Son dönemde Ortadoğu ülkelerindeki gelişmelere bakıldığında; bölgedeki isyan hareketlerinin Tunus’tan başlayarak diğer ülkelere sıçraması, bölgeyi nasıl bir geleceğin beklediğinin habercisi şeklindedir. Arap Dünyası’ndaki halkların başkaldırması ve isyan çıkan ülkelerdeki gelişmelerin belirsizliği, ister istemez Ankara’yı kaygılandırmaktadır.
Arjantin Mahkemesinin Kararı
Arjantin’de bir federal mahkeme 29 Mart 2011 tarihinde aldığı bir kararla “Türk Devleti’nin Ermenistan halkı aleyhine 1915-1923 döneminde soykırım suçu işlediğine” karar vermiştir.
Gregorio Hayrabetyan adında Ermeni asıllı bir Arjantinli tarafından 2000 yılında Türkiye aleyhine soykırım iddialarını konu alan bir dava açıldığı, sonra Arjantin’deki yedi Ermeni kuruluşunun da bu davaya katıldığı, mahkemenin davayı kabul ettiği ve 1915 olayları hakkında İngiltere, ABD, Almanya ve Vatikan’dan bilgi istediği, Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki büyükelçiliği ve konsolosluklarının o döneme ait raporlarını gönderdiği ve mahkemenin de, Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun müttefiki olduğu, o nedenle Alman belgelerine güvenilmesi gerektiği gibi bir mantıkla, Türkiye aleyhine karar aldığı basın haberlerinden anlaşılmaktadır. Bu arada mahkemenin Osmanlı arşiv belgelerini neden dikkate almamış olduğu hakkında bilgi bulunmamaktadır.
Arjantin’de zengin ve o ölçüde de etkili bir Ermeni cemaati vardır. Bu cemaatin ısrarıyla Arjantin Parlamentosu 1915 olaylarının soykırım olduğuna dair 1993 yılında bir karar kabul etmiş ve bu karar 2000’li yıllarda birkaç kez teyit edilmişti. Arjantin Parlamentosu’nun Ermeni iddialarını bu derecede benimsemesi iki ülke arasında krize dönüşmüş ve Başbakan Erdoğan 2009 yılında bu ülkeye yapacağı ziyareti iptal etmişti. Arjantin Başkanı Bayan Cristine Fernandez de Kirchner’in bu yılın Ocak ayında Ankara’ya yaptığı ziyaret iki ülke ilişkilerinde yeni bir sayfa açılacağı ümitlerini uyandırmıştı. Ancak söz konusu mahkeme kararı, Arjantin Hükümeti’nin iradesini yansıtmasa da, bu ilişkilerin geleceği hakkında tereddüt yaratmıştır.
Söz konusu karara karşı Türk Dışişleri’nin tepkisi sert olmuştur. 4 Nisan’da bu konuda yapılan açıklamada Arjantin mahkemesi kararı kınanmış ve reddedilmiş, karar hukuk sisteminin istismarı olarak nitelendirilmiş, BM’in 1948 Sözleşmesi’ne aykırı olduğu belirtilmiş ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesine hizmet etmeyeceği vurgulanmıştır.
Kanımızca bu konuda en önemli soru bir devletin mahkemesinin diğer bir devlet hakkında karar verme yetkisine sahip olup olmadığıdır. Genelde böyle bir yetki yoktur. Biz dâhil bazı ülkelerde yabancı devletlere, özel hukuk işlerinden doğan uyuşmazlıklarda, yargı muafiyeti verilmemektedir. Ancak Hayrabetyan davası bu nitelikte olmadığından Arjantin Mahkemesi’nin davayı daha 2000 yılında reddetmesi beklenirdi. Diğer yandan BM 1948 yılı Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 6. maddesine göre, bir olayın soykırım olup olmadığına, olayın vuku bulduğu devletin yetkili mahkemesi veya uluslar arası ceza mahkemesinin karar vermesi gerekmektedir. Ayrıca aynı madde soykırım suçu için kişilerin (devletlerin değil) yargılanacağını da belirtmektedir. Buna göre de mahkemenin davayı başından reddetmesi gerekirdi.
