Home Blog Page 46

Balkan Bülteni / 29 Temmuz-1 Ağustos

0

 

Bosna – Hersek / Sırp Cumhuriyeti

Dodik: Sırp Cumhuriyeti ve Kurumları Vekalet Olmaksızın Schmidt ile İş Birliği Yapmayacak

  • Bosna Hersek Devlet Başkanlığı Konseyi Milorad Dodik, Christian Schmidt’in atanmasının prosedüre uygun olmadığını ve hiçbir şekilde meşruiyetinin olmadığını ve bu sebeple kendisini yüksek temsilci olarak kabul etmeyeceklerini belirtti.
  • Dodik, Sırp Cumhuriyeti’nin yanı sıra Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin de Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin kapatılması gerekliliği hakkındaki görüşlerini de aktardı.
  • Siyasi birliğin korunması gerektiğini ve Sırp Cumhuriyeti’nin tepkisinin daha da güçlü olacağını söyledi.

Kaynak: Rtrs

Tarih: 01.08.2021

 

Kosova

Dışişleri Bakanı Üsküp’te

  • Dışişleri ve Diaspora Bakanı Donika Gërvalla, Üsküp’e resmi bir ziyarette bulundu.
  • Bu ziyaret, Gërvalla’nın Kuzey Makedonya’ya ilk resmi ziyareti olacak.
  • Bakan Donika Gërvalla, Cumhurbaşkanı Stevi Pendarovski, Meclis Başkanı Xhafer Tahiri, Başbakan Zoran Zaev, Başbakan Birinci Yardımcısı Artan Grubi ve Dışişleri Bakanı Bujar Osmani gibi yöneticiler ile görüşme sağlayacak.
  • Görüşülecek temel konular; siyasi, ekonomik, savunma ve diğer ortak çıkar alanlarında dostane ikili ilişkilerin geliştirilmesi olacak.
  • Bunların dışında, yerel kurumlarla temaslar ve sürdüreceği diğer kültürel faaliyetlerle birlikte yoğun bir ziyaret gündemi olacak.

Kaynak: Kosova Haber

Tarih: 31.07.2021

 

Kosova, Türkiye’nin Yanında

  • Kosova Meclis Başkanı Glauk Konjufca, yangında hayatını kaybedenlerin ve verdiği zararın ardından Türkiye devletinin derin acısını ve üzüntüsünü paylaştığını açıkladı.
  • Konjufca, sosyal medya paylaşımında, “Bu felakette hayatını kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyoruz.” dedi.
  • Cumhurbaşkanı Vjosa Osmani de Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan’a bir dayanışma telgrafı gönderdi.
  • Osmani gönderdiği telgrafta, “Ülke en yıkıcı yangınlardan bazılarıyla karşı karşıya olduğu için Kosova Cumhuriyeti, Türkiye halkıyla tam dayanışma içindedir.” diye belirtti.

Kaynak: Kosova Haber

Tarih: 31.07.2021

 

Sırbistan

Sırp Muhalefeti: Açık Balkan Güvenle “Büyük Arnavutluk” Olarak Adlandırılabilir

  • 29 Temmuz’da Üsküp’te imzalanan Sırbistan, Kuzey Makedonya ve Arnavutluk arasında serbest bir ekonomik bölge oluşturulmasına ilişkin anlaşma, “Arnavutluk ile Kosova arasında daha yakın ekonomik etkileşime ve daha sonra tek bir devlete entegrasyonuna” katkıda bulunacak. Bu, Sırp muhalefet hareketi “Kurtuluş” lideri Mladjan Djordjeviç tarafından belirtildi.
  • Beta haber ajansı Djordjevic’in aktardığına göre, “Bu anlamda mini Schengen’in yeni adı Büyük Arnavutluk” olabilir açıklamasında bulundu.
  • Muhalif siyasetçiye göre, Üsküp’te Açık Balkan olarak yeniden adlandırılan yeni bölgesel birlik Sırp ekonomisine gerçek bir fayda getirmeyecek.
  • Mlajan Corceviç, “Kurtuluş Hareketi, Priştine’nin bu girişime katılmasına da karşı çıkıyor, çünkü bu, Sırp Anayasası ve BM Güvenlik Konseyi’nin 1244 sayılı Kararı’nın büyük bir ihlalini teşkil edecek” diye ekledi.
  • 29 Temmuz’da Üsküp’te Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandr Vucic ile Arnavutluk ve Kuzey Makedonya Başbakanları Edi Rama ve Zoran Zaev’in resmi olarak Açık Balkan olarak adlandırılan bölgesel bir serbest ticaret bölgesinin oluşturulması konusunda bir anlaşma imzaladığını hatırlayın. Daha önce, bu girişim “mini-Schengen” olarak biliniyordu.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 30.07.2021

 

Vucic, Erdoğan ile Kosova Sorununu Görüştü

  • 30 Temmuz’da Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile telefon görüşmesi yaptı.
  • Arnavut haber ajansı Telegrafi’ye göre Vuciç Türk liderin, Erdoğan’ın hemen kabul ettiği Kosova ile Sırbistan arasındaki diyaloğu desteklemesini beklediğini söyledi.
  • Türk liderin daha önce Kosova’nın yeniden tanınması için lobi yapacağına söz verdiğini hatırlatacağız. Erdoğan, ABD Başkanı Joe Biden’ın Kosova sorununu bu sonbaharda BM Genel Kurulu’nda gündeme getirmesini umduğunu da dile getirdi.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 30.07.2021

 

Dış Aktörler

Yunanistan, Ürdün ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Liderleri Atina’da Bir Araya Geldi

  • Yunanistan, Ürdün ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) liderleri Yunanistan’ın başkenti Atina’da, ilişkilerini güçlendirme konusunda görüşmek üzere bir araya geldi.
  • Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, Ürdün Kralı 2. Abdullah ve GKRY lideri Nikos Anastasiadis’in katıldığı toplantı sonunda yapılan ortak açıklamada, üç liderin, aralarındaki koordinasyon mekanizması kapsamında, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) dönemi sonrasında ortaklık ilişkilerini güçlendirmek amacıyla Atina’da bir araya geldiği ifade edildi.
  • Başlıca gündem maddesini barış ve istikrarla ilgili konuların oluşturduğu ifade edilen üçlü toplantıda, Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Libya’nın yanı sıra Kıbrıs ile Filistin meselelerinin ele alındığı aktarıldı.

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 29.07.2021

 

“Açık Balkan”da İlk İmzalar Atıldı

  • Başkent Üsküp’te düzenlenen Ekonomik Forumu’nda daha önce “Mini Schengen” olarak adlandırılan girişimin yeni ismi “Open Balkan” (Açık Balkan) olarak değiştirildi.
  • Kuzey Makedonya Başbakanı Zoran Zaev, Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuçiç ve Arnavutluk Başbakanı Rama, bölgesel iş birliğini teşvik etmek için güçlü bir ivme sağlamak amacıyla “Açık Balkan” içinde ilk resmi belgeleri imzaladı.
  • Üç lider, Batı Balkanlar’da Afetten Korunma ve Kurtarma İşbirliği Anlaşması, Batı Balkanlar’da İşgücü Piyasasına Serbest Erişime İlişkin İşbirliği Mutabakat Muhtırası ve Batı Balkanlar’da Malların İthalat, İhracat ve Dolaşımının Kolaylaştırılmasına İlişkin İşbirliği Mutabakat Muhtırası’nı imzaladı.
  • Bu Mutabakat Muhtırası’nın en önemli faydalarından biri, gümrük ve diğer yetkili makamlar arasında veri alışverişi yoluyla malların ithalatı, ihracatı ve transit geçişi ile ilgili prosedürlerin mümkün olduğunca basitleştirilmesi.

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 29.07.2021

 

AB, Sırbistan, İngiltere ve Macaristan’dan Türkiye’ye Taziye Mesajları

  • Avrupa Birliği, Sırbistan, İngiltere ve Macaristan’dan Türkiye’deki orman yangınları nedeniyle başsağlığı ve destek mesajları paylaşıldı. Ukrayna ise yangınlarla mücadele için 2 uçak ile özel ekip gönderdi.
  • AB Türkiye Delegasyonunun Twitter hesabından yapılan paylaşımda, Türkiye’nin farklı yerlerinde meydana gelen orman yangınlarından derin üzüntü duyulduğu belirtilerek, “Yangınlarda hayatını kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı, yangını söndürmek için mücadele eden ekiplere kolaylıklar diliyoruz. Avrupa Birliği Türkiye’nin acısını paylaşıyor.” ifadeleri kullanıldı. Sırbistan, Macaristan ve İngiltere de devam etmekte olan yangınlar için geçmiş olsun dileklerini ve hayatını kaybeden vatandaşlar için taziyelerini iletti.
  • Ukrayna ise orman yangınlarıyla mücadeleye destek için Türkiye’ye 2 AN-32 P tipi uçak ile özel destek ekibi gönderdi.

