Home Blog Page 521

Kimi Kime Kırdırtıyorsunuz?

0

Yaklaşık bir haftadır Türkiye’nin çeşitli illerinde çok farklı ekonomik, kültürel ve siyasi arka plana sahip olan birçok genç arkadaşımla farklı vesileler ile bir araya geliyorum. Bu program bir süre daha devam edecek. Gerçekleştirdiğimiz programların 12 Haziran 2011 genel seçimleri ile bir ilgisi yok ama buluşanlar “genç” olunca ve ortak kaygıları taşıyınca konu ister istemez güncel siyasete geliyor. Konunun bu tarafa kaymasında mutlaka yaklaşan seçimlerin ve gergin siyasi ortamın da etkisi var.

Türkiye çok kısa bir zaman sonra sandığa gidiyor ve sandığa gidenlerin birçoğu da gençlerden oluşuyor. Dolayısıyla “gençlik” o veya bu şekilde siyasi partiler için önemli bir potansiyeli oluşturuyor. Ancak ortada şöyle bir çelişki var. Ülkenin yöneticilerini belirleyecek olan gençler kendi yaşıtları arasından kimseyi ülke yönetimine gönderemiyor. Mantığının ne olduğunu anlayamadığımız bir şekilde 18 yaşında seçmeye ehil olanlar ancak 25 yaşında seçilebilme ehliyetini elinde bulundurabiliyor.

Bilindiği üzere seçilebilmek için çok yakın bir zamana kadar ise 30 yaşında olmak gerekiyordu ve 25 yaşa indirilmesi hususunda bile çok büyük bir dirençle karşılaşılmıştı. Burada temel karşı görüş “tecrübesizlik” ve “yetersizlik” etrafında oluşturuluyor. 18 yaşında seçmeye yetecek kadar tecrübe ve akıl sahibi gençler ancak 25 yaşına geldiğinde seçilebilmek için yeterli tecrübeyi edinmiş olabiliyor! Diğer bir yaklaşım ise 18 yaşındaki bir gencin henüz eğitimini sürdürdüğü ve dolayısıyla milletvekili olmasının eğitimine engel olacağı şeklindedir. Fakat burada gözden kaçırılan bir husus ise öğrencinin sorunlarını en iyi anlayacak kişinin öğrenci olduğu gerçeğidir. Ayrıca tüm vekiller de bütün zamanlarını parlamentoda geçirmemektedir. Bir üniversite öğrencisinin milletvekili seçilmesi ve parlamentoya gitmesi eğitimine engel olmayacağı gibi aynı konumdaki arkadaşlarının ihtiyaç ve taleplerini siyaset gündemine taşımak noktasında önemli bir etken de oluşturabilir.

Tabii ki bu noktada tek engel 25 yaş sınırı değildir. Türkiye’de milletvekili olabilmek için erkeklerin askerlik hizmetlerini de yapmış olmaları gerekmektedir. Bunun altında ise hangi mantıklı gerekçenin bulunduğu büyük bir muammadır. Hal böyle olunca gençlerin yapabileceği tek şey önlerine sunulan oy pusulasında kendilerine en yakın hissettikleri siyasi partiye yahut yakın hissetmeseler bile mecburiyetten kötünün iyisine oy vermek oluyor.

Bu durum 18 yaşında seçebilen ve ancak 25’in de seçilebilen biz gençler üzerinden birbirlerine siyasi mesajlar iletmek ve hatta biz gençleri kullanmak yoluyla söylem üretmek için politikacılara fırsat sağlıyor. En son yaşanan “Gençlerin sokaklara çağırılması” hadisesi bu noktada önemli bir örnek oluşturuyor. YGS skandalından sonra Taksim’de ve çeşitli yerlerde sokaklara çıkarak protesto eden gençlerle ilgili Başbakan’ın  “Biz de karşılarına 5-10 bin genç çıkarırız ama gerginlik istemiyoruz” mealindeki açıklaması ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Ben de 1000 bozkurt ile sizi Kasımpaşa’ya kadar kovalarım” şeklindeki cevabı, biz gençlere karşı yapılmış bir hakarettir. Hakarettir çünkü biz gençler böyle ucuz ve yersiz çağrılara kulak asarak birbirimize karşı yürüyecek kadar kin ve nefret dolu değiliz. Ayrıca çok iyi biliyoruz ki bu ülkenin yakın tarihinde basit nedenlerle birbirlerine kurşun sıktırılan gençler ve birbirini öldüren gençler hep birilerinin maşası olarak kullanılmıştır. Bizim de benzer bir hataya düşeceğimizin beklenmesi ve bunun önemli siyasi figürler tarafından dillendirilmesi gençliğin hiç okumadığı, ne yapması gerektiğini bilmediği gibi bir yanılsamadan ibarettir.

