Home Blog Page 47

Balkan Bülteni /19-21 Temmuz

0

 

Bosna – Hersek / Sırp Cumhuriyeti 

Cvijanovic: Savaşın Tüm Kurbanları Eşit Muameleyi Hak Ediyor

  • Sırp Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Zeljka Cvijanovic, savaşın tüm kurbanlarının eşit muameleyi hak ettiğini ve Bosna Hersek’te bir kurban hakkında konuşmanın ve diğerleri hakkında sessiz kalmanın imkansız olduğunu, çünkü bunun adil olmadığını söyledi.
  • Cvijanovic’in 21 Temmuz’da Mrkonjic Grad’da gazetecilere yaptığı açıklamada, SDA lilderi Bakir İzetbegovic’in Boşnak olmayan her şeyden nefret ettiğini, her türlü ortak yaşam ve ortak bir gelecek için kapıları kapattığını belirtti.
  • İzetbegovic’in “Sırp dünyası daha büyük bir Sırbistan’ın diğer adıdır” şeklindeki açıklamasına yorum yapan Cvijanovic, Saraybosna’da Sırp kelimesinin geçtiği her alandan nefret edildiğini ve kalıcı bir nefret beslediklerini ifade etti.

Kaynak: Rtrs

Tarih: 21.07.2021

 

Sırbistan

Sırbistan, AEB (Avrasya Ekonomik Birliği) ile Anlaşmayı Olumlu Değerlendirdi

  • Sırbistan’ın Avrasya Ekonomik Birliği ile imzaladığı serbest ticaret anlaşması, Sırp girişimcilere büyük fırsatlar sunuyor. Bu görüş, Sırbistan Ticaret ve Sanayi Odası temsilcisi Elena Ivankoviç tarafından RTS TV kanalının yayınında dile getirildi.
  • “Zamanla tamamlanabilecek modern, son teknoloji bir belgeye imza attık. Onun sayesinde serbest ticaret pazarımız Kırgız Cumhuriyeti ve Ermenistan’a kadar genişledi” dedi.
  • Ona göre, anlaşmanın imzalanması özellikle Sırbistan’ın tarımsal sanayi sektörü için faydalı, çünkü tüm tarım ürünlerinin çoğu Rusya’ya ihraç ediliyor Ivankoviç, anlaşmanın Avrasya Ekonomik Birliği üye ülkelerinden hammadde ithal eden girişimciler için de faydalı olacağına inanıyor.
  • Bir hatırlatma olarak, 10 Temmuz’da Avrasya Ekonomik Birliği ile Sırbistan Cumhuriyeti arasındaki Serbest Ticaret Anlaşması yürürlüğe girdi. Rusya Ekonomik Kalkınma Bakanlığı, anlaşmanın yürürlüğe girdiği gün yaptığı açıklamada, “Bu, EAEU üyesi olan Rusya ile Balkan ülkesi arasındaki ticari ilişkilerin geliştirilmesi için modern bir temel oluşturuyor” dedi.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 20.07.2021

 

Milorad Dodik “Sırp Dünyası” Yaratma Fikrini Destekledi

  • Bosna Hersek Başkanlığı’nın Sırp üyesi Milorad Dodik, iş birliğini güçlendirmeyi ve Sırp kültürünü ve ulusal kimliğini korumayı amaçlayan bir “Sırp Dünyası” yaratma fikrini tamamen destekliyor. Dodik bunu 21 Temmuz’da duyurdu.
  • Dodik’e göre bu, komşu devletlere herhangi bir toprak iddiası içermeyen vatansever bir fikirdir ve bu nedenle kimseye zarar veremez.
  • “Bu girişimin amacı, bizden önceki birçok halkın yaptığı gibi Sırp kimliğinin, dilinin, kültürünün iş birliği ve korunmasıdır ve hiç kimse bunda özel bir sorun görmedi. Ama Sırplar da benzer bir fikir ileri sürerlerse hemen ortalık karışır. Dodik, SRNA haber ajansına verdiği demeçte, Bakir İzzetbegoviç’in Bosnalılar arasında sarsılan otoriteyi yeniden kazanmak için bir Sırp dünyası yaratma fikrine saldırdığı aşikar, ancak bunun bile ona faydası olmayacak dedi.
  • Daha önce, Bosnak Demokratik Hareket Partisi lideri Bakir İzzetbegoviç, Sırbistan İçişleri Bakanı Aleksandr Vulin’in, Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic’in “Sırp Dünyası”nın yaratılmasının ve kendisinin “tüm Sırpların başkanı” olarak görülmesi gerekli olduğu yönündeki girişimi hakkında yorumda bulundu. İzzetbegoviç’e göre, “Sırp Dünyası”, “Büyük Sırbistan” ile eşanlamlıdır ve bu tür ifadeler, Boşnakların “uyanıklığını kaybetmemeleri ve zayıflıklara izin vermemeleri” gerektiğini, çünkü bu onlara karşı yeni bir saldırganlığa yol açabileceğini göstermektedir.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 21.07.2021

 

Vucic, Erdoğan ile Kosova Hakkında “Konuşmaya Çalışacağı” Sözü Verdi

 

  • Sırbistan, bu yıl 1 Eylül’den önce ortaya çıkacak Kosova’nın bağımsızlığının tanınmasına ilişkin yeni vakalar için lobi yapma girişimlerine karşı mücadele edecek. Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic 21 Temmuz’da Pink TV’den yayında bunu ifade ederek, bu tarihe kadar Kosova’nın tanınması veya geri çekilmesi için lobicilik yapılmasına ilişkin bir moratoryum olduğunu hatırlatarak, hem Belgrad’ın hem de Priştine’nin 2020 sonbaharında Washington anlaşmasını imzalayarak kabul ettiği bir moratoryum olduğunu hatırlattı.
  • Böylece Vucic, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Ankara’nın Kosova’ya daha fazla ülkenin tanınmasına yardımcı olmak niyetinde olduğu yönündeki son açıklamasına yanıt verdi.
  • “Erdoğan ile konuşmaya çalışacağım. 1 Eylül’e kadar, Washington Anlaşmasına göre, her iki taraf da tanıma veya tanımanın geri alınması için lobi yapamaz. Vucic, 1 Eylül’den veya belki daha öncesinde bir kampanya başlatırlarsa, buna direneceğiz ”dedi.
  • Sırbistan Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin “büyük bir güç” olduğunu ve kendisinin Erdoğan’a kıyasla “küçük ve önemsiz” olduğunu, ancak yine de Sırbistan’ın bu tür eylemlere direnemeyecek kadar küçük olmadığını da sözlerine ekledi.
  • Erdoğan’ın Kuzey Kıbrıs ziyaretinin arifesinde Türkiye’nin “Kosova’nın bağımsızlığını tanıyan devletlerin sayısını artırmak için çalıştığını” söylediğini hatırlayın. Türkiye Cumhurbaşkanı, eğer gerçekleşirse yıl sonunda ABD Başkanı Joe Biden ile yapacağı görüşmede bu konuyu görüşeceğine de söz verdi.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 21.07.2021

 

Dış Aktörler

Yunanistan Unsurlarınca Türk Kara Sularına Geri İtilen 26 Düzensiz Göçmen Kurtarıldı

  • Sahil Güvenlik Komutanlığı ekipleri, Kızılağaç açıklarında can salı içerisinde bir grup düzensiz göçmen olduğu bilgisi üzerine bölgeye hareket etti.
  • Ekipler, Yunan unsurlarınca Türk kara sularına itildiği belirlenen can salındaki 26 düzensiz göçmen ile yasa dışı yollardan yurt dışına çıkmaya çalışan 2 Türk’ü bota alarak karaya çıkardı.
  • Düzensiz göçmenler, işlemlerinin ardından İl Göç İdaresi Müdürlüğüne teslim edildi.
  • Can salındaki 2 Türk hakkında ise işlem başlatıldığı öğrenildi.

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 19.07.2021

 

Lajcak: “Görüşmeler Zorlu Geçti, Çok Az İlerleme Kaydedildi”

  • AB’nin Belgrad ve Priştine Diyalog Özel Temsilcisi Miroslav Lajcak, Kosova Başbakanı Albin Kurti ve Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuçiç arasındaki ikinci görüşmenin de oldukça zorlu geçtiğini ifade etti.
  • Brüksel’de gerçekleşen ikinci görüşme ardından açıklamalarda bulunan Lajcak, “Görüşme zorlu geçti ve her iki tarafın da ilişkilerin normalleşmesine yönelik çok farklı yaklaşımları oldu. Sonuç olarak, çok az ilerleme kaydedebildik. Bugün bildirebileceğim tek sonuç diyaloğun devam edeceği yönündedir. İki lider Eylül ayında tekrardan bir araya gelme konusunda anlaştı. Kosova ve Sırbistan’ın Avrupa geleceğinin ilişkilerini normalleştirmelerine bağlı olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Bu nedenle, her iki tarafın da geçmişi aşmak ve aralarındaki tüm çözülmemiş sorunları çözmek için birlikte çalışmasını bekliyoruz” dedi.

Kaynak: Kosovaport

Tarih: 19.07.2021

 

Erdoğan: “Kosova’yı Tanıyan Ülkelerin Sayısını Artırmak İstiyoruz”

  • Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne (KKTC) hareketi öncesi yaptığı açıklamada, ”Özellikle başta Azerbaycan olmak üzere dünyanın değişik ülkelerinden burayla bu tür temasların üst düzeyde kurulması, geliştirilmesi bu bizim gayretlerimiz, çalışmamızdır. Bunları devam ettireceğiz” ifadelerini kullandı.
  • Erdoğan açıklamasını “Benzer bu noktadaki çalışmaları, nerede mağdur, mazlum ülkeler varsa hepsi için yapıyoruz. Örneğin bunlardan bir tanesi de Kosova’dır. Kosova için de dünyada Kosova’yı tanıyan ülkelerin sayısını artırmak elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Şu anda 114 olan sayıyı daha da artıralım istiyoruz” sözleriyle sürdürdü.
  • Erdoğan, bu yıl BM Genel Kurulu’nda ABD Başkanı Joe Biden ile orada yapacağı görüşmelerde bu konuları tekrar ele alacaklarını, Kosova’nın tanınması konusunda müşterek bir çalışmayı yürütme teklifini kendisine sunacaklarını belirtti.

Kaynak:  Kosovaport

Tarih: 19.07.2021

 

ABD Yatırımları Geliyor: Hindistan için Planlanan Yatırımlar Sırbistan’a Yönlendirilecek

  • Sırbistan Başbakanı Ana Brnabiç New York’ta ABD şirketlerinin temsilcileriyle yaptığı görüşmelerin ilk gününün sonunda Sırbistan’da üç ila dört yeni yatırım yapılacağını duyurdu.
  • Brnabiç gazetecilere verdiği demeçte, “Gelişmelerden çok memnunum, şirketlerimiz ve genç yeteneklerimiz için en az üç veya dört yeni yatırım veya yatırım fonu ile New York’taki toplantıdan dönüyorum” ifadelerini kullandı.
  • Başbakan, şirketlerin bilişim sektörüne yatırım yapmakla ilgilendiklerini belirterek, Sırbistan’a geleceklerini, Hindistan gibi dünyanın diğer bölgelerine yapmayı planladıkları yatırımları Sırbistan’a yönlendireceklerini söylediklerini belirtti. Başlangıç olarak, biyoteknoloji ve biyotıp alanında yatırımlar yapılacağını belirten Brnabiç, bu yatırımların klasik yatırımlar değil, yatırım fonları olduğunu sözlerine ekledi.
  • Brnabiç son olarak, “Bu gerçekten sadece bizim değil, Avrupa’daki herhangi bir ülkenin de hayalini kurduğumuz bir sonraki seviye. Büyük bir adım attığımız için çok mutluyum” diyerek sözlerini bitirdi.

Kaynak: B92

Tarih: 20.07.2021

 

BIRN: Kosova-Sırbistan Diyaloğu Ne Kadar İlerleme Kaydetti?

  • Kosova ve Sırbistan liderleri arasında karşılıklı suçlamalarla sona eren bir başka toplantının ardından BIRN (Balkan Investigative Reporting Network), iki ülke arasındaki ilişkileri normalleştirmek için 2011’den bu yana AB’nin kolaylaştırdığı diyaloğun ne kadar gerçek ilerleme kaydettiğini soruyor.
  • Bu yaz ikinci kez, Kosova Başbakanı Albin Kurti ve Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, 2011’de başlayan ilişkileri normalleştirmek için devam eden AB’nin kolaylaştırdığı diyaloğun bir parçası olarak 19 Temmuz Pazartesi günü Brüksel’de yaptıkları görünüşte sonuçsuz ikinci görüşmenin ardından uzlaşmazlık suçlamalarında bulundular.
  • Avrupa Birliği dış politika şefi Josep Borrell, her ikisini de “ilişkilerin normalleşmesine ve vatandaşları için bir Avrupa geleceği beklemeye ilişkin yasal olarak bağlayıcı kapsamlı bir anlaşma yoluyla acı dolu geçmişleriyle ilgili bölümü kapatmaya” çağırdı.
  • Ancak her iki liderin de toplantıya ani tepkileri, ortamın anlaşmaya elverişli olmadığını gösterdi.

Kaynak: Balkan Insight

Tarih: 21.07.2021

TUİÇ Balkan Stajyerleri: Dilek Keçeci, Şamil Orhan, Aybüke Koçak ve Hatice Deniz Hızal

 

Cinsiyet Eşitliği ve Uluslararası Örgütler

Özet

Toplum bireylerinin herhangi bir kısıtlama ve baskıya maruz kalmadan yaşamın her alanından eşit biçimde yararlanabilmeleri demokratik bir haktır. Toplumsal cinsiyet eşitliği bu bağlamda kadın ve erkeklerin toplumda atfedilmiş roller ve sorumluluklardan kaynaklanan ayrımcılığa maruz kalmadan, fırsatlardan eşit bir şekilde yararlanmaları gerektiğini belirtir. Fakat ne yazık ki günümüzde toplumsal cinsiyet eşitliği dünyanın çoğu bölgesinde sağlanamamıştır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği durumunu ortadan kaldırmak veya en aza indirmek için Birlemiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi uluslararası örgütler son derece önemlidir. Toplumsal cinsiyete dayalı eşitlik anlayışı BM tarafından da önem verilen bir sosyal problemdir. Bu yolda, BM öncülüğünde “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi” 1970 yılı sonlarında yürürlüğe konulmuştur. Yine cinsiyet eşitliği alanında çalışmalar yapan UN Women ise kadın ve kız çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak, toplumsal cinsiyet eşitliğini desteklemek ve cinsiyet eşitliği için küresel standartlar belirlemek hedefiyle kurulmuştur. Avrupa Birliği ise kadın ve kız çocuklarının her alanda erkeklerle eşit olmasını amaçlamakta ve bu doğrultuda çalışmalar sürdürmektedir. Bu yolda Avrupa Birliği Komisyonu 2015 yılı aralık ayında “2016-2019 Cinsiyet Eşitliği Stratejisi”ni sunmuştur. Sonraki yıllarda da AB Komisyonu cinsiyet eşitsizliğine karşı aktif rol oynamıştır.

Anahtar kelimeler: Cinsiyet eşitliği, Birleşmiş Milletler, UN Women, UNDP, Avrupa Birliği.

Abstract

It is a democratic right for people of society to benefit equally from all aspects of life without being subjected to any restrictions and pressures. Gender equality in this context states that men and women should enjoy opportunities equally, without discrimination arising from the roles and responsibilities attributed to society. But unfortunately, gender equality has not been achieved in most regions of the world today. International organizations such as the United Nations and the European Union are extremely important to eliminate or minimize the situation of gender inequality. Gender equality is a social problem that is also important to the UN. In this way, the UN-led Convention on the Prevention of all forms of discrimination against women was put into force at the end of 1970. Again, UN Women, which works in the field of gender equality, was established with the aim of meeting the needs of women and girls, supporting gender equality and setting global standards for gender equality. The European Union, on the other hand, aims to ensure that women and girls are equal to men in all areas and continues to work in this direction. In this way, the Commission of the European Union presented the “Gender Equality Strategy 2016-2019″ in December 2015. In the following years, the EU Commission also played an active role in combating gender inequality.

Keywords: Gender equality, United Nations, CEDAW, UN Women, UNDP, European Union.

1. Cinsiyet Eşitliği Nedir?

Eşitlik ilkesi; insanın yeteneklerini özgür ve bütünüyle geliştirebileceği ortamı yaratmak, bu ortamın önündeki toplumsal ve siyasal engellerin kaldırılması gerektiğini savunur. Toplumsal cinsiyet eşitliğinde ise kadın ve erkeklerin hiçbir ayrımcılığa maruz kalmadan hayatın her alanında eşit olarak yararlanmaları gerektiği görüşündedir. Ne yazık ki günümüzde bu pek mümkün değildir ve yaşamın birçok alanında toplumsal cinsiyet eşitsizliği ortaya çıkmıştır. Bu eşitsizlik özellikle toplumsal, evlilik ve aile içi yaşamda, çalışma hayatında, eğitimde ve siyasette daha fazla göze çarpmaktadır. Bu sorunların çözüme ulaşılması ve kadınların toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için kadınların bu eşitliği elde etmesi ve buna yönelik çalışmalar yapılması son derece önemlidir (Bal, 2014; Kahraman, 2010).

Toplumsal cinsiyet eşitliğin başarıya ulaşabilmesi için kadınlara yönelik yapılan çalışmaların hayata geçmesi ve kadınların güçlendirilmesi gerekmektedir. Kadınları sağlık, eğitim ve istihdam alanlarında tüm politika ve programlara teşvik etmek atılacak en büyük adımlardan biridir. Kadının toplum tarafından uygulanan ayrımcılığın önlenmesi için bu programlara teşvik edilmesi gerekmektedir. Aynı zamanda, ülkemizde ve dünyanın genelinde kadınlar üzerine kurulan baskıların kaldırılması ve kadınların obje gibi basit, işe yaramaz ve sadece erkeğine hizmet eden “ev hanımı” kimliğinden kurtulması amaçlanmalıdır. Kadınlar bu kimliklerden çıkarıldığında eşitsizliği ortadan kaldıracak çalışmaların hayata geçeceği ve olumlu sonuçlanabileceği bilincine varılması gerekir (Coşkun ve Özdilek, 2012).

2. Bölgeler Arası Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği

Toplumsal cinsiyet, kadınların davranışları üzerine kurulan bir terimdir. Bu terim dünya üzerinde olumsuz bir şekilde yayılmakta ve etkileri de dünyadaki çoğu ülkede görülmektedir. Örneğin toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en çok görüldüğü ülkelerde kadın ticaretleri, eğitimde eşitsizlik, iş hayatında ayrımcılık ve erken yaşta cinsellik gibi ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Dünyada Orta Doğu ve Kuzey Afrika cinsiyet eşitsizliğinin fazla görüldüğü bu bölgelerdir. Dünyada cinsiyet eşitsizliğinin en fazla görüldüğü bölge ise sahra altı Afrika’dır. Bunun yanı sıra, körfez ülkeleri ise cinsiyet eşitliğine önem veren ülkeler arasında ilk sıralardadır. Ayrıca örnek olarak eğitim alanında eşitliği sağlayan Suudi Arabistan’ı verebiliriz. Özellikle son 20 yılda dünyada toplumsal cinsiyet eşitsizliğine daha fazla önem verildiğini görebiliriz. 2010 yılında ise toplumsal cinsiyete karşı ilk tepkiler gösterilmiştir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı tepkiler Avrupa’dan Latin Amerika’ya kadar pek çok ülkeye sıçramıştır. Bu ülkelerde kampanyalar düzenlenmiş, protesto edilmiş ve insanlar cinsiyet eşitsizliğine karşı örgütlenmeye başlamıştır. Türkiye’de de son yıllarda buna benzer olaylar yaşanmıştır. Yapılan protestoların güzel gelişmelere adım atılacağını düşünen halk özellikle son dönemlerde çok aktif bir şekilde cinsiyet eşitsizliğine karşı seslerini duyurmaya çalışmaktadır. Ülkelerin çoğu cinsiyet eşitliğine önem verse de bazı ülkeler eski benliklerinden vazgeçmemişlerdir. Bu durum bize, toplumsal cinsiyet eşitsizliğin ideolojik bir yanı olduğunu göstermektedir (Şahin, 2020; Piketty, 2018).

3. Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Hareketlerin Daha Fazla Görüldüğü Ülkeler

Toplumsal cinsiyet karşıtlığına önem veren ülkeler arasında Doğu Avrupa ve Latin Amerika en çok göze çarpandır. Bu önem daha sonra Batı Avrupa, ABD, Kanada gibi ülkelerde de etkinlik kazanmıştır. Bu gelişmelerle ilgili olarak Kováts ve Poim (2015) editörlüğünde Fransa, Almanya, Macaristan, Polonya, Slovakya’da toplumsal cinsiyet karşıtlığını bildirmiştir. Sonrasında Roman Kuhar ve David Paternotte (2017) bildirgesiyle 11 Avrupa ülkesindeki karşıtlığı anlayabilmek için “Avrupa’da Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Kampanyalar (Anti-Gender Campaigns in Europe)’’ adlı kitap yayımlamıştır. Kitapta Katolikliğin şekillendirdiği Avusturya, Fransa, Belçika, İrlanda, İtalya, Macaristan, Hırvatistan, Slovenya, İspanya ve Polonya’dan; Protestan Hristiyanlığın da etkili olduğu Almanya’dan ve Avrupa’nın sınırında bulunan Rusya’nın da örnekleri bulunmaktadır. Bu ülkelerde toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik ciddi eksiklikler vardır. Çalışmada toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bölgesel farklılıklara rağmen artık küreselleştiği vurgulanmaktadır (Şahin,2020).

4. Uluslararası Örgütler ve Cinsiyet Eşitliği

4.1. Birlemiş Milletler:

Toplumdaki bireylerin herhangi bir sınırlamaya maruz kalmadan toplumsal yaşama eşit biçimde katılabilmeleri demokratik devletin temel ilkelerinden biridir. Toplumsal cinsiyet eşitliği ise temel olarak bir toplumda kadın ve erkeklerin cinsiyetleri nedeniyle ayrımcılığa maruz kalmadan eşit hak, fırsat ve olanaklara sahip olması durumudur. Toplumsal cinsiyete dayalı eşitlik anlayışı BM tarafından da önem verilen bir sosyal problemdir. Bu yolda, BM öncülüğünde Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi 1970 yılı sonlarında yürürlüğe konulmuştur. Cinsiyet eşitliğine dayalı bu sözleşme küresel olarak kabul görmüştür fakat kadınlara karşı yapılan haksızlıkların sonunu getirmemiştir. Bu sözleşmede kadınlara karşı ayrımcılığın tanımı yasa düzeyinde tanımlanmış ve bazı uluslararası standartlar belirlenmiştir. Kadınların erkeklerle eşit hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını hedefleyen bu sözleşme, cinsiyet eşitsizliği yaratan her türlü ayrım, mahrumiyet ve kısıtlamayı insan hakları ihlali olarak tanımlamıştır. Sözleşmeye göre eşitliğin sağlanması ve kadınlara yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için taraf devletlerin önlemler alması ve iyileştirici politikalar uygulaması gerekmektedir (İçli, 2017).

4.1.1. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi:

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi en önemli insan hakları belgesi olarak BM tarafından 1945 yılında Kuruluş Anlaşması olarak hazırlanmıştır. Bu beyannamenin amacı her türlü ayrımcılığın son bulmasını sağlamak ve herkes için eşit hak ve özgürlüklerin yerine getirilmesine zemin hazırlamaktır. Anlaşmaya taraf olan devletler de bu ilkeleri benimseme, iç işlerinde bu ilkeleri uygulama ve uluslararası alanda eşitlik, özgürlük gibi ilkelerin yaygınlaşmasına katkıda bulunma sorumluluğunu onaylamıştır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, 1948’de BM Genel Kurulu tarafından kabul edilmiştir. Bu genelgenin en önemli maddesi olan 1. madde’de “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar” ifadesi kullanılmıştır. Bu cümle ile aslında cinsiyet eşitliği bütün alanlarda garanti altına almıştır. Ayrıca beyannamede, tüm insanların ırk, din, dil ayrımı gözetmeksizin haklardan özgürce ve ayrımcılığa uğramadan yararlanması şart koşulmuştur. İnsan Hakları Beyannamesi eşitlik konusunda atılmış çok önemli bir adımdır fakat bu beyanname kadınların eşitlik taleplerine tam olarak karşılık verememiştir. Bu doğrultuda kadınların talep ettiği hak ve eşitliğe karşı “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi” 1979’da BM Genel Kurulu tarafından onaylanmıştır (UN, 1948).