Davanın hâkimi Norberto Oyarbide bu hususları bilmeli ki almış olduğu kararın sadece gerçeği ortaya çıkarmayı amaçlayan bildirimsel bir karar olduğunu söylemiştir. Diğer bir deyimle bu karar hâkimin 1915 olayları hakkındaki kanısını ortaya koymakta ve başkaca bir sonuç yaratmamaktadır. Ne var ki, 1948 Sözleşmesi’nin yukarıda değindiğimiz 6. maddesi, bir olayın soykırım olup olmadığına karar verecek mercileri saptamıştır; bunların dışında bir mahkemenin bildirimsel olsa da karar vermemesi gerekir.
Hâkim Oyarbide kararının sadece gerçeği ortaya çıkarmayı amaçladığını söylese de davacının avukatı Efe kararın Ermeni halkı için Türkiye’den tazminat istenmesi yolunu açacağını söylemiştir.
Diğer yandan bu kararın bir emsal oluşturması ve başka ülkelerde de benzer davalar açılması mümkündür. Bilindiği gibi son aylarda ABD’de terk edilmiş Ermeni malları hakkında Türkiye’ye karşı iki dava açılmış olup başka davalar açılması da olasıdır. Arjantin’deki dava da bu çerçevede mütalaa edildiğinde Diaspora Ermenilerinin Türkiye’ye karşı bir hukuk savaşı başlatmış olduklarını söylemek mümkündür.
Ömer Engin LÜTEM
AVİM Başkanı
AB Komisyonu’nun Romanlara Entegrasyon Stratejisi
Avrupa Komisyonu (AK) 5 Nisan Salı günü yaptığı açıklamada, bütün AB üye ülkelerinin 2011 yılı bitiminden önce, Romanları topluma kazandırma amaçlı ulusal stratejiler hazırlamaları gerektiğini söyledi.
Bu girişimle Avrupa’nın sayıları 10 ile 12 milyon arasında değişen en büyük etnik azınlığına yaygın şekilde uygulanan ayrımcılığa son verilmesi amaçlanıyor. Bu sayının yarıdan fazlası AB ülkelerinde yaşarken, Romanya, ardından da Bulgaristan, İspanya, Macaristan ve Slovakya en büyük Roman toplumlarına sahip ülkeler olarak sıralanıyorlar. 2009 istatistiklerine göre Malta, 27 ülkeden oluşan blokta bu etnik gruptan kimsenin olmadığı tek ülke konumunda bulunuyor.
AB Başkan Yardımcısı ve Adalet Komiseri Viviane Reding, Avrupa Komisyonu’nun Avrupa Ulusal Roman Entegrasyon Stratejileri Çerçevesini sunduğu Salı günü Avrupa Parlamentosu’nda (AP) yaptığı konuşmada, “Ülke siyasilerinin gösterdiği iyi niyete rağmen son birkaç yıldır Romanların çoğunun hayatında pek bir değişiklik olmadı.” dedi. Ulusal planlarda hükümetlerin Roman toplumunun entegrasyonunu iyileştirmek amacıyla dört kritik alandaki belli hedeflere ulaşmak için alacakları tedbirlerin sıralanması gerektiğini belirten AK, bunlar arasında eğitimi en önemli alan olarak belirledi. Reding, “Anketler, bazı üye ülkelerde Roman çocuklarının sadece yaklaşık %42’sinin ilkokulu bitirdiğini gösteriyor. Bu alandaki Avrupa ortalaması ise %97. Hedefimiz her Roman çocuğunun en azından ilkokulu bitirmesini sağlamak.” dedi.
AB ülkelerinin Roman entegrasyon stratejilerinde sıralayacakları tedbirlerin, konut ve akan su ve elektrik gibi temel hizmetlere erişim alanında mevcut olan uçurumu ortadan kaldırmayı da hedeflemesi gerekiyor. AB’nin İstihdam Sosyal İşler ve Dahil Etmeden Sorumlu Komisyon Üyesi Laszlo Andor Salı günü yaptığı açıklamada, “Eşitlik, demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkeleri üzerine kurulu 21. yüzyıl Avrupa’sında Roman halkının ısrarla dışlanması kabul edilemez.” diyerek şöyle devam etti: “Romanların çoğunluğunun yaşam şartları ve toplum geneliyle olan ilişkileri, son yıllarda daha da kötüye gitti.”