İşin trajik yanı ise ne AK Parti genlik kollarının ne de MHP’li gençlerin veya Ülkü Ocakları’nın bu söylemler üzerine en ufak bir tepki vermemesi ve hatta suskunluk ile adeta bu söylemleri destekler görünmeleridir. Sayın Başbakan kimi kimin karşısına dikmekten bahsetmektedir ve Sayın Bahçeli tüm bu duruma karşı kimleri kimlerle Kasımpaşa’ya kovalamaktan söz etmektedir? YGS’yi protesto edenler de, Başbakan’ın 5-10 bini de, Bahçeli’nin 1000 bozkurdu da bu memleketin gençleri değil midir? Hepimiz o meşhur deyim ile “Türkiye’nin Geleceği” değil miyiz? Nasıl oluyor da Başbakan ve Muhalefet Partisi Lideri bizi bir çırpıda sokaklara dökebiliyor ve buna karşı o gençlerimizin sesi çıkmıyor? Gençlerin yapması gereken birbirleri ile kucaklaşmaktır ki ben tüm kalbimle inanıyorum, bu ülkenin gençleri sokaklara çıkarak birbirlerine karşı yürümek saçmalığını gerçekleştirmeyip bu çağrıyı yapanları ayıplayacaktır.

Belki ucuz siyasi hesaplar ve/veya basit siyasi kariyer hayalleri nedeniyle bazı partili gençler bu açıklamalara tepki vermemiş olabilir. Seçim dönemine giriyor olmanın da bunda etkisi olduğu muhakkaktır. Ancak her ne olursa olsun ben sessiz de olsa bu açıklamalara katılmadıklarını ve güldüklerini düşünüyorum. Aksi takdirde siyasetin gençleşmesi mümkün olmayacağı gibi bu gibi anlamsız çağrılar siyasetçilerce yenilenecektir.

Gençlerin siyaseti gençleştirmek, 18’de seçip 25’te seçilmek saçmalığına son vermek ve karar alma süreçlerine aktif katılım sağlamak için birilerinden lütuf beklemesi çözüm değildir. Avusturya’da 24 yaşındaki bir arkadaşımız “Bakan” olmuşken bizim henüz bu yaşta seçilme ehliyetini bile elimizde bulunduramıyor olmamız sadece siyasetçilerin suçu olmasa gerek. Neticede “Ağlamayan bebeğe emzik vermezler” deyimi bu topraklara aittir ve artık emziği almak için bir şeyler yapma zamanı gelmiştir.  Bu noktada özgüven sahibi gençler bir araya gelmeli, talep ve isteklerini yüksek sesle iletmenin yollarını aramalıdır. 12 Haziran seçimlerinden sonra yapılacak yeni anayasa ile ilgili ciddi bir kampanya yürütmek iyi bir başlangıç olabilir.

Burak YALIM

BİLGESAM TUİÇ Platformu

Genel Koordinatörü

“Mübarek İdam Edilebilir”

0

Mısır Adalet Bakanı Muhammed El Guindi, devrik Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in, ülkedeki protestolar sırasında ateş açılması emri vermekten suçlu bulunması halinde idam cezasıyla karşı karşıya kalacağını söyledi.

Azerbaycan-Ermenistan Sınırında Sıcak Çatışma

0

Azeri-Ermeni cephe hattında yapılan ateşkes ihlalinde iki Ermeni askerinin öldüğü, birinin yaralandığı bildirildi.

Beklenen Tehlike, “Suriye’den Göç Başladı”

0

Ülkelerindeki olaylar ve baskılardan kurtulmak istedikleri gerekçesiyle yaklaşık 250 kişilik grup Hatay sınırından Türkiye’ye geçiş yaptı.

