İsrail’in 1967-1994 yılları arasında yurtdışına giden Filistinlinin ikamet hakkını, uyarıda bulunmadan, gizlice iptal ettiği ortaya çıktı.
Sözleşmeye İlk İmzayı Davutoğlu Attı
Türkiye’nin öncülüğünde kadına yönelik şiddet, imzaya açılan sözleşmeyle insan hakları ihlali kapsamına alınıyor. Sözleşmeye 48 ülke imza atacak. İlk imzayı ise Davutoğlu attı.
Pakistan’dan ABD’ye İzin
Pakistan, Amerikan istihbarat görevlilerine Usame Bin Ladin’in eşleriyle görüşmesine izin vereceğini açıkladı.
Yunanistan Ekonomik Krizi İçin Yeni Paket
Yunanistan’a, borç yapılandırmasına karşılık 85 milyar dolarlık yeni uluslararası yardım verilmesi bekleniyor.
İran Yeni Nükleer Görüşmeleri İçin Masaya Oturacak
İran, Avrupa Birliği’ne yeni nükleer görüşmeler yapılmasını önerisini kabul edeceğini bildirdi.
Irak’ta Türkmen Siyaseti Çağ Atlıyor
Irak’ın üç kurucu unsurundan biri olan Türkmenler, gün geçtikçe siyasete daha fazla ısınıyor. Irak’ın kuruluşundan 1990’lı yılların sonlarına kadar Iraklılık kimliği ile tam anlamıyla kaynaşamayan Türkmenler, hem kendi duygusal bağlılıkları hem de Irak’taki yönetimlerin uygulamaları nedeniyle hep Türkiye’nin gölgesi olarak görülmüştür. Başka bir ifadeyle Türkmenlerin Türkiye’ye yönelik gönül bağı, Irak’taki rejimlerin Türkmenlere yönelik asimilasyon politikalarını tetiklemiş ve Irak’taki Türk kimliği yok edilmeye çalışılmıştır.
Balkanlarda Nüfus Sayımları
Balkanlar’daki Nüfus Sayımları ve Arnavutluk’taki Din Eksenli Bölünme
Etnik kimlik çeşitlemesine sahip Balkan coğrafyasının tamamı için din eksenli ayrışma olağanken nüfusunun neredeyse tamamı Arnavutlardan oluşan Arnavutluk için aynı ifadenin kullanılması mümkün değilmiş gibi görünmektedir. Ne var ki AB’nin bir uygulaması olarak gündeme gelen nüfus sayımları, Arnavutluk için de aynı durumu mümkün kılmaktadır. Dış konjonktürün önünü açmak isteyebileceği “Yeni Arnavutluk” modeline Arnavutluk’ta 2011’de gerçekleştirilmesi beklenen nüfus sayımı önemli bir katkı sağlayacaktır.
Nüfus sayımında “Tanrıya inanıyor musunuz?” gibi aslında “devlet”i ilgilendirmeyen bu soru, son 20 yılın misyonerlik faaliyetlerinin Enver Hoca’nın “Ateist” Arnavutluk’unu ne ölçüde dönüştürebildiğini sorgulamaktadır.[1] Hangi dine mensup olunduğunun soruşturulması da öncelikle Ortodoks ve Katolik Arnavut sayısının belirlenmesini sağlayacaktır. Bundan daha önemlisi ise din hanesinde “Müslüman” ya da “İslam” yerine “Sünni”, “Bektaşi” gibi seçeneklerin olmasıdır. Mezhep farklılaşmasının da soruşturulması düşündürücüdür. Zira Arnavutluk’u, Balkanlar’ı ve dünyayı, Arnavutluk’un aslında Müslüman bir devlet olmadığı “gerçeği” ile yüzleştirme iddiasındadır. Her halükarda, nüfusun yüzde 70’inin Müslüman olduğu verisi değişecektir.[2] Bektaşiliğin ayrı bir din gibi algılanması -AB sürecinde Aleviliğin de İslam dışı gibi algılanarak azınlık statüsü yaratılmak istenmesinde olduğu gibi- Müslüman nüfusu daha az gösterecektir. Böylece Arnavutluk hakkında bilinen en önemli ayrıntı olan “Müslüman çoğunluk” bilgisi “çok dinli Arnavutluk” ile değiştirilmiş olacaktır.