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 29.07.2021

 

TUİÇ Balkan Stajyerleri: Dilek Keçeci, Şamil Orhan, Rümeysa Güner, Aybüke Koçak ve Hatice Deniz Hızal

 

 

 

 

 

 

Haftanın Öne Çıkanları

0

DÜNYA YANGINLARA TESLİM OLDU (30.07.2021)

Dünyamız, her geçen gün artan yangınlara tanık oluyor. Uzmanların iklim krizine yorduğu bu artış, birçok ülkede şiddetini devam ettiriyor. Temmuz ayında Kanada, ABD, Rusya ve Avrupa ülkelerinde çıkan yangınlara Türkiye’nin dört bir yanından yükselen alevler de eklendi.

Balkan Bülteni/ 26-28 Temmuz

0

 

Bosna – Hersek / Sırp Cumhuriyeti

Grujiciç’ten Vatandaşlara Birlik ve Demokrasinin Savunulması Çağrısı

  • Srebrenitsa Belediye Başkanı Mladen Grujiciç ve Sırp Cumhuriyeti siyasi partileri ve dernek temsilcileri, Sırpları birleştirmeye ve görevden ayrılan Bosna Hersek Yüksek Temsilcisi Valentin Inzko’nun dayatma kararına karşı bir dilekçe imzalamaya çağırdı.
  • Eski Yüksek Temsilci’nin bu dayatmasının insan haklarına ve anayasaya aykırı olduğu belirten Grujiciç, Orta Çağ medeniyetine dönüşü engellemeye çalıştıklarını ve bu konuda da vatandaşların duyarlı olması gerektiğini belirtti.
  • Sırp Cumhuriyeti merkezli tüm meclis partilerinin liderleri 26 Temmuz Pazartesi günü Banja Luka’da yaptıkları toplantıda BH düzeyinde herhangi bir dayatmayı reddettiler.
  • BH Cumhurbaşkanlığı’nın Sırp üyesi Milorad Dodik, soykırımın inkarının yasaklanmasına ilişkin yasanın uygulanmasını kabul etmeyen bir dilekçenin imzalanmasını resmen başlattı. Dilekçede, Srebrenitsa’da hiçbir soykırımın yaşanmadığı görüşü ifade edilmektedir.

Kaynak: Rtrs

Tarih: 28.07.2021

 

Kosova

İkinci Altın Madalya

  • Judoda Fransız Sara Leon Sirike’yi mağlup eden Nora Gjakova zafere ulaşarak Kosova’ya ikinci altın madalyayı getirdi.
  • Kosova, 2016 yılında Majlinda Kelmendi de dâhil olmak üzere iki Olimpiyatta iki altın madalya almıştı.
  • Bu sene yapılan olimpiyat sonucunda da üçüncü madalyayı elde edilmiş oldu.

Kaynak: Panorama.al

Tarih: 26.07.2021

 

Kosova ile Diyalog Önemli

  • Avrupa Birliği’nin Sırbistan Büyükelçisi Sam Fabrizi, Sırbistan ile Kosova arasındaki diyaloğun Sırbistan’ın Avrupa Birliği üyeliği için önemli bir unsur olduğunu dile getirdi.
  • Kosova Başbakanı Albin Kurti ile Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic arasındaki son tur müzakereler 19 Temmuz’da Brüksel’de gerçekleşmişti.
  • Taraflar, sürecin ilerlememesi konusunda birbirlerini isteksizlikle suçladılar fakat müzakerelere eylül ayında devam etmeyi kabul ettiler.
  • Sırbistan, AB üyelik müzakerelerinde birkaç fasıl açtı. Diğer Batı Balkan ülkelerinden Karadağ da üyelik müzakerelerine başladı.

Kaynak: Panorama.al

Tarih: 28.07.2021

 

Sırbistan

Vucic, Arnavutluk Başbakanı ile Üsküp’te Bir Araya Geldi

  • 28 Temmuz’da Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandr Vucic, Kuzey Makedonya Başbakanı Zoran Zaev’i ziyaret ederek Arnavutluk Başbakanı Edi Rama ile bir araya geldi.
  • Arnavut haber ajansı Telegrafi Maqedoni tarafından bildirildiği üzere, toplantı bir ‘Balkan mini-Schengen’ yaratma projesinin tartışılmasına ayrıldı. Üsküp Belediye Başkanı Petre Shilegov, tartışmaya devlet başkanlarıyla birlikte katıldı.
  • 28 Temmuz Üsküp Ekonomi Forumu’nun ilk günüydü. Liderlerin görüşmesi resmi olmayan bir atmosferde Üsküp’teki Makedonya Meydanı’ndaki bir restoranda gerçekleşti.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 28.07.2021

 

Sırp Mafyası Başkan Vucic ile Olan Bağlarını Anlattı

  • Arnavut gazeteciler, Index.hr’deki Sırp meslektaşlarından, Sırp mafyasının holigan hayranlarının saflarından ünlü lideri Velya Nevola olarak bilinen Velko Belivuk’un Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandr Vucic ile bağlarını açıkladığını öğrenmekten memnun oldular.
  • Belivuk’un 2021 Şubat ayında tekrar tutuklanmasına rağmen savcılığın 30 Temmuz Cuma gününe kadar kendisine suçlamada bulunmayacağı bildirildi. Bu arada mafya lideri, Sırp İlerleme Partisi’nin diğer liderlerine Sırbistan İçişleri Bakanı Alexander Vulin’e Vucic’e karşı ‘inanılmaz suçlamalar’ ileri sürmeyi çoktan başardı.
  • İddiaya göre geçen hafta Belivuk savcıya Vucic ve en yakın ortaklarının hizmet için kendisine başvurduğunu söyledi. Örneğin, maçlarda iftira niteliğinde tezahüratlar yapmayın. Ancak daha ciddi suçlamalar da vardı – iddiaya göre Vucic’in emrindeki holiganlar, hükümet karşıtı protestolara katılanları korkuttu ve ayrıca CarGo uygulamasını protesto eden taksi şoförlerine baskı yaptı.
  • Belivuk’un savcıyla diyaloğunun bir dökümü yolsuzlukla mücadele ağı KRIC tarafından yayınlandı.
  • Belivuk’un uşaklarının ‘katliam’ adı verilen özel bir evde insan eti pişirdiği, işkence ve cinayet izlerini gizlemek istediği bildiriliyor. Polis, DNA analizinden sonra bu sonuca vardı. Belivuk’un uşaklarının, Bosna-Hersek sınırına yakın kiralık bir villada kurbanlarına vahşice işkence yaptıkları bildirildi.
  • Vucic’in kendisi faille herhangi bir bağlantısı olduğunu reddediyor. Duruşma öncesi gözaltı merkezinde bir suç grubunun 31 üyesi var.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 28.07.2021

 

Dış Aktörler

Yunanistan Unsurlarınca Türk Kara Sularına Geri İtilen 388 Sığınmacı Kurtarıldı

  • İzmir’in Dikili, Seferihisar, Foça ve Çeşme ilçeleri açıklarında farklı zamanlarda Yunanistan unsurlarınca Türk kara sularına geri itilen ve tekne içerisinde mahsur kalan 388 sığınmacı kurtarıldı, 2 kişi organizatör olduğu iddiasıyla yakalandı.
  • Sahil Güvenlik Komutanlığı ekipleri, 17-20 Temmuz tarihleri arasında Dikili açıklarında, Yunanistan unsurlarınca Türk kara sularına geri itildiği belirlenen 78 sığınmacıyı kurtardı. Ekiplerce, 18-21 Temmuz tarihleri arasında Seferihisar açıklarında Yunanistan unsurlarınca Türk kara sularına itildikleri belirlenen toplam 217 sığınmacı kurtarılırken, 2 şüpheli yaşa dışı geçişi organize ettiği iddiasıyla yakalandı. 22 Temmuz tarihinde de Foça ilçesi açıklarında geri itilen 26 sığınmacı karaya çıkarıldı. Çeşme ilçesinde yelkenli teknenin içinde mahsur kalarak yardım isteyen 67 yabancı uyruklu kurtarıldı.
  • Kurtarılan toplam 388 sığınmacı işlemlerinin ardından İl Göç İdaresi Müdürlüğüne teslim edildi.