Muammer Kaddafi’den Ateşkes Çağrısı

0

Libya Lideri Muammer Kaddafi bugün televizyonda yaptığı konuşmasında geri adım atmak veya ülkeden ayrılmak gibi bir durumunun olmadığını söyledi.

Suriye’de İnsani Kriz: Uluslararası Tepki ve Türkiye’ye Etkisi

0

29 Nisan günü ülkenin değişik bölgelerinde Cuma namazı sonrası başlayan gösterilere müdahale edilmesi sonrası 60’e yakın göstericinin yaşamını yitirdiği ileri sürülmektedir. Cuma namazı sonrası başlayan olaylar aynı zamanda beklendiği gibi Türkiye’ye de ilk mülteci göçünün başlamasına yol açtı. Öte yandan ilk mültecilerin Türkiye’ye giriş yaptığı saatlerde ABD’nin talebi ve içerisinde Fransa, İngiltere ve İspanya’nın bulunduğu 16 devletin de desteğiyle toplanan BM İnsan Hakları Konseyi Suriye rejimini kınayan bir karar tasarısını kabul etmiştir. Konsey bundan önceki özel oturumunu Libya sorunu dolayısıyla 25 Şubatta gerçekleştirmiş ve özel oturumdan üç hafta sonra da Libya’ya uluslararası müdahale gerçekleştirilmişti. Dolayısıyla Esad rejiminin hem içerde hem de uluslararası alanda ciddi bir baskı altına alınmaya başlandığını görmek gerekir.

Uluslararası Müdahaleye Doğru Suriye

Libya’da göstericilere silah kullanılmasından kısa bir süre sonra uluslararası askeri müdahale gündeme geldiğinde Türkiye dahil bir kesim bunun gerçekleşmeyeceğini öne sürmüştü. Oysa 1973 Sayılı kararın ardından 19 Martta ilk koalisyon güçlerinin saldırısı gerçekleşmiş ve yaklaşık 10 gün sonrada NATO doğrudan Libya sorununda sorumluluk üstlenmişti. Libya’da uluslararası müdahaleye yol açan koşullar dikkate alındığında Suriye’de benzer koşulların oluşmaya başladığı dikkat çekmek gerekir. Bunun da ötesinde Suriye’de yoğun bir şekilde sivillerin yaşam haklarına karşı gerçekleştirilen saldırılarda ölenlerin sayısında sürekli bir artış yaşanması da uluslar arası kamuoyunda tepkinin yükselmesine yol açmaktadır. Libya örneği ile karşılaştırıldığında bugün Suriye’de yaşananların Libya’dan daha da kötü olduğuna dair bir tespit ortaya koymak gerekir. Ülkenin değişik bölgelerinde gerçekleşen gösterilerde binlerce kişi rejimin değiştirilmesi yönünde taleplerini ortaya koyarken askeri gücü elinde tutam güvenlik güçleri ise doğrudan sivil halkın üzerine ateş açmaktadır. Libya’da gösterilerde bulunan muhaliflerin bir kısmı silahlı bir güce sahip iken, Suriyeli muhaliflerin askeri anlamda bir güçten yoksun olduğunu belirtmek gerekir. Ayrıca Der’a ve Bayda başta olmak üzere rejimin gösteri yapan sivillere karşı tanklar dahil ağır silahları kullanma yoluna gitmesi Suriye’deki insani sorunun bölgesel istikrarı etkilemesini gündeme taşımıştır. Açıkçası Beşşar Esad rejiminin Suriye’de meydana gelen krizi yönetmende reformları gündeme getirmesine rağmen salt askeri yöntemlere öncelik vermesinin hem Suriye’de hem bölgede hem de uluslararası düzeyde Suriye rejimine olan güvenin ve desteğin hızlı bir şekilde azalmasına yol açtığı görülmektedir.