Misyoner Faaliyetlerle Körüklenen Ayrışma
ABD, Kanada, Yunanistan, İtalya ve diğer Avrupa devletlerinin yanı sıra Vatikan’ın desteğiyle süren misyonerlik ve Açık Toplum Vakfı’nın finansmanı ile açılan özel okullar, kolejler, üniversiteler; kurulan basın ve medya organları; yurtdışında eğitim, iş ve vatandaşlık vaatleri Arnavutluk’ta Hıristiyan olmayı ayrıcalıklı bir hale getirmektedir. Nüfusa oranla azınlıkta olmalarına rağmen Ortodokslar başta olmak üzere genel olarak Hıristiyanlar, devlet kurumlarında önemli mevkileri kendi aralarında paylaşmakta, ticarette de parayı kendi aralarında döndürmektedirler. Fakirleşen, birlik oluşturamayan ve kurumsallaşamayan Müslüman Arnavutlar ile yabancı yardım ve yatırımına açık Hıristiyan Arnavutlar arasında ciddi bir ötekileştirme süreci başlamıştır. Şimdilik yüzde 70’i Müslüman kabul edilen Arnavutluk’ta kilise sayısının ülke genelinde bin 115 -bir milyon nüfuslu Başkent Tiran’da ise 114-; ülkedeki toplam cami sayısının ise 590[3] olması düşündürücüdür.[4] Müslümanları azınlık olarak gösteren açıklamaları olan, Ortodoksluk inancındaki eski Başbakanlardan Fatos Nano ve Sosyalistlerin yeni lideri Edi Rama[5] için aslında nüfus sayımı önemli bir fırsat sunmaktadır. 90’dan bu yana işleyen sürece din sorusunun bulunacağı nüfus sayımı ile son nokta konulmak istenmektedir.
Arnavutları oluşturduğu kabul edilen iki kabile olan Tosk ve Gegler (Toska ve Gega/ Toskariya ve Gegariya) ayrışması da bir anlamda bu bölünmenin bir parçasıdır. Genel kabule göre bugünkü Azerbaycan’ın kuzeyinden kuzey göç yollarını takip ederek toplu halde Balkanlar’a gelen Tosklar, Skumbin nehrinin güneyine yerleşirken Gegler de kuzeyine yerleşmiştir. pek çok ülkede görülen doğu-batı, kuzey-güney şeklindeki coğrafya temalı ayrılık Arnavutluk’ta da sonraki siyasi ayrımlarda etkili olmuştur. Her ne kadar ayrışma yaşanmadığı söylense de Tosk ve Geglerin yaşam şekilleri, kültürleri, hayata bakışları ve birbirlerini algılayışta farklıklar vardır. Tosklar şehirli kesimi oluştururken Gegler daha ziyade köylüdür. Tosklar yani güneyliler Bektaşi veya Ortodoks iken Gegler Sünni ya da Katolik’tir. Büyük çoğunluğu Müslüman olan Kosova ve Makedonya’da ki Arnavutlar da Geg kabilesine mensuptur. Her ne kadar Enver Hoca Komünizminin getirdiği Ateizm’in tüm din farklılıkları ortadan kaldırdığı düşünülecekse de bugünün Arnavutluk’unda yürütülen misyonerlik faaliyetleri böylesi bir ihtimali imkânsızlaştırmaktadır. Protestan, Mormon, Yahova Şâhîdleri, Evanjelist, Kalvinist, Lutherci, Adventist, Kadıyanî ve Bahaî grupları ülkede Komünizmin çökmesinden bu yana yoğun bir misyonerlik faaliyeti içerisindeler. Denge ise Müslümanlar aleyhine bozulmaktadır.
