Home Blog Page 48

Haftanın Öne Çıkanları

0

LÜBNAN KRİZİN EŞİĞİNDE (07.07.2021)


Orta Doğu’nun Paris’i olarak bilinen Lübnan’da uzun süredir ekonomik kriz hakim. 2020’de meydana gelen Beyrut Limanı patlaması ve Covid-19 salgını krizi daha da belirginleştirdi. 2019’dan bu yana yüzde 90 değer kaybı yaşayan Lübnan para birimi, kaynakların tükenmesinde de büyük rol oynadı.  

Ülkede yaşanan elektrik kesintilerine her geçen gün uzayan benzin kuyrukları ekleniyor. İşsizliğin hızla artması ise halkı yoksulluğa sürüklüyor. İthalatta daralma yaşayan Lübnan’da halk, ilaç bulmakta dahi zorlanmaya başladı.  

2018’de 55 milyar dolar olan Lübnan gayrisafi yurtiçi hasılası, 2020’de yüzde 40 azalarak 33 milyar dolara geriledi. Dünya Bankası ise normal şartlarda savaş sonucu yaşanabilecek bu gerilemenin Lübnan’da ağır borç yükünden kaynaklandığını açıkladı. Yaşam standartlarını olumsuz etkileyen bu mali krizin 1800’lerden bu yana dünyada yaşanan en şiddetli üç krizden biri olduğu söyleniyor.

Üzerinden 42 yıl geçmesine rağmen hala iç savaşın izlerini taşıyan Lübnan, ekonomik krizin yanı sıra siyasal krizle de boğuşuyor. Lübnan’ın birçok dini ve etnik yapıya ev sahipliği yapması siyasi çıkmaza sebep oluyor. Kabinesi geçen yıl istifa eden Lübnan Başbakanı Hassan Diyab, siyasi anlaşmazlıklardan dolayı yeni hükümet kuramıyor. Ülkenin sosyal patlamanın eşiğine gelindiğini savunan Diyab, devletin içinde bulunduğu durumu “yolsuzluk sistemine” bağladı.

Kaynak: AA, BBC

 

SREBRENİTSA KATLİAMI’NIN 26. YILINDA 19 KURBAN DAHA DEFNEDİLECEK (10.07.2021)

1995 Bosna Savaşı’nda Sırplar tarafından katledilen Srebrenitsalı Müslümanlar için tutulan yas bitmiyor. İnsanlık tarihinin en büyük dramlarından biri Srebrenitsa soykırımına kurban giden 19 kişinin daha kimliği belirlendi. Kurbanların naaşı katliamın 26. yılında toplu cenaze töreniyle defnedilecek.

Savaştan bu yana ülkenin 570 ayrı noktasında cansız bedenlere rastlandı. Boşnaklar, savaşın ardından yıllar geçmesine rağmen toplu mezarlarda yakınlarını aramaktan vazgeçmiyor. Kimliği belirlenen kurbanlar ise her yıl 11 Temmuz’da Potoçari Anıt Mezarlığı’nda düzenlenen törenle toprağa veriliyor.

Bosna Hersek Kayıp Kişiler Enstitüsü Sözcüsü Emza Fazlic’in verdiği bilgiye göre bu yıl kimliği belirlenen 19 kurban arasındaki en genç kişi 17 yaşındaki Fikret Kiveric. İçlerinde 24 yaşında katledildiği tahmin edilen Zilha Delic adında genç bir kadın da var. Potoçari Anıt Mezarlığı’na bugüne dek defnedilen soykırım kurbanı sayısı ise 6 bin 652.

11 Temmuz’da gerçekleşecek törenden önce soykırımı lanetlemek ve ölenleri anmak için çeşitli etkinlikler düzenlenecek. Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’dan yola çıkacak grup 280 kilometrelik barış yürüyüşünün sonunda 11 Temmuz’daki anmaya katılacak. Viyana’dan yola çıkacak bir diğer grup ise Srebrenitsa kurbanları için bisikletle 1200 kilometrelik yol kat edecek.

Kaynak: AA

 

Hazırlayan: Gizem GÜVEN – TUİÇ Akademi İçerik Editörü

ULUSLARARASI SERTİFİKALI ONLİNE YAZ STAJI BAŞVURULARI AÇILDI!

0

 TUİÇ Akademi Online Staj (O-Staj) programı 2016 yılından itibaren faaliyet göstermektedir.  Online Staj (o-Staj) Programı, klasik yöntem ve metotlarla “fotokopi çekme” mantığına dayanan staj anlayışının yerine; araştırma, sunum ve akademik yazma becerileri kazandıran, bireylerin özgüven, self-disiplin ve girişimcilik bilincini yükselten ve dinamik bir sosyal ağa dahil olmasına imkan tanıyan bir online eğitim modelidir. Avrupa Yüksek Öğretim ve Akreditasyon Ajansı (EAHEA) tarafından akredite kuruluş olarak kabul edilmiştir.

Program katılımcılara şu imkanları sunmaktadır;

  • Metodoloji eğitimi ile akademik araştırma yöntemlerine ait temel bilgileri edinme
  • Makale okuma ve tartışmaları ile özgür ortamda fikirlerini paylaşabilme
  • Film-Kitap-Belgesel analizi ile yazma becerilerini kazanma ve geliştirme
  • Araştırma yazısı ile seçtiği alanda akademik araştırma tasarlayabilme, veri tabanlarına ulaşarak bilgileri tasnif etme ve yazılarını geniş kitlelere ulaştırma imkânına sahip olma
  • Online sunumlar ile kitleler önünde konuşma ve sunum becerilerini geliştirme
  • Röportaj yaparak akademisyen/uzmanlarla doğru iletişim kurmayı ve süreç yönetimini öğrenme
  • Uzman, akademisyen ve ilgili kişilerin içinde olduğu sosyal ağa (network) dâhil olma
  • Farklı üniversite, bölüm ve şehirlerden arkadaşlarla ekip çalışması gerçekleştirme
  • Başarılı bir program sonunda elde edeceği uluslararası onaylı staj sertifikası ile özgeçmişini güçlendirme

 

Program İçeriği:

  1. Metodoloji Eğitimi
  2. Makale Tartışmaları
  3. Araştırma Yazısı
  4. Belgesel/Film Analizi
  5. Röportaj
  6. Online Seminer Programı

Online Staj Programları:

  • Diplomasi Çalışmaları
  • European Studies
  • Gender Studies
  • Göç Çalışmaları
  • İstihbarat Çalışmaları
  • Psikoloji Çalışmaları
  • Sivil Toplum Çalışmaları
  • Siyasal Düşünceler
  • Sosyoloji Çalışmaları
  • Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları
  • Türk Siyasal Hayatı
  • Uluslararası Hukuk
  • Uluslararası İlişkiler Teorileri
  • Uluslararası Örgütler

 

*Her bir staj programına en fazla 20 kişi kabul edilecektir. 

*Kontenjanlar sınırlıdır.

Süre: 5 Hafta

Ücret: 350 TL

 

Online Staj Takvimi:

Başvuru ve Ödeme Tarihi: 09.07.2021 – 06.08.2021

Staj Başlangıç: 09.08.2021

Staj Bitimi: 12.09.2021

Uluslararası Onaylı Staj Sertifikası Onaylanma Süreci: 13.09.2021 – 26.09.2021

Uluslararası Onaylı Staj Sertifikası Gönderimi: 27.09.2021

 

* Başvuru ve ödeme işlemleri www.o-staj.com üzerinden yürütülmektedir. Öncelikle siteye üye olup başvurunuzu yapmanız gerekmektedir. Kabul almanız durumunda ödemeyi site üzerinden yaparak kaydınız tamamlanmaktadır.

Detaylı Bilgi: www.o-staj.com 

 

Türk Siyasal Hayatında 1960 ve 1980 Askeri Darbeleri: Nedenleri, Sonuçları ve Etkileri

Özet

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde çok partili seçim sistemine geçilen 1946’dan bugüne dek; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 1960, 1971, 1980 ve 1997 yıllarında parlamenter yönetime müdahale ettiğini, hemen hemen her 10 yılda bir darbeci gelenek tarafından demokrasinin kesintiye uğratılmasının söz konusu olduğunu görmekteyiz. Askeri darbelerin kökenine inmeyi amaçlayan bu makalede; Türk toplumu ve demokrasi tarihi açısından kimi zaman kara leke olarak görülen kimi zaman tek çare olarak adlandırılan askeri darbelerden en çok ses getirenleri, Türk toplumunun karşılaşmış olduğu ilk darbe olan 27 Mayıs 1960 askeri darbesi ve halkın belirli bir kesiminin desteğini arkasına alan 12 Eylül 1980 askeri darbesi incelenecek ve bu darbelerin nedenleri, sonuçları ve Türk toplumu üzerinde bıraktığı etkileri nelerdir gibi sorulara cevap aranacaktır.

 

Anahtar Kelimeler: Türk Siyasal Tarihi, Demokrasi, Yönetim, 1960 Askeri Darbesi, 1980 Askeri Darbesi.

Özet

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde çok partili seçim sistemine geçilen 1946’dan bugüne dek; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 1960, 1971, 1980 ve 1997 yıllarında parlamenter yönetime müdahale ettiğini, hemen hemen her 10 yılda bir darbeci gelenek tarafından demokrasinin kesintiye uğratılmasının söz konusu olduğunu görmekteyiz. Askeri darbelerin kökenine inmeyi amaçlayan bu makalede; Türk toplumu ve demokrasi tarihi açısından kimi zaman kara leke olarak görülen kimi zaman tek çare olarak adlandırılan askeri darbelerden en çok ses getirenleri, Türk toplumunun karşılaşmış olduğu ilk darbe olan 27 Mayıs 1960 askeri darbesi ve halkın belirli bir kesiminin desteğini arkasına alan 12 Eylül 1980 askeri darbesi incelenecek ve bu darbelerin nedenleri, sonuçları ve Türk toplumu üzerinde bıraktığı etkileri nelerdir gibi sorulara cevap aranacaktır.

 

Anahtar Kelimeler: Türk Siyasal Tarihi, Demokrasi, Yönetim, 1960 Askeri Darbesi, 1980 Askeri Darbesi.

Balkan Bülteni /5-7 Temmuz

0

 

 Arnavutluk

AB’den Arnavutluk’a Uyarı!

  • Görsel-İşitsel Medya Otorite Kurulu / AMA (Audiovisual Media Authority), Arnavutluk’taki televizyon ve radyo yayınlarını denetleyen başlıca kurumdur. Başbakan Rama’nın 2019’da verdiği bir önergede, AMA’nın çevrimiçi hakaretle ve nefret suçlarıyla mücadele etmesi hususunda görev ve yetkilerinin genişletilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
  • AMA’nın yönetim kurulu üyeleri aynı zamanda iktidar tarafından önerildiğinden pek çok kez siyasi önyargılara sahip olduğu konusunda muhalefet tarafından eleştirilmektedir. Geçtiğimiz günlerde Başbakan’ın yakın isimlerinden biri olan Armela Krasniqi’nin AMA’nın başına geçeceği iddiası tartışmaları tekrardan ateşledi.
  • Tiran’daki Avrupa Birliği ofisi, Arnavutluk’un ana medya düzenleyici organının başkanının siyasi tarafsızlığına dair endişelerini dile getirdi. Yapılan açıklamada, “medya düzenleyici otoritelerin tarafsız, şeffaf ve herkes tarafından tanınan bir meşruiyetle çalışması gerektiği” ve kurumun “işin tarafsız, profesyonel ve çoğulcu doğası hakkında şüphe olmaması gerektiği” vurgulandı.

Kaynak: BalkanInsight

Tarih: 07.07.2021

 

Kosova

Kosova Meclisi Srebrenitsa’daki Soykırım Kararını Kabul Etti

  • Temmuz 1995’te, Bosnalı Sırp güçleri tarafından yapılan katliamda Srebrenitsa’dan 7.000’den fazla Boşnak erkek ve erkek çocuk öldürülmüştü ve 40.000’den fazla kadın, çocuk ve yaşlı sınır dışı edilmişti.
  • Kosova Meclisi ise Srebrenitsa soykırımının inkârını kınayan kararı kabul etti. 89 milletvekili kararın kabulüne oy verdi, kimse karşı çıkmadı ve çekimser kalmadı.
  • Karara göre; Sırp devletinin Bosna halkına karşı Srebrenitsa’daki soykırımı ve tüm insan hakları ihlalleri ve ayrıca kurbanları aşağılamak ve Srebrenitsa’nın kimliğini gizlemek için Srebrenitsa soykırımını kasten ve alenen inkâr etme eğilimleri şiddetle kınanmaktadır.
  • Karar aynı zamanda, 11 Temmuz’u ‘Srebrenitsa Soykırımı Anma Günü’ olarak ilan etti.
  • Meclis ayrıca, Bosna-Hersek Srebrenitsa’daki soykırımı inkar ettiği için Adalet, İnsan Hakları ve Azınlık Bakanı Vladimir Leposaviç’i görevden aldı.
  • Kosova Başbakanı Albin Kurti, Srebrenitsa hakkındaki kararın kabul edilmesinin “asil ve uygun bir eylem” olduğunu söyledi.
  • Kurti, “Suçunu kabul etmeyen ve özür dilemeyenler, içten içe haklı olduklarına inanırlar” dedi.
  • Boşnak nüfusun yaşadığı Peja yakınlarındaki Vitomirica’da soykırımının kurbanları için bir anıt plaket inşa etmek için de çalışmalara başlandı. Proje, Boşnak Milletvekili Dude Balje tarafından finanse edildi.

Kaynak: Balkan Insight

Tarih: 07.07.2021

 

Sırbistan

Sırbistan Cumhurbaşkanı: Çin Komünist Partisi yüz yılda insanlığı değiştirdi

  • Çin Komünist Partisi yüzyılı, insanlık tarihindeki en büyük değişimlerin yüzyılıdır. Bu, Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic tarafından 6 Temmuz’da ÇKP’nin yüzüncü yılı münasebetiyle çevrimiçi bir zirvede yaptığı konuşmada duyuruldu.
  • Vucic, bir yüzyıl boyunca Çinli liderlerin “insanlık tarihindeki en büyük toplumsal kalkınma ve yoksulluğu ortadan kaldırma projesini’ hayata geçirdiklerini söyledi. Sırp lider, dünyada bu tür sonuçlarla övünebilecek başka bir organizasyon olmadığını” da sözlerine ekledi.
  • Vucic, “700 milyondan fazla Çin vatandaşı yoksulluktan kurtarıldı ve sadece birkaç on yıl içinde devlet uluslararası toplumdan yardım alan gelişmekte olan bir ülkeden bir dünya gücüne dönüştü” dedi.
  • Vuciç, Çin’in Sırbistan’ın egemenliği ve toprak bütünlüğüne verdiği desteği övdü. “Siyasi, ekonomik, kültürel ve diğer çeşitli bağlarımızı yıldan yıla derinleştirmeyi amaçlıyoruz” dedi.
  • Sırbistan’ın Çin yatırımlarının da yardımıyla bir dizi altyapı projesini hayata geçirmeyi planladığını hatırlatalım. Çin devleti Sırbistan’a aktif olarak yatırım yapıyor – Çin sermayesinin katılımıyla fabrikalar ülkede faaliyet gösteriyor ve ticari ilişkiler gelişiyor.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 06.07.2021

 

Belgrad ile Priştine arasındaki müzakereler Brüksel’de başladı

  • Brüksel’de, 7 Temmuz’da yerel saatle öğle saatlerinde, ilişkilerin normalleştirilmesi konulu bir diyalog kapsamında Belgrad ve Priştine’den uzman heyetler toplantısı başladı.
  • AB’nin Belgrad ve Priştine Diyalog Özel Temsilcisi Miroslav Lajcak, Avrupa Dışişleri Ofisi binasındaki üçlü toplantıya katılıyor.
  • Daha önce her iki heyet, Lajchak ile bir buçuk saatlik ikili görüşme gerçekleştirdi.
  • Bugünkü uzman görüşmelerinin gündeminde Sırp toplulukları birliğinin kurulması, hareket özgürlüğü, kayıpların akıbeti ve enerji yer alıyor.
  • AB temsilcileri, Belgrad ve Priştine arasındaki ilişkilerin normalleşmesine ilişkin diyalogda ana arabulucu olarak, uzmanlar toplantısının Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandr Vucic ile Kosova Başbakanı Albin Kurti arasında siyasi düzeyde yeni bir müzakere turu için hazırlık toplantısı olduğunu vurguladılar.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 07.07.2021

 

Sırbistan, Kosova’yı bir Sırp Belediyeler Topluluğu oluşturmaya çağırıyor

  • 7 Temmuz’da Brüksel’de Belgrad-Priştine görüşmelerinde yer alan Sırp heyeti, müzakerelerin devamı için ana koşul olarak Sırp Belediyeler Topluluğu’nun kurulmasında ısrar etti. Heyet başkanı, Sırbistan Hükümeti Kosova ve Metohija Direktörü Petar Petkoviç, bir sonraki müzakere turunun sonunda gazetecilere verdiği demeçte bunu belirtti.
  • “Eğer ilerlemek istiyorsak, Sırp Belediyeler Topluluğu’nun oluşumunun ‘tüm koşulların koşulu’ olduğunu açıkça belirttik. Bu, Kosova ve Metohija’daki Sırp halkının toplu haklarının güvence altına alınması anlamına geliyor, çünkü çok sayıda olay, mülkümüze, Sırp Ortodoks Kilisesi’nin mülküne yapılan saldırılar, yalnızca bu topluluğa ne kadar ihtiyaç duyulduğunu teyit ediyor” dedi.
  • Petkoviç, müzakerelerin oldukça gergin bir ortamda gerçekleştiğini ve Arnavut tarafının Sırp heyetine hakarete bile izin verdiğini sözlerine ekledi. Petkoviç, yine de Belgrad ile Priştine arasındaki müzakerelerde AB arabulucusu olan Miroslav Lajcak’ın ‘yapıcı bir rol’ oynadığını ve daha önce imzalanan tüm anlaşmalara saygı gösterilmesi gerektiğini yineledi.
  • AB yetkililerine göre, Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandr Vucic ile ayrılıkçı Kosova Başbakanı Albin Kurti arasında yeni bir görüşme, uzman düzeyindeki müzakerelerde bir ilerleme sağlandığında gerçekleşecek.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 07.07.2021

 

Yunanistan

Yunanistan Başbakanı Kyriakos  Miçotakis: Batı Balkanların AB’ye Entegrasyonu Yunanistan’ın Tutarlı Bir Stratejisi

  • Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis, pazartesi günü Berlin Süreci Zirvesi’nin çevrimiçi toplantısında, Batı Balkan ülkelerinin Avrupa Birliği’ne dahil edilmesinin, belirlenen koşullar altında Yunanistan’ın stratejik seçimi olduğunu ve olmaya devam ettiğini söyledi.
  • Yunanistan, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile olan sınırlarında geçiş kolaylığı sağlayarak Batı Balkan ve AB ülkeleri arasındaki çevresel etkiyi azaltmak için AB’nin Yeşil Koridorlar girişiminin, uzun mesafeli yük taşımacılığı koridorlarının genişletilmesinde iş birliği yapmaya hazır olduğunu söyledi. Zirvenin genel kurulunda, katılımcı liderler bölgedeki güncel gelişmeler ve bölgesel iş birliği ile Berlin Süreci’nin kuruluşundan bu yana elde ettiği başarılar hakkında fikir alışverişinde bulundular.

Kaynak: Atina Makedon Haber Ajansı

Tarih: 5.07.2021

 

Yunanistan Enerji Bakanı Kostas  Skrekas, 5. Online Gaz Forumu Toplantısına Katıldı

  • Yunanistan Enerji ve Çevre Bakanı Kostas Skrekas, Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun (EMGF) salı günü online olarak gerçekleştirilen 5. bakanlar toplantısına katıldı.
  • Mısır Arap Cumhuriyeti Petrol ve Maden Kaynakları Bakanı Tarek El Molla’nın başkanlık ettiği toplantıya Yunanistan, Kıbrıs, Mısır, İsrail, İtalya, Ürdün ve Filistin enerji bakanları katıldı. EMGF Bakanları, Avrupa Birliği ve Dünya Bankası’nın gözlemci olarak katılma taleplerini onaylarken, Bakan Skrekas örgüt üyeliğinin genişlemesinden ve forumun bölgede enerji güvenliğini teşvik etmeye yönelik daha büyük çabalarından duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Kaynak: Atina Makedon Haber Ajansı

Tarih: 6.07.2021

 

Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos  Dendias Kiev’de, Uluslararası Hukuka Saygı Yunan – Ukrayna İlişkilerinin  Anahtarıdır

  • Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, Pazartesi günü Kiev’de Ukraynalı mevkidaşı Dmytro Kuleba ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada, Yunanistan’ın uluslararası kabul görmüş sınırları içinde Ukrayna’nın bağımsızlığını, egemenliğini ve toprak bütünlüğünü desteklediğini söyledi.
  • Dendias, açılış gününde “Ukrayna’nın Stratejik Misyonu: NATO ve AB’ye Giden Yol”u inceleyen üç günlük “Ukrayna.30 Forumu”na katılıyordu. Yunanistan Dışişleri Bakanı, Yunanistan’ın AB’ye katılım sürecinde Ukrayna’nın ideal müttefiki olabileceğini ve Ukrayna’nın gerekli reformları sürdürmeye devam ederken AB’nin Ortaklık Anlaşması’ndaki tüm hükümlerden tam olarak yararlanması gerektiğini söyledi.

Kaynak: Greek City Times

Tarih: 6.07.2021

 

Dış Aktörler

Libya ile Yunanistan Arasında Görüşme

  • Libya ile Yunanistan arasında ikili ilişkilerin geliştirilmesi için görüşme gerçekleştirildi.
  • Libya Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler Müsteşarı Muhammed Halil İsa, Yunanistan Dışişleri Diplomatik ve Konsolosluk İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Kostas Fragogiannis ile iki ülke arasındaki iş birliğini ele aldı.
  • Görüşmede Libya ile Yunanistan arasında ekonomi, enerji ve karşılıklı ticaret alanlarında işbirliğinin güçlendirilmesinin yanı sıra rehabilitasyon, vize işlemlerinin kolaylaştırılması ve iş insanları için bir forum kurulması konuları ele alındı.
  • Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis de 6 Nisan’da ikili ilişkileri güçlendirme amacıyla Trablus’u ziyaret etmişti.

Tarih: 05.07.2021

Kaynak: Time Balkan

 

Merkel: Balkanlar’ın Barışı ve İstikrarı AB’nin Menfaatinedir

  • Almanya Başbakanı Angela Merkel, “Batı Balkan Zirvesi” kapsamında altı Balkan ülkesi liderleriyle toplantı düzenledi. Balkanlar’ın barışı ve istikrarının AB’nin menfaatine olduğunu belirten Merkel, “Er ya da geç geleceğinizin birleşik bir Avrupa’da olacağına inanıyorum” dedi.
  • Balkan Zirvesi’ne Avrupa Birliği (AB) liderlerinin yanı sıra Arnavutluk, Bosna-Hersek, Kosova, Kuzey Makedonya, Karadağ ve Sırbistan devlet ve hükümet başkanları da katıldı.
  • Balkan ülkelerinin AB’nin komşuları olduğunu ifade eden Merkel, Balkan ülkelerinin barış ve istikrarlarının AB ülkelerini yakından ilgilendirdiğini açıkladı. Bölgedeki barışa, ekonomik ve siyasi istikrara destek vermenin AB’nin menfaatine olduğunu belirten Merkel, Berlin Süreci’nin buna katkı sağladığını ifade etti.
  • Almanya, 2014 yılında bu yana AB ve Batı Balkan ülkeleri arasında “Berlin Süreci” olarak adlandırılan yıllık toplantıları 7 yıldır düzenliyor.