Bu bağlamda BM İnsan Haklarının kararından önce 22 Nisan 2011’de BM Genel Sekreteri tarafından yayınlanan açıklamada, Suriye’de devam eden barışçıl göstericilere karşı gerçekleşen saldırılar kınanmış ve Suriye rejimine şiddeti derhal durdurması yönünde bir çağrı yapılmıştı. Açıklamada Suriye yönetiminin bireylerin barışçıl toplanma özgürlüğü, ifade ve basın özgürlüğü dahil olmak üzere temel uluslararası insan haklarına saygılı olması gerektiği vurgulanmıştır. Genel Sekreter yaşanan öldürme olayları için, şeffaf, bağımsız ve etkin bir soruşturmanın yapılması talebinde bulunmuştu. Genel Sekreter ayrıca Suriye yönetiminin almış olduğu reform kararlarını desteklediği bununla birlikte Suriye halkının meşru taleplerine de saygı duyulması gerektiğini ifade etmişti.[1]

Genel Sekreter’in açıklamasının ardından Suriye’deki krizin daha da derinleşmesi ve sivil ölümlerin sürmesi üzerine ABD, Fransa ve İngiltere’nin girişimleriyle konu BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine getirilmeye çalışmıştır. ABD ve Fransa gibi ülkelerin Suriye rejiminin güçlü bir dille kınanması yönünde bir eğilim içerisinde iken Konseyin Daimi üyelerinde Çin ve Rusya Federasyonu buna karşı çıkmıştı. Rusya’nın BM Daimi Temsilci Yardımcısı Alexander Pankin tarafından yapılan açıklamada “Suriye’deki mevcut durumun uluslar arası barış ve güvenliğe tehdit oluşturmadığını ifade etmiştir”. Rusya Fransa, İngiltere Almanya ve Portekiz tarafından sunulan karar tasarısının görüşüldüğü Konsey’de Pankin “bölgesel güvenliğe karşı gerçek tehdidin Suriye’nin iç işlerine dışarıdan müdahale sonucu oluşabileceğini” öne sürmüştü.[2]

Güvenlik Konseyinde bir kınama kararının çıkartılamayacağının anlaşılması üzerine ise Amerikan yönetimi konuyu BM İnsan Hakları Konseyi’ne taşıma girişiminde bulunmuş ve 16 ülkenin de desteğiyle karar tasarısı 29 Nisan’da Konseyin gündemine getirilmiştir. Konsey’de yapılan toplantıda Fransa yönetimi Suriye’yi sert bir dille eleştirmesi dikkat çekerken, Rusya ve Çin ise reform çabalarını gündeme taşıyarak herhangi bir kınama kararının önene geçmeye çalışmışlardır. Diğer yandan Küba’da Suriye’deki olayları bir iç sorun olarak tanımlaması dikkat çekicidir. Buna rağmen Konsey “Suriye Arap Cumhuriyeti’nde insan hakları durumu” üzerine yaptığı özel oturumunda ABD tarafından sunulan kara tasarısının Belçika, Fransa, Macaristan, Japonya, Meksika, Norveç, Polonya, Kore Cumhuriyeti, Moldova, Senegal, Slovakya, İspanya, İsviçre, Birleşik Krallık da dahil olmak üzere 16 Üye Devletler tarafından desteklenmesi önemli olmuştur. Ayrıca Özel Oturum’a destek veren gözlemci statüsündeki Avusturya, Avustralya, Kanada, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya, Almanya, Yunanistan, İzlanda, İrlanda, İtalya, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Hollanda, Yeni Zelanda , Portekiz, Romanya, Slovenya ve İsveç de Suriye’de yaşanan gelişmelerden rahatsız olan diğer ülkeler olmuşlardır. Toplantıda Çin, Pakistan ve Rusya’nın açıkça karşı çıkmasına rağmen açık bir dille göstericilere karşı güç kullanılması eleştirilmiştir. Metinde Suriye yönetiminin kendi halkını insanlığa karşı suçlar ve diğer uluslar arası suçlardan koruma sorumluluğunun olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda sivillere karşı güç kullanılmasına izin veren herhangi resmi bir kararın veya desteğin sivillere karşı saldırı fiili çerçevesinde değerlendirildiğine dikkat çekilerek bir anlamda uluslar arası yargılamanın yolu aralanmıştır. Metinde sivillere karşı işlenen suçların insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamında değerlendirildiğinin altı çizilmiştir.[3]