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 27/07/2021

 

Fabrizi: “Müzakereler Sırbistan’ın AB üyeliği için Önemli Bir Unsurdur”

  • Avrupa Birliği (AB) Sırbistan Büyükelçisi Sem Fabrizi, müzakerelerin, Sırbistan’ın AB üyeliği için kilit bir unsur olduğunu ve Brüksel’in Sırbistan’a yönelik şartlarının sabit olduğunu ve değişmediğini vurguladı.
  • Fabrizi, “Kosova-Sırbistan Müzakereleri kapsamında gerçekleştirilen son görüşme, bugüne kadarki en zor görüşme olmuş olabilir. Her iki taraf da taahhütte bulunmalıdır. Müzakereler, bölgesel istikrarın sağlanması ve Sırbistan’ın AB üyeliği için kilit bir unsurdur. AB, müzakere sürecinin başarılı bir şekilde sürdürülebilmesi için elinden geleni yapıyor” ifadelerini kullandı.
  • Fabrizi ayrıca, 2021 Eylül ayında Sırbistan’ın iktidar ve muhalefet partileri ile Avrupa Parlamentosu üyeleri arasında yapılacak bir sonraki toplantıda bazı noktalarda anlaşmaya varabilecek somut fikirler beklediğini ifade etti.

Kaynak: Kosova Haber

Tarih: 28.07.2021

 

Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev: Bulgaristan AB Genişlemesinin En Büyük Taraftarı

  • Cumhurbaşkanı Rumen Radev ve Avusturyalı mevkidaşı Alexander Van der Bellen arasında Salzburg’ta yapılan görüşmede Batı Balkanlar konusu ele alındı.
  • Rumen Radev, “AB genişlemesinin en büyük taraftarı olan Bulgaristan, Bulgar öz bilincine sahip Kuzey Makedonya vatandaşlarının haklarının ihlal edilmesine müsaade edemez” şeklinde konuştu.
  • AB’nin iklime zararsız olması hedefine ilişkin iki cumhurbaşkanı sera gazları emisyonlarının sınırlandırılmasının çevre ve insan sağlığını iyi yönde etkileyeceği konusunda hemfikir oldu.
  • Rumen Radev, “Geçiş süreci üye olan bütün devletler için adil olmalı ve daha az gelişmiş devletlerin enerji ve ekonomisinde bunalıma yol açılmamalı” sözlerini kullandı.

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 27/07/2021

 

Varhelyi: “Avrupa Komisyonu ve Sırbistan Diyaloğu Çevre ve İklim Konularına Odaklanıyor”

  • Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Oliver Várhelyi yaptığı açıklamada, çevre ve iklim korumanın öneminin Sırbistan ile Avrupa Komisyonu (AK) arasındaki siyasi diyalogun odak noktasında olduğunu ifade etti.
  • Várhelyi, AB’nin mali yardım da dahil olmak üzere Sırbistan’ın çevre ve iklim konusundaki mevzuatını uyumlaştırmaya tam destek verdiğini söyledi. Bloğun kapasite geliştirmeye, çevresel altyapıya yatırımlara ve sivil toplumun eylemine odaklandığını da sözlerine ekledi.
  • Varhelyi, “Ekim 2020 tarihli Sırbistan hakkındaki son raporda, çevresel etki değerlendirmesi, su yönetimi, atık yönetimi ve hava kirliliği alanlarındaki eksiklikleri ele alan somut tavsiyeler formüle edildi. Komisyon, yargının güçlendirilmesine ve ülkedeki çevre koruma denetimine ve Çevre Suçları Direktifi’nin uygulanmasına ilişkin kayıtların oluşturulmasına odaklanıyor” ifadelerini kullandı.

Kaynak: N1

Tarih: 28.07.2021

 

Vuçiç, Zaev ve Rama “Mini Schengen” için Buluşacak

  • Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuçiç, Kuzey Makedonya Cumhurbaşkanı Zoran Zaev ve Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, bugün “Mini Schengen“ isimli iş birliği inisiyatifi çerçevesinde buluşacak.
  • Vuçiç, Zaev ve Rama, Sırbistan, Kuzey Makedonya ve Arnavutluk Ticaret Odası organizasyonunda bölgesel iş birliği için Ekonomik Forum’a katılacak.
  • Geçen hafta Vuçiç, bölgesel Ekonomik Forum’da “Mini Schengen” inisiyatifinin isminin değiştirileceğini, üç sözleşmenin imzalanacağını ve sınır geçişlerinde bölgede yaşayanlar “hızlı geçişlerin” yapılacağını belirtti.
  • Sözleşmelerin içeriği ticaret, çalışma izni ve yangın, sel ve diğer doğal afetler olasılığında ülkelerin birbirine yardımcı olması ile ilgili.

Kaynak: Balkan News

Tarih: 28/07/2021

 

TUİÇ Balkan Stajyerleri: Dilek Keçeci, Rümeysa Güner, Şamil Orhan, Aybüke Koçak ve Hatice Deniz Hızal

 

Post-Kolonyalist Bakış Açısından Latin Amerika’da Bağımsızlık Süreci

Özet

Postkolonyalizm, sömürgeciliğin ve emperyalizmin kültürel mirasının, sömürgeleştirilmiş insanların ve topraklarının kontrolü ve sömürülmesinin insani sonuçlarına odaklanan eleştirel bir akademik çalışmasıdır. Daha spesifik olarak, (genellikle Avrupalı) emperyal gücün tarihi, kültürü, edebiyatı ve söyleminin eleştirel bir teori analizidir. Daha derin bir düzeyde postkolonyalizm, sömürgeciyi ve sömürgeleştirileni çevreleyen sosyal, siyasi ve kültürel anlatılar da dahil olmak üzere, sömürgeciliği ve yeni sömürgeciliği destekleyen sosyal ve siyasi güç ilişkilerini inceler. Latin Amerika’da bu bağlamda açıklanabilecek örnek durumlardan birisidir.

Latin Amerika’nın çoğu İspanya tarafından sömürgeleştirilmiş olsa da Portekiz ve Fransa ülkelerinin de bölge üzerinde büyük etkileri olmuştur. Savaş ve hastalık nedeniyle yerli nüfus yok edilmiştir. Avrupa ülkelerinin ücretsiz emek talebi, onları Afrika köle ticaretine girmeye yöneltmiştir. Sömürgecilik sonrasında yönetimlerinde ve ekonomilerinde büyük hasar almışlardır.

18. yüzyılın sonlarında ve 19. yüzyılın başlarında Latin Amerika halkı bağımsızlık için savaşmaya başlamıştır. 1898’de tüm Latin Amerika ülkeleri bağımsız uluslar haline gelmiştir. Fakat bu bağımsızlık sürecinde ve sonrasında sömürgeciliğin etkileri birçok konuda kendini göstermeye devam etmiştir (siyasi, ekonomik, toplumsal, kültürel). Bu yazıda ele alınan temel nokta sömürge sonrası bakış açısından Latin Amerika’nın incelenmesidir.

Anahtar Sözcükler: Post-kolonyal olgu, Kültür ve Kimlik Değişimi, Batı Etkisi, Bağımsızlık Süreci, Neokolonyalizm.

Abstract

Postcolonialism is a critical academic study of the cultural legacy of colonialism and imperialism, focusing on the human consequences of the control and exploitation of colonized people and their lands. More specifically, it is a critical theoretical analysis of the history, culture, literature, and discourse of (usually European) imperial power. At a deeper level, postcolonialism examines the social and political power relations that underpin colonialism and neocolonialism, including the social, political, and cultural narratives surrounding the colonizer and the colonized. Latin America is one of the exemplary situations that can be explained in this context. While most of Latin America was colonized by Spain, the countries of Portugal and France also had major influences on the region. Due to war and disease, the indigenous population was destroyed. The demand for free labor of European countries led them to enter the African slave trade. After colonialism, they received great damage in their administration and economy. In the late 18th and early 19th centuries, the people of Latin America began to fight for independence. In 1898, all Latin American countries became independent nations. However, during and after this independence period, the effects of colonialism continued to manifest itself in many issues (political, economic, social, cultural). The main point discussed in this article is the study of Latin America from a post-colonial perspective.