Tarih: 06.07.2021

Kaynak: Time Balkan

 

Von der Leyen Kuzey Makedonya ve Arnavutluk ile Müzakerelerin Başlatılması Çağrısında Bulundu

  • Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen Strasbourg’dan AB’yi Kuzey Makedonya ve Arnavutluk ile katılım müzakerelerine başlamaya çağırdı.
  • Von der Leyen, Slovenya Başbakanı Janez Janša’nın Ljubljana’nın önümüzdeki altı ay için önceliklerini sıraladığı konuşmasının ardından Avrupa Parlamentosu’na hitap etti. Janša ayrıca, vatandaşlarının gerekli reformları destekleyebilmesi için Batı Balkan ülkelerini bu nesilde AB’ye katılmaya çağırdı.
  • Von der Layen, “Ekim ayında Batı Balkanlar ile yapılacak zirvenin herkese önemli bir mesaj göndereceğine inanıyorum” diyen Von der Layen, “Arnavutluk ve Kuzey Makedonya’nın üyelik süreci bizim çıkarımızadır. Bu aynı zamanda bir güven meselesi çünkü Avrupa’ya verilen sözün yerine getirilmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Kaynak: Independent Balkan News Agency

Tarih: 06.07.2021

 

Bulgaristan’ın Schengen’e Kabul Edilmesi Yönünde Çağrı

  • Slovenya Başbakanı Janez Jansa, Avrupa Parlamentosu’nda Slovenya’nın AB Konseyi dönem başkanlığı önceliklerini tanıtırken “Bulgaristan, Romanya ve Hırvatistan Shcengen Bölgesi’ne kabul edilmek için haksız bir şekilde bekletiliyor” dedi.
  • BNR muhabiri Angelina Piskova’nın bildirdiğine göre, Avrupa milletvekilleri, AB Konseyi’ne bir kez daha Bulgaristan ve Romanya’nın derhal Schengen’e kabul edilmesi yönünde çağrı yapacaklarını bildirdi.
  • Bu yönde Avrupa Komisyonu da birçok defa çağrıda bulundu. Haziran ayı ortasından itibaren Bulgaristan ve Romanya’ya Schengen bilgi sistemine sadece kısmi erişim hakkı verildi.

Tarih: 07.07.2021

Kaynak: Time Balkan

 

TUİÇ Balkan Stajyerleri: Elifnur Ayhan, Rümeysa Güner, Şamil Orhan, Didem Şimşek, Aybüke Koçak ve Hatice Deniz Hızal

 

 

 

 

Militarizm, Savaş ve Kadın

Özet

Militarizm, çeşitli biçimlerde tüm dünya devletlerinde hakimdir ve ‘ötekinin üzerinde güç’ esasına dayanmaktadır. Çatışmaları çözmenin bir yöntemi olarak şiddetin uygunluğu kabul edilir. Çatışmalar ekonomik çıkarlarla doğrudan bağlantılıdır çünkü çatışmalar, toprak, petrol, su ve mineraller gibi doğal kaynakların kontrolü için meydana gelir. Tarih boyunca üreklilik gösteren militarizm ve çatışmanın elbette cinsiyete özgü etkisi de vardır. Savaş ve ordu ‘erkek işi’ olarak görülüyor olsa dahi, silahlı çatışma ve militarist ideoloji tüm dünyada kadınlar üzerinde de büyük etkiye sahiptir. Bu bağlamda militarizasyon, basitçe yalnızca orduların yaptığı şey değil, aynı zamanda askerlerin cinsiyetlendirilmiş ve toplumsal pratikleri yaygınlaştıran, eşitsiz bir süreci temsil etmektedir. Askerileştirilmiş bir toplumda, kadınlar ve erkekler genellikle farklı şekillerde etkilenir. Cinsiyete dayalı şiddet, tecavüz gibi kadına yönelik bazı şiddet biçimleri savaş öncesinde, sırasında ve sonrasında artmaktadır. Araştırma militarizmin cinsiyet analizini kapsamaktadır. Militarizmin cinsiyet analizi, her türlü şiddet, adaletsizlik ve baskıdan arınmış bir dünya için çalışan feministler ve barış aktivistleri için büyük önem arz etmektedir. Ataerkillik, militarizmin köklerinden birini temsil etmektedir. Bu nedenle çalışmamız militarizmin sadece temel ideolojisinin etkilerine değinmek yerine kadınlar ve aynı zamanda toplumsal cinsiyet üzerindeki etkilerini araştırmayı hedeflemektedir.

Anahtar Kelimeler: Militarizm, Feminizm, Kadın, Şiddet

Abstract

Militarism is dominated in all world states in various forms and the basic value is based on power on the other. A method of solving conflicts is accepted as a method of violence. Because the conflicts are directly linked to economic interests and the conflicts occur for the control of natural resources such as soil, oil, water and minerals. Continuous militarism and conflict also have a gender-specific effect of course. Even though the war and army is seen as a ‘male business’, the armed conflict and militarist ideology have a great impact on women all over the world. So, the militarization simply represents an unequal process, not only what armies do, but also gendered and social practices of the soldiers. In a military society, women and men are often affected in different ways. Sex-based violence increases during and after some forms of violence against women such as raping. The research covers the gender analysis of militarism. The gender analysis of militarism is of great importance for feminists and peace activists working for a world free from all kinds of violence, injustice and printing. The patriarchy represents one of the roots of militarism. For this reason, our study aims to investigate the effects of militarism only on the effects of the basic ideology of the basic ideology, as well as the effects of on social gender.

Key Words: Militarism, Feminism, Female, Violence

Giriş

Güvenliği sağlamanın bir yolu olarak askeri gücün kullanılması ve sürdürülmesi, nüfusların meşru koruyucuları olarak devletlerin kimliğini ve varlığını sürdürmesini anlaşılır kılar. Bununla birlikte, bireysel özgürlüğün varoluş koşulu olduğu liberal demokrasilerde, vatandaşlar güvenlik karşılığında bu özgürlüğün bir kısmını bırakmaya motive edilmektedir. Buna göre, liberal militarizm sadece askeri eylem ve hazırlık aşamasında yalnızca devlete değil, toplumsal bedene yönelik tehditlere karşı anlamlı yanıtlar haline geldiğinde, gündelik ortak kurucu pratiklere dayandığında mümkün hale gelir.

Militarizmin, cinsiyeti esas alarak karakterize edilen sosyal pratiklerin yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Militarizmin ürettiği yaygın ve genellikle düzensiz etkileri aslında birçok konuyu daha az güvenli hale getirmektedir. Bu noktada zaten güvenliği halihazırda noksan olan kadınlar militarizmden daha fazla darbe almaktadır. Bu nedenle, devletlerin askeri gücün güvenliği sağladığı iddialarına rağmen, birçok militarizmin güvensizlik oluşturduğu feminizm çalışmalarında büyük bir çalışma alanı oluşturmaktadır. Güç ve tahakküm ilişkileri, feminist teorilerin merkezinde yer almaktadır. Bu bağlamda, feminizm toplumsal cinsiyet ilişkilerini derinden etkileyen militarizme karşı, eril olanın egemenliğini yeniden karakterize etmeyi hedeflemektedir. Aynı zamanda militarizmin ürettiği güç ilişkileri çerçevesinde kadını aşağılayan ataerkil dikteleri yeniden ele alarak sorumlu tutmaktadır. Bu çerçevede, kadını ötekileştiren savaş politikaları ve militarizme karşı mücadele etmektedir. Feminist düşünürlere göre militarizm bireyler arası, sınıflar arası, uluslar hatta dinler arası bir şiddeti beslemektedir. Bu noktada erkekler ve kadınlar arasındaki şiddet militarizmle daha fazla güçlenmektedir. Bu durum, feminist düşünürler açısından, ortaya bir yanda cinsiyet eşitsizliği ve toplumsal cinsiyetin ideolojikleştirilmesini savunan feminizmin diğer yanda ise ulusun çıkarları adına savaş söylemi içeren militarizmin olduğu bir pozisyon farklılaşmasının doğmasına yol açmaktadır.

Militarizmin dışlayıcı ve cinsiyetçi tutumu hakkında araştırma yazıları günden güne artmakta ve aşağılanan kadının gerek cephede gerekse cephe dışında verdiği mücadele artık gizli bir sır olmaktan kurtulmaktadır.

1. Militarizm

Militarizm, bir devletin silahlı kuvvetleri ve faaliyetlerinden çok daha fazlasını kapsamaktadır. Farklı siyasi hedeflere sahip hükümetleri etkileyen bir iktidar ideolojisidir ve toplumun tüm alanlarına nüfuz eder. “İlk olarak 1860′larda Fransız anarşist düşünür Pierre Joseph Proudhon tarafından kullanılmaya başlanan ‘militarizm’, en geniş anlamıyla, bir toplumun, bireyin veya kurumun kendisini ‘sivil’ değerlerle değil ‘askerî’ değerlerle tanımlaması, sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik pratiklerini bu değerler etrafında örmesidir diyebiliriz” (Çiftdoğan, 2014, s. 55). Militarizm, devletlerin politikalarını kasıtlı ve organize bir fiziksel güç kullanarak gerçekleştirme arzusunu içermektedir. Açık uçludur ve ne kadar kuvvet kullanılacağına dair teorik bir sınır yoktur; ayrım gözetmez, süreklilik arz eder ve kayıtsızdır. Savaş insanlık için süreklilik arz eden bir durum değildir. Savaş aslında bir neden değil nedenlerin yol açtığı bir sonuçtur. Farklılaşan çıkarların, duygu ve düşüncelerin birikmesi ve yoğunlaşmasıyla ortaya çıkan en üst düzey şiddete sahne olan bir hesaplaşma sürecidir. Bu nedenle savaş bir durum olarak değil başlangıcı ve eşyanın tabiatı gereği sonu olan bir süreçtir. Dolayısıyla bu anlamda bir bakış açısı ve siyaset formu olarak militarizm de savaşa yol açan önemli nedenler arasında gelmektedir.

“Militarizm; ordunun devlete eklemlenmesi, askerin halkın kendini yönetmesinin doğal bir parçası haline gelmesi, barışın ancak savaşla tesis edileceği fikri, kamusal alanın daralması, seslerin kısılması, tek söylemcilik, temel özgürlüklerin kısıtlanması, kayıtsız şartsız silah bırakarak barış yapmak yerine intikam almanın tercih edilmesi, savaş ekonomisinin sürdürülmesi, ölümlerin döngüsünün spiral biçiminde uzayıp gitmesi …” (Direk, 2006, s. 24) şeklinde tanımlanabilir. Dünya tarihi açısından militarizmin egemen olduğu süreçler hem maddi hem de ideolojik bazı belirtileri vardır. Elbette bir düşünce ve okuma biçimi olduğundan militarizm de mekân ve koşullara bağlıdır, onlardan etkilenir ve reaksiyoner davranabilir. Bu nedenle, coğrafya ve kültürler arasında pratiği farklılıklar gösterebilir ancak buna karşın Weberyen anlamda bir ideal tipe de sahiptir. Bu anlamda, militarizmin dünya çapında aşikâr olan maddi biçimleri arasında önce şiddete yatkınlık ve şiddeti pratiğe dökme eğilimi gelmekle birlikte savaşlar ve doğrudan askeri müdahaleler, diğer ülkelerin orduları yoluyla istikrarsızlaştırılması, yabancı destekli darbeler, yabancı ve sömürge işgali, askeri yönetim ve insan haklarının kötüye kullanılması, siyasete ve topluma şiddet odaklı bir yaşam rutini ve dilin egemen olması da sayılabilir.

Militarizmin ideolojik belirtilerini tespit etmek, toplum tarafından içselleştirildiği durumlarda daha zordur. Sivil nüfus arasında hiyerarşilerin kabulünü teşvik eden askeri değerlerin, sembollerin ve dilin yayılmasını ‘öteki’ni düşman olarak tanımlayan milliyetçiliği, çatışmaları çözmek için meşru bir araç olarak şiddeti ve uygun erkeksi ve kadınsı rollerin katı bir şekilde bölünüp korunmasını içermektedir. Zira toplumsal düzen bölünen ve korunan bu rol ve işlevlerin sürdürülebilirliğine bağlıdır. Bu nedenle; duyumsaldır, hiyerarşiktir ve halka açıklanamaz. Askerileştirilmiş bir toplumda, nüfus ‘güçlü olabilir’ ve toplumun baskın-itaatkâr bir ilişki tarzı üzerine kurulması gerektiği ve bunun kişilerarası ilişkiler için sonuçları olduğu fikrini kabul etmeye başlamaktadır. Askeri inanç sistemi, toplumu kontrol etmenin ve sosyal istikrarı sağlamanın ana yollarından birinin organize edilmiş şiddet ve güç kullanmak olduğunu iddia etmektedir. Militarizm, toplumdaki çoğu şiddet için bir bağlam sağlamaktadır. Hükümet, gücü bir amaç için meşru bir araç olarak görmektedir. Bu amaç topluma zerk edilir ve sonunda toplum onu bir şekilde kabul etmeye başlamaktadır. Bu durum sivil hayatta popüler medya unsurları tarafından da sıklıkla kullanılmakta ve toplumun bilinçdışında pekiştirilmektedir.

Militarizasyon süreci, hükümet propagandası yoluyla veya daha ince bir şekilde, askeri istismarları yücelten popüler kültür ve medya yoluyla ya da gelecek nesli askeri yapıya katılmaya hazırlayan okul müfredatı aracılığıyla meşrulaştırılıp ve sürdürülmektedir. Demokratik bir toplumda muhalefet olsa bile, dar bir şekilde tanımlanmış bir çerçeve içinde var olmaktadır. İnsanlar belirli bir savaşı veya askeri faaliyeti protesto etmek için seferber edilebilir. Ancak askeri kurumun temel varlığını sorgulama olasılığı çok daha düşüktür. Bir toplumun askerileştirilme derecesi, askeri kurumların ve çözümlerin halk tarafından kabul edilebilir veya “sağduyu” olarak görülme derecesine göre görülebilir. “Milliyetçiliğin militarizm ile olan bağı güçlendiği oranda şiddete başvurma ihtimali artar. Vatanın uğruna ölmek de öldürülmek de şehitlik ve kan kültünden beslenen, dinî içeriğin fazlasıyla ulusallaşabildiği şiddet övgüsüyle dolu bir edebiyatın doğmasına neden olur” (Yiğitler, 2021, s. 87). Ordunun uygulanabilir bir kariyer olarak kabul edilmesi ya da kadın askerlerin askere alınmasının kadınların kurtuluşu için bir zafer olduğu inancı, ‘ideolojik militarizasyon’un örnekleridir. Nüfusa karşı hükümetin sorumlulukları ordunun kurumuna bağlı hale getirilmekte ve halk bunu kabul etmektedir.

2. Militarizm Çerçevesinde Kimlik Oluşumu

Askeri ideoloji toplumun tüm yönlerini etkiler. O halde militarizmin göz ardı ediliyor olsa dahi kadınlar üzerinde de birtakım etkiler yaratmaktadır. Feminizm tam da bu noktada militarizmi toplumsal bir hareket ve ideoloji olarak amaçları arasında kadınların güçlendirilmesi, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması ve adil bir toplumun yaratılması bağlamında yeniden ele almaktadır. Enloe’ye göre (2006, s. 30); “militarizasyon bir kişinin ya da bir şeyin, gitgide daha fazla ordu denetimine girdiği veya kendi refahı ya da iyiliği için militarist fikirlere bağımlı hale geldiği, adım adım ilerleyen bir süreçtir”. Kadınlar barış inşa etmek istiyorsa, cinsiyete dayalı baskıdan da kurtulmalıdır. Benzer şekilde, kadınlar özgürleşmek istiyorlarsa, içinde yaşayabilecekleri barışçıl bir toplum için çalışmaları gerekmektedir. Nüfusun yarısını oluşturan kadınlardan bu hakları yoksun bırakmak kadın kimliğinin güvencesini sekteye uğratmaktadır. Bu noktada, militarizmi ve savaşı cinsiyet analizini esas alarak düzenlenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda; feministler, ataerkillik ve militarizmin birbirinden ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlı olduğunu savunmaktadır. Ataerkillik, bir sosyal güç yapısı ve kurumsallaşmış ayrımcılık ile kadına karşı gelmektedir. Kadınlar maddi yönden eksik bırakılmakta ve erkeklerin güç/karar alma pozisyonunda kadınlar ezilmekte ve yok sayılmaktadır. Bu nedenle, feministler ataerkilliğin ideolojik belirtilerinden biri olan militarizmi katı toplumsal cinsiyet rolleri ve eril kavramlar ile bunların beslediği ayrımcılıktan kurtarmayı hedeflemektedirler. “Batı Feminizmi’ne göre militarizm, insanların yaşam biçimlerine dahi etki eden bir süreç olarak görülebilir” (Arman & Şerbetçi, 2012, s. 67). Ataerkil toplumda cinsiyet kategorileri militarizmle güçlendirilmektedir. Militarizm kültürel olarak sosyal ilişkiler, değerler, davranışlar cinsiyet ve toplumsal cinsiyet ayrımını kesin çizgilerle ayrı tutmayı hedeflemektedir. Şiddetin kamusal görünümünü ve ataerkil rol ve işlev dağılımını oluşturur. Bu kalıplar bağlamında, çarpıcı bir toplumsal cinsiyet ayrımı ortaya çıkmaktadır. Ataerkil toplumlarda, toplumsal cinsiyet ayrımı ne kadar katıysa amaçlanan hedefe yakınlık o kadar güçlüdür. Amaçlanan hedef kadınları güç/karar alma pozisyonlarından uzak tutmaktan geçmektedir.

Öte yandan askerileştirilmemiş gibi görünen toplumlarda dahi askeri değer ataerkinin ideolojik yapısında önemli bir rol oynamaktadır. “Özellikle kolonileşme geçmişi olan coğrafyalarda birçok kadın açıkça kadın düşmanı bir tavırla uygulanan kötü muameleye tabi tutulmaktadır. Pek çok kadın kaçırılmakta, tecavüze uğramakta ya da gerillalara ve paramiliterlere hizmetçilik yapmaya zorlanmaktadır” (Arman & Şerbetçi, 2012, s. 71). Kavramsal olarak erkeklik ve savaş bir durum, bir dünya ve yaşam okuması olarak savaşın inşasında önemli bir rol oynamaktadır. Savaş kavramı yüklenen erkeklerde ‘kadınsı’ özellikler reddedilmektedir. Bu kadınsılığın içini dolduran özellik elbette ataerkinin kadına uygun gördüğü hassasiyet ve zayıflık özelliğini içermektedir. İyi bir asker ancak saldırgan, cesaretli, dayanaklı gibi ‘erkeksi’ özellikleri taşıdığında asker kabul edilmektedir. Bu bağlamda, orduda şefkat, iş birliği, iyileştirme gibi özellikler yapısal olarak temizlenmektedir. “Bu yüzden erkeklerin askerliği reddetmesi sadece askerliğin reddi anlamına gelmemektedir; aynı zamanda sert, güçlü, cesur, koruyucu, yiğit ve heteroseksüel olmayı reddetmeleri anlamına da gelmektedir”. Bu cinsiyet rolleri sivil hayata da kopyalanmaktadır. ‘Zayıf’ duyguları göstermemek ‘erkeksi’ bir tavır olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda başarıya odaklanma, rekabeti ve fiziksel saldırganlığı teşvik etmek noktasında savaş oyunları erkekler için büyük önem teşkil etmektedir. Burada oluşturulan bilinçdışı erkek çocuklarının dahi ataerkil toplum çerçevesinde bir erkekliğe dönüşünü temsil etmektedir. Benzeri şekilde kız çocuklarının ise uzlaşma, uyum sağlama ve teslim olma davranışları beslenmektedir. Bu noktada, kız çocuklarının oyuncakları besleyici özelliklerini güçlendirmektedir.

Elbette bu konuda erkek ve kız çocuklarının tutumları ve davranışları farklılaşabilir. Ancak gerek ataerki gerekse de militarizm açısından önemli olan kamusal rol ve işlevlerdeki paylaşımın sürekliliğidir. Bu nedenle erkeklerin ve kadınların tutum ve davranışlarından kaynaklanacak kişilik yarılmaları ataerki ve militarizm açısından önemli değildir. Zira önemli olan farklı düşünmek değil kabul etmek ve uygun davranışlar sergilemektir. Tüm baskıcı ve totaliter ideolojiler gibi militarizm de bu noktada bir makul ve makbul sınırı tanımlar. Bu doğrultuda erkeklerin saldırgan; kızların ise pasif olması toplum tarafından uygun olan davranış şekilleridir. Bu erkeklik inşası militarizm için korunması gereken bir durumdur. Çünkü militarizmin askerlere ve silahlara olduğu kadar cinsiyet ideolojisine de ihtiyacı vardır. Militarizmin itaatkâr ve uygun rolleri o kadar güçlüdür ki kadınlar oğullarını ülkenin çıkarları için feda edebilmektedirler. Bu toplumsal cinsiyet rolleri bir döngü oluşturmaktadır. Feminist, anti militarist kurucular “[a]skerlerin devletinde yaşamamalıyız… Yaşadığımız toplum militarize olmak zorunda değil… Biz, çocuklarımız, eşlerimiz sürekli seferberlik halinde olmak zorunda değiliz; sürekli savaşçı olarak yaşamak zorunda değiliz diyor ve ekliyor; artık… orduya, hiçbir şeyi sorgulamaksızın asker sağlamayacağız… Ülkeyi yönetenler başka çözümler aramadan orduyu bu kadar kolay öne sürdüğü sürecek seferberlik halinde yaşamayacağız, çocuklarımızı askerlik için yetiştirmeyeceğiz, militarize olmuş ebeveynleri, erkek kardeşleri, babaları desteklemeyeceğiz” (Mazali, 2009, s. 51-52) şeklinde New Profile örgütünde açıklama yapmışlardır. Bu noktada önemli bir makale sunan Mazali;

“Etnikleştirilmiş Silahlar ve İsrail’de Feminist Antimilitarizm adlı makalesinde İsrail’de bir Yahudi olarak kendi gözlemlerinden ve deneyiminde yola çıkıp kendisinin bir parçası olduğunu söylediği egemenliği sorguluyor. Yahudilik kimliğinin nasıl karmaşık ve çelişkili süreçler içinde kurulduğunu ve militarizmin nasıl bu kimlik kurucu unsurlarından biri olduğunu gözler önüne seriyor. Tüm bunları yaparken ise okurla gerçekten ve herkes için özgür bir dünya kurmanın yollarını ve kendi feminist antimilitarist bakışını paylaşıyor” (Şekercan, 2010, s. 69).

 Bu bağlamda, militarizm ataerkil fikirlerden ortaya çıkar fakat ataerkil fikirler militarizmi sürdürmek için kullanılmaktadır. Feministler bu noktada militarizme direnmeyi cinsiyet rollerinin yeniden düzenlenmesi için önemli görmektedir. Aşağıdaki şekil ataerki, militarizm ve toplumsal roller arasındaki ilişkiyi göstermektedir.

Şekil 1. Ataerki, Militarizm ve Toplumsal pratikler arasındaki ilişki [1]

[1] Şekil 1. Tablo Toplumun, ataerkinin hangi kurum veya kuruşlarından nasıl beslendiğini hiyerarşik bir düzen çerçevesinde derlenerek tarafımca hazırlanmıştır.

3. Militarizm ve Kadına Yönelik Şiddet

Militarizm toplumda şiddeti içermektedir. Bu bağlamda, kadınların birçoğu bu şiddet karşısında ezilmektedir. Militarizmin temel argümanı olan ‘ötekinin üzerinde hakimiyet’ ideali kadınları ‘öteki’ yapmaktadır. “Altınay, bir toplumdaki kalıplaşmış toplumsal cinsiyet ilişkilerini ve bu ilişkilerin seyrini anlayabilmek için o toplumun uluslaşma süreçlerine, milliyetçiliğe ve militarizme bakmak gerektiğini söyler” (Tokdoğan, 2013, s. 70). Kadınların ‘bizim’ kadınlarımız ve ‘düşmanın kadınları’ şeklinde ayrımları erkeklerin doğuştan sahip olduklarına inandıkları ‘sahip olma’ güdüsünü normalleştirmektedir. Bu bağlamda, özellikle ‘düşmanın kadınları’nı kontrol etme ve kullanma hakkı kadınları küçümsemektedir. Askeri eğitim sırasında erkeklere empoze edilen saldırgan ve şiddetli olma eğilimi, onlardan bu eğilimi ihtiyaç duyulana kadar kontrol altında tutması beklenmektedir. Elbette bu eğilimi kontrol altında tutamamak büyük bir sürpriz yaratmayacaktır. Saldırgan ve şiddetli olma teşviki erkeklerde aile içi şiddet hatta tecavüze kadar sıçramaktadır. Tecavüz kadınlara yönelik erkeksi tutum ve davranışlarla yakından bağlantılıdır. Agresif cinsellik ifadesi olan tecavüz kadınların toplumlardaki itaatkâr konumu ve erkeklerin istediklerini elde etmelerini empoze eden militarist kültürün bir parçasıdır. İkinci Dünya Savaşı’nda Çin’de savaşan Japon askerlerin cinsel ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için “comfort women’’ diye adlandırılan kadınlar fuhuşa zorlanmıştır (Kurt, 2020). Birçok ülkede devletin eril olmasına karşın, savaşta bir silah olarak tecavüzü getirmektedir. Öyle ki İkinci Dünya Savaşı sırasında “Japon kız çocukları ve kadınları, ABD’li askerlerin tecavüz sonrası kendilerine para ya da çeşitli eşyalar vermeyi teklif ettiklerini söylemişlerdir. Dönemin Japon polis kayıtlarına göre, Eylül 1945’te bir asker, 14 yaşında bir kız çocuğunun kafasına silah dayayarak, biraz sigara ve şeker karşılığında kendisinin ona oral seks yapmasını istemiştir” (Filiz, 2019, s. 52). Savaşın erkekliği, kadınlara sahip olma ve koruma efsanesine bağlıdır. Fakat bu korunma çift yönlüdür. Cinsiyetler arası eşitsizliği ve kadını metalaştıran bu koruma ve sahip olma efsanesi kadınları ikiye ayırmaktadır. İyi kadınlar (anneler, eşler, sevgililer, kız kardeşler) korunmalıdır. Fakat kötü kadınlar (fahişeler ve düşman kadınları) tecavüz edilip, öldürülebilir ve bu durum, militarizm için olağan bir durumdur. Savaşan bir askerin, düşman askere karşı onurunu kırma teşebbüsü kadın bedeni üzerinden gerçekleştirilmektedir. Kadın cinsel sömürüye maruz kalmakta ve savaşın nesnesi kılınmaktadır.

