Home Blog Page 534

Uyuyan Dev (Çin) Uyandı!

0

Çin, son 20 yılda gerçekleştirdiği reformlarla “bölgenin süper gücü” haline geldi. Acaba dünyada da süper bir güç olup ABD’nin hegemonyasını kırabilecek mi? Bunu gerçekleştirmek için büyüyen ekonomi motorunun akaryakıtı olan enerji sıkıntısı ile karşı karşıya iken; nasıl oluyor da ABD’nin karşısında bir Çin Seddi gibi dikilebiliyor? Dünyanın adeta domino etkisine maruz kalırcasına bir durgunluk içerisine girdiği bir dönemde nasıl oluyor da Çin azami bir büyüme gerçekleştiriyor[1]? Acaba Napolyon’un dediği gibi; “Çin uyandı ve dünya mı sarsılmaya başlıyor?” Gerçekten uyuyan ejderha uyandı ve tırnaklarını bilemeye mi başladı? Peki, kime karşı? AB? ABD? Rusya? Yoksa “hepsi” birden mi?

Devrimden Bihaber Asya’lılar

0

Anlamı itibari ile de büyük ve çoğul bir mozaik oluşturan Asya Kıtası’nın Başkentleri, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı kasıp kavuran isyan ateşi karşısında ve kazanıldığı düşünülen halk zaferleri karşısında bütün dünyanın yaptığının aksine sevinci göstermemekte ya da gösterememekte.  Bu isyanlardan en az etkilenen ülkeler; bazı iç dinamiklerin çatışmalarına rağmen, demokrasi ve ekonomik gelişmenin öncelikli olduğu Asya ülkeleridir. Nitekim Japonya’daki nükleer durum olsun, Koreli kardeşler arasındaki gerginlikler olsun. [1][2]

Hükümet Sistemi Tartışmaları ve Demokrasi

Yirminci yüzyıl biterken Güney Avrupa, Latin Amerika, eski Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’da Huntigton’un “Üçüncü Dalga”[1] olarak adlandırdığı yeni kuşak demokrasiler, yeni anayasalarıyla hükümet sistemlerini mevcut örnekler üzerinden düzenlediler. Yeni demokrasilerden Romanya ve Ukrayna’da eş zamanlı yaşanan siyasi krizler disiplinler arası çalışan stratejistler için olduğu kadar anayasa uzmanları, siyaset bilimciler ve sistem mühendisleri için de incelemeye değer birer örnek oluşturdular. İki ülkedeki benzer özellikler gösteren gerilim Rusya’nın güçlenmesiyle artan Batı-Rus çekişmesinin, Batıcı ve Rusyacı uzantılarıyla sistemi tıkayacak denli ülke içine yansıması nedeniyle masaya yatırıldı. Ancak bu krizler bir yandan da yarı-başkanlık sisteminin uygun olmayan coğrafyalarda ve toplumlarda, istikrarsız ve çatışmacı ortama davet çıkarması nedeniyle önemliydi. Halk oylamasıyla gelen Romanya Cumhurbaşkanı Basescu, yine halk oylamasıyla gelen Romanya Parlamentosunu ve buradan çıkan Tariceanu Hükümetini çalışamaz hale getirmiş, sistemi felce uğratmıştı. Basescu’nun, Parlamentonun görevden alma kararı üzerine düzenlenen referandumu yüzde 44’lük seçmen katılımıyla kazanması ise Romanya’da siyasi istikrarsızlığın bir süre daha süreceği ve Basescu’nun kendi programını parlamento çoğunluğuna rağmen uygulama imkânı bulacağı bir dönemi başlattı.  

Avrupa’da Hükümet Sistemleri

Hem Romanya’daki hem de Ukrayna’daki siyasi krizin rejimi istikrarsızlığa sürüklemesinin nedeni, esnek açılımlar sağlamayan ve kazananın hepsini kazandığı yarı-başkanlık rejiminin bu ülkelerin bünyesine uygun olmamasıydı. Nitekim Romanya Başbakanı Tariceanu da, diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi icrai yetkilerin sadece hükümette toplandığı parlamenter sistemin ülkenin gerçeklerine daha uygun olduğu görüşündeydi. Avrupa’yı baz aldığımızda başta İngiltere olmak üzere Federal Almanya, İtalya, İspanya, Belçika, Hollanda, Danimarka, Lüksemburg, İsveç, Norveç ve Yunanistan klasik parlamenter sistemle yönetilen ülkelerden. 1919’dan beri Finlandiya’da, 1929’dan bu yana Avusturya’da, 1975’ten beri İrlanda, İzlanda, Portekiz’de ve 1962’den bu yana Fransa’da cumhurbaşkanı halk tarafından seçiliyor. Ne var ki bunlardan sadece Fransa için yarı-başkanlık sisteminden söz edilebilirken diğerlerinde farklı derecelerde parlamenter sisteme yaklaşıldığı görülür. Açıktır ki, Avrupa’da parlamenter sistem kural iken yarı-başkanlık sistemi istisnadır. Finlandiya’da genellikle hükümetin onayıyla kullanılan ancak bazen –kendi yasa tasarısını geçirtmek gibi- hükümete karşı kullanılan yetkilere sahip, devletteki rolü oldukça önemli olan ve belirli ölçülerde hareket serbestîsine sahip bir başkan halkoyuyla geliyor.[2] Halk tarafından seçilmesine rağmen Finlandiya’da cumhurbaşkanının yetkileri 1980’lerden itibaren dış politika ile sınırlandırılmış ve 2000 Mart’ında yürürlüğe giren yeni anayasa ile parlamentarizm karakteri daha da belirginleşmiştir.[3] Portekiz’de halk tarafından seçilen cumhurbaşkanının yetkileri 1982’de büyük ölçüde kısıtlanarak başbakan asıl iktidar sahibi yapılmış, yarı-başkanlık sisteminden tamamen uzaklaşılmıştır. Avusturya ve İzlanda’nın anayasaları yarı-başkanlık sistemini anımsatsa da uygulamada başkanın siyasal etkisi “klasik” parlamenter sistemdeki cumhurbaşkanından daha fazla değildir ve dolayısıyla sistem de tamamen parlamenter rejim şeklinde işler. Derecelendirme açısından fark ise, İzlanda devlet başkanının yöneten olmaktan çok düzenleyici rolüne karşın Avusturya’da hükümetin parlamentodan başka devlet başkanının da güvenini alması zorunluluğuyla başkanın düzenleyici işlevini aşan bu ayrıcalığında görülür.Yeni demokrasilerden Slovenya’da da halk tarafından seçilen cumhurbaşkanına rağmen iktidar başbakanın elindedir ve parlamenter sistem uygulanır.