Keywords: Post-colonial phenomenon, Culture and Identity Change, Western Influence, Independence Process, Neocolonialism.

Giriş

Post anlam olarak bir şeyden sonrası manasına geldiği için post-kolonyalizm kavramı kolonyalizm sonrası döneme işaret etmektedir. Başka bir söyleyişle, tarihte bir dönem kolonyalizm politikasına maruz kalan Amerika, Asya ve Afrika ülkelerinin toplumları arasındaki tarihsel ve kültürel ilişkilere ve bu ilişkilerin günümüzdeki yansımalarına işaret etmektedir.

Kolonyalizm süreci boyunca Avrupa devletleri zayıf ülkelerin (3. Dünya ülkeleri) önemli kaynaklarını kendi amaçları doğrultusunda kullanmakla beraber o bölgelerde kendi egemenliklerini de sağlamışlardır. Bu sayede kendi değerleri de o bölgelere yayılmıştır. Bu durum yerel halkın birçok değerinin değişmesine hatta tamamen yok olmasına sebep olmuştur. Bunu yapan güçlü ve sömürgeci ülkelere kolonici, bu güce maruz kalan ve değişim yapan ülkelere ise kolonize denmektedir. Koloni dönemi boyunca Avrupa ülkeleri kendini ekonomik anlamda fazlasıyla geliştirmiş ve bu dönem çoğunlukla burjuva sınıfına hizmet etmiştir. Başlarda kaynak olarak kullanılan koloni bölgeleri sonralarda ticari açıdan bir pazar haline dönüşmüş ve Avrupa’nın kendi ürünleri için doğal bir tüketici haline gelmiştir. Bu sürecin en yoğun yaşandığı dönem ise coğrafi keşiflerdir. Amerika’nın keşfi, Afrika kıtasının deniz yoluyla aşılması, pusulanın kullanılması gibi önemli gelişmeler sonucu burjuva sınıfı yeni pazarlar fazlasıyla zenginleşmiştir. Burjuvanın yerli üreticilerin ürettiğinden daha hızlı ve ucuz mallar yapması sonucu yerli üretici kendi yerinden olmuştur. Engels ve Marx gibi düşünürlere göre İngiliz burjuvazisinin Hindistan’ın yerli kumaş üreticilerini yok ederek kendi burjuva karakterini buraya adapte etmesi en temel örneklerden biridir. Bu koloni dönemi boyunca ise Avrupalıların gerçekleştirdikleri faaliyetleri savunmak için öne sürdükleri düşünce “medeniyeti taşımak”tır.

Avrupalılara göre 3. Dünya ülkeleri geri kalmış ve gelişememiş toplumlardır. Onlar da bu ülkeleri kendi kolonileri haline getirerek onlara medeniyet götürdüklerini çünkü onların kendi kendilerini idame ettirecek kapasiteye sahip olmadığını savunmuşlardır. Medeniyete sahip olma ve üst bir toplum olma algısı kolonyalizm sürecini meşrulaştırmaya çalışan düşüncelerin başında gelmektedir.

1. Post-Kolonyalizm

Postkolonyalizm, dünyanın daha önce sömürgeleştirilmiş bölgelerindeki toplumların, hükümetlerin ve halkların uluslararası ilişkileri nasıl deneyimlediğini inceler. Postkolonyal bilim adamları tarafından ‘post’un kullanılması, hiçbir şekilde kolonyal yönetimin etkilerinin veya etkilerinin artık çok geride kaldığını göstermez. Daha ziyade, sömürge ve emperyal tarihlerin, dünya hakkında sömürgeci bir düşünce biçimini şekillendirmede ve Batılı iktidar biçimlerinin Batılı olmayan dünyayı nasıl marjinalleştirdiğinin hala etkisine vurgu yapmaktadır (Nair, 2018). Postkolonyalizm sadece dünyayı olduğu gibi değil, olması gerektiği gibi anlamakla da ilgilenir. Küresel güç ve servet birikimindeki eşitsizliklerle ve neden bazı devletlerin ve grupların diğerleri üzerinde bu kadar çok güç uyguladığıyla ilgilenir. Postkolonyalizm, bunun gibi meseleleri gündeme getirerek diğer uluslararası ilişkiler teorilerine farklı sorular sorar ve sadece alternatif tarih okumalarına değil, aynı zamanda güncel olaylar ve meselelere dair alternatif bakış açılarına da izin verir. Postkolonyalizmin ana temalarından biri Batı’nın, Batı dışı algılarının Avrupa sömürgeciliği ve emperyalizminin mirasının bir sonucu olduğudur. Söylemler (yazılı veya sözlü) Batılı olmayan devletleri ve halkları “öteki” veya Batı’dan farklı, genellikle onları daha aşağı gibi gösterecek şekilde inşa etmiştir. Bunu yaparken Avrupa güçlerinin medeniyet getirme veya ilerleme adına diğer halklar üzerindeki egemenliklerini haklı çıkarmasına yardımcı olmuşlardır. Postkolonyalizmi daha iyi anlamak için belirli güç ilişkilerini doğal ve hatta kaçınılmaz kılan söylemleri ele alabiliriz. Postkolonyalizm, Uluslararası İlişkilerdeki kilit konuları, iktidar söylemlerini oluşturan unsurlar olarak görür. “Bu söylem nosyonu, akademisyenlerin dünya ve onun sorunları hakkında düşünmek için, realizm ve liberalizm gibi geleneksel Uluslararası İlişkiler teorilerini yönlendiren ampirik olarak doğrulanabilir ve olgulara dayalı sorgulamada yer almayan bir referans çerçevesi kullanmalarına izin verir” (Prakash, 1995). Değişen dünya düzeniyle birlikte yani sömürgeciliğin sona ermesiyle yeni tahakküm biçimleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Postkolonyalizm bu yüzden sömürgeciliği anmaz, sömürgeciliğe karşı kazanılan zaferleri anar ve destek verir. Robert Young (2001, s. 23), poskolonyalizmi anlattığı kitabında postkolonyal teoriyi şu şekilde tasvir eder: “Hâkim emperyalizm ideolojinin karşısındaki sömürgecilik karşıtı kültürel direniş pratikleri bilgi üretim süreçlerinin eleştirel çözümlemelerini ortaya koymaya teşvik eder”.

Siyasi İdeolojiler adlı kitabında Andrew Heywood (1992, s. 359) postkolonyalizmi şöyle tanımlar: “Postkolonyalizm, yeni bağımsız olmuş toplumlara özgü kültürel koşullara hitap etmenin arayışı içindeki edebi ve kültürel araştırmalarda bir eğilim olarak ortaya çıkmıştır. Amacı, öncelikle, ‘içsel’ boyun eğdirmenin sömürgeciliğin siyasi yapılarının ortadan kaldırılmasından çok sonra bile devam edebildiğini kabul ederek, sömürge hükümranlığının kültürel ve psikolojik boyutlarını sergilemek ve yıkmak olmuştur. Dolayısıyla post-kolonyalizmin ana itici gücü Batılı olmayan ve bazen de Batı karşıtı olan siyasi fikirlerin ve geleneklerin meşruluğunu kurumsallaştırmak olmuştur. Böylelikle de post-kolonyalizm gelişmekte olan dünyaya, liberalizmin ve sosyalizmin evrenselci iddialarından ayrı bir siyasi ses kazandırmaya çalışmıştır”.

Postkolonyal teorinin ortaya çıkmasında sömürge yönetimi altında kalmış ülkelerin her yönden baskıya maruz kalması, yerli kültürün değersizleştirilmesi ve Batıya ait değer ve yargıların ötesine geçerek bunların reddini gösteren bir sistem arayışının içine girilmesi önemli etkenler arasındadır. Postkolonyal teorinin ortaya çıkış süreci iki dünya savaşıyla ivme kazanmıştır. İki dünya savaşının maddi ve manevi yıkımından dolayı sömürge sahibi ülkeler sömürgelerinin üzerindeki denetimi ister istemez kaybetmeye başladılar. Denetimin kaybolması ve diğer etkenlerle birlikte meydana gelen olaylar birçok ülkenin bağımsızlıklarını kazanmalarına olanak sağlamıştır. Irksal eşitsizlik ve ekonomik sömürü, sömürge ayaklanmalarının başlıca nedenleridir. Bunlara karşı durulmasını sağlayan başlıca hedeflerde sömürüye başkaldıranlara özgürlük, kendi kaderini tayin hakkı, bağımsızlık ve eşitlik gibi ideallerin eşlik ettiği görülür.