(tuicakademi, Setimes)
İsrail’den Türkiye Uyarısı
Terörle Mücadele Bürosu; Türkiye, Mısır, Libya ve Yunanistan’ı hassas bölge olarak gösterdiği seyahat uyarısında, Akdeniz bölgesinde ve Doğu Asya’daki Yahudileri, 18 Nisan’da başlayacak ve bir hafta sürecek Yahudi Bayramı Passover tatilinde “Terör örgütlerinin İsraillileri kaçırmaları”na karşı uyarıda bulundu İsrail, Türkiye’yi Terör Örgütlerinin İsraillileri kaçırmasına karşı uyardığı ülkeler arasında gösterdi.
Kaddafi Zuma’ya “Evet” dedi
Afrika Birliği ülkelerinden Güney Afrika, Uganda, Moritanya, Kongo ve Mali’nin liderlerinin, Libya’daki şiddetin sona ermesine yardımcı olmak için oluşturduğu heyete başkanlık eden Zuma, Trablus’ta saatler süren görüşmelerin ardından açıklamada bulundu.
KKTC’yi Türkiye’den Koparmak
Son birkaç yıldır daha evvelkinden çok farklı bir senaryo konmuş tezgâha Kıbrıs’ta.
Değişim ve İstikrar
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Gelişmelerin Bir Anatomisi
Tüm dünya son birkaç aydır belki de tarihin en kritik süreçlerinden birine şahitlik etme telaşına kapılmış giderken şu an doğu-batı ekseni ya da kıta fark etmeksizin tüm dünya devletlerinin gözünün kulağının üstünde olduğu, üzerine neredeyse herkesin bir fikir ve öngörü beyan ettiği Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki değişim rüzgârları belki de tarihin geri dönüşü olmayan en keskin virajlarından biri olarak literatürlere geçti bile.
Başbakan’ın Irak Ziyareti
1 Mart 2003 Tezkeresi, Türk-Amerikan ilişkilerinde ciddi bir milat oldu. Tezkere sonrası ABD’ye gittiğimde Türkiye’ye karşı olan tepkiler Türk – Amerikan ilişkilerinin geleceği ile ilgili ciddi kaygılar duymama sebep olmuştu. Her şey bir kenara Soğuk Savaş döneminde Türk-Amerikan ilişkilerinin önemli mayası olan SSCB faktörü yerini ciddi bir ayrım noktası olan Irak’a daha doğrusu Kuzey Irak’a bırakmıştı. Irak konusu bilhassa Kuzey Irak’taki Kürtlerin tavrı Türkiye ve Amerika arasında en önemli ayrım noktası haline gelmişti.
Aradan geçen yıllar içerisinde yeni geçen tezkereler, Gül-Rice görüşmeleri, ekonomik işbirliği anlaşmaları gibi birçok müspet gelişme yaşansa da ilişkilerdeki gerginlik bilhassa Irak konusunda devam etmekteydi. Başbakan Erdoğan’ın Irak ziyareti üç temel esastan ötürü büyük önem ve değişim ifade etmektedir. Irak’ta seçimlerin yapıldığı günden itibaren uzun süre hükümet kurulamadı. Bu süreçte Türkiye İyad Allavi ve El’ırakiye partisine daha yakın bir duruş sergilemişti. Ancak hükümet Allavi’nin rakibi Nuri el-Maliki tarafından kuruldu. Bu ziyaretin en önemli sebebi Türkiye’nin Irak ile olan ilişkilerinin yeniden tesis edilmesi ve yeni seçilen iktidarla diyalogların daha müsbet olmasının sağlanması denebilir. Tabii ki bu gelişmeler Türkiye ile Irak’ın arasında son dönemlerde artarak devam eden ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi açısından da büyük önem arz edecektir. Şüphesiz 2003’ten bu yana Türk-Amerikan ilişkilerinin Irak bazlı değişen gerginliklerinin belli bir noktaya gelmesi ve ekonomik olarak ilişkilerin gelişse bile siyasi olarak gerginliklerin devam etmesi sebebiyle bu ziyaret siyasi olarak da önem taşımakta ve siyasi tansiyonun düşürülmesi için önem arz etmektedir. Diğer bir deyişle 2003’ten beri yaşanan Irak bazlı siyasi gerginliğin stabilize olup yeni bir boyuta girmesi de önemli bir dönüm noktasıdır.