Yetkisiz Cumhurbaşkanları

Romanya gibi “üçüncü dalga demokrasileri”nden olan Bulgaristan’da ise İrlanda’da olduğu gibi halk tarafından seçilen cumhurbaşkanına rağmen klasik parlamenter sistem yönetim modeli olarak işletilmiş, “Başkanlı Parlamenter Sistem”[4] olarak da hükümet sistemleri yelpazesine yerleştirilmişlerdir. Burada halk tarafından seçilen bir parlamento, parlamento içinden çıkan ve parlamentoya karşı sorumlu olan bir bakanlar kurulu ve bu sisteme eklemlenmiş olan halk tarafından seçilen ancak yetkileri son derece sınırlı ve sembolik ölçüde tutulan bir devlet başkanı bulunmaktadır. Parlamenter sistemdeki cumhurbaşkanına göre halkoyuyla seçilen devlet başkanının karizmatik etkisi daha fazladır; fark da ancak bununla sınırlıdır. Bulgaristan’da bazı atamalar yönünden İrlanda’ya oranla kısmen daha yetkili kılınmış olsa da her iki cumhurbaşkanının rolü “törensel yetkiler”i aşmaz bir zayıflıktadır ve hatta burada “devlet başkanının düzenleyici rolü”nden dahi bahsetmek mümkün değildir. Nitekim bu denli yetkisiz bir cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilerek gereksiz bir meşruiyetle donatılması anayasa mühendislerince eleştirilmektedir. Ancak cumhurbaşkanının halkoyuyla seçildiği tüm bu ülkelerde devlet başkanı “milletin birliği”ni dolayısıyla devletin sürekliliğini sembolize etmektedir. Romanya’da olduğu gibi anayasal yetkilerini zorlayarak ve hatta aşarak parlamento üzerinde dahi etkili olma arzusundaki cumhurbaşkanları olmasına rağmen genellikle halkoyuyla gelen devlet başkanlarının rejimi işler kılmak adına yetkilerini anayasanın gerisinde kullanmayı tercih ettiği görülüyor. Bu, ülkelerin seçim sistemleri, coğrafi büyüklüğü, ekonomik gelişmişliği, tarihi deneyimleri, kuruluş öyküleri, siyasi geçmişleri, hatta nüfus büyüklüğü ve demografik yapısı ile ilgili olduğu kadar bunların toplumda yarattığı siyasi kültür, demokrasi tecrübesi ve uzlaşı kültürünün oturmuşluğuyla da ilgili. Özellikle kutuplaşmış ve siyasal açıdan parçalanmış toplumlarda yarı-başkanlık sisteminin seçimden seçime tarafların bilenmesi, toplumsal gerilimin artması gibi sonuçlar doğurma potansiyeline sahip olduğu da yadsınamaz.

Yarı-Başkanlık Sistemi 

Hükümet sistemleri üzerine çalışan diğer bazı isimlerden farklı olarak Arend Lijpart yarı-başkanlık sisteminin melez bir sistem olmaktan ziyade zaman zaman parlamenter sistem gibi zaman zaman ise başkanlık sistemi gibi işleyen bir model olduğunu söyler. Yarı- başkanlık modeli yürütme gücünün cumhurbaşkanı ve başbakan tarafından paylaşıldığı bir model; cumhurbaşkanının hükümeti etkileme gücü var ancak devlet bürokrasisi üzerindeki asıl güç başbakana ait. Her ikisi de halkoyuyla gelen parlamento ve cumhurbaşkanının aynı dünya görüşünden olması durumunda cumhurbaşkanı herhangi bir engelleme olmaksızın programını hayata geçirebiliyor ve başkanlık sisteminin kuralları işliyor. Başbakana ise figüran rolü bir başka ifadeyle başkanın “baş sekreteri” rolü kalıyor. Parlamento çoğunluğu ve dolayısıyla parlamento içinden çıkan hükümet ile cumhurbaşkanının ayrı dünya görüşlerine sahip olmaları durumunda ise yürütmenin iki başı arasında çatışma yaşanıyor ve birlikte yaşama zorunluluğu ortaya çıkıyor. Tarafların birbirine katlanmasını ve bir arada yaşamanın yolunu bulmalarını gerektiren bu “kohabitasyon” dönemlerinde Fransa’da örneklerine rastlandığı gibi cumhurbaşkanı sistemin tıkanmaması adına kendisini geri çekiyor ve parlamenter sistem özellikleri görülüyor. Ancak istikrarla kastedilen genel seçimlerin zamanında yapılması olduğunda yarı-başkanlık sisteminin bunu vaat ettiğini söylemek mümkün değil. Dünya üzerinde uygulanan bütün hükümet modelleri kâğıt üzerinde işler birer sistem olarak gözükse de uygulamada aynı sözleri söylemek mümkün olmuyor. Üstelik bir modelin bir ülkede sorunsuz işliyor olması diğer bir ülkede de aynı başarıya ulaşılabileceğini göstermiyor. 