Postkolonyal teorinin özünde de bu ideallerin getirdikleri yatar. Postkolonyal teori genel bir çerçevede değerlendirildiğinde kolonyal dönemin geride bıraktığı etkileri araştırma noktasında özellikle de sömürge döneminden geriye kalan ülkelerin durumları üzerinde durarak yapar.

Postkolonyal çalışmalarda ortaya çıkan gerçekler şunlardır: Bir ülke, özellikle de Batı kültüründen gelen devletler, kendilerini diğer ülkelerden -özellikle Asya, Afrika, Latin Amerika, Ortadoğu gibi- daha üstün görme eğilimindedirler. Bahsi geçen Asya, Afrika, Latin Amerika veya Ortadoğu’ya ait ülkeler, Batı ülkelerinin sömürüsüne ve baskısına maruz kalmışlardır.

Postkolonyal çalışmalar, kolonyalizm politikalarına maruz kalmış toplumlarla kendini diğerinden daha üstün gören toplumlar arasındaki ilişkilerin geçmişlerini irdeleyerek bugüne nasıl yansıdığını inceler. Bu incelemeler arasında toplumların ve kitlelerin siyasi, ekonomik, toplumsal ve sosyal yapıları yansıtırken buradaki en önemli nokta kolonileşmeden bugüne kadar geçen süredeki kimliksel ve kültürel etkiler sorunsalı olacaktır.

2. Latin Amerika Bağımsızlık Süreci 

Latin Amerika tarihinin ortak noktası sömürgeciliktir ve bu tarih sömürgecilikle mücadeleyi de içerir. Latin Amerika’nın sömürgeleştirilme tarihi buranın yeni bir kıta olduğunun anlaşılması ve bölgede önemli zenginliklerin olduğunun anlaşılması ile başlamıştır. Bu aşamadan sonra kıtaya sömürge güçler egemen olmuştur. Sömürge güçleri kıtayı bulduklarında burada üç uygarlık bulunmaktadır: Maya Aztek ve İnka. Sömürgeleştirmeden sonra yerli halksa öldürülmüş köleleştirilmiş ve mallarına el konulmuştur. Ayrıca yerli halk Hristiyanlaştırılmıştır (Bethell, 1987). Kıta keşfedildiğinde yerli nüfus 70 milyon civarındadır ancak 16. yy. başında 3,5 milyona düşmüştür (Bethell, 1987). Latin Amerika’da kıtanın keşfinden 19. yüzyıla kadar egemen olan başlıca iki güç vardır. Bu güçler İspanya ve Portekiz’dir. Brezilya hariç tüm topraklar İspanya sömürgesidir. Bağımsızlık Savaşları dönemi, Latin Amerika kıtasının bugünkü siyasi haritasının ana hatlarıyla şekillendiği dönemdir. Kıta halkları 1800’lerin başlarında verdikleri mücadelelerle 1830’lu yıllarda arka arkaya bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Bağımsızlık savaşlarının en önemli sonucu ise bu gün hala etkisi devam eden Bolivarcılıktır. Bolivarcılık, Latin Amerika ülkelerinin sömürgeciliğe/emperyalizme karşı ortak bir cephe olarak mücadele etmek zorunda olduklarını öğütleyen bir ideolojidir (Yarar, 2013). Latin Amerika’daki bağımsızlık hareketini etkileyen temel olaylar içerisinde “Amerikan İhtilali”, “İngiltere’nin İspanyol sömürgelerini kışkırtması” ve “Napolyon’un İspanya’yı işgali” bulunur. Bağımsızlık hareketlerini başlatan temel olayda Napolyon’un İspanya’yı işgalidir. Bu işgal sonrası tahttan indirilen 7. Ferdinand taraftarlarınca kurulan cuntalar bağımsızlık yolunda ilk adım olacaktır. Bağımsızlık hareketleri cuntalar tarafından başlatılmış ve bu nedenle liderler de genelde asker kökenli olmuştur. Bu bağımsızlık mücadeleleri sonucunda Peru 1824 yılında, Ekvator 1822 yılında (Büyük Kolombiya Devleti’ne katıldı) Uruguay 1828 yılında, Panama 1821 yılında, Meksika 1824 yılında, Venezuela ve Kolombiya ise 1819 yılında Büyük Kolombiya devleti olarak bağımsızlıklarını kazanmışlardır.

3. Post Kolonyalist Bakış Açısından Latin Amerika

Postkolonyal çalışmaların merkezinde insan ve kültür olgusu vardır. Bu alandaki çalışmalar insan ve kültür kavramlarını değerlendirirken yaşadığı toplumu, dönemi, insan ve ülkeler arası ilişkileri, tarihsel olayları da sürece katar. Bu nedenle de Latin Amerika’nın bağımsızlık sürecinde yaşadığı tarihi olaylar da bu bağlamda önem taşımaktadır. “İnsan” kültürel çalışmaların birincil ve önemli bir parçasıdır. Dolayısıyla postkolonyal çalışmalar insan ve birey merkezlidir. Olayları değerlendirirken bireyi / kişiyi merkezin çekirdeğine koyar (Ashcroft, Griffiths ve Tiffin, 2000).

Örneğin Meksika’da yaşayan insanların sömürgecilik dönemlerinden ne şekilde etkilendiği buradaki önemli bir husustur çünkü birey aynı zamanda toplumun tamamını da yansıtmaktadır. Postkolonyal çalışmalar iki grup halinde ele alınırsa birinci taraf toplumdaki dominant grubun/kültürün hakimiyetini yansıtır. Yani bu bağlamda İspanya bu gruba örnek verilebilir çünkü kendi hakimiyetini daha zayıf devletler üzerinde kullanan sömürgeci bir devlettir. Diğer tarafsa ezilen, baskı altına alınmış veya asimilasyona uğramış grubu temsil eder. Latin Amerika ülkeleri de bu gruba örnek olarak gösterilebilir çünkü sömürge hakimiyetinin ilerleyen dönemlerde etkilerini üzerinde hisseden gruplardır. Postkolonyal çalışmalar burada Batı kültürünün etkisinde kalmış ve kendi kültürel kimlik ve benlik kaybına uğrayan grupları ve bireyleri inceler. Bu incelemeleri yaparken post kolonyal çalışmaların en çok yararlandığı alanların başında edebiyat ve kültürel çalışmalar gelmektedir. Bu tarz çalışmalar sömürge dönemlerinde güçlü devletler tarafından fazlasıyla kullanılır ve bu durumda etkilerini ilerleyen zamanlarda çeşitli şekillerde gösterilir. Sömürgeye uğramış toplumlarda kendi kimlik ve ruhlarını temsil eden edebi ve kültürel çalışmaların da ortaya çıkması bu açıdan zordur. Öte yandan bağımsızlık sürecinden sonra Latin Amerika toplumu homojen bir toplum olmamıştır. Aksine yapısında birçok farklı ırk, dil, etnik ve dinden gelen bireylerin oluşturduğu bir topluma dönüşmüştür. Latin Amerika toplumuna hâkim kültürel paradigma Batı kültürüdür ve Batı kültürüne ait değerleri ve ideolojiyi taşımaya devam etmişlerdir. Batı kültürü hep üstün olarak görülmüş ve medeniyetin misyoneri şeklinde tanıtılmıştır (Coronil 2004). Bu yargıların oluşmasındaki en büyük etkense sömürgecilikle birlikte Batı dışındaki kıtalara bu fikrin bir şekilde aktarılmasıdır. Farklı ülkelere yapılan deniz yolculuklarının amacı her ne kadar yeni yerler keşfetme ve Batı kültürünü farklı toplumlara yayma misyonu olarak görünse de asıl amaç Batı’nın yeni ekonomik kaynaklar bulma arzusu ve çoğalan nüfusun yerleşim ihtiyaçlarını karşılamaktır.