4.1.2. Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi (CEDAW):

Bu bildirge Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Aralık 1993 tarihinde oylamaya başvurulmadan kabul edilmiştir. Genel Kurul, tüm insanların eşitliği, güvenliği, hürriyeti, bütünlüğü ve onuruna ilişkin hakların ve ilkelerin kadınlara evrensel olarak uygulanmasına acilen ihtiyaç olduğunu kabul etmiştir. Bildirgede, kadınlara yönelik şiddetin, kadınların haklarının ve temel özgürlüklerinin ihlalini oluşturduğu, bu hak ve özgürlüklerini kullanmalarını zedelediği veya geçersiz kıldığı belirtilmektedir (CEDAW, 1993).

Ayrıca bu bildirgede azınlık gruplarına mensup kadınların, mülteci, göçmen kadınların, kırsal veya merkezden uzak topluluklarda yaşayan kadınların, muhtaç kadınların, kurumlardaki veya gözlem altındaki kadınların, kız çocuklarının, engelli kadınların, yaşlı kadınların ve silahlı çatışma durumlarındaki kadınların şiddete özellikle maruz kalma riski altında bulundukları kayıt altına alınmıştır. Bu bildirge cinsiyet eşitsizliğinin önlenmesi için çok büyük bir adımdır. Bildirge ile, kadınların ev içinde yaşadığı şiddet, kız çocukların cinsel suiistimali, bağlantılı şiddet, evlilik içi tecavüz, kadına zarar veren geleneksel uygulamalar, eş harici aile tarafından uygulanan şiddet gibi kadınların yaşadığı psikolojik ve cinsel şiddetler BM tarafından yasaklanmıştır. Bu bildirgenin temel amacı şiddetin tanımını geniş tutarak ve iş yerinde, eğitim kurumlarında veya diğer yerlerde meydana gelen cinsel taciz, tecavüz, sindirme, kadın ticareti ve fahişeliğe zorlama gibi tüm şiddet içeren hareketlerin önlenmesidir. Sonuç olarak, Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair Bildirge ile kadınların; yaşama hakkı, eşitlik hakkı, özgürlük ve kişi güvenliği hakkı, kanun önünde eşitlik hakkı, tüm ayrımcılık biçimlerinden azade olma hakkı, ulaşılabilecek en yüksek fiziksel ve ruhsal sağlık standardı hakkı, adil ve elverişli çalışma koşulları hakkı, işkence veya diğer zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye veya cezalandırmaya maruz bırakılmama hakkı tekrar edilmiştir (Hukuk Ansiklopedisi, 2020; CEDAW, 1993).

4.1.3. Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu:

Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu 1995 yılında Pekin’de gerçekleştirilen Dördüncü Dünya Kadın Konferansı’nda kabul edilmiştir. Bu konferansa 189 devlet ve sivil toplum kuruluşu katılmıştır ve ardından, BM Genel Kurulu tarafından Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu 15 Eylül 1995 tarihinde onaylanmıştır. Pekin Deklarasyonu’nun temel hedefi kadının güçlendirilmesi, kadın-erkek eşitliğinin tüm ülkelerce arttırılması ve toplumsal cinsiyetin devlet programlarına yerleştirilmesi için hükümetleri sorumlu kılmaktır. Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu’nda üye devletler, toplumsal cinsiyet eşitliği için stratejik olarak harekete geçmeye çağrılmıştır. Metnin 14. maddesinde yer alan “Kadın hakları, insan haklarıdır.” cümlesi büyük yankı uyandırmıştır (Bitiren, 2020).

4.1.4. United Nations Women (UN Women):

UN Women, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadınların güçlendirilmesini amaçlayan bir Birleşmiş Milletler alt kuruluşudur. Bu örgüt, dünya çapında kadın ve kız çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak, toplumsal cinsiyet eşitliğini desteklemek ve cinsiyet eşitliği için küresel standartlar belirlemek hedefiyle kuruldu.

UN Women, cinsiyet eşitliği kapsamında belirledikleri küresel standartların BM üye devletlerince desteklenmesini ve standartların etkin bir şekilde uygulanmasını teşvik eder. Bu amaçla politikalarını, programlarını ve hizmetlerini devletlerle ve sivil toplum ile birlikte düzenlemektedir. UN Women vizyonunu gerçeğe dönüştürmek için dört farklı öncelik belirlemiştir. Bunlardan birincisi kadınların yönetime ve liderliğe erkeklerle eşit bir şekilde katılımının sağlanmasıdır. Çünkü küresel düzeyde, kadınların liderliği ve siyasi katılımı sınırlandırılmıştır. Maalesef, dünyanın çoğu ülkesinde kadınlar kamu hizmetinde, siyasette, özel sektörde veya akademide yüksek pozisyonlarda çalışmamaktadır. Ayrımcılığa yol açan yasalar, kurumların yol açtığı engeller kadınların bu pozisyonlarda yer almasını ve yükselmesini engellemektedir. Yıllarca oluşan ve giderek artan bu boşluklar kadınların lider olmak, siyasete katılmak için erkeklerden daha az kaynaklara sahip olduğu anlamına gelir. UnWomen tarafından kadınların siyasi katılımının ve yüksek pozisyonda yer alan kadınların durumunu gözler önüne sermek için bazı gerçekler yayınlamıştır:

  • Tüm ulusal parlamenterlerin sadece yüzde 25’i kadındır, bu oran 1995’teki yüzde 11’dir.
  • Kadınlar sadece 22 ülkede Devlet veya Hükümet Başkanı olarak görev yapıyor ve 119 ülkede hiçbir zaman kadın lider olmadı. Şu anki oranda, en yüksek iktidar mevkilerinde cinsiyet eşitliğine 130 yıl daha ulaşılamayacak.
  • Dünyada sadece 10 ülkede bir kadın Devlet Başkanı ve 13 ülkede bir kadın Hükümet Başkanı var.
  • Mevcut ilerleme hızında, ulusal yasama organlarında cinsiyet eşitliği 2063’ten önce sağlanamayacaktır (UNWomen, 2021).

Tüm bunların önüne geçmek için 18 Aralık 1979’da “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi” Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edildi ve 20 ülkenin onaylamasından sonra 3 Eylül 1981’de uluslararası bir antlaşma olarak yürürlüğe girdi. Bu sözleşme kadınların kamu yaşamına katılmasını onayladı ve kadınların siyasi hakları için sözleşmeler imzalandı. Örneğin madde 8’de, kadınların ülkelerini uluslararası düzeyde erkeklerle aynı düzeyde temsil etmelerini içerir.

Madde 7’ye göre ise “Taraf Devletler, ülkenin siyasi ve kamusal yaşamında kadınlara karşı ayrımcılığı ortadan kaldırmak için tüm uygun önlemleri alacaklar ve özellikle kadınlara erkeklerle eşit şartlarda aşağıdaki hakları sağlayacaklardır: Tüm seçimlerde ve kamuoyunda oy kullanma hakkı referandum ve kamu tarafından seçilen tüm organların seçilmeye uygun olması” bahsedilmektedir (BM Genel Kurulu, 1981).

 UN Women’ın diğer bir önceliği ise kadınlara gelir güvencesi ve ekonomik özerklik sağlamaktır. Bu örgüt kadınların ekonomik olarak güçlenmesinin, cinsiyet eşitsizliğinin önlenmesine ve ekonomik büyümenin sağlanmasına doğrudan etkileyen bir faktör olduğunu savunmaktadır. Çünkü kadınlar işletmelerde, çiftliklerde veya girişimci ve çalışan olarak ekonomiye büyük bir etki yaratmaktadır. Fakat, günümüzde halen kadınlar ayrımcılık ve sömürüden orantısız bir şekilde etkilenmeye devam ediyorlar. İş yerlerinde yaşanan cinsiyet ayrımcılığı, kadınların bazı ülkelerde güvencesiz ve düşük ücretlerle çalışması ekonomik büyüme için de ciddi problem teşkil oluşturuyor. Ayrıca, dünyada üst düzey pozisyonlarda çalışan kadın sayısı erkek sayısının bir hayli gerisinde yer almaktadır. Diğer bir problem ise kadınlara ev işlerinin büyük bir çoğunluğunun sorumluluk olarak yüklenmesidir. Ev kadınları maalesef ekonomik olarak kocasına bağımlı şekilde yaşamak zorunda kalıyor ve karşılarına çıkan ekonomik fırsatları değerlendirmek için çok az zamanları kalıyor. Tüm bu problemlere karşı BM tarafından pek çok uluslararası taahhüt gerçekleştirilmiştir. Pekin Eylem Platformu, “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme” ile kadınların ekonomik olarak güçlendirilmesini desteklemektedir. UN Women bu yolda cinsiyet eşitliğinin sürdürülebilir kalkınmaya etkisini gösteren kanıtlarla birlikte kadınların ekonomik alanda güçlendirilmesini desteklemektedir (UNWomen, 2021; Dinçer, 2014).

UN Women’ın diğer bir önceliği ise kadın ve kız çocuklarının her türlü şiddetten uzak bir hayat yaşamasını sağlamaktır. Maalesef, dünyada her üç kadından biri yakın bir partneri tarafından cinsel, fiziksel veya psikolojik şiddete maruz kalmaktadır. UNWomen, kadın ve kız çocuklarına karşı yapılan her türlü şiddeti insan hakları ihlali olarak kabul etmiştir. Dünyada En az 155 ülke aile içi şiddetle ilgili yasa çıkarmıştır ve 140 ülke işyerinde cinsel tacize ilişkin yasaya sahiptir (Dünya Bankası, 2020). Fakat bu yasaların uygulanmasında ve kadınların güvenlik ve adalete erişimlerinde dünya genelinde ciddi engeller vardır. Ne yazık ki çoğu ülkede şiddeti önlemek için gereken yasalar tam olarak uygulanmaz ve şiddet ortaya çıktığında çoğu zaman cezasız kalır. BM 1993 yılında imzaladığıKadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi” ile kadına karşı şiddetin sona ermesini desteklemektedir (UNWomen, 2021).

UN Women’ın cinsiyet eşitliği kapsamında öncelik verdiği diğer bir konu ise kadınların çatışmalardan sonra sürdürülebilir barış ve güvenliğin tekrar kazanılması sürecine katkıda bulunmasıdır. Dünyada yaşanan savaşlar, şiddetli çatışmalar veya terörizm kadınlar ve kızlar için daha yıkıcı olabilir. Bu durum karşısında, kadınların tüm dünyada barış ve toplumları yeniden inşa etme sürecine liderlik etmesi önem taşımaktadır. Aynı zamanda, kadınların yaşanan çatışmalardan sonraki barış süreçlerine katılımının daha uzun ve dayanıklı barışa katkıda bulunduğunu gösteren güçlü kanıtlar vardır. Fakat buna rağmen, kadınlara barış süreçlerinde ve müzakerelerde büyük ölçüde yer verilmez ve dışlanırlar. UN Women bu alanda kadınların barış süreçlerinin her seviyesinde ve güvenlik süreçlerinde tam ve eşit katılımını desteklemektedir. Dünyada yaşanan şiddet, insan kaçakçılığı, mülteci krizi, iklim değişikliği gibi tehditler karşısında örgütün amacı kadınların barış ve güvenlik bağlamında katılımını arttırmaktadır (UNWomen, 2021; Dinçer, 2014).

4.1.5. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP):

Birleşmiş Milletler’in küresel kalkınma ağı olan BM Kalkınma Programı (UNDP), tüm insanların daha iyi yaşamlar kurmalarına destek olmak için ülkelere bilgi, deneyim ve kaynak ulaştıran bir BM alt kuruluşudur. UNDP günümüzde tüm dünyada 170 ülkede çalışmalarını sürdürmektedir. Bu kuruluşun amacı küresel yoksulluğu, eşitsizliği ve dışlanmayı azaltmaktır. Ülkelerin sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşması için politikalar düzenleyen bu örgüt aynı zamanda sosyal ve toplumsal sorunlara da değinmektedir. Üye ülkeler, yoksulluğu sona erdirmek, dünyayı korumak ve tüm insanların barış içinde yaşamasını sağlamak için 2015 Eylül ayında Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini kabul ettiler (UNDP, 2015).

4.1.6. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri:

Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri; yoksulluğu ortadan kaldırmak, gezegenimizi korumak ve tüm insanların 2030’a kadar barış ve refah içinde yaşamasını sağlamak için ilan edilmiş 17 maddelik bir evrensel eylem çağrısıdır. Bu stratejik eylem çağrısının maddeleri arasında ilk sıralarda yoksulluğa son, açlığa son, sağlıklı kaliteli yaşam ve nitelikli eğitim yer almaktadır. Cinsiyet eşitliği ise sürdürülebilir kalkınma hedefleri içerisinde 5. sırada yer alıyor. UNDP kadın ve kız çocuklarına karşı yapılan her türlü ayrımcılığın ve eşitsizliğin karşısında sürdürülebilir bir kalkınma olmayacağını savunmaktadır. Bu bakımdan, cinsiyet eşitliği de açlık, yoksulluk, sağlık kadar önemli bir problemdir ve kalkınma hedefleri arasında ilk sıralarda yer alır. Sürdürülebilir bir kalkınma için kadın ve kız çocuklarının güçlendirilmesi ciddi önem taşımaktadır. Sağlık, ekonomi, eğitim vb. her konuda kadın ve kız çocukları güçlendikçe gelişim de o oranda artmaktadır (UNDP, 2015).

United Nations Development Programme (UNDP) verilerine göre, günümüzden 15 yıl öncesine kıyasla daha çok kız çocuğu eğitim almakta ve ilköğretim seviyesinde çoğu ülkede cinsiyet eşitliği sağlanmış durumdadır. Kadınlar tarım dışında ücretli iş gücünün %40’ından fazlasını oluşturmakta ve bu oran son 15 yılda bu derece artmıştır. Bir ülkenin kalkınması kadınlarının güçlenmesiyle doğru orantılıdır ve toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığı bu bağlamda çok önemlidir. Günümüzde kadınlar halen sadece kadın oldukları için cinsel, fiziksel veya psikolojik şiddete maruz kalmaktadır. Hala bazı bölgelerde işgücü piyasasında yaşanan ciddi eşitsizlikler var ve maalesef kadınlar siyasette ekonomide, eğitimde erkeklerle eşit haklara sahip değiller. Kadınların yaşadığı işyerlerinde yaşadığı istismar, ev işlerinin eşitsiz bölüşümü ve kamu görevlerinde ayrımcılık cinsiyet eşitliği karşısında büyük engel teşkil ediyor. Bu konularda BM ve diğer sivil toplum örgütlerinin attığı adımlar çok değerli. Fakat halen tüm dünyadaki kadınlar için cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında atılması gereken çok büyük adımlar var. Bu bağlamda, BM ve alt örgütlerinin çalışmalarını güçlendirmeleri ve cinsiyet eşitliğine dikkat çeken kampanyalar düzenlemesi çok önemli bir adım olacaktır (UNDP, 2015).

4.2. Avrupa Birliği’nde Cinsiyet Eşitliği

4.2.1. Cinsiyet eşitliği konusunda Avrupa Komisyonunun Öncelikleri Nelerdir?

Avrupa Birliği Komisyonu 2015 yılı aralık ayında “2016-2019 Cinsiyet Eşitliği Stratejisi”ni sunmuştur. Bu strateji cinsiyet eşitliği politikalarına yönelik olarak hazırlanmış iş programını içermektedir. Stratejide öncelikli olarak belirlenen alanlar şunlardır:

  • Kadınların emek piyasasına katılımlarının artırılması ve kadın ile erkek arasında eşit düzeyde ekonomik bağımsızlığın sağlanması
  • Cinsiyete dayalı maaş, gelir ve emeklilik maaşları arasındaki farkı azaltmak ve bu sayede kadınlar arasındaki yoksulluğa karşı mücadele etmek
  • Karar alma süreçlerinde kadın-erkek eşitliğini teşvik etmek
  • Cinsiyete dayalı şiddet ile mücadele ederek kurbanlara koruma ve destek sağlamak
  • Dünya genelinde, cinsiyet eşitliği ve kadın haklarını teşvik etmek.

2017 yılı Kasım ayında Komisyon 2019 yılında Komisyon’un görev süresi sona erene kadar cinsiyetler arasındaki maaş farkının azaltılması doğrultusunda adım olarak bir Eylem Planı’nın hayata geçirileceğini duyurmuştu. 2017 yılı, Kadına Karşı Şiddete Son Vermeye Odaklı Eylem Yılı olarak belirlenmiş ve bu yılki Çalkantılı Zamanlarda Kadın Hakları konusunda Yıllık Temel Haklar Kolokyumunda toplumlarımızda kadına karşı şiddet ve taciz konularının yanı sıra kadınlar ve erkekler arasındaki ekonomik ve siyasi eşitsizlik konularına ve bu bağlamda özellikle de cinsiyetler arasındaki ücret farkı ile iş-yaşam dengesi konuları ele alınmıştır (Avrupa Komisyonu, 2018).

4.2.2. Üye Devletlerde kadınların istihdamı ile ilgili sorunları aşmak için AB ne yapmaktadır?

Kadınların emek piyasasına katılımlarını teşvik etmek ve ikisi de çalışan çiftlerin ailelerine destek vermeyi gerçekleştirebilmek için 2017 yılı Nisan ayında Avrupa Komisyonu tarafından kapsamlı bir politika ve yasal tedbirler kabul edilmiştir. Bu aynı zamanda çalışan ebeveynler ve bakıcılar için iş-yaşam dengesi inisiyatifi, aile ile ilgili izinler ve esnek çalışma düzenlemeleri alanlarında bir direktif önerisi içermektedir. Direktife göre babalar, çocuklarının doğduğu tarihlerde 10 iş günü babalık izni kullanabilecek ve en az hastalık ödeneği seviyesinde tazmin edileceklerdir. Ayrıca komisyon ciddi biçimde hasta veya muhtaç akrabalarına bakmakla yükümlü çalışanlara yönelik olarak da bir bakıcı iznine direktifte yer vermiştir. Çalışan bakıcılar her yıl 5 gün izin alabileceklerdir. Son olarak, bu Direktif 12 yaşına kadar çocukları olan çalışan ebeveynlerine yönelik olarak daha esnek çalışma düzenlemeleri talep etme hakkı öngörülmektedir. Ayrıca kendilerine muhtaç olan akrabalarına bakmakla yükümlü olan bakıcılar için de sadece zaman olarak değil aynı zamanda çalıştıkları mekân bakımından da düzenlemeler öngörülmektedir. Çalışan ebeveynler ve bakıcılar için iş-yaşam dengesi inisiyatifi ayrıca ağırlıklı olarak yasama dışı tedbirler olmak üzere 10 eyleme dönüştürülen bir dizi başka tedbirler de içermektedir. Tüm bu eylemler çocuk ve uzun dönem bakım sorumluluğu bulunan kadın ve erkekler için iş-yaşam dengesini daha iyi bir seviyeye getirmek için geniş bakış açısından konulara odaklanmaktadır ve AB’deki mevcut yasal ve politik çerçevenin modernleştirilmesini hedeflemektedir (Avrupa Komisyonu, 2018).

4.2.3. Cinsiyete dayalı şiddetle mücadele için AB ne yapmaktadır?

2017 yılı boyunca Komisyon cinsiyete dayalı şiddet mağdurlarına yönelik destek yapılarının iyileştirilmesine imkân sağlamıştır.

  • 2017 yılında hayata geçirilen NON.NO.NEIN kampanyası – HAYIR de! Sosyal medya kampanyası farkındalık yaratmış ve kadına karşı şiddetle ilgili somut projelere maddi destek sağlamıştır. Bu kampanya 2018 yılı boyunca da devam ettirilmiştir.
  • Komisyon, Cinsiyet eşitliğinde Ortak Öğrenme Programı kapsamında Üye Devletlerin hükümet yetkilileri arasında iyi uygulamaların paylaşımını sağlayan bir etkinlik düzenlemiştir Danimarka’nın dijital cinsel istismar hakkındaki politika ve mevzuatı ile Fransa’nın kamu taşıtlarında cinsel taciz ile ilgili kampanyası bu iyi uygulamalardandır.
  • Yıllık Temel Haklar Kolokyumu 20-21 Kasım tarihlerinde Brüksel’de gerçekleştirilmişti. Konusu ‘Çalkantılı Zamanlarda Kadın Hakları’ idi. Kadına yönelik şiddet, ana konulardan bir tanesiydi. Etkinlikte Üye Devletlerin yaklaşık yarısından bakanlar, uluslararası örgütler, önde gelen akademisyenler, sosyal ortaklar, iş dünyası temsilcileri, sivil toplum aktörleri, gazeteciler ve basın bir araya gelmişti.
  • Ekonomik İş birliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), Avrupa Konseyi ve BM Kadın arasında Kadın ve kızlara yönelik şiddetle mücadele etmek için küresel bir ittifak kurulması için aralık ayında ilk adım atılmıştır. Yayınlanan bildiri ile örgütler 2018 yılı sonuna kadar kadın ve kızlara yönelik şiddete son vermek için küresel bir ittifak oluşturulması yönündeki çalışmalarda iş birliklerini yoğunlaştırma konusundaki taahhütleri teyit edilmiştir (Avrupa Komisyonu, 2018).

4.2.4. Avrupa Birliği’nin dışında cinsiyet eşitliğini teşvik etmek için AB ne yapıyor?

AB, dünya genelindeki tüm faaliyetlerinde cinsiyet eşitliği ile kadın ve kız çocuklarının güçlendirilmesini teşvik etmekte ve dolayısıyla ortak ülkelerle, Birleşmiş Milletler ile, sivil toplum aktörleriyle, kadın örgütleri ve cinsiyet eşitliği savunucularıyla sıkı bir iş birliği içindedir. AB’nin bu alanda yaptığı faaliyetlerde, dünya çapında herkesi kapsayan bir yaklaşım izlenmektedir. AB; bu sebeplerle çok taraflı forumlardaki ortak ülkelerle iletişim halindedir, BM Kadın Statüsü Komitesi (CSW) ve BM İnsan Hakları Konseyi yıllık oturumlarında yer almaktadır. AB ayrıca Kadına yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi hakkındaki Sözleşmenin (CEDAW) ve Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu uygulanmasına da destek vermektedir. 2017 yılında ise şu inisiyatifleri hayata geçirmiştir:

  • Avrupa Dış Faaliyetler Hizmetleri ile yakın iş birliği içerisinde Komisyon, AB namına, 2017 Mayıs ayında Taormina G7 Liderleri Zirvesinde resmi olarak kabul edilen Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Ekonomik bir Ortam için G7 Yol Haritasının hazırlanmasında kilit bir rol oynamıştır. 

Bu, toplumsal cinsiyet eşitliği konusuna tahsis edilen ilk G7 bakanlar toplantısı olan 2017 Mayıs ayında G7 Liderleri Zirvesinde resmi olarak kabul edilen Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Ekonomik bir Ortam için G7 Yol Haritasının hazırlanması olmuştur.

  • AB Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri doğrultusundaki aktif rol oynamaktadır.
  • Ayrıca, insani krizlerde cinsiyete dayalı şiddetin önlenmesi için çalışmak da komisyonun çalıştığı ayrı bir konudur. AB 21 Haziran 2017’de ‘Acil Durumlarda Cinsiyete Dayalı Şiddetten Koruma hakkında Eylem Çağrısı’ isimli küresel inisiyatifin liderliğini, İsveç’ten devralmıştır. 2018 yılı sonuna kadarki liderliği sırasında AB, öncelikli olarak dört konu üzerinde çalışmaktadır Bunlar cinsiyete dayalı şiddetin önlenmesi ve buna cevap verilmesinin gerekliliği hakkında savunuculuğu ve acil durumlarda cinsiyete dayalı şiddetin engellenmesi konusuna odaklanmayı artırmak, Eylem Çağrısını en büyük etkiyi yaratabilecek alana getirmek ve 2016-2020 Eylem Çağrısı Yol Haritasını izleyerek taahhütleri hayata geçirmektir (Avrupa Komisyonu, 2018).

4.2.5. İstanbul Sözleşmesi Nedir?