Yenilenen seçimler 

Fransa’daki işleyiş incelendiğinde uzlaşının olmadığı durumlarda meclisin feshedilmesi suretiyle ülkenin yeni bir seçime götürüldüğünü görüyoruz. Sosyalist Parti lideri Mitterand 1981’de yedi yıllığına cumhurbaşkanı seçildiğinde, merkez sağda yer alan Başbakan Barre hükümetinin istifasını kabul ederek sosyalist bir hükümet oluşturmuş ve parlamentoyu da feshederek halktan yeni hükümeti destekleyecek sol bir meclis çoğunluğu sağlamalarını istemişti.[5] Destek gören Mitterand dönemin Başbakanları Mauroy ve Fabius ile yetkileri paylaşmaksızın ülkeyi yönetmişti. 1986 yılına gelindiğinde parlamentonun beş yıllık süresi dolmuş, yeni seçimlerde merkez sağ çoğunluğu oluşturunca da Mitterand sağcı Chirac’ı hükümeti kurmakla görevlendirmek zorunda kalmıştı. Bu ilk kohabitasyon dönemiydi. Mitterand, 1988’de cumhurbaşkanlığını bir yedi yıl için daha kazanınca sağ çoğunluktaki meclisi tekrar feshetmişti. Seçimlerde Sosyalist Parti çoğunluğu sağlayınca kohabitasyon beş yıllık dönem boyunca yani 1993’teki yeni seçimlere kadar sona ermişti. 1993’te mecliste çoğunluğu yine merkez sağ sağlayınca solcu Cumhurbaşkanı Mitterand ve sağcı Başbakan Chirac ile Fransa’da ikinci kohabitasyon dönemi başlamış oldu. Sağcı meclis çoğunluğu, 1995’te yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan Chirac’la taçlanmış ancak bu da uzun sürmemişti. 1997’de genel seçimlere henüz bir yıl varken Cumhurbaşkanı meclisi feshetti. Seçimler merkez sağın mecliste azınlığa düşmesiyle sonuçlandı; sağcı Chirac’ın Cumhurbaşkanlığı devam ederken soldan Jospin’in kurduğu koalisyon hükümeti ile yine bir kohabitasyon dönemi başladı.[6] Sistemin tamamen kilitlenmediği ancak bedelinin sık yenilenen genel seçimler veya hükümetlerin yıpranması olduğu kohabitasyon dönemlerini sona erdirebilmek adına Eylül 2000’de gerçekleştirilen anayasa değişikliği ile Fransa cumhurbaşkanının görev süresi, meclisinkiyle eşitlenerek beş yıla indirildi. Böylece aynı yıl içinde birbirine yakın tarihlerde yapılan seçimlerle cumhurbaşkanı ile yasama çoğunluğunun farklı partiden olma ihtimali ve görev süresi örtüşmesiyle de kohabitasyon engellenmek istenmiştir. Nitekim 2002’de cumhurbaşkanlığı seçimini Chirac bir dönem daha kazanırken genel seçimleri de merkez sağ kazanmıştır. 2007’ye gelindiğinde ise cumhurbaşkanlığı seçimlerini merkez sağdaki Halk Hareket Birliği’nden Sarkozy kazandığına göre Sarkozy’nin kendi programını uygulayabilmesi için 10 ve 17 Haziran’da yapılacak genel seçimlerde sağın meclis çoğunluğunu da kazanması gerekecektir.  

Fransa’da Birlikte Yaşam  

Romanya’da Basescu anayasal yetkilerini aşmakla suçlandı ancak bu sistemde cumhurbaşkanının yetkilerinin belirli bir sınırının bulunduğunu söylemek zor. Üstelik kimi zamanlarda anayasada tanınmış yetkilerin yerini demokrasinin başka araçlarının aldığı da görülebiliyor. Genel bilgi yarı-başkanlık sistemlerinde dış politikanın devlet başkanı kontrolüne bırakılmış olduğu şeklindeyse de böylesi bir görev ayrımını uygulamak her zaman mümkün olmuyor. Fransa’da Mitterand Cumhurbaşkanı iken 1986’da sağ görüşlü Chirac’ın Başbakan olması ile başlayan süreç birbirini yıpratan ancak sistemi kilitlemeyen bir çift başlı yürütmenin mücadelesi örneğidir. Örneğin Mitterand, Chirac hükümetinin özelleştirme, seçim reformu ve çalışma saatlerinin düzenlenmesine ilişkin kanun hükmünde kararnamelerini imzalamamış, yetkilerini Başbakan’ı engellemek için kullanmıştır. Bu dönemde Mitterand iç işlerine karışmakla kalmamış hükümeti halkı sokağa dökmekle dahi tehdit etmişti. Hükümetin lise eğitimi ile ilgili çıkarmak istediği bir yasayla ilgili olarak televizyonlarda konuşma yapan Mitterand’ın “siyasi muhalefetin birazının da sokaklarda yapıldığı” sözleri yasaya muhalif olanların daha o gece sokağa dökülmesine yetmiş ve hükümet yasayı geri çekmek zorunda kalmıştı. Öte yandan yine Mitterand’ın “Bugün Fransa’nın devlet başkanı olmaktan utanıyorum” sözleriyle eleştirdiği İranlı mültecilerin bir gecede İran’a teslim edilmesi de kesinlikle dış politika alanına girmekle birlikte Chirac, bu karardan devlet başkanının haberdar olmamasını konunun iç politikayı ilgilendirdiği kesin yanıtıyla cevaplamıştı. Bu da tarafların uzlaşmaya niyetleri olmadığında anayasal yetkilerin esnek biçimde kullanıldığını gösteriyor. İktidarın vermiş olduğu hazzın anayasal yetkilerin zorlanmasını veya tasarlanan programa müdahale edilmesini engellemek için yapılan akıl oyunlarına güzel örnekler verir kuşkusuz Fransa. Ancak cumhurbaşkanı ve parlamentonun farklı görev sürelerinin sık sık yıpratıcı kohabitasyon dönemlerine sebep olması Fransa’da da sıkıntı yaratıyordu çözüm cumhurbaşkanının görev süresinin yedi yıldan beş yıla çekilmesinde bulundu. Cumhurbaşkanının görevden el çektirilmesiyle sonuçlanan impeachment yöntemi ise uzlaşının artık kesinlikle mümkün olmadığının en önemli göstergesi. Bu aşamadan sonra cumhurbaşkanının güçlenerek geri dönmesi parlamentonun yenilenmesi ve yeni bir başlangıç yapılmasını şart koşar. Nitekim Romanya da bu yolda ilerliyor.  