Büyük Arnavutluk Yerine…
Balkanlardaki uyuşmazlık ve çatışmaların temel sebebinin azınlıklar ve birbirinin içine geçmiş halklar olduğu düşünüldüğünde Arnavutluk’un bu çatışmalardan nispeten uzak kalmasının sebebi topraklarındaki azınlık nüfusun önemli bir orana ulaşmamasıydı. Ancak Arnavutluk’ta da bir “ötekileştirme” süreci yaşanmaktadır. Bu ortamda “çok dinli” Arnavutluk, AB’nin daha rahat hazmedeceği bir ülke haline gelecektir ancak aynı zamanda ülke üzerindeki İtalya ve Yunanistan’ın etkisi de artacaktır. Arnavutluk açısından en ciddi tehdit ise Yunanistan’ın Arnavutluk’taki tüm Ortodoksları Yunan kökenli sayma politikasının[6] artık net rakam ve nüfus oranları üzerinden yürütülmesi sonrasında netleşecektir. Ancak gerçek tehlike Arnavutluk’taki yüzde 4’lük farklı etnik kökenden olan azınlığı bir tarafa bırakacak olursak aynı etnik kökene mensup Arnavutların din çizgisinde toplumsal bölünmeye doğru sürüklenmesidir. Dolayısıyla birlikte yaşama kültürü, Makedonya, Bosna ve Kosova sonrasında Arnavutluk için de gündeme gelecek; ayrıştırılan, ortaklıkları farklılıklarla ortadan kaldırılan toplumlar için ortaya çıkan “yeni devlet modeli” Arnavutluk’ta “çok dinlilik” üzerinden gerçekleşecektir.[7] Bu, küreselleşmenin gerçekten de dünyayı sadece etnik köken değil, dini köken bazlı olarak da mikro devlet ve devletçiklere sürüklediğinin göstergesidir.
Arnavutluk’un Kosova, Makedonya’nın batısı ile birleştirilmesini savunan kesimin ise önceliği Arnavutluk’un bütünlüğünü korumaya vermesi bugün için elzemdir. Aksi takdirde, bugünkü bölünmüşlük nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu’nu dört Arnavutluk sancağını birleştirmemekle suçlarken kendilerini çok daha büyük ve güncel tartışmaların içerisinde bulabilirler. 8 Mayıs’ta gerçekleştirilen yerel seçimleri, yeniden nüfus sayımı polemiğinin izleyeceği kesindir. Her ne kadar dini mensubiyeti ve kendilerini hangi ülkeye daha yakın hissettiklerini sorgulayan soruların “nüfus sayımı” kapsamından çıkarılmasının sağlanması gerekiyorsa da bu, ancak sorunu öteleyecektir. Özellikle son 20 yılda maksatlı biçimde ekilen tohumlar, bir kaosa işaret etmektedir ve din eksenli bölünmenin önüne geçecek “milli projeler”in gündeme alınması, bunun için de önce Arnavutluk siyasilerinin ülkenin birlikteliğinde mutabakata varması gerekmektedir.
Gözde KILIÇ YAŞIN
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Kıbrıs ve Balkan Uzmanı
[1] Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Gözde Kılıç Yaşın, Arnavutluk’ta Dönüşüm ve Balkanları Bekleyen Kriz, 2023, S. 119, Mart 2011; Gözde Kılıç Yaşın, Kuzey Afrika’dan Balkanlara, 21. Yüzyıl, Mayıs 2011
[2] CIA verilerine göre Arnavutluk’un % 70’i Müslüman, % 20’si Ortodoks Hıristiyan, % 10’u Katolik Hıristiyan’dır. Müslüman nüfusun % 75 – 80’i Sünni, kalanı Bektaşi’dir. Etnik köken bakımından ise mevcut kayıtlarda, nüfusun % 95.3’ü Arnavut, % 2.5’i Çingene, % 1.8’i Yunan, % 0.14’u Makedon ve kalanı diğer etnik unsurlar olarak geçmektedir.
[3] Bkz. Mehdi Gurra ile Röportaj, Çiğdem Aktı, Dünya Bülteni, 22 Mayıs 2010.