 Başta ülkemiz olmak üzere dünya genelinde giderek artış gösteren kadına şiddet olayları, “İstanbul Sözleşmesi”nin son zamanlarda en çok konuşulan gündem maddelerinden birisine dönüşmesine neden olmuştur. Kadınların yaşamı için hayati öneme sahip olan İstanbul Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da gerçekleşen Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında imzaya açılmıştır. Ülkemizde 2014 yılından beri yürürlükte olmasına rağmen sözleşmeye tam anlamıyla uyulmamaktadır. Son günlerde de İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararı hükümet tarafından ortaya atılmıştır. Bu duruma halk tarafından sosyal medya aracılığıyla büyük tepkiler yağmıştır ve halada tepkiler devam etmektedir. Kadınların yaşamı için hayati öneme sahip olan İstanbul Sözleşmesi’nin bazı önemli maddeleri şunlardır:

  • Kadınların güçlendirilmesi yolu dahil, kadın ile erkek arasındaki temel eşitliği teşvik etmek, taraf devletlerin yetkililerine, görevlilerine, kurum ve kuruluşlarına kadına yönelik şiddetle mücadele yükümlülüklerine uygun davranmalarını sağlamaları, cinsiyete duyarlı politikalar geliştirmeleri, şiddeti önlemede ve mücadelede bütüncül politikaların uygulanması,
  • Kadına yönelik şiddetle mücadele alanında faaliyet gösteren sivil toplum örgütleriyle etkin iş birliği tesisi, özel sektör ve medyanın kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla politika hazırlamalarını teşvik etmeyi,
  • Şiddet eylemlerinin tekrarlanmasından korumak amacıyla gerekli hukuki ve diğer tedbirleri almayı, şiddete maruz kalanın şiddet gösterenden tazminat talep etmesini sağlamak üzere hukuki tedbirleri almayı şart koşar.
  • Sözleşmenin en önemli özelliklerinden biri de bir denetim mekanizması getirmesidir. Çünkü denetim mekanizması işin takibi açısından önemli. Taraf ülkelerin temsilcilerinden oluşan denetim komitesi yani “GREVIO” adı verilen birim, sözleşmenin etkili bir şekilde uygulanmasını izleyecek, raporlar hazırlayacak, taraf devletin rızası ile soruşturma ve gerekirse onun toprağına ziyaret edecekti.

Bu önemli maddelerle birlikte İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan taraf devletlerinde getirmesi zorunlu olan bazı yükümlükleri bulunmaktadır. İmzacı taraf devletlerin yükümlülükleri sırasıyla şöyledir:

  1. Toplumsal cinsiyete duyarlı politikalar, kapsayıcı ve eş güdümlü politikalar uygulamak,
  2. Mali kaynaklar ayırmak,
  3. Resmi bir eş güdüm birimi kurmak,
  4. İstatistiksel veri toplamak, incelemek, yayınlamak,
  5. Şiddetin önlenmesi için zihniyet değişikliği sağlamak.

İstanbul Sözleşmesi’nin maddelerini ve yükümlülüklerini değerlendirdiğimizde kadınlar açısından ne kadar büyük bir önem taşıdığını görmekteyiz. İstanbul Sözleşmesi dünya çapında tam anlamıyla uygulanmaya başlarsa kadına şiddet olayları ve cinayet olayları büyük bir oranda azalacaktır. Umarım en kısa zamanda tüm kadınlar hakkettikleri değerlere ve ellerinden canice alınan yaşama haklarına kavuşurlar (Birgün, 2021).

Sonuç

Bireylerin gelişim sürecinde toplumsal ve kültürel yapının etkisiyle meydana gelen ve bireylere atfedilen toplumsal cinsiyet kavramı ve rolleri kadınların yaşamını olumsuz etkilemektedir. Maalesef kadınlar anne karnından yaşlanana kadar karşılaştıkları çoğu durumda eşitsizliğe maruz kalmaktadır. Bu durum büyük sorunlara sebep olmakta ve bugün adını sıkça duyduğumuz toplumsal cinsiyet eşitsizliği kavramını ortaya çıkarmaktadır. Bu sorunlar dünyanın her bölgesinde kendisini farklı göstermektedir. Aslında cinsiyet eşitliği önceliğiyle hareket eden ülkeler ekonomide, eğitimde, sağlıkta, diğer ülkelerden bir adım öndeyken eşitsizliğin çok görüldüğü ülkelerde bu durum tam tersine dönmüştür. Cinsiyet eşitsizliği normlarının ciddi oranda hissedildiği ülkelerde ciddi problemler yaşansa da harekete geçmeyen ülkeler maalesef mevcuttur. Uluslararası örgütlerin de sayesinde cinsiyet eşitsizliğine karşı çalışmalar yapılmaya başlansa da günümüzde eşitsizlik hala devam etmektedir. Cinsiyet eşitliği için yapılması gerekenler her yaştan ve cinsiyetten bireylerin özellikle erkeklerin, sağlık çalışanlarının, liderlerin, yasa koyucuların, karar verici vb. pozisyondaki kişilerin bilinçlendirilmesi, eşitlik bakış açılarını geliştirmeleri ve bununla birlikte kız çocuklarına uygulanan ayrımcılığın altta yatan nedenlerini araştırıp ortadan kaldırılmaya çalışılmalıdır. Diğer bir çözüm ise çocukların doğdukları andan itibaren çocuklara cinsiyetlerini ön plana çıkarılmadan yetiştirilmeleridir. Çok önemli başka bir sorunun çözümü ise prenatal tanı yöntemleri ile cinsiyet eşitsizliği, kadın sünnetleri, kadına yönelik şiddet, tecavüz gibi olayların hükûmet tarafından ciddi cezalarla önlenmesi ve yaptırım uygulanmasıdır. Bütün erkekler doğuştan sahip olduğu haklara (yaşama, eğitim, sağlık, beslenme) aynı şekilde kız çocukları da eşit biçimde faydalanmalıdır. Son olarak geri kalmış ve gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkelerde kadına yönelik cinsiyet eşitliği uluslararası örgütler tarafından yasallaştırıp, kurallara uymayan ülkelere yaptırım uygulanmalıdır. Çünkü bu eşitsizlik sadece kadınların sorunu değil bütün dünyaya yayılan ve önlenmesi gereken toplumsal bir sorundur. Cinsiyet eşitliği için farkındalık çalışılmalarının arttırılması son derece önemlidir (Bal, 2014; Coşkun ve Özdilek, 2012).

Peri Ay

Esra Köse

Gülşah Dilek Şengül

Uluslararası Örgütler Staj Programı

Kaynakça:

Avrupa Komisyonu. (2020). Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Stratejisi: Birlik içinde eşitliğin sağlanması için mücadele. Erişim Adresi: https://ec.europa.eu/cyprus/news/20200305_1_tr (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

BBC News Türkçe. (2013). Dünyada Kadın-Erkek Eşitsizliği. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/10/131025_def_kadin_erkek_esitlik_harita (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

BBC News Türkçe. (2019, December 17). Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi: Türkiye 153 ülkearasında 130. sırada. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-50822713 (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

Birleşmiş Milletler. (1948). İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi. Erişim Adresi: https://www.un.org/en/about-us/universal-declaration-of-human-rights

Birleşmiş Milletler. (nd). İnsan Hakları. Erişim Adresi: https://www.un.org/en/global-issues/human-rights (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

Coşkun, A. (2012). Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği: Sağlığa Yansıması ve Kadın Sağlığı Hemşiresinin Rolü. Hemşirelikte Eğitim ve Araştırma, 9(3), 30-39.

Demirgöz Bal, M. (2016). Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğine Genel Bakış. Kadın Sağlığı Hemşireliği Dergisi, 1(1), 15-28.

Dinçer, O. (2014). Eşitlik Tahayyülünün Müşterek Kurgusu: Birleşmiş Milletler Statüsü Komisyonunun Çalışma Öncelikleri ve Çıkan Politika Metinleri Üzerine Analiz. (Uzmanlık Tezi). TC Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü.

Euronews. (2019, December 17). 2020 Cinsiyet Eşitliği Raporu: Türkiye 153 ülke arasında 130. sırada. Erişim Adresi: https://tr.euronews.com/2019/12/17/2020-cinsiyet-esitligi-raporu-turkiye-153-ulke-aras-nda-130-s-rada (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021). 

Hukuk Ansiklopedisi. (2018). Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair Bildirge. Erişim Adresi: https://hukukbook.com/kadinlara-yonelik-siddetin-ortadan-kaldirilmasina-dair-bildirge/ (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

İçli, G. (2018). Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikaları ve Kapitalizm. Pamukkale University Journal of Social Sciences Institute, (30), 133-143.

OHCHR. (1979). Convention on the Elimination of All Forms of Discrimination against Women New York. Erişim Adresi: https://www.ohchr.org/EN/ProfessionalInterest/Pages/CEDAW.aspx (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021). 

OHCHR. (1979). Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesine Dair Sözleşme.

Özden, S., Gölbaşı, Z. (2018). Sağlık Çalışanlarının Toplumsal Cinsiyet Rollerine İlişkin Tutumlarının Belirlenmesi. Kocaeli Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi, 4(3), 95-100. 

Saez, E. (2019). Dünya Eşitsizlik Raporu. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.

Sayın, A. (2020). Avrupa Birliği’nin Kadın-Erkek Eşitliği Politikalarına Feminist Perspektiften Bakış. Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği (CEİD). 

Süleymanoğlu, R. (2020). Avrupa Birliği Feminist Bir Aktör Olabilir mi? Erişim Adresi: https://kockam.ku.edu.tr/avrupa-birligi-feminist-bir-aktor-olabilir-mi/ (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

Şahin, M. (2020). Dünyada Toplumsal Cinsiyet Karşıtı (Anti-Gender) Hareketler. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 22(3), 654-670.

TAP Vakfı (2019). Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Programı. Erişim Adresi: https://www.tapv.org.tr/toplumsal-cinsiyet-esitligi-programi/?gclid=CjwKCAjwqcKFBhAhEiwAfEr7zezGmWIu8LIE72bGhpsAbepJz_pV7R0f7lzQIqzzHvtc9YxTqcdDXBoC1joQAvD_BwE (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

UN Women. (nd). Hakkında. Erişim Adresi: https://www.unwomen.org/en/about-us/about-un-women (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

UN Women. (nd). Ne yapıyoruz: Ekonomik Güçlendirme. Erişim Adresi: https://www.unwomen.org/en/what-we-do/economic-empowerment (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

UN Women. (nd). Ne yapıyoruz: Liderlik ve Siyasi Katılımı. Erişim Adresi: https://www.unwomen.org/en/what-we-do/leadership-and-political-participation (Erişim Tarihi: Mayıs, 2021).

Adaletin Yargılanma Vakti Geldi

  “Halledemeyeceksen halledecek birini buluruz.” 

 Sizce yeryüzünde adalet denilen bir şey var mıdır? Peki ya adalet her zaman haklının yanında  mıdır? Kim adaleti terazi ile ifade etmeyi akıl etmiş? Adalet terazi ile ifade edilirken kefeler dengede  miymiş? İşte yönetmenliği Andrey Zvyagintsev tarafından üstlenilmiş 2014 tarihli Rus yapımı  Leviathan adlı filmde adaletin her zaman haklıya teslim edilip edilmediği irdelenmiş ve adalet  terazisinin güçlü için daha ağır bastığı üzerinde durulmuştur. Başrollerinde Aleksei Serebryakov, Elena  Lyadova ve Vladimir Vdovichenkov yer aldığı bu film, Barants Denizi’deki bir yarımadada  geçmektedir. Filmde hayatını araba tamirciliği ile kazanan Nikolay üç kuşaktır ailesine ait olması  sebebiyle yaşadığı evin ve dükkanının bulunduğu araziyi kasabanın belediye başkanı olan Vadime  satmaya direnme yolunu seçmiştir. Nikolay her ne kadar arazisini ele geçirmek isteyen belediye  başkanına karşı hukukun üstünlüğü ilkesini benimseyerek hukuk sisteminin haklı olan kendisinin  yanında olacağını düşünse de hukuk sistemi iktidar sahibi olan belediye başkanının çıkarlarına hizmet  etmiştir. Filmin aldığı ödüllere bakıldığında, Leviathan 2014 yılında Cannes Film Festivalinde En İyi  Senaryo Ödülü’nü, 2014 Münih Arri En İyi Film Ödülü’nü ve 2015’te Altın Küre Ödülü’nü almıştır. Pek  çok ödüle layık görülen bu filmde Laviathan ismi kullanılarak aslında yaşadığımız dünyada, hukuk  sisteminin haklının yanında değil de balinalardan daha vahşi ve güçlü olan Leviathanların yanında  olduğunu vurgulanmaktadır. Film ve günümüz dünyası değerlendirildiğinde, aç gözlü iktidar sahipleri  Leviathanların fiziksel özelliklerine benzer şekilde şişman, kocaman, doymaz bir balina olarak tasvir  edilmiştir. Bu bağlantı göz önünde bulundurulduğunda ve karakterlerin fiziksel özelliklerinin yanı sıra  yaptıkları değerlendirildiğinde, filmdeki Leviathan yolsuzluk yaparak Nikolay’ın evini ele geçiren  belediye başkanı Vadime’dir. 

Yozlaşmış hukuk sistemini konu alan bu film akıllara Thomas Hobbes‘un Leviathan kavramını  getirmektedir. Hobbes’a göre insan doğa halinde yaşarken, herkesin birbirinin potansiyel düşmanı  olduğu bir kargaşa ortamı sürmekteydi. Doğa halindeki bu yaşamda daha güçlü olanın kendinden  güçsüz olan karşısında istediğini yapabilmesi ve her zaman güçlüden de güçlüsünün olması, bunun belirsiz  bir düzen olması nedeniyle ve düzeni sağlamak amacıyla insanlık sınırsız üstün buyurma gücü olan  devleti kurdu. Fakat ne yazık ki kuruluşunda güçsüz olanı güçlü olana karşı koruyacağını, herkesin  herkesle savaşını bitireceğini vadeden devlet, üstün buyurma gücünün de etkisiyle herkesin herkesle  savaşında taraf tutan devlet halini almıştır. Zaten film de göz önünde bulundurulduğunda Nikolay evini  belediye başkanına vermek istemediği için bir oyuna kurban gitmiş ve hukuk sistemine, polislere  rüşvet veren Vadimer haksız yere kazanan olmuştur. Kısacası Devlet herkesin savaşında taraf tutmayan  devlet rolünde olması gerekirken, taraf tutarak Leviathan’ın yanında olmuştur. Bu husus akıllara Yunan  mitolojisindeki adalet tanrıçası Themis’i ve Roma mitolojisindeki adalet tanrıçası Justita’yı  getirmektedir. Tarafsız adaleti temsil ettiğine inanılan bu iki tanrıça Adalet saraylarının önünde bulunarak devletin adaletine güvenen insanlara güven verir ve bu insanlar hakkın yerini bulacağına  inanır. Çünkü Themis ve Justita tanrıçaları adalet terazisini gözlerini kapalı bir şekilde taşımaktadır.  Onların Adalet Saraylarının önünde gözlerinin bu şekilde kapalı olması devletin kişileri ayırmadan  hakkı haklıya teslim edeceği anlamını taşısa da bence bu tanrıçaların gözlerinin kapalı oluşu pekâlâ da  devletin dürüstçe görmüyorum, duymuyorum, bilmiyorum şeklinde üç maymunu oynayarak  Leviathan’ların yanında olduğunu itiraf ettiğini gösteriyor olabilir. Zaten tarihin tekerrür ettiği inancının  hüküm sürdüğü bir dünya sisteminde Leviathanlar hüküm sürecektir. Her ne kadar Leviathan  canlılarının denizlerde nesli tükendiğine inanılsa da filmdeki yozlaşmış adalet sistemi göz önünde  bulundurulduğunda Leviathan insanoğlunda vuku bulmuş ve tekrar canlanmıştır. Daha  doğrusu, insanlık Leviathanları ruhlarında yaşatmaktadır ve bu Leviathanlar insan ruhunu kirletmektedir. Bu kirlenmiş insan ruhu filmde hâkim olan bulutlu, gri ve yağmurlu hava ile izleyiciye gösterilmiştir.  Filmde güneşin hiç doğmaması,  bir insan olan ve adaleti hakkıyla teslim edeceğine inanan hakimlerin büyük  bir yanılgı içerisinde olduğu, hiçbir zaman adaleti sağlayamayacaklarını ifade etmektedir. Çünkü devleti de bir şekilde insanlar temsil ettiği için devlet benim dedikleri anda onların aydınlık yönleri değil  ruhlarını esir almış Leviathan devreye girdiği için herkesin herkesle savaşını bitireceğini vadeden  devlete Leviatha’nın gönlünü hoş tutmak adına gözlerini bağlamak ve üç maymun oynamak daha kolay  ve cazip gelecektir. Buradan da anlaşılacağı üzere Leviathan ve üç maymun çok iyi arkadaşlardır. Bu nedenle filmde de hukuk sistemi filmin Leviathan’ı belediye başkanının yanındadır. 

Yönetmenliğini Andrey Zvyagintsev’in üstlendiği 2014 tarihli Rus yapımı Leviathan adlı filmde  haklının hakkını teslim etmeyen, güçlünün ve yolsuzluk yapanın yanında olan yozlaşmış adalet sistemi  eleştirilmiştir. Bu filme göre hukuku pervasızca kullanan erk sahiplerine karşı mücadele hiçbir zaman  kolay olmayacaktır ve hukuk sistemi her zaman güçlünün yanında olarak güçsüzü ezerek haksızlığa  uğratacaktır. Filmdeki “Halledemeyeceksen halledecek birini buluruz” mottosu dünden bugüne hiçbir  şey değişmediğinin ve gelecekte de hiçbir şeyin değişmeyeceğinin sinyalidir. Çünkü yeryüzünde bir  şeyi bir şekilde halledecek biri, her şekilde bulunabilecektir. Kısacası, ne yazık ki insanoğlu var olduğu  sürece içindeki karanlık yönü olan Leviathan’ı yaşatacaktır. Leviathanların gerçek sonu ise tüm insanlık  birbirini yiyip tükettiğinde, yani Hobbes’a göre “insan insanın kurdu olduğunda” gelecektir. Aslında  toplum düzenini sağlamak için oluşan devlet, kendi düzenini oluşturmuştur ve bu düzen her zaman kim  iktidarda ise onun Leviathanlarını besleyecektir. Bizler mi? Bizler ise iktidardan yana olmazsak ve onun  buyruklarını yerine getirmezsek okyanusta Leviathanlara yem olacak küçük balıklar olarak kalacağız ve adalet arayışımız, adaleti yargılama vaktinin geldiğine olan inancımız bizimle mezara gelip  bedenimiz gibi toprağa karışıp yok olacak. Peki ya ruhumuz mu? Ruhumuz ise farklı insan bedenleriyle  tekrar canlanır belki ama hiçbir insan ömrü devlet kadar uzun ömürlü olmadığı için insanoğlu devletin  Leviathanları ile mücadele edemeyecektir. Leviathanlar karşısında diğer güçsüz insanlar, balıkçıların ağına takılmış, son nefesini veren balık olmaya mahkumdurlar. Neticede her iktidar kendi çocuklarının  karnını doyuracaktır.

GÖKSU SUNAL

Siyasal Düşünceler Tarihi Staj Programı

 

KAYNAKÇA

Zvyagintsev, Andrey. Leviathan. 2014. Non-Stop Prods. Film

 

Balkan Bülteni /15-18 Temmuz 

0

 

Arnavutluk

Arnavutluk Başkanı Edi Rama AB’ni eleştirdi

  • Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, Avrupa Birliği’nin kendi ülkesi ve komşu Kuzey Makedonya’nın Birliğe entegrasyon sürecini ele alma şeklini eleştirdi ve sürecin bazı AB üyelerinin milliyetçilikleri tarafından rehin alındığını söyledi.
  • Eski Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu tarafından düzenlenen Atina’daki Symi Simpozium’da konuşan Arnavut lider, Birliğin iki yeni aday için üyelik müzakerelerinin başlatılmasına rıza göstermesini beklediğini dile getirdi.
  • 2019’dan bu yana son iki müzakere girişim başarısız oldu ve Rama, çok beklenen yeşil ışığa geldiğinde olası bir yorgunluğun baş gösterebileceğini ifade etti.

Kaynak: BalkanInsight

Tarih: 15.07.2021

 

Bosna – Hersek / Sırp Cumhuriyeti

Milorad Dodik ve İsrail Cumhurbaşkanı Görüşme Gerçekleştirdi

  • Milorad Dodik, İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ile telefon üzerinden bir görüşme gerçekleştirdi.
  • Yapılan görüşmede, Sırp Cumhuriyeti ile İsrail arasındaki işbirliğinin iyi ve uzun ömürlü olduğu ve bu dostluğun da katlanarak artacağı konuşuldu.
  • Sırp kurumlarında İsrail bayrağının sergilendiğini belirten Dodik, İsrail halkına Hamas ile olan mücadelelerinde destek verdiğini de vurguladı.
  • Herzog ise dost canlısı Sırp halkına ve Dodik’e teşekkürlerini iletti.

Kaynak: Rtrs

Tarih: 18.07.2021

 

Sırbistan

Sırbistan Cumhurbaşkanı Suçla Mücadelede İlerleme Kaydettiğini Duyurdu

  • Sırp liderliği, daha önce yok edilen Velko Belivuk grubu gibi büyük ve güçlü suç örgütlerinin ülkede yeniden oluşturulmasına izin vermeyecek. Bu, 14 Temmuz’da ülkenin Cumhurbaşkanı Aleksandr Vucic tarafından açıklandı.
  • Ona göre, Sırp devlet organları, Sırbistan’ın sonunda “yatırımcılar için en güvenli ve çekici ülkelerden biri” haline gelmesi için suç ve yolsuzlukla mücadeleyi sürdürme niyetinde.
  • “Bu alanda büyük bir atılım yapacağımıza ve Avrupa Birliği’nin bunu tanıyacağına ve Sırbistan’ı AB’ye katılım konusunda yeni müzakere fasıllarının açılmasıyla ödüllendireceğine inanıyorum.”
  • Brüksel’in daha önce Sırbistan’dan AB’ye kabul kriterlerini yerine getirmek için ülkedeki suç ve yolsuzlukla mücadeleyi sertleştirmesini talep ettiğini hatırlatalım.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 15.07.2021

 

Vucic, Kosova ile Yabancı Yatırım için Bir “Uzlaşma” İstiyor

  • Sırp heyeti, müzakerelerdeki ilerlemenin yabancı sermayenin Sırbistan’a gelişini kolaylaştıracağına inandığı için “Priştine ile İlişkilerin Normalleştirilmesi” konulu diyaloğu sürdürmek için 19 Temmuz’da Brüksel’e gidecek. Bu, 15 Temmuz’da ülkenin Cumhurbaşkanı Aleksandr Vucic tarafından gazetecilere duyuruldu.
  • Ona göre, yeni toplantının gündeminde kayıp kişiler konusunun yanı sıra diğer “spesifik sorunlar” olacak.
  • Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandr Vucic ve Kosova Başbakanı Albin Kurti’nin haziran ortasındaki Brüksel müzakerelerinin bir sonraki turunda ilk kez bir araya geldiklerini hatırlayın. Ardından Kurti, Kosova sorununun tek çözümünün ‘karşılıklı tanıma’ olabileceğini söyledi. Buna karşılık Başkan Vucic, çözümün bir ‘uzlaşma’ olması gerektiğini defalarca belirtti ve Kosova ve Metohija’da bir Sırp Belediyeler Topluluğu’nun oluşturulmasında ısrar etti.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 15.07.2021

 

Dış Aktörler

Frontex Direktörü Leggeri’nin Yunanistan’ın Mültecileri Geri İttiğine Dair Delilleri Sildirdiği İddia Edildi

  • Alman Der Spiegel dergisi, Avrupa Birliği (AB) Sınır Güvenliği Ajansı Frontex’in Direktörü Fabrice Leggeri’nin, Yunanistan’ın Ege Denizi’nde mültecileri geri ittiğine ilişkin olayda delilleri sildirdiğini ileri sürdü.
  • Alman Der Spiegel dergisinin haberine göre Frontex, geçen yıl 18-19 Nisan gecesi Yunan sahil güvenlik görevlilerinin, mültecileri motoru olmayan bir bota bindirip uzaklaştığını havadan görüntüleyip kaydetti.
  • Avrupa Parlamentosu’nun Frontex hakkında hazırladığı rapordaki en önemli suçlamanın da bu olayla ilgili olduğu belirten haberde, Leggeri’nin Frontex’in temel haklar sorumlusundan bu olayla ilgili toplanan tüm bilgileri silmesi talimatını verdiği aktarıldı.
  • Haberde, bunun Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin de gördüğü elektronik posta yazışmalarından ortaya çıktığı kaydedildi.

