanımlanmaktadır. Dijital eylemcilik; insanların insan, çevre, hayvan hakları gibi birçok konuda duygu ve düşüncelerini dijital araçları kullanarak çevrimiçi eylem haline dönüştürme durumudur. Bu eylemcilik hem düşük maliyetli olması hem de daha hızlı olması bakımından daha geniş kitlelere ulaşımı kolaylaştırmaktadır. Buna bağlı olarak bir diğer terim de “tembel eylemcilik” tir. Tembel eylemciliğe örnek olarak Change.org verilebilir. Bu gibi internet platformlarında imza kampanyası sonucunda başarılı olarak tamamlanan kampanyaların toplumsal dönüşüme olanak sağladığı görülmesi tembel eylemciliğin bir ürünüdür (Saatçioğlu, 2017). Sivil toplum kuruluşlarının dijital aracılığı ile yapmış olduğu bir diğer eylem kavramı ise “Hak Savunuculuğu 2.0”dır. Dijital hak savunuculuğu, savunma kavramının dijital çerçeveye taşınarak belirli bir politika hedefini, hak savunucuları tarafından daha da ileriye taşınması eylemidir. Bu kavrama örnek olacak bir konu ise seçmen eğilimlerinin yönlendirilmesidir (Turhan, 2020). Ancak bu tür eylemleri bir sivil toplum kuruluşunun yapabilmesi için o coğrafyanın etkin olarak internet erişimi olması gerekmektedir. Bir İskandinav ülkesi ile bir Afrika ülkesini karşılaştırdığımızda bu tür konularda aynı etkiyi yarattığını söylemek doğru olmayacaktır.

Dijital ortamın gelişmesi ile beraber 2000’li yıllardan itibaren insanların günlük hayatına mobil telefonlar ve sosyal medya girmeye başlamıştır. Mobil telefonların gelişen teknolojisi ile artık bireyler neredeyse her şeye tek bir parmak hareketi ile ulaşabilmektedir. Sivil toplum kuruluşlarının da bu duruma ayak uydurması gerekmektedir. We Are Social 2020 Raporu’na göre sosyal medya kullanıcı sayısı 2019 yılına göre %9,2 oranında artmıştır. İnternete erişim için kullanılan araçlar arasında ise mobil telefonlar lider durumda görünmektedir (We Are Social 2020 Report). Sosyal medya, bireylerin günlük yaşamlarını değiştirerek hayatlarının önemli bir parçası haline gelmiş durumdadır. Yapılan çeşitli araştırmalara göre sivil toplum kuruluşlarının da sosyal medyayı etkin bir şekilde kullanması gönüllülere ulaşma konusunda daha faydalı olduğu görülmektedir (Saatçioğlu, 2017). 

Kurumlar, dijital dönüşümü uygulamaları gereken bir hamle olarak görmemeli bu sürecin içine dahil olmalı ve de teknolojiyi doğru bir şekilde kullanmaları gerekmektedir. Bu açıdan kitlelerin en fazla vakit geçirdiği sosyal medya, dikkat çekilmesi gereken temel nokta olma özelliğine sahiptir. Sivil toplum örgütleri sosyal medyayı iletişim aracı olarak kullanmakta ve hedef kitlesi ile etkili iletişimi sağlama amacına kolaylıkla ulaşmaktadır. Sosyal medyanın sahip olduğu temel özellikler sayesinde sivil toplum örgütleri de bu mecrayı stratejik bir biçimde kullanmaktadır. Böylece hedef kitlesine kolaylıkla ulaşabilmektedir. Hedef kitle ile örgüt arasında oluşturulan bağ, hedef kitle bakımından görünürlüğünü daha da artırmaktadır. Yaptıkları çalışmaları sosyal medya kullanarak sergilemeleri, örgütün düşük maliyetle ve daha hızlı bir şekilde geniş kitlelere ulaşmasını sağlamaktadır. Açık ve şeffaf bir şekilde görünürlüğü olan örgütler ile bağışçılar ve gönüllülerin örgütün etkinliklerine kolay dahil olmalarını sağlamaktadır (Saatçioğlu, 2017).

We Are Social “Digital 2019” Raporu incelendiğinde ise mobil telefonlar ve tabletlerin kullanımının yaygınlaşmasıyla insanların interneti daha çok bu araçlar aracılığıyla kullandıkları görülmektedir. Bu bağlamda teknoloji hızlandıkça insanlar da artık birçok şeye hızlı erişebilmeyi ve tek bir dokunuş ile birçok şey ifade edebilmeyi istemektedir. Bu noktada mobil uygulamalar önemli bir kolaylaştırıcı mecra olarak önümüze çıkmaktadır. Mobil uygulamaların sivil toplum kuruluşları için sağladığı birçok kolaylık bulunmaktadır. Bunlardan bir kaçına değinmek gerekirse; farkındalık yaratmak, kolay organize olabilmek ve potansiyel üyelere ulaşmayı kolaylaştırmak sayılabilmektedir. Birey tarafından ise örgüte kolay ulaşabilme yolunu açmaktadır. Örneğin, bir kişi yolda yürürken bir sokak hayvanının tedaviye ihtiyacı olduğunu gördüğü an, telefonda bulunan uygulamadan bu durumu hemen bildirirse ve bölgede organize olan ekipler oraya hemen ulaştığında çözüm hemen bulununca her iki taraf için de kolaylık sağlanmış olacaktır. Ayrıca örgütün şeffaflığı, fayda sağlama gibi durumları da bireylere daha kolay gösterilecek ve bir güven bağı oluşturmanın yolu açılmış olacaktır.

“Global NGO Technology Report 2019” araştırmasına göre sivil toplum kuruluşlarının sosyal medyayı ve teknolojiyi ne oranda kullandıklarına dair bir sonuca ulaşılmıştır. Mobil teknoloji, çağımızda istenilen alanda, hızlı ve esnek zamanlarda kullanım kolaylığı sağlamasından dolayı ilgi çekmektedir. Kurumlar için de genellikle insanlara rahat ulaşabilmenin en kolay yolu mobil uygulamalar olmaktadır. Funraise tarafından finanse edilen Global NGO Technology, 2019 yılında bir araştırma raporu hazırlamıştır. Rapor, çeşitli bölgelerden katılan sivil toplum kuruluşlarının teknolojiyi ne oranda kullandıklarını sayısal veriler ile destekleyerek hazırlanmıştır. Bu araştırmaya dünya genelinden 5 bin 721 sivil toplum kuruluşu destek vermiştir (bu araştırmada şu ana kadar Türkiye’ye ait bir kurum bulunmamaktadır). Rapora göre dünya genelinde sivil toplum kuruluşlarının yaklaşık %90’ı bağışçı ve destekçilerine ulaşmak için sosyal medya hesaplarını kullanmaktadır. Ancak sosyal medya stratejisinin kaçının yazılı olduğu sorulduğunda bu oran %44’e düşmektedir. Sivil toplum kuruluşlarına bağış yapanların %25’i kuruluşa sosyal medya hesabı üzerinden ulaştıklarını söylüyor ve bu oranın en büyük payını %62 ile Facebook almaktadır. Dünya genelinde sivil toplum kuruluşlarının %80’inin web sayfası bulunmaktadır. Mobil ile internet erişimi sağlandığı göz önünde bulundurulduğunda, mobil uyumlu web sayfası oranı %88 olarak verilmektedir. Engelli bireylerin bu sivil toplum kuruluşlarına kolay bir şekilde erişimine uygunluğu sağlayan kuruluş oranı ise sadece %18’dir (Global NGO Technology Report 2019).

Dijital teknolojilerin yeni nesil sivil toplum kuruluşlarının bu platformları daha etkin kullanması sonucunda, pasif eylemcilik, web eylemciliği, internet destekli faaliyetler ortaya çıkmıştır (Turhan, 2020). Bunlardan en çok göze çarpanlardan biri ise yukarıda da bahsedildiği gibi “tembel eylemcilik”tir. Türkiye’de ise buna örnek olabilecek kuruluş “Change.org”tur. Tembel eylemcilik, siyasi ve sosyal olayları o esnada veya daha sonrasında internet ortamında oluşturulan ve çok çaba gerektirmeyen faaliyetler olarak değerlendirilmektedir. Çevrimiçi yapılan imza kampanyaları insanların durumu fark etmesini ve insanlar tarafından görülmesini kolaylaştırmaktadır. Bu tür siteler bir kişinin veya toplumun bir fikrini yayarak daha fazla kitleye ulaşabilmesine olanak sağlamaktadır (Yıldırım, 2019).

2019 yılının sonlarına doğru Çin’in Wuhan kentinden çıkan, 2020 yılının büyük bir çoğunluğunda tüm dünyaya yayılan ve etkisi hala devam eden Covid-19 salgını, her alanda olduğu gibi sivil toplum kuruluşlarının işleyişine de etki etmiştir. İnsanlar salgın nedeniyle her ne kadar evlerinde izole olsalar ve evden çalışsalar da “sanallaşma” kavramı gittikçe çoğu insanın hayatına girmektedir. Dijital ortamda birçok işin gerçekleşmesi, birçok kurumun da işine gelmektedir ve toplumsal dönüşümü hızlandıran bir ivme olmaktadır. Sivil toplum kuruluşları da şüphesiz devletin yetişemediği birçok alana ulaşabilmektedir. Her türlü olayda (ekonomik, sağlık, siyaset,doğal afet, vb.) insanlara temas ederek toplumun bilincini arttırabilmektedir. Ancak salgın dolayısıyla birçok sivil toplum kuruluşunun kendi temel fonksiyonlarını yerine getirmekte zorluk çektikleri gözlemlenmektedir (Akıncı, 2020). Bu tür durumlara rağmen sivil toplum kuruluşlarının dijital dönüşüme hızlı ayak uydurmasına yol açan bir durum daha var olmuştur. Örneğin, dijitali kullanmayı reddeden yaş gruplarında bile çevrimiçi bir araya gelme gözlemlenmiştir. Sosyal medya kullanımının yaygınlaşmasına ek olarak çevrimiçi toplantı uygulamalarının kullanımı da aslında fiziki olmasa da insanların toplantı yapabileceğini göstermektedir. Bu durum, teknoloji kullanımını reddeden grubun bile dijital dönüşüme ayak uydurabileceğini göstermiş bulunmaktadır. Bu teknolojik yenilenmeler sivil toplum kuruluşları içinde birtakım yenilenmelere de yol açmaktadır. Teknolojiye uyumu sağlayacak, teknoloji kullanımına yatkın olan gençleri de aralarında bulundurmaları gerekmektedir. Teknolojinin sivil toplum kuruluşları için projelerini ne kadar fazla çeşitlendirebileceği açık bir şekilde ön görülebilmektedir. Fiziki projelere bağlı kalmadan teknolojinin sunacağı yeniliklerden de faydalanacak birçok kuruluş olacağı düşünülmektedir. 

Yukarıda bahsedilen dijital dönüşüm ve Covid-19 salgını çerçevesinde Türkiye’nin dönüşüme nasıl ayak uydurduğuna, ne tür çalışmalara dahil olduğuna ve ne tür verileri ortaya koyabildiğine dair araştırmaya ikinci bölümde yer verilmektedir.

3. Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşlarının Dijital Dönüşümü

Küreselleşme ile değişen dünyada 1990’lardaki sivil toplum örgütlerinin eş zamanlı olarak Türkiye’de gelişimini gösteren sivil toplum örgütlerinde de bir artış gözlenmektedir.

1996 senesinde yapılan Habitat Konferansı ve 1999 senesinde gerçekleşen Marmara Depremi Türkiye’de sivil toplum örgütlerinin toplumsal yaşam üzerindeki etkilerini göz önüne sermiş ve tarihsel olarak bu önemli noktalar üzerinde durulmaktadır. Toplumun gelişimini ön plana çıkaran Habitat Konferansı’nda STÖ’lerin önemi üzerinde bir kere daha konuşulmuştur. Kamuoyu tarafından STÖ’lerin işlevlerinin ve etkilerinin fark edilmesi ise 1999 depremi sonrasında AKUT Arama ve Kurtarma Derneği ile ön plana çıkmıştır. Kopenhag Kriterleri ve Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) ilişkileri, 2000’lerin başından beri STÖ’lerin faaliyetlerini arttırması ve sivil toplum anlayışının ilerlemesine gerektiğine dair görüşler belirtmektedir (TUSEV, 2006a; Onbaşı, 2005).

2006 senesi ile beraber Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV) tarafından “Türkiye’de Sivil Toplum Bir Değişim Süreci” başlığına atfen yapılan araştırmada STÖ’lerin Türkiye’de gittikçe yaygınlaşmasının altı çizilmektedir. Türkiye’deki STÖ’lerinin mevcut durumu incelendiğinde ekonomik, siyasal gelişim, sosyal ve teknolojik gelişimleri, TÜSEV’in 2006 yılında yapmış olduğu “STEP Raporu: Türkiye’de Sivil Toplum: Bir Dönüm Noktası” başlığı altında incelenmiştir (TÜSEV, 2006; Keyman, 2006).

“Değerler, etki algısı, ortam, vatandaş katılımı ve organizasyon düzeyi” başlıklarından oluşan beş ana konu üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmada; teknolojik alt yapıları, mali durumları ve sorunları, vatandaş katılımı bakımından potansiyelleri, siyasal etki düzeyleri, ekonomik, sosyal ve siyasal, temel olarak örgütlerin üye sayıları, gönüllü çalışan kapasiteleri hakkında bilgi verilmektedir. Katılımın arttBu çalışmanın amacı “Dijital dönüşümlere sivil toplum kuruluşları ne kadar uyum sağlayabilmekte?” sorusuna cevap aramaktır.ırılması için ise iletişim ve halkla ilişkiler hususunda yeni taktiklerin geliştirilmesi, teşkilatların faaliyet ve kurulma aşamalarında bürokratik işlemlerinin kolaylaşması, kuruluşların kurumsal kapasitelerinin arttırılması, vatandaşlarla etkileşime dayanan ilişkilerin geliştirilmesi vurgulanmıştır.

Tablo 1: Temsili Sivil Toplum Karosu

Türkiye’de iletişim teknolojilerinin ve bilgi ağının STÖ’lerin kamusal aktörler olarak faaliyetlerinden faydalanmaları, bu araçların STÖ’ler için önemi konusunda ilgilinin oldukça sınırlı olduğunu söylemek mümkündür. Yerel ve küresel çerçevede yapılmış çalışmalar, Türk STK’larının dijital dönüşüm süreci analizi ile beraber olanak sağlamaktadır. Nonprofit Tech for Good aracılığla 2019 senesinde neşirleşen(?) Sivil Toplum Kuruluşları Teknoloji Raporu (Global NGO Technology Report- GNTR) küresel dönüşüm için önemli bir kilit taşı olan ve yukarıda bahsedilen rapor daha detaylı bir şekilde ele alınacak olursa eğer, 1 Mart 2019 ile 31 Mayıs 2019 arasında yapılan çevrimiçi olarak düzenlenen toplamda 160 ülkeden 5 bin 721 STK ile yapılan anket sonuçlarına göre, STK’ların altı farklı kıta üzerindeki dijital dönüşümleri araştırılmış ve gelişimleri takip edilmiştir. Bu rapora göre STK’ların teknolojik altyapılarını iyileştirmek için harcamaların 2019 senesinde bir önceki yıla oranla yüzde 51 arttığını gözlemlenmiştir. Araştırmaya uyan STK’ların metodik olarak %90’ı sosyal medyayı kullanmaktadır. STK’ların %80’i ise dijitali esas alan iletişim araçlarının önemli bir güce sahip olduğunu söylemekte ve bunu hedef kitlelere ulaşmada basamak olarak görmektedir. Bu durumda esasen küreselleşme ile beraber dijitalleşmeye özgü olumlu bir eğilimin varlığından söz edilmektedir. Yapısal reform olarak uygulamaya konulmasını sağlayan STK’ların bu süre zarfında arka planda kalmamak adına hareket ettiği gözlemlenmektedir. STK’ların dijitalleşme için ayırdıkları bütçe miktarlarına bakıldığında bölgelerarası çeşitlilik sunmaktadır. Bu konuda en fazla harcamayı yapan bölgelerden ikisi Yeni Zelanda ve Avustralya’dır. Buralarda çalışan STK’lar %56’lık bir bütçe artışı ile kendini göstermektedir. Bu orana yakın olarak Asya STK’ları takip etmektedir. Afrika odaklı STK’lar ise %54’lük bir bütçe artışıyla, ABD ve Kanada’daki STK’ların %48’ini ve Avrupa’daki sivil toplum kuruluşlarının %50’sini arka planda bırakmıştır (Global NGO Technology Report). 

Afrika kıtasında görülen artışın sebebi, küçük ölçülerde yapılan giderlerin nispeten aritmetik sonucunun fazla olması ve Afrika kıtasındaki STK’ların finansal büyüklüğünün Avrupa’ya nazaran çok az olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, ABD ve Avrupa’nın STK’ların, Afrika’dakinden daha az bütçe ile masraf yaptığı sonucu çıkartılmamalıdır. Sayısal olarak STK’ların yapmış oldukları harcamaların raporda bahsi geçmemekle beraber en esas noksanlıklardandır. Bir diğer önemli sonuç ise raporda STK’ların web sitesi, sosyal etkileşim, e-posta iletişimi, bağış toplama, verimlilik gibi konulardaki bölgesel olarak dijitalleşme vetiresi (süreci) farklılık arz etmektedir. Çünkü sosyal ve ekonomik olarak büyüyen ABD ve Avrupa odaklı STK’lar, dijital yapıyı kullanmada Asya ve Avrupa’ya kıyasla çok ileridedir.

Tablo 2.


1.734 STK ile görüşmeler yapılarak Asya kıtası özelinde farklı ülkelerden oluşan sivil toplum kuruluşlarının dijital dönüşümleri araştırılmış ve 40 ülkenin bütçeleri incelenmiştir. STK’ların %56’sı ankete katılarak dijital dönüşüm adaptasyon süreçlerine göre bütçeler belirlenerek kendi bütçelerinde artışlar meydana gelmektedir. Örgütlerin, dijital altyapı masraflarındaki bütçe paylarının arttığı gözlemlenmektedir. STK’ların %67’si destekçiler ve bağışçılarla düzenli olarak sanal iletişim kurmaktadır. STK’ların %95’i dijital dönüşümün etkisiyle sosyal medyanın etkili olduğunu söylemekte, fakat küresel olarak sosyal medya kullanım oranı ortalamanın çok altında kalmaktadır. Genellikle STK’lar şu sosyal mecraları sıklıkla kullanmaktadır: LinkedIn (% 25), YouTube (% 26), Instagram (%28), Twitter (%32) ve Facebook (%72) (Turhan,2020).
Dijital adaptasyon ölçümlendirildiğinde Türkiye’deki STK’lar bu veri ışığında hangi konumda yer almaktadır? Türkiye’nin rapor içerisindeki pozisyonuna bakıldığı zaman soruya net bir yanıt verebilmemiz mümkün olmamaktadır. Çünkü bu rapor içerisinde Türkiye’de bulunan bir bölge veya rastgele bir STK’ya çalışmada yer verilip verilmediği bilgisine net bir şekilde yer verilmemiştir. Kıtasal olarak sınıflandırılan bu raporda Türkiye, Asya grubunda yer almakta ve Asya STK’ları ile birlikte yorumlanmaktadır. Bu nedenle Türkiye, Asya kategorisinde yer alarak bu raporun ayrıntılı incelenmesi gerekmektedir (Turhan, 2020).

STK’ların en sık kullandığı soysal medya mecrası ise Facebook’tur. Türkiye’de bireylerin sosyal medya aktif kullanım oranları hayli yüksektir. Avrupa ülkeleri arasında ilk sıralarda yer alan Türkiye, dünyada ilk 10 ülke sıralamasına girerek 37 milyon Facebook kullanıcısına ulaşmıştır. Bu bilgilere We are Social kuruluşunun 2020 Raporunda yer verilmiştir (Digital 2020 April Global Statshot Report).

 Bireylerin STK’lara katılımı ile sosyal medya kullanıcı rakamlarındaki artış arasında doğrusal bir bağ bulunmamaktadır. Bu konu ile ilgili birçok saha çalışması bulunmaktadır. İlki, Serdar Çil tarafından ele alınan bir araştırmaya göre, Facebook kullanıcılarının Türkiye’deki STK’lar ile bağlantısı düşük bir oranda seyretmektedir. Verilere bakıldığı zaman Facebook kullanıcılarından yalnızca %32,6sının yani 236’sının STK’lara üyeliği mevcuttur. Ayrıca bu kullanıcılar arasında 342 kişiden yalnızca 164 tanesi toplumsal konularda mevcut olan etkinliklere katılım sağlayıp bir sivil toplum örgütünün sayfasını takip etmektedir (Çil, 2015).

Diğer bir görüş ise, sivil toplum kuruluşları dijital mecraları kullanan kişileri henüz tam anlamıyla kendi alanlarına çekememekle beraber bu fırsatları halka tam olarak aktaramadıkları görülmektedir (Çil, 2015).

Dijital dönüşümün nitel ve nicel verilerini baz alarak Türkiye’deki STK’ların dijitalleşmesi hakkında birçok çalışma yapılmıştır. Doç. Dr. Betül Önay Doğan ve Doç. Dr. Kemal Süher’in çalışmalarından öne çıkan, 2016 senesinde İstanbul merkezli 102 STK ile yapılmış olan (illerin kalkınma, kültür, destek ve yardımlaşma vakıfları haricindeki kuruluşlar ve mesleki dayanışma dernekleri) bu çalışmada STK’ların birkaç yöntemleri ele alınmıştır. Bu yöntemler; STK’ların alışkanlıkları, kullanım şekilleri ve medya kullanım amaçları şeklindedir. Bununla beraber STK’ların dijital kullanma esasları limitli başlıklar altında ortaya çıkan ankete göre sonuçlanmıştır. Bilhassa Türkiye’deki 2017 verilerine dayanarak STK’ların sosyal medya kullanımına özgü davranış kodları ana düzeyde kalmıştır (Doğan ve Süher, 2017). Çeşitliliği sınırlı olan platformların- ki bu daha çok Facebook- STK’ların sosyal medya kullanım alışkanlığını takriben tek başına taşımaktadır. Gönüllülerce yürütülen STK’ların sosyal medya kullanımı ve yönetimi bir diğer önemli sonuçlardandır. Böylelikle, profesyonelleşme sürecini göz önüne alırsak STK’ların dijitalleşme basamağında etkisinin çok uzağında olduğunu belirtmek gerekmektedir (Doğan ve Süher, 2017).

