İzlanda’da kül püskürtmeye başlayan Grimsvötn Yanardağı yüzünden birçok hava yolu, İskoçya ve Kuzey İngiltere’ye olan uçuşlarını askıya aldı. İzlanda’daki Grimsvötn yanardağının sebep olduğu kül bulutları Avrupa’da hava trafiğini olumsuz etkiliyor.
Sömürgecilere Boyun Eğmeyeceğiz
Suriye Hükümeti, Avrupa Birliği’nin Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ı hedef alan yaptırımlarını kınadı ve ambargonun Suriye halkına zarar vereceğini belirtti.
Filistinlilerin Hayal Kırıklığı
Haaretz gazetesi, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın ABD Başkanı Barack Obama’nın açıklamalarından büyük hayal kırıklığına uğradığını belirtti ve Filistin tarafının önümüzdeki bir kaç ay içinde, hatta Obama’nın görev başında olacağı dönemde de barış sürecinin ilerlemesinin mümkün olmadığı kanısında olduğunu bildirdi.
Türkiye 1 Milyon 300 Bin Euro Ödeyecek
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “Türklerin Kıbrıs’ın kuzey bölümünü işgal etmesinin ardından Loizou ve diğer başvuru sahiplerinin evleri ve mülklerinden mahrum edildikleri dolayısıyla mülkün korunması ve
Türkiye ve Arap Baharı
Arap Baharı dördüncü ayına girerken sorunlarla yüzleşiyor ama aynı zamanda fırsatlarda sunuyor. Libya, Yemen ve Suriye’deki aksiliklere rağmen demokratik dalga Ortadoğu’nun politik manzarasını değiştirmeye başladı bile. Filistin’in El Fetih’i ile Hamas’ı arasında 3 Mayıs tarihinde Mısır’da imzalanan ulusal uzlaşı anlaşması bu değişimin önemli sonuçlarından birisidir. Diğer önemli gelişmelerin gerçekleşeceği kesindir ve Türkiye bu gelişmelerden yararlanmayı beklemektedir. Nitekim Arap Baharı Türkiye’nin Arap dünyasındaki pozisyonunu zayıflatmaktan çok güçlendirmekte ve Türk Dış Politikası’nın yeni stratejik itme gücünü haklı çıkarmaktadır.
Türkiye’nin Arap Dünyası’nda farklı hükümetler ve siyasi gruplarla ilgilenme/görüşme politikası Ortadoğu Siyaseti’ni dönüştürdü. Türk yetkililer çeşitli vesileler ile Arap Dünyası’ndaki değişimin kaçınılmaz olduğunu, adalet, özgürlük ve refah gibi halkın meşru taleplerini karşılaması gerektiğini ifade ettiler. Dahası değişimin şiddet olmaksızın meydana gelmesini ve çoğulcu demokrasiye barışçıl geçişin sağlanmasını belirttiler. Başbakan Erdoğan devam etmekte olan mücadeleler patlak vermeden önce Libya’da bunu başarmaya çalıştı. Erdoğan’ın sessiz ve sahne arkası diplomasisi Kaddafi sonrası döneme huzurlu bir geçişi sağlamak içindi. Bu tedrici yaklaşım, Arap Dünyası ve 900 kilometrelik sınırı paylaştığı Suriye’de dâhil olmak üzere Türkiye’nin Arap dünyasında reform ihtiyacı ile ilgili ilkeli politikasını tamamlamaktadır.
Son on yılda Türkiye Ortadoğu ülkeleri ile hükümetler ve kamuoyu ile ilişkilerin iyileştirilmesini hedefleyen farklı bir ilişki geliştirdi. Nitekim Arap Dünyasında ilişkilerini iki düzeyde de geliştirmeyi sağlayan tek ülke muhtemelen Türkiye’dir. Bu sorumlu politika Türkiye’nin bölgedeki rolünü yükseltme sürecinde çeşitli yollarla kazanç olarak geri döndü. Farklı siyasi eğilimlere sahip Arap entelektüelleri, aktivistleri ve gençleri bazılarının “Türkiye Modeli” olarak tanımladığı şekilde Türkiye’ye ilgi yakın ilgi duymaya başladı. Türkiye’nin istikrarlı demokrasisi, büyüyen ekonomisi ve proaktif dış politikası ülkenin başarılarıyla birlikte bölgede yumuşak gücünü arttırdı. Bu, Arap dünyasında, Türkiye’nin İslam, demokrasi ve ekonomik kalkınmayı nasıl uzlaştırdığı konusunda canlı bir tartışma yarattı. Bu tartışma daha da önemlisi Arap ülkelerinin 21. Yüzyılda kendilerini nasıl yeniden yapılandıracağı konusuna evirildi.