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 15.07.2021

 

Bilcik: “Partiler arası diyalog, Sırbistan’ın AB ilerlemesinin ayrılmaz bir parçası”

  • Avrupa Parlamentosu Raportörü Vladimir Bilcik verdiği bir röportajda pandeminin kimsenin beklemediği büyük bir oyun değiştirici olduğunu, hem Avrupa’da hem de Sırbistan’da siyasi manzarayı çok değiştirdiğini ifade etti.
  • Bilcik, “2019’un sonunda genişleme sürecinin dinamiği için önemli beklentilerimiz vardı fakat gerçekleşmediler. Halen Kuzey Makedonya ve Arnavutluk ile katılım müzakerelerinin açılmasını tartışıyoruz. Bundan sonra ilişkilerin önümüzdeki haftalarda ve aylarda çok daha iyi olabileceğini düşünüyorum ve umarım burada, Belgrad’daki bağlantılarımızla da buna katkıda bulunabiliriz” ifadelerini kullandı.
  • Belgrad ile Avrupa Parlamentosu arasındaki gerilimler hakkında sorulan bir soruya Bilcik, “Sırbistan ile AB arasındaki ilişkiler tek bir basit ayrıcalığa dayanıyor ve bu, Sırbistan’ın mevcut Sırp hükümetinin güçlü bir şekilde bağlı kalmaya devam ettiği stratejik bir seçim yaptığı gerçeğidir. Bu seçim Sırbistan için AB üyeliğidir. İlişkimiz, bu reformlarda Sırbistan’a nasıl yardımcı olabileceğimize dayanıyor, ancak ilişkinin gelişiminin büyük kısmı Sırp politikacıların elinde” diyerek sözlerini “Sırbistan’ın yapması gereken daha çok iş var. Sırp makamlarının bunu çok net olarak kabul ettiğini düşünüyorum” ifadeleriyle noktaladı.

Kaynak: N1

Tarih: 15.07.2021

 

Stano: “Sırbistan AB’nin Suriye konusundaki tavrına karşı çıkıyor”

  • Avrupa Birliği sözcüsü Peter Stano perşembe günü yaptığı açıklamada, resmi Belgrad’ın Suriye’ye büyükelçi atama kararının AB’nin tutumuna aykırı olduğunu ifade etti.
  • Stano, Radio Free Europe’a yaptığı yazılı açıklamada; AB’nin Suriye rejimi ile ilişkileri normalleştirme konusundaki tutumunun açık ve değişmez olduğunu söyledi. Sırbistan’ın Şam’daki diplomatik misyonunun başına bir büyükelçi göndermenin, AB’nin Suriye konusundaki tavrına karşı bir duruş olduğunu belirtti. Stano, tüm AB üye devletlerinin Şam’da büyükelçileri yerine maslahatgüzarları bulunduğunu söyledi.
  • Sırbistan Büyükelçisi Jovan Vujasinoviç’in görev süresi 2013’te sona ermişti ve o zamandan beri büyükelçiliğe maslahatgüzar başkanlık etmekteydi. Öte yandan, Sırp makamları yeni büyükelçinin adını henüz açıklamadı.

Kaynak: N1

Tarih: 15.07.2021

 

Várhelyi: “AB genişlemeyi hızlandırmak istiyor; Sırbistan bölgede kilit role sahip”

  • Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olivér Várhelyi yaptığı açıklamada, Avrupa Birliği’nin genişleme sürecini hızlandırmak istediğini belirterek, Sırbistan’ın bölgede ve Avrupa’da kilit bir rol oynadığını ve Batı Balkanlar’ın AB’nin en yüksek önceliklerinden biri olduğunu da sözlerine ekledi.
  • Várhelyi, “Sırbistan ve AB: Kalkınma ve Üyelik Müzakerelerine Destek” konferansına yaptığı yazılı açıklamada, “Genişleme politikası faaliyetlerimizin merkezinde yer almaya devam ediyor ve bunu hızlandırmak istiyoruz” ifadelerini kullandı.
  • Pandemi sırasında AB’nin Batı Balkanlar’daki ortaklarına müstakbel üyeler gibi davrandığını ifade eden Várhelyi, AB’nin Batı Balkanlar için kabul ettiği Ekonomik Yatırım Planının bölgenin dönüşümüne ve krizden daha güçlü çıkmasına yardımcı olması gerektiğini söyledi.

Kaynak: N1

Tarih: 15.07.2021

 

Türkiye, Yunanistan’ı BM’ye Şikayet Etti

  • Türkiye, Yunanistan’ın Doğu Ege adalarının silahsızlandırılmış statüsünü ihlal eden eylemleri hakkında Birleşmiş Milletler’e mektup göndererek şikayette bulundu.
  • Türkiye’nin BM Nezdindeki Daimi Temsilcisi Feridun Sinirlioğlu imzasıyla, Genel Sekreter Antonio Guterres’e hitaben yazılan mektupta, “Bir kez daha dikkatinize getirmek isteriz ki Yunanistan, Ege ve Akdeniz’deki adaların silahsızlandırılması konusunda ilgili anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini yerine getirmemektedir.” ifadesi kullanıldı.
  • Mektupta, aralarında Meis’in de bulunduğu söz konusu adaların Türkiye ana karasına yakınlığına vurgu yapılarak, 1923 Lozan ve 1947 Paris Barış Antlaşmalarında açıkça belirtilmesine rağmen Yunanistan tarafından silahlandırılmasının Türkiye’nin güvenliğine ciddi tehdit oluşturduğunun altı çizildi. Ayrıca ihlaller yüzünden oluşabilecek tırmanmanın bölgede barış ve güvenliğe yansımalarının olacağına vurgu yapıldı.
  • Mektupta, Türkiye’nin iyi komşuluk ilişkisi ve iş birliği anlayışıyla Yunanistan’a ilgili anlaşmalar gereği söz konusu adaların silahsızlandırılmış statüsünü yeniden tesis etmesi çağrısında bulunduğu kaydedildi.

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 17.07.2021

 

Türk Vatandaşları, Sırbistan’a Kimlik Kartlarıyla Giriş Yapabilecek

  • Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da Ticaret Turizm ve Telekomünikasyon Bakanı Tatjana Matic ile bir araya geldi.
  • Bakan Ersoy, Sırp makamlarla, Türk vatandaşlarının Sırbistan’a, Sırbistan vatandaşlarının ise Türkiye‘ye pasaportsuz seyahat edebilmesini sağlayacak önlemler alacaklarını duyurdu.
  • Turizm trafiğini artırmanın aynı zamanda iki ülke arasındaki engelleri kaldırmakla mümkün olduğunun altını çizen Bakan Ersoy, “Biz de Türkiye olarak kendilerine yeni öneriler getirdik. Onlar da sıcak baktıklarını söylediler. Ve inşallah burada da kimlikle seyahat, pasaportsuz seyahat dahil ve geçen ay imzalanmış olan aşı protokolleri dahil önümüzdeki süreçte seyahati kolaylaştırıcı bir dizi önlemi beraberce almaya çalışacağız.” açıklamasında bulundu.

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 18.07.2021

 

TUİÇ Balkan Stajyerleri: Elifnur Ayhan, Dilek Keçeci, Şamil Orhan, Aybüke Koçak ve Hatice Deniz Hızal

 

 

Haftanın Öne Çıkanları

0

PANDEMİ AB ÜLKELERİNİ YOKSULLUĞA MI İTİYOR? (16.07.2021)

Covid-19 pandemisinin dünya üzerindeki etkileri sürüyor. Dünyada yüksek refah seviyesiyle göze çarpan Avrupa Birliği ülkelerini dahi birçok konuda olumsuz etkileyen salgın, bu kez üye ülkeleri yoksulluk riskiyle karşı karşıya getirdi.

Kaynak: Eurostat
https://ec.europa.eu/eurostat/help/first-visit/tools

Avrupa Birliği sınırları içinde 2009’dan 2019’a kadar artışla seyreden istihdam gelir oranında geçen yıl düşüş yaşandı. 2020 yılında Avrupa’da çalışan nüfusun (18-64) istihdam gelir oranı 2019’a göre yüzde 7 azaldı, bazı ülkelerde yoksulluk riski baş gösterdi. Harcanabilir hane geliri oranında ise dikkate değer bir değişiklik olmadı.

İstihdam geliri işverenin çalışana verdiği maaş miktarını belirlerken harcanabilir hane geliri ise hane başına vergi ve yasal kesintilerden geriye kalan para miktarını temsil ediyor. İstihdam gelir kaybı ise çoğunlukla bu üç nedenden kaynaklanıyor: İşçilerin işini kaybetmesi, geçici süreliğine işten çıkarma veya işçilerin normal saatinden düşük saatlerle çalışması.

AB’de meydana gelen istihdam gelir kaybının uzaktan veya düşük saatlerle çalışan işçi sayısından kaynaklandığı belirtiliyor. Harcanabilir hane geliri oranının sabit kalmasında ise devletin geçici pandemi yardımları ve olası vergi muafiyetleri rol oynuyor.

Bu yardımlar harcanabilir hane gelir oranında istikrar sağlasa da 2020’de AB’ye üye ülkeler kendi sınırları içinde yoksulluk riskiyle yüz yüze geldi. AB düzeyinde belirlenen yoksulluk oranı sabit kalırken Portekiz, Yunanistan, İspanya, İtalya, İrlanda, Slovenya, Bulgaristan, Avusturya ve İsveç gibi ülkelerde çalışma çağındaki nüfusun yoksulluk riski altında olduğu gözlemlendi. 

Üye devletlerin yaklaşık yarısında yoksulluk risk oranı sabit kalırken Estonya’da bu oran düşüş gösterdi.

 

Kaynak: Europa

 

FRANSA HALKI COVID-19 KISITLAMALARINA TEPKİLİ (14.07.2021)

14 Temmuz’da Fransa halkı Covid-19 kısıtlamalarını ve sağlık çalışanlarına uygulanan aşı zorunluluğunu protesto etmek için sokağa döküldü. Polis kalabalığı dağıtmak için göz yaşartıcı gaz kullandı.

Fransa’nın tarihi günlerinden biri olan Bastille Baskını’nın yıldönümünde halk ülkenin birçok yerinde meydanlara indi, Covid-19 kısıtlamalarını protesto etti. Fransa içişleri bakanlığı 53 ayrı yerde 19 bin göstericinin yer aldığını açıkladı. Bunların yaklaşık 2 bininin ise Paris’te olduğu belirtildi.

Hükümetin sağlık çalışanlarına zorunlu aşı uygulama kararına tepki gösteren Fransa halkı, aşılananların kart sahibi olacağı öneriyi de eleştirdi. Protestocular “Kahrolsun aşı kartı, kahrolsun diktatörlük!” sloganları attı. Polis ise göstericilere göz yaşartıcı gazla karşılık verdi.

Hükümet, yayılan Delta varyantının önüne geçmek için kafe ve restoran gibi kalabalık yerlere giden aşı olmamış kişilere test uygulanması gerektiğini söyledi. Uzun seyahatlerin de test kapsamında olması bekleniyor.

Hükümet Sözcüsü Gabriel Attal ise aşı konusunda herhangi bir zorunluluk olmadığı yönünde açıklama yaptı. “Kimsenin yazını cehenneme çevirmeyeceklerini ancak kuralların yalnızca Haziran ortasından bu yana aşı yaptırmış olan gençler için gevşetileceğini” söyledi.

Fransa’da bugüne kadar yaklaşık 35 milyon kişi en az birinci doz aşısını oldu. Bu, ülke nüfusunun yarısına tekabül ediyor.

 

Kaynak: France24

Hazırlayan: Gizem GÜVEN – TUİÇ Akademi İçerik Editörü

Devletlerarası Nükleer Silahlanma Konusunun Realist Teori Çerçevesinde İncelenmesi

Özet

Nükleer silahlar ve bu silahları ortaya çıkaran nükleer enerji, dünya çapında yarattığı etkiler bakımından uluslararası alan içinde önemli bir yere sahiptir. Kitle imha silahı, kendisine Uluslararası İlişkiler teorileri içerisinde de yer bulmuştur. Realizm ve liberalizm gibi birçok teori, nükleer silahlar üzerine çok farklı fikirler geliştirmiştir. Bu çalışma, devletlerarası nükleer silahlanma meselesini, tarihi olgulardan örnekler vererek realizm teorisi perspektifinden açıklamaya çalışmıştır. Devletlerin nükleer silah elde etme isteğinin, uluslararası alanın anarşik yapısından ve devletlerin bencil bir doğaya sahip olmasından kaynaklandığı sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca nükleer silahlar, daha önce görülmemiş bir barışın nedeni olmuşlardır. 

Anahtar Kelimeler: Nükleer, Realizm, silahlar, güvenlik, anarşi.

Abstract

Nuclear weapons and the nuclear energy that generate these weapons have an important place in the international arena in terms of their worldwide effects. This weapon of mass destruction has also found its way into the International Relations theories. Many theories, such as realism and liberalism, have developed very different ideas on nuclear weapons. This study has tried to explain the issue of nuclear armament between states from the perspective of realism theory by giving examples from historical facts. It has been concluded that states’ desire to acquire nuclear weapons stems from their anarchic nature in the international arena and their egoistic nature. Also, nuclear weapons have been the cause of an unprecedented peace.

Keywords: Nuclear, Realism, weapons, security, anarchy.

Giriş

İcadının gerçekleştirilmesiyle birlikte nükleer silahlar, gerek uluslararası politikanın genelinde, gerekse de Uluslararası İlişkiler disiplininde özellikle güvenlik konusunda birbirinden farklı fikirleri de beraberinde getirmiştir. ABD’nin 6 Ağustos 1945 tarihinde Japonya’nın Hiroşima kentine attığı atom bombası ile başlayan “Nükleer Çağ” (Heywood, 2011) Soğuk Savaş ve sonrasında da ABD’nin ardından Sovyetler Birliği’nin ve diğer başka devletlerin de nükleer silah elde edimine sahne olmuştur. Bunun yanında aynı tarihlerde, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (NPT), Stratejik Silahların Sınırlandırılması Antlaşması (SALT), ardından Stratejik Silahların Azaltılması Antlaşması (START) gibi nükleer silahların sınırlandırılması ve hatta yasaklanmasını öngören kimi düzenlemelere de başvurulmuştur.

1945’ten beri özellikle realizm ve liberalizm gibi Uluslararası İlişkiler teorilerinin de nükleer silahlar meselesini, devletler ve toplumlar açısından önemi sebebiyle çalışma alanlarına dahil ettiği görülmektedir. Bu çalışmada ise, devletlerarası nükleer silahlanma meselesinin realist bir perspektiften incelemesi yapılacaktır. Birinci bölümde öncelikle devletlerin, insanlık için büyük tehlikeler arz eden söz konusu nükleer silahlara sahip olma arzularının altındaki nedenler realist bir bakış açısıyla irdelenecektir. İkinci bölümde ise, bir kitle imha silahı olarak nükleer silahların, uluslararası alan içerisinde devletleri barışa yatkın bir hale getirebileceği ihtimalinin olabilirliği realist bir perspektiften incelenecektir. Son olarak üçüncü bölümde, özellikle ‘yumuşama dönemi’ sonrasında, nükleer silahların azaltılması ve yayılmasının önlenmesine dair düzenlemelerin yaşandığı dönemde devletlerin, nükleer silahlar ve güvenlik konularına dair davranışlarının realist bir perspektiften incelemesi yapılacaktır. Tüm bunların sonucunda ise, realizm teorisinin sahip olduğu bakış açısıyla nükleer silahların hem uluslararası alan üzerindeki, hem de devletlerin davranışlarındaki etkisi açıklığa kavuşturulmaya çalışılacaktır.

1. Devletlerin Nükleer Silah Sahibi Olmak İstemelerinin Temel Nedeni Nedir?

Atom bombasının 1945 yılında “Manhattan Projesi” içerisinde yer alan Julius Robert Oppenheimer tarafından bulunmasının ve aynı yıl önce 6 Ağustos’ta Hiroşima’ya, ardından 9 Ağustos’ta Nagazaki’ye ABD tarafından atılmasıyla yeni bir dönem başlamış oldu (Heywood, 2018). ‘Nükleer Çağ’ olarak da isimlendirilen bu yeni dönemin başlaması, yüzyıllardır yaşanmakta olan savaşların niteliğini köklü bir biçimde değiştirmiştir (Heywood, 2018). Fakat bunun yanında, atom bombasının keşfi devletlerin en büyük gayesi olan ‘hayatta kalma arzusunu’ da şiddetlendirmiştir. 

ABD’nin bir atom bombasını savaş alanında ilk kez kullanmasından tam dört sene sonra, 1949 yılında Sovyetler Birliği de ilk atom bombası denemesini başarıyla gerçekleştirerek nükleer silah sahibi olmuştur (Balta, 2018). Yine Soğuk Savaş dönemi içerisinde, Sovyetler Birliği’nin ardından 1952 yılında İngiltere, sonrasında 1960 yılında Fransa ve son olarak da 1962 yılında Çin, nükleer silah denemeleri gerçekleştirerek deyim yerindeyse “nükleer kulübün üyeleri” oldular (Heywood, 2018). 1962 yılına kadar yaşanan bu gelişmeler içerisinden, ABD’nin liderliğini yaptığı Batı Bloku ile Sovyetler Birliği’nin liderliğindeki Doğu Bloku arasındaki iki kutuplu uluslararası sistem içerisinde, özellikle ABD ve Sovyetler Birliği’nin karşılıklı nükleer silahlanması realist teori açısından incelenmesi gerekli olan bir örnektir.

Soğuk Savaş dönemi içerisinde devletler arasında gittikçe şiddetlenen nükleer silahlanma yarışının temel nedeni, Herbert Butterfield’in, “Hobbesvari korku” olarak nitelendirdiği ve John H. Herz’in de aynı durumu “güvenlik ikilemi” kavramıyla açıkladığı bir korku haline dayanmaktadır (Bilgiç, 2011). Bu durum içerisinde yer alan bireyler, diğerlerinin kendilerine zarar verebileceği korkusu içinde yaşadıkları için, diğerlerinin iyi niyetli olabilecek önlemlerini bile kendilerine zarar verebilecek uygulamalar olarak algılayabilmektedirler (Bilgiç, 2011). Bu hissiyat ise bireyleri birbirlerine karşı korku duyma ve iyi niyetlerinden emin olamama durumuna ittiği için, birbirlerine karşı artan bir biçimde yeni önlemler almaya ve güç artırımına da yöneltir. Realizmin, devletlerin de adeta bireyler gibi hareket ettiği varsayımından yola çıkarak, devletlerin de uluslararası alan içerisinde birbirlerine karşı bir korku ve şüphe ile hareket ettiği sonucuna varılabilmektedir. Örneğin, ABD’nin 1945 yılında geliştirdiği nükleer silahların ardından Sovyetler Birliği’nin de nükleer silah elde etme çabalarının, bu “Hobbesvari korkuya” dayandığı söylenebilir.

Devletleri, birbirlerine karşı artan bir biçimde yeni önlemler almaya iten söz konusu güvenlik endişesi, nükleer silahlanma konusunda kendisini 1950 yılında ABD hükümetinin talebi üzerine hazırlanan, “NSC-68” raporunda da bariz bir şekilde göstermiştir. Sovyetler Birliği’nin gerçekleştirdiği nükleer silah buluşundan bir yıl sonra, Ulusal Güvenlik Konseyi tarafından hazırlanan rapora göre; ABD ve müttefiklerinin sahip olduğu askeri güç, Sovyetler Birliği ve uydusu olan ülkelerin toplam gücünü aşmalı, bu nedenle ABD “nükleer silahlar ve hava hakimiyeti açısından mutlak üstünlük kurmalıydı” (Balta, 2018) . Buradan da anlaşılacağı üzere, mutlak güç anlayışı ile hareket eden devletler, nükleer silahlar konusunda da en yüksek kapasitenin sadece kendilerinde bulunması için çabalıyorlardı. Ancak tüm bu olgular karşısında kapsamlı bir analiz yapabilmek için, ABD ve Sovyetler Birliği’nin karşılıklı şüphesi ve bu şüpheden kaynaklı olarak ortaya çıkan nükleer silahlanmada artan rekabetin kökeninin ne olduğu açıklanmalıdır. Söz konusu iki devlet arasında var olan ideolojik ayrılık ve ideolojik çatışma bu soruya bir cevap olarak gösterilebilir. Fakat büyük bir kenti bile tek seferde yok edebilecek güçteki nükleer silahların, devletler tarafından niçin artan bir biçimde elde edilmek istendiğinin cevabını vermek için yeterli değildir. Devletlerin bu konudaki motivasyonlarını anlayabilmek için uluslararası alanın niteliğine ve bu uluslararası alan içerisinde hareket eden devletlerin doğasını incelemek gerekmektedir. 

Thomas Hobbes’in Leviathan adlı eserinden yola çıkarak bir analiz yapıldığında, uluslararası alanın hem bir yöneticiden hem de kurallardan yoksunluğundan kaynaklanan anarşik yapısının (Burchill, 2013), ABD ile Sovyetler Birliği gibi devletleri silahlanmaya sevk ettiği sonucuna ulaşılmaktadır. Sonuç olarak, uluslararası alanı, devletlerin kendi başlarının çaresine bakmasını gerektiren bir “self-help” sistemine dönüştüren anarşik yapısı (Heywood, 2018), devletlerin her birinin ayrı ayrı nükleer silah çalışmaları içerisine girmesine de sebep olmaktadır. Devletlerin nükleer silahlanmaya yönelik motivasyonlarının temelinde yatan uluslararası alanın anarşik yapısı ile devletlerin doğası bir arada ilerleyen etmenlerdir. Dolayısıyla, realizm açısından devletlerin şüpheciliğinin nedenlerinin bir kısmı da devletlerin düşünüş yapısının özünde aranmalıdır. Bunun için doğa durumundaki insanın özelliklerine bakmak gerekir. Bireyler, doğa durumunda birbirlerine eşit oldukları ve bu doğa durumunda bir kural ya da bir norm bulunmadığı için, herkesin amaçlarına erişme umudu da eşittir (Hobbes, 2016). Uluslararası alanın yapısı da aynı kuralsız, devletlerin her birinin birbirine eşit olduğu anarşik bir durum teşkil eder. Ayrıca insanlar, bir üst otoritenin varlığından yoksun oldukları bu doğa durumunda, bencilce hareket ederler. Çünkü insanlar, doğaları gereği sahtekar, hilebaz, çıkarcı ve kısaca kötüdürler (Machiavelli, 2017). Doğa durumu ile uluslararası alanın anarşik yapısının paralellik gösterdiği gibi, insan doğasının bencil tutumu ile devletlerin, başka devletlerle tutumu da paralellik göstermektedir. Çünkü devletler de aynı doğa durumu halindeki bireyler gibi, birbirlerinin bencilce ve kendi çıkarlarını önceleyerek hareket edeceklerini düşünür ve bu düşünce de devletlerin birbirlerine karşı askeri güç artırımına gitmesine sebep olur. ABD, 1945 yılında Japonya’ya atom bombası attıktan sonraki konuşmasında Stalin’in, “en kısa zamanda kendilerinin de nükleer silah temin etmeleri gerektiğini, ancak bu şekilde tehlikelerden uzak kalınacağını” neden olan da, uluslararası alanın anarşik yapısı ve devletlerin kötücül doğası sebebiyle ortaya çıkan güvenlik kaygısıdır. Bu durum sadece ABD ve Sovyetler Birliği ile de sınırlı değildir. 1962 yılında Çin ile yaşadığı sınır çatışmasından yenilgiyle ayrılan ve özellikle komşusu Pakistan ile yaşadığı sorunlar dolayısıyla endişeye kapılan Hindistan’ı, nükleer silah sahibi olma isteğine yönlendiren de (Denk, 2011) aynı “Hobbesvari korkudur”.

2. Nükleer Silahlar Bir Barışın Kaynağı Olabilir Mi?

Nükleer silahlar, Birleşmiş Milletlerin 1948 yılından beri tanıdığı “kitle imha silahları” kategorisinin prototip örneklerinden biri olma özelliği taşımaktadır (Heywood, 2018). Fakat olası bir savaş sırasında tek vuruşta oldukça büyük bir alanı yok etme yetisine sahip olan bu silahlar, aynı zamanda uluslararası alanda hüküm süren bir barışın da nedeni olabilir mi? Realist teoriye göre, bu sorunun cevabı evettir. Hatta söz konusu nükleer silahlar, 1945 sonrası dönemde yaşanan ve daha önce karşılaşılmamış olan ‘uzun barışın’ adeta bir payandası işlevini görmüştür (Heywood, 2018). Devletleri büyük bir korkuya ve karşılıklı güvensizliğe sürükleyen bu silahların, aynı zamanda uluslararası alanda bir barış ortamının doğmasını nasıl mümkün kıldığının açıklanması gerekmektedir. 