Fuat Onat tarafından yapılan araştırmada ise STÖ’lerin sosyal medya alanlarının paydaşlarıyla geliştirmiş oldukları dijital dönüşümün etkileşimi ve iletişimi incelenmiştir. Sosyal mecranın STÖ’ler için “yalnızca ilgilenen bireylerin iletişim için imkânlar sunması ve bildiri için destek olması” açısından bile toplumun ve medyanın daha önce mevcut olmayan olanaklar sunmaktadır. Bu açıdan da STÖ’lere yönelik alakanın aşılması gerektiği esasında “daha önce mevcut olmayan olanaklar” sunması gerektiği belirtilmiştir (Onat, 2010).

Araştırmada en fazla haber yapılan beş STK’yı baz alarak Twitter ve Facebook sayfalarına dikkat edilip etkinlikleri takip edilmiştir. Bu durumu ele alan Onat, halkla ilişkiler bazında sosyal medya aktifliği ile ilgili olarak, “STÖ’lerin çoğunlukla tanınma, iletişim kurma, duyurum ve duyarlılık yaratma gibi bağışları arttırma, amaçlarına ulaştıklarını eylemlere ortaklık ve bağışları yükseltme gibi mevzularda sosyal medyanın biraz motive edici olduğunu” belirtmiştir (Onat, 2010).

Yapılan bir diğer çalışma ise Arık ve Akboğa tarafından 2016 ve 2017 tarihleri arasında STK’ların medya kuruluşlarında nasıl, ne kadar haber yapıldığı ve medyanın ne kadar görünür olduğu ile ilgili araştırmasının kaynakları önemli bir açığı doldurmaktadır. Tanımlanan bu tarih aralıklarında çeşitli medya kuruluşunun haber ağlarından çevrimiçi verileri bir araya getirerek vakıf ve dernek haberleri süzgeçten geçmiş ve deliller derlenerek dilbilimi usulüyle çözümlenmiştir (Akboğa ve Arık, 2018). Bu bilgilere dayanarak şu sonuçlar ortaya çıkmıştır: İlk üç medya kuruluşu sırasıyla Birgün, Milli Gazete ve Yeni Şafak gazeteleridir. Bunlar en fazla vakıf ve dernek haberi yapmasıyla toplam olarak 410.937 haberden yalnızca 4.895’ini kuruluş ile ilgili haberlere yer vererek diğer gazetelere göre en çok yer veren kuruluş olarak sıralamada üstlere doğru çıkmayı başarmıştır (Akboğa ve Arık, 2018).

Bir diğer çalışma ise, Kazan ve Cambaz tarafından 2017-2018 tarihleri arasında Yeryüzü Doktorları ve Türk Kızılay’ın nicel ve nitel olarak mukayese edilerek sosyal mecranın kullanımı ile ilgili Instagram sayfalarında literatür taramaları yapılarak yarattıkları etkileşimi ve düzeyleri üzerinedir. 6 aylık paylaşım analizleri ile sınırlandırılan bu araştırmanın bir diğer amacı ise STK’ların marka imajlarını kuvvetlendirecek olan sosyal medyadaki verilerine ulaşmaktır (Cambaz ve Kazan, 2020).

En yaygın ve en eski kurumlardan biri olan Türk Kızılay’ı ülkemizde en çok Facebook’ta takip edilen dokuzuncu sivil toplum kuruluşu seçilerek sosyal medyada görünürlüğünü gittikçe arttırmıştır. Bu mecranın yanı sıra Twitter, YouTube, Google+, Pinterest ve Instagram’da yer almaktadır. Sosyal medyada binlerce beğeni, takipçi ve aboneye sahip olan STK, bu mecralarla hedef kitlesiyle iletişimini sağlamaktadır (Socialbakers, 2018).

2000 yılında kurulan Yeryüzü Doktorları, dört sosyal mecrada kendini göstermektedir. Binlerce beğeni ve abone kitlesi olan Facebook, Instagram, Twitter ve YouTube sosyal mecralarda hedef kitlesiyle iletişim kurmaktadır. Ayrıca Yeryüzü Doktorları, Facebook’ta en hızlı gelişen ve büyüyen STK’ları arasında ilk üçte yer almaktadır (Socialbakers, 2018). Fakat bu çalışmada bir STK olarak kabul edilen Kızılay’ın, ayrıntılı bir şekilde ele alınmadığını ifade edilebilmektedir.

Nitekim Kızılay, anayasa ile verilen belli konularda hukuki yükümlülüğe hâkim olmak ve devletten mali dokunulmazlık muafiyeti gibi ayırt edici niteliklerinden dolayı yarı-sivil toplum örgütü kalsifikasyonuna girmektedir. Bu araştırmanın sonuçlarına bakılır ise; Yeryüzü Doktorları’nın Türkiye’de en çok kullanılan sosyal medya mecralarından biri olan Facebook’ta en hızlı gelişen ve büyüyen STK olarak ilk üç arasında olmasına karşın içerik üretme ve geliştirme konusunda pek yeterli olamamıştır (Socialbakers,2018). Oluşturulan içerikler ise yalnızca yardıma muhtaçlara hizmet, servis temelli, sağlık ve bağış konuları üzerinedir. Çok sınırlı kalan faaliyetleri esasında içerik olarak “Hak Savunuculuk” konusu arka planda kalmıştır. Bu içerik esası bilhassa Kızılay’ın, yardıma muhtaç kişilerin hayatlarını konu alan içerikler, yoğun bir şekilde faaliyetlerini haber vermek için görsel mecralar ile şekillendirilmekte ve kurumun sosyal medya hesaplarında da görülebilmektedir (Cambaz ve Kazan, 2020).

 Benzer bir şekilde Esra Bozkanat, Yeşilay kurumunun bir sene boyunca Facebook üzerindeki paylaşımlarını araştıran bir çalışmayı ele almıştır. Ülkemizin köklü kurumlarından biri olan Yeşilay bağımlılıklar ile mücadele eden kişilere yönelik sosyal medyayı aktif ve etkili kullanarak farkındalığı ön plana çıkartacak şekilde faaliyet göstermektedir (Yeşilay, 2021). Kurumun sosyal mecralardan biri olan Facebook’ta takipçisi elli bini bulmaktadır. Bu farkındalığı yaratmak için ise çeşitli görsel içerikli paylaşımlar yapılmaktadır. Yeşilay sadece Facebook üzerinden paylaşım yapmamakla beraber Twitter, YouTube ve Instagram hesaplarını da aktif bir şekilde kullanmaktadır. Bu mecralarla kaliteli yaşama yönelik bilgiler, popüler bilim aktarımları, teknoloji ve Genç Yeşilay’ın faaliyetlerine de yer vermektedir (Bozkanat, 2018). Bu araştırmanın sonucuna değinildiğinde Yeşilay, “katılım” ve “bilgi yayma” maksadıyla dijital platformları kullanıldığı görülmektedir (Bozkanat, 2020). Ortaya çıkan araştırmada bir diğer sonuç ise, Şardağı ve Öztürk’ün 178 dernek ve vakıf temelinde yapmış olduğu çalışmada “STK’lar kurumsal iletişim, kendini tanıtma ve tasarım unsurlarını Facebook’ta daha fazla yansıtmaktadır’’ neticeleriyle eşleşiktir (Öztürk ve Şardaği, 2018).

Tunç, STK’ların etkinliklerini görünür kılma ve sivil toplum üzerine kamuoyu oluşturma kısımlarında dijital dönüşümün etkisini vurgulamış ve medyayı önemli bir mecra olarak ortaya koymuştur. STK’ların dijital dönüşümleri ile beraber medyayı kullanma erişimini geliştirmelerinin gerekliliğini vurgulamıştır (Sivil Toplum Endeksi Projesi, 2021).

Finansal kaynakları yetersiz olan kuruluş olarak STK’lar biliniyorken farklı medyalar etkinlik ve fiyat yönünden değerlendirildiğinde bugün STK’ların pazarlama taleplerine yanıt verebilmede en uygun olanının internet olduğu görülmektedir (Başfırıncı, 2007).

Sosyal medya hem bireylerin hem de kurumların tanıtımlarını yapabildikleri, diğer kullanıcılarla iletişime ve etkileşime geçebildikleri, ürün ve hizmetlerini pazarlayabildikleri, satış yapabildikleri alandır. Ayrıca itibar yönetimlerini gerçekleştirebildikleri interaktif yani etkileşimli özellikleriyle her geçen yıl kurumların reklam bütçelerini daha fazla ayırdıkları geleneksel medyanın ciddi bir rakibi haline geldiği gözlemlenmektedir. Sosyal medya günümüzde artık pek çok kurumun ve kurum yöneticisinin büyük oranda önemsedikleri konulardan biri haline gelmektedir. Kurumlarda karar verici durumunda bulunan yetkililer, danışmanlar, artık sosyal medya uygulamalarından sivil toplum kuruluşlarının nasıl etkin bir şekilde faydalanacağının yollarını aramakta, sosyal medya yönetimi konusunda profesyonel destek alma yollarına başvurmaktadırlar (Okay, 2014).

4. Sonuç

Küreselleşmeyi hızlandıran bir devrim niteliğinde olan dijital çağın ne kadar önemli olduğu sıkça göz önüne serilmektedir. Sivil toplum kuruluşları da üçüncü bir sektör olarak ele alındığında bu dönüşüme ayak uydurması gereken kuruluşlardandır. Dijitalleşmenin oldukça yoğun bir şekilde hayatımıza girdiği şu günlerde sivil toplum kuruluşlarının da etkin bir şekilde bu alanı kullanabilmesinin önemi oldukça açıktır. Yukarıda bahsedildiği üzere erişebilirlik insanlar açısından göz önünde bulundurulan niteliklerdendir. Birçok sivil toplum kuruluşu büyük çoğunlukla web sayfası kullanmaktadır. Ancak sosyal medyayı kullanan kuruluşların hem bağışçılarına hem de hedef kitlelerine kolaylıkla ulaşabildiği gözlemlenmektedir. Sivil toplum kuruluşlarının demokratik bir devletin önemli kurumlarından olduğu göz önüne alınırsa, daha fazla insana dokunması için teknolojinin daha fazla içinde yer alması gerekmektedir.

Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının dijital dönüşüm sürecinde kaynaklarının yetersizliğinden dolayı profesyonel personel çalıştırma ve medyaya ayırdığı bütçe ile yolun başında olduğu açıkça görülmektedir. Ancak Türkiye, bu farkındalığı daha da artırarak dijital alana yönelik faaliyetlerini arttırmalıdır. Özellikle mobil uygulamalar üzerinde çalışmalar yaparak kullanımını yaygınlaştırmalıdır. Böylelikle görünürlülükleri ve etki alanları hızlı bir şekilde artmış olacaktır.

Ayşegül Şimşek

Ecem Güven

Sivil Toplum Çalışmaları Programı

Kaynakça

Akboğa, S., Arık E. (2018). Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşlarının Medyada Görünürlüğü, İnsan ve Toplum, 8(1), 37-65.

Arslanel, M. N., Hamdemir B. (2011). Türkiye’de İnsan Haklarını Koruma Amaçlı Sivil Toplum Örgütleri, Ekev Akademi Dergisi, 15(48), 23-44.

Canbaz, P., Kazan, H. (2020). Sivil Toplum Kuruluşlarının Sosyal Medya Kullanım Düzeyleri: Türk Kızılay Ve Yeryüzü Doktorları Instagram Sayfası Örnekleri, International Social Sciences Studies Journal, 6(54), 52-61.

Çalışkan, M., Mencik, Y. (2015). Değişen Dünyanın Yeni Yüzü: Sosyal Medya. Akademik Bakış Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler Dergisi, (50), 254–77.

Çeber, B. (2019), Sivil Toplum Kuruluşlarının Dijitalleşmesi: Mobil Uygulamalar Üzerinde Karşılaştırmalı Bir Analiz, 6. Uluslararası İletişim Günleri Dijital Dönüşüm Sempozyumu, 158-182.

Çil, S. (2015). Sivil Toplum Kuruluşlari Ekseninde Sosyal Medya Ve Girişimcilik, II. Uluslararasi Girişimcilik Ve Kariyer Sempozyumu. 

Digital 2020. Erişim adresi: https://wearesocial.com/digital-2020 (24.02.2021).

Doğan Önay, B., Suher K. (2017). STK’ların Sosyal Medya Kullanım Amaçları,Alışkanlıkları Ve Sosyal Medyayı Kullanım Yöntemleri, Erişim Adresi: https://www.sivilsayfalar.org/2017/06/12/stklarin-sosyal-medya-kullanim-amaclari-aliskanliklari-sosyal-medyayi-kullanim-yontemleri/ (24.02.2021)

Global NGO Technology Report (2019). Erişim Adresi: https://funraise.org/techreport (23.02.2021).

Ölçekçi, H. (2020). Dijital İletişim ve Küresel Kültürel Etkileşimin Homojenleşme, Kutuplaşma ve Melezleşme Süreçleri. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, (50), 146-163 .

Saatçioğlu, E. (2017). Sivil Toplum Örgütlerinin Sosyal Medya Kullanımları: Greenpeace Tr Facebook Sayfası Örneği, Selçuk İletişim, 10(1), 158-187.

Turhan, Y. (2020). Sivil Toplum Kuruluşlarının Dijital Dönüşümü: Çevrimiçi Savunuculuk 2.0, Endüstri 4.0’dan Toplum 5.0’a Güncel Yaklaşımlar içinde, Çiğdem S. & Boztaş A. (ed.), Nobel Yayıncılık, 265-283.

Züerman, T. (2005), Türkiye’de Sivil Toplumun Engelleri, II. Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Kongresi, 507-516.

Haftalık Sivil Toplum Bülteni/ 21-28 Mayıs

0

 

Gönüllü Hikayeleri- Gönüllülük Üzerine Sosyal Girişimcilik Olur Mu?

Gönüllü Hikayeleri, kişilerin gönüllülük deneyimlerini ve hikayelerini dijital olarak paylaştıkları bir sosyal girişim platformudur. 

Etkinlik Tarihi: 22 Mayıs 2021

Etkinlik Saati: 20:30

Etkinlik Kanalı: Online Platformlar

Başvuru ve Detaylı Bilgi için: 

https://docs.google.com/forms/d/e/1FAIpQLSdBIAlYdtim1B_G813joMPzwnmpQYE2byalyo_i3WDECzXrHw/viewform 

 

ODTÜ İstatistik Topluluğu- 6. Finans İstatistik Ekonomi Kongresi

Bu yıl altıncısı düzenlenen FİE Kongresi, iş dünyasının gelişen koşullarına yeni fikirler kazandıracak olan üniversite gençliğine; finans, istatistik ve ekonomi alanlarının önemini aşılamak, birbirleriyle bir zincir olarak işleyişini anlatmak ve bu konuda kendilerini geliştirmelerine olanak sağlamak amacıyla hem yurt içinden hem yurt dışından katılacak birbirinden değerli konuşmacılarıyla karşınızda olacak. Katılım ücretsiz ve sertifikalıdır. 

Kongre Tarihi: 22-23 Mayıs

Kongre Saati: 13:00-18:00

Kongre Kanalı: Youtube

Başvuru ve Detaylı Bilgi için: 

https://docs.google.com/forms/d/e/1FAIpQLSefvoZzz9ObQEQ6KR-zUQXrZmGCPhKU_CXb-bvYUs-KQ52HOw/viewform

 

 

TUİÇ Akademi- Online Staj (O-Staj) Başvuruları Açıldı!

TUİÇ Akademi markası ve Türkiye’de bir ilk olan Online Staj (o-Staj) Programı, klasik yöntem ve metotlarla ‘’ fotokopi çekme’’ mantığına dayanan staj anlayışının yerine; araştırma, sunum ve akademik yazma becerileri kazandıran, bireylerin özgüven, öz disiplin ve girişimcilik bilincini yükselten ve dinamik bir sosyal ağa dahil olmasına imkân tanıyan bir online eğitim modelidir.

Son Başvuru Tarihi: 25 Mayıs 2021

Başvuru ve Detaylı Bilgi içinhttps://o-staj.com/ 

 

Habitat Derneği- Kontrol Bende Projesi Eğitmen Eğitimi

Habitat Derneği ve Facebook ortaklığıyla “Kontrol Bende” projesi gönüllü eğitmenlerini arıyor!  Kontrol Bende Projesi, kişisel bilgilerin ve sosyal medya hesabının güvenliği konusunda sürekli olumsuz durumlarla karşılaşan bireylerin bu olumsuz durumlar meydana gelmeden alabilecekleri önlemler konusunda farkındalık sağlamasını hedeflemektedir. Bu kapsamda sosyal medya araçlarından özellikle Facebook güvenlik kurallarının öğrenilmesi ve online ortamda kişisel bilgi güvenliklerini en doğru şekilde sağlanması konusunda gerekli bilginin aktarılması sağlanacaktır. Proje 81 ilde yürütülmektedir.

Son Başvuru Tarihi: 27 Mayıs 2021

Eğitim Tarihi: 3-6 Haziran 2021

Başvuru ve Detaylı Bilgi için: https://form.jotform.com/211297990633968

 

 

Susma Platformu ve Kaos GL Derneği- LGBTİ+’ların İfade Özgürlüğü ve Sansür Konferansı

Susma Platformu ve Kaos GL Derneği medya, yayıncılık ve sanatta LGBTİ+’lara uygulanan sansür ve LGBTİ+’ların ifade özgürlüğünü tartışmak için bu alanlarla ilgili farklı oturumların olacağı bir konferans düzenliyor.

Çevrim içi gerçekleştirilecek konferansta medya, yayıncılık ve sanat başlıkları altında LGBTİ+’ların ifade özgürlüğü, sansür, nefret söylemi ve ayrımcılıkla mücadele yolları konuşulacak.

 

Eğitim Tarihi: 29 Mayıs 2021

Eğitim Saati: 13:00- 18:30

Başvuru ve Detaylı Bilgi için: https://twitter.com/susma_24/status/1392053156075474946

 

 

Genciz Medya- Gönüllü Çağrısı

Genciz Medya’nın uzun zamandır beklenen gönüllü başvuruları açıldı! Siz de yeni nesil iletişimde üretmek, parlamak istiyorsanız kısa bir süre için açılan başvuruları kaçırmayın! Genciz Medya kurumsal tanıtım & reklam, internet gazetesi ve program direktörlüğü alanlarında faaliyet gösteren ekibine online ve/veya yüz yüze gönüllülük yapabilecek ekip arkadaşları arıyor.

Başvuru ve Detaylı Bilgi için: https://forms.gle/7UppN99bCZjH2ccCA

 

 

Sorgun Gençlik Derneği- İş Kulübü Başlıyor!

İş Kulübü Eğitimi, Kişilerin iş yaşamına geçiş süreçlerinde kariyerleriyle ilgili doğru kararlar alabilmeleri ve bu doğrultuda kariyer hedeflerini gerçekleştirmeleri, iş arama/bulma sürecinde önemli olan bazı becerilerin farkına varmaları, geliştirmeleri amacıyla düzenlemektedir.

Kontenjan 50 kişi ile sınırlıdır.

Eğitim Kanalı: Zoom 

Kariyer Planlama ve Kişisel Farkındalık: 24-25 Mart 2021 Saat: 13.00-16.00

Özgeçmiş Hazırlama: 26 Mart 2021 Saat: 13.00-16.00

Mülakat Teknikleri: 27-28 Mart 2021 Saat: 13.00-16.00

Son başvuru tarihi: 22 Mayıs 2021, 19.00

Detaylı Bilgi ve Başvuru İçin:

https://docs.google.com/forms/d/e/1FAIpQLScIM16UA9ofmGSzlEXuJUTIfjKiGq5f3VtLGKnJ3Bqpd_dDtg/viewform

 

 

Sivil Toplum Araştırmaları Derneği- Aktivizm Akademisi Başvuruları Başladı

Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı’nın destekleriyle gerçekleştirilen Aktivizm Akademisi Projesi ile gençlerin yerellerinde örgütlenmeleri ve yerellerindeki politikalara etki etme süreçlerinin güçlendirilmesi amaçlanmaktadır. Gençlerin dijital ortamda örgütlenerek politikalara etki etme süreçlerine dahil olmaları, karar alıcıları etkilemeleri ve bu süreçlerde kullanabilecekleri yöntem ve araçlar konusunda bilgi sahibi olmaları hedeflenmektedir.

Son Başvuru Tarihi: 23 Mayıs 2021, 17:00

Detaylı Bilgi ve Başvuru için: https://forms.gle/eY2yP8iJCMCnPqaZA

http://www.stad.org.tr/aktivizm-akademisi-basvurulari-basladi/

 

 

Hazırlayanlar: Banu TÜYSÜZ, Ecem GÜVEN, Gizem AŞAR

TUİÇ Akademi Sivil Toplum Çalışmaları Birimi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bütünleşme Bağlamında Avrupa Birliği’ndeki Euro/Göç Covid-19 Krizlerinin Değerlendirilmesi

       

Özet

Avrupa Birliği Krizleri: Avrupa Birliği, özellikle son 20 yılda yaşadığı Avro krizi, uluslararası bir sorun haline gelen göç olayları ve son bir yıldır hayatımızda yer alan Kovid-19 salgın hastalığı AB’nin hem ekonomik hem siyasi düzenini olumsuz olarak etkilemiştir. Araştırma yazımızda üç farklı başlığın AB’nin bütünleşme bağlamında değerlendirdik. Bütünleşme sürecinde oluşan dönüşüm üye ülkeleri her durumda birbirine bağlı hale getirmiştir ancak üye ülkelerin ulusal kararlar alması ve aynı anda yaşanılan krizler doğrultusunda durum daha da zorlaşmıştır.

Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği, Avro, Göç, Kovid-19, Ekonomi

Abstract

The Euro crisis the European Union has experienced in the last 20 years, the immigration events that have become an international problem and the Covid-19 epidemic disease that has been in our lives for the last year have adversely affected both the economic and political order of the EU. In our research article, we evaluated three different topics in the context of EU integration. The transformation in the process of integration has made the member states interconnected in all cases but the situation has become more difficult in line with the member states taking national decisions and the crises taking place at the same time.