Ayrıca karar metninde Genel Sekreter’in yaptığı açıklamaya atıfta bulunularak Suriye yönetiminin olayları araştırması için işbirliğine davet edilmiştir. Kararda ayrıca Suriye’deki olayların araştırılması ve ardından bir raporun hazırlanarak Konsey’e sunulması yönünde bir karar alınması önemli olmuştur. Raporun hazırlanması aşamasında Suriye yönetiminin işbirliğine özel önem atfedilmiştir. İnsan Hakları Yüksek Komiserliği tarafından uluslararası hukuk ilkeleri doğrultusunda hazırlanacak rapor Konseyin 17. Ve 18. Oturumlarında bir kez daha gündeme gelecektir. Bu bağlamda İnsan Hakları Konseyi’nin Suriye’deki durumu bir süre daha gündeminde tutacağını görmekteyiz.

BM’den dışında hem AB hem de Amerikan yönetimi Suriye rejimine karşı yeni yaptırım kararları alması ise Şam rejimi üzerinde baskıların daha da artacağına işaret etmektedir. Amerikan yönetimi içerisinde Beşşar Esad’ın kardeşi Mahir Esad ve kuzeni Atıf Necip ve İstihbarat Dair Başkanı Ali Mamluk da bulunduğu bazı Suriyeli yetkililere karşı yeni yaptırım kararı alırken aynı zamanda Suriye’deki diplomatik misyonun önemli bir kısmını da geri çekme kararı almıştır. ABD’nin dışında Fransa, İngiltere ve Almanya’da Suriye rejiminin uygulamalarından rahatsız olan ve sivillere yönelik saldırıların durdurulması için Esad yönetimine sert bir mesaj verilmesi talebinde bulunan ülkeler arasında başı çekmişlerdir.

Türkiye’ye Etkisi

Suriye’de rejim karşıtı muhaliflerin Mart ayı itibariyle kitlesel gösteriler düzenlemesi ile birlikte Suriye’deki olayların Türkiye’ye etkisi üzerinde tartışmalar da başlamış oldu. Rejimin varlığını korumak için sivillere yönelik aşırı güç kullanması bir yandan gösterilerin artmasına ve rejimin meşruiyetini kaybetmesine yol açarken diğer yandan da olaylar kısa sürede yeni bir insani krizin de yaşanmasını beraberinde getirmiştir. Özellikle 29 Nisan’daki gösterilerin ardından bir kısım Suriyelinin Hatay ili sınırından Türkiye’ye göç etmek zorunda kalması yeni bir mülteci akını sorunun da beraberinde getirmiştir. Türkiye olayların başından itibaren Suriye rejiminin reform girişimlerine destek verdiğini açıklamasına rağmen, reformun içeriği konusunda net bir pozisyon almakta ciddi şekilde zorlanmıştır. Muhaliflerin temel talepleri arasında rejiminin kökten değiştirilmesi gündemdeyken kısmı reformlarla olayların durmayacağı son günlerde yaşanan olaylarla açığa çıkmış bulunmaktadır.

 Diğer yandan Suriye’deki sorunun her geçen gün daha fazla uluslar arası bir sorun haline dönüşmeye başladığı şu günlerde Türkiye’nin yanı başında meydana gelecek krizi daha aktif bir şekilde yönetmek için girişimlerini artırdığı da dikkat çekmektedir. Ancak mülteci akını sorununun ortaya çıkması durumunda Türkiye kısa süre içerisinde kendisini Suriye sorunun içerisinde bulacaktır. Vize muafiyeti anlaşmasından sonra binlerce mültecinin Hatay’dan başlamak üzere Antep ve Mardin’e kadar uzanan sınır bölgesinden Türkiye’ye gelmesi gündemdedir. Mülteci kapmalarının kurulması ve BM’nin de sürece soruna aktif bir şekilde müdahil olması Suriye rejimin tepkisine yol açabilecek bir gelişme iken, Suriye halkının kabul edilmemesi ise Suriye-Türkiye ilişkilerinde onarılması mümkün olmayan bir yara açacaktır. Nitekim 29 Nisan’da ilk mülteci grubunun kabul edilmesi Türkiye bundan sonrada gelecek olan Suriye vatandaşlarını kabul edeceğini göstermiş oldu. Ancak şimdiden bölgede gerekli olan alt yapı hazırlıklarının yapılması gerekmektedir. Çünkü ilk mülteci grubunun ardından daha fazla sayıda insanın Türkiye’ye geleceğini öngörmek gerekir.