ABD ile Sovyetler Birliği, özellikle 1960’lı yılların başına kadar, karşılıklı olarak sürekli birbirlerinden daha güçlü olma pahasına nükleer silahlarını artırmışlardır. Her iki ülke de, önleyici ya da sürpriz saldırı anlamına gelen “ilk vuruş” kapasitesine, ardından düşman saldırılarına karşı koymayı sağlayacak bir misilleme amacıyla “ikinci vuruş” kapasitesine sahip olmuşlardır (Heywood, 2018). 1960’lı yılların başına gelindiğinde artık her iki taraf da, “dehşet dengesi” olarak da adlandırılan “karşılıklı kesin yıkım” (MAD) ile sonuçlanacak bir nükleer savaşı garanti etmiş durumdalardı (Heywood, 2018). Ancak sıcak savaş ihtimalimin ortaya çıktığı tırmanma dönemlerinde bile, devletler ellerinde kapasitesi gittikçe artan nükleer silahlara sahip olmalarına rağmen, sıcak bir savaş durumu ortaya çıkmadı. Çünkü paradoksal

bir biçimde nükleer silahların etkisine dair ortaya çıkan farkındalık, bir savaşın çıkmasına tam tersine engel olmuştur. Bu konuda özellikle karşılıklı kesin yıkım” ve “nükleer caydırıcılık” kavramları, uzun barışa giden yolda bu barışın sağlanması konusunda birlikte ilerleyen iki önemli kavram olarak öne çıkmaktadır. Her iki blok lideri devletin de “ikinci vuruş” kapasitesine sahip olduğu bu denge durumunda, nükleer bir sürpriz saldırının yapılması halinde nükleer silah sahibi diğer devletin de karşı saldırıya geçmesine, böylece her iki devletin de karşılıklı bir yok olma senaryosunun gerçekleşmesine sebebiyet verebilirdi (Aksoy ve Avcı, 2018). Bu durumda, birbirlerinin sahip oldukları toplam kapasiteden haberdar olan iki tarafın, birbirlerine karşı bir saldırı girişimi içerisinde bulunması da imkansız hale gelmekteydi. Böylece Soğuk Savaş dönemi içerisinde, süper güç konumunda bulunan ABD ve Sovyetler Birliği arasında nükleer savaşı fiili olarak engelleyen bir “nükleer caydırıcılık” durumu ortaya çıkmıştır (Mehmetcik, 2011). Böylece nükleer silahlar, stratejik gücün hizmet edebileceği amaçları sınırlandırmakla birlikte, stratejik kuvvetleri de tek bir amaca yöneltmiştir: bu amaç, bir ülkenin hayati çıkarlarına yönelik saldırıları caydırmaktır (Waltz, 2008). 

Uluslararası ilişkiler tarihinde daha önce karşılaşılmamış olan bu ‘uzun barışa’ nükleer silahlar, bu tür silahların kullanımının olasılığı dahi dünyanın her yerinde had safhada bir tedbirliliği ortaya çıkarak şekilde kendi nükleer güvenilirliklerini yaratarak neden olmuşlardır (Waltz, 2008). Ayrıca nükleer silahlara sahip olunması, daha önce maceracı ve saldırgan olarak nitelendirilebilecek davranışlar sergileme eğilimi içerisinde olan devletlerde bile, bir sorumluluk hissi ve ihtiyatlı hareket etme eğilimi ortaya çıkarabilmekteydi (Heywood, 2018). Öyleyse, uluslararası alanda istikrar yaratan “nükleer caydırıcılık”, paradoksal olarak insanlara zarar verme yeteneği dolayısıyla bir barışa yol açıyordu (Gündoğdu, 2016). Bu durumda, rakibin silahlarını tümüyle yok etmesi ihtimali, bir savaş riskini artırır niteliğe sahip olacaktır (Gündoğdu, 2016). Politika yapıcıların söylemlerinde de bu fikrin var olduğu söylenebilmektedir. Örneğin, 1953 yılında iktidara gelen Dwight D. Eisenhower’in yönetimi, ABD’nin ve müttefiklerinin güvenliğinin nükleer güce dayanan “dehşet dengesi” ile sağlanabileceği inancıyla hareket ederek (Şahin, 2019), Realizmin nükleer silahlara dair genel fikirleriyle paralellik gösteriyordu. 

Nükleer silahların tehlikelerinden kaynaklanan bilinçlilik ve caydırıcılık olgusu, belki de 1962 yılında yaşanan Küba’daki “Ekim Füzeleri” bunalımında olduğu kadar fazla hissedilmemiştir. İki nükleer silaha sahip süper gücün ilk kez karşı karşıya geldiği Küba Füze Bunalımı, “yumuşama döneminin” temelini oluşturarak, devletler arasında nükleer caydırıcılık fikrinin de hakimiyetini başlatmıştır (Sander, 2019).

3. Nükleer Silahlarin Azaltilmasi ve Devletlerin Tutumu

1960’lı yıllarda girilen “yumuşama dönemi” ile birlikte, nükleer silahların azaltılmasına ve hatta yayılmasının önlenmesine yönelik düzenlemelere gidilmiştir. 1968 yılında imzaya açılan ve 1995 yılında süresiz olarak uzatılan “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması” (NPT) (Heywood, 2018), nükleer silahların yayılmasının durdurulmasına yönelik en önemli düzenlemelerden biridir. Özellikle bu antlaşmada yer alan mevcut düzenleme dikkate değerdir. 

İlk başta ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere, Fransa ve Çin arasında imzalanan NPT, 1967 yılından önce nükleer test gerçekleştirmiş devletleri ‘Nükleer Silah Sahibi Devletler’ olarak tanımlarken, anlaşmaya taraf diğer devletleri ise ‘Nükleer Silaha Sahip Olmayan Devletler’ olarak tanımlamaktadır (Pekar, 2017). Söz konusu anlaşmaya göre; barışçıl amaçlı nükleer faaliyetlerin dışında, ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere, Fransa ve Çin haricindeki taraf devletler nükleer silahlanma faaliyetinde bulunamayacaktır (Pekar, 2017). Bu düzenleme aslında, nükleer silaha sahip olan devletlerin, bu silahların sahipliğini terk etmek istememekte, 1945 ve sonrasındaki dönemde nükleer silah sahibi olma arzularını körükleyen aynı motivasyonlarla hareket ettiklerini göstermekteydi.

Devletlerin, sahip oldukları nükleer silahları ellerinden çıkarmak istememelerinin, güvenlik kaygısı ve mutlak güç anlayışı ile bağlantılı olan başka bir sebebi daha bulunmaktaydı. Hans J. Morgenthau’ya göre; devletler uluslararası alanda esas itibariyle, statüko, yayılma ve emperyalizm ve prestij politikası olmak üzere üç tür politika izleyebilmekteydi (Gönlübol, 2014). Esas itibariyle temel üç politika ile ilerlediği varsayılan devletler için, nükleer silahlara sahip olmak, bir devletin güçlü olduğunu göstermesi bakımından aynı zamanda bir prestij unsuruydu. Nükleer silahlara sahip olmanın, uluslararası alanda belirli bir prestij getirisi olabileceği düşüncesi sadece 1967 yılından önce nükleer silah edinmiş olan devletlere özgü değildi. Hindistan, Pakistan, İsrail ve en son olarak da Kuzey Kore gibi bazı devletler de NPT dışı kalarak nükleer silah üretme yolunu seçmişlerdir (Denk, 2011). Tüm bunlara bakıldığında, nükleer silahlara sahip olma arzusu, azaltmaya ve yayılmasını yasaklamaya yönelik düzenlemelerin yaşandığı dönemde dahi devletler tarafından vazgeçilemeyen bir unsur olmuştur. Devletlerin nükleer silah sahibi olmasının ardındaki amaçlar da değişiklik göstermemiştir. Böylece, kısa süreli iyimserliğin ardından Soğuk Savaş dönemi sonrasında nükleer silahların yayılması konusunda endişeler de yeniden artış göstermiştir (Heywood, 2018). ABD Başkanı George W. Bush’un 29 Ocak 2002 tarihindeki “Birliğin Durumu” konuşmasında, kitle imha silahları geliştirip, terörizme destek vererek ABD’yi ve dünyayı tehdit ettikleri gerekçesiyle İran, Irak ve Kuzey Kore’yi “Şer Ekseni” olarak tanımlaması (Balta, 2018), Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası ortamdaki güvenlik kaygılarını gösteren iyi bir örnektir. 2010’lu yıllara gelindiğinde, nükleer silah sahibi devletlerin tutumlarında da pek bir farklılık görülmemektedir. 7 Temmuz 2017 tarihinde Birleşmiş Milletler Konferansı’nda 122 devletin ‘evet’ oyu vererek kabul ettiği 2017 Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması (Yasak Antlaşması), bu duruma örnek gösterilebilir (Arman, 2019). Nükleer silah sahibi devletler olarak ABD, Rusya, İngiltere, Çin, Fransa, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore ve İsrail, Birleşmiş Milletler görüşmelerini boykot etmiş ve söz konusu Antlaşma ile ilgili hiçbir müzakereye de katılmamışlardır (Arman, 2019). Antlaşmanın temel fikrine bakıldığında, nükleer silah kullanımını ve nükleer silah bulundurmayı kınayan ve yasaklayan ilk antlaşma olduğu görülmektedir. Bu durum aslında, Birleşmiş Milletler örgütünün varlığı gibi uluslararası iş birliğinin yaygınlık kazandığı dönemlerde bile nükleer silah sahibi devletlerin, mutlak güç amacından vazgeçmediğini ve bir güvenlik kaygısının var olduğunu göstermektedir. 

Nükleer silahlar, hala uluslararası ilişkiler içerisinde büyük bir öneme sahiptir. Çünkü, azaltılmasına ve yayılmasına yönelik düzenlemelerin gerçekleştiği dönemde bile, mevcut nükleer güçler nükleer stratejiler uygulamayı sürdürmüş ve bunun yanında nükleer silahların yanlış ellere geçebileceği korkusu da artmıştır (Heywood, 2018). Bu durumda, başka güçler de, diğer güçler gibi haklarını bırakmazlarsa, o halde diğer güçlerin de kendi haklarını bırakmasını gerektirecek bir neden yok demektir (Hobbes, 2016). Buradaki hak, nükleer silahlardır. Neticede devletler, nükleer silahın icadından beri ellerindeki bu hakkı bırakmak istememekte, diğer devletler de güvenlik endişesi ile uluslararası hukuk tanımadan nükleer silah sahibi olmak için çabalamaktadır. Nükleer silahların yarattığı bu güvenlik ikileminin devam etmesi ise, realist teori bakımından uluslararası alanın anarşik yapısının ve devletlerin bencil doğasının değişmediğini göstermektedir. 

Sonuç

Gerek uluslararası ilişkilerde, gerekse de Uluslararası İlişkiler disiplininin kendisinde bir dönüşüm yaratan nükleer silahların, devletlerin tutumlarındaki etkisi realizm perspektifiyle incelenen bu çalışmada, realizmin “anarşi” ve “egoizme” dayalı varsayımları üzerinden incelenmiştir. Sonucunda ise, yıllar içerisinde değişen uluslararası konjonktüre rağmen nükleer silahların, devletler nezdindeki öneminin azalmadığı ve hatta güvenlik kaygısı açısından arttığı

tespit edilmiştir. Son derece büyük tehlikelere sahip bu kitle imha silahlarının elde edilmesindeki temel motivasyonların ise, uluslararası alanın anarşik yapısından ve devletlerin kötücül bir doğaya sahip olmasından kaynaklandığı sonucuna ulaşılmıştır.

Bir üst otoriteye sahip olmayan uluslararası alanda adeta bir “bilardo topu” gibi hareket eden devletlerin, nükleer silahlanma yolunda hareket etmelerinin sebebi, mevcut anarşi sisteminde kendisini korumak durumunda kalması, diğer devletlere karşı şüphe ile yaklaşarak kendi güvenliğini öncelemesi ve prestij ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Realist teoriye göre; güvenlik ikilemi ile ortaya çıkan devletler arası nükleer silahlanma, nükleer caydırıcılık yaratarak kendi içerisinde paradoksal olarak bir dünya barışını mümkün kıldığı için bu silahların tamamen ortadan kaldırılmasının bir hata olacağı sonucuna ulaşılmıştır.

Begüm AKKAYA 

Uluslararası İlişkiler Teorileri Staj Programı

KAYNAKÇA

Aksoy, M., Avcı, Y. (2018). Amerikan Diplomasisinde Değişimin ve Manevi Motivasyonun Sürekliliği: Soğuk Savaş Dönemi Örneği. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (40), 1-15. 

Aras, H. (2019). Soğuk Savaş Döneminden Günümüze Rusya’nın Nükleer Faaliyetleri ve Politikaları. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10(2), 14-23. 

Arman, P. (2019). 2017 Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması: Amaçladığını Başarabilir mi? Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 21(Özel Sayı), 1907-1947.

Balta, E. (2018). Küresel Siyasete Giriş. İstanbul: İletişim Yayınları.

Bayar, T., Bayar M. (2018). Küresel Nükleer Silahları Yasaklama Çabaları: Neo-Popülizmin Etkisi. Uluslararası Beşeri ve Sosyal Bilimler İnceleme Dergisi, 2(1), 4-18. 

Bilgiç, A. (2011). “Güvenlik İkilemi”ni Yeniden Düşünmek Güvenlik Çalışmalarında Yeni Bir Perspektif. Uluslararası İlişkiler Dergisi, 8(29), 123-142. 

Burchill, S. (2013). Uluslararası İlişkiler Teorileri. İstanbul: Küre Yayınları. 

Denk, E. (2011). Bir Kitle İmha Silahı Olarak Nükleer Silahların Yasaklanmasına Yönelik Çabalar. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 66(3), 93-136. 

Gönlübol, M. (2014). Uluslararası Politika. Ankara: Siyasal Kitabevi.

Gündoğdu, E. (2016). Uluslararası İlişkilerde Caydırma Teorisi. Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, 4(2), 1-22. 

Heywood, A. (2017). Siyaset. Ankara: Adres Yayınları. 

Heywood, A. (2018). Küresel Siyaset. Ankara: BB101 Yayınları. 

Hobbes, T. (2016). Leviathan. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. 

Karabulut, A., Değer, F. (2015). Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı ve Realist Yaklaşım’a Genel Bakış. İstanbul Gelişim Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2(2), 69-79.

Kolasi, K. (2013). Soğuk Savaş’ın Barışçıl Olarak Sona Ermesi ve Uluslararası İlişkiler Teorileri. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 68(2), 149-179.

Machiavelli, N. (2017). Prens. İstanbul: Can Yayınları.

Mehmetcik, H. (2015). 21. Yüzyıl için Caydırıcılık: Teori ve Pratikte Neler Değişti?. Güvenlik Stratejileri Dergisi, 11(22), 31-60. 

Özdoğan, M. (2019). Realizm ve Neo-Realizm Bağlamında Soğuk Savaş Sonrası Güvenlik Anlayışının Değerlendirilmesi. Güvenlik Bilimleri Dergisi, 8(1), 1-24.

Pekar, Ç. (2017). Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması Çerçevesinde Nükleer Teknolojinin “İki Yüzlü” Yapısı. Yönetim Bilimleri Dergisi, 15(29), 319-337.

Sander, O. (2019). Siyasi Tarih: 1918-1994. Ankara: İmge Kitabevi Yayınları. 

Şahin, G. (2019). Uluslararası İlişkiler Teorileri Kapsamında Amerika Birleşik Devletleri Dış Politikası ve Güvenlik Stratejisi. Elektronik Siyaset Bilimi Araştırmaları Dergisi, 10(2), 62-79. 

Waltz, K. (2008). Uluslararası Politikanın Değişen Yapısı. Uluslararası İlişkiler Dergisi, 5(17), 3-44.

Elizabeth: Altın Çağ (Elizabeth: The Golden Age)

Filmin Adı: Elizabeth: Altın Çağ (Elizabeth: The Golden Age) 

Çıkış Tarihi: 2007 

Yönetmen: Shekhar Kapur 

Tür: Dram 

IMDb Puanı: 6,8/10 

 

2007 yılında gösterime giren “Elizabeth: Altın Çağ” filmi 1998 yılında gösterime giren  ve yönetmenlik koltuğunda yine Shekhar Kapur’un oturduğu “Elizabeth” adlı filmin devamıdır. 1558-1603 yılları arasında İngiltere ve İrlanda’nın kraliçesi ve ayrıca Tudor hanedanlığının son  hükümdarı olan I. Elizabeth’in yaşam öyküsüne dayanan bu film bir biyografi tadındadır. Filmin konusunu genel hatlarıyla İngiltere tarihinin unutulmaz hükümdarlarından biri olan  I. Elizabeth’in siyasetin entrikaları içerisinde karşı karşıya kaldığı zorlukların işlendiği  tarihi-politik bir film olarak açıklamak yerinde olacaktır. 

Uluslararası ilişkiler disiplini içerisinde geniş bir alanı kaplayan “realizm”  teorisinin izleri film boyunca hissedilebilmektedir. Özellikle Elizabeth’in “Korku korkuyu doğurur” sözünde realizm kendini alenen belli etmektedir. Elizabeth’in bu sözünü realist perspektifin temsilcilerinin ortaya atmış olduğu “Güvenlik İkilemi (Security Dilemma)”  kavramına benzetmekteyim. Gerçekten de kendini güvensizlik içerisinde hisseden bir aktör  kendini güvenlik şemsiyesi altına almak istediğinde diğer bir aktörün kendini güvensizlik içinde hissetmesine yol açmaktadır. Buradan hareketle korku duyan bir aktörün diğer aktörlerin de korku duymasına yol açması olasıdır. Bu anlamda Elizabeth’in bu yönü ile realist  bir tarafının var olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır.  

Realizm bağlamında üzerinde durmak istediği diğer bir şey de Elizabeth’in “Yasalar  sıradan insanlar için var prensesler için değil” sözüdür. Elizabeth’in yasalara karşı olan bu bakış açısını Thomas Hobbes’un “Leviathan” adlı eserinde tasvir ettiği otoriteye benzemektedir. Thomas Hobbes, tasvir ettiği doğa durumundan kurtulmak isteyen insanların bir sözleşme ile  tüm yetkilerini teslim ettiği Leviathan’ın yani otoritenin yasalara bağlı olmadığını düşünmekteydi. Bu bağlamda yasaların yalnızca sıradan insanlar için var olduğunu ve prensesleri (yöneticileri) bağlamayacağını dile getiren Elizabeth’in ‘hobbesvari’ bir yaklaşıma  sahip olduğunu söylemek pek yanlış olmayacaktır. Ayrıca dönemin İngiltere’si ve kraliçe Elizabeth’in hükümdarlığı boyunca yine dönemin İspanya’sına karşı ve diğer yandan kuzeni Marry Stuart’a karşı verdiği güç ve iktidar mücadelesinin de realizmin özelliklerini yansıttığı düşünülebilir. 

1558-1603 yılları arasında İngiltere ve İrlanda’nın kraliçesi olan I. Elizabeth dönem  olarak otuz yıl süren (1618-1648) din savaşlarına denk gelmiş olmasa da film boyunca  Hıristiyanlığın iki ayrı mezhebi olan Protestanlık ve Katoliklik arasındaki anlaşmazlığa  hatta her iki mezhep arasında yaşanan çatışmalara da yer verilmiştir. 

Film boyunca dikkat çekici diğer bir nokta ise siyasetin çok fazla entrika  barındırdığını gözler önüne serme çabasıydı. Şahsen siyaseti kan dökülmemiş bir savaş olarak  görmekteyim. Bu anlamda gerçekten siyasetin içerisinde dönen entrikaların böylesine başarılı  bir şekilde işlenmiş olmasına şapka çıkarmak gerektiği kanaatindeyim. İktidarını kaybetme gibi bir felaket ile karşı karşıya kalan I. Elizabeth’in siyasetin kirli oyunları içerisinde almış  olduğu kararlar film boyunca oldukça etkili ve duygulu bir şekilde yansıtılmıştır.  

Ancak bir eleştiride bulunmak gerekirse film boyunca savaş olgusuna yeterli kadar  yer verilmediğini düşünüyorum. Savaş olgusunun oldukça basit bir şekilde işlendiği  kanaatindeyim. Avrupa’da yaşanan din temelli (Protestan-Katolik) çatışmaların da oldukça  basit bir şekilde işlendiğini görmek mümkün. Ayrıca filmde bir duygu kargaşası hakim. Elizabeth bir yandan bir aşk duygusu içindeyken diğer yandan da karşı karşıya  kaldığı zorluklar karşısında içsel anlamda bir çöküntü yaşamaktadır. Bunların dışında Yeni  Dünya’nın (Amerika Kıtası) keşfi ve sahip olduğu zenginlikler nedeniyle Amerika’ya yapılan  kolonizasyon faaliyetlerine de değinilmiş olmasını oldukça çarpıcı buluyorum.  

Gerek tarihi olayların yeniden canlandırılması gerekse de o dönemin atmosferinin  hissettirilmesi oldukça başarılı. Orta çağ dönemindeki insanların  gündelik yaşantıları, giyim ve kuşantıları seyirciye başarılı bir şekilde aktarılmış. Birtakım eksiklikler bulunsa da film boyunca konular oldukça istikrarlı ve etkileyici şekilde işlenirken seyirciyi sıkmadığı söylenebilir.

Nitekim “Elizabeth: Altın Çağ” filminin daha iyi anlaşılması ve I. Elizabeth’in  hükümdarlığı döneminde yaşanan tarihi olayların daha kolay sindirilmesi için yine  yönetmenliğini Shekhar Kapur’un üstlendiği ve yedi dalda Oscar ödüllerinde adaylık kazanan 

serinin ilk filmi olan “Elizabeth” filminin izlenmesinin yararlı ve gerekli olduğu  kanaatindeyim. Genel anlamda “Elizabeth: Altın Çağ” filmi bana realizmi çağrıştırdı ve bu  anlamda Elizabeth’in sözlerinden yola çıkarak bir değerlendirme yapmaya çalıştım. Ayrıca  filmin konusu tarihi-politik olayları içerdiğinden seyretmesi oldukça keyif vericiydi.  

Film konusunun geçtiği dönemin atmosferi ise seyirciye oldukça profesyonelce  yansıtılmış. Kısaca filmi bir seyirci olarak seyrederken kendinizi adeta  o döneme ait biri gibi hissediyorsunuz. Ayrıca filmde kullanılan müziklerin de oldukça etkileyici olduğunu düşünüyorum. Toparlamak gerekirse “Elizabeth: Altın Çağ” filmi gerek içerisinde barındırdığı tarihi-politik olaylar gerekse de oldukça keyif verici bir senaryoya sahip olmasından ötürü seyretmeye değer. Ancak yukarıda da değindiğim üzere bu  filmi izlemeden evvel serinin ilk filmi olan “Elizabeth” filminin izlenmesi daha faydalı  olacaktır.



ABDULAZİZ SAYAR

Uluslararası İlişkiler Teorileri Staj Programı

 

Balkan Bülteni /11-14 Temmuz

0

 

Arnavutluk

Arnavutluk Eski İçişleri Bakan Yardımcısı Rüşvet Suçlamasıyla Tutuklandı

  • Arnavutluk’un Yolsuzluk ve Organize Suçlarla Mücadele Özel Savcılığı (SPK) geçtiğimiz salı günü yaptığı açıklamada, iktidardaki Sosyalist Parti’den eski İçişleri Bakan Yardımcısı Rovena Voda’nın rüşvet şüphesiyle ev hapsinde tutulduğunu belirtti.
  • Mahkeme, eski bakan yardımcısının Majlinda Hasani ve Florida Beu isimli iki vatandaşa kamu hizmetinde iş vermek için para ve diğer materyalleri kabul ettiğine dair makul şüphe oluşturduğunu ifade etti.

Kaynak: BalkanInsight

Tarih: 14.07.2021

 

Bosna – Hersek / Sırp Cumhuriyeti

Popoviç: “BH Anayasa Mahkemesi, Dayton Antlaşması’nı ve Sırp Hukuk Sistemini Kasti Olarak Yok Etmektedir”

  • Zvornik’te bulunan Litvanya kökenli alüminyum fabrikası olan Birac’ın iflas etmesi sebebiyle şirket, 155 milyon KM değerinde destek talep etmiştir.
  • Sırp Cumhuriyeti Yüksek Mahkemesi bu talebi kabul etmiş fakat Bosna Hersek Anayasa Mahkemesi bu kararı iptal etmiştir. Vitomir Popoviç alınan bu kararı, kabul edilemez ve skandal olarak değerlendirmiştir.
  • Popoviç, BH Anayasa Mahkemesi’nin bu kararının Sırp Cumhuriyeti’nin anayasal-hukuki ve ekonomik düzenine doğrudan bir darbe teşkil ettiğini ve bunun Sırp Cumhuriyeti siyasi liderliğinin acil tepki göstermesini gerektirdiğini vurguladı.