Elbette buna erkeksi kimliğin yanında getirdiği ‘sahip olma’ düşüncesi neden olmaktadır. Fethetmek, sahip olmak duygusu orduda erkeklere empoze edilen ilk düşünce şeklidir. Bu da ‘güçlü’ erkeğin dişilikle özdeşleştirilen her şeyin üzerinde hakimiyet kurmasına izin vermektedir. Kadının bedenine girme, hâkim olma hakkının olduğuna inandırır. “Zayıf dişilikten nefret edilmesinin altında, kadının kontrol edilemeyen, durdurulamayan cinselliği yatmaktadır. Böyle bir tehdidin önüne geçmek için ordu, tecavüz, fuhuş yoluyla kadınların cinsel istismarını destekler” (Akgül, 2010, s. 88). Bu bağlamda, hem dişilik hem de düşman fethetme arzusunu beslemektedir.

Savaşın odak noktası olan ‘öteki’nin yok edilmesi olan ideoloji çatışması sadece düşmanı içermemektedir. Düşmana ait olan her şeyi hedef almaktadır. Genellikle tecavüz şeklinde şiddetin hedefi olan kadınlar, savaşlarda istila edilerek saldırıya uğramaktadır. Tecavüz savaşın yan etkisi sonucu oluşmamaktadır. Bu ancak savaşta, bir fırsat nedeni olarak görülmektedir. Savaşta tecavüz düşman askere karşı bir güç gösterisi olarak kabul edilmektedir. Onların kadınlarına yapılan bu eylem aynı zamanda kültüre yönelik bir saldırının da bir parçasını içermektedir. “Kadınların ulusal analar olarak atfedilmesi, ulus ile aile arasında bir benzeşim kurulmasından kaynaklanmaktadır” (Arman & Şerbetçi, 2012, s. 75). Ataerkil düzenin kadını namus, ev, korunması gereken bireyle eşleştirmesi nedeniyle savaş anında ‘kadın’ direkt hakimiyet altına alınmaktadır. Tecavüz, gücün olduğu bir işkence şeklini içermektedir. İstila ve acı yoluyla uygulanan bu şiddet, kadın kimliğine saldırı gerçekleştirmektedir. Aşağılanma yoluyla ve düşmanın kadınının ‘yok edilmesi’ (düşmanın mülkü) bir üstünlük göstergesi oluşturmaktadır. Ne yazık ki savaş döneminde tecavüz ve fuhuşun görüntüsü bulanıklaşmaktadır. Kadınların ekonomik durumlar nedeniyle fahişeliğe zorlandıkları dahi olmaktadır. Ordu ve militarizm söz konusu olduğunda fuhuş, sistematik bir cinsel köleliğe işaret etmektedir. “Japonya, ordusunun İkinci Dünya Savaşı boyunca işgali altında olan ülkelerde binlerce kadını çeşitli şekillerde zorla alıkoymasına ve kullanmasına göz yummuştur. Bu kadınların sayısının, farklı kaynaklarda 50.000 ile 200.000 arasında olduğu iddia edilmektedir fakat tam sayı yine de bilinmemektedir” (Çelik, 2020, s. 518). Tüm bu yaşanan vahim olaylar, kadınların yanlış ideoloji tarafından şekillendirilmiş kimlikleri yüzünden ortaya çıkmaktadır. Saldırganlık ideali üzerine kurulu toplumlarda kadın kimliği, ısrarlı bir biçimde ikincil konumda tutulduğu sürece bu durumun ortadan kalkması zor görünmektedir. Tam da bu noktada feminizm bir anti-militarist ruha ihtiyaç duymaktadır. Militarizm erkekliği yüceltip kadını ‘zayıf’ olarak damlarken aynı zamanda bunu empoze de etmektedir. “Militarist düşünce sadece ‘askeriye’nin sınırları içinde kalmayıp günlük hayatın içine de yedirilen ‘militer’ bir dünya kurgular, ki bu kurguda kadın aşağılanır, kadınlar genellikle görmezden gelinir, yok sayılır…” (Altınay, 2006, s. 26). Bu bağlamda ‘erkeklik’ bir mühendislik ürünü olarak toplumun her yerine kopyalanabilir hale gelmektedir. Bu nedenlerle, ataerkil normlarla beslenen militarist düşünce feministler tarafından eleştirilmekte yukarıda da belirtildiği üzere anti-militarizm düşüncesine zemin oluşturulmaktadır. Kadınların ikincil konumunu sürekli bir şekilde taze tutan militarist düşünce kadını bir savaş ganimeti olarak nesneleştirerek aşağılamaktadır. 

Sonuç ve Öneriler

Militarizmin cinsiyet analizi, kadınları büyük ölçüde etkilemektedir. Ayrıca cinsiyet analizi olarak militarizm ve ataerkillik arasında güçlü bir bağ olduğu da aşikâr bir durumdur. Bu bağlamda, militarizm ve ataerkillik arasındaki bağ feministler açısından özellikle ele alınması gerekmektedir. Tarihsel olarak savaş döneminde kadınların taleplerinin ertelenmesi istenerek kadınların ezilmesi karşısında cinsiyet körü davranılmaktadır. Ataerkilliğin yaygınlaşmasına katkı sağlayan ordunun yeniden düzenlenmesi bağlamında feministlerin anti-militarizm olan ortak hedefi insanlar için görünür kılınmalıdır. Ataerkillik ve militarizmin kurumları egemen olduğu müddetçe kadınlara yönelik kişisel şiddet ve baskı düzeyi her geçen gün daha da artacaktır. Nitekim böyle bir durumda cinsiyet eşitliği söz konusu olmayacak bu da büyük bir adaletsizliği yanında getirecektir. Cinsiyet eşitsizliğinin daha da derinleşmesini sağlayan militarizm, ataerkil normları olağan bir durum olarak kabul etmemizi dikte etmektedir. Bunu kabul etmemenin en etkili yöntemi sosyalleşme süreçlerinde kökten bir değişim sağlanmasıdır. Bu da yine birçok yapının anahtarı olan eğitimle gerçekleşebilir. Ebeveynler, öğretmenler ve toplumun diğer tüm üyeleri kız ve erkek çocuklarına rekabetçi olmaktan daha çok iş birlikçi uzlaşmacı ve yapıcı olmayı empoze etmelidir. Kız çocuklarının, erkek çocuklarının zayıf versiyonu olduğu düşüncesinden kurtulmalı ve eşit eğitim ve oyunlarla yetiştirilmelidir. Bu kökleşmiş ataerkil düzenden kurtulmanın en etkili yöntemi kız ve erkek çocuğu ayrımı yapmadan çocuk yetiştirmekten geçmektedir.

Ataerkil normların dikte ettiği uygun ‘erkek’ ve ‘kadın’ davranışları cinsiyetlendirilmiş tutumlardan temizlenmesi gerekmektedir. Elbette militarizm ve ataerkillikle mücadele etmek kolay değildir. Ancak sorunları belirleyip çocukları eğitmek hatta yetişkinleri dahi yeniden eğiterek tüm seviyelere ulaşan yeni eğitim sayesinde cinsiyet dayatmalarından uzakta bir birey yaratabiliriz.

Tülin ÇETİNKAYA

Feminizm Okumaları Staj Programı

 

Kaynakça

Akgül, Ç. (2010). Cinsiyet ve Militarizm. (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi) Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (Siyaset Bilimi) Anabilim Dalı, Ankara.

Altınay, A. G. (2006). Vatan, Millet, Kadınlar. İstanbul: İletişim Yayınları.

Arman, N., & Şerbetçi, D. (2012). Postkolonyal Feminist Teoride Milliyetçilik, Militarizm Ve Savaş Karşıtlığı. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 14(3), 65-83.

Çelik, H. (2020). Rahatlatma Birlikleri: Feminizm Çerçevesinde Bir Analiz. Alternative Politics/Alternatif Politika, 12(3), 516-541.

Çiftdoğan, H. (2014). Kent ve Militarizm İlişkisinden Kentsel Militarizme. İkinci Kentsel Politika Planlaması ve Yerel Yönetimler II. Öğrenci Konferansı.

Direk, Z. (2006). İmkansızdan da İmkansız. Erişim Adresi: https://zeynepdirek.wordpress.com/2012/12/15/imkansizdan-da-imkansiz/

Enloe, C. (2006). Kadın Yaşamının Militarize Edilmesine Yönelik Uluslararası Politikalar. (S. Çağlayan, Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.

Filiz, B. (2019). Militarizm ve Kadın: İkinci Dünya Savaşı’nın Rahatlatıcı Kadınları. (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Ana Bilim Dalı, İstanbul.

Mazali, R. (2009). Orduya Ebeveynlik Yapmak: Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar. İstanbul: Bgst Yayınları.

Şekercan, S. (2010). Etnikleştirilmiş Silahlar ve İsrail’de Feminist Antimilitarizm: Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar. İstanbul: Bgst Yayınları.

Tokdoğan, N. (2013). Milliyetçilik, Militarizm Ve Toplumsal Cinsiyet İlişkisini Nefes Filmi Üzerinden Okumak. Sinema Araştırmaları Dergisi, 4(2), 69-83.

Yiğitler, Ş. Ş. (2021). The Fundamentals of Militarism in Turkish Literature. Journal of Bitlis Eren University Humanities and Social Sciences 1(1), 86-105.

Balkan Bülteni/1-4 Temmuz

0

 

Bosna – Hersek / Boşnak Hırvat Federasyonu

Büyükelçi Eric Nelson: ABD, BH vatandaşları için sarsılmaz bir ortak olmaya devam edecek
  • Amerika Birleşik Devletleri’nin bağımsızlığının 245.yıldönümünü online olarak kutladı; bu vesileyle, ABD’nin Bosna Hersek Büyükelçisi Eric Nelson bir konuşma yaptı.
  • Nelson ,“Yardımlarımızla gelecek nesillere yatırım yapmaya devam ediyoruz ve bu yüzden bu gece gençlerin sesini duyacağız” diye vurgulamalar yaptı.
  • Bosna-Hersek’in güven inşa etmek için liderlere ihtiyacı olduğunu ve onlara bir dayanak sağlanması gerektiğini söyleyen Nelson, BH’yi AB üyeliğine yaklaştıracak reformların uygulanmasında ilerlemeyi hedeflemeleri gerektiğini açıkladı.
  • Bakan, BH’de ekonomik büyümeyi hızlandıracak, seçim sürecinde ayrımcılığı ve suiistimali ortadan kaldıracak ve yargı kurumlarına olan güveni yeniden tesis etmeye başlayacak reformların bu yıl ellerinin altında olacağını da sözlerine ekledi.

Kaynak: Oslobodenje

Tarih: 04.07.2021

 

Sabina Cudic Seçim Yasasına İlişkin Yorumlarda Bulundu

 

  • BH Seçim Kanunu’nda yapılan değişikliklerle ilgili görüşülmesi ile, toplantının katılımcısı olan “Bizim Partimiz” in Ana Yönetim Kurulu Başkanı Sabina Ćudić:
  • Yürütme erkinin en üst kademelerinde yer alan ve her kademede iktidar kollarını elinde tutan başkanların, yeni Seçim Yasası ile ilgili sorumluluğu muhalefete devredildiği ve baskı yarattığı duyulmamış bir durumdur. Bu, bir süredir konuştuğumuz şeyi doğruluyor: SDA ile HDZ arasında bir anlaşma var, bu BH’nin daha fazla etkinleştirilmesine dayanıyor. Baskıya boyun eğmeyeceğiz ve sorumluluk alacağız dedi.
  • Bizim Partimiz’in Seçim Kanunu’nda yapılacak değişiklikle ilgili önerilerin sunulacağına, Izetbegović ve Čović tarafından beğenilmese de onlardan vazgeçmeyeceğini sözlerine ekledi.
  • Cudic, seçim yasasının BH’de sahip olunan temel siyasi ve ideolojik çoğulculuğun bir ifadesi olması gerektiğini söyledi.

Kaynak: Dnevni Avaz

Tarih: 04.07.2021

 

Kosova

Biden Kosova’ya Yeni Büyükelçi Atadı

  • Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden, Kosova’nın bir sonraki büyükelçisi olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin Ankara Büyükelçi Yardımcısı olarak görev yapan Jeffrey M. Hovenier’ı atadı.
  • Hovenier daha önce, Almanya’nın Berlin kentindeki ABD Büyükelçiliği’nde Misyon Başkan Yardımcısı ve Siyasi İşler Bakan Danışmanı olarak ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Hırvatistan, Yunanistan, Panama, Paraguay ve Peru’daki misyonlarında görev yaptı.
  • Bunlara ek olarak, BM Siyasi Statü Özel Elçisi Martti Ahtisaari’nin ekibinde görev yaptığından dolayı Kosova’da deneyim elde etmişti.
  • ABD Senatosu tarafından onaylandığı takdirde, Temmuz 2018’de eski Başkan Donald Trump tarafından atanan mevcut Büyükelçi Philip S. Kosnett’in yerini alacak.

Kaynak: Panorama.al

Tarih: 02.07.2021

 

NATO Genel Sekreteri Kosova’da

  • NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Kosova ziyareti kapsamında Cumhurbaşkanı Vjosa Osmani ile bir araya geldi.
  • Kosova’nın geleceğinin Avrupa Birliği, NATO ve Birleşmiş Milletler’de olduğunu ifade eden Osmani, “NATO’ya üye olmak için özveriyle çalışıyoruz. Bu örgütün, Kosova’yı tanımayan NATO üyeleri de dâhil desteğine ihtiyacımız var.” dedi.
  • Görüşmede, Rusya’nın Balkanlar’daki etkisine yönelik tehlikeye de dikkat çeken Osmani, Kosova’nın İttifak’a üyeliğinin önemini vurguladı.

Kaynak: AA

Tarih: 03.07.2021

 

PDK’nın Yeni Genel Başkanı

  • Yaklaşık 17 yıl boyunca Hashim Thaçi tarafından yönetilen Kosova Demokratik Partisi’nin (PDK) yeni genel başkanlık görevine Memli Krasniqi seçildi.
  • Enver Hoxhaj, Kadri Veseli hakkındaki iddianamenin Lahey Mahkemesi tarafından onaylandığı Kasım 2020 tarihinden bu yana PDK’nın Geçici Genel Başkanlığı görevini yürütüyordu.
  • Hoxhaj’ın aday olmadığı seçimde, Memli Krasniqi tek aday olarak yarıştı.

Kaynak: Kosova Haber

Tarih: 03.07.2021

 

Sırbistan

Hırvatistan Cumhurbaşkanı Belgrad’a AB ile Rusya arasında seçim yapmasını tavsiye etti

  • Sırbistan AB’ye kabul koşullarını yerine getirmeli ve bu arada Avrupa Birliği ile Rusya arasında seçim yapmalıdır. Bu görüş 1 Temmuz’da Hırvatistan Cumhurbaşkanı Zoran Milanovic tarafından dile getirildi.
  • Milanoviç, Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın Večernji list’in Hırvat baskısında yayınladığı makaleye böyle tepki gösterdi. Orban, Avrupa Birliği’nin geleceği için yedi öneri öne sürerek, Avrupalı bir “süper gücün” yaratılmasına karşı olduğunu vurguladı. Macaristan başbakanı, Sırbistan’ın AB’ye kabulü lehinde de konuştu.
  • “Moskova’ya karşı hiçbir şeyim yok ama bir seçim yapmam gerekiyor – Brüksel veya Moskova ve Sırbistan’daki mevcut yetkililer bunu pek anlamıyor. Bu konuda net bir tavır almalarına ihtiyacımız var.” – Milanovic
  • Cumhurbaşkanı’nın görüşü Hırvatistan Dışişleri Bakanlığı tarafından da desteklendi. Bakanlığın Orbanın makalesi üzerine yayınladığı mesajda, Hırvatistan’ın katılım kriterlerine sıkı sıkıya bağlı kalarak AB genişlemesinde ısrar ettiği ve bunun gerekli reformların uygulanması ve görünür sonuçlara ulaşılması olduğu vurgulandı. Hırvatistan Dışişleri Bakanlığı, “Bu, Sırbistan da dahil olmak üzere tüm AB üyelik adayları için geçerlidir.” dedi.
  • Hırvatistan ile Sırbistan arasında, Zagreb’in komşu bir ülkenin AB’ye katılmasının ön şartı olduğu konusunda ısrar ettiği bir dizi açık mesele olduğunu hatırlatalım.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 01.07.2021

 

Belgrad ile Priştine arasında yapılması planlanan müzakereler 7 Temmuz’da görüşülecek
  • Belgrad ile Priştine arasında yeni bir teknik diyalog turu 7 Temmuz’da Brüksel’de gerçekleşecek. Bu, Sırbistan Hükümeti Kosova ve Metohija Ofisi müdürü Petar Petkoviç tarafından açıklandı.
  • Petkoviç’e göre Belgrad, Priştine temsilcileriyle yapacağı görüşmede güney bölgesindeki Sırpların güvenlik sorunlarının yanı sıra kayıp kişiler ve enerji sorunlarını gündeme getirmeyi planlıyor.
  • Petkoviç, 6 Temmuz’un Kosova ve Metohija’da Sırp Belediyeler Topluluğu’nun kurulmasına ilişkin anlaşmanın imzalanmasından bu yana tam 3000 gün olacağını hatırlattı. Bütün bu süre boyunca, Arnavut tarafının yükümlülüklerini yerine getirme konusundaki isteksizliği nedeniyle topluluk hiçbir zaman oluşmadı.
  • Daha önce, 2021 Haziran ayında Brüksel’de Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic ile ayrılıkçı Kosova Başbakanı Albin Kurti arasında ikinci tur müzakerelerin yapılacağının duyurulduğunu hatırlatırız.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 02.07.2021

 

Sırbistan Başbakanı Kosova ile ‘uzlaşmanın’ içeriğini formüle edemedi
  • Şu anda Kosova ve Metohija konusunda uzlaşmacı bir çözümün içeriğinin ne olabileceğini söylemek zor, ancak yine de Belgrad ve Priştine arasındaki diyalog devam etmeli. Bu Sırbistan Başbakanı Anna Brnabiç tarafından açıklandı.
  • Brnabich, “Ne tür bir uzlaşmanın mümkün olduğunu söylemek zor, ancak herkes bu kavramın ne anlama geldiğini biliyor – bu, iki tarafın ortada bir yerde buluştuğu ve her ikisinin de alınan karardan eşit derecede memnun olmadığı bir uzlaşma.”
  • Başbakan gazetecilere verdiği demeçte, forum sırasında ABD’nin Avrupa ve Avrasya’dan Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Riker ile bir araya geldiğini, ancak görüşmelerde Kosova’nın bağımsızlığının Sırbistan tarafından tanınması konusunun ele alınmadığını söyledi. “Belgrad ile Priştine arasındaki diyaloğu, Brüksel anlaşmasını görüştük. Sırbistan Başbakanı, bu diyaloğu (AB’nin aracılık ettiği Kosova ile Brüksel diyaloğu – IA REGNUM) karşılıklı tanımanın tartışıldığı bir diyalog olarak algılamadığım için karşılıklı tanımadan söz edilmedi ”dedi.
  • Brnabiç, Amerikalı yetkiliye Sırplara, Ortodoks Kilisesine ve mülküne yönelik saldırıların son zamanlarda Kosova ve Metohija’da arttığını söylediğini de sözlerini de ekledi.
  • Ohri’de daha önce Riker’in Kosova sorununa tek uzun vadeli çözümün Belgrad ve Priştine’nin ‘karşılıklı tanınması’ olduğunu söylediğini hatırlatacağız.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 02.07.2021

 

Yunanistan

Yunanistan-Rusya Tarih Yılı Programı İmzalandı, Kaybedilen Zamanı Telafi Etmek için 2022’ye Kadar Uzatılacak

  • Yunanistan-Rusya Tarih Yılı, cuma günü Atina Tarih Müzesi’nde ortak tutanakların imzalanmasıyla resmen başladı. Her iki ülkenin komitelerinin katıldığı toplantıya, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından da bir mesaj okundu. Yunanistan Alternatif Dışişleri Bakanı Miltiadis Varvitsiotis bir karşılama mesajı verdi .Başkan Putin’in mesajında, “Bizim görevimiz, iyi dostluk ve karşılıklı yardım geleneklerini korumak ve arttırmaktır” ve “genç nesillere ortak tarihimize düşünceli bir yaklaşım aktarmak ve kahramanlarımızın başarılarını sadakatle onurlandırmaktır.” dedi
  • Yunanistan’ın 2021’de Bağımsızlık Savaşı’nın patlak vermesinin iki yüzüncü yılına atıfta bulundu ve Tarih Yılı, Yunan-Rus ilişkilerinin zaman çizelgesindeki en önemli olayları canlandıracağını belirterek, kutlamanın başarılı olmasını diledi.

Tarih: 2.07.2021

Kaynak: Atina Makedon Haber Ajansı

 

Balkanlar’ın AB’si Atina için Uzun Vadeli Bir Hedef Bekliyor

  • Yunanistan’ın Balkanlar’ın Avrupa-Atlantik perspektifine verdiği destek, perşembe günü Kuzey Makedonya’nın Ohri kentinde düzenlenen Prespa Diyalog Forumu’nda Dışişleri Bakan Yardımcısı Kostas Frangogiannis tarafından iletildi.
  • Frangogiannis, “Batı Balkanlar: Avrupa’yı Tamamlamak için Eksik Bulmaca” başlıklı foruma hitaben yaptığı konuşmada, bölgenin Avrupa entegrasyonunun, kendisinin belirttiği gibi, AB’nin en eski üyesi ve Yunanistan’ın uzun vadeli stratejik bir hedefi olduğunu belirtti. Bölgedeki NATO, Batı Balkan ülkelerinin Avrupa-Atlantik seyrinde pratikte önemli bir rol oynamıştır ve oynamaya devam edecektir

Tarih:3.07.2021

Kaynak: Ekathimerini

 

Dış Aktörler

Batı Balkanlar’da “Roaming” Kalktı

  • Batı Balkanlar ülkelerinde 1 Temmuz’dan itibaren yurt dışında mobil telefon kullanımı yurt içindeki fiyatlara göre ücretlendirilecek.
  • 2019 yılında Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da imzaladıkları anlaşma ile uluslararası dolaşımı (roaming) kaldırmak üzere uzlaşan bölge ülkelerinde, bugünden itibaren bu kararın uygulanmasına başlandı.
  • Bosna Hersek Komünikasyon Düzenleme Kurumundan (RAK) yapılan açıklamada; uluslararası dolaşımda yerli veri trafiği uygulamasının başlaması ile kullanıcıların kendi ülkeleri dışında da mobil tarifeleri üzerinden ödeme yapılacağını bildirildi.
  • Yeni uygulamaya göre, Bosna Hersek’te yaşayan biri başka bir Batı Balkan ülkesine gittiğinde konuşmalarını, mesajlaşmalarını ve mobil internet kullanımını yerel tarifesi üzerinden ödeyecek, ekstra bir fatura ödemeyecek.