[4] Eski tarihli bir veri olmasına rağmen ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2006 yılında hazırladığı Dini Özgürlükler raporunun Arnavutluk kısmı önemini korumaktadır. Buna göre 3,6 milyon nüfusla Arnavutluk’ta, Tiran Adliyesi’ne kayıtlı 245 adet dini misyon bulunuyor ve bunların ancak 34 tanesi Müslümanlara ait organizasyonlar; dini eğitim veren 101 okulun da yalnızca 7 tanesi Müslümanlara ait medreselerdir. Aynı rapora göre, 2004 yılında, Devlet Din İşleri Komitesi tarafından 1084 yabancı misyonere oturma izni verilmiştir. Bunların önemli bir kısmını 33 ayrı ABD misyonerlik teşkilâtına bağlı gruplar oluşturmaktadır. Konuyla ilgili olarak bkz. Olsi Jazexhi, Varlık ve Yokluk Arasında Arnavutlar ve İslam, Terc: Gürkan Biçen, Müslüman Arnavutluk, Haziran 2006; Qamil Xhani, “Shqipëria, 3.6 milionë banorë, 245 shoqata fetare”, Raporti i Departamentit amerikan të Shtetit për lirinë fetare gjatë 2006-ës, bkz. Gazeta Tirana Observer, Arvavutluk, www.tiranaob server.com.al/20060917/aktualitet.htm#2, shtator, 2008. akt. Balkanlarda Misyonerlik Kurumu, http://www.ihh.org.tr/13333/
[5] Son dönem Arnavutluk olayları ile ön plana çıkan Edi Rama, dünya çapındaki Batı tipi değişimlerde ismine sık rastlanan George Soros’la yakınlığı ile de anılmaktadır. Muhalefetteki Sosyalist Parti’nin lideri olmasının yanı sıra Tiran Belediye Başkanlığı’nı da yürütmektedir ve Müslümanları hedef alan açıklamaları ve başkentte Cami yapımını engelleyen isim olması nedeniyle dikkat çekmektedir. 8 Mayıs 2011’deki yerel seçimlerde,Tiran Belediye Başkanlığını yeniden kazanması beklenmektedir.
[6] Gerçekten de kendi topraklarındaki Arnavutları ayrı bir azınlık olarak kabul etmeyerek onları “Arnavutça konuşan Yunanlılar” olarak adlandıran Yunanistan’ın, Arnavutluk’taki Yunan asıllıların azınlık haklarını bahane ederek kurduğu siyasi baskı ve hatta ‘Kuzey Epir’ olarak adlandırdığı Arnavutluk’un güneyinde yer alan Gjirokaster ve Korçe bölgesi için yarattığı ‘Kurtarılamamış Toprak’ tragedyası sebebiyle en ciddi tehdidi Yunanistan yaratmaktadır.
[7] Ayrıntı için bkz. Gözde Kılıç Yaşın, Makedonya Örneğinde Yeni Devlet Modeli, 2023, S.114, Ekim 2010; Gözde Kılıç Yaşın, Kuzey Afrika’dan Balkanlara Dönüşüm, 21. Yüzyıl, Mayıs 2011
Küba’da Devrim
Söz konusu devrimler olunca akla ilk olarak Latin Amerika gelir. Askeri darbeler, baskıcı yönetimler; buna karşılık silahlı gerilla örgütlenmeleri, hiç sönmeyen devrim ateşi, sokaklarda yaşanan özgürlük mücadeleleri… Ve tabiki en büyük devrim: Küba Devrimi.
Batista baskıcı yönetimine karşı başlatılan silahlı direniş hiç şüphesiz iki ismi dünya tarihine silinmeyecek bir şekilde kazıdı: Fidel Castro Ruz ve Ernesto Che Guevara.
Birleşik Devletler’in yardımlarına karşın küçük bir adada toplanmış silahlı gerilla örgütleri, yaşanılan her şeye rağmen giriştikleri savaşı kazandılar. Bu aynı zamanda kapitalizme karşı bir başarı kazanmak demek olacaktı.
Her şey yoluna girdikten sonra Küba adını dünyaya devrimci ve sosyalist bir ülke olarak yazdırdı. Sovyetler Birliği’nin çökmesi ve komünizm tehdidinin ortadan kalkmasından sonra bile Küba devrimci yolundan vazgeçmedi ve tüm ekonomik sorunlarına rağmen ayakta kalmayı başardı.