Keywords: European Union, Euro, Migration, Covid-19, Economy

GİRİŞ

     Avrupa Birliği (AB), kurulduğu ilk yıllardan beri krizlerden başını kaldıramamıştır. Buna etki eden nedenlerden en önemlisi, Birlik içerisinde bütünleşmenin tam anlamıyla sağlanamamasındandır. Yıllarca bütünleşme sürecindense genişleme sürecine odaklanan Avrupa Birliği özellikle 2008’de yaşanan ekonomik kriz sonrasında hem ülkelerin kendi bünyesinde hem de Birlik içinde ekonomik açıklık fazlalaşmıştır. Bu durum sonucunda ekonomisi zayıf olan ülkelere yüklenilmiş ve yıllar önce ekonomide birlik sağlanması amacıyla kurulan bu uluslarüstü yapı içerisinde sarsılmalar meydana gelmiştir.

     Ardından ise hem 2004 genişlemesi hem de dünyada yaşanan 11 Eylül 2001 terör saldırısı gibi olumsuz olaylar sonucu Avrupa Birliği içerisinde göçmen karşıtlığı had safhaya çıkmıştır. Göçmen sorunları Suriye İç Savaşı’nın çıkması ile birlikte mülteci krizine dönmüş ve AB ile Türkiye’de bu durumda karşı karşıya kalma noktasına gelmişti. Birlik, bu gelişmeler sonucu bütünleşmeye odaklanma konusuna sonradan daha önemli bakmaya başlamış ve üyelik süreçlerini bir süre durdurmuş olsalar bile yaşanan krizler azalmamış üstüne katlanmıştır.

     Özellikle 2019 yılının sonunda Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan Kovid-19 pandemisinin 2020 yılının ilk aylarında tüm dünyayı etkisi altına alması sonucu bu durumdan AB de fazlasıyla etkilenmiş ve içeride bir karmaşa hâkim olmaya başlamıştır. İtalya ve İspanya gibi ülkelerin Kovid-19 pandemisinden hem ilk etkilenmesi hem de hazırlıksız yakalanması sonucu Birlik asıl işlevini sürdüremeyen yani bir birlik şekilde hareket etmeyip birbirlerine karşı güven duygularını da yitirmeye başlamışlardır. Bu olay zaten Birlik içinde zor zamanlar geçiren ülkeleri “exit” tartışmalarına götürmeye neden olmuş, hatta “AB dağılıyor mu?” diye düşündürmüştür.

     Bu çalışma üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde Avro krizi AB’nin mali yapısı göz önünde bulundurularak anlatılmış ve nedenlerinden; ikinci bölümde, göç krizine ve Yeni Göçmen Anlaşması’nın etkilerinden ve son olarak üçüncü kısımda ise Kovid-19 pandemisi ile gelen kriz ile AB içerisinde oluşan güncel durumdan bahsedilmiştir. Ek olarak, makalede incelenen ve hâlâ güncelliğini koruyan Avro, göç ve Kovid-19 krizlerinin hepsine bütünleşme bağlamında değinilmiştir.

1. AVRO KRİZİ

     AB her ne kadar 2000 yılından sonra art arda kriz yaşasa da aslında bu krizler tarihsel bir sürece dayanmaktadır. AB’nin kuruluşunda çok büyük bir paya sahip olan Jean Monnet bu konu hakkında hatıralarında “Krizlerden yaratılmış olan bir Avrupa’nın bu krizler için geliştirilecek çözümlerden meydana geleceğini ifade etmiştir.” (Monnet, 1978: 417)  Bütünleşme bağlamında düşündüğümüzde ise bu krizler üye ülkeleri “Acaba Birlik’ten çıkmalı mıyız?” düşüncesine kadar götürmüştür.

     AB tarihinde önemli bir yerde olan ve Birlik’in temel antlaşması olarak görülen Lizbon Antlaşması hem Soğuk Savaş’ın bitmesi ile hem de 2003 Irak müdahalesi ile yaşanan siyasi krizi bir noktada azaltmayı başarmıştır. Bu yaşanan siyasi krizde Birlik içinde ikilikler yaşanmış ve bir tarafta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yanlıları varken diğer tarafta ise Birleşmiş Milletler kararı dışındaki herhangi bir müdahaleyi uluslararası hukuka aykırı bulan taraf vardı. Ardından ise 2004 yılında AB’nin kurucu üyelerinden olan Hollanda ve Fransa’nın AB’nin Anayasal Antlaşması’nın reddedilmesi krizi yaşanmıştı. Bir de özellikle 2004 yılında Birlik’e 10 üye ülke dahil edilmesiyle birlikte başka krizlerin de yaşanacağı o zamanlarda belli olmaya başlamıştı.

     Ancak 2007 yılında kabul edilen Lizbon Antlaşması ile umutlanmaya başlayan AB, bir darbeyi de aynı yıl ABD’de de başlayan ekonomik krizin dünyaya yayılması ile aldı. Bu büyük kriz 2008 yılından sonra AB’de Euro (Avro) Krizi olarak anılmaya başlandı ve AB’yi hem uzun süre zorladı hem de bütünleşme üzerinde bazı etkilere neden oldu. Avro krizi nedenlerine geçilmeden öncelikle AB’nin mali yapısına kısaca değinmekte fayda var.

1.1. AB’nin Mali Yapısı

     AB, II. Dünya Savaşı’ndan sonra tekrar bir savaş yaşanmaması adına en başta ekonomik birlik kurma fikri ile oluşturulmuş bir yapıdır. Bu nedenle üye ülkeler arasında en büyük payda ekonomi üzerinde işlemekte ve gelişmektedir. Eğer ekonomi alanında herhangi bir koordineye sahip olamazlarsa bugün yaşadığımız küresel dünya üzerinde yaşanan mali krizlerde hem hızlı hem sağlam adımlar atmadıkları takdirde geri plana düşme riskleri vardır. Böyle bir durumda koordineli olmakta bir diğer gerekliliktir.

“Ekonomik ve parasal politika alanında koordinasyonun çerçevesini Ekonomik ve Parasal Birlik (EPB) oluşturmaktadır. EPB kapsamında, üye ülkelerin ekonomi politikalarında eşgüdüm sağlamaları ve İstikrar ve Büyüme Paktı’nın mali gözetim koşullarına tabi olmaları beklenmektedir. Yeni üye olacak devletlerin, Maastricht Kriterlerine uyum sağlamak suretiyle Birliğe katılım ertesinde Euro’yu para birimleri olarak kabul etmeleri beklenmektedir.“ (AB Başkanlığı, Fasıl 17)

     AB’nin EPB ile birlikte özellikle kurlar üzerindeki risk tablolarından kurtulmak, piyasalara entegre olarak daha iyi işlemler yapmak gibi amaçları vardı. Öncelikle AB’nin 28 üyesi de (Brexit gerçekleşmeden önce) bu Euro bölgesine girmemişti. İngiltere, Danimarka gibi ülkeler kendi para biriminin daha değerli ve istikrarlı olduğunu düşünerek Euro’dan uzak kalmak istemişlerdi. Bazı ülkeler ise daha yeterli düzeyde olmadıkları için kendilerini geliştirmek adına Euro bölgesine hemen değil daha sonradan dâhil edilmesi tercih edilmekteydi. Ayrıca Avrupa Birliği’nin İşleyişine Dair Anlaşmada “Ekonomik ve Parasal Politika” başlığı altında madde 138, 1. fıkrada “Konsey, Avro’nun uluslararası para sistemindeki yerini güvence altına almak amacıyla, Komisyon’un önerisi üzerine, ekonomik ve parasal birlik bakımından özel önem taşıyan konulara ilişkin olarak, yetkili uluslararası finansal kuruluşlarda ve konferanslarda benimsenecek ortak tutumları belirleyen bir karar kabul eder. Konsey, Avrupa Merkez Bankası’na danıştıktan sonra hareket eder.” ibaresi yer almaktadır. (T.C. Başbakanlık Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Avrupa Birliği Antlaşması ve Avrupa Birliği’nin İşleyişi Hakkında Antlaşma; 2011) Ancak bu ortak düzenlemenin yanında AB’nin parasal politikanın ulus üstü düzenlenmesinin yanında ülkeler kendi ekonomi politikalarında ayrıca bir düzenleme yapma yetkisinin olduğunu da unutmamak gerekir sonuçta AB bir federasyon değildir.

1.2. Avro Krizinin Nedenleri

     Bu kadar düzenlemenin ardında neden AB ekonomik krizlerle bir arada anılıyordu? “Her ne kadar ortak düzenlemeler olsa da ülkelerin kendi politikalarını yanlış yönetmesi bir krize adım atılması için yeterli bir sebeptir diyebiliriz.” (Çakaş, 2019;77) Avro krizinde en büyük sorun Yunanistan olarak görülüyordu çünkü ekonomisi zaten kötü durumdaydı bir de yaşanan ekonomik kriz onu daha da geri çekmeye neden olmuştu. İrlanda, İtalya ve Portekiz de etkilenen diğer ülkeler arasındaydı. Birlik’i bu konuda zorlayan durum ise üye ülkelerin hep beraber hareket etmemesinden kaynaklanmaktadır. “Maastricht Antlaşması’na göre, Euro bölgesine dahil olan üye ülkenin bütçe açıkları GSYİH’nın %3’ünü aşmamalıdır. Kamu borçlarının GSYİH’ya oranı ise, en fazla %60 olmalıdır. Bazı AB üyeleri, ortak para birimi Euro’ya geçerken söz konusu kriterleri yerine getirmedikleri halde, daha sonra bu kriterleri yerine getireceklerini taahhüt ederek Euro’ya geçmişlerdir. Burada siyasi kaygı ve önceliklerin ekonomik önceliklere tercih edildiği sonucu da çıkartılabilir.“ (Çakaş, 2019;77)

     Ayrıca bir diğer nedene baktığımızda “kamu maliyesi ile ilgili konularda üye devletlerin politika bağımsızlıkları devam ederken ve siyasi bir birlik henüz sağlanmadan ortak bir para birimine geçilmiş olması, çok sayıda yazar tarafından bir “macera girişimi” olarak değerlendirilmektedir.” (Şanlıoğlu, 2016;103)  Euro’nun 2002 yılında kullanıma girmesi ile birlikte iktisadi politika için dışarıdan bakınca her ne kadar büyük bir adım olarak görünse de içeriden pek öyle gözükmüyordu üstelik alınan bu karardan sonra krizle birlikte özellikle fiyatlardaki rekabet olumsuz bir hava yaratmıştır. Bu krizden daha fazla etkilenen ülkeler Euro bölgesinden uzaklaşmaya başlamış ihracat kalemlerini ithalat kalemlerine çevirmeye başlamışlardı. Bu nedenle ülkedeki mali oranlarda büyük bir açıklık meydana gelmeye başlamıştı. Aslında buradaki en büyük hatanın AB’ye, Euro bölgesine dahil olan ülkeler arasından daha tam anlamıyla kendini geliştirmeyen ülkelerin üye alınmasıdır. Bu hem bütünleşmeyi zedelemiş hem de AB ülkelerine bireysel olarak baktığımızda da zarar vermiştir. Özellikle bütünleşme açısından “üye devletler arasındaki dayanışma ciddi şekilde sarsılmıştır. Nitekim krizden daha az etkilenen kuzey Avro alanı ülkeleri, krizden daha fazla etkilenerek kendilerinin desteğine ihtiyaç duyan güney Avro alanı ülkelerini israfçı tutumları dolayısıyla eleştirirken; krizi çok ağır yaşayan güney Avro alanı ülkeleri de kuzeylilerin kendilerine sürekli olarak belirli şekilde davranmalarını dikte etmesinden duydukları rahatsızlığı ifade etmiştir. Bu tartışma AB içinde yoksul güney ve zengin kuzey ayrımını ortaya çıkarmış ve farklı motivasyonlarla hareket eden AB üyesi ülkelerin tamamı tarafından kabul edilmesi muhtemel bir teklifin öne sürülmesi bir hayli güç olmuştur.” (Erdoğan, Yazgan; 197) Yani aslında bu durum AB içerisinde bütünleşmenin tam anlamda gerçekleşmediğini göstermektedir. Bunun sonucunda toparlanmanın birlik şeklinde hareket etmekle daha iyi olacağını fark edip buna yönelmişlerdir. Sonradan yapılan işbirlikleri bütün Avrupa Birliği’ni kapsayacak şekilde yapılmaya başlanmıştır. “Avro’dan vazgeçme gibi bir durumları olmamıştır çünkü bu durumda hem ek maliyetler ortaya çıkabilir hem de kriz etkisi daha uzun sürebilirdi.” (Erdoğan, Yazgan; 197) Bu nedenle AB’nin genişleme hamlelerinden çok aslında bütünleşmeye odaklanması gerektiğini de net bir şekilde görüyoruz. AB bu anlamda hem üye ülkelerin aklında soru işaretleri oluşturmuş. Bunun en net örneği Brexit’te yaşanmıştır. Hem AB’ye üye olmak isteyen ülkelerin aklında belirsizlikler yaşanmış hem de AB ülkeleri ile ticaret yapmakta olan ülkeler arasında sıkıntılar yaratmıştır. Üstelik krizden en çok etkilenen AB üyesi ülke vatandaşları AB’yi protesto etmeye başlamışlardı. “Ekonomik kriz, Avrupa kamuoyunu birbirinden uzaklaştıran unsurları artırmaktadır.“ (Schimmelfennig, 2014, s. 322) “Dolayısıyla, AB bütünleşmesinin ileri noktalara taşınması ancak ve ancak kaybolan halk desteğinin yeniden kazanılması ile mümkün hale gelecektir.” (Habermas, 2012; 132) “Sonuç olarak, AB’deki ekonomik kriz sonrasında, Yunanistan  ‘öteki’leştirilmemiş olsa da, AB üyesi ülkeler arasında henüz Batı ve Doğu Avrupa ayrımı tam aşılamamışken, ‘merkez-çevre ülkeler’, özellikle kuzey-güney ayrımı daha fazla öne çıkmaya başlamıştır. Borçlu olan ülkeler, PIGS  (Portekiz, İrlanda, Yunanistan ve İspanya)  olarak adlandırılmış ve AB’nin periferisinde kalan ülkeler olarak algılanmaya başlamışlardır.” (Öner, 2014;10)

     Bu nedenle AB’nin genişleme çalışmalarından önce bütünleşmeye odaklanması hem kriz yaşamaması açısından ya da yaşayacaksa bile birlikte hareket ederek hızlı bir şekilde üstesinden gelmeleri açısından daha anlamlı bir hale gelmektedir. Yoksa her yeni krizde AB ülkeleri birbirinden uzaklaşmakta ve güven duyguları azalmaktadır. Bu durum özellikle 2020 Kovid-19 krizi ile kendisini daha fazla göstermiştir.

2. GÖÇ KRİZİ

     AB içerisindeki en önemli krizlerden birisi de göç krizidir. Uluslararası Göç Hukuku’nun Göç Terimleri Sözlüğü’ne göre göç “Bir kişinin veya bir grup insanın uluslararası bir sınırı geçerek veya bir Devlet içinde yer değiştirmesi. Süresi, yapısı ve nedeni ne olursa olsun insanların yer değiştirdiği nüfus hareketleridir. Buna, mültecilerin, yerinden edilmiş kişilerin, ekonomik göçmenlerin, aile birleşimi gibi farklı amaçlarla hareket eden kişilerin göçü de dâhildir.” (Uluslararası Göç Hukuku, Göç Terimleri Sözlüğü) Göçmen (migrant) teriminin tam bir tanımı olmasa da genellikle “bireyin göç etme kararını, zorlayıcı dış faktörlerin müdahalesi olmaksızın kendi özgür iradesiyle ve ‘kişisel uygunluk’ sebepleriyle aldığı tüm durumları kapsar şekilde anlaşılmıştır.”(Uluslararası Göç Hukuku, Göç Terimleri Sözlüğü) Aynı zamanda göçmen kavramının farklı sınıflandırmaları da dünyanın küreselleşmesi ile literatürde yer etmiştir.

     Aslında Avrupa’ya düzensiz göç yeni bir sorun değil aksine daha eskiye dayanmaktadır. Özellikle “II. Dünya savaşı sonrasında ortaya çıkmaya başlamıştır. Savaş sonrasında birçok genç insanın hayatını kaybetmesi her sektörde büyük bir açık yaratmıştır. Almanya, Fransa, Belçika ucuz iş gücü için güney Avrupa, Türkiye ve Kuzey Afrika’dan işçi kabul etmiştir. Birçok yabancı işçi, ‘misafir işçi’ olarak karakterize edilmiş ve geçici olarak ikamet edilecekleri düşünülmüştür… 1970’lerde OPEC’in uyguladığı petrol ambargosu, küresel durgunluğa yol açmış ve işsizlik hızlı bir şekilde artmaya başlamıştır. Bu süreç yerel halkın işlerini kaybetmemek için göç karşıtı politikaları desteklemesine neden olmuştur.” ( Koçak, Gündüz; 68)

     Göç olgusu, AB için çok önemli olması nedeniyle hem ülkeler hem de Birlik çeşitli yasalarla, anlaşmalarla bu konuda düzenleme yapmıştır. “1992 yılında imzalanan Maastricht Antlaşması’nda göç “ortak çıkar konusu” olarak belirlenmiş, Trevi ve Göç Grubu gibi oluşumları AB’nin üçüncü temeli olan Adalet ve İçişleri alanına dâhil etmiştir. Amsterdam Antlaşması’yla birlikte: Birliğin “bir özgürlük, güvenlik ve adalet” alanı olduğu belirtilmiş ve göç ve iltica konusu devletlerarası karar sınıfından çıkarılıp ulus-üstü politikaların arasına aktarılmıştır. 1999 yılında yürürlüğe giren Amsterdam Antlaşması ile ortak bir politika için gerekli yasal ve kurumsal önlemler alınmıştır. Bu dönem üçüncü ülkelere göç ve iltica konularında sorumluluk yüklenmesi üzerine politikalar geliştirilmek üzere çalışmalar yoğunlaştırılmıştır.” (Aydın; 2017, 542)

     Özellikle, 11 Eylül 2001 ABD’deki terör saldırısını İslami terör örgütlerinin üstlenmesi üzerine İslamofobi çok artmış ve AB kendisini tehdit altında hissetmiştir. Bunun sonucunda ise Türkiye ve Ortadoğu bölgesinden gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı kendisini korumak ve güvende hissetmek adına göçmen konusuna da müdahale etmek istemiştir. “Avrupa Konseyi’nin 2010’daki “Avrupa’daki Vatandaşlar Göçmenleri Nasıl Görüyor?” raporuna göre durum aslında sadece güvenlik bağlamında bir tehdit değil aynı zamanda refahlarını, yaşam şekillerini ve rekabet edilebilirlik için kaynaklarını da tehdit altında gördüklerini söylüyorlardı. Örneğin refahları için göçmen işçilerin göç edilen ülkedeki vatandaşların işini aldıklarını, maaşlarını aşağıya çektiklerini düşünüyorlardı. Bu madde aynı zamanda Birleşik Krallık’ın AB’den çıkış nedenlerinden biridir. Yaşam şekillerine tehditte, göçmenlerin bulunduğu yeri sanki kendilerininmiş gibi davrandıklarını ve paralel bir toplum kurmaya çalıştıklarını, rekabet edebilirlikleri için kaynak maddesinde ise yerel işçilerin artık yapmak istemediği işleri yaptıklarını söylüyorlardı.” (COE, 2010:129-268)

2.1. AB Yeni Göçmen Anlaşması

     AB, göçmenler ve mülteciler ile ilgili ne şekilde cevap verecekleri konusunda senelerdir devam eden anlaşmazlıklar için Göç İdaresini daha etkin bir hale getirecek sistem için çağrıda bulunmuştur. Bu sistem sayesinde göçmenlerin sığınma sürecini daha hızlı bir hale getirecektir. Anlaşma, Almanya tarafından desteklenmekte ve diğer AB üyesi ülkelerin katılımı gerekmektedir. Avrupa Komisyonu’nun (AK) Kovid-19 salgını sebebiyle gecikmeye uğrayan yeni göçmenlik anlaşması teklifi, üye ülkeler mülteci kotası uygulanması zorunluluğunu ortadan kaldırmaktadır. Bu teklif, üye ülkelerin mültecileri kabul etmelerini veya sığınma başvurusu kabul edilmeyenlerin ülkelerine geri gönderilmesi sorumluluğunu üstlenmektedir. Üye ülkelerin ise mülteci kabul etme zorunluluğu olmayacaktır. AK Başkanı Ursula von der Leyen, teklif için “Avrupa’da yurttaşların güvenini yeniden kazanacak çözüm” olarak değerlendirdi.

     Almanya Başbakanı Angela Merkel tarafından desteklenen bu anlaşma, AB üye ülkeleri arasında dayanışma, sorumluluk ve sığınmak isteyen mülteciler için belirsizliğin ortadan kaldırılmasını hedeflemektedir. Bu anlaşmaya göre, ülkeye giriş yapılmadan sağlık, kimlik ve güvenlik kontrolleri yapılacak. Sığınma başvurusunda bulunanların 12 hafta içinde durumlarına karar verilecek ve başvurusu kabul edilmeyenler ülkelerine geri gönderilecektir.

     AB üyesi ülkeler anlaşmaya katılma konusunda esnek seçenekleri olacaktır. Örneğin mülteci ve göçmen alımını reddeden Polonya ve Macaristan gibi ülkeler farklı olarak katılım sağlayacaktır. Seçenekler ise “Operasyonel destek sunmak; başvurusu kabul edilmeyen mültecilerin geri gönderilmesini sağlamak; her üye ülkenin milli geliri ve nüfusuna göre adil olarak katkıda bulunacak”. (AB, yeni göçmen anlaşması planıyla sığınma başvurularının hızlı sonuçlandırılmasını amaçlıyor – BBC News Türkçe)

     Bu zamana kadar mültecilerin ve göçmenlerin yaşadıkları zorluklardan, çektikleri sıkıntılardan sonra neden şimdi böyle bir anlaşmaya karar veriliyor sorusuna baktığımız zaman, Yunanistan Midilli Adasındaki Moria Kampında çıkan yangın bu süreci hızlandırmak adına bir vesile olmuştur. Moria kampındaki yangından sonra mültecilerin barınma sorunu olduğundan AB üyesi ülkelerin sorumluluk alması gündeme gelmiştir. Almanya, 400 çocuğun Almanya ve Fransa dâhil 10 Avrupa ülkesine gönderilmesini açıklamıştır. “Save the Children” adlı çocuklara yardım kuruluşu bu konu ile ilgili AB ülkelerinin bu yardımları yapmakta yetersiz lakin olumlu bir adım olduğunu belirtmiştir.