Sonuç yerine 

Mevcut siyasi istikrarsızlıkların giderilmesi için hükümet sistemlerinin değiştirilmesi çeşitli ülkelerde sıklıkla gündeme gelen bir konu. Açıkçası siyasi istikrarsızlığın çözümü devlet başkanını kimin seçeceğiyle doğrudan ilişkili değil. Ancak en azından klasik parlamenter sistemlerin demokrasileri tehdit eden büyük krizler karşısında daha esnek olduğu ve daha fazla istikrar vaat ettiği genel kabul görmüş düşüncedir. Yapılan araştırmalar da bu görüşü doğrular nitelikte. 53 ülkenin 1973–1989 arasındaki demokratik rejiminin ve dolayısıyla siyasi istikrarının sürdürülebilirliğine inceleyen bir araştırmaya göre,[7] bunlardan parlamenter rejimle yönetilenlerin yüzde 61’i belirtilen yıllar arasında en az on yıl sürekli olarak demokratik rejimi sürdürebilirken başkanlık sistemiyle yönetilenlerde bu oran ancak yüzde 20 olmuştur. Parlamenter sistemin uygulandığı ülkelerin yüzde 18’i bir askeri darbeye uğramışken başkanlık sisteminin tercih edildiği ülkelerde bu oranın yüzde 40 olduğu görülmüştür. Nitekim siyasal krizlerin güçlü ve yetkili bir cumhurbaşkanı aracılığı ile çözülmesi düşüncesi egemenliğini gittikçe yitirmektedir. Yarı-başkanlık sisteminin de uygun parlamento çoğunluğu sağlandığında başkanlık sistemindeki başkandan daha geniş yetkili cumhurbaşkanları yaratma potansiyeli dikkate alındığında bu sistemin her coğrafya için ve her konjonktürel ortam için uygun olmayacağı anlaşılıyor. Cumhurbaşkanının geri çekilmek yerine sistemin aktif oyuncusu olmayı ve kendi programını her koşulda uygulamayı tercih etmesi durumunda Romanya’da yaşanan kriz ortaya çıkıyor. Son yaşanan olayda Cumhurbaşkanı’nın görevden alınmasına dek giden kriz sürecinin sorumlusu bir uzlaşı kültürünün Romanya’da oluşturulamamış olmasıydı. Temel sorun özellikle Basescu’nun diğer güçleri yok farz ederek anayasal yetkilerinin sınırlarını zorlamaktaki ısrarıydı. Sistemi kilitleyen de bu ısrarın karşılık görmemesi oldu. Yarı-başkanlık sisteminin isim babası Maurice Duverger’in belirlemesinin dikkate alınması gerekiyor: “..hesap vermek zorunda olmayan bir başkan popülist demagog olur. Böyle bir sistem, yerine getirilmeyen seçim vaatlerinin sürekli yinelenerek katlandığı bir oyun ve güçsüz bir parlamentoyu, bir demagogla baş başa bırakmak demektir. Sonuç diktatörlüktür!”.

 

 

Gözde KILIÇ YAŞIN

21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü

Kıbrıs ve Balkan Uzmanı

 

http://www.21yyte.org/tr/yazi6147-Hukumet_Sistemi_Tartismalari_ve_Demokrasi.html


(Gözde KILIÇ YAŞIN, Sistem Tartışmaları Çerçevesinde Cumhurbaşkanı Seçimi, Cumhuriyet Strateji, S.154, s.18-19, 11 Haziran 2007)

[1] Samuel.P HUNTINGTON, Üçüncü Dalga, Yirminci Yüzyıl Sonlarında Demokratlaşma, çev. E.Özbudun, Türk Demokrasi Vakfı Yay., Ankara, 1993

[2] Ender.E.ATAY, Yarı-Başkanlık Rejimi ve Özellikle Fransa Örneği, http://www.dicle.edu.tr/dictur/suryayin/khuka/ybr.htm

[3]Erdal ONAR, “Türkiye’nin Başkanlık ve Yarı-Başkanlık Sistemine Geçmesi Düşünülmeli midir?”, Başkanlık Sistemi, TürkiyeBarolarBirliği Yay.2005

[4] Matthew SHUGART – John.M.CAREY, Presidents and Assamblies- Constitutional Design and Electoral Dynamic, Cambridge1992

[5] Jack Hayward ed., Developments in French Politics, TheMacmillanPresLtd., HongKong,1994

[6] Nick Hewlett, Modern French Politics.., Polity Pres, 1998 akt Erdal Onar, agm.