Amerikan ve Fransız devrimlerinin modelini takiben, Latin Amerika’nın çoğu 1825’te bağımsızlığını kazandı. Bağımsızlık, Bourbon Reformları’ndan sonra İspanyol İmparatorluğu’nda var olan tek pazarı yok etti ve zaten var olan uluslar tarafından sağlanan finansal yatırımlara artan bir bağımlılık yarattı. Sanayileşmenin başlaması nedeniyle bölge ekonomik olarak bu uluslara bağımlı hale geldiğinden Batı Avrupa güçleri, özellikle Büyük Britanya ve Fransa önemli roller oynamaya başladı. Bağımsızlık aynı zamanda toplumlarını yeniden şekillendirme arayışlarında İspanyol ve Portekiz modellerinden zaman zaman kaçınan yeni, bilinçli bir “Latin Amerika” yönetici sınıfı ve entelijansiya (aydınlar topluluğu) yarattı (Keen, Haynes, 2004). Bu seçkinler, yeni bir Latin Amerika kültürü için diğer Katolik Avrupa modellerine – özellikle Fransa’ya – baktılar, ancak yerli halklardan girdi aramadılar. İspanyol Amerikası’nın bağımsızlıktan doğan ilk büyük devletlerin çoğunu (Büyük Kolombiya, Orta Amerika Federal Cumhuriyeti ve Güney Amerika Birleşik Eyaletleri) bir arada tutma çabalarının başarısız olması, yeni ülkeleri rahatsız eden bir dizi iç ve eyaletler arası çatışmalarla sonuçlandı (Moraña, Dussel, ve Jáuregui, 2008). Brezilya, Hispanik komşularının aksine birleşik bir monarşi olarak kaldı ve iç ve devletler arası savaş sorunundan kaçındı. İç savaşlar genellikle federalistler ile merkezciler arasındaki kavgalardı ve sonunda muhaliflerini askeri baskı yoluyla sivil siyasi hayat pahasına öne sürdüler. Yeni uluslar, sömürge döneminin kültürel çeşitliliğini miras aldılar ve ortak Avrupa (İspanyolca veya Portekizce) dili ve kültürüne dayalı yeni bir kimlik yaratmaya çalıştılar. Ancak her ülke içinde gerilim yaratan ve ulusal birliğe zarar veren kültürel ve sınıfsal bölünmeler vardı.

Önümüzdeki birkaç on yıl boyunca, bir ulusal gurur duygusu yaratmak için uzun bir süreç vardı. Yeni ulusal sınırların çoğu, siyasi kimlik alanları haline gelen genellikle asırlık audiencia1 yetki alanları veya Bourbon yönetimleri etrafında oluşturuldu. Yeni devletler, özellikle on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, kaynaklara erişmek için birbirleriyle savaşlar yürüttüklerinden dolayı birçok alanda sınırlar istikrarsızdı. Paraguay Savaşı (1864-70) Arjantin, Brezilya ve Uruguay’ı mağlup olan Paraguay’a karşı çekti. Sonuç olarak, Paraguay demografik bir çöküş yaşadı: nüfus 1864’te tahminen 525.000 kişiden 1871’de 221.000’e çıktı ve bu son nüfusun sadece 28.000’i erkekti (Keen, Haynes, 2004). Pasifik Savaşı’nda (1879-84) Şili, Bolivya ve Peru’nun birleşik güçlerini yendi. Şili, daha önce Peru ve Bolivya tarafından kontrol edilen potasyum nitrat bakımından zengin bölgelerin kontrolünü ele geçirdi ve Bolivya karayla çevrili bir ulus haline geldi (Keen, Haynes, 2004).

1 Gerçek bir Audiencia, ya da sadece bir Audiencia, İspanya’da ve imparatorluğunda bir temyiz mahkemesi idi. Kurumun adı tam anlamıyla Kraliyet İzleyici olarak tercüme edilir.

Yüzyılın ortalarında bölge, Kuzey Amerika kıtasında genişlemeye ve yarımkürede etkisini genişletmeye çalışan büyüyen bir ABD ile de karşı karşıya kaldı. Meksika- Amerika Savaşı’ndan (1846-48) sonra Meksika, Kaliforniya, New Mexico, Arizona, Nevada, Utah ve güney Teksas’ı “Meksika Devralması’nda Amerika Birleşik Devletleri’ne bıraktı”.

Güney Amerika’da Brezilya, komşuları pahasına Amazon Havzası’nın geniş alanlarındaki kontrolünü pekiştirdi. 1880’lerde Amerika Birleşik Devletleri, Pan-Amerikan Konferansı’nın kurulması, Panama Kanalı’nın başarıyla tamamlanması ve ABD müdahalesinin başarıyla tamamlanmasıyla sonuçlanan tüm Latin Amerika’daki siyasi ve ekonomik çıkarlarını savunmak ve genişletmek için saldırgan bir politika uyguladı (Zengin, 2013).

Doğal kaynakların ihracatı, zengin seçkinlerin gelişmesine izin veren on dokuzuncu yüzyılda çoğu Latin Amerika ekonomisinin temelini sağladı. Sömürgeci ekonomik ve politik gerçeklerin yeniden yapılandırılması, toprak ve kaynakların büyük çoğunluğunu kontrol eden toprak sahibi seçkinler ile zengin ve fakir arasında büyük bir uçurumla sonuçlandı. Örneğin Brezilya’da, 1910’a kadar arazinin %85’i nüfusun %1’ine aitti. Özellikle altın madenciliği ve meyvecilik, bu zengin toprak sahipleri tarafından tekelleştirildi. Bu “Büyük Sahipler” yerel faaliyetleri tamamen kontrol ediyorlardı ve ayrıca başlıca işverenler ve ücretlerin ana kaynağıydılar. Bu, daha büyük siyasi gerçekliklerle bağlantıları çiftçilik ve maden kodamanlarının esaretinde kalan bir köylüler toplumuna yol açtı (Moraña, Dussel, ve Jáuregui, 2008). Endemik siyasi istikrarsızlık ve ekonominin doğası, iktidarı ellerinde tutmaları askeri becerilerine ve patronaj dağıtma yeteneklerine bağlı olan askeri şefler olan caudilloların2 ortaya çıkmasına neden oldu (Moraña, Dussel, ve Jáuregui, 2008) Siyasi rejimler en azından teoride demokratikti veya başkanlık ya da parlamenter hükümetler şeklini aldı. Her ikisi de bir caudillo veya oligarşi tarafından ele geçirilmeye eğilimliydi. Siyasi manzara, eski sosyal hiyerarşilerin korunmasının ulusal istikrar ve refahın en iyi garantisi olduğuna inanan muhafazakârlar ve ekonomiyi ve bireysel inisiyatifi serbest bırakarak ilerleme sağlamaya çalışan liberaller tarafından işgal edildi (Moraña, Dussel, ve Jáuregui, 2008). Popüler ayaklanmalar genellikle etkiliydi ve bastırıldı. 1899 ve 1902 yılları arasında Bin Gün Savaşı sırasında Kolombiya isyanının bastırılması sırasında 100.000 kişi öldü. Bazı eyaletler biraz demokrasiye sahip olmayı başardı: Uruguay ve kısmen Arjantin, Şili, Kosta Rika ve Kolombiya. Diğerleri açıkça oligarşist veya otoriterdi, ancak bu oligarklar ve caudillolar bazen nüfusun çoğunluğundan destek gördüler. Tüm bu rejimler, Latin Amerika’nın bir hammadde sağlayıcısı olarak dünya ekonomisindeki kazançlı konumunu korumaya çalıştı. Sonuç olarak görülüyor ki sömürgeci bir yönetimden çıkmış devletlerde hem olumlu hem de olumsuz yönde büyük değişiklikler yaşanmaktadır ve bu değişiklikler ekonomi, siyaset, yönetim, kültür vb. birçok konuyu kapsamaktadır. Post-kolonyalizm denilen olgunun da ele aldığı temel noktalar bunlardır.

2 Caudillo, Latin Amerika ülkelerinde kitleleri peşinden sürükleme yeteneğine sahip, otoriter nitelikli askeri-politik liderlere verilen isim.