2.2. Bütünleşme ve Göç Krizi

     Bütünleşme bağlamında göç konusuna değinecek olursak AB içerisinde yaşanan her kriz sonucunda bütünleşme konusu ne derece etkilenmişse göç krizi de aynı şekilde etkileme yoluna gitmiştir. Çünkü ülkelerin bir kısmı göçü iş gücü gibi nedenlerle desteklerken bazı ülkeler ise bunun kendi ülkesindeki vatandaşların maddi koşullarını sarstığını söylemektedirler. Örneğin Birleşik Krallık, Brexit gerçekleşmeden önce, hükümeti bu durumu kendi vatandaşları adına oldukça zorlu ve ciddi bir durum olarak ele almıştır ve AB’den çıkış nedenlerinden biri olarak göstermişlerdir.

     Göç konusu bu bağlamda yıllar geçtikçe çözülmenin yanında daha da dolambaçlı bir hale gelmiştir. Brexit örneği dışında bunu 2014 ve 2019 Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri arasındaki fark ile birlikte görebiliyoruz. Bu durumda özellikle Euroseptik duruşun artmasıyla birlikte göçmen karşıtı partilerin de artmasında doğrudan bir bağlantı var. Bu partilere örnek verecek olursak Avrupa Halk Partisi (European People’s Party, EPP) manifestosuna “Vatandaşlarını koruyan bir Avrupa başlığı altında yasadışı göçe karşı Avrupa sınırlarını korumak…” (Kiriş, 2020; 142) maddesini eklemişti. Buradan aslında AB’nin göçün bir mücadele edilmesi gereken bir durum olduğunu düşündüğünü anlıyoruz.

 3. KOVİD-19 KRİZİ

2019 yılında ortaya çıkan ve küresel salgın olarak tanımlanan yeni tip Koronavirüs 2020 yılından itibaren tüm dünyayı tesiri altına almıştır. AB ülkeleri de bu durumdan etkilenen bölgelerden biridir. AB’nin temel prensiplerinden olan insan hakları bakımından AB kurumları ve üyeleri sağlık politikalarına önem vermişlerdir. Bu kapsamda yeni politikalar, üye ülkelerin ekonomik sıkıntılarını gidermek amacıyla yeni kararlar alınmıştır. Yeni tip Koronavirüs’ün hem AB’yi hem tüm dünyayı bu kadar sarsacak olması beklenmediği için alınan kararların başta yetersiz ve geç alınmış kararlar olması salgın zamanında ulusal hükümetlerin etkilerinin artması AB’nin geleceğiyle ilgili yeni tartışmaların ve soruların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

3.1 Avrupa Birliği ve Kovid-19 Mücadele Süreci

     AB’nin kuruluş amaçlarından biri olan üye devletlerin haklarını gözetmek ve korumak bağlamında siyasi olarak sağlanamadıysa da ekonomik olarak bir bütünlük sağlanmıştır. AB ülkeleri halkını korumak adına adalet, eşitlik ve sosyal alanlarda ilkeler benimsemişlerdir. Benimsenen ilkelerden birisi de sağlık politikalarıdır. AB, tüm vatandaşlarının sağlığını korumasını ve eşit muamele görmesini hedeflemiştir. Bu doğrultuda aşı, kanserle mücadele, gıda gibi birçok konuda ortak hareket etmeyi kararlaştırmışlardır. (Altınkaya, 2020, s.5)

          Kovid-19’un tüm dünyayı tesiri altına alması ile birlikte AB; vatandaşların sağlığını, refahını ve can güvenliğini korumak için üye ülkelerle birlikte hareket etmiştir. Bu doğrultuda AB; virüsün yayılmasını minimum seviyeye indirmeye, tıbbi destek sağlamaya, tedavi ve aşı için gereken koşulları temin etmeye çalışmaktadır. Bunun sonucunda 2020 yılının Mart ayında AB üye ülkeleri tarafından acil müdahale kararı kabul edilmiştir. Bu süreçte AB üye ülkeleri düzenli olarak bir araya gelmeye çalışmış; test ve antijen kullanımı, karantina uygulanması, salgına karşı aşı geliştirilmesi amacıyla ortak karar almışlardır.

     AB, tüm dünya ile birlikte salgınla mücadele etmektedir. Bu bağlamda AB, krizin etkilerini hafifletme çalışmalarına devam etmektedir. Bu mücadelenin bir parçası olarak Avrupa Ekibi paketini başlattı. Bu pakete göre, AB üye ülkelerinin ve kurumlarının ekonomik kaynakları birleştirilmiştir. Bu birleşmenin bir sonucu olarak 36 milyar € toplanmıştır. Buna karşılık olarak AB, üye ülkelerdeki acil sağlık krizine ve insani ihtiyaçlara cevap vermeyi, salgında sağlık veya su gibi altyapı hizmetlerini desteklemeyi ve özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeleri desteklemeyi kabul etmiştir. (Stronger Together Against Covid-19) 

     AB salgın sırasında aldığı çeşitli önlemler ve tedaviye yönelik çalışmalarının yanı sıra sınırlar geçici olarak kapatılmış, gıda maddeleri için yeşil hat geliştirilmiş ve AB kriz haritası oluşturulmuştur. Tıp malzemelerinin satın alınmasıyla ile ilgili hukuki düzenlemeler kabul edilmiştir. Aşı çalışmaları ve tedavi için 220 milyon € bütçe ayrılmıştır. Ayriyeten kamu sağlığı ve güvenliği, işyerlerinde kriz önleme için 800 milyon € fon ayrılmıştır. (Güner, 2020, s.216-217)

3.2 Kovid-19 Salgını Sırasında Avrupa Birliği Ekonomisi (Bahar-Sonbahar Tahminleri)

     Küresel ekonomide daha önce benzerine  rastlanılmamış Kovid-19 krizi, AB ekonomisine sert bir şekilde damga vurmuştur. Yeni toparlanmaya başlayan fakat hala hassas olan bir AB ekonomisi bulunmaktadır. Hem AB ekonomisi hem küresel ekonomi yoğun bir durgunlukla karşı karşıya kalmıştır. (European Commission, 2020, s.1) Küresel salgının AB ekonomisinde yaratacağı sonuçları önceden görebilmek adına AB Komisyonu iki farklı rapor yayınlamıştır. AB’nin Aralık 2019’da yayınladığı raporda GSYH’nin %1.2’lik artış beklenirken Kovid-19 krizinden sonra %2.9’luk düşüş meydana geleceğini ve tüm sektörlerin özellikle imalat sektörünün epey etkileneceğine yer verilmiştir. İkinci raporda ise önceden öngörüldüğü gibi imalat sektörünün en fazla etkilenen sektör olması tahmini ekonomik değerlerde daha kötü bir senaryo karşımıza çıkmaktadır. IMF’nin de tahminlerinin yer aldığı raporda mayıs ayı itibariyle dünya ticaretinde %10-16 arası, AB ihracatında %11-14 arasında düşüş beklenmektedir. (European Commission, 2020, s.2)  AK tarafından mayıs ayında “European Economic Forecast Spring 2020” ve Haziran ayında “Trade Policy Reflections Beyond the Covid-19 Outbreak” isimli raporlarda yayınlanan salgının etkileri ayrıntılı olarak ele alınmıştır.

AK, Mart 2020’de Avro alanı tarihinde ilk defa Kovid-19 salgını ile ilgili acil bütçe önlemlerini harekete geçirmek için öneri sundu. Bu öneri doğrultusunda Avro alanı ya da AB’de önemli bir küçülme halinde, önerilen bütçe sisteminin askıya alınmasına ve ulusal hükümetlerin ihtiyaçları kadar para aktarımı sağlanacaktır. Bunun sonucunda ülkeler pandemi sırasında tıbbi tedaviler ve nüfusun sınır içinde kalabilmesi için ihtiyaç duyulan bütçe harcamaları ek ödenek ayırabilecekler.  AK, salgın hastalığa karşı AB ülkelerine yardım etmek maksadıyla koruyucu maske, solunum cihazı gibi tıbbi malzemelerden oluşan depolama sistemi oluşturdu. Bu tıbbi teçhizatların içinde yeniden kullanılabilen maske, aşılar, solunum cihazları, yoğun bakım aletleri, laboratuvar malzemeleri bulunmaktadır. 

AK tarafından oluşturulan Avrupa Ekonomik Tahminleri 2020 Sonbahar raporunda Avro Bölgesinin 2020 yılında %7,8 küçüleceğini lakin 2021 yılında %4,2 büyüyeceğini belirtmiştir. Raporda AB ekonomisinin ise %7,4 küçüleceğini, 2021 yılında ise %4,1 büyüyeceği tahmin edilmiştir. Hazırlanan rapora göre AB ve Avro Bölgesi 2021 yılı büyüme tahminleri aşağı yönlü revize edilmiş oldu. Raporda Kovid-19’un ekonomik etkileri ve toparlanmanın AB üyesi ülkeler arasında fazlaca farklılık olduğu görülmüştür. İşsizlikteki artış ve istihdam sorunu halkı epeyce zora sokmuştur.  Ekonomileri desteklemek için uygulanan politikalar, sosyal harcamaların artışı ve vergilerdeki azalma sebebiyle AB genelinde bütçe açıkları ve kamu borçlarının önemli ölçüde artacağı beklenmektedir. Salgın hastalığın devamlı bir şekilde artması, ekonominin bir bilinmezliğin içine gitmesi ve halkın sağlığını düşünmenin gereklerinden dolayı bir süre daha sıkı önlemler alınması ekonominin uzun süreli ve ciddi etkilere sebep olacağı görülmektedir. AK ekonomiden sorumlu üyesi Gentiloni’nin tahminlerine göre AB ekonomisinin 2021 yılında toparlanmaya başlayacağını ama salgın öncesindeki durumuna geri gelmesinin 2 yıl kadar bir zaman alacağını ifade etmiştir.

3.3 Bütünleşme ve Kovid-19 Krizi

      Kovid-19 salgını, AB üyesi ülkeler için adeta bir sınama olmuştur. Hem kısa vadede hem uzun vadede AB’nin kabiliyetinin ne ölçüde olduğunu ortaya koymuştur. Ve görülen üzere başarılı bir performans sağlanamamıştır. İngiltere’nin AB’den ayrılması ile AB’nin dağılması gibi bir söylem pandemi döneminde hastalığın artmasıyla daha da artmıştır. Bunun temel nedeni ise yukarıda bahsettiğimiz gibi bir birlik içinde hareket etmeyip ulusal hükümetler bazında karar almaları olmuştur. Tüm bu söylemlerden yola çıkılırsa AB’nin dağılması şimdilik mümkün görünmüyor.

     AB üye ülkeleri arasında salgın ilk önce İtalya’da başlamıştır ve AB’nin İtalya’da salgına karşı hızlı ve tesirli bir önlem alamaması, üye ülkelerle ortak kararlar alamaması, ülkeleri tek başına hareket etmeye mecbur bırakmış, gereken yardımları AB’ye dahil olmayan üçüncü ülkelerden tedarik etmeye itmiştir. Bunun sebepleri hem sağlık politikalarının yeterli ve etkin olmayışı hem de krizin etkilerini minimum seviyeye indirecek ve acil kararlar alacak tek bir sesin olmayışıdır. AB kendi içinde krizlerle uğraşırken bir yandan da salgın hastalığın ortaya çıkması durumu daha vahim hale getirmiştir. Bu sebeple AB’ye yönelik eleştiriler artmıştır.

SONUÇ

Avro, göç, Kovid-19 krizleri AB’yi derinden etkilemiştir. AB, Avro krizinde yaşanan ikili görüş ayrılıkları ve ABD’de yaşanan krizin etkisiyle oldukça zorlanmıştır. Özellikle Kovid-19 salgını sırasında ve sonrasında üye ülkelerle ortak hareket etmeye çalışsalar da ulusal bazlı karar almışlardır. Tam anlamıyla bir birlik olmadıkları için pandemi dönemini daha zor şartlarda geçirmişlerdir. Tüm dünyayı ilgilendiren ve uluslararası bir gündem olan göç olgusu için yeterli ve etkin politikalar yoktu. Pandemi döneminde alınan kararlar kapsamında göçmen ve mülteciler ile ilgili yeni düzenlemeler getirilmiştir.

DERYA KÖROĞLU

ESMA DEMİRKAYA

Avrupa Çalışmaları Staj Programı

 

KAYNAKÇA

  • AB Başkanlığı. Fasıl 17- Ekonomik ve Parasal Politika. (https://ab.gov.tr/82.html Güncelleme Tarihi: 30/09/2020).
  • Akdoğan, M. ,Günay Atalı, A. ,Say. B. ,Gündoğan Gür, N. Avrupa Birliği’nin Covid-19 Yönetimi. Ekonomi, Politika, Finans Araştırmaları Dergisi, 2020,5 (Özel Sayı): 32-58.
  • Altınkaya, Z. (2020) 2020 Koronavirüs Pandemisinde Avrupa Birliği Sağlık Politikaları ve Neoliberalism: İtalya Örneği. Yalova Sosyal Bilimler Dergisi, C.10, S:20, s.5.
  • Aydın, A. (2017) Avrupa Birliği’nin Uluslararası Göç Politikaları Bağlamında Almanya ve Almanya’daki Mülteciler. Pamukkale Üniversitesi Atatürk İlke ve İnkılap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi. Belgi Dergisi. S:14/II 538-551.
  • BBC News Türkçe. (2020). AB Yeni Göçmen Anlaşması Planıyla Sığınma Başvurularının Hızlı Sonuçlandırılmasını Amaçlıyor. (https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-54269508)
  • Council of Europe. (2010). Migrants and their descendants Guide to policies for the well-being of all in pluralist societies.
  • Çakaş, C. Ö. (2019) Euro Krizinin Nedenleri ve Sonuçları Üzerine Bir İnceleme. Alanya Akademik Bakış. C:3. S:1.
  • Erdoğan, S. ve Yazgan, H. Avro Krizi, Siyasi Etkileri ve AB Genişlemesine Yansımaları.
  • Güner, O. (2020). Avrupa Birliği’nin Pandemiye Karşı Kurtarma Fonu Planı ve Temel Beklentiler. Covid-19 Sonrası Avrupa Birliği’nin Geleceği, Euro Politika Özel Sayısı, Ed. Oğuz Güner, C:4, S:2, s.216-217.
  • Habermas, J. (2012) The Crisis of the European Union: A Response. Cambridge Polity Press.
  • Karaca, K. Covid-19: AB İçin Stres Testi, Covid-19 Sonrası Avrupa Birliği’nin Geleceği. Euro Politika Özel Sayısı, Ed. Oğuz Güner, C:4, S:2, s.20-22.
  • Koçak, O. ve Gündüz, R. D. Avrupa Birliği Göç Politikaları ve Göçmenlerin Sosyal Olarak İçerilmelerine Etkisi. Yalova Sosyal Bilimler Dergisi. Y:7 S:12 66-91.
  • Kiriş, H. M. (2020). Avrupa Parlamentosu 2019 Seçimleri: Siyasal Gruplar, Ulusal Partiler ve Yeni Eğilimler. Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi. S:51. 134-152.
  • Monnet, J. (1978) Memoirs, New York: Double Day & Company, Çeviri: Richard Mayne.
  • Öner, S. (2014) Avrupa Birliği’nin Ekonomik Krizi ve Kimlik Krizi. Social Sciences Research Journal. C:3 S:3 5-16.
  • Schimmelfennig, F. (2014), European Integration in the Euro Crisis: The Limits of Journal of European Integration, C:36 S:3. 321-337.
  • Stronger Together Against COVID-19, Coronavirus: news on EU action, Team Europe support, disinformation, repatriation and solidarity stories – European External Action Service (europa.eu), Erişim Tarihi: 26.11.2020.
  • Şanlıoğlu, Ömer. 2016. Avrupa Birliği’nin Yapısal Bir Krizi Olarak Euro Krizinin Nedenleri ve Etkileri Üzerine Bir Değerlendirme.
  • C. Başbakanlık Avrupa Birliği Genel Sekreterliği. Avrupa Birliği Anlaşması ve Avrupa Birliği’nin İşleyişi Hakkında Anlaşma. (2011) (https://www.ab.gov.tr/files/pub/antlasmalar.pdf)
  • The EU’s Emergency Response to the COVID-19 Outbreak.
  • Uluslararası Göç Hukuku. Göç Terimleri Sözlüğü. Baskı (https://publications.iom.int/system/files/pdf/iml31_turkish_2ndedition.pdf)

 

Balkan Bülteni/ 16-19 Mayıs

0

 

Arnavutluk

25 Nisan Seçimlerine İlişkin Tartışmalar Sürüyor

  • Arnavutluk Devlet Başkanı Ilir Meta, 25 Nisan seçimlerinde ilk kez kullanılan elektronik oy sistemi sonrası çıkan tartışmalar neticesinde yaptığı açıklamada yasa dışı eylemlerde bulunan ve elektronik hile ile ülkenin başına geçen herhangi birinin mecliste yerinin olmadığını belirtti.
  • Meta, seçim sonuçlarına ilişkin ihbarların gecikmeksizin netleştirilmesini ve 25 Nisan seçim sürecini ihlal eden kişilerin kanun önünde hesap vermesi gerektiğini ifade etti.
  • Devlet Başkanı, aynı zamanda tüm vatandaşlara seçimlere ilişkin yürütülen soruşturmada adaletin hızlı bir şekilde işlemesi için verileri ve kanıtları ortaya çıkarmaya davet etti ve yargı sürecini takip etme çağrısında bulundu.

 

Kaynak: Albanian Daily News

Tarih: 19.05.2021

 

Bosna – Hersek / Boşnak – Hırvat Fed.

Madenin yeniden yapılandırılması konusunda anlaşmaya varıldı

  • Bosna Hersek (BH) Federasyonu Hükümeti’nde, Federal Enerji, Madencilik ve Sanayi Bakanlığı, Elektroprivreda BH ve Bağımsız Maden İşçileri Sendikası temsilcilerinin bir araya geldiği bir toplantı düzenlendi.
  • Bosna Hersek Federasyonu Enerji, Maden ve Sanayi Bakanı Nermin Džindić, anlaşmanın bugün imzalanacağını söyledi.
  • Elektroprivreda, Kreka, Đurđevik, Breza ve “Abid Lolić” madenlerinde çalışan işçilerin emekliliği için fon sağlamakla yükümlüdür. İmzacıların insan kaynakları açısından yeniden yapılandırmayı en geç 2023 sonuna kadar yürütmek zorunda olduklarını söyleyen Džindić, fazladan çalışanların bakımının sosyal olarak kabul edilebilir bir şekilde yapılacağını da sözlerine ekledi.

 

Kaynak: Dnevni Avaz

Tarih: 18.05.2021

 

Kurspahic-Nadarevic: İlk üç ayda çözülmemiş disiplin şikayetlerinin sayısı arttı

  • BH Disiplin Başsavcısı Alena Kurspahić-Nadarević, bu yılın ilk üç ayına ait çalışma raporunu sundu.
  • İlk çeyrekte 244 şikâyet alınmasıyla bunun 230’u çözüldü. Dönemin başında 476 çözülmemiş şikâyet vardı ve dönem sonunda sayı 493’e çıktı. Mart sonunda çözülmemiş şikayetlerin sayısının bir miktar arttığı da kaydedildi
  • Şikayetleri açıklamaya gerek olmadığını da sözlerine ekledi.
  • İlk üç ayda 10 işlem tamamlanmasıyla sekiz maaş kesintisi, bir özel tedbir ve iki kamu uyarısı oldu. Kurspahić-Nadarević, ilk çeyrekte geçici işten çıkarmalar olmadığını açıkladı.
  • Kurspahiç-Nadareviç, raporun Konseyin talimatlarına göre hazırlandığını söyledi.

 

Kaynak: FENA

Tarih: 19.05.2021

 

Bosna – Hersek / Republika Srpska

Sırbistan ve Sırp Cumhuriyeti’nin En Büyük Altyapı Projesinin İnşaatına Başlandı

  • Sırbistan ve Sırp Cumhuriyeti hükümetlerinin tarihin en büyük projelerinden biri olarak gördükleri Buk Bijela Hidroelektrik Santrali’nin temeli atıldı.
  • Santral kurulduğu takdirde 93 MW kurulu elektrik kapasitesi ve yıllık 322GWh enerji üretime beklenmektedir. Yapımının ise altı yılı bulmadan bitmesi ön görülmektedir.
  • Drina Nehri üzerinde kurulacak HES’in temel atma törenine ise Sırp Cumhuriyeti Başbakanı Radovan Viskoviç ile Sırbistan Başbakanı Ana Brnabiç katılım gösterdi.

 

Kaynak: Rtrs

Tarih: 17.05.2021

 

Bulgaristan

Geçici Hükümet Neredeyse Tüm Bölgesel Valilerin Yerini Aldı

  • Bakıcı Hükümet 19 Mayıs Çarşamba günü, tüm bölge valilerinin görevlerini hafifleten ve yenilerini atayan bir kararı kabul etti.
  • Bu, bu öğleden sonra Kabine sözcüsü Anton Kutev tarafından açıklandı. Kutev, Kabine’nin olağan toplantısından sonra gazetecilere verdiği demeçte, yeni atananların 20 Mayıs Perşembe günü sabah 9’da görevlerine başlayacaklarını söyledi.
  • Dört bölgesel idare- Varna, Dobriç, Silistre ve Sofya geçici olarak bölge vali yardımcıları tarafından yönetilecek.
  • Kutev, bu kararın seçimlerin adil olmasını sağlamak, oy satın alımını azaltmak ve şirket oylarını azaltmak için alındığını açıkladı.
  • Yeni bölge valileri, birkaç gün sonra Bakanlar Kurulu binasında tanıtılacak. Yeni atanan valilerin kartvizitlerinin yanı sıra ayrıntılar hükümetin web portalında sunulmaktadır.