[7] Alfred Stepan-Cindy Skach, “Presidentialism and Parliamentarism in Comparative Pespective”, The Failure of Presidential Democracy, Juan J.Linz, TheJohnsHopkins University Pres, 1994

Kosova’da Cumhurbaşkanlığa İlk Türk Kadın Adayı

0

Kosova Anayasa Mahkemesi’nin Cumhurbaşkanlığı seçimini iptal etmesi üzerine yeni yapılacak seçime katılacak adaylar arasında, Yeni Kosova İttifakı’nın (AKR) Türk milletvekili Suzan Nobırdalı’nın da bulunduğu belirtildi.

Avrupa Birliği’nin 2010 Karnesi

0

Avrupa Birliği, 2010 karnesinde en kötü notlarını Türkiye ile ilişkilerinde ve Kıbrıs sorununa yaklaşımı konusunda aldı.

Başbakan Erdoğan’ın Irak Ziyaretinin Ardından

0

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yaklaşık bir buçuk yıl sonra yeniden Irak’ı ziyaret etti. En son 15 Ekim 2009’da Irak’a giden Erdoğan’ın bu ziyaretinde Irak’la 48 mutabakat zaptı imzalandı. İmzalanan mutabakat zaptları güvenlikten siyasete, ticaretten kültürel iş birliğine oldukça geniş konuları kapsadı. 2007’den sonra gelişmeye başlayan Türkiye-Irak ilişkileri, 2009’daki bu ziyaretin ardından daha da pekişti. 28-29 Mart 2011 tarihlerinde Erdoğan’ın yaptığı Irak ziyareti ise Türkiye’nin Irak ve Orta Doğu politikasına yeni bir soluk getirecek gibi gözükmekte. Ancak bu noktada Türkiye’nin Irak politikasındaki yaklaşıma dikkat çekilmelidir. Türk yetkililer, Türkiye’nin Irak’ın üniter bütünlüğünü savunduğunu her platformda dile getirmekte. Ancak Irak’taki konjonktür gereği, Türkiye’nin Irak politikasında iki farklı yönelim göze çarpmaktadır: Türkiye, Irak’ın yönetimsel yapısına uygun olarak merkezi ve yerel politikasını farklılaştırmaktır.

Yemen’de Salih Karşıtı İsyan: İkinci bir Libya Mı?

0

Yemen, son aylarda kitlesel katılımlı ve toplumun birçok kesiminden desteklenen rejim karşıtı gösteri ve eylemlere sahne olmaktadır. Tunus devriminden iki hafta önce Cumhurbaşkanı Abdullah Salih’in ömür boyu iktidarda kalmasını sağlayacak Anayasa değişikliği parlamentonun gündemine alınırken Mart ayına gelindiğinde ise hem hükümet istifa ettirilmiş hem de Abdullah Salih 2011 yılı içinde iktidarı bırakacağını açıklamak zorunda kalmıştır. Ordunun üst düzey generallerinin muhalefetin safına geçtiği günlerde bir açıklama yapan Cumhurbaşkanı Salih Yemen’in Tunus ve Mısır’a benzemediğini belirtmiş ve iç savaş olasılığını gündeme taşımıştır. Buna karşın muhalefet liderleri ise tek çözümün Abdullah Salih’in derhal çekilmesi olduğunu ifade etmişlerdir. 2011 yılı içinde çekileceğini açıklamasına karşın muhalefet liderlerinden Yasin Numan Başkan’ın hemen çekilmesi gerektiğini ve eylemleri görevi bırakana kadar sürdüreceklerini açıklamıştır. [1] Aynı zamanda Haşhid kabileler konfederasyonu liderleri de Salih’e verdiği desteği çekmişlerdir. Yönetiminin kitlesel gösterileri bastırmak için güç kullanması Abdullah Salih’in hem içeride hem de dışarıda meşruiyetini ve desteğini yitirmesine yol açarken bazı kabilelerin ise muhalefet liderlerini ülkenin birliğini parçalamakla suçlaması dikkat çekicidir. Bu kapsamda Hutsilerin ve Güney illerindeki aşiret ve sosyalist grupların yanı sıra Yemen’de en önemli kabilelerden olan Haşhid ve Bakil aşiret konfederasyonlarından bazı güçlü kabilelerin Abdullah Salih rejimine verdiği desteği çekmesi önemlidir. Buna karşın her iki kabile konfederasyonundan Abdullah Salih’i destekleyen bazı kabilelerin de bulunduğuna dikkat çekmek gerekir. Nitekim ordu ve kabile desteğinin azalması sonucunu hem iktidar partisinden hem ordudan hem de Yemen’in yurt dışındaki diplomatik misyonlarından yoğun istifalar yaşanmıştır. Yemen’de post Salih sonrasının tartışıldığı bir dönemde Devlet Başkanı Salih’in kardeşi General Ali Muhsin Salih’in de muhalefetin safına geçmesi ise Abdullah Salih rejiminin sona doğru yaklaştığının işareti olarak yorumlanmıştır.