Diğer yandan Suriye’deki sorunun devam etmesi durumunda bir uluslar arası müdahalenin de kapısının aralanacağını öngörmek gerekir. Nitekim son günlerde başta BM nezdinde olmak üzere birçok alanda Suriye rejimine karşı daha sert tedbirlerin alınması yönünde bazı girişimlerin olduğunu görmek gerekir. Olayların devam etmesi durumunda Rusya ve Çin’in de karşı muhalefetinin kırılacağını öngörülmektedir. Ayrıca bölge ülkelerinden Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinin olası bir müdahale kararı karşısında olumlu tavır alacakları düşünülebilir. Dolayısıyla bölgedeki Arap ülkeleriyle de iyi ilişkilere sahip olan Türkiye’nin Suriye’deki olayları dış müdahaleye gerek kalmadan çözebilecek girişimlere öncelik vermesi gerekmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin en son aşamada Suriye rejiminin dış müdahale konusunda ciddi şekilde uyarması ve değişimin dıştan değil içten olması için Suriye yönetimini ikna etmesi hem Suriye hem de bölge için daha iyi olacaktır.

Doç.Dr.Veysel AYHAN

ORSAM Uzmanı

Abant İzzet Baysal Üniversitesi

http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=1811

Kaynakça


[1] 22 April 2011 New York – Statement attributable to the Spokesperson for the Secretary-General on Syria, http://www.un.org/apps/sg/sgstats.asp?nid=5217

[2] Syrian officials quit in stand against protest crackdown, http://en.rian.ru/world/20110428/163752294
.html?utm_source=twitterfeed&utm_medium=twitter

[3]http://www.ohchr.org/en/NewsEvents/Pages
/DisplayNews.aspx?NewsID=10964&LangID=E

Hırvat Meclisi Yeniden Toplanıyor

0

Hersek’te milliyetçi Hırvat partilerin organizasyonuyla düzenlenen Hırvat Milli Meclisi toplantısı Mostar kentinde yapıldı.

Suriye Yine Karıştı

0

Geçtiğimiz Cuma günü yaşanan kanlı olaylar ve hafta başında Suriye tanklarının Dera’ya girmesinden sonra bugün de ülke genelinde büyük gösteriler yapılıyor.

Kaddafi Güçleri Tunus’u Bombalıyor

0

Libya lideri Muammer Kaddafiye bağlı birlikler ile Tunus askerleri arasında Tunus-Libya sınırında çatışma çıktı.

Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Teorileri Bölgesel Güvenlik Bağlamında ASEAN Deneyimi Analizi

0

Uluslararası güvenlik teorilerinin irdelenmesi, uluslararası güvenlik disiplininin ortaya çıkışını bilmekle başlamalıdır. Feodal bir yapıdan, merkeziyetçi bir güç olgusunu temel alan yeni bir yapıya geçilmesi, yani ulus-devletin ortaya çıkması Avrupa’da farklı bir çağ başlamasına sebep olmuştur. Ulus-devlet kavramı bağlamında incelenen sınır-otorite ilişkilerinin ortaya çıkışı Westphalia (Vestfalya) anlaşmasına dayanmaktadır. 19. Yüzyılda Hegel’in katkılarıyla ulus-devlet kavramı sistematik bir hal almış. Güvenlik olgusu geçtiğimiz 50 yıldan bu yana uluslararası ilişkiler disiplininin odak noktalarından biri olmuştur. 1919 ve sonrasında uluslararası ilişkiler disiplini ortaya çıkmıştır. Avrupa’da olan güç eksenli savaşlar, bilimsel çalışmaları bu yönde çalışma yapmaya yönlendiren sebepleri oluşturmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla çalışmalar kesilse de, savaş sonrası dönemde ortaya çıkan yeni bir dünya düzeni, ekonomilerin çökmesi ve diğer değişimler siyaset bilimini oldukça beslemiştir.