Kaynak: Rtrs

Tarih: 13.07.2021

 

Kosova

Bir Sonraki Görüşme Tarihi Belli Oldu

  • Avrupa Birliği, Kosova ile Sırbistan arasındaki bir sonraki üst düzey siyasi toplantının, aralarındaki ilişkilerin normalleştirilmesi konulu müzakereler çerçevesinde 19 Temmuz Pazartesi Brüksel’de yapılacağını bildirdi.
  • Toplantıda, Kosova ve Sırbistan’ın Avrupa geleceği için önemli olan müzakerelerin şimdiye kadar kaydettiği ilerlemesine ve bundan sonraki adımlarına odaklanılacak.
  • Görüşmede, AB Yüksek Komiseri Josep Borrell ve bloğun özel elçisi Miroslav Lajčák’ın arabuluculuk edecek.
  • Albin Kurti, “Kosova ve Sırbistan hemen birbirlerine saldırmama sözü veren ortak bir barış anlaşması imzaladılar” da dâhil olmak üzere dört öneri sundu.
  • Sırbistan Cumhurbaşkanı Vucic, Başbakan Kurti’nin önerilerini reddetti ve “Bay Kurti bazı konularda anlaşmazlığa düşüyor” dedi.

Kaynak: Ibna

Tarih: 13.07.2021

 

Yunanistan’ın Bağımsızlığı Tanıması Barışa Katkı Sağlıyor

  • Başbakan Albin Kurti, Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias ile görüşme gerçekleştirdi. Kurti, ikili ilişkileri güçlendirme çağrısında bulunarak, Yunanistan’ı Kosova’yı tanımaya bir kez daha çağırdı.
  • Uzun tarihi bağlar ve Balkanlar’da daha iyi bir gelecek için ortak hedef nedeniyle Yunanistan ve Kosova’nın ilişkileri güçlendirmesi gerektiğini belirtti.
  • Kosova vatandaşlarına vize serbestisi için Yunanistan’ın desteğinin önemini de vurguladı.
  • Dendias ise Yunanistan’ın Kosova’da ekonomik ve ticari iş birliğini ve yeni yatırımları yoğunlaştırmak isteğini ve hazırlığını ifade etti ve Kosova’yı Avrupa ve Avro-Atlantik yolunda destekleyeceğini ve yardım edeceğini bildirdi.
  • Yapılan görüşmede ayrıca siyasi gelişmeler ve bölgesel enerji projeleri de ele alındı.

Kaynak: Panorama.al

Tarih: 14.07.2021

 

Sırbistan

Sırbistan Cumhurbaşkanı Kosova’daki Sırpları Koruma Sözü Verdi

  • Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic 13 Temmuz’da düzenlediği basın toplantısında, kendi görüşüne göre Brüksel’de Priştine ile en üst düzeyde diyaloğun ayın ikinci yarısında devam edeceğini, bu durumda Kosova’daki Sırp halkının ve Sırp halkının korunmasının devam edeceğini söyledi. Metohija ana koşul olarak belirlenecek.
  • Sürekli baskı altında olan Kosova ve Metohija’daki Sırplara nasıl yardım edileceği sorulduğunda Vucic, Sırbistan’ın uluslararası toplum aracılığıyla mümkün olduğunca uzun süre savaşacağını ve halkıyla ilgileneceğini söyledi.
  • Bakan ayrıca, 1999’dan 2008’e kadar Sırbistan’ın Kosova toprakları üzerinde fiili güce sahip olmadığını da hatırlattı. Ona göre, Sırp nüfusunun korunması konusunda uluslararası toplumun dikkatinden hiçbir şey geçemez.
  • Priştine ordusunun silahlandırılması hakkında soru sorulduğunda Vuciç, Kosovalılar’ın eylemlerinin 1244 sayılı Karar ve uluslararası hukukla çeliştiğini kaydetti. Türkiye’den silah alımının duyurulmasıyla ilgili olarak, bunu ‘Türk dostları ile görüşeceğini söyledi.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 13.07.2021

 

Sırbistan Cumhurbaşkanı Macron’u Bastille Günü’nü kutladı

  • 14 Temmuz’da Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’u ulusal bayram olan Bastille Günü nedeniyle kutladı.
  • Vucic, “14 Temmuz’da sözünü ettiğiniz özgürlük, eşitlik ve kardeşlik kalıcı değerlerdir ve Sırbistan da dahil olmak üzere bu idealleri onurlandıran tüm ülkeler, bunları zorluklar ve sorunlarla dolu modern bir dünyada korumalıdır” dedi.
  • Yetkili, Sırbistan için Fransa gibi güvenilir bir ortağa sahip olmanın büyük bir onur olduğunu kaydetti.
  • Vucic, “Fransa’nın Sırbistan’ın çeşitli konulardaki görüşlerini duymaya her zaman hazır olması da benim için büyük bir onur.” dedi.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 14.07.2021

 

Vucic ve Kurti 19 Temmuz’da Brüksel’de Buluşacak

  • Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic ile Kosova Başbakanı Albin Kurti arasında 19 Temmuz’da Brüksel’de yeni bir diyalog turu yapılacak. Bu, 13 Temmuz’da AB sözcüsü Peter Stano tarafından duyuruldu.
  • “AB Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, AB arabulucusu Miroslav Lajcak ile birlikte Belgrad ile Priştine arasında üst düzey siyasi düzeyde bir sonraki diyalog turuna ev sahipliği yapacak. Bu toplantıda taraflar, Sırbistan ve Kosova’nın Avrupa perspektifi için önemli olan diyalogda daha önce varılan anlaşmalar ve gelecekteki adımlar üzerinde odaklanacaklar ”dedi.
  • Gazetecilerin Vucic ve Kurti arasındaki önceki diyalog turunun yanı sıra Belgrad ve Priştine’den uzman ekiplerin başarılarıyla ilgili sorularını yanıtlayan Stano, “diyaloğun uzun süredir devam eden bir süreç” olduğunu ve bu diyaloğun uzun süredir devam eden bir süreç olduğunu kaydetti. ‘İlişkilerin normalleştirilmesi’ konusunda karşılıklı olarak kabul edilebilir, yasal olarak bağlayıcı kapsamlı bir anlaşma.
  • “Avrupa Birliği’nin arabulucu olarak düzenlediği her toplantı ileriye doğru atılmış küçük bir adımdır. Geri adım yok ve bu bizim için önemli, ”diye vurguladı Stano.
  • Priştine’nin Belgrad tarafından tanınma ve BM’nin tam üyesi statüsünü elde etme konusunda ısrar ettiğini hatırlayın. Belgrad ise, Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuciç’in Sırp tarafı için kabul edilebilir bir uzlaşmanın tam olarak ne olduğunu belirtmemesine rağmen, bir ‘uzlaşmalı çözüm’ üzerinde ısrar ediyor.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 14.07.2021

 

Dış Aktörler

AB İçişleri Komiseri Johansson: Yunanistan Denizdeki Sığınmacıları Türkiye’ye Geri İtiyor

  • Avrupa Birliği İçişleri Komiseri Ylva Johansson, Yunanistan’ın sığınmacıları denizden Türkiye’ye doğru yaşa dışı geri ittiğini belirterek, bunun “temel Avrupa değerlerinin ihlali” olduğunu bildirdi.
  • Johansson, BBC’ye yaptığı açıklamada, Yunan hükümetinin, ülke sınırlarına gelen göçmenlerin yasa dışı şekilde sınır dışı edilmesini durdurması gerektiğini söyledi.
  • Yunanistan’da faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşu Legal Centre Lesvos’un savunma avukatı Natasha Dailiani de sığınmacılara karşı uluslararası yükümlülüklerin olduğunu ve Yunanistan’ın da bunları yerine getirmesi gerektiğini belirtti.
  • Dailiani, geri itmelerin AB Hukuku’nun da ihlali olduğuna dikkati çekerek, sığınma hakkının AB Temel Haklar Şartı’nda yer aldığını bildirdi.

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 13.07.2021

 

Mısır ile Sırbistan Arasında Askeri İş Birliği Protokolü İmzalandı

  • Mısır Ordu Sözcüsü Albay Garip Abdulhafiz, resmi Facebook sayfasından yaptığı yazılı açıklamada, Mısır Savunma Bakanı Orgeneral Muhammed Zeki’nin resmi temaslarda bulunmak üzere başkent Kahire’ye gelen Sırbistan Savunma Bakanı Nebojsa Stefanovic ile görüştüğünü aktardı.
  • Görüşmede ortak öneme sahip meselelerin değerlendirildiği ve iki ülkenin silahlı kuvvetleri arasında tecrübe alışverişinde bulunma hususunun ele alındığı ifade edildi.
  • Zeki’nin iki ülke arasındaki ortaklık ve iş birliğini çeşitli alanlarda geliştirmeye yönelik arzusunu dile getirdiğine işaret edilen açıklamada, Stefanovic’in ise Mısır’ın Orta Doğu’da istikrar ve güvenliğin sağlanmasındaki etkili rolünden övgüyle söz ettiği aktarıldı. Açıklamada Stefanovic’in ziyareti kapsamında iki ülke arasında askeri iş birliği protokolü imzalandığı belirtildi.

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 14.07.2021

 

NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, Bosna Hersekli Bakanlarla İş Birliğini Görüştü

  • NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Bosna Hersek Bakanlar Kurulu Başkan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Bisera Turkovic ve Bosna Hersek Savunma Bakanı Sifet Podzic ile iş birliği konularını ele aldı.
  • NATO’dan yapılan yazılı açıklamada, Stoltenberg’in Turkovic ve Podzic ile NATO’nun Bosna Hersek ve bölge ile ilişkisini geliştirme yollarını görüştüğü bildirildi.
  • Açıklamaya göre bakanlar, ikili görüşmelerinin ardından Stoltenberg’in başkanlığında, NATO’ya bağlı Kuzey Atlantik Konseyi’nin reform programı ve müttefiklerle gelecekteki siyasi diyaloğun tartışılacağı bir toplantıya katılacak.

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 14.07.2021

 

Rus Ortodoks Kilisesi’nden Karadağ’a Sırp Ortodoks Kilisesi’ni Tanıma Çağrısı

  • Rus Ortodoks Kilisesi, Karadağ hükümetine Sırp Ortodoks Kilisesi ile anlaşma çağrısı yaparak ülkede ülkede Müslüman, Katolik ve Yahudi cemaatlerinin resmi statüsünün tanımlanmış olmasına rağmen Sırp Ortodoks Kilisesi’nin resmi statüsünü tanımlayacak bir anlaşmanın halen imzalanmamış olduğuna dikkat çekti.
  • Karadağ Başbakanı Zdravko Krivkokapiç, daha önce Sırp Ortodoks Kilisesi ile temel bir anlaşmaya imza atılacağını duyurmuş fakat muhalefet tarafından Sırbistan’ın taleplerine boyun eğmekle itham edilmişti.
  • Nüfusunun yaklaşık yüzde 30’unu Sırpların oluşturduğu Karadağ’da Sırp Ortodoks Kilisesi (SPC), ülkedeki en büyük dini kurum olma özelliği taşıyor. Öte yandan, Cumhurbaşkanı Milo Djukanovic liderliğindeki sosyalistler tarafından Karadağ’ın milli kimliğinin altını oyma ve Sırbistan’ın menfaatlerine uygun olarak hareket etmekle itham edilen Sırp Ortodoks Kilisesi, tanımadığı Karadağ Ortodoks Kilisesi ile de problemler yaşıyor. Karadağ Ortodoks Kilisesi, başka hiçbir Ortodoks kilise tarafından tanınmıyor.

Kaynak: Balkan News

Tarih: 14.07.2021

 

 

TUİÇ Balkan Stajyerleri: Elifnur Ayhan, Dilek Keçici, Rümeysa Güner, Şamil Orhan, Aybüke Koçak ve Hatice Deniz Hızal

Balkan Bülteni/8-11 Temmuz

0

 

Arnavutluk

Rusya ve Arnavutluk Arasındaki Gerilim Sürüyor

  • Tiran ve Moskova arasındaki diplomatik ilişkiler son zamanlarda oldukça soğuk. 2018’de Arnavutluk , iki Rus diplomatın faaliyetlerinin diplomatik statülere uygun olmadığını iddia ederek, ‘istenmeyen kişi’ (persona non grata) ilan etmişti. Rusya’da buna karşı misilleme yapmıştı. Son olarak 2021 Ocak ayı içerisinde ise Arnavutluk, COVID-19 kurallarına uymadığı için Rus diplomat Aleksei Krivosheev’i sınır dışı etmişti.
  • Geçtiğimiz Hhziran ayı sonlarında Arnavutluk medyası, iki Rus vatandaşının, nisan ve mayıs aylarında Arnavutluk’ta düzenlenen ABD liderliğindeki, ‘Defender Europe-21’ askeri tatbikatı sırasında casusluk iddiasıyla Tiran Savcılığı tarafından soruşturma altına alındığını bildirdi.
  • Rusya Dışişleri Bakanlığı Arnavut medyasını “casusluk yaptığından şüphelenilen iki Rus hakkında yerel savcılar tarafından açılan ceza davaları hakkında dedikoduları körüklemekle” suçladı ve yaşanan bu son olayı “NATO propagandası” olarak nitelendirdi.

Kaynak: BalkanInsight

Tarih: 09.07.2021

 

Bosna – Hersek / Sırp Cumhuriyeti

Rakovic: Podgorica Heyeti Sırpları Kışkırtmak İçin Srebrenitsa’ya Geliyor

  • Tarihçi Aleksandar Rakoviç, 11 Temmuz 2021’de soykırım kurbanlarının anılması için düzenlenecek törene katılacağını duyuran Karadağ hükümeti heyeti için bazı açıklamalarda bulundu.
  • Rakoviç, Karadağlı yetkililerin 11 Temmuz’daki Potocari’deki anma törenine kurbanların ailelerinin acılarına katılmak için değil, Srebrenitsa kararının kabul edilmesinin ardından Sırbistan ve Sırp Cumhuriyeti’ne karşı zafer kazanmayı kışkırtmak ve göstermek için geldiklerine inandığını söyledi.
  • Karadağlı yetkililerin yapmakta ısrar ettiği şeyin en çok da Karadağ’da yaşayan Sırp nüfusuna zarar vereceğini vurguladı.
  • Bunun yanı sıra, yetkililerin Sırp Cumhuriyeti’ne gelmesinin engellenmesi gerektiğini ve Srebrenitsa’nın Sırp Cumhuriyeti’nin bir parçası olduğunun farkına varılması gerektiği vurgusunda bulundu.

Kaynakça: Rtrs

Tarih: 09.07.2021

 Kosova

Prizren’de Türk Kültür Merkezi

  • Prizren’de uzun yıllardır bahsedilen Türk Kültür Merkezi’nin yapımı için ilk adım atıldı.
  • Prizren Belediye Başkanı Mytaher Haskuka ile Kosova Bölgesel Kalkınma Bakanı Fikrim Damka arasında, Prizren’de Türk Kültür Merkezi’nin inşası için iş birliği anlaşması imzalandı.
  • Kosova Türk toplumu için öneme sahip olan bu anlaşmanın imzalandığı törende KDTP Milletvekilleri Fidan Brina Jılta ve Enis Kervan’ın yanı sıra; KDTP’nin Prizren Belediyesi temsilcileri ve Prizren Şube Başkanı da vardı.
  • İnşaat alanının belirlenmesi ve gerekli bütçenin ayarlanmasının ardından, inşa edilecek olan Türk Kültür Merkezi’nin temellerinin en kısa zamanda atılması hedeflendi.
  • Projede emeği geçenlere teşekkürlerini ileten Damka, merkezin inşasını 2023 yılına kadar tamamlamayı hedeflediklerini de vurguladı.

Kaynak: Kosova Haber

Tarih: 08.07.2021

 

Bazı Üyeler Kosova’nın Bağımsızlığını Tanıdı

  • Sırbistan Meclisi’nin altı milletvekili Kosova’nın bağımsızlığını tanıdığını bildirdi.
  • Başbakan Albin Kurti ise Kosova’nın bağımsızlığını destekleyen Sırbistan Parlamentosu’nun üyeleri ile görüşme gerçekleştirdi.
  • Altı milletvekili; Sancak Demokratik Hareketi Başkanı Bay Sylejman Ugljanin, SDA Parlamento Grubu Başkanı Bay Shaip Kamberi, Milletvekilleri Bay Enis İmamoviç, Bayan Nadija Beqiri, Bay Mirsad Hodzic, Bay Selma Kucevic.

Kaynak: Panorama.al

Tarih: 08.07.2021

 

Sırbistan

AB, Srebrenitsa’daki soykırımı hatırlattı

  • AB, 10 Temmuz’da Srebrenitsa’daki soykırımın 26’ncı yıldönümünde “bu olayın anısını korumanın genel yükümlülüğünü” hatırlattı ve Avrupa’da “soykırımı inkar etmenin yeri olmadığına” dikkat çekti.
  • AB’nin Dışişleri Yüksek Komiseri Josep Borrell ve AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komisyon Üyesi Oliver Varcheli ortak bir açıklamada, trajedi kurbanlarını hatırlattı, ailelerine başsağlığı diledi, ancak aynı zamanda “Avrupa’nın Srebrenitsa’daki soykırımı önleyememesinden sorumlu olduğuna dikkat çekti, modern Avrupa tarihinin en kötü suçlarından biri…”
  • “Srebrenitsa, barış, insanlık onuru ve birliğimizin temelini oluşturan tüm değerler için sağlam ve kararlı bir şekilde mücadele edilmesi gerektiğini acı bir şekilde hatırlatıyor. Adalete hizmet etmek ve daha iyi bir toplum inşa etmek, sistematik ve kasten öldürülenleri hatırlamanın en iyi yoludur. Bu, tüm Avrupalılar için daha iyi bir ortak gelecek için çalışmak için gerekli bir adım” dedi.
  • Borrell ve Varheli, Bosna-Hersek ve komşu ülkelerdeki uluslararası ve yerel mahkemelerin “savaş suçlarının tüm mağdurları için adaleti sağlamak” için çalışmaya devam etmesi gerektiğini vurguladı.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 10.07.2021

 

Sırbistan Başbakanı Anna Branbiç’den Kosova ile İlgili Açıklama 

  • Sırbistan Başbakanı Anna Brnabiç 11 Temmuz’da düzenlediği basın toplantısında Belgrad ile Priştine arasındaki diyaloğun hiçbir zaman şimdiki kadar sorunlu olmadığını söyledi. Kosova Başbakanı Albin Kurti ile diyalog kurmanın imkansız olduğuna dikkat çekti.
  • Brnabiç, Belgrad ile Priştine arasındaki diyaloğun son derece zor olduğunu, çünkü Priştine tarafında müzakerelerin bölgesel projelerle ilgilenmeyen pragmatik olmayan kişiler tarafından yapıldığını açıkladı. Ona göre, sadece Sırbistan’a diz çöktürmekle ilgileniyorlar, onların görüşüne göre Sırbistan’ın Kosova’nın bağımsızlığını tanıması an meselesi.
  • “Başka bir şey hakkında konuşmak istemiyorlar. Bu son derece zor bir durum, ancak diyaloğu devam ettirmeliyiz, ”dedi Brnabic.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 11.07.2021

 

Yunanistan

Yunanistan ve Kuzey Makedonya Doğalgaz Bağlantısı için Anlaşma İmzaladı

  • Yunanistan ve Kuzey Makedonya cuma günü, iki ülkenin doğal gaz şebekelerini birbirine bağlayacak bir boru hattının inşası için bir anlaşma imzaladı. Anlaşma, Çevre ve Enerji Bakanı Kostas Skrekas ile Kuzey Makedonya Ekonomi Bakanı Kreshnik Bekteshi tarafından, Kuzey Makedonya Başbakanı Zoran Zaev, ABD’nin Yunanistan Büyükelçisi ve Yunanistan Gaz İletim Sistemi İşletmecisi SA CEO’su Zoran Zaev’in huzurunda imzalandı.
  • Boru hattı 123 km uzunluğunda olacak ve Yunanistan’ın Nea Mesimvria’daki gaz şebekesine ve Negotino’daki Kuzey Makedonya’ya bağlanacak. Bunu ikiye katlama olasılığı ile yılda 1,5 milyar metreküp taşıma yapabilecekken, yatırımın büyüklüğünün 110 milyon avroya ulaşacağı tahmin ediliyor.

Kaynak : Keep Talking Greece

Tarih : 9.07.2021

 

Yunan-ABD Delegasyonları Enerji Sorunları ve İklim Krizine Müdahale Konularında Diyalog Kurdu

  • Enerji politikası sektöründeki son gelişmeler, iklim krizi ve Yunanistan’daki yatırım beklentileri, ‘ABD-Yunanistan Stratejik Diyalog Enerji’ grubunun çevrimiçi toplantısının odak noktasıydı. ABD heyetine ABD’nin Atina Büyükelçisi Geoffrey Pyatt ve ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Enerji Kaynakları Bürosundan Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Büyükelçi Virginia E. Palmer başkanlık etti. Yunan tarafı, çevre ve enerji bakanlığından Enerji ve Maden Hammaddeleri Genel Sekreteri Alexandra Sdoukou ile daha geniş stratejik diyaloğu koordine eden dışişleri bakanlığından Uluslararası Ekonomik İlişkiler ve Açıklık Genel Sekreteri Yiannis Smyrlis tarafından temsil edildi.
  • Görüşmede Yunan hükümetinin enerji girişimleri, iklim krizine müdahale ile ilgili konular ve iki tarafın politikalarının birleştiğini kabul ettiği yeşil enerjiyi teşvik etme konuları üzerinde duruldu.

Kaynak : Atina Makedon Haber Ajansı

Tarih : 10.07.2021

 

Dış Aktörler

Orban: “AB’nin Sırbistan’a İhtiyacı Var”

  • Macaristan Başbakanı Viktor Orbán Belgrad ziyaretinde Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuçiç ile bir araya geldi. Orban, görüşme sonrası yaptığı açıklamada Avrupa Birliği’nin Sırbistan’a Sırbistan’ın AB’ye katılmak için ihtiyaç duyduğundan çok daha fazla ihtiyacı olduğunu ifade etti.
  • Orban, Sırbistan’ın AB üyeliğini açıkça desteklediğini çünkü bunun Batı Balkan bölgesinin entegrasyonunun anahtarı olduğunu vurguladı. “Sırbistan kilit bir ülke ve AB bunu anlamalı” dedi.
  • Macaristan Başbakanı, NATO birliklerinin geri çekilmesinin ardından Afganistan’dan yeni mültecilerin potansiyel gelişine değinerek, Sırbistan’ın kitlesel göç sorunu nedeniyle de önemli olduğunu ekledi. Orban, “Batı Balkanlar’ın entegrasyonu olmadan Avrupa’nın bir geleceği olmadığını anlayacaklar. Macaristan Sırbistan’a güveniyor” diyerek sözlerini noktaladı.

Kaynak: Balkan Insight

Tarih: 08.07.2021

 

Karadağ ve ABD İkili İlişkilerini Güçlendirecek

  • Karadağ Başbakanı Zdravko Krivokapić Avrupa ve Avrasya İşleri Bürosu Dışişleri Bakan Yardımcısı Matthew Palmer’i ağırladı. Karadağ’a yaptığı resmi ziyaret sırasında Palmer, Cumhurbaşkanı Milo Đukanović ve Meclis Başkanı Aleksa Bečić de dahil olmak üzere diğer üst düzey yetkililerle bir araya geldi.
  • Görüşme sonrası yapılan açıklamada Palmer, Karadağ’ın Avrupa’daki geleceğine açık bir şekilde destek verdi.
  • Palmer, iki ülke arasındaki ilişkilerin dostane ve istikrarlı olduğunu, özellikle ekonomi alanında güçlendirilmesine yer olduğunu vurgulayarak, gelecekte diplomatik temasların bu hedefe ulaşacağını da sözlerine ekledi. İki yetkili üst düzey işbirliğini yoğunlaştırma konusunda anlaştılar.

Kaynak: Independent Balkan News Agency

Tarih: 08.07.2021

 

Bulgaristan Cumhurbaşkanı Radev, Yunan ve Sloven Mevkidaşlarıyla Bir Araya Geldi

  • Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev, bugün Cumhurbaşkanlığı konutunda Yunan mevkidaşı Katerina Sakelaropoulou ile yaptığı görüşmede, Bulgaristan ve Yunanistan’ın ortak altyapı projelerinin Üç Deniz Girişimi’nin hedeflerine uygun olduğunu belirtti.
  • Yunanistan Cumhurbaşkanı, Sofya’nın ev sahipliğinde gerçekleştirilen Üç Deniz Girişimi Altıncı Zirvesi ve İş Forumu’na katılmak için Bulgaristan’a geldi. Bu yıl Yunanistan, Orta ve Doğu Avrupa bölgesinden on iki ülkeyi birleştiren girişimin zirve toplantısının konuğu oluyor.
  • Radev, “Yunanistan’ın bu yılki zirveye katılımı, bölgede daha fazla bağlantı için ortak bir vizyon oluşturulmasına bir katkıdır. Yunanistan’ın Sofya Zirvesi’ne katılımı, hem stratejik ortaklığımız hem de ortak altyapı projelerimiz için önemli potansiyel nedeniyle Bulgaristan için çok önemlidir.” diye vurguladı.
  • Görüşmede ulaştırma altyapısının geliştirilmesi, enerji bağlantısının iyileştirilmesi ve iş dünyası ve turizm arasındaki bağlantıları teşvik etmek için yeni sınır kontrol noktalarının açılmasının, hem Bulgaristan hem de Yunanistan için öncelikler olduğu vurgulandı.