4. Neokolonyalizm (Latin Amerika)

1820’lere gelindiğinde, Latin Amerika’nın çoğu sömürgeci efendilerinden siyasi bağımsızlık kazanmıştı. İberya’daki ticari kısıtlamaların kalkmasıyla birlikte, Kuzey Avrupa (ve özellikle İngiliz) sermayesi bölgeyi sular altında bıraktı. Eleştirmenlerin belirttiği gibi, sömürgeleştirmenin mirası, sömürgeci güçler için çok az kazanç anlamına gelecek olan sanayileşmeye yönelik hareketlerin engellenmesiydi (Intersimone, 2016). Bu eğilim, İngilizlerin (ve daha sonra ABD’nin) bölgeden hammadde çıkarması ve bölgeden mamul mal ithal etmesiyle devam etti. Demiryolu sistemleri gibi altyapı, bir ülkeyi entegre etmek yerine ürünleri madenlerden ve tarlalardan limanlara taşımak için tasarlandı. Bu ticaretin ekonomik faydaları, yabancı güçlere tahakkuk etti, kaynaklar yerel ekonomiden çekildikçe ücretler ve yaşam standartları düşük kalmaya devam etti (Neocolonialism in Latin America, 2021).

Neokolonyalizm aynı zamanda kültürel değişimlere de yol açtı. Örneğin; ağırlıklı olarak Katolik olan Latin Amerika ülkeleri, Protestan güçlerden gelen yabancı yatırımı teşvik etmek için din özgürlüğünü uyguladılar. Resmi bağımsızlığa rağmen dış ekonomik güçler Latin Amerika’daki iç politikaların çoğunu belirledi. Bu ironi yeni sömürgecilik olarak bilinir hale geldi.

On dokuzuncu yüzyıl neokolonyalizm örnekleri, Avrupa’da bir tarımsal patlamayı körükleyen Peru guano ve Şili nitratlarının ihracatını içerir. Neokolonyalizm ve Latin Amerika’nın kuzeydeki endüstriyel ekonomilerdeki ekonomik büyümeye göre geri kalması kaçınılmaz değildi ve bu tek olası seçenek de değildi (Intersimone, 2016). Ülkenin liderleri büyük mülkleri ortadan kaldırdılar ve yerli gıda üretimini vurguladılar ve ekonomiye yabancı girişini kısıtladılar. Dış gelişme olmaksızın hızlı ekonomik gelişme, Paraguay’ın kendi ülkelerindeki yoksullara sunduğu modelden korkan komşu ülkelerdeki Arjantin, Brezilya ve Uruguay’daki seçkin hükümetleri alarma geçirdi. Onların muhalefeti, Paraguay’ı harap eden ve yeni sömürgeciliğe alternatif bu modeli yok eden Üçlü İttifak Savaşı’na (1864-1870) yol açtı. Ekonomik olarak dış güçlere bağımlı kalan resmi olarak bağımsız ülkeler kavramı, ilk olarak 1920’lerde Marksist çevrelerde dile getirildi, ancak neokolonyalizm terimi 1960’lara kadar tanıtılmadı (Mahoney, 2010). Sonuç olarak Neokolonyalizm, bir ülkeyi etkilemek için önceki sömürgeci doğrudan askeri kontrol veya dolaylı siyasi kontrol yöntemleri yerine ekonomiyi, küreselleşmeyi, kültürel emperyalizmi ve koşullu yardımı kullanma pratiğidir. Neokolonyalizm, standart küreselleşme ve kalkınma yardımından, tipik olarak yeni-sömürgeci ulusa yönelik bir bağımlılık, boyun eğme veya mali yükümlülük ilişkisi ile sonuçlanması bakımından farklıdır. Bu, geleneksel sömürgecilik ilişkisini işlevsel olarak taklit ederek aşırı derecede siyasi kontrol veya borç yükümlülükleri ile sonuçlanabilir.

Sonuç 

Sömürgecilik, daha çok gelişmiş ülkelerin bir doktrini veya düşünce sistemini gelişmemiş toplumlar üzerinde kabul ettirmesidir. Bu bir nevi sömürülen devletler üzerinde egemenlik kurma çabasıdır. Kısacası sahip olunmaya çalışılan ülkenin iktisadi, siyasal, kültürel ve sosyal anlamda işgal edilmesi olarak da belirtilir. Bu bağlamda genelde gelişmiş Batı Avrupa ya da Kuzey ülkeleri askeri, ekonomik ve siyasal gücünü kullanmakla birlikte sömürünün meşruluğunu yaymak adına bir takım ırksal, ahlaki, dini vb. gerekçeler oluşturarak bu durumu devam ettirmişlerdir. Özellikle Latin Amerika ülkelerinde uygulanan sömürgecilik faaliyetleri 18 ve 19. yüzyıllarda yoğunlaşmış ve 21.yüzyıla kadar devam etmiştir. Latin Amerika yerlisinin Avrupa tarafından sömürüldükleri, yine Avrupa’dan ithal virüslerle ve çeşitli hastalıklarla nüfuslarının büyük bir kısmını kaybettikleri, zorla dinlerinin ve hayat tarzlarının değiştirildiği onca yıldan sonra nihayet 19. yüzyılda bağımsız hareket etmeye başladılar. Bağımsızlık hareketlerinin başlamasında Latin Amerika halkının büyük ölçüde Napolyon’un en önemli sömürgecilerden İspanya’yı işgalinden cesaret almaları ve İngiltere ile İspanya’nın sömürüler üzerinden çekişmesi sonucu güçlenmeleri önemli paya sahiptir. Yerli halkla karışan İspanyolların o dönemin Avrupa’sındaki liberal fikirleri Latin Amerika’ya ithal etmeleri, ABD’nin 1783’te bağımsızlığını kazanması bölgeyi etkileyen diğer gelişmeler olmuştur. Tüm bu nedenlerle uzun yıllar maddi manevi sömürülen Latin Amerika halkı ayaklanmış ve 1815-1830 yılları arasında bölge ülkeleri tek tek bağımsızlıklarını ilan etmeye başlamıştır. Post-kolonyalist bakış açısından bakıldığında sömürgeciliğin bitmesine rağmen yarattığı bilincin hala insanların zihninde yaşaması, insanların temsilinin eski sömürgecileri tarafından inşasında devam etmesini getirmiştir. Bunun yanında öznelerin başkaları tarafından tanımlanması, temsillerinin kendilerine ait olmayan metinler yoluyla inşa edilmesi, post-kolonyal literatürde Spivak’ın deyimiyle “madunluk” ilişkisinin, sömürgeden miras kalan birtakım toplumsal ve kültürel ilişkilerin sürdürülmesi olarak görülmüştür. Latin Amerika örneğinde detaylı bir şekilde görüldüğü üzere ülkeler bağımsızlığını kazansalar bile sömürgeciliğin getirdiği bir takım etkiler devam etmiştir. Bu etkiler o ülkelerin siyasi düzenini, insan davranışlarını, ekonomilerini, toplumlarını belirlemiştir. Hatta bu etkiler edebi eserlere kadar yansımıştır. Sonuç olarak bağımsızlığını kazanan ülkeler uzun yıllar boyunca sömürgeciliğin mirasını fazlasıyla üzerlerinde taşımışlardır.

Batuhan YURDAKUL

Uluslararası İlişkiler Teorileri Staj Programı

 

Kaynakça 

Ashcroft, B., Griffiths, G., & Tiffin, H. (2000). Post-colonial studies: The key concepts. London: Routledge Key Guides. 

Bethell, L. (Ed.). (1987). The Independence of Latin America. Cambridge: Cambridge University.

Coronil, F. (2004). Latin American postcolonial studies and global decolonization. Cambridge: Cambridge University.

Encyclopedia. (n.d.) Neocolonialism in Latin America. Retrieved June 01, 2021 from https://www.encyclopedia.com/history/encyclopedias-almanacs-transcripts-and- maps/neocolonialism-latin-america

Heywood, A. (1992). Political ideologies: An introduction. New York: St. Martin’s Press.

Intersimone, L. A. (2016). Neocolonialism in Latin America. The Encyclopedia of Postcolonial Studies.

Keen, B., & Haynes, K. (2004). A history of Latin America. Boston: Houghton.

Mahoney, (2010). Colonialism and Postcolonial Development: Spanish America in Comparative Perspective. Cambridge: Cambridge University Press.

Moraña, M., Dussel, E. D., Jáuregui, C. A. (2008). Coloniality at large: Latin America and the postcolonial debate. Duke University Press.

Nair, S. (2018, August 5). Introducing Postcolonialism in International Relations Theory. E-International Relations. https://e-ir.info/2017/12/08/postcolonialism-in- international-relations-theory/

Prakash, (Ed.). (1995). After Colonialism: Imperial Histories and Postcolonial Displacements. Princeton, New Jersey: Princeton University Press.