Arap dünyasında hükümetler ve halk arasındaki büyüyen uçurum sürdürülemez bir açık haline geldiği noktada bu ülkelerde yeniden önem kazanırken Türkiye deneyimi dikkat çeker bir önem kazanmıştır. Arap Baharı farklı ülkelerde farklı hızlarda ilerledikçe Türkiye Arap hükümetlerini gerçek bir reform yapamaya teşvik etmeye devam ediyor. Araplar diğer insanlar kadar özgürlük, güvenlik ve refah hak ediyorlar ve Türkiye demokratik, çoğulcu ve zengin Arap dünyasını kazanmak için direniyor. Demokratik bir çağ Arap dünyasına kendi eylemlerinin yazarı olmak için bir şans vermeyi vaat ediyor. Aynı zamanda Araplara Batı ile ilişkiler için eşitlik ve ortaklığa dayalı –Türkiye’nin sembol haline geldiği- yeni bir paradigma geliştirmelerini sağlayacak fırsat yaratıyor.
Sonuç olarak Türkiye’nin Ortadoğu’daki çekici politikası –bazıları tarafından aşırı, tartışmalı ve hatta terörist olarak nitelenen- en azından bu güçlerin bazılarının ana akım siyasetin içine girmesinde önemli bir rol oynamıştır. Mısır, Tunus ve Filistin topraklarındaki ve başka yerlerdeki yeni siyasi gerçekler göz önüne alındığında bu aktörlerin önemlilerinin daha fazla gizli yada yasadışı olmadıkları görülecektir. Sadece Mısır’da Müslüman Kardeşler, Tunus’ta El Nahda ve Filistin’de Hamas gibi kendi saygın ülkelerinin geleceklerinde önemli ve meşru rol oynayacak olan örgütlerden bunu anlayabiliriz. Bu, Amerikalı ve Avrupalıların tıpkı Türkiye’nin yaptığı gibi alenen ve doğrudan bu gruplarla ilişki kurmaya ihtiyacı olduğu anlamına gelir. Sonuç olarak onlar artık Arap dünyasında ortaya çıkan yeni düzenin birer parçasıdır.
Demokratik ve müreffeh bir Arap dünyası Türkiye’nin bölgedeki duruşunu zayıf değil güçlü kılacaktır.
Doç. Dr. İbrahim Kalın
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Baş Danışmanı
İngilizcesi için: http://www.project-syndicate.org/commentary/kalin2/English
Çeviren: Burak YALIM
Kerkük’teki Siyasi Denklem ve Son Şiddet Olaylarının Analizi
Irak’taki siyasi ortam, hükümetteki anlaşmazlıklar ve ABD askerlerinin çekilmesine ilişkin tartışmalarla meşgul olurken Kerkük’te yaşananlar Irak’ı yeniden eski karanlık günlerine dönüştürebilir. Şiddet eylemleri ve istikrarsızlık Irak’la özdeşleşirken ülkenin sorunlu kenti Kerkük, son dönemde yine siyasi ve terörist saldırılarla yeniden gündemin ilk sırasını aldı. Kerkük’te 19 Mayıs 2011 günü eş zamanlı 3 patlama meydana geldi. İlk belirlemelere göre patlamalar sonucu 30 kişi hayatını kaybetti ve 90’dan fazla kişi yaralandı. Patlamalarda güvenlik güçleri hedef alınırken bombalı araçlardan birinin Irak Türkmen Cephesi (ITC) Kerkük Milletvekili Jale Neftçi’nin evinin yakınında patlaması, ITC Başkanı ve Kerkük Milletvekili Erşat Salihi’nin Kerkük’teki evine yapılan saldırı sonrasında yeniden Türkmen siyasetçilerin hedef alındığı sorusunu akıllara getirdi. 23 Mayıs 2011 Pazartesi günü de Kerkük şehir merkezinde Kerkük’e bağlı Reşad Kasabası Polis Müdürü Ahmet Abdülgaffur’un konvoyuna düzenlenen bombalı saldırıda 2 sivil hayatını kaybederken kendisi ve 11 kişi yaralandı. Ayrıca patlamaların Iraklı güvenlik güçlerinin yeterliliğinin tartışıldığı dönemde ve ABD’nin kullandığı Kerkük’teki Al-Bakara Üssü’nün Iraklılara devredilmesinden hemen sonra gerçekleştirilmesi de manidar.
Uluslararası Bakış: Ege’de Yeni Bir Kriz mi?