Tarih: 01.07.2021

Kaynak: Time Balkan

 

Angela Merkel Balkan Liderleriyle Görüştü

  • Almanya Başbakanı Angela Merkel, Arnavutluk, Bosna Hersek, Kuzey Makedonya ve Sırbistan liderleriyle 2021 Temmuz ayında yapılacak Berlin Süreci Toplantısı hakkında çevrimiçi bir görüşme gerçekleştirdi.
  • Almanya Hükümeti tarafından yapılan açıklamada Merkel’in Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuçiç, Bosna Hersek Bakanlar Kurulu Başkanı Zoran Tegeltiya, Kuzey Makedonya Başbakanı Zoran Zaev ve Arnavutluk Başbakanı Edi Rama ile görüştüğü ifade edildi. Bu dört görüşmenin de merkezinde Almanya’nın ev sahipliğinde 5 Temmuz’da çevrimiçi formatta yapılacak Batı Balkanlar ile ilgili Berlin Süreci Toplantısı’nın olduğu aktarıldı.
  • Balkanlar’da iş birliğini güçlendirmeyi, barış ve istikrarı korumayı hedefleyen Berlin Süreci kapsamında ilk toplantı 2014’te Almanya’da yapılırken, 2015’teki toplantı Avusturya’da, 2016’daki Fransa’da, 2017’deki İtalya’da, 2018’deki ise İngiltere’de yapılmıştı.

Kaynak: Balkan News

Tarih: 01.07.2021

 

Batı Balkan Ülkelerinin Liderlerinden AB’ye Sert Eleştiri

  • Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, Kuzey Makedonya Başbakanı Zoran Zaev, Kosova Başbakanı Albin Kurti ve Sırbistan Başbakanı Ana Brnabic, Kuzey Makedonya’nın Ohri şehrinde düzenlenen Prespa Diyalog Forumu’nun ikinci gününde katıldıkları “AB ve ABD arasında Batı Balkanlar’a yönelik sinerjinin yeniden sağlanması” oturumunda konuştu.
  • AB ile ilişkilerini bir düğüne benzeten, “gelinin birinci ve ikinci kez ortaya çıkmamasının ardından ortaya çıktığı takdirde artık düğün organize etmeyeceklerini” kaydeden Rama, “Avrupa’dan gelen kişilere artık şunu demeye ihtiyacımız yok: ‘Bizi almazsanız, başkası alır, üçüncü bir aktör bize gelir.” diye konuştu.
  • Balkan ülkeleri arasında belirsizliğe ve bölünmeye sebebiyet verecek “mini Schengen” gibi inisiyatiflerden dolayı bölge ülkelerinin sorumluluktan kaçınmaması gerektiğini ifade eden Kurti, Kosova’nın bu inisiyatifi şiddetle reddettiğini, AB’ye duyulan memnuniyetsizliklerin NATO’yu beğenmeyen ve Rusya Federasyonu’nu kabul eden ülkeler tarafından araçsallaştırılmaması gerektiğini vurguladı.

Tarih: 02.07.2021

Kaynak: Time Balkan

 

Stoltenberg: “NATO-KGG Anlaşması Hala Geçerli”
  • Kosova ziyaretine başlayan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg Cumhurbaşkanı Vjosa Osmani ve Başbakan Albin Kurti ile görüşmeler gerçekleştirdi. Stoltenberg, NATO ile Kosova Güvenlik Gücü (KGG) anlaşması gereğince, KGG’nin KFOR birlikleriyle koordinasyon olmadan Kosova’nın kuzeyine giremeyeceğini açıkça ifade etti.
  • Kosova makamlarının NATO ile Kosova Güvenlik Gücü (KGG) arasındaki anlaşmaya saygı duyması gerektiğini, böylece KGG’nin KFOR’la anlaşma olmadan ülkenin kuzey kısmına girmemesi gerektiğini belirtti.
  • Stoltenberg açıklamasında; “Kosova makamlarının, KGG’nin KFOR’la anlaşmadan kuzeye geçmemesi için 2018 anlaşmasını desteklemeye devam etmesini memnuniyetle karşılıyorum. Bu, durumun hassasiyetini yansıtıyor ve dengenin en iyi yoludur. Priştine-Belgrad diyalogu kapsamında siyasi bir anlaşmanın çözümlenmesini desteklemeye devam ediyoruz” ifadelerini kullandı.

Kaynak: Kosova Haber

Tarih: 02.07.2021

 

AB Sırbistan’daki Yeni Delegasyon Başkanını Atadı
  • Avrupa Birliği Dış İlişkiler Servisi 2 Temmuz Cuma günü yaptığı açıklamada Avrupa Birliği’nin Sırbistan’a yeni bir AB Delegasyonu şefi atadığını ifade etti.
  • AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell, Emanuele Giaufret’in Belgrad’daki AB büyükelçiliğine başkanlık etmek üzere atandığını duyurdu.
  • Şu anda İsrail’deki AB Delegasyonu’nun başkanı ve EEAS’ın Demokrasi ve Seçim Gözlemi Bölümü Başkanı olarak görev yapan Giaufret, Temmuz 2017’den bu yana Belgrad’daki Delegasyonun başkanlığını yürüten AB Büyükelçisi Sem Fabrizi’nin yerini aldı.

Kaynak: N1

Tarih: 02.07.2021

 

Danimarka Balkan Ülkelerine 2 Milyon Doz Astra Zeneca Aşısı Bağışlayacak
  • Danimarka Hükümeti, Balkan ülkeleri Kuzey Makedonya, Arnavutluk, Bosna Hersek ve Kosova’ya 250 biner doz Astra Zeneca aşısı bağışlayacak.
  • Danimarka’nın Belgrad Büyükelçiliği’nden yapılan açıklamada, Danimarka Hükümeti’nin Kuzey Makedonya, Arnavutluk, Bosna Hersek ve Kosova’ya 250 biner doz ve Kovaks sistemine de 1 milyon doz Astra Zeneca aşısı bağışlayacağı belirtildi.
  • Balkan ülkelerine yapılacak bağışların, Danimarka’nın sipariş edip ücretini ödediği, ancak henüz teslim edilmemiş olan Astra Zeneca aşısının dozlarını içereceği ve bağışların önümüzdeki aylarda gerçekleştirilmesi için çalışmaların yapıldığı açıklandı.
  • Danimarka Dışişleri Bakanı Jeppe Kofod, Balkanlar’da önemli bir aşı sıkıntısı olduğunu ve bunun bazı topluluklara yük olduğunu, ancak yeni salgın riskini de artırdığını söyledi.

Tarih: 03.07.2021

Kaynak: Time Balkan

 

TUİÇ Balkan Stajyerleri: Melisa Agoviç, Rümeysa Güner, Şamil Orhan, Didem Şimşek, Aybüke Koçak ve Hatice Deniz Hızal

 

 

 

Feminist Uluslararası İlişkiler Teorisi ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Feminist Hareketler

Özet

Kadın hareketleri ilk olarak 18. yüzyılda temellerini atmıştır. 19. ve 20. yüzyılları kapsayan dönemde ise belirginleşip şekil almaya başlamıştır. Üç dalga şeklinde görülen feminizm, erkek egemenliğine karşı çıkmış ve kadın erkek eşitliğini savunmayı amaçlamıştır. Erkek hegemonyasının, toplumda ve dilde kadını dışlaması ve ötekileştirmesini eleştirmiştir. 1980’lerde feminizmin Uluslararası İlişkiler disiplininde de yer aldığını görmekteyiz. Kadının, toplumda baskılanmasının bir sebebin de uluslararası ilişkilerdeki rolü olduğuna değinilmiştir. Bu yazıda Türk toplumunda feminizmin nasıl ele alındığını Osmanlı İmparatorluğu’ndan başlayıp, Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar olan dönemlerde ne aşamalar ve gelişmeler gösterdiğine odaklanılmıştır. Bu konular, dört ana başlıkta incelenmiştir. İlk başta Osmanlı İmparatorluğu, onu takip eden kısımda Erken Cumhuriyet dönemi yer almaktadır. Üçüncü başlıkta dönemsel olarak kadın hareketleri yer alıp kendi içinde ayrılırken son kısımda ise günümüze değinilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Feminizm, Feminist Uluslararası İlişkiler Yaklaşımı, Kadın Hareketleri, Türk Kadınlar Birliği, Kadınlar Halk Fıkrası

Abstract

Women’s movements first laid their foundations in the 18th century. In the period covering the 19th and 20th centuries, it began to become prominent and take shape. Feminism, seen as three waves, aimed to defend gender equality by opposing male domination. It has been criticized that male hegemony excludes and marginalizes women in society and language. In the 1980s, we see that Feminism is also included in the International Relations discipline. It was mentioned that one of the reasons why women are suppressed in society is their role in the international relations. The focus has been on how Feminism is handled in Turkish society, what stages and developments it has shown in the periods starting from the Ottoman Empire to the Republic of Turkey. These issues are examined under four main headings—the Ottoman Empire at first, followed by the Early Republic period. While the third heading periodically includes women’s movements and is separated within itself, the last part is mentioned about today.

Keywords: Feminism, Feminist Approach to International Relations, Women’s Movements, Turkish Women’s Union, Women’s People Party

Giriş

Feminizm kelimesi, kökeni itibariyle Latince “femina” kelimesine dayanmaktadır. Feminizm, erkek hegemonyasına karşı çıkmak için doğmuş ve kendisine kadın haklarını, bu hakların korunmasını ve kadın erkek eşitliğini amaç edinmiştir. Bu hareket tek seferde değil, aşamalı olarak gerçekleşmiştir. Feminizm içinde üç dalga bulunmaktadır. İlk dalga, 1940 ve 1950’lerde yer almaktadır. Buradaki ana konu oy hakkıdır (Şen, n.d. s. 1). Bu süreç içerisinde I. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkmasıyla bu harekete bir nevi destek sağlanmıştır. Bunun nedeni, erkeklerin savaşa gitmesiyle açılan boşlukta kadınlar evlerinden çıkıp iş alanlarında aktif rol üstlenmesi olmuştur. İlk dalga sonrasında, 1960’lı yıllarda ise feminizmin ikinci dalgasını görüyoruz. Bu dalganın, birinci dalgaya göre “Kadının Özgürlük Hareketi” (WLM) sayesinde daha radikal ve devrimci olduğu söylenebilir. Aynı zamanda siyahi kadınların da daha aktif rol aldığı görülmüştür. Üçüncü dalga ise 1970’lerde LGBT hareketi ile bağlantılı olarak ortaya çıkmıştır. Bu hareket, cinsiyetlerin eğilimlerini ve bu kapsamda haklarını arayan Queer kuramı ile bağlantılıdır (Kobak, 2016). Diğer iki dalgadaki gibi bir “eşitlik” arayışından ziyade, bu sefer “adalet” arayışı dikkat çekmektedir. Bu adalet arayışı, yaş, statü, yaşam şartları, yaşanılan bölge gibi etkenlerin göz önünde bulundurulması gerektiğini savunan bir sistemdir (Özkaya, 2020).

İngilizcede kullanılan “sex” (cinsiyet) kavramı biyolojik bir tanıma sahipken, “gender” (cinsiyet) ise kadın ve erkek rolleridir. Bu roller toplum tarafından baskıyla verilir. Feminizm, bu kapsamda kadınlara verilen rollere karşı çıkmayı hedeflemiştir. Simone de Beauvoir’ın “Kadın doğulmaz, kadın olunur” sözü ise kadınların toplumsal dayatmalarla, basmakalıp bir hal almasını açıklamaktadır. De Beauvoir, The Second Sex (İkinci Cinsiyet) kitabında, kadının toplumda ikinci plana atılışını ele almıştır. Bir kadının kendini anlatırken cinsiyetini söylemesi gerekliliğinden bahsetmiş fakat erkekte bu tarz herhangi bir belirtme olmadığını savunmuştur. Aynı zamanda kadın, bağımsız olarak tek başına bir şeyi temsil etmekten ziyade, erkeğe bağımlı olarak konumlandırılmıştır. Kadın erkeğin zıttı olarak yer almaktadır. Erkek normu temsil ederken kadın normun sapmasını temsil etmektedir (De Beauvoir, 2019). Bunlara ek olarak erkek özne iken kadın öteki kavramı ile karşı karşıya kalmaktadır. Kadının, “öteki” olarak sınıflandırılması onun dışlanmasını ifade etmektedir. Metinlerde de kadın, bilinçdışı ile örtüştürülür (Selvi, 2005). Burada, erkek hegemonyasından çıkıp dişi ve eril olanı zıtlıktan arındırıp birbirlerini tamamlayan hale getirmek amaçlanmıştır. Bu tarz bir ayrım dilbiliminde de yer almaktadır. Eril olan “unmarked” yani işaretli olmayan olarak geçerken, dişi ise “marked” yani işaretli olarak geçer. İşaretli ve işaretli olmamak kelime yapısı ile alakalıdır. İşaretli olmayanlar kelimenin yalın ve öz halini oluştururken, işaretli olanlar onlardan türeyen kelimeleri oluştururlar, burada da dişi ile işaretli olanın özdeşleştirilmesinin sebebi kadının bağımsız bir birey olmadığını ve erkeğe bağlı olduğunu vurgulamaktadır. Her gün kullanılan kelimeler ve hitaplar bunların en basit örnekleridir. Hatta hitabın kullanımına göre kadını kategorize edilmesi de bu sistemde mevcuttur. İngilizcede “Mr.” yapısı bir erkeğe hitap ederken kullanılır ve herhangi bir mesaj içermez yani evli olup olmadığına dair herhangi bir statü belirtmez. Kadınlarda ise “Mrs.” ve “Miss” olarak ikiye ayrılır. “Mrs.” evli olduğunu belirtirken “Miss” evli olmadığını belirtir. Feminizm hareketleri sonrasında yeni bir kavram ortaya çıkmıştır. “Ms” olarak kullanmaya yeni başlanan bu kavram evli olup olmadığını belirtmek istemeyen kadınların kullandığı bir hitap şeklidir. Fakat kadınlar baskılanmaktan bu kavramı kullanarak bile tamamen kaçamamış ve bu sefer de ortaya aykırı ya da topluma uyan şeklinde iki farklı kategori çıkmıştır (Tannen, 1995).

1. Feminizm ve Uluslararası İlişkiler

Kadınlar çalışma alanlarında da içsel alanlarda yer almaktadır. Bir kadından ev işleri ve çocuk bakımı gibi işleri yapması beklenir ve bu konuda toplumsal baskıya maruz kalır. Kadınlardan farklı olarak erkeklerde ise bu durum dış alanlarla bağdaştırılır. Erkek gücü temsil eder. Bunun dayanağı olarak ise hayvanlardan örnekler verilmektedir (Mainardi, 1970). Tarih boyunca ise, kadınlar ülke içindeki sorunları temsil ederken, erkekler uluslararası güç ile bağdaştırılmıştır. Şen (n.d.), kendi yazısında feminist düşünürlerin uluslararası bağlamda bakış açısına şu sözlerle yer vermiştir;

“Feminist düşünürlere göre toplumsal cinsiyet; sosyal hayatın tümüne nüfuz ettiğinden devletlerin eylemlerinde, uluslararası örgütlerde ve ulus-ötesi aktörlerde derin ve fark edilmeyen etkilere sahip olabilmektedir” (s. 2).

Uluslararası kapsamda ele alındığında, dişil karakterlerin devlet ve sisteme karşı tehditleri içerirken eril olanın ise devleti yöneten kısımda yer aldığı söylenebilir. Bu tespit, prens ve prenseslerle de örneklendirilebilir. Feminizme göre bu kadın ve erkek basmakalıp yaklaşımının “toplum ve devlet içinde kadının rolünün sınırlı kaldığı ve sosyal bilimlerin her alanında olduğu gibi uluslararası ilişkilerde de kadınların değişim ve gelişimlerinin dikkate alınmadığı belirtilmektedir” (Tür ve Aydın Koyuncu, 2010). 1980’lerde, feminizm ve uluslararası ilişkiler disiplinin birbirlerini etkiledikleri görülmektedir.

Feminizm ile uluslararası ilişkiler kapsamındaki devlet, güvenlik, egemenlik gibi kavramlara yeni bir anlam katılması ve kadınların varlığının gözler önüne serilmesi amaçlanmıştır. Feminizm burada bir anlamda realizmi eleştirmektedir. Feminizm, realizmin dünyayı siyah ve beyaz gibi iki uç nokta olarak algılayıp ona göre kalıplara sokmakta olduğunu savunmaktadır. Bu ayrımdan sonra ise “eril” ile “güç”, “güvenlik” ve “egemenlik” kavramlarını birbiri ile örtüştürmektedir. Uluslararası ilişkiler ile feminizmin üç ayrı kolla bağlandığı söylenebilir. Bunlar; ampirik, analitik ve normatif diye isimlendirilir (Doğan ve Özlük, 2016).

Ampirik feminizm, sahadaki duruma parmak basmaktadır. Kadınların deneyimlerini ve dünya politikasını incelemiştir. Hatta bu doğrultuda kadınların kırılgan olduğu, korunmaya ihtiyacı olduğu gibi algıların aksine, eşitliğin baskın olduğu toplumlarda müdahale ve sert gücün daha baskın olduğu söylenmiştir. Yani başka bir değişle erkek hegemonyası ile yönetilen bir sistemde sert güç kullanımının, oluşturulan algının aksine eşitlik bazlı sistemlerden daha az olduğu görülmektedir. Analitik feminizm ise “kadınlık ve erkekliğin, biyolojik anlamından bağımsız olarak bir sosyal inşa sürecinin sonucu olduğunu savunur” (Kobak, 2016). Burada güvenlik anlayışı sorgulanmaktadır. Erkek koruyucu rolündedir ve esas alınan fiziksel güçtür. Normatif feminizm, etik ilkeleri konu alır; tecrübe odaklı olarak insan hakları ve çocuk hakları gibi (Kobak, 2016). Güvenlik konusu Feministlerin en çok ele aldığı konulardan biridir. Feministlerin güvenliğe yaklaşımını şu şekilde dile getirilebilir;

“Feministler şiddete ilişkin olarak bir tarafta doğrudan şiddetin var olduğunu, bunun savaşlarda ya da saldırı durumunda yaşandığını ölümle, ıstırapla sonuçlandığını, diğer tarafta da doğrudan olmayan yapısal şiddetin var olduğunu, bunun da açlık veya hastalık gibi durumlardan kaynaklandığı gibi ekonomik, kültürel ve hukuki ayrımcılıktan da kaynaklandığını ve bu şiddetten en çok kadınların etkilendiğini belirtmektedirler” (Tür ve Aydın Koyuncu, 2010).

Feminizm, güvenlik konusunu hem doğrudan hem de doğrudan olmayan şeklinde iki başlıkta incelemektedir. Kadınların erkeklere bağlı bırakıldığı ve devlet tarafından da şiddete maruz kaldığı feministlerce öne sürülmüştür.

Feminizmin, uluslararası ilişkiler alanında ortak bir hedefi eşitlik olsa da yaklaşım içinde farklı yollar izlenmiştir. Liberal feminizm, hukuki çerçeveden değişiklikler talep etmiştir. Kadınların haklarının erkeklerle aynı olması gerektiğini savunmuş ve eşitlik beklemiştir. Marksist feminizm, sınıf ayrımı yapmamıştır. Cinsiyetleri, kategorize etmekten arındırmıştır bu sebeple de kamusal üretim kapsamında kadının dışlanmasının önüne geçmeyi hedeflemiştir. Sosyalist feminizm ise adını aldığı sosyalizm çerçevesinde dışlanmış ve sömürülmüş insanları konu aldıklarını ve kadınların da bu kategoriye dahil olduğunu söylemiştir. Radikal feminizmdeyse konu cinsiyet rolleridir. Üremeyi esas alır ve kadının rolünün değişmesi gerektiğini savunur. Post-modern feminizm, erkeği merkeze koyan algıyı yıkmayı hedeflemiştir. İngilizcedeki, “gender” ve “sex” kavramlarına ışık tutmuş, böylece cinsiyetin toplumsal olarak oluşturulduğunu ve dayatıldığını ifade etmiştir. İnşacı feminizm, uluslararası politikanın değişmesi gerektiğini çünkü güç, güvenlik, egemenlik gibi konuların tek aktörü ilgilendiren konulardan ziyade toplumsal konular olduğunu ileri sürmüştür. Post-kolonyal feminizm ise kadının “ikinci cinsiyet” konumunu eleştirmiştir. Erkeğin “esas” olan olup kadının ise “öteki” olmasını yıkmaya çabalamıştır. Aynı zamanda bunu ülkelere göre de incelemiştir. Maruz kaldıkları ortamların kadınları şekillendirdiğini, kadınların da buna göre ele alınması gerektiğini vurgulamıştır. Yani gelişmiş bir ülkedeki kadın ile gelişmemiş ülkedeki bir kadının deneyimleri gibi eğitimleri de aynı seviyede değildir bu sebeple aynı şekilde değerlendirilmemelidir (Kobak, 2016).

2. Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde Feminizm

“… Biz Osmanlı kadınları kendimize mahsus inceliğimiz, kendimize mahsus âdat ve âdabımız vardır. Onu erkek muharrirler bir kadının anlayabileceği ruhla anlayamazlar, lütfen bizi kendimize bıraksınlar, hayallerine baziçe buyurmasınlar! Biz kadınlar hukukumuzu kendimiz bizzat kendi içtihadımızla müdafaa edebiliriz… Biz zavallı kadınlar, erkekler nazarında daima bir meyve, bir meta halindeyiz. Amelimiz, hakk-ı hayatımız tahdit edilmiştir. Hem de hiçbir zaman tam manasıyla erkeklere enis-i can, refik-i ömr, şerik-i hayat olamadık…” (Kadınlar Dünyası, 1913).

Cumhuriyet dönemi Türk feminizmini konuşmak için cumhuriyetten çok daha öncesine, Türk kadınının savaşımının başladığı yere, Tanzimat Dönemi’ne bakmak gerekir. Dünya sahnesinde ise kadınların temel hak mücadelesi 1789 Fransız İhtilali’ne kadar gider (Yürüt, 2020). Kadınların vermiş olduğu bu -başta temel haklar olmak üzere- mücadele feminizm olarak adlandırılır. Her ne kadar Osmanlı Dönemi’nde kadının yeri, Orta Çağ Avrupası’nda yaşayan hemcinslerinden iyi konumda olsa da Fransız İhtilali ile birlikte -erkeklerle omuz omuza savaş vermiş kadınlar, devrimden sonra yayımlanan bildiride kendi haklarına dair bir kazanım göremeyince- ‘kadın hareketleri’nin resmi olarak başladığını, örgütlendiğini söyleyebiliriz. Kadınların mücadeleleri kamuoyunda, dergilerde, kitaplarda sıklıkla yer almış ve Osmanlı İmparatorluğu’nda da etkisini göstermesi kaçınılmaz olmuştur. Her ne kadar kadın hareketi ve feminizm, Batı menşeili olsa dahi kadınların hak mücadeleleri evrensel nitelik taşımıştır. Osmanlı’da ise özellikle II. Meşrutiyet’in (1908) ilanından sonra, kadınların hak talepleri daha görünür ve gür olmuştur.

Toplum tarafından, özellikle ataerkil düzenin sürdürmeye çalıştığı, kadınların kendilerine yüklenen misyondan, yalnızca “doğa” analığa layık olmalarından haklı sebeplerle bunalan kadınlar, toplumsal cinsiyet rollerine karşı gelmiş ve kazanılan “hak, eşitlik, özgürlük” mücadelesinde kendi isteklerini dile getirmiş, erkek baskın düzen tarafından desteklenen bu süregelen kalıpları kırmaya çalışmışlardır. Temel ve sosyal haklar bakımından cinsiyetin önemli olmaması gerektiği, cinsiyete dayalı kalıpların yıkılması gerektiğini savunan feminist teori, Türk kadını tarafından da benimsenmiş, hemen hemen tüm dünyada kadının yerini aynı gören bu sosyal düzene Türk kadını da karşı çıkmıştır.

2.1. Tanzimat Sonrası Dönemde Osmanlı’da Feminizm

Osmanlı Devleti modernizasyon uygulamalarına Tanzimat Fermanı ile geçse de fermanın özünde Türk kadını özelinde tanınan haklar yer almamıştır. Her ne kadar özel olarak bir madde yer almasa da bu ferman beraberinde, Türk kadını genel hatlarıyla eşitlik ve özgürlük kavramlarını irdelemiş ve daha sonrasında Türk kadın hareketlerinin temelini oluşturacak düşünceler filizlenmiştir. Avrupa’da olduğu gibi Osmanlı Devleti’ndeki kadınlar da örgütlenmeye, kendilerini yalnızca ikinci statüde gören bu düzene karşı gelmeye, seslerini çıkartmaya başlamışlardır. Kendilerini toplumsal cinsiyet rolleri kalıbına bağlı görmeyen; eğitim, iş fırsatları, kamusal alanda eşitlikle ilgili düzenlemelere gidilmesi gerektiğini, bu dönemde kurulan çeşitli kadın dernekleri ve örgütlenmeler içerisinde görmek mümkündür.