Abdullah Salih’e Muhalefet Eden Parti, Grup ve Liderler

Abdullah Salih yönetimi uzunca bir dönemdir hem ülkenin kuzeyinde hem de güneyinde ciddi bir muhalefet hareketiyle karşı karşıyaydı. Ancak Salih yönetimi kuzeydeki Hutsi ve güneydeki el Kaide ile ayrılıkçı Güney Yemen Hareketiyle mücadelesinde ordunun ve aşiretlerin desteğini arkasına almayı başarmıştı. Bununla birlikte kuzeydeki isyanın bastırılmasında başarısız olunmasının yanı sıra kuzeyli aşiretlerin birbiriyle savaşması ülkedeki Zeydiler tarafından eleştirilmiş ve Abdullah Salih’in ordunun yanı sıra özel birlikleri kullanmasına tartışma konusu olmuştu. Dolayısıyla 2011 olayları öncesi Salih yönetimi zaten ülke içindeki desteğini önemli oranda yitirmişti. 2011’de Tunus ve Mısır’da kitle gösterilerinin başlamasından kısa bir süre önce Abdullah Salih’in 2013 sonrası dönemde de yeniden cumhurbaşkanlığına seçilmesine olanak tanıyan yasal değişiklikleri gündeme alması tepkilere yol açmış ve bazı aşiret liderleri yeni düzenlemeye karşı olduklarını açıklamışlardır. Nitekim yasanın Parlamentoda tartışıldığı günlerde Yemenli muhalif örgütler ve liderler de sokak gösterileriyle Yemen’deki iktidar sorununa dikkat çekmeye çalışmışlardır. Tunus devriminden hemen sonra ise önce San’a üniversitesinde okuyan öğrenciler ve sivil toplum kuruluşları Salih’inde görevi bırakması yönünde eylemler düzenlemeye başlamışlardır. Ancak uzunca bir dönem katılımın istenilen rakamlara ulaşmaması Salih yönetiminin hem reformlar hem de istifa talepleri karşısında direnmesine yol açtı. Ancak özellikle San’a Üniversitesinde düzenlenen protesto gösterilerine karşı aşırı güç kullanılması Salih yönetimine verilen desteğin geri çekilmesine neden oldu. Aşiretler rejimin güç kullanması sonucu yaşamını yitiren bireylerine sahip çıktı ve Cumhurbaşkanı Salih’in oğlunun başında bulunduğu Cumhuriyet Muhafızları’nı ve özel birlikleri barışçıl gösterileri güç kullanarak bastırmaya çalışmakla suçladı. Eleştirilere rağmen güç kullanılmaya devam edilmesi ise Yemen siyasetinde ve ekonomisindeki etkilerini sürdürmek isteyen güçlü kesimlerin iktidara verdiği desteği çekmesine yol açmıştır.

Bu bağlamda yeni dönemde muhalefete liderlik eden grupların başında Haşhid aşiretler konfederasyonu liderlerinin geldiği görülmektedir. Abdullah Salih’in de bağlı olduğu Haşhid kabileler konfederasyonu Yemen’deki en önemli örgütlü grup olup 9 alt kabileden oluşmakta ve önemli bir kısmı muhalefete destek vermişlerdir. Hutsileri destekleyen Bakil kabile konfederasyonundan bazı güçlü kabilelerde muhalefete destek vermiştir. Her iki kabile konfederasyonu da Hamdan kabilesinden gelmekle birlikte Yemen tarihinde iktidar mücadelesi yürütün önemli kabileler arasında yer almaktadırlar. Yemen’de bunların dışında Murad, Ans, Zabid gibi ne Haşhid ne de Bakil kabilelerinden olan kabileler de bulunmasına karşın hiçbiri bunlar kadar Yemen siyasal ve askeri yapısında etkili olamamıştır.[2] Haşhid Konfederasyonu liderlerinden Şeyh Sadık El Ahmar Cumhurbaşkanının görev süresiyle ilgili yasak değişikliğin tartışıldığı günlerde yaptığı bir açıklamada Abdullah Salih’i Yemen’in istikrarını yıkmak ve Firavun olmaya çalışmakla suçlamıştı.[3] Sadık’ın kardeşi Hamad ise protestolara doğrudan destek vererek istikrar için Cumhurbaşkanı Salih’in derhal istifasını istemiştir. Hamad El Ahmar’ın Abdullah Salih sonrası Cumhurbaşkanı olma planları yaptığı ileri sürülmektedir. Yemenli din adamları ve bazı muhalefet gruplarıyla yaptığı görüşmede Abdullah Salih gösterilerin arkasında Hamad El Ahmar’ın olduğunu ileri sürmüştü.[4] İktidar partisinden istifa eden Şeyh Hüseyin el Ahmar ile Himyar Al-Ahmar’da (Meclis Başkan Yardımcısı) kabile güçleriyle göstericileri koruyacaklarını açıklamışlardı. Cumhurbaşkanı Abdullah Salih ve Ahmar ailesi Haşhid kabile konfederasyonunu oluşturan kabilelerden biri olan Sanhan kabilesinden gelmektedirler. Sanhan kabilesi aynı zamanda Sanhan Bölgesinde Ahmar’ın Evi (Beyt alAhmar) olarak bilinmektedir. Cumhurbaşkanı da aynı kabileden gelmekle birlikte Ahmar ailesinden farklı olan bir aşirete mensuptur. Muhalefete destek veren ve sayısal olarak en güçlü kabile konfederasyonu olan Bakil kabileler konfederasyonundan da bazı kabileler Salih karşıtı gösterilere destek vermektedirler. Bakil’e bağlı kabile liderlerinden Şeyh Amin El-Okaimi San’a’daki gösterilere doğrudan kabile üyeleriyle birlikte katılmıştır.[5]