Tarih: 09.07.2021

Kaynak: Time Balkan

 

‘Avrupa, Srebrenitsa Soykırımını Önleyememedeki Sorumluluğunu Unutmamıştır’

  • Avrupa Birliği, Bosna Hersek’teki Srebrenitsa’da yaşanan soykırımın 26’ncı yıl dönümünde, Avrupa’nın soykırımı önleyememedeki sorumluluğunu unutmadığını, Batı Balkanlar’daki siyasi liderlerin olanları kabul etmesi gerektiğini bildirdi.
  • AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ile AB Komisyonunun komşuluk ve genişlemeden sorumlu üyesi Oliver Varhelyi, Srebrenitsa soykırımının 26. yılı vesilesiyle ortak açıklama yayımladı.
  • “Srebrenitsa’daki soykırımı hiçbir zaman unutmamak ortak görevimizdir.” denilen açıklamada, katliamın kurbanlarının anıldığı ve kurbanların aileleriyle hayatta kalanların acısının paylaşıldığı belirtildi.
  • Açıklamada, “Avrupa, kıtanın modern tarihinin en kötü suçlarından olan Srebrenitsa soykırımını önleyememedeki sorumluluğunu unutmamıştır.” ifadesi yer aldı.

Tarih: 10.07.2021

Kaynak: Time Balkan

 

Stano: “Sırbistan, AB’ye katılmadan önce Avrasya Birliği ile yaptığı anlaşmaları iptal etmeli”

  • Avrupa Komisyonu sözcüsü Peter Stano yaptığı açıklamada, Belgrad’ın Avrupa Birliği’ne tam olarak katılmadan önce Avrasya Birliği ile Serbest Ticaret Anlaşmasını feshetmek zorunda kalacağını söyledi.
  • Stano, “AB’ye girmeden önce Sırbistan tüm ikili serbest ticaret anlaşmalarından çekilmeli” dedi. Bunun yeni bir koşul olmadığını, tüm AB aday ülkeleri için geçerli olan genel bir kural olduğunu da sözlerine ekledi.
  • Stano, Sırbistan’a Avrupa entegrasyonunu stratejik önceliği olarak tanıdığından, bunun bloğun dış ve güvenlik politikasında aşamalı bir uyum anlamına geldiğini ifade ederek Sırbistan’ın bu yükümlülük doğrultusunda hareket etmesini beklediklerini ifade etti.

Tarih: 10.07.2021

Kaynak: N1

 

14. Dubrovnik Forumu “Ayrı Dünyalarda Birlikte” Sloganıyla Düzenlendi

  • Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, AB’nin yeni tip koronavirüsle (Kovid-19) mücadelede, Batı Balkanlar’a 3,2 milyon doz aşı yardımında bulunduğunu söyledi.
  • Kovid-19’un yeni varyant ve dalgalarının gelmeye devam edeceğine işaret eden Borrell, “Bir buçuk yıl sonra tünelden çıktığımızı söyleyebilirim. Brezilya’da durum AB’den 15 kat daha kötü. Salgından sonra dünya tamamen değişecek ve her şey giderek daha da dijital hale gelecek.” dedi.
  • Borrell, salgınla mücadele etmenin tek yolunun aşı olduğunu vurgulayarak “AB, Batı Balkanlar’a 3,2 milyon doz aşı yardımında bulundu. Bu bölgeye Çin ve Rusya da aşı temini sağladı. Aşı giderek siyasi gücü etkileyen önemli bir jeopolitik araç haline geliyor.” diye konuştu.
  • Batı Balkanlar’ın AB üyelik sürecini desteklediğini söyleyen Borrell, Priştine- Belgrad Diyalog Süreci’ni de yakından takip ettiğini sözlerine ekledi.

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 11.07.2021

 

TUİÇ Balkan Stajyerleri: Elifnur Ayhan, Dilek Keçici, Rümeysa Güner, Şamil Orhan, Didem Şimşek, Aybüke Koçak ve Hatice Deniz Hızal

 

 

 

 

 

 

Latin Amerika Entegrasyonunda Mercosur’un Serüveni

Özet

Güney Amerika Ortak Pazarı (MERCOSUR), kurulduğu günden itibaren bölgesel entegrasyonda bir Avrupa Birliği (AB) başarısı göstermek istemiştir. Bu süreçteki adımlarında birtakım eksiklikler mevcut olmuş ve geleceği bakımından organizasyonu tahmin edilemez bir durum içerisine itmiştir. Bu çalışmada dört farklı ana başlık çerçevesinde Mercosur örgütü detaylı bir şekilde tanıtılmış ve örgütün kısa vadeli geleceği değerlendirmeye tabi tutulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Mercosur, Latin Amerika, Entegrasyon, Ortak Pazar, Uluslararası Örgütler.

Abstract

Since the Southern Common Market (MERCOSUR) has been established, this organization has aimed to ensure regional integration like the European Union.Although Mercosur has made some progress, these have not been efficient and even made the organization’s future unpredictable. In our research article, we aim to build a future scenario of the organization in the context of its detailed description and the missing points which organization has. 

Key words: Mercosur, Latin America, Integration, Common Market, International Organizations.

Giriş

Latin Amerika bölgesinin tarihsel sürecinde birçok bölgeselleşme atılımları gerçekleştirilmiştir. Bu girişimlerden en başarılı olarak görünen organizasyon Mercosur olmuştur. İlk aşamada Brezilya ve Arjantin’in 1986’da imzaladıkları protokolden sonra 1991 yılında Uruguay ve Paraguay’ın katılımının gerçekleşmesiyle Asuncion Antlaşması çerçevesinde Mercosur resmi olarak işlevine başlamıştır. Öncelikli amacı bulunduğu bölgede ekonomik kalkınmayı sağlamak, dış ülkelere bağımlılığını en aza indirmektir (Şentürken, 2018; Şen, 2013).

Önemli ve gerçekleştirilebilir hedefler ile kurulmuş olan bu örgütün geleceğinin ne olacağı hakkında çok fazla araştırma literatürde yer almamış, genellikle ‘geçmişinden bugünü’ değerlendirilmiştir. Var olan literatür çalışmalarında ise, olumsuz bakanlar ve olumlu bakanlar şeklinde ayrım gözlemlenmiştir. 

Bu araştırmanın temel amacı, Mercosur’u detaylı incelemek ve bunun sonucunda bu organizasyonun muhtemel geleceği hakkında bir Arama Motoru Optimizasyonu değerlendirme ile sonuçlandırmaktır. Bu amaçla dört bölünen bu çalışmada; Mercosur’un yapısı, bölge içi etkisi, dış aktörlerin yaklaşımı ve muhtemel geleceğine dair not edilenler ele alınmıştır. 

1. Güney Amerika Ortak Pazarı’nı (Mercosur) Tanımak

Geçmiş zamanlardan beri sömürü altında yaşamını sürdüren Latin Amerika devletleri dışa bağımlılığını azaltmak için ticari, siyasi, ekonomik alanda çalışmalar başlatmışlardır (Özmelek, 2017). Mercosur bu bağlamda Arjantin, Paraguay, Uruguay ve Brezilya’ dan oluşan ekonomik birliği sağlayacağı düşünülen bir organizasyon olarak karşımıza çıkmıştır (İlhan, 2019). Mercosur’un temel çıkış noktası AB’nin yapısı, politikası göz önüne alınıp benimsenerek oluşturulan Asuncion Anlaşması’dır. Bu anlaşmaya ek olarak ‘Ouro Preto Protokolü’ yürürlüğe girmiştir (Şen, 2013). İlk olarak Asuncion Anlaşması daha net incelendiğinde en önemli politikası “Ortak Ticaret Politikası” olduğu görülmektedir. Bu politika hem bölgeler arası hem de dış devletlere karşı politikaları belirli bir noktada tutarak olabilecek negatif etkileri önlemek için yürürlüğe girmiştir (Şentürken, 2018). Bu yapının 1994’e kadar olan sürecinde tüm organlarının görevlerinin onaylanacağı belirlenmiştir. İkinci olarak 1994 yılından sonra Ouro Preto Protokolü devreye girmiş uluslararası alanda kendilerini gösterecek anlaşmalar ve uygulamalarla ilerlemiştir (Özmelek, 2017). Bu protokol kurumsal altyapının doğru işlenmesini sağlamak için kullanılmıştır (Şen, 2013). 

1.1. Mercosur’un Büyüme Süreci

Kuruluş aşamasında büyük rolleri olan Brezilya ve Arjantin’e daha sonradan Paraguay ve Uruguay’ın katılımıyla Mercosur büyük bir oluşum olma yolunda ilerlemiştir (Laçiner, 2003). Peru, Şili ve Bolivya’nın üyelikleri ardından Ekvator ve Kolombiya da ortak üyeliğe geçmişlerdir. Meksika ise bu örgütte gözlemci olarak var olmaktadır, ileriki dönemlerde Meksika’nın da ortak üye olarak katılması beklentiler arasındadır (Şen, 2013). İlk başta Paraguay’ın Venezuela’nın üyeliğe alınması ile ilgili sorunları olmuş ve üyeliğe karşı çıkmıştır bu nedenle Venezuela 2013 yılına kadar kabul edilmemiştir. Paraguay’ın üyeliğinin askıya alınmasıyla Venezuela bu fırsatı değerlendirip tam üyelik ile bu örgüte katılım sağlamıştır. Fakat 2017 yılında Devlet Başkanı Nicolas Maduro’nun yaptığı tutumların demokratik hakların ihlali olarak kabul eden Mercosur üyeleri, Venezuela’nın üyeliğini askıya almışlardır (Şentürken, 2018).

1.2. Mercosur’un Organları

Asuncion Anlaşması ile iki organ ortaya çıkmıştır ki bunlar; Ortak Pazar Konseyi ve Ortak Pazar Grubu’dur. Ouro Preto Protokolü’nün ardından verilen emekler karşılığını bulmuş, organ sayısı ilerleyen zamanlarda 7’ye çıkarılmıştır (Şentürken, 2018). Ticaret Komisyonu, Mercosur Parlamentosu, Sosyo-Ekonomik Danışma Forumu ve Yönetim Sekreterliği, Mercosur’un bünyesine eklenmiştir (Tüzgen, 2019). Bu kurumlar daha detaylı bir şekilde incelendiğinde, öncelikle Ortak Pazar Konseyi’ne bakılmalıdır (Özmelek, 2017). Bu konseyin amacı; örgüt üyeleri arasında istenilen uyumu oluşturmak, entegrasyon sürecinde karar almasını sağlamaktır. Ortak Pazar Konseyi, örgütün en yetkili organı konumundadır.

Ortak Pazar Grubu bu örgütün yürütme organı olarak rol alır. Konseyde kararlaştırılan yargıları yerine getirmekle görevlidir. Mercosur Ticaret Komisyonu, Ortak Pazar’a yardımcı olarak ilerler. Gümrük birliğinin ilerleyişini sağlamakta, ortak ticaret politikalarının gözden geçirilmesi ile görevli organdır. Dış ticaretteki bütün politikalar buradan geçmektedir (Mercosur, 18 Mayıs 2021). Mercosur Parlamentosu (PARLASUR) 2003’de Ortak Pazar Parlamentosu yerine kurulmuştur. Kendi kendini özgürce yöneten bir organdır. Diğer kurumlarla bir bağlantısı yoktur ve bu kurumlardan onay beklemez. Karar alma yetkisine sahip değildir. AB Parlamentosuna denk sayılabilmektedir. Bunun nedeni ise aynı şekilde örgüt kurallarının dönüşümü, insan hakları vb. konularda bildiride bulunmasıdır. Ekonomik ve Sosyal Forum organı toplumsal ve ekonomik alanı simgeleyen organdır. Ana hedef toplumdaki ağı daha çok aktif hale getirmektir (Özmelek, 2017). Genel Sekreterya’nın özelliği bu örgütün gelişme aşamasını daha çok dayanıklılaştırmak, birliğin ortak bir paydada bir araya gelmesini sağlamaktır. Diğer organlara yol göstermede ve yardımcı olmada destek sağlamaktadır (Mercosur, 18 Mayıs 2021). Son olarak, Daimi Temyiz Mahkemesi incelendiğinde bu organın yargı organı olarak rol aldığı gözlenmektedir. Kurumlar tarafınca çıkarılan düzenlemelerde üye devletlerin fazladan çıkarı olduğunu sapladıklarında, bu organ müdahalede bulunabilir. Devletlerarası hukukun doğru bir şekilde aktarılıp incelenmesinde görevlidir (TPR Mercosur, 19 Mayıs 2021). Bu organlar arasından bazıları hüküm vermekle yetkilidirler. Bunlar; Ortak Pazar Konseyi, Ortak Pazar Grubu, PARLASUR’dur (Şentürken, 2018).

1.3. Mercosur-AB Yapı Benzerlikleri ve Farklılıkları

AB’nin başarılarından ve yaptığı çalışmalardan etkilenen Mercosur’un bu örgütü rol model olarak gördüğü söylenebilir (Laçiner, 2003). Asıl hedefleri, AB gibi siyasi bütünlüğü sağlamak ve her dalda entegrasyon bütünlüğünün oluşmasıdır. Parasal birliğin ve ekonomik olarak birliktelik sağlayacak kurumların oluşturmasında da AB modelini temel alan bir politika izlediği görülmektedir (Şen, 2013). Bunun yanı sıra insan hakları, örgütün genişlemesi, kuralların esnekliği, kritik konular AB Parlamentosu’na benzeyen bir düzende ilerlemesi öngörülmektedir. Bunun yanı sıra AB’nin ECOSOC organından ilham alınarak oluşturulan ve işçi sendikalarını isteklendirmek için kurulan Ekonomik ve Sosyal Forum organı vardır (Özmelek, 2017). Lakin Mercosur, AB ile karşılaştırıldığında gerekli ilerlemeyi göstermediğinden büyük bir düş kırıklığı olarak nitelendirilebilir (Laçiner, 2003).

2. Latin Amerika’da Mercosur

2.1. Üye Devletler ve Mercosur

Güney Amerika bölgesinde etkili bir ortak pazar girişimi olarak karşımıza çıkan Mercosur’a detaylı bakılırsa eğer ilerlemesini engelleyen bir durum kolayca fark edilmektedir. Bu mevcut durum, bu bölge içerisinde yer alan ülkelerin genellikle ekonomik açıdan gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkelerden oluşuyor olmasıdır (Laçiner, 2003). Bu sebepten ötürüdür ki Mercosur’u iyi bir şekilde inceleyebilmek ve izlediği yoldaki engelleri de kavrayabilmek adına birliği oluşturan üyelere yakından bakmak önem arz etmektedir. 

Latin Amerika’da gerçekleştirilmiş en başarılı entegrasyon girişimi olarak da anılmakta olan Mercosur ile ilgili not edilmesi gereken bir diğer husus ise; bu atılımın gerçekleşmesinden talebin halktan değil yukarıdan aşağıya bir şekilde gelmiş olmasıdır. Entegrasyonun şekillenme sürecini yöneten siyasi liderler Luiz Inacio Lula da Silva ve Raul Alfonsin olması bu düşünceyi kanıtlar niteliktedir (Özmelek, 2017). Ek olarak, Brezilya’nın bu oluşum içerisindeki en kalabalık nüfusa ve en geniş toprağa sahip oluşu ve GSYİH bakımından en büyük oranı oluşturması Brezilya devletinin tercihlerinin, organizasyonun politikalarını ve entegrasyonunun bütünlüğünü etkilemesi kaçınılmazdır. Brezilya’nın organizasyon içerisindeki konumun etkisine dair bir diğer ipucu veren bilgi, Brezilya’nın Mercosur ülkelerinin toplam GSYH’sinin %71’ini tek başına oluşturmasıdır. 1980-2000 arasında büyüme ve kalkınma için bölgeselleşmeyi önceleyen bir politika takip eden Brezilya, 2000 yılı sonrasında dünyada konumunu yükseltmiş 7. ekonomi olan ülke haline gelmiştir. Bu gelişme Brezilya’yı gelişmiş ekonomiye sahip dış devletlerle ticaretini ikili olarak geliştirmeye yöneltmiş ve yürütmekte olduğu politika da bölgesel politikaların takip edilmesini önem sırasında daha geriye düşürmüştür (Tüzgen, 2019). Ancak, politikasındaki bu değişen yön Mercosur’un da iç pazardan dış pazarlara daha açık hale gelmesi sonucunu da yanında getirmiştir. 

Kurucu devletlerden bir diğeri olan Arjantin’e bakıldığına ithalat ve ihracatında en önemli ortak Brezilya’dır. Bir nevi bu iki devlet, karşılıklı bağımlılığa bağlı bir ticaret modeli içermektedir. Ancak organizasyonda yer alan devletlere bakıldığında bilhassa Paraguay ve Uruguay’ın ticaret ortaları olarak karşımıza Arjantin ve Brezilya çıkar. Paraguay, Uruguay ve Arjantin’in en kritik ticaret ortağı ise Brezilya’dır. Ekonomik kalkınma neticesinde Mercosur’a bağımlılığı oldukça düşen Brezilya’ya göre, Paraguay ve Uruguay’ın bağımlılığı oldukça fazladır. Hatta Paraguay, 2003 ve 2005 yılları arasında Mercosur ülkeleri ile diğer ülkelere nazaran daha çok ticaret yapmıştır (Basnet & Pradhan, 2017).

Üye devletlerin ekonomisinin durumunun bu organizasyonun ilerleyeceği izlencesini nasıl değiştirebildiği oldukça açık bir şekilde fark edilir niteliktedir. Bir diğer dikkat çekilmesi gereken nokta, her bir bölge ülkesinin kendi içerisindeki siyasi ve sosyal gelişmişlik düzeyinin bu organizasyonun ilerlemesinde öneme sahip olmasıdır. Bu sebeple ki bölgedeki bölgesel entegrasyonun tam olarak sağlanamamasının bir nedeni de bu düzeydeki farklılıklardır, denilebilir. Bu duruma örnek olarak, 2012 yılında tam üye olmuş olan Venezuela’nın ülke içerisinde demokratik hakları ihlal ettiği gerekçesiyle 2016 yılında üyelikten çıkarılması gösterilebilir (Tüzgen, 2019). Mercosur‘da serbest ticaret anlaşmasına imza atan ve ortak üye statüsünde olan ülkeler ise, Şili, Kolombiya, Ekvador ve Peru’dur. Guayana ve Surunam ise farklı bir açıdan ortak üye statüsündedirler (Mercosur, 2021).

2.2. Mercosur’un Bölgesel Etkisi

Mercosur’un bölgedeki etkisi 3 başlık altında incelenmektedir. İlk olarak ekonomi konusu temel alınmıştır. Örgütteki devlet üyelerine, mal, sermaye ve üyelerin rahatça dolaşımını sağlayacak hedefler doğrultusunda ilerleme göstermiştir. Farklı dalda bölgedeki gümrük tarifelerini en aza indirmiştir (Tüzgen, 2019). Örgüt dışı devletlerle ortak tariflerin kullanılması ilerisi için düşünülmektedir (Katıtaş, 2019). Diğer bir konu siyasal ve kültürel entegrasyondur. Ekonomik ilişkilerdeki artış devletlerarası karşılıklı iletişimi arttırmış, diğer dallardaki ilişkiyi geliştirmiştir. Bu sayede üyeler arasındaki iç sorunun çözümünün gerçekleşmesinde Mercosur öncülük etmiştir (Laçiner, 2003). Son olarak enerji kaynakları bakımından zengin olan Mercosur ülkeleri, tam üyeler ve ortak üyeler arasında ‘Bölgesel Enerji Tamamlayıcılığı Çerçeve Anlaşması’nı’oluşturmuştur. Üretim, dağıtım, tanıtım bakımından enerji politikasına talep oluşumunu arttırmayı sağlayan bir anlaşmadır. Mercosur bu konuyu çok ciddiye almaktadır (Katıtaş, 2019). 

3. Dış Aktörler ve Mercosur

3.1 ABD’nin Mercosur Tepkisi

Mercosur’un kendini var ettiği bölgeye bakıldığında kritik bir nokta olarak karşımıza çıkan dış aktör kaçınılmaz olarak bölge ile tarihsel bir bağa sahip olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’dir. Bir nevi üyeleri ABD, Kanada ve Meksika olan Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nı (NAFTA) dengelemek amacı taşıyarak da kurulmuş olan Mercosur’un ABD’yi tedirgin ettiği ise açıktır (Keskin, 2016). 

Özellikle 1995 sonrası yıllarda Mercosur’un ekonomik olarak elde ettiği pozitif sonuçlar ile Brezilya’nın kazandığı ekonomik kalkınmadaki artış ABD’yi rahatsız etmiştir. Bölge yakınında yer alan büyük bir ekonomik hegemonun bu bölgede olası bağımsız bir ekonomik kalkınmayı içtenlikle destekleyeceği veya hiçbir şekilde dikkate almayacağı ise yanlış bir çıkarım olacaktır. Bu nedenledir ki ABD’nin ikili görüşmelerle bölgede tam bütünleşmeyi engelleyici hareketleri ve Amerikalar Serbest Ticaret Bölgesi’nin (FTAA) ortaya çıkışı Mercosur’un ileriye dönük hamlelerinde ABD’nin de hesaba katılması gerektiğini göstermiştir (Donduran, 2020; Wehner, 2005; Katıtaş, 2019).

ABD’nin Mercosur’un bölgeselleşmeye gitme hedefinde engel teşkil ettiğine örnek olacak olay bulunmaktadır. Bu olay, dış politika yönetiminde iki taraflı müzakereler yapmayı tercih eden ABD’nin, Şili devleti ile yaptığı müzakereler sonucu onun FTAA’ya katılımını sağlamasıdır. Bu gelişmenin sonucu, Mercosur’a tam üye olması amaçlanan Şili devletinin bağlı devlet statüsünde kalması olmuştur. Organizasyonun olumlu etkilerini engellemek amacıyla Amerika bölge içerisinde ikili anlaşmalar yapmaya devam etme strateji içerisindedir (Wehner, 2005).

Bölge içi dinamiklere dayalı kurulmuş olan Mercosur’un ABD’nin bu bölgedeki etkisini azaltacağı düşüncesi FTAA’nın kurulmasına giden ana fikri oluşturmuştur. Bu sebeple ki Latin Amerika ve ABD ilişkileri açısından önemi yadsınamaz olan FTAA, Mercosur açısından da ele alınması gereken bir konu olmuştur. Mercosur’a bir nevi alternatif oluşturma amacı taşıyan bu organizasyon, bölge ülkelerden tepki almış ve de etkili olamamıştır. Etkili bir sonuca ulaşamayan ABD’nin bir sonraki hamlesi ise 2012 yılında Meksika, Kolombiya, Şili ve Peru’nun dâhil olması ile Pasifik İttifakı’nı oluşturmak olmuştur. ABD tarafından gerçekleştirilen bu girişimler Mercosur’un coğrafi genişlemesi ve bölge ülkelerinin tam üyelik taleplerinde sorunlar yaşanması ile sonuçlanmıştır (Şentürken, 2018). FTAA karşısında ise bölge içinde belli devletlerden tepki gelmiş, Mercosur’u ve Güney Amerika ülkelerini desteklemek amacında olan Bolivya, Brezilya, Ekvador, Guyana, Kolombiya, Peru, Surinam ve Venezuela tarafından Amazon İşbirliği Anlaşması Örgütü (ACTO) kurulmuştur (Katıtaş, 2019).

3.2 Mercosur – AB İlişkileri

Dünya üzerinde entegrasyon AB üstünden ele alınsa da şu an farklı bölgelerde entegrasyon çalışmaları yapılmaktadır. Eğer ki Latin Amerika bölgesinde bir bölgesel bütünleşme sağlanırsa bu bölge, AB’ye rakip olarak çıkacak en önemli aktör olacaktır. Bölgenin bu konudaki yaptığı en başarılı çalışma Mercosur örgütünü oluşturmaktır (Ataseven, 2019). AB ve Mercosur’un ilişkilerine bakıldığında ilk etapta dikkat çeken durum güncel ticaret anlaşmalarından en büyüğünün 20 yıldan sonra karara bağlanmış olmasıdır (EUROpolitika, 2019). Bu anlaşma sayesinde gümrük vergileri ortadan kalkacak, Mercosur devletleri AB ile ihracatlarını daha rahat şekilde yapabilecektir. AB ise, Brezilya’dan hayvansal, etanol, şeker gibi ürünlerde muafiyet sağlayacaktır (Türkiye Cumhuriyeti Ticaret Bakanlığı, 2019). 