Bu dönem içerisinde, Avrupa’da görülen birinci dalga feminizmin Osmanlı’da görülen feminizmle paralel gittiğini söyleyebiliriz. Kısaca birinci dalga feminizm, ilk olarak kadınların siyasi alanda erkeklerle eşit haklara sahip olması gerektiği düşüncesiyle başlamıştır. Osmanlı’da kadınlar, dergi ve mecmualar aracılığı ile Osmanlı kadınına bu düşünceyi göstermişlerdir. Kadınların yanı sıra erkekler de Osmanlı’da ‘feminist’ dergilere katkıda bulunmuşlardır.

1868 yılında Terakki Gazetesi yayın hayatına başlamıştır ve kadın hakları ve seçimden söz eden ilk gazete olmuştur. Anonim olarak yayınlansa dahi bu gazetede kadınlar günlük hayatta sırf kadın oldukları için gördükleri kötü muameleyi anlatma fırsatı bulmuşlardır (Yürüt, 2020). Yayımlanan pek çok dergi ve gazete, bu dönemde Osmanlı kadınına feminist teoriyi anlatmış ve kadınları bilinçlendirmeye yönelik yayınlar çıkarmışlardır. Bunlardan bazıları: Terakki-i Muhadderat, Şükûfezar, Hanımlara Mahsus Gazete, Kadınlar Dünyası olarak örnek verilebilir. II. Meşrutiyet’e kadar sürmüş yayınlardandır. II. Meşrutiyet’le birlikte kadın dergilerinin sayısı inanılmaz derecede artmış ve yazın dünyasına renklilik katmıştır: Demet, Mehasin, Kadın, İnci, Diyane, Süs, Kadınlık, Erkekler Âlemi, Siyanet, Seyyale, Kadınlar Âlemi, Hanımlar Âlemi… (Demirdirek, 2005). Kadın egemenliğinde kadınlar için çıkarılan ilk dergi Terakki–i Muhadderat 1869’da yayımlanmıştır. Devam eden süreçte, bir yıl sonra kadınlar için ilk öğretmen okulu açılmış, ilk kadın okul müdürü atanmıştır. Terakki–i Muhadderat’ı 1886’da Şükufezar, 1895’ten 1908’e kadar Hanımlara Mahsus Gazete izlemiştir. Yazarları arasında dönemin efsanevi aydın kadınlarından Fatma Aliye Hanım ve Şair Nigâr Hanım da vardı. Fatma Aliye, artık romanlarında adını gizlememeye başlamıştı. Hep birlikte kadınlara eğitim hakkı, çalışma hakkı, aile içinde saygın bir yer edinme hakkını savunuyor, talep ediyorlardı. Kadınlar tüm imkanları zorluyor, örgütlenmekten çekinmiyorlardı. Temel yaşam hakları için mücadele ediyor, eğitim, çalışma, toplumsal ve kamusal alanda hak talep ediyorlardı. Çok eşliliğe karşı çıkıyor, “boşanamama” durumuna itiraz ediyorlardı.

Tanzimat sonrası dönemde kadın örgütlenmeleri, dergi ve mecmualar aracılığıyla filizlendikten sonra, faaliyete geçilmesi dernekler aracılığıyla olmuştur. Bu sayede kadınların eylemleri yaygınlaşmış ve ulaşılması gereken kesimlerin de bu hareketlerden haberi olmuştur. Bu dönemde en göze çarpan, dönemin koşullarına göre en radikal derginin -Kadınlar Dünyası- bir uzantısı olarak; 28 Nisan 1913’te ise kadın hakları ve feminizm bünyesinde Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti kurulmuştur. İlköğretimin zorunlu olması, kız liselerinin tüm yurda yayılması, kızlara yükseköğrenim hakkı verilmesi, çokeşliliğin yasaklanması, kadınlara boşanma hakkı, bu cemiyetin ana konularından olmuştur (Şakir, 2020).

Avrupa ile eşzamanlı feminist hareketlerin sürdüğü Tanzimat sonrası dönemde, Türk kadını hem temel hak ve özgürlükler mücadelesi vermiş hem de toplumsal prangalarından kurtulmak için savaşmıştır.

3. Cumhuriyet Dönemi’nde Feminizm ve Türk Kadınlar Birliği

Türkiye’de kadınların siyasi anlamda ilk örgütlenişi Kurtuluş Savaşı’ndan sonraya rastlar (Şahin, 2018). Erken Cumhuriyet Dönemi sürecinde, çeşitli feminist yazarlar ve entelektüeller, kadınların siyasi alanda hak sahibi olmaları için gereken önkoşulu eğitim olarak belirlemişlerdir (Metintaş, 2018). Bu dönemde 30’a yakın kadın derneği kurulmuştur: Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyeti Hayriyesi, Biçki Yurdu, Osmanlı Türk Kadınları Esirgeme Derneği, Asri Kadın Cemiyeti, Cemiyet–i Nisvan Heyet–i Edebiyesi, Teali–i Nisvan Cemiyeti, Kırmızı–Beyaz Kulübü, Osmanlı Müdafaa–i Hukuk–ı Nisvan Cemiyeti gibi. Cemiyetlerin, kadınların çıkardığı dergi ve gazetelerin bir diğer odak noktası ise kadınların eğitim hakkı olmuştur. Onlarca konferans ve tirajın neticesinde, 12 Eylül 1914’te -şimdi yerinde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi bulunan- Zeynep Hanım Konağı’nda, İnas Darülfünun (Kadın Üniversitesi) kuruldu. 24 Ekim’de, üniversitede öğretim başladı. Edebiyat ve Fen bölümlerinden oluşan İnas Darülfünunu’nda eğitim üç yıldı. O sıralarda, Osmanlı İmparatorluğu 1. Dünya Savaşı’na girmişti. 1. Dünya Savaşı’nın bitiminde, Maarif Nazırı Ali Kemal, Darülfünun Müdürü Ahmet Naim’e İnas Darülfünunu’nun kapatıldığını ve kadın öğrencilerin Darülfünun’da erkeklerle okuyacağını söyledi. 13 Ocak 1923’te karma eğitime geçildi (Baytok, 2020). Ve kadınların yükseköğretime adım atma meseleleri bu şekilde başlamış oldu. 1923’te yeni bir Türkiye vardı artık, Cumhuriyet kurulmuştu; kadın nispeten özgürleşmişti. 

Haziran 1923’teyse, Nezihe Muhittin’in başkanlığında Kadınlar Halk Fırkası kuruldu (Karakuş, 2020). Ancak fırka hükümet tarafından onaylanmamış ve yasallaşmamıştır. Kadınlar Halk Fırkası isminden ötürü erkekler tarafından tepkiyle karşılanmış her ne kadar kendine seçtiği hedefler desteklense de siyasi bir isim olan “fırka”yı kullanmaları yadırganmıştır. Ayrıca o dönem tüm ulusu kapsayacak tek bir fırka oluşturulacaktı ki o da Halk Fırkası’dır. Bu sebeple Kadınlar Halk Fırkası Ankara’nın onayını alamamıştır (Şahin, 2018). Bunun üzerine Kadınlar Halk Fırkası, kuruluş tüzüğünde düzenlemeye giderek, “birliğin siyasetle hiçbir ilgisi olmadığı” ibaresini ekleyerek, ‘Kadınlar Birliği’ olarak kamusal hayatlarına devam etmişlerdir (Zihnioğlu, 2013). 7 Şubat 1924 tarihinde, Nezihe Muhiddin öncülüğünde Türk Kadınlar Birliği kurulmuştur. Kuruluş amacı, kadının siyasal haklarını elde etmesi ve sosyal yaşama eşit olarak katılmasının sağlanması idi. İlk Genel Başkan Nezihe Muhiddin’ in aşağıdaki sözleri bu amacı ve mücadeleyi en iyi şekilde özetlemektedir:

“Biz Türk Kadınları toplumsal ve siyasal yaşamda hak ettiğimiz yeri almalıyız. Önce Türk Kadınlarını bilinçlendirmeli ve eğitmeliyiz. Onlara daha fazla şey istemelerini ve bunlara nasıl ulaşacaklarını anlatmalıyız. Amacımız Türkiye’de kadın ve erkeğin toplumsal, ekonomik ve siyasal eşitliğidir” (Türk Kadınlar Birliği’nin ilk mitingi, 1930) (Türk Kadınlar Birliği, 2019).

Türk Kadın Birliği’nin 11 Nisan 1930’da İstanbul’da düzenlediği ve Sultanahmet Mitingi adını alan ilk mitingi. [Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı Görsel Koleksiyonu]

Kadın örgütlenmeleri, siyasi arenada varlıklarını kabul ettirememeleri neticesinde daha çok hayır dernekleri düzeyinde kalmış; yeniden konumlarını sorgulamaya, örgütlenmeye ancak 1970’lerde başlayabilmişlerdir. Ancak bu da 70’li yıllarda meydana çıkan sınıf mücadelesi üzerinden olmuştur. Feminist hareketin ikinci dalgası Türkiye’ye 1980’lerde ancak uğrayabilmiştir (National Geographic, 2019). Feminizmin birinci dalgası olan siyasal hak mücadelesinde Türk kadınları, ilk siyasi haklarını elde etmeye 1930 yılında başlamıştır. 1930 yılında belediye, 1933 yılında muhtarlık ve 1934 yılında milletvekili seçme ve seçilme haklarını kazanmışlardır. Dünyada ilk kez kadınlara oy hakkı veren ülke 1893 yılında Yeni Zelanda olmuştur (Tür ve Aydın Koyuncu, 2010). Avrupa ülkelerinde ise Finlandiya, kadınlara 1906 yılında siyasi hakları tanıyan ilk ülke olmuştur. Komşu ülkeleri arasında kadınlara siyasal hak tanıyan ilk ülkelerden olan yeni Türk Cumhuriyeti, çok uzun süreler boyunca bu haklar sayesinde çağdaşlık konumunu korumuş olacaktır. Kadınların bu hakları elde etmesi, on yıllar boyunca sürdürdükleri mücadelenin sonuçlarından biridir. 1930 yılında tanınan ilk haktan sonra, 11 Nisan’da Türk Kadınlar Birliği’nin düzenlediği mitingle bu zafer kutlanır. 1934 yılında, Malatya Milletvekili İsmet İnönü ve 191 arkadaşının verdikleri bir anayasa değişikliği teklifi ile kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınır. 1935 yılı ise Türkiye kadın tarihi açısından önemli bir yıldır. 1 Mart 1935’te toplanan beşinci dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde on sekiz kadın milletvekili yer alır. Uluslararası Kadınlar Birliği ya da 1935 Türkçesi ile Arsıulusal Kadınlar Birliği on ikinci kongresini İstanbul’da yapar. 18-24 Nisan 1935 günleri arası toplanan kongrenin ev sahibeliğini Türk Kadınlar Birliği üstlenir (Şahin, 2018).

3.1. 1970 ve 1980’ler: Feminist Hareket Yeniden!

1935’te “kadın hareketleri siyasal haklarını elde ederek misyonunu tamamladı” görüşü nedeniyle, 1975 yılına kadar Türkiye’de etkin bir kadın hareketinden söz edilmedi. Kadınlar daha çok hayır kurum ve kuruluşlarında çalışmaya yönlendirildi. 1975’te İlerici Kadınlar Derneği kuruldu. Yeni kadın hareketleri ise ancak 1980 yılında başlayabildi. Eğitimli genç kadınların oluşturdukları bu yeni grup, ikinci dalga feminizmi de beraberinde getirdi. 1980’li yıllardan beri üniversitelerde türban yasağına karşı yapılan eylemleri de feminist mücadele ekseninde değerlendirmek mümkündür. 

“Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü” İstanbul’da ve yurdun dört bir yanında, 12 Eylül askeri darbesi sonrasında izinli olarak yapılan ilk kitlesel kadın yürüyüşü olarak tarih sahnesinde yerini aldı. Bu dayanışma yürüyüşünün alevlenmesinin nedeni, Çankırı’da bir hakimin, aile içi şiddete karşı açılan davayı “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmemeli” diyerek reddetmesiyle başladı. Dayağın, şiddetin, zorbalığın meşrulaştırılmasına karşı mücadele eden kadınlar, kitlesel bir yürüyüş gerçekleştirerek bu kararı protesto ettiler. Mitinge 2500’ün üzerinde kadın katıldı ve 1935’li yıllardan sonra Türkiye’de feminizm tekrar alazlandı. 1989 yılının ocak ayında şiddete maruz kalan kadınların hukuksal ve pratik destek alabilecekleri bir telefon ağı oluşturuldu. Ancak bir süre sonra, dayanışma ağlarının da yeterli olmayacağı, bir sığınağın gerekli olduğu gerçeği ortaya çıktı. Yurtiçi ve yurtdışı dayanışmalarla, aile içindeki erkek şiddetine karşı mücadeleyi yaygınlaştırmak ve şiddetle yüz yüze olan kadınlarla dayanışmayı sürdürmek amacıyla Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı kuruldu (Şakir, 2021).

Çıkarım

En basit biçimiyle feminizm için şöyle denebilir: kadın hareketi ve feminizm, kadınların asla yadsınamayacak haklarını tanıyarak bu hakların korunması amacıyla eşitsizliklerin ortadan kaldırılması için olan bir mücadeledir. Kadın hareketi doğrudan kadınları ilgilendiren ve dolaylı olarak kültürümüzü ilgilendiren konularda bilinç uyandırmasının yanında feminizmin temel objektifleri; eğitim, iş, çocuk bakımı gibi konularda eşit haklara sahip olmaktan, yasal kürtaj hakkından, kadın sağlığı konusunda ilerlemelere, tacizin ve tecavüzün engellenmesinden lezbiyen haklarına kadar uzanır (Bianet, Kadın ve LGBTİ, 2003). Son dalga ile birlikte feminizmin içeriğinin daha da genişlediğini söylemek mümkün, burada tüm cinsiyetlerin -cinsel yaşamlarından, bedenlerinden, din veya kökenlerinden bağımsız- eşit haklara sahip olmaları hedeflenmektedir. Feminizm ırkçılık karşıtı, engelli düşmanlığı karşıtı ve klasisizm karşıtı olmak zorundadır (Berg, 2018).

Feminizmin hareket noktasında, kadınların ezilmesinin diğer baskı ve tahakküm biçimleri karşısındaki özgüllüğünün ve sistematik niteliğinin kabulü vardır. Bu hareket noktasının günümüz feminizminde yaygın olarak benimsenen uzantısı ise şudur: toplumsal cinsiyet hiyerarşisi, sınıf çelişkisinin ve ulusal/etnik ya da ırka dayalı egemenlik biçimlerinin yanı sıra toplumları biçimlendiren temel hâkimiyet biçimlerinden biridir. Patriarkanın ve kapitalizmin dinamikleri birbirine indirgenemeyecektir ama ikisi de birbirini besleyen dinamiklerdir. Feminist tahlile göre erkek egemenliği, kadınların ezilen, erkeklerin ezen taraf olduğu, başka bir ifadeyle biri hâkim diğeri tâbi iki toplumsal grubun karşı karşıya geldiği bir toplumsal ilişki oluşturmaktadır. Feminizmin bu hareket noktası onun kadın hareketi içindeki ayırıcı özelliğini oluşturur. Kadın-erkek eşitliğini hedefleyen ve bunun mücadelesini veren bütün gruplar ve hareketler, erkek egemenliğinin ya da patriarkanın özgül ve sistematik niteliğini öne çıkarmaz, buna uygun örgütlenme ve mücadele biçimlerini benimsemezler (Acar Savran, 2013).

Toplum ilerliyor, kadınlar bilinçleniyor ve erkek egemen düzenin baskılarına karşı geliyor. Türkiye’nin her yerinden ve her kesiminden kadın, çalışmak, eğitim almak, boşanmak istediği için öldürülmemek, istemediği bir şeye zorlanmamak, kendi hayatı hakkında karar verebilmek istiyor (Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2010). Türkiye’de yaşayan kadınların haklarına sahip çıkması, bilinçlenmesi için her yıl onlarca konferans, seminer düzenlenmekte, yazılar kaleme alınmaktadır.

Nitekim, 19. yüzyılın son yarısında başlayan Osmanlı-Türk kadının özgürleşmesi, temel haklarına sahip olmak istemesi, hayatını kendi istekleri ile yönetebilmesi mücadelesi 21. yüzyılın neredeyse ilk çeyreğine kadar sarkmış ve onlarca bildiriye ve gösteriye rağmen, Türkiye’de tam olarak bir feminist bilinçten bahsetmek ve bu düşüncenin toplumun her kesimi tarafından kabul edilmesini talep etmek, henüz mümkün görülmemektedir. Sayıca fazla konferansa, makaleye, eğitime rağmen Türk halkının, özellikle Türk erkeğinin feminizme karşı önyargılı düşünceleri, Türkiye’de kadınlara yönelik şiddetin, adaletsizliğin, eşitsizliğin önüne set çekilmesine engel olmaktadır. Türk kadını ise henüz üçüncü dalga feminizmi tam olarak topluma benimsetip, 2013’te internetin yaygınlaşması ile kadınların güçlendirilmesiyle başlanan dördüncü dalga frekansına geçebilmiş değil.

Arsal Ateş

Sanem Telev

Uluslararası İlişkiler Teorileri Staj Programı

Kaynakça

Ashton-Jones, E., Olson, G. A. (1991). The Gender Reader. [E-book]. Allyn and Bacon. 

Bayur, E. (2020). Osmanlıdan Günümüze Türkiye’de Kadın Hareketleri – III. Gergedan Dergi. Erişim Adresi: https://gergedan.press/turkiyede-kadin-hareketleri-iii-8421/ (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

Berber, N. (2017). İsyan, Direniş, Kazanım! Türkiye’de kadın hareketi. Heinrich Böll Stiftung. Erişim Adresi: https://tr.boell.org/tr/isyan-direnis-kazanim-turkiyede-kadin-hareketi (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

Berber, N. B. (2017). Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne Kadın Hareketi. Heinrich-Böll-Stiftung. Erişim Adresi: https://tr.boell.org/tr/2017/09/18/osmanlidan-turkiye-cumhuriyetine-kadin-hareketi (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

Berg, K. B. (2018). Mesele Sırf Kadın Hakları Değil. deutschland.de. Erişim Adresi: https://www.deutschland.de/tr/topic/yasam/gunumuzde-feminizm-iste-konular-ve-hedefler (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

Bianet. (2003). Günümüz Feminist Hareketin Çok Sesliliği. Erişim Adresi: https://bianet.org/kadin/siyaset/11127-gunumuz-feminist-hareketin-cok-sesliligi (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

De Beauvoir, S. (2019). İkinci Cinsiyet (2 Cilt). İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.

Doğan, F., Özlük, D. (2016). Feminist Uluslararası İlişkiler ve Uluslararası İlişkiler Eleştirisi: Cinsiyet, Devlet ve Güvenlik. Sosyal Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 16(32), 53–70. 

Acar Savran, G. (2013). Feminizm. Sosyalist Feminist Kolektif. Erişim Adresi: http://www.sosyalistfeministkolektif.org/web-yazilari/feminizm/feminizm/ (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021)

Kobak, Ö. (2016). Feminizm ve Uluslararası İlişkiler. Academia.Edu. Erişim Adresi: https://www.academia.edu/10643371/Feminizm_ve_Uluslararas%C4%B1_%C4%B0li%C5%9Fkiler (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

Mainardi, P. (1990). The Politics of Homework. In E. Ashton-Jones, G. A. Olsen (Eds.), The Gender Reader. (pp. 394–399). Allyn & Bacon.

National Geographic. (2020). Türkiye’de Feminizm. Erişim Adresi: https://www.nationalgeographic.com.tr/turkiyede-feminizm/ (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

Özkaya, A. (2020, June 3). Feminizm Nedir? Mekânın Oluşturulmasında Dezavantajlı Grupların Dışlanmasına Eleştirel Bir Bakış. Evrim Ağacı. Uluslararası İlişkiler. Erişim Adresi: https://evrimagaci.org/feminizm-nedir-meknin-olusturulmasinda-dezavantajli-gruplarin-dislanmasina-elestirel-bir-bakis-8209 (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

Selvi, Y. (2014). Derrida Effect over Feminist Theory and Art: Deconstruction. Idil Journal of Art and Language, 3(11).

Şakir, Ş. (2021). 17 Mayıs 1987: Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü. Çatlak Zemin. Erişim Adresi: https://catlakzemin.com/17-mayis-1987-dayaga-karsi-dayanisma-yuruyusu/ (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

Şen, Ö. F. (n.d.). Feminizm. Academia.Edu. Erişim Adresi: https://www.academia.edu/20849119/Feminizm (Erişim Tarihi: 30 Mayıs 2021).

Tannen, D. T. (1995). Talking from 9 to 5: How Women’s and Men’s Conversational Styles Affect Who Gets Heard, Who Gets Credit, and What Gets Done at Work by Deborah Tannen (1-Oct-1994) Hardcover (Vol. 3) [E-book]. William Morrow & Co; First Edition edition (Oct. 1994). 

Tür, Ö., Aydın Koyuncu, Ç. (2010). Feminist Uluslararası İlişkiler Yaklaşımı: Temelleri, Gelişimi, Katkı ve Sorunları. Uluslararası İlişkiler, 7(26), 3-24. 

Türk Kadınlar Birliği. (2019). Türk Kadınlar Birliği. Erişim Adresi: http://www.turkkadinlarbirligi.org/tr/ (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

Türk Kadınlar Birliği. (2019). Tarihçe. Erişim Adresi: http://www.turkkadinlarbirligi.org/tr/kurumsal/1/Tarih%C3%A7e (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

Vural, E. E. A. (2020, August 31). Osmanlı’da kadın hareketi ve milliyetçi ideolojinin kesişimleri: Kadınlar dünyası. (Yüksek Lisans Tezi). Ankara: Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. 

Yürüt, B. (2017). Tanzimat Sonrası Osmanlı Kadın Hareketi ve Hukuki Talepleri. TBB Dergisi (Özel Sayı), 365-396. 

Haftanın Öne Çıkanları

0

AVRUPA BİRLİĞİ TEK KULLANIMLIK PLASTİKLERİ YASAKLADI (03.07.2021)

2018 yılından bu yana Avrupa Birliği gündeminde olan tek kullanımlık plastik yasağı uygulamaya geçti. Plastik çatal, bıçak, poşet ve pipet gibi birçok ürünün kullanımına kısıtlama getirildi.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) ve Türkiye

Özet

Birleşmiş Milletlerin (BM), yeryüzünde bulunan bütün tarihi eserleri din, dil, ırk gözetmeden koruyan, sahip çıkan, erişimini sağlayan ve atalarımızdan bize kalan mirasları nesiller boyu aktarabilen en değerli kuruluşlarından biri UNESCO’dur. UNESCO, ilgilendiği alanlarda yaptığı projeler ve başarıları ile uluslararası arenada kendini sayısız kez kanıtlamış bir kuruluş olmuştur. Bu makale tam da bu yüzden UNESCO’yu genel bir çerçeve de incelemektedir. Makale UNESCO’yu tanıtırken tarihi, kurumsal yapısı, UNESCO Miras Sözleşmesi, Türkiye’de bulunan UNESCO Mirasları, UNESCO’nun eğitim ve bilim alanındaki çalışmaları ve alt başlıklarında gerçekleştirdikleri projeler gibi çeşitli genel başlıklar altında ele almaktadır. Makalede bu başlıklar ele alınırken, Türkiye ve UNESCO ilişkisi odaklı bir ilerleme amaçlanmıştır.

Anahtar Kelimeler: UNESCO, Türkiye, Eğitim, Kültür, Miras.

Abstract

UNESCO is one of the most valuable institutions of the United Nations (UN), which takes possession of, protects and provides access to historical artifacts easily on earth, regardless of religion, language or race, and which can pass on the heritage of our ancestors for generations. UNESCO is an organization that has proven itself countless times in the international arena with its projects and achievements in the fields of interest. This article is precisely, that is why it examines UNESCO in a general framework. While the article ıntroduces UNESCO; history, corporate structure, a UNESCO Heritage Convention, UNESCO Heritage Site found in Turkey, UNESCO’s studies in the field of education and science and the projects carried out under the mare discussed under various general headings. When discussing this topic in the article, Turkey-UNESCO relationship oriented aimed progress.