Bu ziyaretin ikinci önemli noktası Başbakan’ın Şiiler için kutsal olan Necef kentindeki Hz. Ali Türbesi’ne yaptığı ziyarettir. Bu ziyaret Başbakan’ın İran’la ilişkileri sıcak tutmaya gayret etse de yine de Sünni bazlı politika izlediği konusunda kendisine yapılan eleştirilerin değişmesine vesile olacaktır. Bu ziyaret Başbakan’ın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu’da sadece Sünni bazlı değil Şiileri de kapsayan geniş çaplı bir Ortadoğu Projesi izleme doğrultusunda olduğunun bir göstergesidir. Başbakan’ın bu ziyaretinin diğer bir önemi de Necef’teki Hz. Ali Türbesi’ni ziyaret eden ilk Sünni lider olmasından kaynaklanmaktadır. Bu ziyaret Türkiye’nin İran’la ilişkilerinde, Bahreyn’de yaşanan Sünni-Şii geriliminde, Suriye’deki Sünni-Alevi tansiyonunda Türkiye’nin arabulucu ve tansiyon düşürücü bir rol üstlenmesi için bir girizgâhtır. Bu ziyarette şüphesiz Türkiye’nin uzun müddettir süre gelen dış politikalarında çok önemli bir değişim olmuştur. Başbakan’ın Irak ziyaretinin üçüncü önemli noktası ise Erbil’e yaptığı ziyarettir. Bu ziyaret Cumhuriyet tarihinde Türkiye’nin ortaya koyduğu dış politikaların dışında farklı bir yönelim göstermektedir. Türkiye şu ana dek Kuzey Irak’ta yaşananlara hep farklı bir bakış açısı izlemiş ve bu bölgedeki Kürt yöneticilerle direk temasla diplomatik bazı yollardan kaçınmayı yeğlemiştir. Başbakan’ın bu ziyareti Kuzey Irak’taki Kürt yöneticilerle ekonomik, ticari faaliyetlerin arttırılması haricinde doğru bir gidişat izlenmesi halinde terör örgütünün de ortadan kalkmasına vesile olacak önemli bir girişimdir. Kuzey Irak’tan beslenmeyen ve destek bulmayan bir terör yapılanması uluslararası desteğini de kaybetmesi halinde direk erimeye ve yok olmaya mahkûmdur. Başbakan’ın bu ziyaretinde konuşulan mevzuların detaylarını bilmek şüphesiz ki mümkün değildir, ancak doğru girişimler yapılmaya başlanmışsa gidişatın hem Türk ekonomisine hem bölgedeki bazı gerginliklere hem de terör konusuna hemen çözüm olabilmesi gayet mümkündür.
Dış politika risk alma sanatı ve değişimlere açık olma yöntemidir. Bu girişimlerin müspet veya menfi sonuçlarını şimdiden tespit etmek çok kolay olmaz. Değişen parametrelerin neyi nasıl etkileyeceğini de görmek çok kolay değildir. Ancak Başbakan’ın bu ziyaretinde ele aldığımız üç noktanın Türk dış politikası ve bölgenin geleceği açısından cesaretle atılan üç büyük adım olduğunu da göz ardı etmemek gerekir.
Yrd.Doç.Dr.Burak Küntay
Bahçeşehir Üniversitesi
Hükümet ve Liderlik Okulu (HLO) Başkanı
Balkanlar ve Kıbrıs Uzmanı Gözde Kılıç YAŞIN İle Röportaj: Ortadoğu’daki Gelişmelerin Balkanlara Yansıması Üzerine
Uzmanlık alanı; Balkanlar, Kıbrıs, Etnik sorunlar, Soykırım Hukuku, Azınlık Hakları, Göç ve İltica, Ortodoks Dünya ve Patrikhaneler olan Gözde Kılıç Yaşın, TÜRKSAM, TUSAM, TÜBİKAM gibi çeşitli düşünce kuruluşlarında çalışmış olup, halen 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsünde Balkan ve Kıbrıs Uzmanı olarak çalışmalarına devam etmektedir.
Kadın Aday Yahyaga Kosova Cumhurbaşkanı Oldu
Aleyhine oy kullanılmayan 35 yaşındaki kadın aday Yahyaga, 80 oyla seçildi. Seçimin ardından yemin eden Yahyaga, daha sonra yaptığı kısa konuşmada, “Böylesine üst bir siyasal göreve ulaşacağımı asla düşünemezdim, ancak ülkeme hizmete her zaman hazır durumdaydım” dedi.