2011 protesto eylemlerine öncülük eden bir diğer muhalefet grubu ise 2005 tarihinde içerisinde Yemen Sosyalist Partisi ve Islah’tan ayrılan kesimler, Dr Muhammed Abdülmalik Mutawakkil’in liderlik yaptığı Halk Güçleri Birliği ve Nasırcı grupların da bulunduğu 5 muhalefet partisinin birleşiminden oluşan Joint Meeting Parties adlı oluşumdur. Şii ve güney Yemenli muhalefet gruplarının desteğini arkasına alan Parti, 2005 tarihinden itibaren Abdullah Salih yönetimine karşı sert bir muhalefet yürütmektedir. [6] JMP 15 Ocak sonrasında 3 önemli gösterinin düzenlenmesine liderlik etmiştir. 29 Ocakta San’a, Taiz ve Baydah illerinde düzenlenen gösterilerde anayasal reform taleplerini gündeme getirdiler. Ardından 29 Ocağında San’a da binlerce göstericinin katıldığı bir eylem düzenlediler. Daha sonra 3 Şubat ise tüm ülke genelinde ve doğrudan Salih’in iktidarı bırakması yönünde çağrıların yapıldığı gösterileri organize ettiler. 3 Şubat sonrası ise JMP ülke genelinde düzenlenen gösterilere doğrudan katılım göstermeyi sürdürmektedir. [7] JMP liderleri Mart başında Salih’in en geç yıl sonuna kadar görevi terk etmesini öngören bir formül açıklamışsa da, gösterilerin genişlemesi ve birçok kesimden protesto eylemlerine katılım olması nedeniyle bundan vazgeçmiştir. JMP doğrudan Abdullah Salih’in görevi bırakması yönünde düzenlenen gösterilere doğrudan desteklemeyi sürdürmektedir.

Yemen’deki gösterilerde rol oynayan bir diğer grup ise üniversite gençliği ile sivil toplum hareketleridir. Nitekim Tunus’taki halk hareketinin başarıya ulaşmasından hemen sonra 15 Ocakta ilk gösterileri düzenleyen grup olan üniversite gençleri ve sivil toplum örgütleri daha sonraki günlerde de Üniversite’deki eylemlerini sürdürmüşlerdir. İlk eylemlerde öne çıkan sivil toplum kuruluşlarından biri olan Kadın Gazeteciler Topluluğu Başkanı Tawakul Karman eylemlerinin Salih istifa edene kadar süreceğini belirtmiştir.[8] Abdullah Salih’i diktatör olarak adlandıran Karman 2011 öncesi dönemde de hem kuzey hem de güney Yemen’de düzenlenen hükümet karşıtı gösterilerine öncülük etmiştir.

Salih karşıtı muhalefet hareketine sonradan katılan Yemen’deki Selefi akımın kurucularından ve aynı zamanda İman Üniversitesinin kurucusu ve Rektörü olan Abdülmecit El-Zindani’de sivillere karşı güç kullanılmasını eleştirmiştir. ABD tarafından El Kaide ile iş birliği yaptığı ileri sürülen El Zindani’nin Yemen’deki Müslüman Kardeşlerin liderlerinden biri olduğu ileri sürülmektedir. San’a’daki İman Üniversitesinde yaklaşık 5 bine yakın öğrenci okumaktadır. [9] El Zindani’nin oğlu Abdullah El Zindani Türkiye’de yaptığı bir açıklamada Abdullah Salih yönetiminin kısa bir süre içerisinde sona ereceğini ve Yemen’deki el Kaide varlığının da iktidarın bilgisi ve desteğiyle oluştuğuna dikkat çekmiştir. [10]

1991 öncesi dönemde Güney Yemen’i yöneten Yemen Sosyalist Partisi de uzunca bir dönemdir Abdullah Salih’e muhalefet eden bir gruptur. Parti her ne kadar diğer muhalefet partileriyle birlikte hareket etse, toplumsal desteğinin önemli bir kısmını Aden ve güney illerinden almaktadır. Güney Yemen’de Salih karşıtı ilk protesto eylemlerini gerçekleştiren Emekli Askerlerde Salih karşıtı bloğa katılmışlardır. Dolayısıyla Salih’in Güney Yemen toprakları üzerindeki otoritesinin oldukça sınırlı olduğunu belirtmek gerekir.

Salih karşıtı bir diğer önemli muhalefet ise Ordu’dan gelmektedir. San’a da ilk gösteriler başladığında muhalefet eylemlerine destek vermeyen Ordu komutanları hem sivillere saldırılarda bulunulması hem de kabilelerin rejim karşıtı gösterilere katılmasıyla taraf değiştirmiş ve komutasındaki askerlerle birlikte rejim karşıtı göstericilerin safına katılmışlardır. Bu çerçevede General Ali Muhsin El Ahmar, General Muhammet Ali Muhsin, General Hamid El Kashebi, ve General Nasır El Jahori’nin taraf değiştirmesi oldukça önemlidir. Hutsi gruplarıyla yapılan savaşta adı öne çıkan Kuzeybatı Bölge Komutanı General Ali Muhsin El Ahmer ile Doğu bölgesi komutanı General Muhammed Ali’in muhalefetin safına geçmesi Abdullah Salih yönetiminin ordu üzerindeki etkisini oldukça sınırlamıştır. Ayrıca Ordu mensubu bazı valilerde taraf değiştirmiştir. Saa’da Valisi bölgeyi Hutsi gruplara bırakıp San’a’ya geri çekilirken, Aden valisi Ahmed Katibi de görevinden ayrılarak muhalefeti desteklemeye başlamıştır.