Keywords: UNESCO, Turkey, Education, Culture, Heritage.

Giriş

UNESCO, Birleşmiş Milletler’in eğitim, bilim ve kültür alanında faaliyet gösteren bir kurumudur. Savaş sonrası barış ve düzen ortamı sağlayarak milletler arasında eğitim ve kültür alanında iş birliğini gerçekleştirmek amacıyla UNESCO Sözleşmesi ile kurulmuştur.

UNESCO yıllar içerisinde kazandığı prestijle alanını genişletmiş, Dünya Mirası Sözleşmesi ile birçok evrensel değere sahip tarihi yapıların gelecek nesillere aktarılmasına ve doğal varlıkların korunmasını sağlamıştır. Dünya mirası, geçmişimizden bize kalan, günümüzde onunla birlikte var olduğumuz ve gelecek kuşaklara bırakacağımız ilham kaynaklarıdır (Torcu, 2013).

Ülkemizde sözleşmeye imza atarak tarihi geçmişini korumak ve ortak mirasını gelecek kuşaklara aktarma amacıyla 1985 senesinden itibaren listeye 18 adet mirasımızın korunmasını sağlamıştır. Miras listesine alınan değerlerimiz turizm bakımından da oldukça önemlidir. UNESCO sadece tarihi ve doğal mirasları korumakla kalmayıp eğitim ve bilim alanlarında da aktif bir şekilde çalışmalarını yürütmektedir.

Eğitim alanındaki faaliyetlerinde,tüm bireylerin eğitim hakkına sahip olduğunun farkına varılması gerektiği ve eğitimin bireylerin gelişiminde, sosyal ve ekonomik kalkınmada temel rolü oynadığı inancı üzerine kurulu bir anlayış hakimdir. Ayrıca eğitim de toplumsal ve cinsiyet eşitliğini göz önünde bulundurarak faaliyetlerini sürdürmektedir (UNESCO Türkiye Millî Komisyonu).

UNESCO’nun bilim üzerine çalışmaları sürdürülebilir kalkınma, insanlığın refahı ve güvenliği konularında bilimin teşviki için sürdürülen çalışmalar bakımından oldukça önemlidir. Bununla birlikte, bünyesinde yer alan programlar sayesinde birçok projeler gerçekleştirilmektedir.

UNESCO anlaşılacağı üzere BM’in eğitim ve kültür alanında geniş bir yelpazesi bulunan bir kurum olarak günümüzde devamlılığını sürdürmektedir. Bu çalışmamızla UNESCO’nun tarihi arka planından günümüze kadar olan gelişimini, kültür, eğitim ve bilim alanlarındaki çalışmalarını başta Türkiye olmak üzere örneklerle açıklamaktır.

1. UNESCO Tarihinin Arka Planı

Dünya birçok savaşa tanıklık etmiş ve bu süreç içerisinde yıkılan devlet ve medeniyetler doğal olarak toplum üzerinde tahribata neden olmuştur. II. Dünya Savaşı bitiminden hemen önce Avrupalı devletler, savaşın izlerinden kurtulup yeni bir barış düzeni oluşturmak ve eğitim sistemlerini yeniden inşa etme amacıyla bir araya gelmiştir. ABD ve birçok hükümetin desteğiyle proje ivme kazanmış ve 16 Kasım 1945 yılında Londra’da 37 devletin katılımıyla UNESCO Sözleşmesi imzalanmıştır. Ardından 20 Mayıs 1946 tarihli ve 4895 sayılı kanunla yürürlüğe girmiştir. Bu tarihten itibaren, UNESCO (United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization), Birleşmiş Milletler’in eğitim, kültür, bilim ve bilgi alanlarında çalışan bir örgüt olarak günümüzde varlığını sürdürmektedir (UNESCO-Misyon ve Yetki).

Günümüzde UNESCO’nun üye sayısı, Filistin’in 2011’de üye kabul edilmesiyle 195’e yükselmiştir. Ayrıca 10 ortak (bağlı) üye devlet bulunmaktadır. UNESCO sözcüğü, Türkçe’de “Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu” olarak adlandırılmıştır (T.C. Turizm ve Kültür Bakanlığı).

UNESCO, yeryüzündeki eğitim, bilim ve kültür çalışmalarının insanlığın ortak çıkarlarına uygun şekilde yürütülmesi yönünde uzlaşı kararları almaya, bunları barış ve iş birliği çerçevesinde uygulamaya çalışan ve amaçlayan bir kurumdur. Merkezi Paris’te bulunmaktadır. UNESCO’nun Genel Konferans, Yürütme Konseyi ve Sekreterlik olmak üzere üç ana organı olduğunu söyleyebiliriz. Milli Komisyonları aracılığıyla UNESCO, üye devletlerinde çeşitli çalışmalar yapar. Bunlar; bilim, kültür ve eğitim alanlarındaki çalışmalar olmakla beraber en önemli çalışmalarından bir tanesi de üye ülkelerde bulunan tarihi eserleri, yapıları dünya mirası olarak kabul ederek koruma altına almaktır (UNESCO Millî Komisyonlar Tüzüğü).

2. UNESCO’nun Kurumsal Yapısı

Türkiye, 16 Kasım 1945 yılında UNESCO sözleşmesini imzalayarak UNESCO’nun kurucu ilk on üyesinden biri olmuştur. Bu sözleşmenin girişindeki ilk cümle bizlere belirtir ki; savaşlar insanların zihinlerinde başladığı için barışın savunmasının da insanların zihinlerinde oluşturulması gerekir. Sözleşmede bu oluşumun gerçekleşmesi için ancak eğitim, bilim ve kültür yönünden insanlar arasında anlayış ve iş birliği sağlayan bir yöntem belirtilmiştir. Nitekim bu yöntem UNESCO’nun amaçlarını, misyonunu ve örgütün kimliğini gözler önüne sermektedir (Hasgüler & Uludağ, 2018).

“UNESCO’nun misyonları;

  1. Uluslararası alanda entelektüel iş birliğini özendirecek, bunu sağlamak için gerekli koşulları bir araya getirecek, bu iş birliği için bir forum oluşturacaktır.
  2. Kalkınma için devletler arasında iş birliği yapılmasını sağlayacaktır.
  3. üye ülkeleri “evrensel etik” doğrultusunda hareket etmeye özendirecektir. Bu da bir bakıma “uluslararası toplumun vicdanı olma” gibi bir işlevdir” (Hasgüler & Uludağ, 2018, s. 207).

UNESCO, Milli Komisyonlar sözleşmesinin VII. Maddesi’nin gereğince; üye ülkelerde Milli Komisyonlar kurabilirler. Komisyonlar söz konusu ülkede UNESCO’yu ilgilendiren konularda hükümetlere danışmanlık ve etkinliklerinde ülke adına temsilcilik yaparlar. BM bünyesinde yer alan örgütler arasında sadece UNESCO bu Milli Komisyonları kurma hakkına sahiptir. Türkiye’de de bulunun Milli Komite mali kaynaklarını Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin ‘transferler kalemi’ ndeki tahsisatından sağlamaktadır. Ayrıca genel örgütün bütçe kaynaklarından biri; üye devletlerin iki yılda bir ödedikleri aidatlar diğeri ise Birleşmiş Milletler Özel Fonu’dur. “Bu durum bize göstermektedir ki UNESCO aslında BM gibi kökleri Dünya’nın her yanına ulaşabilen, kemikleşmiş sistemleri ile sağlam gövdeye sahip, olgunlaşmış bir ağaçtır” (Hasgüler & Uludağ, 2018, s. 208).

3. UNESCO’nun Organları ve Görevleri:

3.1. Genel Konferans:

Danışma ve görüşme organı olarak adlandırılan bu konferans UNESCO’nun en yetkili organı olarak kabul edilmektedir. Paris’de iki senede bir düzenlenen ve bütün üyelerin temsilcilerin katıldığı bir konferanstır. Görevlerinin kapsamı; sözleşme tasarılarının ve bütçenin hazırlanması, örgütün çalışma programlarını onaylamasıdır. En önemli görevi ise yönetim kurulu üyelerini ve Genel Direktörü seçer (Hasgüler & Uludağ, 2018, s. 207).

Genel Direktör, Yürütme Kurulu tarafından seçildikten sonra Genel Konferans tarafından atanarak işbaşı yapar. İlk başlarda görev süresi altı yıl iken bu süreç 2009 sonrasında dört yıllık sürede görevini icra edecek şekilde değişime uğramıştır. Başlıca görevi ise Genel Konferans kararıyla UNESCO Sekreterliğini oluşturmaktır. İlk Genel Direktör Julian Huxley iken 2017 yılında seçilen ve halen görevini sürdüren Genel Direktör ise Audrey Azoulay’dır (UNESCO Türkiye Milli Komisyonu,t.y.).

3.2. Yönetim Kurulu (Yürütme Kurulu):

Yönetim kurulunun başlıca görevi örgütün programını uygulamaktır. Peki yönetim kurulu kimlerden oluşmaktadır? Genel olarak başlangıçta 40 üyeye sahipken günümüzde 58 üye olarak bilinmektedir (Hasgüler & Uludağ, 2018, s. 207).

Yönetim Kurulu 15 üyeden oluşur. Kurulun kapsamında, Millî Eğitim Bakanlığı (2) Dışişleri Bakanlığı (1), Kültür ve Turizm (1), Genel Kurul tarafından Diğer Kamu Kuruluşları (2), Yükseköğretim Kurumları (3), Özel Kuruluşlar (3) Temsilcileri ve Tanınmış kişiler(3) yer almaktadır (UNESCO, 2017). 

Üyelerin görev süreleri üç yıldan dört yıla çıkarılmıştır. Yönetim Kurulu, Başkan ve iki Başkan Vekilini seçerken gizli oyla yöntemini kullanırlar. Örgüt içerisinde bulunanlar arasında görev dışında hiyerarşik veya mali açıdan fark yoktur ve ayrım yapılmamaktadır. Bunun en büyük sebebi Başkan da dahil olmak üzere gönüllülük esasına göre ve maaş almaksızın çalışmalarıdır. Başkanın görevleri; Millî Komisyonu temsil etmek ve Yönetim Kurulu tarafından alınan kararların icrasından sorumlu olmaktır.

UNESCO Türkiye Millî Komisyonu Yönetmeliğine göre, Yönetim Kurulunun görevleri;

“Genel Kurulda temsili öngörülen kamu kurum ve kuruluşlarını, özel kuruluşları, yükseköğretim kurumlarını belirleyen listeleri Genel Kurula sunmak üzere hazırlamak, Yönetim Kurulunun bakanlıkları temsil eden üyelerinin kendi aralarında belirledikleri 5 tanınmış kişi ile Yönetim Kurulunun seçimle gelen üyelerinin kendi aralarında belirledikleri 5 tanınmış kişiden oluşan 10 kişilik listeyi yedekleri ile birlikte Genel Kurula sunmak üzere hazırlamak,İkili olağan ilişkiler, alınan kararların uygulanması ve bilgi-belge değişimi dışında kalan konulardaki çalışmaları, ilgili bakanlıklar ile koordineli olarak gerçekleştirmek, UNESCO Genel Konferanslarında veya UNESCO’nun düzenleyeceği toplantılarda ülkemiz adına katılacak delege ya da uzmanların seçilmesi sırasında Hükümete danışmanlık etmek, Konferans ya da toplantılarda ülkemiz adına ileri sürülecek görüş ve önerileri hazırlamak, Dışişleri Bakanlığının ve ilgili diğer bakanlıkların görüşünü alarak katılacaklara bildirmek, Millî Komisyon Sekretaryasında görevlendirilecek personeli belirlemek, Genel Sekreterliğin çalışmalarını düzenlemek ve kontrol etmek,Millî Komisyonunun bütçesini hazırlamak ve Milli Eğitim Bakanlığına sunmak, yıllık faaliyet raporlarını hazırlayarak Genel Kurul üyelerine iletmek ve Genel Kurula sunulacak raporları hazırlamak, Kendi üyelerini veya yetkili kişileri davet ederek UNESCO’nun ilgi alanlarında özel ihtisas komiteleri oluşturmak ve çalıştırmak,UNESCO’nun etkinlikleri kapsamında ülkemizde yürütülen çalışmalar hakkında UNESCO merkezine gönderilmesi gereken ülke raporlarının hazırlanmasına katkıda bulunmak, Görev alanına giren konulara ilişkin kararlar almak” (UNESCO Türkiye Millî Komisyonu, t.y.)

Reşat Nuri Güntekin, Ahmet Kutsi Tecer, Prof. Dr. Bedrettin Tuncel; UNESCO Yönetim Kurulu’na seçilerek başarıyla Türkiye’yi temsil etmişlerdir. Prof. Dr. Tuncel, UNESCO Yürütme Kurulu Başkanvekili olmuş, 1966-1968 yılları arasında UNESCO Konferansı Genel Başkanı seçilmiş ve görevini layıkıyla gerçekleştirerek ülkemize gurur kaynağı olmuştur. 1978-1983 yıllarında Prof. Dr. Erdal İnönü ve Prof. Dr. Talat Halman Yürütme Kurulunda ülkemizi temsil etmiştir (Hasgüler & Uludağ, 2018, s. 207).

Ülkemiz 1971 yılından itibaren UNESCO Nezdinde Daimi Temsilci atamakta olup halihazırda Büyükelçi Ahmet Altay Cengizer Daimi Temsilcimiz idir” (T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, t.y.). Şuan görevine devam etmekte olan Prof. Dr. Öcal Oğuz, UNESCO Türkiye Milli Komisyon Başkanıdır (Güvendik, 2020).

3.3. Genel Sekreterlik:

Genel Sekreterlik; eğitim, bilim, kültür ve iletişim bölümlerinden oluşmaktadır.Görev tanımlarında iki yıllık UNESCO programlarını ve gerekli teknik çalışmaları hayata geçirir. Öncelikli olarak sorumlu olduğu görevleri ise; C/5 adında ki örgütün bütçesini, programını planlamak ve C/4 adındaki örgütün orta vadeli stratejilerinin hazırlanmasıdır (6 yılda bir) (Hasgüler & Uludağ, 2018, s. 208).

UNESCO Türkiye Millî Komisyonu Sekretaryasının elemanları;

  • 1 Genel Sekreter,
  • 2 Genel Sekreter Yardımcısı,
  • Eğitim, Doğa Bilimleri, Sosyal ve Beşeri Bilimler, Kültür ve Bilgi ve İletişim sektörlerinde görevli 5 Sektör Uzmanı,
  • 1 Sayman,
  • 1 Muhasebeci,
  • 1 Halkla İlişkiler,
  • 1 Sekreter,
  • 1 Teknik Eleman, (UNESCO Türkiye Millî Komisyonu, t.y.)

Bu üç ana organ haricinde UNESCO’nun bünyesinde çok önemli görevlere sahip başka bölümleri de vardır;

3.3.1. Genel Kurul:

Hükümet temsilcileri; eğitim, bilim, kültür ve iletişim konularıyla ilgili resmi ve özel kuruluşların temsilcileri ile tanınmış kişilerin birleşmesiyle oluşan bir kurumdur. Genel Kurul üyelerin seçimleri 4 yılda bir yapılır. Genel Kurula Millî Eğitim Bakanının başkanlık eder.

“UNESCO Türkiye Millî Komisyonu Yönetmeliğinin 11. Maddesi doğrultusunda Genel Kurulun görevleri aşağıda yer aldığı şekilde belirtilmektedir; 
– Yönetim Kurulunca oluşturulan ve bir sonraki Genel Kurulda temsili öngörülen kurum ve kişileri içeren listeleri inceleyerek, bir sonraki Genel Kurula katılacak 12 kamu kurumunu, 25 yükseköğretim kurumunu, 10 özel kuruluşu ve 10 tanınmış kişi ile yedeklerini belirlemek,
– Üyeleri arasından Yönetim Kurulunun 11 üyesi ile Denetim Kurulunun 2 üyesini ve bunların yedeklerini seçmek,
– UNESCO’nun görev alanına giren konularda tavsiyelerde bulunmak, 
– Yönetim Kurulunun çalışmalarına yön vermek, 
– Yönetim Kurulunun çalışmalarını gösteren raporlarını ve tekliflerini görüşerek karara bağlamak,
– Denetim Kurulunca hazırlanan kesin hesap raporlarını inceleyerek onaylamak”
(UNESCO Türkiye Millî Komisyonu, t.y.).

3.3.2. İhtisas Komiteleri:

 Bu komiteleri kurma yetkisi Yönetim Kurulu’na aittir. Bu komiteler hükümete ve topluma danışmanlık rolünü yerine getirmektedir. Komiteye 5 -10 kişiden oluşan ve uzmanlıkları yanında toplumun çeşitli kesimlerini temsil eden (kurumlar, kuruluşlar, STK’lar, üniversiteler, kadınlar, gençler vb.) kişiler seçilir. UNESCO Türkiye Millî Komisyonu bünyesinde toplam 11 İhtisas Komitesi vardır. Bunlar; Eğitim (1), Doğa Bilimleri (1), Sosyal ve Beşeri Bilimler (2), Kültür (3), Bilgi ve İletişim (2) alanlarında bulunan komiteler ve Sürdürülebilir Kalkınma 2030 Hedefleri ile Toplumsal Cinsiyet Eşitliği İhtisas komiteleri olmak üzere belirlenmiştir. Komitelere ek olarak 8 İzleme Grubu bulunmaktadır. Gönüllülük esasına göre ve maaş almaksızın çalışırlar (UNESCO Türkiye Millî Komisyonu, t.y.).

 Komitenin Görevleri;

  • UNESCO Programları ile Genel Kurul kararlarının uygulanması ve Yönetim Kurulunun (özellikle güncel bir konunun açıklık kazanmasına yardımcı olacak bilgi birikimini oluşturmak üzere) vereceği görevler doğrultusunda çalışmalar yaparlar.
  • UNESCO’nun üye ülkelerle danışma sürecine ve özellikle Kurumun temel belgelerinin (2 yıllık Program ve Bütçe (C/5); Orta Vadeli Plan (C/4), Yürütme Kurulu vb.) hazırlanma ve değerlendirme çalışmalarına ülkemizin katkısının sağlanmasında Yönetim Kuruluna destek olurlar.
  • UNESCO tarafından düzenlenen Genel Konferans, Genel Kurul, Hükûmetler Arası Komite/Konsey ve diğer üye veya taraf devlet sıfatıyla katılım sağlanması uygun bulunan toplantılara katılacak delegasyonlarca ileri sürülecek görüş ve önerilerin hazırlanmasında Yönetim Kuruluna yardımcı olurlar.
  • Başkanın görevi ise, Yönetim Kurulu ile Komite arasında irtibatı sağlar; Komitenin görüş ve önerilerini Kurulun onayına sunar;Kurulun kararlarını Komiteye iletir” (UNESCO Türkiye Millî Komisyonu, t.y.). 

3.3.3. Denetim Kurulu:

Denetim Kurulu, toplam üç kişiden oluşmaktadır. Bu üç üye Millî Eğitim Bakanlığı Teftiş Kurulu ile Genel Kurulu oluşturan temsilciler tarafından belirlenir. Görev süresi 4 yıldır. “Denetim Kurulu Üyeleri gönüllülük esasına göre ve maaş almaksızın çalışmaktadırlar” (UNESCO Türkiye Millî Komisyonu, t.y.). Milli Komisyon bütçesinden yapılan gider hesaplarıma ve Genel Kurula sunulmak üzere her bütçe yılı sonunda kesin hesabı ve giderleri bütçe ile hizmetlere uygunluğunu açıklayan raporları hazırlamak denetim kurulunun görevleri olarak söyleyebiliriz (UNESCO Türkiye Millî Komisyonu, t.y.).

4. Dünya Mirası Sözleşmesi

İnsanoğlu varoluşundan bu yana tarih boyunca biriktirdikleri deneyimlerin ve geleneklerin devamlılığını sürdürebilmek, gelecek nesillere tarihini koruyarak aktarabilmek ve oluşturduğu ‘ortak mirası’ korumak ister. Dolayısıyla dünyamızda da birçok uygarlıkların ve medeniyetlerin oluşturduğu ‘ortak miras’ olarak nitelendirdiğimiz değerler vardır. Bu doğal, kültürel ve tarihi zenginlik olarak adlandırdığımız değerler için UNESCO, Paris’te 17.Konferansını gerçekleştirerek 1972 yılında “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme”yi imzalamıştır.

Uluslararası toplumun ortak çabalarının ortaya çıkardığı bu olumlu sonuç, kültürel varlıkların korunmasına yönelik olarak uluslararası bir antlaşmanın hazırlanmasına dair girişimleri hızlandırmıştır” (Şakacı, 2015, s. 458).

Ayrıca, sözleşmenin varlık kazanması iki ayrı unsura bağlanabilir. Bunlardan birincisi insanlığın ortak mirası kavramının 1970’li yılların başında uluslararası toplumda giderek artan ölçülerde kabul görmeye başlamış olması ve ikinci unsur olarak bu ortak miras için harekete geçme isteğinin ortaya çıkmasıdır. Bu yolla, bütün insanlığın ortak mirası olarak kabul edilen evrensel değerlere sahip kültürel ve doğal varlıkları dünyaya tanıtmak, toplumda söz konusu evrensel mirasa sahip çıkacak bilinci oluşturmak ve çeşitli sebeplerle bozulan, yok olan kültürel ve doğal değerlerin yaşatılması için gerekli iş birliğini sağlamak amacıyla sözleşme oluşturulmuştur (Gökalp, 2018).

“Dünya Mirası Misyonu şu şekildedir;

  • Doğal ve kültürel mirasların korunma altına alınmasını sağlamak ve Dünya Miras Sözleşmesine ülkelerin taraf olmasını teşvik etmek.
  • Sözleşmeye taraf ülkeleri, kendi toprakları içerisinde yer alan alanları,Dünya Miras Listesine kaydedilmek üzere aday göstermeleri yönünde teşvik etmek.
  • Sözleşmeye taraf ülkeleri, kendi toprakları içerisinde yer alan dünya miras alanları için yönetim planları ve korunma durumlarını değerlendirmek üzere raporlama sistemleri geliştirmeleri yönünde teşvik etmek.
  • Taraf ülkelerin dünya miras alanlarının korunmasına, teknik yardım ve profesyonel eğitim sağlayarak katkıda bulunmak.
  • Tehlike altındaki dünya miras alanları için acil yardım sağlamak.
  • Dünya miras alanlarının korunmasının gerekliliği konusunda toplumda farkındalık yaratmaları hususunda taraf ülkeleri desteklemek.
  • Kültürel ve doğal miraslarının korunmasında, yerel halkların da katılımının sağlanmasını teşvik etmek.
  • Uluslararası iş birliğini, dünya kültürel ve doğal mirasının korunması hedefi doğrultusunda teşvik etmek.

Bu sözleşmeyle hiçbir ülke veya bölge ayrımı yapmaksızın, insanlığın bugüne kadar yaratmış olduğu uygarlıkların birer göstergesi olan tarihsel yapıların, sit alanlarının ve doğal zenginliklerin korunması amaçlanmıştır” (Oğuz, 2007, s. 6).

Sözleşmeyi kabul eden üye devletler, topraklarında bulunan değerleri statü kazandırmak için UNESCO’ya başvuru yaparlar ve incelemelerin sonunda Dünya Miras Komitesi kararı doğrultusunda “Dünya Mirası” (DM) statüsünü elde ederler. Böylelikle dünyada var olan değerler UNESCO’nun çatısı altında korunma altına alınmaktadır. Türkiye de bu amaçlar doğrultusunda topraklarında bulunan değerleri gelecek kuşaklara aktarabilmek ve ortak mirası koruyabilmek için 16 Mart 1983’de sözleşmeyi kabul etmiştir.

Sözleşme 8 bölüm ve 32 maddeden oluşmaktadır. Sözleşmenin doğal ve kültürel değerlerin tanımı yapılarak sözleşmenin kapsamına girebilecek özellikler belirtilmiştir. Örneğin; sit alanlarının, tarihsel, estetik, etnolojik veya antropolojik bakımlardan istisnaî evrensel değeri olan insan ürünü eserler veya doğa ve insanın ortak eserleri ve arkeolojik sitleri kapsayan alanlar olarak maddeler halinde tanımlanarak, kendi toprakları üzerinde bulunan çeşitli varlıkları saptayıp belirleyen maddelerdeki tanımlara göre “kültürel miras veya doğal miras” olarak saymak sözleşmeye taraf olan her devletin sorumluluğu olur. Sözleşmeyle beraber aynı zamanda kendi ulusal mirasını da korumayı taahhüt eder (Şakacı, 2015, s. 462).