Küba bugün ekonomik sorunlarla yüzleşse bile insana saygılı, duyarlı, eğitime son derece önem veren bir ülkedir. İşte tam da bu sebeple ülkede bir değişim ve dönüşüm yaşanması gerekliliği gündeme gelmiş ve 6. komünist parti kongresi gerçekleştirilmiştir. 2008’den beri yönetimde olan Raul Castro ekonomik, yönetimsel ve toplumsal konularda devrim niteliğinde olan bazı değişikliklere gitmeyi onaylamıştır.[1]
Küba’da İkinci Devrim
Komünist Parti 6. kongresinde ele alınan temel belgenin adı “Parti ve Devrim´in İktisadı ve Toplumsal Siyaset İlkeleri Taslağı”dır. [2] Ülke genelinde meslek örgütleri, işçiler ve öğrenciler tarafından tartışılmış ve 3 milyondan fazla kişiden gelen önerilerle değişikliklere uğrayarak Kongre´de delegelerin önüne gelmiş bir taslaktır. Ulusal Meclis kongre öncesindeki düzenli toplantılarının ikisinde de bu taslak metni gündeme almış ve ülkenin sosyal ve ekonomik modelini doğru yansıtmaya çalışmıştır.
Yönetimsel Değişimler
Fidel Castro 2008′ de yönetimi kardeşi Raul Castro’ya bıraktıktan sonra Erkez Komite’den de çekilmiş ve bu değişikliklerin tartışıldığı komite de yer almamıştır.[3] Değişikliğe gidilmesi planlanan bir başka konu ise Merkez Komite ve Organizasyon komitesinde yer alan üye sayısıdır. Afrika kökenli Kübalılar ile kadınların Merkez Komite içerisinde daha fazla orana sahip olması ve üye sayısının artırılması gerektiği kabul edildi. Aynı zamanda devrimden bu yana Merkez Komite’de ve Parti de bulunanların yaşlanması ve görevlerine devam edemeyecekleri gerçeği ve değişen dinamikler Komite ve Parti üyelerinin gençleştirilmesi gerektiği tartışıldı.
Aynı zamanda üst düzey siyasetçilerin ve devletin önemli kademelerinde yer alacakları görev süreleri iki defa beş yıl olarak sınırlandırıldı.
Makro Ekonomik Politikalar
Ekonomi politikaları en tartışmalı taslaktı. Gelen öneriler sosyalizme uygun ve halkta şok yaratmayacak yumuşak geçişli uygulamalar olmalıydı. En çok tartışılan konulardan birisi karne sistemiydi. Karne sistemi konusunda işlerliği açısından özeleştiriler yapıldı.
Karne sistemi 11 Milyon Kübalıya eşitlikçi bir yaklaşımda bulunmak amacıyla tasarlandığından yeni doğan çocuklara kahve tahsisi ya da insanların sigara kullanıp kullanmadığına bakılmaksızın herkese puro ve sigara tahsisi yapmak gibi bazı sorunları da beraberinde getirmesi tartışıldı. Tartışmalarda karneyi hemen kaldırmaktan kategorileştirerek yiyecekle beraber sanayi ürünlerini de kapsamasına kadar bütün uç noktalarda öneriler geldi. Daha yüksek gelir imkânlarına sahip olanların karne sisteminden çıkartılması da öneriler arasındaydı.[4]
Ekonomik önlemlerin arasında işçilerin yeni sisteme göre istihdam edilmesi ve kaydırılması gerçekleştirilmiştir. Temel amaç son derece kırılgan olan ekonomiyi korumak ve canlandırmak, ayrıca bunu yaparken de hiç bir Kübalıyı mağdur etmemek ve işsiz bırakmamaktır.