 

Kaynak: Sofia News Agency

Tarih:19.05.2021

 

Hırvatistan

Milanovic Yerel Seçimlerin Sonucunu ve Partilerin Finans Kaynakları Hakkında Konuştu

  • Milanovic, 19 Mayıs Çarşamba günü Cumhurbaşkanı olmadan önceki partisi olan Sosyal Demokrat Parti’nin (SDP) Zagreb Belediye Başkanı ve şehir meclisi seçimlerinde bir başarısızlık yaşadıklarına katılabileceğini söyledi.
  • Diğer belediyelerdeki sonuçların ilginç olacağını ve 30 Mayıs’ta olacak ikinci turun sonuçlarının beklenmesi gerektiğini ekledi.
  • Vatan Partisi ve koalisyon ortaklarının yurt dışından maddi destek aldığı söylentilerini de kesin bir dille reddetti ve bu söylentilerin “çılgınca” olduğunu belirtti.

 

Kaynak: Total Crotia News

Tarih: 19.05.2021

 

Bulgaristan Dışişleri Bakanı Hırvatistan Büyükelçisini Çağırdı

  • Milanoviç, geçtiğimiz günlerde Slovenya ve Batı Balkan ülkeleri zirvesinde Bulgaristan’ın Avrupa entegrasyon politikası ile ilgili sert eleştirilerde bulunmuştu.
  • Bunun üzerine Bulgaristan Dışişleri Bakanı, Milanovic’in sözlerinin kabul edilemez olduğunu söylerek, Hırvat Büyükelçi Ognjanovac’ı çağırdı. Bakan’ın Büyükelçi Ognjanovac’tan Milanovic’in sözlerinin açıklamasını yapmasını istedi. Büyükelçi de bu isteğini yerine getireceğini taahhüt etti.

 

Kaynak: BNT News

Tarih: 19.05.2021

 

Karadağ

Karadağ Kalıntıları Kosova’daki NATO Misyonuna Katılmayı Planlıyor

  • Karadağ Savunma Bakanlığı’nın 16 Mayıs Pazar günü yaptığı açıklamada önceki hükümetin NATO liderliğindeki KFOR misyonuna 30 asker gönderme planından vazgeçtiğini ve bu fikre şu anda hakim olan Sırp yanlısı siyasi güçlerin muhalefetini yansıttığını söyledi.
  • Kosova Gücü, KFOR, NATO liderliğindeki uluslararası bir barış gücüdür. 1999’da savaşın sona ermesinden bu yana Sırbistan’ın Kosova’nın eski eyaletinde bulunuyor. Bir zamanlar yaklaşık 50.000 askerdi, şu anda yaklaşık 3.500, ABD’den yaklaşık 660 asker bulunuyor.
  • Savunma Bakanlığı yerel TV Vijesti’ye verdiği demeçte, “Pandemi ve bütçe kısıtlamalarının yol açtığı durum nedeniyle, Karadağ hükümeti 2021’de Karadağ Ordusu piyade müfrezesinin KFOR’da ortak hazırlıkları, eğitimleri veya angajmanlarını planlamıyor.” dedi.

 

Kaynak: Balkan Insight

Tarih: 17.05.2021

 

DEPOIS Boykotu Konusunda Abazoviç: Soykırımın İnkarını Destekliyorlar

  • Başbakan Yardımcısı Dritan Abazoviç, DPS’nin Adalet Bakanı Vladimir Leposaviç’in görevden alınmasına ilişkin oylama oylama yapılırken Meclis genel kuruluna katılmayarak soykırımın reddini desteklediğini söyledi.
  • Mecliste çoğunluk oylama yapmadan bir bakanı nasıl görevden alacağını bilmediğini söyledi.
  • Budva’da sokaklara yerleştirilen üç renkli renkler hakkında sorulan Abazoviç, bunlar hakkında daha az şey, ekonomi hakkında daha çok şey söylenmesi gerektiğini vurguladı. Ona göre insanların bu tür provokasyonlara kışkırtmak isteyenlerin kışkırtmalarına inanmamak gerekir.

 

Kaynak: CDM

Tarih: 18.05.2021

 

Karadağ Arnavutlara Karşı Ayrımcılık Yapıyor

  • Tuzi belediye başkanı Nick Gjeloshaj, ABD de dahil olmak üzere Karadağ’ın ortaklarına Podgorica’daki yeni hükümetin etnik Arnavut toplumuna karşı aktif olarak ayrımcılık yaptığı konusunda bilgi verdi.
  • Gjeloshaj, “Hükümet Arnavutlara karşı ayrımcılık yapıyor ve bizim belediyemizle iş birliği yapmıyor. Sebepler çok çeşitli, ancak çoğunlukla bu bölgede yaşayan insanlara duydukları nefret yüzünden.” dedi.
  • Belediye Başkanı bütün yaşananları ABD Dışişleri Bakanlığı’na kadar tüm uluslararası ortakları bu konuda bilgilendirdiğini söyledi. Ayrıca ABD ve Arnavut-Amerikan örgütlerindeki lobicilerimizle de doğrudan iletişim halinde olduğunu da ekledi.

 

Kaynak: Balkan Insight

Tarih: 19.05.2021

 

Kosova

Şansölye Merkel Başbakan Kurti ile Görüştü

  • Almanya Başbakanı Angela Merkel, Kosova Başbakanı Albin Kurti ile bir video konferans görüşmesi gerçekleştirdi.
  • Sırbistan ile diyalog da dahil olmak üzere birçok konuda iletişime geçildi.
  • Görüşmede Kosova’daki reformların seyrine odaklanılırken, Kosova’nın Avrupa Birliği ile yakınlaşma süreci de ayrıntılı olarak tartışıldı.

 

Kaynak: Panorama.al

Tarih: 17.05.2021

 

Bölge Başkanları Zirvesi’nde Tartışma

  • Slovenya’nın Brdo-Brijun kentinde düzenlenen zirvede Kosova Cumhurbaşkanı Vjosa Osmani ile Sırp mevkidaşı Aleksandar Vuciç arasında tartışma yaşandı.
  • Tartışma “sınırlar” nedeniyle çıktı. Vuciç, Sırbistan’ın Kosova’yı bağımsız bir devlet olarak tanıması gerektiğini belirten emirlerini kabul etmediğini söyledi.
  • Altı Batı Balkan ülkesinin cumhurbaşkanları ile Hırvatistan ve Slovenya’nın Cumhurbaşkanları, Kosova ve Sırbistan’ın tamamen farklı konumları nedeniyle bölge ülkelerinin sınırları hakkında ortak bir açıklama üzerinde anlaşamadılar.
  • Buna rağmen cumhurbaşkanları, Balkanlar’ın Avrupa Birliği’ne hızlı bir şekilde entegrasyon sağlaması çağrısında bulunan bir bildiriyi kabul ettiler.

 

Kaynak: Panorama.al

Tarih: 17.05.2021

 

Kosova ve Arnavutluk Arasında Anlaşma

  • Kosova ve Arnavutluk Savunma Bakanlıkları, Priştine’de iki ordunun birlikte yürüteceği faaliyetlerin sayısında artış öngören bir işbirliği anlaşması imzaladı.
  • Kosova Savunma Bakanı Armend Mehaj, Kosova ve Arnavutluk’taki zorlukların aynı olduğunu ve iki ülkenin de stratejik hedeflerinin aynı olduğunu söyledi.
  • Peleshi, Arnavutluk’un başta NATO üyeliği olmak üzere tüm süreçlerde Kosova’yı desteklemeye devam edeceğini de sözlerine ekledi.
  • Bu sebeple ortak askeri tatbikatlar, angajman ve gelecekteki uluslararası operasyonlara katılım, Kosova’nın NATO entegrasyonuna yönelik siyasi, askeri ve hukuki konularına yardımda bulunmuş olacak.

 

Kaynak: Aljazeera

Tarih: 18.05.2021

 

Kuzey Makedonya

Kuzey Makedonya Başbakanı: AB, Balkanlar’daki Gücünü Kaybetme Riskiyle Karşı Karşıya

  • Başbakan Zoran Zaev, AB’ye üyelik görüşmelerinin aksaması ve aşı teslimatlarında yaşanan sorunların Rusya’ya ve Çin’e alan yarattığını söyledi.
  • Arnavutluk ve Kuzey Makedonya’nın AB ile üyelik görüşmelerinin yakında başlamaması ihtimalinde rakip güçlerin şanslarının artacağını dile getirdi.
  • Zaev müzakerelerin başlamamasının yalnızca kendileri ve Arnavutluk için değil AB’nin de komşusu olan Batı Balkan ülkelerini de etkileyeceğini ifade etti.

 

Kaynak: Politico

Tarih: 19.05.2021

 

IMF’den Kuzey Makedonya’ya Sanal Ziyaret

  • IMF’den Bergljot Barkbu’nun liderlik ettiği misyonu 6-17 Mayıs tarihlerinde ekonomik gelişmeleri ve politikaları tartışmak için Kuzey Makedonya’ya sanal ziyarette bulundu.
  • Bu ziyaretin sonunda Barkbu, destek makroekonomik ve mali politikaların sayesinde Kuzey Makedonya’nın Covid-19 pandemisinin kötü etkilerine daha az maruz kaldığını söyledi.
  • Barkbu sözlerine “Kuzey Makedonya Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın (NBRNM) girişimiyle Kuzey Makedonya, etkili politika sonuçları ve paydaşlarla diyalog sağlamak için IMF’nin şeffaflık ve hesap verebilirlik çerçevesini güçlendirmeye yardımcı olabilecek yeni Merkez Bankası Şeffaflık Yasası için bir pilot vaka olacak.” şeklinde tamamladı.

 

Kaynak: IMF

Tarih: 19.05.2021

 

Sırbistan

Sırbistan, Rus Sputnik V Aşısının Üretimine Başladı

  • Sırbistan, Rus Sputnik V Aşısını Sırbistan’da üretilmeye başlandığını 18 Mayıs’ta açıkladı.
  • Belgrad Viroloji, Aşı ve Serumlar Enstitüsü “Torlak” ilacının üretimi ile ilgilenecek.
  • Bu enstitü tarafından üretilen ilk Sputnik V aşısı partisi, ilacın öngörülen kalite standardını karşıladığını doğrulayan ve Sırbistan’daki üretimini onaylayan Rus Gamaleya Merkezinde başarıyla test edildi.
  • Belgrad, önümüzdeki iki hafta içinde Rusya’nın Sputnik V’in her iki dozunun üretimi için önemli miktarda malzeme almasını bekliyor.

 

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 18.05.2021

 

Sırp Parlamentosu Haziran Ayında Anayasa Değişikliğini Görüşecek

  • Sırp parlamentosu 8 Haziran’daki toplantıda ülke anayasasında yapılacak değişiklikler konusunu ele alacak.
  • Daciç, anayasa konularından sorumlu meclis komitesinin daha sonra milletvekilleri tarafından onaylanması gereken değişiklik taslaklarını onaylaması gerekeceğini açıkladı. Ardından proje referanduma sunulacak.
  • Daciç, Sırbistan’ın Avrupa Birliği’ne katılım sürecinin başında yaptığı gibi anayasanın adalet sistemiyle ilgili belirli hükümlerini değiştirmek zorunda olduğunu hatırlattı. Ona göre anayasa vatandaşlara maksimum koruma ve kanun önünde eşitlik sağlamalıdır.
  • Sırp kamuoyunun anayasada değişiklik yapma sürecinde Kosova ve Metohija’nın Sırbistan’ın ayrılmaz bir parçası olduğu hükmünün önsözünden silinmesinden korktuğunu hatırlayalım.

 

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 19.05.2021

 

Yunanistan

Yunan Enerji Bakanı Skrekas İklim Nötr Ekonomi Politikasını Sunacak

  • Çevre ve Enerji Bakanı Kostas Skrekas 18 Mayıs Salı günü Parlamento’da, diğer şeylerin yanı sıra 2030 yılına kadar 600 bin evin enerji iyileştirmesini de içeren iklime zarar vermeyen bir ekonomiye geçiş stratejisinin eksenlerini sunacak. Skrekas, Üretim ve Ticaret Komiteleri, Ekonomik İşler Daimî Komitesi, Çevre Koruma Özel Daimi Komitesi ve Avrupa İşleri Özel Daimi Komitesi ortak toplantısında sunumunu yapacak.

 

Kaynak: Greek City Times

Tarih:18.05.2021

 

Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis, Hessischer Kreis Çevrimiçi Forumunda Yunan-Almanya İş Birliğini Vurguladı

  • Yunanistan Başbakan Kyriakos Mitsotakis 18 Mayıs Salı günü öğleden sonra Alman forumu Hessischer Kreis ve Boston Consulting Group tarafından düzenlenen, “Yunanistan’ın kalkınma Örneği: Cesur Reformlar, Gelecekte Akıllı ve Sürdürülebilir Yatırımlar” üzerine çevrimiçi bir tartışmaya katıldı.
  • Başbakan ve Hessischer Kreis yönetim kurulu üyesi Ingo Mandt arasındaki diyalog sırasında, diğerlerinin yanı sıra Yunanistan’ın büyüme dinamiklerini, devletin dijitalleşmesini, 2021’de turizmin geleceğini ve Yunanistan ile Almanya arasındaki ilişkileri tartıştılar.

 

Kaynak: Atina Makedon Haber Ajansı

Tarih: 19.05.2021

 

Yunanistan, Göçmen Krizi Konusunda İspanya ile Dayanışma İçinde

  • Yunanistan, Kuzey Afrika’daki İspanyol yerleşim bölgesi Ceuta’ya akın eden ani göçmen akınının ardından İspanya ile dayanışma içinde olduğunu ifade etti. Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada, “Yunanistan, göç / mülteci sorunuyla ilgilenen bir cephe devleti olarak, İspanya’ya tam dayanışmasını ve desteğini ifade ediyor” dedi.
  • Bakanlık, Avrupa Birliği üye devletlerinin dış sınırlarının “Avrupa sınırları” olduğunu vurgulayarak, göç meselesini ele almanın “sadece ön saflardaki devletler için bir zorluk olmadığını” söyledi. Bakanlık ayrıca, yeni göç ve iltica paktına ilişkin müzakerelerin “ön saftaki üye devletlerin sorumluluğuna dengeli bir yaklaşım ve diğer üye devletlerin göstermesi gereken eylemlerle dayanışma temelinde” sonuçlandırılması gerektiğinin altını çizdi.

 

Kaynak: Ekathimerini

Tarih:19.05.2021

 

Dış Aktörler

Stoltenberg: “Kosova Barış Gücü Misyonunda Değişiklik Yok”

  • NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic karargahındaki görüşmelerden sonra düzenlenen ortak basın toplantısında yöneltilen soruları yanıtladı.
  • ABD’nin veya NATO güçlerinin Kosova’dan çekilip çekilmeyeceğine yönelik soruya ise Kosova Barış Gücü (KFOR) için herhangi bir değişiklik bulunmadığı ve NATO askerlerinin KFOR misyonuna devam edeceği cevabını verdi.
  • Stoltenberg, “KFOR misyonu, NATO’nun bölgeye olan bağlılığının en somut ifadesidir. Bölgedeki tüm toplulukların korunması ve hareket özgürlüğünün sağlanması için oradayız” ifadelerini kullandı.

 

Kaynak: Hürriyet

Tarih: 17.05.2021

 

Lajcak, Kurti ile Diyaloğu Tartışıyor

  • AB’nin Belgrad-Priştine Diyaloğu Özel Temsilcisi Miroslav Lajcak, Brüksel’de düzenlenen gayri resmi bir toplantıda Kosova Başbakanı Albin Kurti ile bir araya geldiklerini ve Kurti ile diyalog sürecini görüştüklerini duyurdu.
  • Lajcak, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda; “Bugünkü gayri resmi Batı Balkanlar toplantısının oturum aralarında, Kosova Başbakanı Albin Kurti ile Kosova-Sırbistan diyaloğunun bundan sonraki adımlarını görüşmekten memnuniyet duydum” açıklamasını yaptı.
  • Lajcak, Priştine’ye 2021 Mart ayında yaptığı son ziyaretinde Albin Kurti ve Vjosa Osmani iktidarında Kosova-Sırbistan anlaşmasının yapılmasını beklediğini belirtmiş, anlaşmaya varılmasının önünde hiçbir engel olmadığını düşündüğünü ifade etmişti.

 

Kaynak: Kosova Press

Tarih: 18.05.2021

 

Borrell, Batı Balkanlar Liderleriyle Görüştü

  • Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Josep Borrell, Batı Balkanların altı lideriyle bölgenin geleceği ve temel zorlukları hakkında resmi olmayan bir akşam yemeği toplantısı düzenledi. Toplantıya Karadağ Cumhurbaşkanı Milo Đukanović, Kuzey Makedonya Başbakanı Zoran Zaev, Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, Sırbistan Başbakanı Ana Brnabic, Kosova Başbakanı Albin Kurti ve Bosna Hersek adına Bakanlar Kurulu Başkanı Zoran Tegeltija katıldı. Toplantıya ayrıca Avrupa Birliği Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Oliver Varhelyi’nin de katıldığı belirtildi.
  • Toplantıda Borrell ve Batı Balkanlar’ın liderlerinin, vatandaşların AB üyeliği isteklerini karşılamak için reformları hızlandırmanın yanı sıra ilerleyen ve gelişmesi güçlendirme çözümleri üzerinde görüştükleri belirtildi. Batı Balkanlar’daki AB üyeliğinin Avrupa Birliği çıkarları için önemli olduğu konusunda anlaşıldığı ifade edildi.
  • Liderlerin iş birliğine olan güçlü bağlılıklarını tekrar teyit ettikleri ve Covid-19 salgını gibi küresel zorluklarla çıkmaya devam etme konusunda anlaştıkları dile getirildi.

 

Kaynak: Independent Balkan News Agency

Tarih: 19.05.2021

 

Kosova ve Arnavutluk Arasında Savunma Alanında İş Birliği Anlaşması İmzalandı

  • Kosova Savunma Bakanı Armend Mehaj ve Arnavutluk Savunma Bakanı Niko Peleshi, iki ülke orduları tarafından ortaklaşa yürütülecek faaliyetlerin sayısının artırılması da dahil olmak üzere, iki ülke arasındaki iş birliğinin artırılmasını içeren işbirliği anlaşmasına imza attılar.
  • İmza töreni ardından düzenlenen ortak basın toplantısında konuşan Mehaj, “Benzer güvenlik sorunlarımız bulunuyor. Bu anlaşmada, Kosova’nın NATO entegrasyonuna yönelik, iki bakanlık arasında askeri akademiler ile profesyonel düzeyde faaliyetlerin gerçekleştirilmesi yer alıyor. İki ülke arasında askeri eğitimlerin artırılmasını amaçlıyoruz” dedi.
  • Peleshi de her daim Kosova’nın yanında olacaklarını belirterek, imzalanan işbirliği anlaşması ile 32 ortak askeri faaliyet düzenlemeyi hedeflediklerini kaydetti.

 

Tarih: 19.05.2021

Kaynak: Time Balkan

 

                                  

Hazırlayanlar: Elifnur Ayhan, Melisa Agoviç, Dilek Keçeci, Ece Sumru Güvemli, Hilal Yel, İleyna Savuk, Rümeysa Güner, Şamil Orhan, Didem Şimşek, Aybüke Koçak ve Hatice Deniz Hızal

 

Ütopya Karşılaştırmaları: Platon’un Devleti & More’un Ütopyası

Özet:

Ütopya [antik Yunanca’da “ou” (gerçek olmayan) ve “topos” (yer, şehir) kelimelerinin birleşmesinden ortaya çıkmıştır] kelimesini literatüre kazandıran Thomas More’un aynı adlı eserinin kökenlerinin incelenmesi okuyucuyu Platon’un Devlet’ine götürmektedir. Platon’un bu ünlü eseri Thomas More’u etkilediği gibi, aynı zamanda kendisinden sonraki ideal ve erdemli devleti arayan tüm düşünürleri de derinden etkilemiştir. İki eserin birbirine benzerlikleri ve yaratmış oldukları hem edebi hem de siyasi kavramlar, günümüzde birden fazla akademik alanda yeniliklere neden olmuştur. Yeni bir “yer” düşüncesi ile çıkan bu idealist iki eserde de aynı başlangıç noktasından, bir adalet sorusundan yola çıkılarak tarihin hayal dünyası ve yansımaları gösterilmektedir. İdeal bir toplum ve devlet anlayışı ile günümüzde ve geçmişte sahip olunamayan şeylerin bir betimlemesini yapılmaktadır. Bunların ışığında gerçekleştirilecek araştırma da bu metinlerin özelliklerini ortaya dökme hedefi içindedir. Bu iki önemli metnin düşünsel, yapısal ortak ve ayrışan noktalarını bulmak, kapsamlı bir metin analizi çıkarmak da makalenin görevi olacaktır.

Anahtar Kelimeler: Platon, Devlet, Thomas More, Ütopya, Analiz, Karşılaştırma.

Abstract:

Examining the roots of Thomas More’s, who coined the term Utopia [emerging from the combination of ancient Greek words “ou” (non-real) and “topos” (place, city)], a book with the same name, this process guides the reader to Plato’s Republic. This famous work of Plato influenced Thomas More, as well as all the thinkers who were looking for the ideal and virtuous state after him. The similarities in both works and the literary, and political concepts they have created led us to make innovations in many academic fields today. In these two idealist works that emerged with the idea of a “new place”, the imagination and reflections of history are shown, starting from the question of justice. They make a description of what we could not have today and in the past with an understanding of an ideal society and state. The research we will carry out in light of these is within the aim of revealing the characteristics of these texts. It will be the task of this article to find the points of these two important texts in intellectual, structural, common, and divergent terms and to make a comprehensive text analysis.

Key Words: Plato, Republic, Thomas More, Utopia, Analysis, Comparison.