Sözleşmenin kabulünün ardından 1976 yılından beri DM Fonu ve DM Komitesi çalışmalarına devam edilmektedir. Dünya Mirası Listesi ile en nadide doğal ortamların uluslararası boyutta tanıtılması sağlanmaktadır. Aynı zamanda Dünya Mirası Fonu ile kısıtlı olanaklara sahip devletlere, en nadide doğal ortamları korumaları amacıyla finansal ve teknik yardım olanağını sağlamaktadır (Akipek, 2001, s. 15-16).

Türkiye de 1983-1989 ve 2013-2017 yılları arasında olmak üzere iki kez DM Komitesine seçilmiştir. Türkiye ilk dönemde miras alanı olmayan taraf devletler kontenjanından seçilmiş, daha sonraki dönemde ise adaylar arasında en yüksek oyu alarak DM Komitesine ikinci kez seçilmiştir. UNESCO’nun koruma ve kültürel miras hakkındaki bilinçlenme çabalarını en çok katılımı bulunan ve bilinen Dünya Miras Listesidir. İlk kez 1978 yılında 13 varlığın (8 kültürel, 4 doğal, 1 karma) dünya mirası olduğu kabulü ile hayat bulmuştur.

Dünya genelinde ise şu an UNESCO Dünya Miras Listesi (DML)’ne kayıtlı 1121 kültürel ve doğal varlık bulunmakta olup bunların 869 tanesi kültürel, 213 tanesi doğal, 39 tanesi ise karma (kültürel/doğal) varlıktır (Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü).

Sözleşmede Dünya Miras Listesine girebilecek yapılar için belli başlı kriterler bulunmaktadır. Özellikle özgünlük ve bütünlük kriterleri içerisinde yapılar değerlendirilir. Belirtilen kriterler doğrultusunda kültürel değer, kültürel bağlamına ve kültürel mirasın türüne bağlı olarak, varlıklar özgünlük koşullarını sağlamış kabul edilebilir (Dünya Mirası Konvansiyonunun Uygulanmasına Yönelik İşlevsel İlkeler, 2008, s. 30-31).

Diğer önemli olan “bütünlük” kriteri ise DML için önerilen tüm yapılar için önemlidir. Listeye aday olan yapı öznitelikleri bağlamından eksiksiz olmalıdır. Kriterlerden genel bir sonuca varmak gerekirse; listeye girmek isteyen kültürel yapıların tarihi gerçekliğinin bozulmamış ve özgün olması şartı aranırken, doğal yapılar içinde eşsiz bir güzellik ve estetik öneme sahip doğal alanların olma şartı aranmaktadır. Ülkemizin 1985 yılında ilk kez İstanbul’un Tarihi Alanları ile listeye girişi sağlanmıştır. 1985-2018 yılları arasında da DML’ne girmiş toplamda 18 varlığımız bulunmaktadır.

Kültürel mirasın sadece gözle görülebilir ve temas edilebilir olmasına gerek yoktur. Özellikle ülkemizin uzun tarihler boyunca süregelen, geleneklerimiz, sözlü tarihimiz, oyunlarımız gibi birçok soyut miraslarımızda bulunmaktadır. Dolayısıyla UNESCO tarafından ‘Somut Olmayan Kültürel Miras Listesine’ girmiştir (T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı Somut Olmayan Kültürel Miras).

Listeye giren, ülkemizde de popülerliğini koruyan soyut miraslarımıza örnek olarak; Karagöz, Hıdırellez ve Kırkpınar Yağlı Güreşi gibi birçok örnek verilebilir. Kültürel miras tarihimize ışık tutan önemli bir unsurdur. Çünkü yaşadığımız coğrafyanın kültürü bize nesiller boyu değişime uğrayan tarihin bilincini oluşturmaya, geçmişle dayanışma ve birlik oluşturma yönünden bize verilen en büyük hediyedir. Dolayısıyla, ülkemizde bulunan değerlerin ve yapıların UNESCO tarafından belirlenip, korunmaya yönelik atacağı adım tarihimiz açısından büyük öneme sahiptir. Elbette dünyamızda daha nice sayamadığımız doğal ve kültürel yapılar vardır bu yüzden miras listesinde yer alan doğal ve kültürel değerlerin dünyadaki kültürel çeşitliliği tam olarak yansıtmadığı belirtilebilir. Dünya üzerindeki mirasların tamamı belirtilen kriterler dolayısıyla koruma altına alınmamaktadır. Dolayısıyla, birçok yapı yok olma tehdidiyle karşı karşıya gelebilmektedir. Bu durum karşısında da sözleşmenin yetersiz kaldığı söylenebilir.

5. Türkiye’de UNESCO

Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), Birleşmiş Milletler (BM)’in entelektüel bir kurumu olarak kurulmuştur. Türkiye’de UNESCO’nun 20 kurucu ülkesinden biridir. UNESCO’nun Milli Komisyonları 3 gruba ayrılır, bunlar; Resmi Milli Komisyonlar, Yarı Özerk Milli Komisyonlar ve Özerk Milli Komisyonlardır. Türkiye bu gruplardan Yarı Özerk Milli Komisyonlar arasında yer alır. Genel anlamıyla milli komisyonların amaçlarından ilki; eğitim, bilim, kültür ve iletişim görevleriyle sorumlu kamu kurum ve kuruluşları ile özel kuruluşları, UNESCO’nun yürüttüğü çalışmalar konusunda bilgilendirmek, bu kuruluşların faaliyetlere katkı ve katılımlarını sağlamak, ikincisi ise UNESCO’nun yaptığı işlerde, özellikle programların hazırlanmasına ve uygulanmasına aktif şekilde katılımda bulunmaktır (Başkanlık Sunumu, 1988).

Türkiye Doğal ve Kültürel Dünya Mirasının Korunması Sözleşmesi’ni 1983, Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesine ise 2006 yılında kabul etmiştir” (Oğuz, 2007, p:5).

Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesi’nin genel amacı evrensel değerlere sahip kültürel ve doğal alanların korunması ve gelecek nesillere aktarılmasıdır. Bir alanın Dünya Mirası Listesi’ne komiteden onay alınıp kaydedilmesi için üstün evrensel değere sahip olduğu komite tarafından kabul edilmelidir, bu kabulün olması için gereken bazı kriterler mevcuttur. Mevcut kriterleri şu şekilde sıralayabiliriz:

Üstün bir doğa olayı, üstün doğal güzelliğe ve estetik anlamda öneme sahip alanları içermesi,

 Yaşam kaydı, arazi şekillerinin gelişmesinde geçmişten gelen önemli jeolojik, jeomorfik süreçler veya fizyografik özellikleri de kapsayan, dünya tarihinin aşamalarını temsil edecek özellikte üstün örneklere sahip olması,

Karasal, kıyısal, tatlı su ve denizsel ekosistemlerde, bitki ve hayvan türlerinde süregelen ekolojik ve biyolojik gelişiminde üstün örneklere sahip olması,

 Bilimsel yönden üstün evrensel değere sahip ve tehlike altındaki unsurları içeren, biyolojik çeşitliliğin yerinde korunması için önemli doğal habitatları içermesi gerekmektedir” (Güneş ve Ulusoy, 2019, p: 3).

Türkiye’ nin 16 tanesi kültürel 2 tanesi karma olmak üzere toplamda 18 adet mirası bulunmaktadır ayrıca Türkiye’de henüz Doğal Miras Komitesi tarafından onaylanan doğal miras alanı bulunmamaktadır;

  • Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası (Sivas) 1985
  • İstanbul’un Tarihi Alanları (İstanbul) 1985
  • Göreme Millî Parkı ve Kapadokya (Nevşehir) 1985 (Karma Miras Alanı)
  • Hattuşa: Hitit Başkenti (Çorum) 1986
  • Nemrut Dağı (Adıyaman) 1987
  • Hieropolis-Pamukkale (Denizli) 1988 (Karma Miras Alanı)
  • Xanthos-Letoon (Antalya-Muğla) 1988
  • Safranbolu Şehri (Karabük) 1994
  • Truva Arkeolojik Alanı (Çanakkale) 1998
  • Edirne Selimiye Camii ve Külliyesi (Edirne) 2011
  • Çatalhöyük Neolitik Alanı (Konya) 2012
  • Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğunun Doğuşu (Bursa) 2014
  • Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı (İzmir) 2014
  • Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı (Diyarbakır) 2015
  • Efes (İzmir) 2015
  • Ani Arkeolojik Alanı (Kars) 2016
  • Aphrodisias (Aydın) 2017
  • Göbeklitepe (Şanlıurfa) 2018

UNESCO Dünya Miras Listelerinin turizm arzını arttırdığı söylenebilir ancak tüm miraslar için bu geçerli değildir. Diyarbakır örneğini inceleyecek olursak; Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı, 2015 yılında miras listesinde yerini almış ama turizmde bir canlılığa neden olamamıştır. Diyarbakır’da yaşanan terör olayları nedeniyle, bölgede beklenen turizm hareketliliği olumlu sonuçlar doğuramamıştır. Ancak bunun tek sorumlusunun terör olayları değildir çünkü yapılan araştırmalarda seyahat acentalarının neredeyse 1/10’luk kısmının bu bölgenin UNESCO Dünya Miras Listesine alındığı bilgisine dahi sahip değildir (Çağlar ve Doğan, 2018). Hem bölgenin yarattığı güvenli olmayan imaj hemde bilgisizlikten kaynaklı reklam stratejisinin yetersizliği turizmdeki sonucun etkenlerindendir. Ancak olumlu örneklerde mevcuttur örneğin; Göreme Milli Parkı ve Safranbolu.

Yontulmuş kayalardan oluşan odacıklar, kiliseler, köyler, yeraltı şehirleri ve peri bacaları olarak adlandırılan tüflerden oluşan arazinin yağmur, rüzgar ve sel ile aşınmasıyla oluşan koni biçimindeki yapı bölgeyi turistlerin gözde yeri haline getirmiş ve beraberinde turizm alanında gelirde artış sağlamıştır. Göreme Milli Parkı ve Kapadokya, UNESCO tarafından belirlenen 10 kriterden 4’ üne sahiptir; sanatsal başarıya sahip, yok olmuş medeniyetlerin önemli kalıntılarına ev sahipliği yapmakta, doğa olaylarından etkilenmiş insan yerleşkesi olması ve dünya çapında meşhur ve erişilebilir görüntüye sahip olması (Demirçivi, 2017).

UNESCO Yaratıcı Şehirler Ağı Programı, 2004 yılında UNESCO tarafından uygulanmaya başlanmış, çeşitli kentleri yaratıcı endüstriler alanında çalışmalar yapmak üzere toplamış bir girişimdir. Yaratıcı Şehirler Ağı, kentler tarafınca kente has yetenek ve enerjilerini yönlendirebilecekleri yaratıcı endüstri sektörü tercihlerine göre seçilebilecek yedi tema etrafında şekillendirilmiştir.Bunlar; edebiyat, film, müzik, zanaat ve halk sanatları, tasarım, gastronomi ve medya sanatları. Türkiye, bu ünvanı sahip 6 kenti içerisinde bulundurmaktadır;

  • Gaziantep – Gastronomi (2015)
  • Hatay – Gastronomi (2017)
  • İstanbul – Tasarım (2017)
  • Kütahya – Zanaat ve Halk Sanatları (2017)
  • Afyonkarahisar – Gastronomi (2019)
  • Kırşehir – Müzik (2019)

Jeomiras, yok olma tehdidi altında ve nadir bulunan jeositlerdir; yok olması durumunda bulunduğu bölgeye ait bilgi ve jeolojik bir belgenin kaybolacağından önemi çok büyüktür. UNESCO 2001 yılında jeoparklarla çalışmaya başlamış, 2004 yılında UNESCO Küresel Jeopark Ağı kurulmuştur. Türkiye’de yalnızca bir adet jeopark bulunmaktadır, ilk ve tek UNESCO jeoparkı Manisa’da bulunan Kula UNESCO Küresel Jeoparkı’dır.

Kula UNESCO Küresel Jeopark için 2007’de başvuru yapılmış, 2015’te listedeki yerini almıştır. Jeopark statüsü, uluslararası kalite sertifikasını içerir. Bu sertifika UNESCO Küresel Jeoparklar Ağı ndan bağımsız uzman heyetince incelenir ve sonucunda 4 yıllığına verilir. Uygun bulunan bu jeoparklar denetim neticesinde performansı yetersiz bulunursa sarı kart derecesi ile uyarılır ve uyarılan bu alanlar yapılan son denetimin akabindeki 2 yıl sonrasında tekrar denetime girer ve eğer bir önceki denetimde belirlenen eksiklikler/hatalar düzeltilmedi ise verilmiş olan sarı kart, kırmızı kart derecesine gelir ve UNESCO Global Jeoparklar Ağı kapsamından ayrılır (Aytaç ve Demir, 2018, p: 1241). Kula Jeopark’ı da 2017 yılında bir sarı kart almıştır, ancak eksiklikler giderilmiş, jeoparkın konum ve durumu yeniden gözden geçirilmiş ve akabinde yeşil kart alarak tescillenmiştir.

Türkiye’nin 2006 yılında imzalamış olduğu Somut Olmayan Kültürel Miraslar listesinde 18 adet mirası bulunmaktadır;

  • Meddahlık Geleneği (2008)
  • Mevlevi Sema Törenleri (2008)
  • Âşıklık Geleneği (2009)
  • Karagöz (2009)
  • Nevruz (birden çok ulus ile ortak dosya, 2009)
  • Geleneksel Sohbet Toplantıları (Yaren, Barana, Sıra Geceleri vb, 2010)
  • Alevi-Bektaşi Ritüeli Semah (2010)
  • Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali (2010)
  • Geleneksel Tören Keşkeği (2011)
  • Mesir Macunu Festivali (2012)
  • Türk Kahvesi Kültürü ve Geleneği (2013)
  • Ebru: Türk Kâğıt Süsleme Sanatı (2014)
  • İnce Ekmek Yapımı ve Paylaşımı Geleneği: Lavaş, Katrıma, Jupka, Yufka (Azerbaycan, İran, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye ile ortak dosya) (2016)
  • Geleneksel Çini Sanatı (2016)
  • Bahar Bayramı: Hıdırellez (Makedonya ile ortak dosya) (2017)
  • Islık Dili (2017)
  • Dede Korkut-Korkut Ata Mirası: Kültürü, Efsaneleri ve Müziği (Azerbaycan ve Kazakistan ile Ortak Dosya, 2018)
  • Geleneksel Türk Okçuluğu (2019)

2020 yılında 2 miras daha eklenmiştir; Minyatür Sanatı (Azerbaycan, İran ve Özbekistan ile Ortak Dosya) ve Geleneksel zekâ ve strateji oyunu: Togyzqumalaq, Toguz Korgool, Mangala/ Göçürme (Kazakistan ve Kırgızistan ile Ortak Dosya). Türkiye için de diğer devletlerde olduğu gibi uluslararası görünürlülük kavramı oldukça önemlidir, bu amaçla hem komşu ülkelerle hemde kültür bağı bulunan birçok ülkeyle ortak dosyalar hazırlanmıştır. UNESCO değerleri, evrensel olarak insanlar için sosyo-kültürel ve ekonomik açıdan önemli birer kültürel miras sayılmaktadır, bu değerlerin sonraki kuşaklara da aktarılabilmesine turizm sektörü büyük ve önemli bir yere sahiptir (Karaman, Ateş ve Sayın, 2019).

6. UNESCO’nun Türkiye’deki Eğitim Alanındaki Çalışmaları

Eğitim alanı ismindende anlaşılacağı üzere, UNESCO’nun öncelikli alanlarından birisidir. Eğitim alanının sosyal alanlarda ve ekonomik kalkınmada ana tema olduğu konusunun üzerinde duran ve eğitimde gelişmeyi hedefleyen UNESCO, kurulduğu tarihten günümüze kadar evrensel olarak eğitim alanını geliştirecek faaliyetlerde bulunmaktadır. UNESCO Uluslararası Çevre Eğitim Programı, 1975 yılında faaliyet göstermeye başlamıştır. 1977 yılında ise Hükümetlerarası Çevre Eğitim Konferansı Tiflis’de toplanmıştır. Tiflis Bildirgesi’ne göre 5 amaç bulunmaktadır. Bunlar; bilinç, tutum, bilgi, beceri ve katılımdır. Tiflis Bildirgesi çerçevesinde çevre eğitiminin özel hedefleri de mevcuttur;

  1. Ekolojik Temeller
  2. Kavramsal Bilinçlenme
  3. İnceleme ve Değerlendirme
  4. Çevreye Dönük Girişimcilik Becerisi (Ünal ve Dımışkı, 1999).

1980 yılından sonra günden güne değer kazanmaya başlayan sürdürülebilir kalkınma fikri, gitgide sürdürülebilir çevre eğitimi evrilmiştir. UNESCO’nun, Uluslararası Çevre Eğitimi Programı’nı, Sürdürülebilir Gelecek İçin Eğitim programı ile değiştirmiş olması bu olaya bir örnek niteliği taşımaktadır (Tanrıverdi, 2009). Türkiye’de çevre eğitimi alanında birçok faaliyet yürütülmektedir, özellikle yeşil ekonomi adı altında yürütülen çalışmalar umut vaad etmektedir, ülkenin sahip olduğu mavi bayraklı plaj sayısının fazlalığı ise çevre bilincinin yaygın olduğunun göstergesidir.

Halk Kütüphaneleri, kişilerin eğitim, kültür konularındaki bilgi ihtiyaçlarını ücretsiz bir şekilde karşılayan, bulunduğu çevrenin kalkınmasında katkısı olan demokratik kuruluşlardır. UNESCO bu alanda çalışmalar yapmaya 1946’da başlamıştır, 1948 yılında ise IFLA (The International Federation of Library Associations and Institutions) iş birliği ile Londra’da yaz okulu açmıştır ve bu bağlamda yön gösterici niteliğinde bildirge yayınlamıştır. UNESCO Halk Kütüphanesi Bildirgesi’ne göre halk kütüphanelerinin görevleri; okuma alışkanlığına katkıda bulunma, kültürlerarası diyalogu geliştirme, bireysel eğitimi destekleme olarak sıralanabilir. Bildirge, önce 1972 yılında daha sonra geliştirilerek 1994 yılında yayımlanmıştır. İki bildirgenin ortak özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz; eşit hizmet ilkesi, hizmetlerin ücretsiz olması, halk kütüphanelerinin eğitim, kültür ve bilgi kavramlarına dayanması, demokratik niteliği ve demokratik yaşama katkısı, ulusal barışı sağlamadaki etkisi, yasal dayanaklara sahip olma gerekliliği, özel gruplara özel hizmetler vermesi, örgün ve yaygın eğitimi desteklemesi, okur yazarlık ve okuma alışkanlığı yaratmadaki rolü (Yılmaz, 1996). UNESCO’nun bu bildiriyi yayınlama amacı, üyesi olan devletlerin eğitim, kültür ve bilim yoluyla gelişmesini sağlamak, devletlerarası iş birliğini geliştirmek ve bu vasıtayla barışın korunmasına katkıda bulunmak olarak nitelendirilebilir.

Türkiye’de UNESCO’nun bu bağlamda yaptığı yardımlara TÜRDOK (Türkiye Dokümantasyon Merkezi)’un kuruluşu ve Süleymaniye Kütüphanesi’nin cilt ve patoloji servisine UNESCO’dan teknik malzeme yardımı sağlanması ve bu kütüphanenin mikrofilm ve fotokopi olanaklarının geliştirilmesi, ODTÜ Kütüphanesi’nin kurulması, Hacettepe Üniversitesi Kütüphanecilik Bölümünde program geliştirme çalışmaları örnek gösterilebilir (Çapar, 1987, s. 172).

UNESCO’nun Bilgi ve İletişim Sektörünün altında yer alan Dünya Belleği Programı, insanlığın tarihi, sosyo-kültürel belleğini oluşturan, kaybolma tehdidi altında bulunan belge ve bilgilerin insanlığın ortak değerleri olarak korunması ve önlem olarak dijital ortamda paylaşılmasını sağlamak amacıyla kurulmuş bir kuruluştur ve çalışmaların 1992 yılında başlamıştır. Türkiye’nin kayıtlı 7 adet belgesel mirası bulunmaktadır;

  • Boğaziçi Üniversitesi Gözlem ve Deprem Araştırma Enstitüsü Kandilli Rasathanesi El Yazmaları (2001)
  • Boğazköy Hitit Tabletleri (2001)
  • İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi İbn-i Sina Yazmaları Koleksiyonu (2003)
  • Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi (2013)
  • Kültepe Tabletleri (2015)
  • DivanüLügati’t-Türk (2017)
  • Piri Reis’in Haritası (2017)

2019 yılının sonunda ortaya çıkan Covid-19 virüsü sebebiyle dünya geneline yayılmasından dolayı pandemi ilan edilmiştir. Pandemi yüzünden ekonomi, sosyal hayat gibi alanların başında en önemlisi olarak eğitim sistemi etkilenmiştir, birçok okul kapanmış ve yüz yüze eğitime ara verilmiştir. UNESCO ise eğitim öncelikli alanlarından biri olduğu için ara verilen yüz yüze eğitimin olumsuz etkilerini azaltmak için, uzaktan eğitim vasıtasıyla herkes için eğitimin sürekliliğini sağlama konusunda ülkelere yardımda bulunacağını açıklamıştır. UNESCO uzaktan eğitimde bazı stratejilerin herkes için daha kaliteli ve eşit fırsat sağlayabilmesi için dört alanda hazırlık yapılmasını önermektedir; teknolojik hazırlık, içerik hazırlığı, pedagojik hazırlık ile izleme ve değerlendirme hazırlığıdır (Can, 2020). Yapılması gereken bu hazırlıkların yanında, öğretmenlerin oynadığı önemli rollerin desteklenmesi de ayrıca önerilerin başında yer almaktadır. Türkiye’de gelişmiş düzeyde uygulanması yıllar öncesinde başlanmış, coronavirüs pandemisiyle nedeniyle yaygınlaşmış uzaktan öğretim modeli elbette ki kusursuz değildir ve gerek nitelik gerekse nicelik açısından geliştirilmesi gerekmektedir. Pandemi süreci hafiflemeye başlasa dahi etkilerinin çok çabuk ortadan kalkmayacağı çok aşikardır, bu nedenle her şeyden önce bireylerin oluşmasında en önemli etken olarak rol alan eğitim sisteminde yapılacak yenilikler şarttır.

7. UNESCO İçerisinde Bilim:

Barış,sürdürülebilir kalkınma, insanlığın refahı ve güvenliği konularında üye devletler aralarında iş birliği yaparak bilimin teşviki ve ilerlemesi amacıyla çalışmalar yapmaktadırlar. UNESCO, CERN gibi öncü bilimsel birliklerin kurulmasına yardımcı olmuştur. UNESCO’nun içerisinde “S” harfini sembolize edilen bilimin bu denli önemli ve saygı değer olmasının bir sebebi de Birleşmiş Milletler’in bilimi himayesine almış tek kuruluşunun olmasıdır. Bilim ilkeleri, bilim konusundaki önemli temalar şu şekilde oluşturmuştur; doğal felaketlerin azaltılması,biyoçeşitlilik, bilim eğitimi, iklim değişikliği, Afrika gibi gelişmekte olan bölgelerin gelişimi, bilimde toplumsal cinsiyet eşitliği ve gençlerin işsizliğidir.

“Organizasyonun bünyesindeki Uluslararası Bilim Programları aşağıda sıralanmaktadır:

  • Uluslararası Hidroloji Programı (International Hydrological Programme, IHP),
  • İnsan ve Biyoküre Programı (Man and Biosphere Programme, MaB),
  • Uluslararası Yer Bilimleri Programı (International Geoscience Programme, IGCP)
  • Uluslararası Temel Bilimler Programı (International Basic Sciences Programme, IBSP)
  • Dünya Su Değerlendirme Programı (World Water Assessment Programme, WWAP)”

UNESCO;

  • “Bilimde uluslararası işbirliğini katalize eder,
  • Bilim insanları ve karar vericiler arasındaki diyalogu teşvik eder,
  • Bilimde kapasite geliştirir,
  • Bilimi savunur,
  • Standart belirleyici ve fikirlerin paylaşıldığı bir platformdur, Dünya çapında bilim yoluyla programlar ve projeler gerçekleştirir” (UNESCO Türkiye Millî Komisyonu, t.y.).