Islah ve Hutsi grupları da isyana doğrudan destek veren muhalefet grupları arasında yer almaktadırlar. Hutsi’lere bağlı Hak Partisi muhalefet partileriyle birlikte hareket ederken, Hutsiyi destekleyen kabileler de Sa’ada’da askeri ve siyasi süreci kendi etkileri altına almışlardır. Ordunun bu bölgeden çekilmesinden sonra bu kabilelerin etkisini sınırlandıracak askeri bir boşluk doğmuş ve bunu Hutsi grupları kendi adına doldurmuşlardır. Buna karşın bölgede Salih yönetimiyle iş birliği yaban kabilelerin bulunduğunu ve yer yer çatışmaların yaşandığı dikkat çekmektedir. Ahmar ailesinin denetiminde olan ana muhalefet partisi Islah ise gösterilere doğrudan destek vermektedir.

Bu bağlamda Yemen’deki muhalefet hareketinin her kesimden ve her bölgeden destek aldığı görülmektedir. Salih’in ülkenin kuzey, doğu ve güney vilayetleri üzerinde etkisi kalmamıştır. Şu aşamada Özel Kuvvetler ve Saray Muhafızları komutanı oğlu Ali Salih ve bazı askeri birimlerin komutanlığını yaban damatları gibi aile bireylerinin bir kısmı rejimi desteklemektedir. Bunların dışından San’a valisi ve Khawlan aşiretinden Numan Dowaid gibi bazı aşiret liderleri de Salih’i desteklediklerini açıklamışlardır. Salih’i destekleyen aşiretlerden bir kısmı doğrudan Ahmar ailesinin yeni dönemde başa geçmesini istememektedirler.[11] Abdullah Salih tüm protesto eylemlerine rağmen toplumun %95’nin desteğini arkasına aldığını ve muhalefet gruplarının ülkeyi terk etmesi gerektiğini açıklaması ülkede bir iç savaş olasılığının bir kez daha gündeme taşımıştır. [12]

Doç. Dr. Veysel Ayhan

ORSAM Orta Doğu Danışmanı

Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Görevlisi

 

http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=1689

——————————————————————————

 [1] Cynthia Johnston-Mohammed Ghobari, Yemen Opposition Rejects Offer From President Ali Abdullah Saleh”, 03/25/11, http://www.huffingtonpost.com/2011/03/25/
yemen-opposition-rejects-president-offer_n_840440.html

[2] Bu konuda daha detaylı bilgi için bkz., Paul Dresch, Tribes, Government, and History in Yemen, Oxford, Eng.: Clarendon Press,. 1989

[3]Crisis Group, “Popular Protest in North Africa and the Middle East (II): Yemen between Reform and Revolution”, N°102, 10 Mar 2011, s. 1.

[4]No Yemeni crystal ball, 3 – 9 March 2011, Issue No. 1037, http://weekly.ahram.org.eg/2011/1037/re109.htm

[5] China Daily News, “Roundup: Yemen imposes tight security cordon around capital amid escalating protests”, 2011-03-15, http://www.chinadaily.com.
cn/xinhua/2011-03-15/content_2015869.html

[6] Veysel Ayhan, Yemen İç Savaşı, s. 10

[7] Crisis Group, op. cit., s. 2

[8] Aryn Baker- Erik Stier “ The Woman at the Head of Yemen’s Protest Movement”, Feb. 16, 2011, http://www.time.com/time/world/article/0,8599,
2049476,00.html#ixzz1HvjuTF5Q

[9] Ali Saeed “Al-Zindani flees Sana’a”, 14.03.2011, Yemen Times
http://www.yementimes.com/defaultdet.aspx?SUB_ID=35760

[10] Abdullah Salih, “Abdullah Zindani Özgün Duruş`a konuştu”, Mülakat, Nevzat Çiçek, Özgür Duruş Haber,29.03.2011, http://www.ozgundurus.com/Haber/Soylesi/
29032011/Abdullah-Zindani-Ozgun-Durusa-konustu.php

[11] Shuaib M. al-Mosawa, “Hamid al-Ahmar assaults governor of Sana’a”, Yemen Observer

Feb 5, 2011 – 10:00:11 AM
http://www.yobserver.com/front-page/10020755.html

[12] Abdul-Aziz Oudah, “President Saleh calls on opposition to leave”, Mar 30, 2011, Yemen Observer,
http://www.yobserver.com/front-page/10021011.html

Ulus-Devlet Bunalımda Mı?

0

Kuşkusuz, egemen ve bağımsız devletler bugün uluslar arası sistemin temelini oluşturmaktadır. Vestfalya’dan sonra ortaya çıkan ulus-devlet odaklı yenidünya sisteminde, ulus-devlet de artık tartışılır hale geldi. Özellikle liberal aydınlar ve kimi siyasetçiler, tartışmaların çıkış noktasını ‘özgürleşme’  kavramından başlatıp, konuyu ulus-devlete getirmekte ve bu sistemin tasfiyesini dillendirmektedir.

Gates: ABD, NATO Operasyonuna Katkısını Sınırlandıracak

0

Amerika Birleşik Devletleri Genelkurmay Başkanı Mike Mullen, koalisyon güçlerinin yüzlerce hava saldırısı düzenlemesine karşın Kaddafi güçlerinin halen belirgin bir askeri üstünlüğe sahip olduğunu söyledi.

ABD’nin El Kaide Korkusu

0

Libya’da hava operasyonu ikinci haftasını doldururken Kaddafi güçlerinin etkili olması müttefikleri alternatif arayışına itti.         

Kaddafi güçlerinin, isyancıların ele geçirdiği stratejik noktaları geri kazanmaya başlamasıyla ABD ve İngiltere isyancılara silah ve askeri eğitim desteği verilmesini gündeme getirdi.