Giriş

Platon ve More çağlarının siyasi yapılanmasından, adalet anlayışlarından, yöneticilerinden duydukları rahatsızlığı varsayımsal ütopyalar meydana getirerek dile getirmişlerdir. Bu makalede ise mevzubahisteki yazarların yarattıkları ütopyaların alt başlıkları incelenecek, aralarındaki benzerlikler ve farklılıklar ortaya koyulacaktır. İlk ortak nokta olan adalet sorusuna düşünürlerin hayat verdiği muhtelif karakterler cevap vermeye çalışmışlardır. Bu cevaplama arzusu Platon’da diyalektik formunu almışken, Ütopya’da betimleme şeklindedir. Ütopya kelimesinin etimolojik kökenlerine inilerek More’un Antik Yunan felsefesini el üstünde tuttuğu ortaya çıkarılmıştır. Daha sonra Devlet’in ve Ütopya’nın şehir yapılanmaları analiz edilmiştir. Devlet’te şehir ihtiyaçtan doğup idealliğe zorlu bir süreç sonrasında ulaşabilmişken Ütopya’da var olan bir şehir Raphael karakteri tarafından betimlenmiştir. Devlet’in hiyerarşik ve esnemez sınıflı yapısına karşın More’un sınıfsız yapıyı ideal olarak gördüğü açıklanmıştır. Bu farklılıklara rağmen iki toplumun da hayatta kalmasının vatandaşların çalışma ve sorumluluk bilincine bağlı olduğu görülmüştür. Daha sonra, bu iki ütopyanın yönetim şekli ve askerlik anlayışı incelenmiş ve yine birbirinden ayrıldıkları noktalar ortaya çıkmıştır. Platon yönetme ayrıcalığını tek bir sınıfa bahşetmişken More’un yöneticileri aileler arasında yapılan seçimlerle belirlenmiştir. Dahası, Devlet’te askerlik görevi yine tek bir sınıfa verilmişken Ütopya’nın mensuplarının insan öldürmeyi dolayısıyla askerliği aşağılık bir eylem olarak gördüğü anlaşılmıştır. Bu sebeple Ütopya vatandaşlarının paralı askerleri tercih ettiği görülmüştür. İki şehrin de eğitime verdikleri önem açısından benzer olduğu açıklanmıştır. Platon, yönetici sınıfına kapsamlı bir eğitim vermeyi planlamışken More’un Ütopya’sında eğitim tüm vatandaşlara zorunludur. Son olarak, toplumsal yaşam incelenmiş ve Platon’un sadece yönetici sınıfına şart koştuğu komünsel yaşam tarzını tüm Ütopya’lıların tecrübe ettiği görülmüştür. Ancak bütün bunların derinlemesine işlenmesi için önce bu iki düşünürün birbirine hayli benzeyen adalet anlayışları araştırılmalıdır. 

Kavramlar: (1) Adalet, (2) Şehir, (3) Yönetim ve Askerlik, (4) Eğitim, (5) Toplumsal Yaşam.

1. Adalet

Aristokrat bir aileden gelen Platon’dan, o zamanın şartları dâhilinde, siyasete atılması beklenmiştir. Ancak genç yaşlarında Sokrates’le tanışan ve onun en sadık öğrencilerinden biri olan Platon, hayatının o noktasından sonra felsefeye büyük önem vermeye başlamıştır. Öğretmeni Sokrates’in ahlaksızlıkla, gençliği yoldan çıkarmakla suçlanması ve daha sonrasında idam edilmesi Platon’un Atina siyasetine olan tutumunu derinden değiştirmiştir. Bu durum belki de onu ütopik literatürün başlıca eserlerinden biri olan Devlet’i yazmaya itmiştir. Platon’un siyaset felsefesinin temellerinin atıldığı bu eserde adalet konusu araştırılmış ve bu adalet arayışı varsayımsal bir ütopya oluşturulmasına yol açmıştır. Öyle ki orijinal dilinde Politeia adında olan bu eser, devlet veya rejim anlamına gelmesinin yanı sıra “yeni bir hayat tarzı” olarak da tercüme edilebilmektedir (Strauss, 1957). Devlet, özünde politik bir eser olsa da Platon’un tezlerinin genellikle birbirine bağlı olduğu felsefe anlayışı nedeniyle aynı zamanda ahlaki bir eser olarak da ele alınmalıdır. Çünkü Platon adalet anlayışını günümüzdeki gibi salt hukuksal bir temelde değil, bireyi baz alarak oluşturmuştur (Arslan, 2006).

Eserlerini büyük çoğunlukla öğretmeni Sokrates’in ağzından yazan Platon’un Devlet’inde de başkarakter Sokrates’tir. Ayrıca kitapta adalet arayışı Sokrates’in diğer Atinalılarla ve öğrencileriyle diyaloglarında başlamaktadır. Cephalus ve Thrasymachos gibi diğer karakterlerin adaletin ne olduğuna dair verdikleri cevaplarla tatmin olmayan Glaucon ve Adeimantos, II. kitabın başında insanın sevdiği 3 şey olduğunu söylemişler ve adaleti bu kategorilerden birine yerleştirmeyi hedeflemişlerdir. Bunlar; sırf kendisi için sevilen şeyler, kendisi ve getirdiği olumlu sonuçlar için sevilen şeyler ve yapılmasından haz alınmasa da insana yarar sağlayan şeylerdir (Platon, 2005). Aslında üçü de adaletin ilk kategoride olması gerektiğine inanmaktadırlar ancak toplumun geneline bakıldığında çoğu insanın sırf sonuçları için adil olmaya çabaladıklarını görmüşlerdir. Bu çabalarıyla adalet konusunda yine tatmin edici bir sonuca ulaşamayan Glaucon ve Adeimantos’a Sokrates şöyle bir öneri sunmuştur: “adaleti insanda değil devlette aramak”. Çünkü Sokrates’e göre adalet hem bireylerin hem de devletin meselesidir. Devlet birçok insanın bir araya gelmesinden oluştuğu için adalet devlette daha büyük olmalıdır ve böylelikle daha kolay görülebilir. Ancak Sokrates ve öğrencileri var olan bir devleti incelemek yerine doğuşundan itibaren kuramsal bir devlet oluşturup adaleti orada aramaya karar vermişlerdir. Platon’un ütopyası da bu noktada doğmuştur.

Sokrates’in adaleti devlette arama önerisinin temelinde insandaki adalet ile devletteki adaletin aynı olduğu varsayımı yatmaktadır (Brown, 2017). Bu da Platon’un doğalcılığını gözler önüne sermektedir. Platon’a göre kozmos, insanın gerek bireysel gerek politik evreni için bir şablon niteliğindedir. İnsan doğası gereği sosyal bir varlıktır ve insanların oluşturduğu polis de bu sebeple doğal bir oluşum olarak görülmektedir (Arslan, 2006). Platon Devlet’inde de bu görüşü sergilemektedir. Toplum doğal bir organizma olarak görülmüş ve insanlar veya insanların oluşturduğu toplumsal sınıflar, bu organizmanın parçalarını oluşturmuştur. Bu görüşle paralel olarak Sokrates de adalet arayışının sonucunda adaleti insanın kendi işiyle ilgilenmesinde bulmuştur. Aynı insan vücudunun uzuvlarının sadece kendi işlevlerini yerine getirdiği gibi, her sınıf kendi işiyle ilgilenmeli ve sınıfının dışına çıkmamalıdır (Kayalı, 2019). Plato, hiyerarşik bir organizma olarak gördüğü devleti oluşturan parçalar arasında belirlenmiş ve değişmez ilişkiler olması gerektiğinde inanmıştır (Kayalı, 2019). Nitekim, diğer kısımda daha detaylıca bahsedilecek olan Platon’un bu ideal şehrinde yaşanabilecek en büyük adaletsizlik bu parçaların belirlenmiş çizgilerinin dışına çıkması, yani bir sınıfın başka bir sınıfın işlerine karışmasıdır.

Devlet’in genel yapısı olarak karşımıza çıkan bu özelliklerin, Thomas More’un kendi eserinde de ortaya çıkmış olmasına şaşmamak gerekir. Yapısal olarak eserin başlangıcının Devlet’i andırması da bunun bir örneğidir. İki kitaptan oluşan bu eserin genel özelliklerine girişmeden, More’un Devlet ile kazanmış olduğu düşünceyi ve Antik Yunan’a olan bağlılığını eserin isminin derinine inerek görmek mümkündür.

“Utopia, olumsuzluk bildiren ou ile “o yer” anlamına gelen “topos’un” More tarafından birleştirilmesinden oluşan, “olmayan ya da bulunmayan yer” anlamına gelen “outopia” kelimesinin utopia olan telaffuzundan gelmiş gibi görünmektedir. Bununla birlikte, ‘iyi’ anlamına gelen eu ile “o yer” anlamına gelen “topos’un” birleştirilmesinden oluşup ‘iyi yer’ anlamına gelen “eutopia” kelimesine de bir göndermede bulunulmaktadır” (Omay, 2009).

İsmi ile ilk bakışta kendini gösteren metin, kendisinden sonra birçoğunu da esinlendirmiş ve ütopik edebi akımın da başlangıcını yapmıştır. Fakat söylemler burada bitmemiş ve daha da ileriye gitmiştir. Metnin başlangıcı ile adalet söyleminin, zamanın şartlarının ve More’un kendi döneminin felsefi değerlerinin de işin içine katıldığı gözlemlenmektedir. Aynı Platon ve öğrencileri gibi More da yanında bulunan Raphael ve benzeri kimselerle bir diyalektik yaratmıştır. More, kendi döneminin sosyal yapısını ve ülkesi olan İngiltere’yi eleştirel bir düzlemde ele almıştır. Raphael kişiliği bu diyalektikte eleştiri yapan ve yeni düşünceleri öne süren biri olarak görülmektedir. More’un kendisini bu tartışmadan ayırmasının belki de en büyük amacı tartışmanın ve bu “olmayan yerin” tarifini anlatmak için bir alan yaratmaktır. Birinci kitabın argümanı içerisinde hissedilen yapı da aslında bu alanın ve eleştirinin ilk elden iletilmesine Platonik bir yorum getirmeye çalışılmasıdır.

İngiltere’nin hırsızlara karşı uyguladığı ölüm cezasının düşünülenin aksine bu durumu engellemediğini, daha fazla yoksul ve hırsız yarattığı ile başlayan konunun aslında ülkenin sahip olduğu yasal sistemin yanlışlarını gözler önüne sermek için tasarlanmış bir uğraşı olduğu anlaşılmaktadır. Adaletin bir kişinin değil, devletin düzenlediği yapının kontrol etmesi düşüncesi ön plana çıkmaktadır. More, devletin yoksul halkın üstünde etkisi olmasını, adaletsizliklerin önüne geçilmesini ve insanların yükseltilmesini istemektedir. Bunun üzerine de Polylerit’lerin adalet sisteminden bahsetmiştir (More, 2018). Yorumlarının tümünün de zamanın koşulları ile paralel olduğu açıktır. “More’un Ütopyayı yazdığı dönemde Londra’da 70 bin civarında dilenci var olduğu görülmektedir. Kentlerdeki yozlaşma ve adi suçlar o denli artmıştır ki, XVI. yüzyıl İngiltere’sinde hırsızlığın cezası idam olmuştur” (Atakan, 2016). Bu gerçeklerin karşısında hümanist ve Platonik ekole bağlı olan More, birinci kitabında Raphael ile ideal siyasal düzenini ileri sürmüştür. Dönemine yenilikçi bir bakış açısı sağlamak için uğraşılar gösteren bu düşünürün aslında farkında olarak Platon’a yüzünü dönmüş olması Devlet’in Ütopya için ne kadar önemli olduğunu da göstermektedir. Birinci kitabın arkasından gelen ikinci kitap, tam bu noktada Devlet ile hem birleşip hem de ayrımını gerçekleştirmektedir. İkinci kitabın bütün özelliği, birinci kitabın adalet söyleminden farklı olarak ortada olan diyalogdan ayrılıp anlatıma, betimlemeye geçmesidir. “2. kitap tematik olarak ana amacı ile ilişkilidir, çünkü More, Platon tarafından, özellikle de Yasalarda, gururun zararlı maddi etkilerini etkili bir şekilde etkisiz hale getiren çeşitli belirli kurumları tanımlar” (White, 1982). More, Raphael sayesinde ikinci kitapta tasarısını önümüze sürmüştür. İlk başlangıcını da Devlet’in kurulur haldeki şekline benzeyen bir düzenden almaktadır. Platonik söylemin etkisini başlangıç noktasının Devlet’in ilk zamanlarını anımsatmasında görülmektedir fakat süreç bakımından ayrışmıştır.

2. Şehir

Sokrates, Glaucon ve Adeimantos oluşturmaya başladıkları bu ilk şehrin temel ihtiyaçlardan doğacağını öne sürmüştür. Çünkü Platon’un felsefesinde her insan farklı bir iş için yaratılmıştır ve sadece o işe yoğunlaşmalıdır. Ancak insan vücudunun birden fazla temel ihtiyacı vardır. Bu tezlerden yola çıkarak, bir insanın diğer ihtiyaçlarının karşılanması için diğer insanlara ihtiyaç duyacağı söylenebilir. İlk şehir de böyle oluşmuştur. Platon’un ideal devletinin kilit noktası olan ihtisaslaşma prensibi de daha ilk şehirde kendini göstermektedir. Bu şehir göreceli olarak az kişiden oluşmakta, herkes tek bir temel ihtiyacı karşılamak için çalışmakta ve diğerlerinin ürünlerine karşılık kendi işinin ürünlerini diğer vatandaşlara sağlamaktadır. Bu şehirde henüz ne siyaset ne de yasalar bulunmaktadır, çünkü şehrin üyeleri arasında çatışma veya zıtlık olmadığı için bunlara ihtiyaç duyulmamaktadır. Doğanın imkânları mevcut vatandaşlara yetmekte, temel gereklilikler karşılanmakta ve insanlar barış içinde yaşamaktadır. İdiyosinkratik özellikler gösteren bu şehir, Platon tarafından has ve sağlıklı şehir olarak görülmektedir (Rosen, 2005). Ancak bu noktada Glaucon yaratış sürecine müdahale etme zorunluluğu hissetmiştir. Çünkü ona göre ilk şehirdeki vatandaşların yaşamı domuzların yaşantısına benzerdir. Glaucon’un bu benzetmesinden dolayı bu şehir çoğu kaynakta ‘domuzlar şehri’ olarak da anılmaktadır. Glaucon’a göre insan, doğası gereği, bu şartlarda yaşamayı kabul etmeyecektir; masalarda yemek yemek isteyecek, diyetlerinin daha çeşitli besinlerden oluşmasını talep edecektir (Platon, 2005). Glaucon’a göre, bu şehirde insanların barış içinde yaşayabilmeleri için insanlıklarından vazgeçmeleri istenmektedir (Rosen, 2005). Arzular yüzünden sağlıklı şehrin ölçülülüğü bozulmuştur. Sokrates öğrencisinin lüks talebine kulak vermiştir ve belki de adaletin Glaucon’un öne sürdüğü gösterişli şehirde bulunabileceğini düşünmüştür. Platonun ütopikliğinin bir diğer özelliği de bu noktada göze çarpmaktadır. Kelimenin etimolojisinden yola çıkarak ütopyaya ulaşılamayacak veya gerçek olmayan bir şehir denmektedir. Ancak Platon bu ütopikliğini insanların kusurlarını çevreleyecek şekilde sergilemiştir. Yani Platon ideal devletini oluştururken bunu insanları olduğu halleriyle kabul etme şartıyla yapmıştır (Arslan, 2006).

Yukarıda bahsedilen ihtisaslaşma prensibine göre bu lüks şehirde bulunacak mobilya ustalarının, aşçıların da sadece mobilyacılık ve aşçılık yapması gerekmektedir. Bu yüzden şehir gittikçe kalabalıklaşacaktır. Hatta doğanın imkânları yetmeyecek ve şehrin üzerinde kurulduğu toprak bu yeni vatandaşlar için dar gelecektir. Sokrates ve öğrencileri bu durumun çözüm yolunu komşu şehirlerle savaşa girmekte görmüştür. Ancak şehirde sadece üreticiler ve satıcılar bulunmaktadır. Yine ihtisaslaşma prensibinden dolayı bu şehirde Sparta’daki gibi bir halk ordusu oluşturulması mümkün olmayacaktır çünkü Platon askerliği de duvar işçiliği gibi ayrı bir sanat olarak görmektedir. Bu yüzden, sadece profesyonellerden ve bu iş için doğmuş olan bireylerden oluşan bir ordu oluşturulması gerekmektedir. Bu iş için cesaret gibi doğuştan belli başlı özelliklere sahip olmaları gerekmesinin yanı sıra Platon bu sınıfın eğitiminin de öneminin altını çizmiştir. Askerler toplumun hem içinde düzeni sağlamakla hem de dışarıdan gelecek tehditlere karşı siteyi korumakla yükümlüdürler. Ancak düzenin, yani anayasanın, korunması için askerlerin yanı sıra yöneticilere de ihtiyaç duyulacaktır (Platon, 2005). Bu ihtiyaç sonucu Platon’un devletinin üçüncü sınıfı da ortaya çıkmıştır. Aynı asker sınıfı gibi yöneticilerin de hem doğuştan birtakım özelliklere sahip olması beklenmiş hem de kapsamlı bir eğitim görmeleri planlanmıştır. Bu özellikleriyle ve aldıkları eğitimle beraber yönetici olmaya layık olanlar filozoflar olacaktır. Adaletin bir erdem olduğunu ve erdemin de bilginin ürünü olduğunu söyleyen Platon, ideal şehrinde yönetici sınıfın filozoflardan oluşmasını bu yüzden savunmuştur (Rosen, 2005). Çünkü sıradan insana kıyasla filozof olanlar ideanın bilgisine sahiplerdir ve bu yüzden adil olacaklardır. Bu üç sınıflı toplum Platon’un ruhun üç farklı yetisi olduğunu söyleyen teziyle bağdaşmaktadır. Bu yetiler: (1) yemeyi, içmeyi ve çiftleşmeyi sağlayan yeti, (2) öfkelenen, heyecanlanan yeti, (3) bilgi edinmeyi sağlayan yeti (Arslan, 2006). Ruhun farklı kısımlarının Devlet’in sınıflarına karşılık geldiği aşikârdır. Üretici sınıf isteyen ruha, asker sınıfı cesur ruha, filozof yöneticiler de akıllı ruha karşılık gelir.

Şehrin nüfusuna gelince, Plato bu ideal şehrin vatandaşlar arasındaki birlik duygusunu zedeleyecek kadar büyümesini istememiştir (Ree, 2015). Ütopyasının yaşadığı zamandan alışkın olduğu Yunan şehir devletlerine benzemesini planlamıştır. Platon’u etkileyen çağının bir başka örneği de bir dönem Pythagorasçılar tarafından yönetilen Tarentum şehridir. Kendisi de Pythagorasçı geleneğe mensup olan Platon’un filozofların yönetici olmasını öne sürmesinin bir etkeninin Tarentum şehri olması olasıdır. Daha sonra görüşleri değişse de Platon Devlet kitabında filozof yöneticileri şüphe götürmez bir şekilde savunmuştur. Hatta insan mutluluğunu buna bağlamıştır: “Filozoflar iktidara gelmeden ya da devletlerin iktidar sahipleri filozofa dönüşmeden insan soyunun mutsuzluğu son bulmayacaktır” (Platon, 2005).

Devlet’in genel özellikleri bakımından oluşan bu ayrımların ve Platon’un düşünmüş olduğu bu şehrin yapısı More’un Ütopya’sında da bulunmaktadır fakat düzen olarak birbirinden görülür şekilde ayrışmaktadır. İkinci kitabın başlangıcı ile betimleme şekline geçen eser, Ütopya halkının yaşadığı alanları detaylı bir şekilde anlatmaktadır. More’un kendi sözleri ile “Ütopya adasının 54 büyük ve güzel şehri vardır. Hepsinde aynı dil konuşulur. Aynı töreler, aynı kurumlar, aynı yasalarla yürütülmektedir. Elli dört şehrin hepsi aynı plan gereğince kurulmuş ve hepside bölge özelliklerine göre biçimlenen aynı devlet yapısı vardır” (More, 2018). İlk bakışta kurulu şehirlerin yapısının birbirine benzerlik göstermesi, eşitlikçi bir yapının hâkim olduğuna dikkat çekmektedir. Baskın bir devlet anlayışının olması da birinci kitapta bahsedilen halkın içinde oluşan ve devlet tarafından uygulanan adalet yapısını da temsil etmektedir. Aynı şekilde özel mülk anlayışının olmadığı da fark edilmektedir. Bütün şehirlerde yaşayan kimselerin sahip olduğu bir arazi yoktur, her şey devlete aittir, işçiler çalışan olarak tarlaya veya benzeri iş alanlarına yollanır. Burada dikkat çeken nokta, Ütopya’nın aynı Devlet’in içinde geçen ‘domuzlar şehrine’ benzer özellikler taşımasıdır. Vatandaşlar toplumun ve şehirlerde yaşayanların yararına, ihtiyaçlarına bağlı üretim yapmaktadır. İnsanlar ihtiyaçlarını diğer insanlarla birlikte üreterek gidermektelerdir. Fakat bir noktada Devlet’ten de ayrılmaktadır. Bu ayrılmanın başlıca sebebi de toplumun eşitlikçi bir şekilde yönetime ve üretime dâhil olmasına tanık olunmasıdır ama Devlet içinde böyle bir eşitlikçi yapı görünmemektedir. Sınıfların olmadığı ve kararların insanlar arasından seçilen liderle oluştuğu görülmektedir. Dahası, yönetim ile halk arasında pek bir fark yoktur. Yine de antik Yunan okumalarından esinlenilmiş durumlar göze çarpmaktadır. Şehirler genel kararlar alınacağı zaman Ütopya’nın başkenti “Amaurote” de buluşmaktadır ve ülkenin büyük kararları burada verilmektedir. En göze çarpan nokta da Amaurote şehrinin adada bulunduğu konumdur. “Amaurote adanın başkentidir. Çünkü orta yerdedir ve herkesin kolayca toplanmasına elverişlidir” (More, 2018). Buradaki “orta yer” kavramı birden fazla şeye yorulabilir. Örneğin, antik Yunan askeri meclislerini ve sonralarda demokratik meclislerin genel yapısı olan “orta yer” (es meson) kavramına benzerlik göstermektedir. Bu “Es meson ifadesi başka düzlemlerde de aynı anlama sahiptir fakat bu anlam daima aynı toplumsal bağlamda belirmektedir… Söz almadan önce birinin ortaya doğru hareket etmesi ve asayı eline alması gerekir. Meclise hitap etmek için mesonda pozisyon almak gibi katı bir kural vardır” (Detienne, 2012). Aynı şekilde bu benzerlik, eserin ismi olan Ütopya’ya da bir atıf olabilir. Yer kavramının önemli bir yer kapladığını kitap boyunca da hissetmek mümkündür. Çünkü yapısal olarak yerin insanlar ve devlet için ne kadar önemli olduğu dile getirilmektedir. Bu yorumlarla birlikte aslında çıkarımda bulunulabilecek nokta da Platonik düşüncenin zamanın ruhuna göre More tarafından yorumlanmasıdır. “Ütopya adasının, Platon kentiyle olan ilişkisine işaret etmektedir; bu bağlanmanın kalitesi açıkça tanımlanmıştır: hem Platon hem de More toplumu organize etmek için farklı yollara yönelmiştir” (Vieira, 2010). Fakat bağlam olarak başka yerlere ilerlediklerini görmek mümkündür. Belki de bu sapmaların incelenmesinin en güzel örneği yönetici sınıf ile asker sınıfının incelenmesi olur. Devlet’in kendi içinde oluşturduğu düzen, Ütopya’da geçerli değildir. Bir eserde sınıfsızlık (ya da tek sınıf) hâkimken diğerinde bölünmeler görünmektedir. Ütopya’da kişinin kendisine atfedilen bir çalışma alanı içerisinde gösterdiği ilgi ve beceri ile ölçülürken Devlet içinde önceden belirlenmiş ve ayrışmıştır.