UNESCO’nun Paris’te ki Doğa Bilimleri Sektörü ofislerinden ve bilimden sorumlu Genel Direktör Yardımcısı Shamila Nair Bedouelle’dur. Özellikle bilime odaklanan bölgesel yetkiye sahip saha ofisler:

8. Sosyal ve Beşeri Bilimler:

Temel amaçları, “Birlikte Yaşamayı Öğrenme” temasını da benimseyerek demokrasi, küresel vatandaşlık, kültürlerarası diyalog, barış ve insan hakları için eğitim ve barış inşası konuları hedef alan projeler üretmektir.

“UNESCO’nun sosyal ve beşerî bilimler alanındaki rolü adalet, özgürlük ve insan onuru temelli sosyal dönüşümü kolaylaştırmak için bilgiyi teşvik etmek, entelektüel işbirliğini ve standartları geliştirmek olarak tanımlanmaktadır” (UNESCO Türkiye Millî Komisyonu, t.y.).

  • Biyoetik Programı Bilimsel Bilgi ve Teknoloji Etiği Dünya Komisyonu (COMEST)
  • Uluslararası Biyoetik Komitesi (IBC)
  • Sosyal Dönüşüm Yönetimi (MOST) Programı
  • Beden Eğitimi ve Spor Programı bulunmaktadır (UNESCO Türkiye Millî Komisyonu, t.y.).

9. Dünya Belleği Programı:

Gün geçtikçe üzerinde yaşadığımız bu toprakların, atalarımızdan günümüze kadar ulaşan miraslarının zaman içerisinde zarar görmeleri ve belgesel miraslara erişimde mevcut durumun yetersizliği kaçınılmaz bir gerçektir. İşte tam da bu sebeple Dünya Belleği Programı oluşturulmuştur. Uluslararası bir niteliğe sahip bu programın temel amacı; belgesel mirasın korunmasına yönelik ihtiyaçların ve gerekli mali kaynağının sağlanması amacıyla hükümetlerde, sivil toplum örgütlerinde ve iş çevrelerinde duyarlılığın artırılması ve yeterli kamuoyunun oluşturulmasıdır (Foster, Russel, Lyall ve Marshall, 1995, s. 5).

Programın Genel hedefleri şunlardır;

  1. Dünya belgesel miraslarının en uygun teknikler kullanılarak korunması,
  2. Belgesel miraslara evrensel erişimin sağlanması,
  3. Belgesel mirasın varlığına ve önemine yönelik dünya çapında kamuoyu oluşturulması (Oğuz, 2005).

9.1. Projeler:

UNESCO bu programa $20.000 ila $50.000 arasında fon ayrılmıştır.

  • Prag Milli Kütüphanesi’nin koleksiyonunun tanıtımını yapan bir CD-ROM,
  • Bulgarca el yazmalarının çoklu ortam edisyonu ile birlikte hazırlanan interaktif bir CD-ROM,
  • Avrupa halkının kökenini belgeleyen 13.yüzyıl el yazması Radziwill Vakayinamesini (chronocile) içeren prototip bir CD-ROM,
  • Yemen’de bulunan Sana Camisi’nin çatısında bulunan Kur’an metinlerinin tanıtıcı bir CD’s’,
  • Yedi Latin Amerikan ülkesini içeren ortak bir gazetenin mikrofilme alınmasını içeren bir proje olan “Memoria de Iberoamerica”,
  • Kandilli Rasathanesindeki el yazmalarının korunması kataloglanması ve burada yer alan dünyadaki ilk astronomik bilgilere yönelik hazırlanan bir CD-ROM,
  • Moskova’da yer alan Rus Devlet Kütüphanesi’nde korunan 15. ve 16. yy.’a ait Slavik el yazmalarını kapsayan “Memory of Russia” projesi (Abid, 1995, s. 171-172).

9.2. Erişim

Dünya’nın herhangi yerinde yaşayan birinin belgesel miraslara sürekli erişim sağlaması Dünya Belleği Programı’nın en temel amacıdır. Genel ilkelerin yer verildiği rapor bu amacı şu şekilde belirtir; “belgesel mirasın varlığından haberdar etmek ve nereden ve nasıl erişilebileceği konusunda bilgilendirmek” (Edmondson, 2002, s. 14-15).

Dünya Belleği Programı Kapsamında Türkiye’nin Belgesel Mirasları:

  • Hitit Tabletleri Arşivi (1999)
  • Kandilli Gözlem ve Deprem Araştırma Enstitüsünde yer alan el yazmaları koleksiyonu
  • Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesinde bulunan İbn-i Sina’ya ait el yazması koleksiyonu (2003) (Nominations, 2005).
  • Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi (2013)
  • Kültepe Tabletleri (2016)
  • Divanü Lügati’t’-Türk (2017)
  • Piri Reis’in Haritası (2017) (Dünya Mirası Gezginleri Derneği, 2010).

Sonuç:

UNESCO; BM’in eğitim, kültür, bilim ve bilgi alanlarında çalışan bir örgüt olarak günümüzde varlığını sürdürmektedir. Türkiye 75 yıldan uzun bir süredir üyesi olduğu UNESCO’nun ilk 20 kurucu ülkesinden biridir. UNESCO faaliyetlerini kendisine üye olan devlette kurulan milli komisyonlar aracılığıyla gerçekleştirir ve bu komisyonlar 3 başlıkta incelenir. Türkiye ise yarı özerk milli komisyonda yer alır. İnsanlık var olduğu günden beri yarattığı veya var olan miraslarını korumak ister. Bu bağlamda, 1972 yılında Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına dair sözleşme imzalanmıştır. Sözleşmeyi kabul eden devletler sınırlarında bulunan değerlere statü kazandırmak için UNESCO’ya başvuru yapabilir ve listeye aldırabilirler. Miraslar; kültürel ve doğal miras olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Türkiye’nin ise 18 tane kültürel ve 18 tane somut olmayan kültürel mirası vardır. Miraslar bulunduğu bölgedeki turizm arzını arttırmak da olsalar da bu tüm bölgeler için geçerli değildir. Miras olarak listede yer alan bölgelerin turizm bakanlıklarınca geliştirilmesi bu noktada hem Türkiye’yi dünyaya tanıtmak hem de var olan mirasa sahip çıkmak için hayati önem taşımaktadır. Gerek soyut gerek somut varlıklar önce sahip olunan milletin halkınca benimsenmeli, önemi anlaşılmalı ve buna yönelik çalışmalar gerçekleşmelidir. Geçmişten bugüne UNESCO’nun faaliyetlerine bakılacak olursa ülkelere genellikle yarar sağlamakla birlikte bilinçsizlik sebebiyle bazen de olumlu sonuçlar doğurmamıştır. Halkın eğitim ve kültür açısından geliştirilmesi ve bilinçlendirilmesi, üzerinde yapılan çalışmaların gidişatı açısından önem taşındığından öncelikli amaç olmalıdır. Özellikle içinde bulunduğumuz Covid-19 uluslararası pandemi döneminde eğitim alanındaki köklü değişimi örnek alacak olursak, eğitim hayatında her koşulun (örgün, uzaktan veyahut hibrit) benimsenmesinin önemi azımsanmayacak kadar çoktur, çıkabilecek fikir karmaşasının önleneceği yadsınamaz bir gerçektir. Makalede ayrıntılı bir şekilde anlattığımız üzere, UNESCO’nun ülkelere sağladığı olanaklar sınırsız ancak bunun ne kadar etkin olsa da tamamıyla ülkenin gelişmişlik düzeyine bağlıdır. 

Hilal ÜZÜMCÜOĞLU

Mügenaz ÖNAL

Yağmur SAÇAK

Uluslararası Örgütler Staj Programı

Kaynakça

Abid, A. (1995). Memory of The World: Preserving The Documentary Heritage. IFLA Journal, 21(3), 169-174.

Akın, N., Bostancı, B. (2017). UNESCO Yaratıcı Şehirler Ağı Kapsamında Ağı Gaziantep: Mevcut Raporlar Bağlamında Bir Değerlendirme. Süleyman Demirel Üniversitesi Vizyoner Dergisi, 8(19), 110-124

Akipek, D. D. (2001). Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşmenin Değerlendirilmesi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 50(4), 13-39.

Ajanovic, E., Çizel, B. (2015). Unesco Yaratıcı Kentler Ağı ile Antalya Kentinin Değerlendirilmesi. Mediterranean Journal of Humanities, 5(1), 1-16.

Aytaç, A. S., Demir, T. (2018). Kula UNESCO Global Jeoparkı: Türkiye’nin UNESCO Tescilli İlk ve Tek Global Jeoparkı. TÜCAUM 30. Yıl Uluslararası Coğrafya Sempozyumu. Ankara. 1238-1243.

Can, E. (2020). Coronavirüs (Covid-19) Pandemisi ve Pedagojik Yansımaları: Türkiye’de Açık ve Uzaktan Eğitim Uygulamaları. Açıköğretim Uygulamaları ve Araştırmaları Dergisi AUAD, 6(2), 11-53.

Çağlar, Z. ve Doğan, M. (2018). UNESCO Dünya Miras Listelerinin Turizm Arzına Etkisi: Diyarbakır Örneği. Journal of Tourism and Gastronomy Studies. 6(3), 455-471

Şakacı, B. K. (2015). Doğal ve Kültürel Mirasın Hayati Sorunu: İstisnai Evrensel Değer (UNESCO Dünya Mirası Listesi). Çankırı Karatekin Üniversitesi SBE Dergisi, 6(1), 457-458.

Çapar, B. (1987). Kütüphane Hizmetlerinin Planlanmasında UNESCO’nun Rolü ve Türkiye. Türk Kütüphaneciliği. Türk Kütüphaneciliği, 1(4).

Demirçivi, B.M. (2017). Göreme Millî Parkı ve Kapadokya Kayalık Bölgelerine İlişkin UNESCO Raporu Değerlendirmeleri ve Öneriler. Turizm Akademik Dergisi. 4(2), 91-106.

Dünya Mirası Gezginleri Derneği. (2010). Erişim Adresi: https://www.worldheritagetravellers.com/unesco-dunya-bellegi-listesi/ (Erişim Tarihi: 20.04.2021)

Dünya Mirası Merkezi. (2008). Dünya Mirası Konvansiyonunun Uygulanmasına Yönelik İşlevsel İlkeler. 

Dünya Mirası Merkezi. Dünya Mirası Sözleşmesi Rehberi. (2017).

Edmondson R. (2002). Memory of the World General Guidelines Safeguard Documentary Heritage. Paris: UNESCO.

Foster, S., Russel, R., Lyall, J., ve Marshall, D. (1995). Memory of the World Programme: General Guidelines to Safeguard Documentary Heritage. Paris: UNESCO.

Gökalp, P. Z. (2018, Aralık 18). Hayat Boyu Öğrenmede İyi Uygulama Örnekleri ve Kültürel Miras Konferansı. Avrupa Yetişkin Öğrenimi Elektronik Platformu.

Güneş, S. G., Ulusoy, Ş. (2019). UNESCO Doğal ve Kültürel Miras Listesinde Türkiye.6. Uluslararası Multidisipliner Çalışmaları Kongresi. Gaziantep. 419-429.

Gümüş, E. (2019). UNESCO Jeoparkları ve Jeomorfoloji. Jeomorfolojik Araştırmalar Dergisi, (3), 17-27.

Güvendik, M. Ö. (2020). UNESCO Türkiye Milli Komisyon Başkanı Prof. Dr. Oğuz’un En Etkili Beş Milli Komisyon Açıklaması. Anadolu Ajansı. Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/kultur-sanat/unesco-turkiye-milli-komisyonu-baskani-prof-oguz-en-etkili-bes-milli-komisyondan-biriyiz/2070852#. (Erişim Tarihi: 19.04.2021)

Karaman, A. A, Ateş. K. Sayın. (2019). Türkiye’nin Unesco Değerleri ve Turizm Potansiyeli. Konya: Eğitim Yayınevi.

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı. Erişim Adresi: https://kvmgm.ktb.gov.tr/TR-44423/dunya-miras-listesi.html 

Oğuz, E. S. (2005). UNESCO Dünya Belleği Programı ve Türkiye’nin Belgesel Mirasları. Türk Kütüphaneciliği, 19(3), 321-331

Oğuz, Ö. (2007). Unesco, Kültür ve Türkiye. Milli Folklor. 19(73), 5-11. 

Oğuz, Ö. (t.y.). Kuruluşunun 65. Yılında ve Tarihinin İkinci Büyük Buluşmasında Unesco Türkiye Millî Komisyonu.

Ürün, Ş. (2016). Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunmasına Dair Sözleşme: Doğal Miras Alanları Başvuru, Adaylık ve Değerlendirme Süreçleri. UNESCO Türkiye Milli Komisyonu.

Tanrıverdi, B. (2009). Sürdürülebilir Çevre Eğitimi Açısından İlköğretim Programlarının Değerlendirilmesi. Education and Science, 34(151), 89-103.

T.C. Dışişleri Bakanlığı-Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Erişim Adresi: https://www.mfa.gov.tr/unesco2019.tr.mfa (Erişim Tarihi: 16.04.2021)

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı,(n.d). UNESCO. Erişim Adresi: https://disiliskiler.ktb.gov.tr/TR-22148/unesco.html. (Erişim Tarihi: 19.04.2021)

T.C. Resmi Gazete (1983) Sayı: 7959 Milletlerarası Sözleşme.

Torcu, D. (2013). UNESCO Türkiye Milli Komisyonu 4. Türksoy Üye Devletleri UNESCO Milli Komisyonları Toplantısı, 2. Kültürel ve Doğal Miras Semineri. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu. Erişim Adresi: https://www.unesco.org.tr/Pages/533

UNESCO. (2017). Erişim Adresi: https://en.unesco.org/director-general/former-dgs. (Erişim Tarihi: 18.04.2021)

UNESCO Türkiye Milli Komisyonu. (t.y.). UNESCO genel direktörleri. Erişim Adresi: https://www.unesco.org.tr/Pages/100/153/UNESCO-Genel-Direkt%C3%B6rleri. (Erişim Tarihi: 18.04.2021)

UNESCO Türkiye Millî Komisyonu. (t.y.). UNESCO yönetim kurulu. Erişim Adresi: https://www.unesco.org.tr/Pages/116/159/Y%C3%B6netim-Kurulu-. (Erişim Tarihi: 17.04.2021)

UNESCO Türkiye Millî Komisyonu. (t.y.). UNESCO genel sekreterlik. Erişim Adresi: https://www.unesco.org.tr/Pages/94/166/Genel-Sekreterlik-. (Erişim Tarihi: 18.04.2021)

UNESCO Türkiye Millî Komisyonu. (t.y.). UNESCO denetim kurulu. Erişim Adresi: https://www.unesco.org.tr/Pages/119/163/Denetim-Kurulu. (Erişim Tarihi: 18.04.2021)

UNESCO Türkiye Millî Komisyonu. (t.y.). UNESCO. ihtisas komitesi. Erişim Adresi: https://www.unesco.org.tr/Pages/120/164/%C4%B0htisas-Komiteleri-https://www.unesco.org.tr/Pages/258/164/.(Erişim Tarihi: 20.04.2021)

UNESCO Türkiye Millî Komisyonu. (t.y.). UNESCO genel kurul. Erişim Adresi: https://www.unesco.org.tr/Pages/113/157/Genel-Kurul (Erişim Tarihi: 20.04.2021)

UNESCO Türkiye Millî Komisyonu. (t.y.). UNESCO doğa bilimleri. Erişim Adresi: https://www.unesco.org.tr/Pages/136/42/Do%C4%9Fa-Bilimleri (21.04.2021)http://www.unesco.org/new/en/natural-sciences/about-us/about-us/ (Erişim Tarihi: 21.04.2021)

UNESCO Türkiye Millî Komisyonu. (t.y.). UNESCO sosyal bilimler ve beşeri bilimler. Erişim Adresi: https://www.unesco.org.tr/Pages/212/43/Sosyal-ve-Be%C5%9Feri-Bilimler (Erişim Tarihi: 19.04.2021)

UNESCO Türkiye Millî Komisyonu-Eğitim. (t.y.). Erişim Adresi: https://www.unesco.org.tr/Pages/48/10/E%C4%9Fitim (Erişim Tarihi: 22.04.2021)

UNESCO. Misyon ve Yetki. Erişim Adresi: https://en.unesco.org/about-us/introducing-unesco (Erişim Tarihi: 15.04.2021)

UNESCO Türkiye Millî Komisyonu. Somut Olmayan Kültürel Miras İhtisas Komitesi. Erişim Adresi: https://www.unesco.org.tr/Pages/183/19 (Erişim Tarihi: 17.04.2021)

UNESCO in brief. Mission and Mandate. https://en.unesco.org/about-us/introducing-unesco (Erişim Tarihi: 17.04.2021)

UNESCO Türkiye Milli Komisyonu. (2019). Erişim Adresi: https://www.unesco.org.tr/Home/Gallery/3#images-1 (Erişim Tarihi: 12.04.2021)

UNESCO Türkiye Millî Komisyonu. (2019). Erişim Adresi: https://www.unesco.org.tr/Content_Files/Content/Hakkimizda/XXVI_GK_baskanlik.pdf (Erişim Tarihi: 12.04.2021) https://www.unesco.org.tr/Pages/88/129/UNESCO-Yarat%C4%B1c%C4%B1-S%CC%A7ehirler-Ag%CC%86%C4%B1 (Erişim Tarihi: 12.04.2021)

Ünal, S. ve Dımışkı, E. (1999). UNESCO – UNEP Himayesinde Çevre Eğitiminin Gelişimi ve Türkiye’de Ortaöğretim Çevre Eğitimi. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi. 16(17), 142-154. 

Yılmaz, B. (1996). UNESCO Halk Kütüphanesi Bildirgesi: 1972’den 1994’e. Türk Kütüphaneciliği, 10(2), 157- 178.

Balkan Bülteni / 28- 30 Haziran

0

Balkan Bülteni

Arnavutluk: Almanya ve İngiltere Üyelik Müzakerelerinin Başlatılmasını İstiyor

Berlin’deki görüşmeler sırasında İngiltere Dışişleri Bakanı Dominic Raab ve Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Batı Balkanlar’ın güvenliği, istikrarı, refahı ve tam egemenliğine olan bağlılıklarını yeniden teyit eden ortak bir bildiriye imza attılar. Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile uzun süredir başlatılması beklenen AB üyelik müzakerelerinin, Bulgaristan’ın vetosu nedeniyle tekrardan iptal edilmesi, İngiltere ve Almanya’nın tepkisine yol açtı. Slovenya, Portekiz ve Almanya Dışişleri Bakanlıkları tarafından yapılan ortak açıklamada ise üyelik müzakerelerinin başlamamasının AB’nin Batı Balkanlar’ın istikrarına yönelik stratejik çıkarlarıyla örtüşmediği ve Birliğin güvenilirliğinin zedelendiği belirtildi.

Bosna-Hersek / Sırp Cumhuriyeti: BM Güvenlik Konseyi’nin Onayı Olmadan Yüksek Temsilci Göreve Başlamamalı

Sırp Cumhuriyeti Bilim ve Sanat Akademisi Başkanı Rajko Kuzmanovic, Bosna-Hersek’teki yeni Yüksek Temsilci Christian Schmidt’in BM Güvenlik Konseyi’nin onayı olmadan göreve başlamasının, kurucu üç halktan ikisi ile sorun yaşamasına sebep olacağını belirtti. Kuzmanovic, ilk Yüksek Temsilci olarak Bildt’in Dayton Anlaşması’nda belirtildiği gibi davrandığını ve daha sonra her şeyin tamamen değiştiğini, Valentin Inzko’dan sonra Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin kapatılmasını beklediklerini söyledi. Başkan, Sırp Cumhuriyeti’nin yasalara ve anayasaya saygı duyduğunu, fakat kendilerine karşı büyük oyunlar oynandığını ifade etti.

Kosova: Bangladeş Büyükelçisinden Güven Mektubu

Cumhurbaşkanı Vjosa Osmani, Bangladeş Büyükelçisi Mosharraf Hossain Bhuiyan’dan güven mektubu aldı. Taraflar, yatırımlara özel önem vererek Kosova ve Bangladeş iş birliğinin yoğunlaştırılması olasılıklarını konuştular. Büyükelçi Bhuiyan, ülkesinin uluslararası örgütlere üyelik konusunda daimi destek vermeye devam edeceğini belirtti.

Kosova: NATO Genel Sekreteri Kosova’ya Geliyor

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, bazı temaslarda bulunmak üzere Kosova’ya gelecek. Stoltenberg, KFOR Komutanı Franco Federic ve NATO Danışma ve İrtibat Ekibi Müdürü Frank Best ile görüşecek ve KFOR bünyesindeki askeri birliklere ziyarette bulunacak. Ayrıca, Kosova Cumhurbaşkanı Vjosa Osmani, Başbakan Albin Kurti ve Topluluklar ve Geri Dönüş Bakanı Goran Rakiç ile de görüşmeler gerçekleştirecek.

Sırbistan: Cumhurbaşkanı Merkel ile Kosova’daki Durumu Görüşecek

Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, Almanya Başbakanı Angela Merkel ile Kosova’daki durumu, bölgesel iş birliğini ve Almanya’nın rolünü görüşeceğini belirtti. Vucic, Brüksel veya Berlin sürecinden ne beklenebileceği henüz bilinmediğini ifade ederek, Kosova’daki durumun da ele alınacağını söyledi. Vucic, Almanya Şansölyesi ile yapılacak görüşmenin Sırbistan için büyük önem taşıdığını vurguladı.

Sırbistan: Cumhurbaşkanı, Belgrad’ın Kosova’yı Tanımadığını Söyledi

Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, Sırbistan’ın Kosova’nın bağımsızlığını asla tanımayacağını ve BM’ye katılmasına izin vermeyeceğini belirtti. Vucic, Brüksel’de Albin Kurti ile yaptığı görüşmede, Sırbistan’ın Kosova’yı tanımayacağını tekrar etti. Cumhurbaşkanı, Kosova’nın BM’ye katılımının sadece Belgrad’a bağlı olmadığını, ancak Sırbistan’ın Priştine’nin BM üyeliğine asla izin vermemeye çalışacağını ifade etti.

Yunanistan: Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’tan Açıklamalar

Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, Yunanistan ve Arnavutluk ikili ilişkilerinde yeni bir sayfa açtıklarını belirtti. Dendias, iki ülkenin Münhasır Ekonomik Bölge’nin sınırlandırılmasını Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’na havale etme kararı aldığını söyledi. Bakan, Yunanistan’ın Arnavutluk’un Avrupa perspektifini desteklediğini ve Covid-19’a karşı 20 bin aşı bağışında bulunduğunu ekledi.

Dış Aktörler: Lajčák Karadağ’a Reformlar Konusunda Israr Çağrısında Bulundu

AB’nin Sırbistan-Kosova Diyaloğu Özel Temsilcisi Miroslav Lajcak, Karadağ Meclis Başkanı Aleksa Bečić ile görüşerek Karadağ’ın AB ile tam uyumlu dış politikasını takdir ettiğini belirtti. Lajcak, Karadağ’ı medya özgürlüğü, yolsuzluk ve organize suçla mücadele ve yargı reformları konusunda daha fazla sonuç elde etmeye teşvik etti.

Simatović ve Stanišić, Savaş Suçlarından 12 Yıl Hapis Cezasına Çarptırıldı

Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemeleri Mekanizması (IRMCT), Jovica Stanisiç ve Franko Simatoviç’i 1991-1995 yılları arasında Bosna Hersek ve Hırvatistan’da işledikleri suçlar nedeniyle 12 yıl hapis cezasına çarptırdı. Savcıların etnik temizlik, cinayet ve zorla yer değiştirme suçlamalarıyla yargıladığı iki sanık, daha önce delil yetersizliğinden beraat etmişti.

TUİÇ Balkan Stajyerleri: Elifnur Ayhan, Melisa Agoviç, Dilek Keçeci, Ece Sumru Güvemli, Hilal Yel, İleyna Savuk, Rümeysa Güner, Şamil Orhan, Didem Şimşek, Aybüke Koçak ve Hatice Deniz Hızal 

Balkan Bülteni – Balkan Bülteni – Balkan Bülteni

Kaynakça

  • Atina Makedon Haber Ajansı. (29.06.2021).
  • Balkan Insight. (30.06.2021).
  • Independent Balkan News Agency. (30.06.2021).
  • Kosova Haber. (30.06.2021).
  • Regnum.ru. (28.06.2021).
  • Rtrs. (30.06.2021).