Bugünlerde gündemin en çok tartışılan hususlarından biri de Demokrat Parti Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek’in gündeme getirdiği Ege Denizi’ndeki Bulamaç ve Eşek Adaları’nın Yunan askerleri tarafından 2004 yılından bu yana işgal altında tutulması meselesidir. Bu iki adanın statüsü, Türkiye ile Yunanistan arasında sürekli bir gerginliğin yaşanmasına neden olan adalar ve karasuları meselesi ile ilintili olduğu için çözümü de oldukça güç bir sürece işaret etmektedir. Tabii sorunun asıl kaynağının Yunan Devleti’nin Ege Denizi’ndeki yayılmacı emellerinden bir türlü vazgeçememesi olduğu da ortadadır.
Cami Baskını ve Bulgaristan’da Yükselen Irkçılık
Cuma günü (20 Mayıs 2011) Sofya’daki Banyabaşı Camii’nde meydana gelen ırkçı saldırılar gün geçtikçe hoşgörünün daha da önem kazandığı çağımızda Bulgaristan’ın daha az toleranslı bir topluma doğru eviriliyor olduğunun en açık göstergesidir. Avrupa’da esen ırkçılık ve yabancı karşıtlığı rüzgarlarından fazlasıyla etkilenen Bulgaristan, Temmuz 2009’da yapılan parlamento seçimlerinin ardından iktidara gelen Boyko Borisov hükümeti döneminde benzer tartışmalarla sürekli gündemdeki yerini korumdu. Bulgaristan Devlet Televizyonundaki 10 dakikalık Türkçe yayınların kaldırılması, Balkan Savaşları öncesinde ve esnasında Türkiye’den göç eden Bulgarların Türkiye’de bıraktıkları mal ve mülkleri için tazminat ödenmesi talebi, Türkiye’nin AB üyeliğinin referanduma götürülmesi, müftülük krizi, seçim yasası değişikliği bunlardan sadece birkaçıdır.
Bilgi Neden Ceza Gerektirir?
“Bilgi” kavramı tarih boyunca hep sorun olmuştur. Bu sonunun özünde hem bilgi edinme araçları ve amaçları hem de bilgiyle edinilen sonuç ve bilginin neye yarayacağına dair kaygılar ve endişeler yatmaktadır. Bazen yönetimler, bazen insanlar, bazen dinler bilginin sınırlarına dair kurallar ortaya koymuş, kimisi bilgiyi teşvik etmiş, kimi yasaklamış kimi de sınırlamıştır. Bu sınırları koyarken de bilginin gerekli olanı ve olmayanı ya da meşru olanı veya olmayanı konularında ayırımlar yapmış ve bilginin bir tehdit alanı olduğu düşüncesiyle kimileri bir kısım bilgi unsurlarını insanın kapsama ya da kavrama alanı dışına çıkarıp kendilerine koruma alanları oluşturmuştur.
Kimi devirlerde -şimdi olduğu gibi- hakim güçler bilinmemesi gereken bilgilerden bahsetmişler veya kendilerini alaşağı edeceği düşüncesi ile bilgi yerine ilgiyi oturtup yani bilgiye giden rayları makaslayarak ilgiye kaydırmıştır insanları. Makaslamaya rağmen bir yolunu bulup bilgiye ulaşanları ise cezalandırma yoluna gitmişlerdir. Bu bilginin bir kısmı doğaya ve doğaüstü unsurlara, bir kısmı da bizzat insanın kendisine dair olan bilgilerdir.
Bilginin fikre tahvil edilmesi, nadasa bırakılan beyinlerin fikir filizlerine beşiklik etmesi, fikir sahiplerinin bedenlerine dünyayı zindan, sürgün ve mezar etmiştir. Lakin, buna rağmen fikirler hem bedenin mezarlıklarını hem de zindanlarını aşmış, yaşamaya ve hürriyete dair maniaları tek tek yırtmış, asırları aşarak sonraki nesillere intikal etmiştir. Bilginin ve fikrin önündeki engelleri koyanlar ise ademe mahkûm olmuştur.
Bilgiye vurmak isteyenler ya onun gerçekliğini ya dayanağını ya da onu edinmenin özündeki “merak” kavramını cezalandırmak suretiyle meşru gördükleri şu veya bu statükoyu devam ettirmek böylece iktidarlarını devam ettirmek niyetini izhar etmişlerdir.