3. Yönetim ve Askerlik

Platon’un ütopyasında askerlerin halk içinden seçilmediğinden bahsedilmişti. Bunun sebebi ihtisaslaşma prensibine yani herkesin kendi işiyle ilgilenmesine verilen önemdir. Hatta adalet arayışı bu prensipte bulunmuştur. Platon, savaşı ve askerliği tamamen ayrı bir sanat olarak gördüğü için asker sınıfını halkın geri kalanından ayırmıştır. Askerler hem doğuştan belirli özelliklere sahip olmalı hem de pratik ve eğitimle kendilerini geliştirmelilerdir. Platon felsefesinin temellerinden biri olan ruhun ölümsüzlüğü ve bedenden önceliği burada da devreye girmiştir. Savaş sanatı bedeni korumanın en öncül yollarındandır ve beden ruh olmadan var olamayacağı için bu sanat aynı zamanda ruhun da baş koruyucusudur (Rosen, 2005). Ruha ve bu sebeple savaşa verilen önem Platon’un ideal devletinde askerlerin eğitimi ve özelliklerine de büyük ehemmiyet gösterilmesine yol açmıştır.

Sokrates, öğrencileriyle olan diyalogunda devletin asker sınıfına geldiklerinde, askerlerin özelliklerini açıklamak için askerin filozofik bir bekçi köpeği gibi olması gerektiğini savunmuştur. Sokrates’in bundan kastı bir bekçi köpeğinin düşmanın nerede olduğunu keşfedecek kadar uyanık, onu yakalayacak kadar çevik ve düşmanla dövüşecek kadar güçlü ve cesur olması gerektiğidir (Platon, 2005). Ayrıca Sokrates’e göre devletin askeri de tam olarak bu özelliklere sahip olmalıdır. Askerlerin sahip olması gereken bedensel özellikler arasında güçlü, korkusuz ve hiddetli olması vardır, ancak bu özelliklerini kendi halkları üzerinde kullanmalarını engelleyen şey nedir? Köpeğin ‘filozofik’ olması gerektiği iddiası da burada devreye girer. Sokrates’in filozof olmayı bilgide temellendirdiği aşikardır. Yani askerlerin dostunu düşmanından ayırabilecek bilgiye sahip olması gerekmektedir. Bunun yanı sıra yönetici sınıfın emirlerine uyabilecek kadar da akıllı olmalılardır. Askerlerin saptamaları gereken düşman yalnızca bir insan veya bir devlet değildir. Bu düşmanlar, ütopyaya zarar verebilecek zararlı düşünceleri de içermektedir (Rosen, 2005). Ünlü filozof Karl Popper’ın Platon’un devletini totaliter olarak adlandırmasının sebeplerinden biri de budur. Çünkü yöneticiler devletin sağlığı adına kendi düşünceleriyle zıtlaşan düşüncelere izin vermemelilerdir. Ancak Foster’a göre Platon’un adalet anlayışı temelinde doğaya uygunluktur, devletin çıkarlarına değil (Foster, 1951). Platon’un ruhun önceliği anlayışına paralel olarak; ruh yönetmek, beden ise emirlere uymak için yaratılmıştır (Kayalı, 2019). Bu üç yetiden cesur ruh askerlere, akıllı ruh ise yöneticilere karşılık gelir. Yani asker sınıfın yöneticilerin emirlere uyması doğaya uygunluktan gelir.

Platon’un yöneticileri de aslında asker sınıfının içinden çıkar. Hatta çoğu kaynakta Platon’un devletinin üç değil iki sınıflı olduğu geçmektedir: yöneticiler ve yönetilenler. Bu yönetici sınıfın içinden filozofik eğilimler gösterenler askerlik değil yöneticilik için yetiştirilmek üzere ayrılır. Sokrates, her insanın doğruyu yanlıştan ayırması için kendi içine dönmesi gerektiğini, kendi tecrübelerinden yola çıkmaları gerektiğine inanmıştır (Cornford, 2003). Bu yüzdendir ki yöneticilerin yaşlı, yönetilenlerin genç olması gerektiği söylenmiştir (Plato, 2005). Çünkü yaşlıların gençlerden daha fazla tecrübesi vardır ve bu yüzden doğruyu yanlıştan daha kolay ayırabilirler. Bekçiler sınıfında filozofik eğilimler gösterenler çocukluklarından itibaren yöneticiler tarafından gözetim altında tutulmaktadırlar. Genç yaşlarından itibaren birtakım zorluklara sokulup bunlara karşı tepkileri ölçülmektedir. Bu testlerin sebebi her koşul altında devletleri için en iyisini yapıp yapamayacaklarını görmektir.

Hem askerler hem yöneticiler belli bir yaşa kadar aynı eğitimi görürler. Ancak yönetici olacaklar askerlerden farklı olarak daha kapsamlı bir eğitime girerler. Askerlerin eğitimi beden için idman ve ruh için müzikten oluşurken yönetici olacaklara ek olarak aritmetik, astronomi ve en önemlisi diyalektik eğitimi de verilmektedir. Bu durum yöneticilere verilen eğitimin neden diğer bekçileri de kapsamadığı sorusunu akıllara getirmektedir. Bunun sebebi Platon’un felsefeyi doğuştan filozof olmayanlar için zararlı olarak görmesidir (Rosen, 2005). Devlet’te filozoflar yüceltilmektedir çünkü yükleri çok ağırdır. Sitenin düzenleyicisi ve yürütücüsü olarak görülmektedirler (Arslan, 2006). Sokrates ve öğrencileri için adaletsizlik vatandaşların kendi sınıflarından çıkıp diğer sınıfların işlerine karışmasıdır. Bunu engellemek yine filozof yöneticilere düşer. Filozof, yasa koymanın yanı sıra herkesin kendi işine bakması için, yani aslında adaleti sağlamak için, halkı eğitmeli ve kontrol altında tutmalıdır.

Sınıfsal bir yapılanmayı temel alan Devlet, kendi içindeki bölünmelerin gerekliliğini savunmaktadır. Sitenin içindeki topluluğun gelişmesini savunur ve gözetler. Öte yandan Ütopya örneğinde durum askeri ya da bir yönetici sınıfını işlemez, hatta sevmez. Yapısal olarak şehir devleti görünümünde, otonom bir yapı vardır fakat bütün şehirler birbirine bağlıdır. Bu bağlantı halk ve yöneticiler için de geçerlidir.

“Otuz aile her yıl, philarch denilen bir baş seçerler. On phliarch üç yüz aile birlikte, baş phliarch denilen birisini buyruğu altındadır. İki yüz philarch en dürüst, en uygun kimseyi seçeceklerine and içtikten sonra, halkın gösterdiği dört adaydan birini gizli oyla başkan seçerler. Şehir dörde bölünmüş olduğu için, her bölümün bir adayı kurultaya sunulmuştur. Başka, zorbalığa kaçmadığı sürece, ömrü boyunca yerinde kalır” (More, 2018).

Toplumsal bilincin ve yönetimin eşitlikçi düzlemde olduğu aşikârdır. Ütopya’da, Devlet’in aksine yönetici/asker düşüncesi bulunmamaktadır. Her birey kendi içinde bulunduğu şehrin yönetimini yine içinde bulunan insanlara bırakmaktadır. Bu sistemde aynı Devlet’in içinde olduğu gibi önceden belirlenmiş bir uğraşı düzeni yoktur. Daha önce bahsedildiği üzere bu tek sınıf üzerinden ilerleyen bir sistemdir ve herkesin ne olup ne olamayacağı yine kişinin kendisi tarafından belirlenir. Görünüşte komünal bir yapının ortaya çıkması buna bağlıdır fakat insanların seçmiş olduğu yöneticilerin etkisi de büyüktür. Devlet’in askerleri gibi başta adaletin gözeticileri olmalarının yanı sıra, yöneticiler aynı şekilde sistemin düzenlenmesinde ve genel olarak yaşamlarının her noktasında söz hakkına sahiptirler. Her bir buluşmanın içinde phliarch’lar mevcuttur ve yönetim mekanizmasının hızlı bir şekilde ilerlemesini sağlamaktadırlar. Ayrıca bu seçim ve oylama sistemiyle ilerleyen yönetici ekibinin (sınıf değillerdir çünkü) genel anlamda More’un yine döneminin standartlarının etkisi ile ve hümanist düşüncesi sayesinde ortaya çıkmış olması durumu daha da kuvvetlendirmektedir. Feodal bir çerçeve içinde yaşayan orta çağ halkları, Ütopya içerisinde farklı bir forma dönüştürülmüştür. Halkın ve onun elementlerinin yüceltilmesinin görünür bir yansıması ortaya çıkmaktadır. Bu etkileşimin kendi içinde gerçek hayatla bağlantısını da görmek mümkündür. “Erasmus, Ulrich von Hutten’e yazdığı More’u anlatan ünlü mektubunda, arkadaşının Utopia’yı yayımlamaktaki amacının “özellikle İngiltere’yi göz önünde tutarak devletlerin kötü yanlarını göstermek” olduğunu söyler” (Urgan, 2006). Tabii aynı zamanda farklı bir sistem içinde yorum yapmaktadır. “Ütopyanın temel özelliklerinden biri “kent toplumu” olmasıdır. Ütopya açıkça anti feodaldir. Büyük derebeyleri konakları ya da manorları yoktur ve doğaya dönüşü de yüceltmez” (Atakan, 2016). Son olarak, genel yönetici ekibinin seçimleri sırasında uygun görülen kimselerin öğrenim görme koşulu da bulunmaktadır. Bu noktada Devlet ile bağlantısını felsefe ile uğraşmayı becerebilen insanın kabiliyetli olduğu anlayışı da olabilir fakat tümüyle bunu yansıtmamaktadır. Bununla birlikte bir hukuk devleti çerçevesi de çizilmektedir.

Başka bir halk yapılanması olarak da karşımıza çıkan askerlik yöneticilerle iç içe değil, Ütopya içerisindeki her şeyde olduğu gibi toplumla iç içe şekilde bulunmaktadır fakat bu durum onların yöneticilik kabiliyetine sahip olmasından kaynaklı değildir. Hatta bir noktada bütün Ütopya halkının asker olduğunu varsayabiliriz. Her bir vatandaş düzenli olarak antrenmanlara katılmaktadır ve savaş eğitimi almaktadır fakat en büyük özellikleri savaş durumu yaşanmasını ne olursa olsun engelleme çabalarıdır ve savaş durumunda da kendi halkını son çare olarak görmeleridir. Ters düz sayılabilecek bir şeref kavramları vardır savaş için, “bütün öteki ulusların tersine, savaşta kazanılan şerefi şerefsizliğin ta kendisi sayarlar” (More, 2018). Fark edilebilir bir şekilde insan hayatına önem verilmektedir ve var olan önemi ne olursa olsun korumak için uğraşmaktalardır. Ütopya’nın kendi içerisinde paranın bir değeri olmasa da aşırı zenginliğe sahip bir devlet olarak anlatılmaktadır. Bu zenginlik de savaş durumlarında paralı askerler için son kuruşuna kadar kullanılır. Bu da insani düşüncenin öneminin ve toplumsal farkındalığın başka bir örneğidir. Bu düşünce yapısının ilk başta gelmesinin sebebi de bir noktada küçük yaştan itibaren verilen eğitime bağlıdır. Eğitimin hem Devlet’in hem de Ütopya’nın konusu olması da şaşılmaması gereken bir durumdur. Çünkü söylemsel olarak iki eserin de öğretmek için istekli olduğunu unutmamak gerekir.

4. Eğitim

Platon için bir şehri adaletli olmaktan çıkaran şey bir sınıfa mensup vatandaşların başka sınıfın işlerine karışmasıdır. Yani sitede herkes kendi üzerine düşeni yapmalı ve fazlasını düşünmemelidir. Platon’un devletinde bir çiftçiye bu işte iyi olmasına rağmen çiftçilik yapmak isteyip istemediği sorulmaz (Annas, 1981). Çünkü bu iş için doğduysa, devletin iyiliği için bu işi yapmaya devam etmelidir. Mevzubahisteki çiftçi eğer çiftçiliğin yanı sıra ressamlık da yapmak isterse bu o kişinin bencilliğini gösterir. Bu durum Platon’un ütopyasının faydacıl karakterini de gözler önünde serer. Çoğunluğun iyiliği için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Yalan söylemek de bu yöntemlerden biridir. Plato, herkesin kendi sınıfı içinde kalması ve kendi işine bakması için önce yöneticileri sonra da yönetilenleri kandırabilecek seviyede bir yalan tasarlar. Bu ‘asil’ yalana 3 Maden Efsanesi denmektedir. Devlet’in mensuplarına anlatılacak bu mite göre insanlar topraktan yaratılırken bazılarının mayasına altın, bazılarınınkine gümüş, diğerlerine de bakır katılmıştır. Mayasında altın olanlar yönetici, gümüş olanlar asker, bakır olanlar ise işçi olmak için doğmuştur. Böylece insanları sınıflara ayıranın yine başka bir insan değil, kendi yaradılışları olduğuna inandırmak istenmiştir. Platon’un devleti sınıflı bir toplumdur ancak bir kast sisteminden bahsedilemez. Çünkü sınıflar arası geçiş mümkündür. Mayasında bakır olan ailelerin altın mayalı çocukları doğabilir veya tam tersi bir durum söz konusu olabilir. Sınıflar arasında geçişe izin verilmektedir ancak her birey mensup olduğu sınıfla yaşamalıdır. Yöneticilere düşen bir başka görev de bu sitede doğacak çocukları erken yaştan itibaren gözetim altında tutup hepsini ait oldukları sınıfa göndermektir. Çoğu düşünür Platon’un devletinin aristokratik bir yapıya sahip olduğunu öne sürmüştür. Bu kısmen doğrudur, ancak bu aristokrasi bir kan veya soy aristokrasisi değildir, kabiliyette temellendirilir. Bundan yola çıkarak devletin aristokrasiden çok bir meritokrasi olduğunu söylemek çok daha doğru olacaktır (Arslan, 2006).

Bir önceki kısımda Platon’un yönetici sınıfın eğitimine ne kadar önem verdiğinden bahsetmiştik. Yönetici sınıfın tüm mensuplarına verilecek eğitim beden için jimnastikten, ruh için müzikten oluşur. Platon’un müzikten kastı Yunan mitolojisindeki ilham perilerinin (Muse) sanatçıya bağışladığı her şeydir: trajedi, şiir, müzik vs. (Arslan, 2006). Ayrıca eğitime beden eğitiminden değil müzikle başlanması gerektiği savunulmuştur. Çünkü eğitime çocukluktan başlanacaktır ve çocuklar sözle daha önce tanışmaktadır. Sokrates ve öğrencileri, çocuklara anlatılan masalların sıkı bir şekilde kontrol edilmesi gerektiğini savunmuşlardır ve mitler arasında asil olanlar ve olmayanların ayrımını yapmışlardır (Rosen, 2005). Asil olmayan mitler asla çocuklara anlatılmayacaktır ve gerekirse sansür uygulanacaktır. Sansürü gerekli olarak gören ilk düşünürlerden biri olan Platon’un ahlakçılığı Devlet eserine bu şekilde yansımıştır. Ancak asil olan mitten kasıt doğru olanlar değildir. Yukarıda da bahsedildiği gibi, Platon devletin iyiliği için yöneticinin yalan söylemesinde bir sakınca görmemiştir. Asil olan mitler çocuklara soyluluk aşılamak için gereklidir. Aynı yaramazlık yapmamaları için çocuklara anlatılan Noel Baba efsanesi gibi bu mitler de ileride devlete yararı dokunacak çocukların düzgün davranmaları için yararlıdır. Bahsedilenlerin ışığında, Platon’un siyasi olarak soyluluğu doğruluktan daha yukarıda tuttuğu söylenebilir (Rosen, 2005).

Sokrates ve öğrencileri tartışmanın bu noktasında Homer ve Hesiodos’a değinmişlerdir. Sokrates’e göre bu şairler tanrılarla ilgili öykülerini anlatırken onları kötü göstermişlerdir (Platon, 2005). Bu öyküler onların zihinlerinin bir ürünüdür, gerçeklik payı yoktur. Özellikle Hesiodos’un Uranüs ve Kronos ile ilgili olan öyküsü gibi öykülerin Platon’un devletinde yeri olmamalıdır. Çünkü tanrılar özünde iyidir ve iyi gösterilmelidir. Onları insanlar gibi entrikacı göstermek gerçeğe uygun değildir. Uranüs ve Kronos örneğine Rosen’in bakış açısına da değinmek gerekir. Mite göre, Uranüs ve Gaia’nın oğlu olan Kronos babasını tahtından edip başa geçmiştir. Rosen’e göre burada baba figürünün devrilmesi devletin ve otoritenin devrilmesini sembolize eder (Türkçedeki “devlet baba” deyimi örnek olarak gösterilebilir) (Rosen, 2005). Sokrates ve öğrencileri, devlete zarar verebileceği için bu tarz vahşiyane mitlere devlette yer verilmemesi gerektiğini savunmuşlardır. Devlet kitabının bu kısmında ilginç bir detay daha vardır. Sokrates mitlerden bahsederken bir noktadan sonra “tanrılar” demeyi bırakıp “tanrı” demeye başlamıştır. Çünkü birden fazla tanrının olması ister istemez iyiliğin doğası hakkında bir müphemiyet meydana getirmektedir. Dahası, bir tanrının diğerine göre daha iyi olması göreceli bir kötülüğü de beraberinde getirecektir (Rosen, 2005). Ancak Sokrates’in tartışmasının ana teması tanrının iyi olduğudur. Bu tarz bir çelişkiye meydan vermemek için ufak bir kelime oyunu yapılmıştır.

Eğitim ve nizamı konusunda Ütopya, Devlet’le belli noktalarda kendisini ayırmakta zorluk çeker. Bunun başlıca sebebi de aslında toplumun ihtiyaçlarının öncelikli olmasıdır. Aç ve güçsüz toplumun tam olarak bir toplum olamayacağı düşüncesi vardır. Bunun ışığında karşımıza çıkan örnekler de her iki eserde de uyumludur. Örneğin, Ütopya eğitim üzerinde olan ilk sayfadaki “kadın erkek bütün Ütopya’lılar usta birer tarımcı olmak zorundadır” (More, 2018 s.70) ifadesi kendisini açık bir şekilde tanımlamaktadır. Ayrıca tarım için ayrılan bu eğitim süreci çok daha kapsamlıdır ve derinlemesine bir usta çırak ilişkisi de vardır. Fakat öncelikle bunu anlamak içi görmemiz gereken nokta da “Hiçbir eğitim sistemi öngörülmemiştir. Herkesin sabah işten önce derslere katılma fırsatına sahip olduğu ve çoğunun bundan faydalandığı söylenebilir” cümlesinde mevcuttur (Weisgerberg, 1940). Bunun eğitimin önemi ile alakası olmasının sebebi de aslında belli bir eğitim sisteminin olmamasına karşın, yoğun bir eğitim ve öğrenme bilicinin Ütopya toplumuna işlemiş olmasıdır. Eğitim denildiği zaman karşımıza çıkan nokta Ütopya için burada başlamaktadır. Çünkü bütün toplum zorunlu olarak tarımla uğraş göstermekte böylelikle çoğunluğun (ve hatta herkesin) yararına olacak ihtiyaçlar karşılanmaktadır. Bunun üstüne alınacak eğitim bireyin ilgi ve alakasının bulunduğu konularda gerçekleşir. Ütopya’lılar için ilgi ve alakanın sonucu da bireyin toplumunun yine her köşesine yararı olduğu düşünüldüğü için güzeldir. Bir kimse eğer tarımdan başka bir alanda eğitim aldığı bölümde başarı gösterirse, devlet tarafından da bu konuda ilerlemesi için zorlanır ve bir eğitim sürecini başlatmış olur. Bu düzlem içerisinde eğitimin ve bilginin bir mutluluk aracı olduğu kanısına da varılabilir. Toplumun zenginliğinin ve zamanının ilerisinde olmalarının sebebi de bu pragmatik sistem içerisinde bulunmalarıdır. İlerici düşünme içerisinde bulunmalarının en büyük etkeni de bu toplum sistemi içerisindeki yaşayışlarıdır. Dönemin “normal” olarak adlandırabileceği çoğu şeyi ya farklı yapmaktadırlar ya da hiç yapmamaktadırlar. Bunun sonucunda ortaya çıkan karşılıklı ilişkiler eğitim, sanat ve bilim konusunda toplumun kapalı olmamasını sağlamaktadır. Hem din hem de sosyal hayat olmak üzere Devlet ile Ütopya’nın yolları bir yerde düzlem içerisinde bulunmaktadır.