İkili arasında en kritik konulardan biri enerji politikalarıdır. Brezilya bu hususta güneş ve rüzgâr enerjisi açısından AB tarafından desteklenme konusunda heveslidir. AB ise Brezilya’daki etanol, biyodizel gibi enerji kaynakları konusunda heyecanlanmaktadır. Mercosur organizasyonu Brezilya bağlantılı olarak AB için ilgi çekici niteliğindedir yorumu yapılabilmektedir (Balaban, 2013).

3.3. Mercosur – Çin İlişkileri 

Çin’in Mercosur bölgesi ile artan istikrarlı ihracatı, bu organizasyon için önemlidir. Bu bölge ile ticaret payı 1990’lı yıllarda oldukça az olan Çin, 2015 yılına gelindiğinde payını dikkat çekici bir şekilde arttırmıştır. Çin, tarihsel bir ortak olan ABD’nin aksine burada rolü artan bir bölgesel oyuncu olmuştur (Hashmi, 2016).

Özellikle Latin Amerika ülkelerinin tarımsal ürünlerine ve doğal kaynaklarının ticaretine Çin olumlu bakmaktadır. Bunun bir sonucu olarak; Çin, Paraguay ve Şili gibi ülkelerde önemli bir ithalat kaynağı olurken ve Brezilya, Arjantin ve Şili için önemli bir ihracat pazarı haline gelmiştir. Çin, artan ithalatın bir sonucu olarak 2003 yılından bu yana Meksika’nın ikinci büyük ticaret ortağıdır. Bölge için her bir devletin DYY’ye açılması bölgedeki ekonomik dengeye de katkı sağlayabilir. Bu aşamada Mercosur’un DYY’yi bölge içerisinde hatta üye devletler içerisinde çekici hale getirmesi oldukça olumlu gelişmeleri de peşinden getirecektir (Hashmi, 2016).

Doğal kaynaklar bakımından zengin geniş bir alan olan Mercosur, Çin’in kalkınma stratejisinin kritik bir yönü haline gelmiştir. Özellikle Mercosur içerisinde kritik bir role sahip olan Brezilya 2010 yılında Çin’in en büyük ticaret ortağı olmuştur. Ek olarak, Arjantin de Çin’in önemli bir ticaret ortağıdır. Çin, Mercosur ile bir serbest ticaret anlaşması imzalamak yerine, bölgedeki DYY’lerini arttırmayı seçmiştir. Bireysel hükümetler ve şirketlerle ortaklıklar kuran Çin, tüm Mercosur üyeleri ile hâlihazırda baskın bir ticaret ortağı haline gelmiştir (Hashmi, 2016).

Çin ile ilişkilerde göze çarpan bir diğer devlet 2012 yılından beri Çin’in önemli bir ticaret ortağıdır Uruguay’dır. 2017 yılı ile beraber Çin ile serbest ticaret anlaşması müzakerelerine sıcak bakan Uruguay’ın aksine Mercosur üyeleri, Çin mallarının Uruguay üzerinden ithal edilmesine, gümrük tarifelerinden veya gümrük şartlarından kaçınmaya istekli olmadıklarını belirtmişler ve böyle bir anlaşmaya sıcak bakmamaktadırlar (Chinadaily, 2017).

2021 yılında Çin devleti tarafından Uruguay’la veya Mercosur ile olası bir serbest ticaret anlaşması yapmalarına açık olduklarını söylenmesi, Çin’in bu bölgede hala aktif rol oynamaya devam etmek istediğinin kanıtı olmuştur. Uruguay’da ilerlemenin oldukça başarılı olduğunu da belirten Çin siyasetçileri, Uruguay’ın bölgedeki stratejik konumunu desteklemesi ve Çinli şirketlerden yatırım çekmek için limanlarda ve havalimanlarında yasal istikrarını ve serbest bölge rejimlerini sunması gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca, koronavirüs salgını sonrasında Latin Amerika’ya gelen Çinli turist dalgasını karşılamaya hazır olması gerektiğini eklemeleri ise eğer Mercosur ile anlaşma sağlanırsa turistik açıdan bölgeye ciddi bir katkı sağlayabileceğini de göstermektedir (Mercopress, 2021).

3.4. Mercosur ve Türkiye

Türk dış politikasında Latin Amerika ülkelerinin görünürlüğü oldukça düşük bir seviyedeydi. Ancak Türkiye, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Latin Amerika bölgesine de farklı bir bakış açısıyla yaklaşmıştır (Torbalı, 2019). Son zamanlarda Türkiye – Latin Amerika ülkeleri ekonomik- sosyal- kültürel alanda çalışmalar başlatmışlardır. Bu devletlerle ekonomik sorunları çözmek amacıyla derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Latin Amerika devletleri ve Türkiye ilişkilerinde Mercosur’un rolü çok büyüktür (Yetim, 2019). “Latin Amerika ülkelerine yapılan ihracatımızın %50’si MERCOSUR ülkelerine yapılmıştır” (Şen, 2013). Ticari alanındaki stratejik değeri, Mercosur’u daha önemli bir konuma getirmektedir (Yetim, 2019). Bu bölgeyle Türkiye’nin ilişkilerinin gelişmesini sağlayan belirli anlaşmalar vardır. Bu anlaşmalara örnek olarak karşımıza Siyasi İstişare ve Mekanizma Mutabakatı Zaptı çıkmaktadır. Bu anlaşmanın ana amacı siyasi ilişkileri güçlendirmek ve bu konudaki yeni önerilerin, danışılacak konuların daha aktif bir şekilde uygulanmasını sağlamaktır. Bu anlaşma ikili ilişkilerin yolunu açmada avantaj sağlamaktadır (Örnek ve Mızrak, 2015). Ek olarak, Türkiye, Mercosur’la 2008’de Serbest Ticaret Anlaşması (STA) yapmak için görüşmeler başlattı. Örgütteki üye devletlerden olan Paraguay, Brezilya, Arjantin, Uruguay; Türkiye’yle serbest ticaret ortamı oluşturulması için bir anlaşma imzalamıştır (Torbalı, 2019). Serbest Ticaret Anlaşması Türkiye açısından önemlidir. İlk olarak Şili ile imzalanan bu anlaşma diğer üye devletlere öncü olmuştur. Türkiye örgütteki diğer devletlerle bu konuda görüşmelere devam etmektedir. Türkiye bu anlaşmayla ihracatını artırmayı hedefler (Küntay, 2013). 

3.4.1. Mercosur – Türkiye İlişkisinden Beklentiler

Türkiye Devleti’nin Mercosur ülkeleri olan ithalat ve ihracatındaki artışın Türkiye’ye kattığı ayrıcalıklar ele alındığında; 

  • Biyogaz, biyodizel, petrol, kömür vb. enerji sektörüne yapılacak yatırımlar Türkiye için büyük bir fırsattır.
  • Türkiye’nin ihracatında yeni pazarların ortaya çıkması ürünlerini daha rahat bir şekilde tanıtılması ile ihracattan sağlanan gelirin artmasını sağlayacaktır.
  • Türkiye ve Mercosur ülkeleri karşılıklı dostça bir tutum gösterdiğinde aralarındaki kültürel yakınlaşmanın artması ve karşılıklı turist ve döviz getirisinin çoğalması hedeflenmiştir (Şen, 2013). Bu konuda önemli bir düzenleme olarak karşımıza Türkiye’nin, Türk Hava Yolları (THY) kapsamında Mercosur devletlerine direkt sefer eklemesi çıkmaktadır (Örnek ve Mızrak, 2015). 

Mercosur ülkeleri ile Türkiye arasındaki ilişki kazan- kazan şeklinde gitmektedir. Mercosur’un ‘ekonomik faaliyetlerinde gelişim’ hedefinin kapsamında, ikili ilişkilerin taşıdığı stratejik önem daha net fark edilmektedir (Yetim, 2019).

3.4.2. Mercosur – Türkiye İlişkileri Nasıl Gelişir?

Türkiye, Latin Amerika bölgesinde daha aktif bir rol alması için karşılıklı dış temsilciliklerin açılmasına daha çok önem vermelidir. Bunun yanı sıra Türkiye, ticari pazarlara önem verilmeli, THY sefer sayısını arttırmalı ve STA’nın imzalanmasında örgüt üyelerine daha net bir tavır sergilemelilerdir. Türkiye, Latin Amerika bölgesini iyi tanıyan uzmanlarla işbirliği içinde olmalı, uzman eksiğini kapatmalıdır. Bölge okullarda okuyan Türk akademisyen ve öğrencilere desteğini artırmalıdır (Örnek ve Mızrak, 2015). Türkiye, Türk ürünlerinin tanıtımını artırmalı, karşılıklı ulaşım ve lojistik sorununu halletmek için çözüm arayışlarına girmelidir (Şen, 2013). 

4. Mercosur’un Muhtemel Geleceği

4.1. Mercosur’un Hedefleri

Mercosur ile gerçekleşmesi hedeflenen ekonomik entegrasyon, blok içi ticaret akışlarında 1990-2001 arasında etkileyici bir artışı yanında getirmiştir. Ekonomik açıdan düzenlenen ticaret serbestleşmeleri çerçevesinde bir diğer artı Doğrudan Yabancı Yatırımlarının (DYY) ilgisinin Mercosur üye devletlerine yönelmiş olmasıdır. Ancak bu artıdan yararlananlar daha çok Brezilya ve Arjantin olmuştur, bu da bölge içerisindeki gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerin varlığının bir sonucu olarak görülebilir. Bir diğer pozitif katkı, 1995’ten bu yana Mercosur üyelerinin ithalatın yaklaşık yüzde 85’ini kapsayan ortak bir dış tarife (CET) ile bir yarı-gümrük birliği kurulmuş olmasıdır. Mercosur’un üyeleri arasında demokrasinin pekiştirilmesi ise, ekonomik entegrasyon sürecinin en önemli başarı sonuçlarından biri olarak görülmektedir. 1998 Ushuaia Protokolü çerçevesinde üye ülkeler, demokrasinin kendi aralarındaki entegrasyon sürecinin temel koşulu olduğunu kabul etmişlerdir ve herhangi bir üye ülkede demokratik düzenin bozulması durumunda izlenecek prosedürleri de oluşturmuşlardır. Mercosur’un üye devletler açısından bir diğer önemli kazancı ise Mercosur ülkelerinin diğer ülkelerle ticaret anlaşmalarını müzakere etmek için bir blok olarak elde ettikleri artan pazarlık gücüdür (Paiva ve Gazel, 2004).

Mercosur’un sadece ekonomik değil, ekonomik entegrasyonun karşılanmasında çalıştığı birtakım konularda hedefleri mevcuttur. Turizmi üye ülkelerde arttırmak, turistlerin buralarda rahat hareket etmeleri adına planları olduğu gibi, insan hakları konusundaki atılımları da mevcuttur. Mercosur bütünlüğünü üye ülkeler içerisinde pekiştirmek adına ortak plaka kullanımının üye devletlerinden birkaçının kabul etmesine ek, organizasyonun Mercosur vatandaşlığı altında vatandaşlık kartı planları da mevcuttur (Mercosur, 2021).

4.2. Mercosur’un Eksiklikleri

Mercosur’un eksikliklerinden bahsetmek gerekirse ilk olarak yapı organlarının bulundukları konumunu ve işleyişini değerlendirmek gerekli görülmektedir. Sekreterya organına bakıldığında karar alma kısmının üretken olmada sıkıntı yaşadığını ve Parlamento’nun sadece tavsiye niteliğinde olmasının bu sıkıntıyı daha da arttırdığı söylenebilir. Mercosur’un yaşadığı en büyük sorun, alınan kararların uygulanmasında sözünü geçirebileceği bir organın olmaması ve egemen devletlerin kurallarının, Mercosur kurallarından daha öncelikli olarak yer almasıdır. Ortak Pazar Konseyi karar alma konusunda en yetkili organ olduğu için bu süreç çalışan eksikliğinden ve organın daha düzenli çalışmamasından, örgüt çıkarları için değil bireysel çıkarlar için hareket eden bakanlar yüzünden bu örgüt istenilen başarıyı yakalayamamıştır (Özmelek, 2017). Üye devletlerarası eşitsizlik de Mercosur’un önemli eksikliğidir. Büyük devletlerin küçük devletlere tutumu bölgede çözülmesi gereken zorlu bir sorundur (İlhan, 2019).

Buna ek olarak, bölgelerdeki enerji politikalarının bağlılıkları devletlerarası güç kabiliyetinin dengede olmaması örgütün istenilen hedeflere varamamasında büyük bir etkendir (Tüzgen, 2019). Örgüt üyelerinin bölgesel entegrasyona girme isteği az olmakla birlikte bu konudaki gücü de azalmıştır. Bu konudaki çalışmalar da yetersiz kalmaktadır (Campos, 2016).

4.3. Mercosur’un Gelecek Adımları

Mercosur’un Güney Amerika’nın en büyük ortak pazar girişimi olduğu kesindir. Ancak halen tam bir ortak pazardan söz etmek ise tam olarak olası değildir. Buna rağmen Mercosur’da son dönemde idealist ve iddialı girişimler devam etmektedir. 2002 yılında üzerinde en çok durulan konunun üye ülke vatandaşlarının tam serbest dolaşımı olmasıdır. Bu da entegrasyonun tüm zorluklara rağmen devam etmek istediğini göstermektedir (Laçiner, 2003).

Entegrasyonun önemli devleti Brezilya’nın dış politika hedefinin önceliğinin bölgesel gelişim yönünde seyretmesi organizasyon için kritik bir öneme sahiptir. Bu sebeple bir gelecek söz konusuysa Brezilya’nın etkisi kaçınılmazdır (Tüzgen, 2019).

Bölge devletlerinin hem siyasal iç karışıklıkları hem de aynı konuyu farklı açıdan ele alan başka bölgesel entegrasyonlara üyeliği Mercosur’un genişlemesinin ve bölgeselleşmesinin de önünde engel olmaktadır (Katıtaş, 2019). Mercosur, bölgesel bağımlılığa sebep olan bir organizasyon değildir, bölgesel ihracatlar için bir sıçrama tahtası olarak kendini modernize edilmesi gerektiği düşünülmektedir (Albertoni, 2019). Geleceği için bu sorunların çözümü aranmalıdır. Mercosur içerisinde modernizasyonun sağlanması adına ona güç veren anlaşmalar öncesi üyelerin “ortak müzakere” önceliğinin kaldırılması bir ihtimal daha iyi sonuçlar doğurabilir. Devletlerin müzakerelerde dış devletlerle daha rahat davranabilmesinin önü açılırsa organizasyon içerisindeki iki güç (Brezilya-Arjantin) arasında sıkışan Uruguay gibi devletlere olumlu geri dönüt sağlayabilir. Bu da bölgedeki diğer devletleri organizasyona katılmasını sağlayarak Mercosur’un genişleme sürecinin gelecekteki devamlılığının olasılığını arttıracaktır (Albertoni, 2019; Uyanık, 2021).

AB ile Mercosur arasında 20 yıllık bir müzakere sonrası karara bağlanmış olan ticaret anlaşması, Mercosur ülkeleri için önemli bir gelişme olmuştur. Ancak Güney Amerika tarafında özellikle de tarihsel olarak yüksek tarifelerle Avrupa rekabetinden korunan otomobil şirketleri, bu anlaşmanın etkilerinden çekinmektedirler. AB tarafında ise tepkiler o bölgenin yerel çiftçilerinden gelmektedir çünkü bu anlaşma çerçevesinde tarımsal ürün ithalatı Güney Amerika’dan AB’ye yapılacaktır. Her an AB’de ve Mercosur’da yer alan popülist siyaset adamlarının bu anlaşmada sorun çıkarması da halk tarafından gelecek tepkiler bağlamında bir ihtimal içerisindedir. Kanada ve Güney Amerika ile görüşmeleri devam eden serbest ticaret anlaşmalarının olması ise organizasyonun sürekli ileri ilerlemeye devam etmek istediğini göstermektedir. Organizasyondaki önemli konumları hala belirgin olan Arjantin ve Brezilya’nın şu anki ekonomik sıkıntı çektikleri dönemde kendi pazarlarını daha geniş alana açmaları, gelecekteki pozitif etkileri için önem arz etmektedir. Buradaki gelecek için kritik nokta, ‘birlik’ olarak hareket edebilir olup olamayacakları hususudur (Felter, Renwick & Chatzky, 2019).

Sonuç

Mercosur hala bölgesel entegrasyonu tam olarak sağlama çabaları içerisindedir. Buna rağmen örgütün Latin Amerika içerisinde başarılı bir örnek olmayı sürdürmeye devam ettiği açıktır. Her zaman en açık hedefi bölgeselleşme konusunda AB kadar başarılı olmak olmuştur. Bu hedef doğrultusunda eksik kaldığı noktaları giderememesinden ötürü onun geleceğinin ilerlemesi sekteye uğramıştır. 

Bu eksiklikler; en başında bulunduğu bölgedeki devletlerin ekonomik kalkınma gücünün zayıf veya hala gelişmekte oluşu, karar yetkisi bakımından aktif düzenli bir otoriteyi oluşturamamış, ‘birlik’ veya ‘bütünlük’ fikrinin üye devletler açısından benimsenmemiş, ülkelerin siyasi alanda karışıklıklara sahip olması şeklinde özetlenmektedir. 

Örgütün muhtemel gelecek senaryosunda gücünü ve tanınırlığını attırabilmesini sağlayabilecek birtakım aktörler veya etkenler bulunmaktadır. Mercosur ülkeleri içerisinde önemli konumdaki Brezilya’nın ve Arjantin’in pazarlarını dışa açmaya istekli olması devamında Mercosur’un dış devletlerle ticaret anlaşmalarını çeşitlendirmesini sağlayacaktır. Bir başka öneri, Mercosur’un modernize olması ile üye devletlerin serbest ticaret anlaşmalarında da serbest hareket edebilmesinin önünün açılması şeklindedir. 

Turizm, insan hakları gibi sosyal konulardaki Mercosur’un planlarını harekete geçirmek için yapılabilecek her bir atılım ise onları AB’nin sosyal alanlardaki uluslararası tanınırlığı düzeyine direk ulaştırmasa da az da olsa yakınlaştıracaktır. Sosyal alanda düzenlemelerin hızlı bir şekilde ilerleyebilmesinin önünü açacak faktör ise öncelikli olarak ekonomik düzeyin arttırılmasıdır.

Ezgi Güler

Merve Karademir

Uluslararası Örgütler Staj Programı

Kaynakça

Albertoni, N. (2020). El futuro posible de Mercosur. Diálogo Político, Konrad Adenauer Stiftung.

Ataseven, R. (2019). Avrupa Birliği’nin üçüncü ülkelerle yaptığı serbest ticaret anlaşmaları ve Türkiye’ye etkileri. (Yüksek Lisans Tezi). Sakarya: Sakarya Üniversitesi.

Balaban, U. (2013). Latin Amerika-Avrupa Birliği İlişkileri: Coğrafyanın Ve Kurumların Dönüşümü Üzerine. (Ed. Zengin, O.). Latin Amerika Çalıştayı. Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınları, 157-173.

Basnet, H. C., & Pradhan, G. (2017). Regional Economic Integration in Mercosur: The Role of Real and Financial Sectors. Review of Development Finance, 7(2), 107-119.

Campos, G. L. (2016). From success to failure: under what conditions did Mercosur integrate?. Journal of Economic Integration, 855-897.

MercoPress. (2021). China open to trade deal either with Uruguay or with all of Mercosur, says Ambassador. Erişim Adresi: https://en.mercopress.com/2021/05/07/china-open-to-trade-deal-either-with-uruguay-or-with-all-of-mercosur-says-ambassador (Erişim Tarihi: 21 Mayıs 2021).

Donduran, C. (2020). Bölgesel Bütünleşmeye İnşacı Bir Yaklaşım: Mercosur’un Ortaya Çıkışı ve Düşünsel Süreçler. Ekonomi İşletme Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Dergisi, 6(2), 249-260.

EUROPolitika. (2019). Ab ve Mercosur 20 Yıllık Müzakerelerden Sonra Sonunda Uzlaştılar. Erişim Adresi: http://www.europolitika.com/ab-mercosur-guney-ortak-pazari/ (Erişim Tarihi: 21 Mayıs 2021)

Felter, C. Renwick, D. & Chatzky, A. (2019). Mercosur: South America’s Fractious Trade Bloc. Council on Foreign Relations.

Hashmi, M. A. (2017). A Critical Analysis of Mercosur Countries’ Trade Relationships with the United States and China. International Business Research, 10(1), 163-171.

Katıtaş, G. (2019). Latin Amerika’da Örtüşen Bölgeselcilik. Öneri Dergisi, 14(52), 255-293.

Keskin, M. (2016). ABD’nin Müdahaleci Dış Politikası: Latin Amerika Örneği. Barış Araştırmaları ve Çatışma Çözümleri Dergisi, 4(1), 70-88.

Küntay, B. (2013). Türkiye’nin Yeni Dış Politikası Perspektifinde Latin Amerika İle İlişkileri. (Ed. Zengin, O.). Latin Amerika Çalıştayı. Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınları, 145-155.

Laçiner, S. (2003). Latin Amerika’da Bölgesel Entegrasyon Girişimleri. Avrasya Dosyası. Enerji Özel, 9(1), 299-325.

Mercosur TPR. (n.d.). Solución de Controversias. Erişim Adresi: https://www.tprmercosur.org/es/sol_contr_ini_proc_gral.htm (Erişim Tarihi: 19 Mayıs 2021 ). 

Mercosur. (n.d.). Erişim Adresi: https://www.mercosur.int (Erişim Tarihi: 22 Mayıs 2021)

Mercosur. (n.d.). Organigrama. Erişim Adresi: https://www.mercosur.int/quienes-somos/organigrama-mercosur/ (Erişim Tarihi: 18 Mayıs 2021).

Örnek, S. ve B. Mızrak. (2015). Türkiye- Latin Amerika İlişkileri: Siyaset, Ekonomi ve Enerji. (Eds. Çomak, H. Yıldırım, Z., Sancaklar C.). Enerji diplomasisi içinde. (551-570). İstanbul: Beta Basım Yayın.

Özmelek, Ö. S. (2017). Bütünleşme Bünyesindeki Kurumlar: Örnek Olay İncelemesi (MERCOSUR). Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, 9(2), 92-106.

Paiva, P., & Gazel, R. (2004). Mercosur Economic Issues: Successes, Failures and Unfinished Business. Center for Latin American Studies, (5), 1-25.

Şen, E. (2013). Mercosur Ülkelerine İhracatımız Ve Beklentiler. (Ed. Zengin, O.). Latin Amerika Çalıştayı. Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınları, 221-236.

Şentürken, S. (2018). Latin Amerika’da 2. Dünya Savaşı sonrası entegrasyon girişimlerinin karşılaştırmalı analizi. (Yüksek Lisans Tezi). Bursa: Uludağ Üniversitesi.

Torbalı, A. (2019). Yumuşak güç araçları ve ticaret devleti bağlamında Türkiye’nin değişen Latin Amerika politikası ve Arjantin ile ilişkileri. (Yüksek Lisans Tezi). İstanbul: İstanbul Medeniyet Üniversitesi.

Tüzgen, A. B. (2019). Mercosur’un Ekonomik Bölgeselleşmesi: 2006-2016 Yılları Bölge İçi Ticari İlişkilerin Analizi. International Journal of Political Science and Urban Studies, 7(Özel Sayı), 23-37.

China Daily. (2017). Uruguay Seeks to Advance FTA Talks with China. Erişim Adresi: http://www.chinadaily.com.cn/business/2017-02/03/content_28092515.htm (Erişim Tarihi: 21 Mayıs 2021)

Uyanık, Ö. (1 Nisan 2021). MERCOSUR 30 yaşında: Dünyanın beşinci büyük ekonomi bloğunun içeriği de geleceği de belirsiz. Independent Türkçe. Erişim Adresi: www.indyturk.com/node/338396/türki̇yeden-sesler/mercosur-30-yaşında-dünyanın-beşinci-büyük-ekonomik-bloğunun-içeriği (Erişim Tarihi: 21 Mayıs 2021).

Wehner, L. (2005). The EU and the US Competing for Mercosur-Trade Strategies and Political Goals. (Yüksek Lisans Tezi). Lund University.

Yetim, M. (2019). Liberal Temelde Kurumsallaşan Türkiye-Latin Amerika İlişkileri. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 19(1), 167-178.