Yahudi-Hıristiyan geleneğinde bilgiyle ilgili sorun Tevrat’ın daha ilk sayfalarında ortaya çıkar. Bilgi ile iktidar arasındaki bağlantı açık bir çatışma alanına dönüşür. Bilgi bir iktidar unsuru olur, hem psikanalitik hem epistemolojik hem de ideolojik anlamda. Bilgi bir sembolik fallustur yani; bilgisizlik ise bir cendere, bir fanus. Tekvinde geçtiği şekliyle Yehova’nın insanları öncelikle bezeyip donattığı ve mükemmelen kullanımlarına sunduğu cennetten kovulmasını temel sebebi, insana koyduğu yasakla ilgilidir. O yasak, yılanın Havva’yı, Havva’nın Âdem’i teşvik etmesi sonucu yenilen “iyilik ve kötülüğün bilgisi”dir. Böylesine bir yasak ağaçtan yenilmesi Yehova için kendi iktidar alanına müdahale gibidir ve ilk müdahalenin kadından gelmesi de ayrıca bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim insanlar meyveyi tattıklarında “insan bizden biri oldu” der.
Yani Yehova tanrısallığı bilgi ve dolayısıyla iktidar ile özdeşleştirmekte ve onu tadan inanı ise bahşettiği cennetten kovmaktadır. Ona göre diğer tanrısallık unsuru olan şey ise “ölümsüzlüktür” bu da diğer ağaçla yani “hayat ağacı” ile ifade edilmektedir. Birinci ağacı insanların ihlal ettiklerini görünce Yehova, ikinci ağacı derhal koruma altına alır ki böylece tanrısallığın diğer yarımküresinden insanları mahrum kalsınlar. İnsanın ödediği bedel ağır olur; cennet gitmiş, acı, meşakkat ve ölüm gelmiştir yerine. O bir tarihe mahkûm, tarihsel varlıktır artık…
Greko-Romen geleneğinden bilginin ilk defa sorun şeklinde ortaya çıkması Hesiod ile başlar. M.Ö. 9. asırda yazılan Theogony’de, daha önce babasını tahtından indiren ve “tanrıların tanrısı” ve “insanların tanrısı” olan Zeus, daha sonra yarı tanrı olan Prometheus’u “tanrılardan” ateşin bilgisini alıp insanlara verdiği için acılara maruz bırakır. Bir anlamda teknolojik bilgi, dil, muhayyile ve şuur anlamına gelen ateş, Prometheus’un asi ilan edilip kardeşi Epimetheus’a da Pandora’nın musallat olmasına yol açar. Pandora’nın sepetinin açılması dünyadaki bütün kötülüklerin, acının ve meşakkatlerin nedeni olan bir “hediye”dir insanlığa. İroni’nin en acı örneklerinden olan Pandora hikâyesi, psikanaliz doğrultusunda okununca ortaya GR ve YH geleneklerini birleştiren bir mefhum ortaya çıkar: Pandora ve Havva’nın düşüncesizce istihdam ettikleri “merakları” hem kendilerine hem insanlığa bela getirmiştir. Bu meraklar sepet açma ve meyve tatma şeklinde sembollere bürünen meraklarını giderme usulleridir. Çünkü kadın insana bilgi yolunu açmakla kalmamış, ıstırap tünellerini de kazmıştır geleneğe göre.
Burada bitmez tabii. Nuh tufanından sonra insanların yeni şehirler imar etmesi, bir anlamda Yehova’nın yarattığı dünya içinde insanların kendi dünyalarını yaratması olarak algılandığından Yehova bunu kendisine yönelik bir başka tehdit ve bilgi ve teknoloji birikimi olarak algılar. “Teknoloji,” yapım ve yaratma bilgisidir. İnsanlar arasındaki birikim dil ile taşınıp kaydedildiğinden dolayı Yehova Babil’deki insanların dillerini, dolayısıyla zihinlerini, entelektüel ve fiziki coğrafyalarını ve netice olarak güç birlikteliklerini bozar. Babil kulesi burada bir fallik sembol olarak algılanması gereken bir iktidar temrinidir. Yehova inananları kendisine rakip görmekte, sarsılan iktidar alanını muhafaza ve müdafaa etmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda Yehova hem diğer tanrı ve insanlara karşı devamlı teyakkuz halinde olan Zeus hem de kendi halkından gelebilecek tehlikeleri idaresi altındaki halkından aldığı güçle bastıran Firavun’un rollerini üstlenir.
Yehova’nın korkusu kendi iktidarına dair meşruiyet kaygılarıdır. Küresel siyasetin korkularına ne kadar da benziyor değil mi?
Metin Boşnak
http://www.haber7.com/haber/20110522/Bilgi-neden-ceza-gerektirir.php