5. Toplumsal Yaşam

Günümüzde dahi tartışma konusu olan Platon’un bekçilerinin yaşam şeklinden bahsetmek gerekmektedir. Yönetici sınıfı, yaşamak için gerekli olan malzemeler dışında, hiçbir özel mülke sahip olmayacaktır. Yaşadıkları barınakların kapısı herkese açık olacak, diğer bekçilerle beraber yemek yiyip beraber yaşayacaklar, yani bir bakıma özel hayatları da olmayacaktır. Yönetilen sınıfın vergileriyle aldıkları maaşlar öyle bir miktarda olacak ki ne kimseye borçları olacak ne de para biriktirebileceklerdir (Platon, 2005). Değerli madenlere, altın ve gümüşe, sahip olmayacaklar, çünkü tanrılar tarafından yaratılırken kendilerine en değerli madenler bahşedilmiştir. Yeryüzünde bulunan altın ve gümüş, tanrılar tarafından kendilerine hediye edilen madenlerin yanında hiçbir şeydir. Bu yüzden altın ve gümüşten yapılmış süs eşyalarına, tabak ve çanaklara sahip olamayacaklardır. Buraya kadar Platon’un bekçiler için komünal bir yaşam tasarladığı görülmektedir. Ancak yaşantılarının en merak uyandıran kısmı, nükleer ailelere sahip olamayacakları gerçeğidir. Platon, bekçi sınıfı içerisinde kalıcı ve hukuki olan bir bağa karşıdır (Arslan, 2006). Bu bekçiler arasında cinsel birlikteliklere izin verilmediği anlamına gelmez. Platon’un bekçileri için öngördüğü şey, yöneticiler arasında doğan bir çocuğun babasının veya annesinin kim olduğunu bilmeyecek olmasıdır. O çocuk tüm bekçiler tarafından, hepsinin ortak çocuğuymuşçasına yetiştirilecektir. Peki, Platon neden yönetici sınıfın bu şekilde yaşamasını istemiştir? Öncelikle, Platon’a göre bir bekçi ev ve toprak sahibi olduğunda artık bir bekçi olmaktan çıkmış ve ev sahibi olmuştur (Platon, 2005). Bu da bekçilik görevlerini aksatmasına yol açacaktır. Devlet’in faydacıl karakteri burada da karşımıza çıkmıştır. Sokrates’in IV. kitabın başında söylediği “Biz bu devleti kurarken, bir sosyal öbeği diğerlerinden daha mutlu etmeyi değil, bütün devletin mutluluğunu göz önünde tutmuştuk” cümlesi buna örnek teşkil etmektedir (Platon, 2005). Platon, bekçiler arasındaki dayanışmanın devam etmesi için ve aralarında kıskançlık durumunun olmaması için onların böyle komünal bir hayat sürmelerini istemiştir. Çünkü yöneticilerin kendilerine ait mülklerinin olmasının onları diğer yurttaşların rakibi ve düşmanı haline getireceğine inanmıştır. Bir bakıma çoğunluğun mutluluğu adına bir sınıfa mensup kişilerin mutsuz olmasını göze almıştır. Ancak Platon bu durumda bile bekçilerin mutlu olacağına inanmıştır (Platon, 2005).

Platon’un komünizmi ona has bir düşünce değildir. Aslına bakılırsa komünist düşünce Antik Yunan dünyasında ve Helenistik dönemde de yaygın olarak görülmüştür. Virgil ve Seneca gibi düşünürler de mülkiyetin aslında ortak olması gerektiğine inanmış ve özel mülkiyeti talihsiz bir gelişme olarak görmüşlerdir (Ree, 2015). Ancak bu düşünürleri Platon’dan ayıran şey onların mitolojik bir tarih anlayışıyla düşüncelerini dile getirmeleridir; Platon gibi ütopyalar oluşturmamışlardır (Ree, 2015). Geçmişte yaşanmış bir Altın Çağ’da özel mülk olmadığını düşünmüşlerdir. Doğrusu, Platon’un komünizmi ve ütopyacılığı yaşadığı zamana bir eleştiridir. Atina’da sırf zengin olduğu için siyasi güç elde eden kişilerden rahatsızlığını Devlet’te yönetici sınıfın servet sahibi olmaması gerektiğini söyleyerek dile getirmiştir.

Yönetilen sınıfın yaşam tarzı ve özgürlükleri bekçilerinki kadar kısıtlanmamıştır. Bu sınıfı oluşturanları kısaca özetlemek gerekirse, Arslan’ın “para kazanan ve vergi veren sınıf” açıklaması kullanılabilir (Arslan, 2006). Bu sınıf özel mülk sahibi olabilmekte ve aile kurabilmektedirler. Ancak Platon bu sınıfın da servet sahibi olmasının önüne geçilmesi gerektiğini söylemiştir. Bunun iki sebebi vardır. Birincisi, eğer yönetilen sınıf servet sahibi olursa bu onları yönetimde söz hakkı istemeye itebilir, bu da Platon’un bakış açısıyla toplumu adaletsizliğe götürecektir. İkincisi, Platon doğruluk ve zenginliğin ters orantılı olduğuna inanmıştır. Ayrıca eğer bir toplumda hem aşırı zenginler hem de aşırı yoksullar varsa Platon o toplumun aslında kendi içinde ikiye ayrılacağını düşünmüş ve bunun da toplumu ayrıştırıp huzurunu bozacağına inanmıştır (Kayalı, 2019). Fakat yönetici sınıfın yönetilen sınıfın servet sahibi olmasını engelleme gücüne sahip olması ekonominin devlet kontrolünde olduğuna işaret etmez (Arslan, 2006). Tam tersine, Platon ekonominin devletten tamamen ayrılmasını istemiştir. Bu isteğinin temelinde yine Atina’nın Platon’a göre yozlaşmış siyasal durumu yatmaktadır. Platon kimsenin ekonomik gücü yoluyla siyasette söz hakkı almasını istememiştir.

Platon’un Devlet’inde bahsedilmesi gereken bir diğer durum ise bu ütopyada kadının rolüdür. Platon, çağdaşlarının aksine, kadının yönetimde söz sahibi olabileceğini hatta olması gerektiğini söylemiştir. Kadınların fiziksel olarak erkeklerden daha güçsüz olduğuna inanmasına rağmen bunun bekçilik alanında niteliksel bir farklılığa yol açmayacağına inanmıştır (Arslan, 2006). V. kitapta geçen “kadın ya da erkek cinsin beceriler, yetenekler ve mesleki bakımdan farklı işlere yatkın oldukları görülüyorsa, onlara ayrı ayrı uğraşlar ve işler vermek gerekir. Ama aralarındaki fark sadece, kadının çocuk doğurması, erkeğin de onu döllemesinden ibaret ise, bu onların, mesleki yatkınlık bakımından farklı oldukları anlamına gelmez” cümlesiyle, Platon günümüzde dahi zor görülen bir inanışa sahip olduğunu göstermiştir (Platon, 2005). Platon’un Devlet’inde kadınlar da aynı erkekler gibi eğitim görecek ve yöneticilik yapacaklardır. Buna ek olarak, kadınların sırf kadın oldukları için yönetimden uzak tutulmalarının büyük bir insan kaynağı israfı olduğuna inanmıştır (Arslan, 2006).

Aynı Devlet’in bekçi sınıfında olduğu gibi Ütopya’da da bir komünal yapının hâkim olduğu görülmektedir. More’un yazı bakımından benzeşmenin ve kesişmenin en çok olduğu bölümün sosyal hayat olduğu görülebilir fakat aynı değildir. Öncelikle Ütopya’nın insanının bekçilerin süzülmüş hali olan noktaya yönelimi görülmektedir, çünkü Devlet’te olduğu gibi bir ayrışma yoktur. Sosyal hayatta, toplumda bir bütün olarak yaşar ve ilişkilerini kurmaktadır Ütopyalı. Raphael’in betimlemesiyle Ütopya halkı “bir örnek giyinirler. Yalnız kadınla erkeğin, bekârla evlinin kılıkları değişir. Giysilerde hem güzellik hem de rahatlık aranır. Her aile kendi giyeceklerini kendi yapar” (More, 2018). İnsanların birbirileri ile olan farkı kıyafetleri gibi neredeyse yoktur ve öyle kalması için uğraş gösterilir, bu toplum düzenini sağlamak için kilit bir noktadır ve farklı görüşlerini de ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca çalışma ahlakından ve çalışmanın yüceliğinden çok kez bahsedilir eser içerisinde. Halkın düzenli çalışması, toplumun yararı için en önemli noktaya konur fakat bunun için insanı bezdirmemektedirler.

“Utopia’lılar günün ve gecenin yirmi dört saatini eşit parçalara bölmüşlerdir. Yirmi dört saatin yalnız altı saati işe ayrılmıştır… Üç saat öğleden önce yemeğe kadar; üç saat de, iki saatlik dinlenmeden sonra… Çalışma, uyku ve yemek saatleri dışındaki zamanı, herkes istediği gibi kullanabilir” (More, 2018 s.71).

Bu bölüm kurulu düzenin bir örneğidir. Bu yapıda gelişen Ütopya toplumunun sınıfsal yapıda ayrışmaması da aslında bu ortak çalışma düzenine de bağlanmaktadır çünkü kimsenin diğerinden farklı bir ayrıcalığı bulunmamaktadır. Fakat her şey ile birlikte Ütopya’yı Ütopya yapan şey ailedir. Aile yapısında da bir ortaklık söz konusudur ve bu ortaklık toplumun temel yapısıdır. Daha önceden bahsedilmiş yönetim sisteminden eğitime, eğitimden çalışmaya kadar her noktada aile başı çekmektedir. Şehir düzenlemesi de bu yapıya göre tasarlanmıştır. Her ailenin en az on veya en fazla on altı yetişkinden oluşması istenir. Bu kategorinin dışında kalan her eksik ya da fazla başka ailelerin çocukları ile tamamlanır ve yaşamlarını sürdürür. Aynı bekçilerdeki ortak bakım ilkesi gibi, bütün Ütopya da birbirine bakmaktadır. Çocukların eğitimleri hem aile hem de çalışma ortamı ile birlikte sürdürülmektedir ve bu bir bakıma mülksüz yapının bir başka göstergesidir. Düşünür J.C Davis Ütopya ve onun halkı için düşüncelerini belli bir sorunun ışığında göstermektedir, “Ütopya, gerçek asaletle hareket etmenin, gerçek mutluluğun peşinden gitmenin ve başkalarıyla düşman değil, eşit arkadaş olarak ilişki kurmanın, adaletin hüküm süreceği bir alan olan ve daha iyi bir alan tasarlamanın mümkün olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor” (Davis, 2010). Tabii bu söylemi ile de toplum yapısının farklılığını ve oluşumu ile de bilgi sağlamış olmaktadır. Toplumsal yapısı olsun dünya görüşü olarak olsun “normun” dışında bir bölgeden söz edilebilmektedir. More’un yaşadığı zaman düşünüldüğünde öne çıkan portre de bunu iletmektedir. Derin bir dinsellik ve dogmanın içinde olan dünyada Ütopyalılar bunun tam tersini yaşamaktadır. Devamında aile kavramının üstüne eklemek gerekirse, evliliğin de önemi bu alanda çıkmaktadır. Aile kurmuş bir çift ayrılma hakkına sahiptir “karıkoca birbirini aldatırsa, ya da eşlerden biri dayanılmayacak kadar huysuzsa” bu hakka sahip olurlar, onun dışında evlilik ömür boyudur (More, 2018). Bunun sebebi de düzenlenmiş olan aile yapısıdır. Aile büyükleri her zaman önemlidir ve kimse onların sözlerinden çıkmaz. Tüm söylemlere rağmen karşımıza çıkan en katı ve hiyerarşik bölüm burası olur. Çünkü düzeni sağlamak bu kimselere düşmektedir. Bu toplumun da aslında altında kalan farklı bir grup daha vardır ve bu grup kölelerdir. Bu grubun işleyişi de farklıdır, “Utopia’lılar, bütün savaş tutsaklarını değil de ancak silah elde yakaladıklarını köle yaparlar. Köle çocukları, ya da başka memleketlerde köle olanlar, Utopia’ya ayak basar basmaz özgür sayılırlar” (More, 2018). Bu grubun başlıca görevi, insandan aşağı görüldükleri için kasaplık ile uğraşmalarıdır. Başlıca görevleri her Ütopyalının iğrenç bulduğu her şeyi yapmalarıdır (özellikle et kesimi). Bunun sebebi de Ütopya’nın aslında pasifist bir yapıda olmasıdır. Bu grup her zaman çalışır çünkü bunu hak etmişlerdir ve ayrıca “kendi aralarında köle olanlara daha da sert davranırlar. Çünkü Utopia’lı köleler, bu kadar kusursuz bir devlette, en erdemli şekilde eğitildikten sonra, gene de kötülük yaptıkları için, daha da kötü sayılır” (More, 2018). Söylemlerinin arkasında yatan duruşa da şaşılmaması gerekmektedir çünkü onların düzeni her şeyin üstündedir. Ölüm hakkındaki düşünceleri de aynı şekilde farklılığa eğilmiştir. Her ölüm döşeğinde olanın ölmeye hakkı vardır ve en üst seviye bir önemle bakılır bu kimselere. Ütopyalıların bu davranışı da aslında dini bağlarında yatmaktadır. Ütopya, tolerans seviyesi yüksek bir toplumu örneklendirmektedir. More’un bir başka ayrılış noktası ve muhalif halinin yazıya dökülmüş kısmı din üzerinde görülmektedir. Bölüm More’un düşüncesi ile ilgisinin “More’un yetiştirilmesinde pratik hümanizmin ve yeni doğmakta olan burjuva ideolojisinin çelişkili gerilimleri, yakın çevresine yanıt veren ve diğer-dünyevi ideallere özel bir bağlılıktan muaf olan araştıran ve yaratıcı bir zekâyı beslemek için birleşir” (Chaudhury, 2012 s.26). Bunun sonucunda dini yapısını tasarlarken okuyucuya anlama kolaylığı sağlanmaktadır. Ütopyalılar sonraki hayatın inanışına sahiptirler ama aynı zamanda dinsel bir minimalizm de mevcuttur. Bu dinsel yoğunlaşma insanlar için önemli görüldüğünden dolayı, ölmek üzere olan kimselere iyi bakılmaktadır. Onlar için tanrı “bilinmez, anlaşılmaz, açıklanamaz bir varlıktır… bütün dünyayı bedeni, erdemi ve gücü ile kapsar” (More, 2018). Tanrılarına Baba derler çünkü her şeyi ondan bilirler ve o yaptığı için olmuştur inancı vardır. Monoteist bir yapıdadır bu tanrı ve aslında tabiata tapınma söz konusudur. Çünkü akla en yatkın yapıyı bu görmüşlerdir. Ütopya dini, toleranslı bir dindir ve her şehrin kendine göre bir inanç biçimi de vardır. Kimsenin dini ötekinin üzerinde sayılmamaktadır ve bu katı kurallarla da korunmaktadır. Bunun sonucunda doğan karşı düşüncelere de karşı çıkılmaz fakat yaklaşımları da değişmektedir. “Ütopyadaki ateist, Platon’daki muadili gibi aslında hapse atılmamaktadır, ama bir zindanda olabilmektedir. Çünkü o, fikri ile yanındaki vatandaşını erdemden uzaklaştırma kabiliyetine sahiptir… bu yüzden herhangi bir halka fikrini iletmesi yasaklanmıştır” (Miles, 1956). Bunun sebebi de aslında More’un bulunduğu konumu kitabında belli durumlarda yansıtmasının eseridir. Dönemin inanış özellikleri öne konduğu zaman bunu görmek mümkündür. Kitabi ile aslında “More, iki aşamalı bir devrimi – dini yenilenmeyi ve sosyo-politik reformu – teşvik ediyor, ancak farklı yollarla çözümlere karşı çıkmaya da çalışıyor” (Chaudhury, 2012). Yansımasını da dini duruşu ile Ütopya üzerinde incelenmesi de mümkündür. Ütopya halkı ve karşılıklı ilişkileri bakımından dinin içinde bir bütün olarak radikalleşmese de ayrışmasının da imkânsız olduğunu bildirmekte. Çünkü erdem ve mutluluğu aynı Platonik söylemde ilerletmektedir. Bu söylemin dışına çıkmayan halk da bütün sistemlerini bunun çerçevesinde olmasa da bunun gözetiminde yürütmektedir ve bir açıklığa kavuşturmaktadır. Toplumsal yapılanmanın dini önemini de iki eser de derinlemesine bildirmektedir.

Sonuç

Son olarak, incelenmesi ve karşılaştırılması bakımından büyük önem taşıyan bu iki eserin birbirine bağlı olan noktalarının incelenmesi sonucunda ortaya çıkan buluntular şaşırtıcıdır. Bir diyalog ile başlayan bu eserler düşünürlerin düşence hayatlarını derinlemesine görmek için de oldukça önemlidir. İlk okumada iki eser içerisinde de öne çıkan adalet diyalogu, More’un yapısal olarak Platon’un söylemlerini ve yazım tekniğinden esinlendiğini göstermektedir. Düşünürler, kendi dönemlerinin problemlerini fark edip bunun üzerinde bir düşünce dünyası geliştirmek üzere kafa yormaktadırlar. İki eser içerisinde de bu değişim ve eleştiri isteği, metinlerin oluşumunun temelini oluşturmaktadır. Bu temellerin üzerinde oluşturulan Ütopya kendi içerisinde bir mantık çerçevesinde kurulmaktadır. İki şehrin de genel yapısı bakımından bir betimleme ve bir gerçekçi kurgu hazırlanmıştır. Bu iki kurgu sırasıyla, yeni bir oluşumun başlangıcını ve devam eden “mükemmel” bir düzeni betimleme çabasına girmektedir. Bununla birlikte bir şehrin sadece kurulu olması değil aynı zamanda da yönetimin bulunması gerektiğini ve biçimlerinin kurulmuş şehrin düzenine paralel olmasını istemektedir. Bunun ışığında ortaya çıkan yapılanma iki metinde farklılık göstermekte olsa da iki şehrin ihtiyaçları ve ideali üzerine uygun olduğu izlenimini vermektedir. İki metin de yönetici sınıfın altında yaşayan günlük insanların önemini de göz önünde bulundurmaktadır. Şehri şehir yapan organın “halk” olduğunu vurgulamaktadır. Devlet’in de Ütopya’nın da kendi bünyelerinde bu halkı destekleyecek bir eğitim sistemi mevcuttur ve aynı şekilde halklarına kurulu düzeni benimsetme isteği bulundururlar. Halkın eğitimi üzerinde etkin yetkiye sahip olan bu iki düzen, farklı metotlar kullanmaktadır. İki eserde de ayrılmaların kendini açık bir şekilde gösterdiği oluşum halklarının genel özelliklerinde yatmaktadır. Bir tarafta kurulu düzene bağlı olarak önceden belirlenmiş sınıfları içinde yaşayan ve ölen Devlet’in sakinleri, bir tarafta da toplumsal bir sınıf yapılanmasının olmadığı ve üstüne eşitlikçi bir temele göre yaşan Ütopya vatandaşına tanık olunmaktadır. İnançları ve dinleri bakımında da ayrılan bu iki toplum ne olursa olsun, geniş perspektifte birbirinden ayrılması zor görünmektedir. Çünkü yapısal olarak birbirlerini takip etmektedirler. Antik Yunan felsefesinin orta çağ hümanizmi ile birleşmesine tanık olduğumuz bu eserler bize başka idealler göstermektedir. Zamanlarının sorunlarını ve bu sorunları aşmak için ileriye sürülen dünyaları görmemizde bugün dahi önemlerini hala korumaktalardır. İnsanların hayatları üzerine kurulmuş ve etrafına inşa edilmiş enstitülerle devam ettirilen bu sosyal dünyalar, akademik dünyanın her zaman ilgisini çekmeye devam edecektir. 

Sude YATAĞAN

Alper UÇAR

Siyasi Düşünceler Tarihi Staj Programı

Kaynakça:

Annas, J. (1981). An Introduction to Plato’s Republic. Oxford: Clarendon Press.

Arslan, A. (2006). İlkçağ Felsefe Tarihi Sofistlerden Platon’a. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Atakan, A. (2016). Beşyüzüncü Yıldönümünde Ütopya. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, 22(2), 63-114.

Brown, E. Plato’s Ethics and Politics in The Republic, The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Fall 2017 Edition), Edward N. Zalta (ed.).

Chaudhury, S. (2012). Literature and Beyond: Contextualising More’s Utopia. İstanbul University Journal of Sociology, 3(18), 43-68.

Cornford, F. M. (2003). Sokrates’ten Önce ve Sonra. Ankara: Ayraç Yayınevi.

Davis, J.C. (2010). Thomas More’s utopia: sources, legacy, and interpretation. The Cambridge Companion to Utopian Literature, (E. Gregory Claeys, Ed.) Cambridge University Press. 28-50.

Detienne, M. (2012). Antik Yunan’da Hakikatin Efendileri. (Çev: Beyaz A.) İstanbul: Pinhan Yayıncılık.

Foster, M. B. (1951). On Plato’s Conception of Justice in the Republic. The Philosophical Quarterly, 1(3), 206-217. doi: https://www.jstor.org/stable/2217247

Kayalı, A. (2019). Platon’un Toplumsal Sınıfları Üzerine Bir İnceleme. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum.

Miles, L. (1956). The Platonic Source of Utopia’s `Minimum Religion’. Renaissance News, 9(2), 83-90. doi:10.2307/2857482

More, T. (2006 ). Utopia. (Çev: Eyüboğlu S., Günyol V., Urgan M.) (Urgan, M.). “Thomas More’un Yaşamı ve Utopia’nın incelenmesi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

More, T. (2018). Utopia. (Çev: Genç M.) Ankara: Altınpost Yayıncılık.

Omay, M. (2012). Ütopya Üzerine Genel Bir İnceleme. İstanbul University Journal of Sociology, 3(18), 1-14.

Platon. (2005). Devlet 1-5. İstanbul: Bordo Siyah Yayınları.

Ree, E. V. (2015). Boundaries of Utopia: Imagining Communism from Plato to Stalin. London: Routledge.

Rosen, S. (2005). Plato’s Republic A Study. London: Yale University Press.

Strauss, L. (1957). Seminar in Political Philosophy: Plato’s Republic. Chicago: University of Chicago Press.

Vieira, F. (2010). The concept of utopia. The Cambridge Companion to Utopian Literature, (E. Gregory Claeys, Ed.) Cambridge University Press. 3-27.

Weisgerberg, C. A. (1940). Two Utopias: A Comparison of the Republic of Plato at St. Thomas More’s Utopia. Chicago: Loyola ECommons, 2–72. https://ecommons.luc.edu/luc_theses/708

White, T. I. (1982). Pride and the Public Good: Thomas More’s Use of Plato in Utopia. Journal of the History of Philosophy, 20(4), 329–354. https://doi.org/10.1353/hph.1982.0055