Yine Raul Castro’nun önerileri arasında, özel sektöre açılım, kamu sektöründe istihdamın daraltılması, devletin yaptığı para yardımlarının azaltılması gibi maddeler yer alıyor
Değerlendirme
14 yıl aradan sonra toplanan 6. Kongre kelimenin tam anlamıyla Küba’da değişimin göstergesi oldu. Küba ile adı özdeşleşmiş, bütün bir hayatını ülkesine adamış olan Fidel Castro’nun yokluğu ilk gösterge olmuştur. Yoldaş Fidel artık Küba siyasetinden tamamen çekilmiştir. 1959’dan beri yönetimde olan Castro’nun çekilmesi tamamen ülke içindeki siyaseti derinden etkileyecektir.
Fakat Fidel Castro’nun dünyayı takip eden duyarlı görüşleri kardeşi Raul Castro’da da bulunmaktadır ve bu yüzden artık ülkede köklü değişiklikler yapılmasının vaktinin geldiğini görmüştür.[5]
Sosyal Politikalar, Makro Ekonomik Politikalar, İnşaat, Ev ve Su Kaynakları Politikaları, Ulaşım Politikası ve Ekonomi Yönetim Modeli başlıkları altında çok sayıda öneri değerlendirmeye alınmış; sosyalizm ve devlet ideolojisi tehlikeye atılmadan Küba vatandaşları için en iyi olacak yenilenme önerileri gündeme getirilmiştir.
Küba şüphesiz ki değişen dünya dinamiklerine ayak uydurması gerekliliği gerçeğinden yola çıkmıştır. Bu derece kapsamlı bir değişim eğer başarılı bir uygulama ile birleşirse, Küba geleceğin örnek ve güçlü Latin Amerika ülkelerinden biri olacaktır. Bu durum aynı zamanda kapitalizmden başka iyi alternatiflerinde olabileceğini dünyaya gösterebilir.
Yeni, daha modern, ekonomisi gelişmiş ve sosyal sorunlarını çözmüş bir Küba bütün Latin Amerika’ya yol gösteren model ülke konumuna gelecektir. Zaten sosyalizme yatkın olan Latin Amerika’da sol ve sosyalist akımların güçlenmesine sebep olacaktır. Birleşik Devletler’in etrafında, Küba’dan başka ve Küba’yı örnek alan devlet sayısı artacaktır. Bu duruma Birleşik Devletler’in vereceği tepkinin sert ve olumsuz olacağı aşikârdır. Devrimin korunarak güçlenmesi ileriki yıllarda Amerika’nın başını ağrıtabilir, yeni Latin Amerika politikalar geliştirmek zorunda kalabilir ve en önemlisi dikkatini ve enerjisini diğer bölgelerden çekerek Latin Amerika’ya kaydırabilir.
Aslıhan BAŞER
Akdeniz Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
Filistin’de İkili Yapı Sona mı Eriyor?
El Fetih-HAMAS Anlaşması
Filistin’de 2006 yılında gerçekleşen parlamento seçimlerinde HAMAS’ın kazandığı zafer sonrasında El Fetih ve HAMAS arasında yaşanan gerilim HAMAS’a uygulanan ambargo ile artmıştı. Buna paralel olarak HAMAS, seçimden bir yıl sonra gerçekleştirdiği bir darbe ile Gazze Şeridi’nde kontrolü ele geçirmişti. Böylece Filistin yönetimi içinde, HAMAS kontrolündeki Gazze ve El Fetih kontrolündeki Batı Şeria olmak üzere ikili bir yapı ortaya çıkmıştı. İlerleyen yıllarda, iki partinin koalisyon hükümeti ile bölgeyi yönetme girişimleri de başarısızlıkla sonuçlanmış ve Gazze Şeridi ile Batı Şeria yönetimleri 2007 yılında birbirinden fiilen kopmuştu.
Toplumsal Varoluş Mitingleri
28 Ocak’ta Kıbrıs’ta gerçekleşen Türkiye karşıtı eylem gözlerin bir anda bütün gözleri Kıbrıs’a çevirdi. Bu olay uzun zamandır gündemde olmayan ve belli bir çözümsüzlük içerisinde olan Kıbrıs’ı tekrar tartışmaya açtı. Olayın meydana gelmesindeki en büyük neden adaya uygulanan ekonomik yaptırımlar neticesinde halkın artık kendi bağımsızlıklarını sağlama isteği olarak gösterildi.