Yarar, A. (2013). Latin Amerika’da İspanyol Sömürgeciliği ve Simon Bolivar’ın Bağımsızlık Mücadelesi. International Journal of History, 5(1), 391-403. 

Young, R. (2001). Postcolonialism: An historical introduction. Oxford, UK: Blackwell.

Zengin, O. (2013). Latin Amerika çalıştayı: 22-23 Kasım 2012. Ankara: Ankara Üniversitesi.

“Gönderelim Gitsin!”: Türkiye’de İnsan Haklarının Yitimi Üzerine

Ülkemizde istikrarlı bir insan hakları pratiğinin imkânı üzerine tartışabilmek için özne merkezli bir perspektifin benimsenmesi gerekmektedir. Temel hak ve özgürlüklerin, politik çıkmazların aşılması; seçmen davranışlarının manipülasyonu ve denetim bürokrasisinin devre dışı bırakılması gibi amaçlar doğrultusunda araçsallaştırılması gün geçtikçe daha büyük bir tehlikeye dönüşmekte ve yönetimin her katmanına sirayet etmektedir. Yürütülen hatalı politikaların ve gündelik çekişmelerin ardında herhangi bir yargısal müdahaleye tabi tutulmaksızın devam eden hak ihlalleri, yeni ve popülist bir yönetim alışkanlığını çağrıştırır niteliktedir.

Tüm bu problemler, Türkiye’nin İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi başvurularındaki zayıf karnesiyle de doğrulanmaktadır. Avukat Benan Molu’nun (2020) hazırladığı rapora göre Yüksek Mahkeme, 2020’de Türkiye aleyhine tam 92 adet ihlal kararı vermiş, bunların kayda değer bir kısmı ifade özgürlüğü ve toplanma ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı gibi en temel hak ve özgürlüklere yönelik bireysel başvuruları konu edinmiştir. Bunun yanı sıra Yüksek Mahkeme tarafından yayınlanan 2020 istatistiklerinde Türkiye’nin tam 11.150 adet bireysel başvuru ile Rusya’nın ardından ikinci sırayı aldığı ifade edilmiştir (Deutsche Welle, 2021).

Bu karamsar tablo, üç adet temel çıkarımı mümkün kılmaktadır. Birincisi, Türkiye’nin politik atmosferi, temel hak ve özgürlüklerin politik alana katılıma temas eden unsurlarını kısıtlamakta ve toplumsal memnuniyetsizliklerin tartışılmasını güçleştirmektedir. İkincisi, Yüksek Mahkeme’ye bireysel başvuru yapabilmek için önce iç hukuk yollarının tüketilmesi gerektiği düşünüldüğünde, Türkiye’deki adli ve idari karar ve işlem mekanizmalarına karşı bir güvensizlik duyulmakta, söz konusu karar ve işlemlerin anayasal dayanağı olan temel hak ve özgürlükleri ihlal ettiğine yönelik önemli bir kanaat ortaya çıkmaktadır. Üçüncüsü ve en önemlisi de Türkiye, temel hak ve özgürlükleri hâlâ kendi içerisinde çözebilecek bir pratiğe sahip olamamış, hak ihlallerinin ortaya çıkmaması için gerekli tedbirleri alabilecek veya hak ihlallerinden doğan zararları tazmin edebilecek bir rejim oluşturamamıştır.

Popülist ve anayasal dayanağı olmayan politik çıkarların temel hak ve özgürlüklere tercih edilmesi, her yıl daha da kötüye giden bu tablonun en büyük nedenlerinden biridir. Özellikle darbe girişimi sonrası ilan edilen olağanüstü hâl ve onun gölgesinde halkoyuna sunulan yeni anayasa ile birlikte yasal usullerin göz ardı edilmesi bir alışkanlık olmuş, kriz zamanlarında dahi anayasal denetim yollarının arkasından dolaşılmıştır. Pandemi tedbir ve kısıtlama kararlarının genelgeler ile alınması, Boğaziçi Üniversitesindeki eylemlerden sonra mülki amirlerin toplantı ve gösteri yürüyüşü yasağı getirmesi ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile bir uluslararası antlaşma olan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması gibi fiil ve işlemler, söz konusu alışkanlığın güncel örnekleridir. Kuşkusuz, bu denli problemli ve süreklilik kazanmış bir anlayışın kısa süre içerisinde terk edilmesi ve Türkiye’nin önündeki yeni sınavlara daha iyi hazırlanılması gerekmektedir.

Bu sınavlarda başarı elde edebilmek için başta yerel yönetimler olmak üzere devlet içerisindeki tüm aktörlere önemli görevler düşmektedir. Temel hak ve özgürlüklerin inanç, dil, ırk, cinsel yönelim ve hukuki statü ayrımı yapılmaksızın toplumun her kesimine adil ve hukuki dayanaklarına uygun bir şekilde temin edilmesi gerekmekte, gündelik tartışmaların bu süreci zedelememesi için gerekli önlemler alınmalıdır. Ne var ki son zamanlarda sıkça gündeme getirilen göçmen tartışmalarındaki söylemler, tüm bu problemlerin hâlâ göz ardı edilmekte olduğunu ortaya koyar niteliktedir. Bu söylemlere örnek olarak Bolu Büyükşehir Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın açıklamaları verilebilir:

 “Yabancı uyruklu kim varsa abonemiz olan, su fiyatlarına, katı atık ücretlerine başta olmak üzere bazı ücretlerde 10 kat zam yapacağız. Türk vatandaşıyla yabancı uyruklu vatandaş aynı fiyattan suyu kullanamayacak. 10 kat suya, 10 kat katı atık vergisi ücretine zam yapacağız. Bunu niye yapıyoruz? Gitsinler istiyoruz. Bu misafirlik uzadı diyoruz artık. Benim elimde yetki yok ki zorla, zabıtayla şehrin dışına bırakıp koyayım. Bir ara Tayyip Bey sinirlendi, sınırlar açıldığında biz otobüsleri ücretsiz yapıp insan gönderdik. Şimdi de göndermeye hazırız. Gönderelim gitsin. Gene çıkıp birileri insan haklarından bahsedecek, bana faşist diyecek. Hiç umrumda değil.” (Bianet, 2021; Cumhuriyet, 2021)

Yazının başında da belirtildiği gibi insan hakları, özne merkezli bir perspektifi zorunlu kılar. Temel hak ve özgürlüklerin kullanılması, öznenin politik alandaki öznel görünümden bağımsızdır. Bir kamu görevlisi, Anayasa’nın 129. maddesinde de açıkça belirtildiği gibi anayasal ve yasal hükümlere uygun davranmak ile yükümlüdür. İktidarın hukuk normlarını aşmaya yönelik fiil ve işlemlerinin en azından muhalefet ve yerel yönetim kanadında daha çoğulcu ve özgürlükçü bir tutum ile karşılanması beklenirken bunun tam aksinin meydana gelmesi, göçmenlere yönelik olumsuz algıları arttıracağı gibi, Türkiye’nin hâli hazırda son derece problemli olan insan hakları karnesini de daha kötüye götürecektir.

Tüm bunların yanı sıra, göçmenlere ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk rejiminde yer alan düzenlemelerin yetersizliği ve tutarsızlığı da göz önünde bulundurulduğunda, insan haklarının göçmenler ile ilgili uygulamalarda çok daha hassas bir boyuta kavuştuğunu da kabul etmek gerekir. Özcan’ın bilinçli bir vergi ayrımcılığı yaratmaya ve göçmenlerin su, çalışma ve barınma gibi en temel haklarını dahi ihlal etmeye yönelik söylemleri, bir çözüm oluşturmaya muktedir olmadığı gibi, insan haklarına yönelik kamuoyu bilinci yönünden de zedeleyicidir. Zira kadim insan hakları ilkelerinden biri olan ayrımcılık yasağı, bu planların yürürlüğe girmesi hâlinde yoklukla malul olacak, böylelikle hem idari uygulamalarda son derece tehlikeli bir emsal ortaya çıkacak hem de Türkiye gelecekte çok sayıda insan hakkı ihlalinin ve tazminat yükümlülüğünün öznesi hâline gelecektir.

Görüldüğü gibi Türkiye’de önemli bir insan hakları krizi yaşanmaktadır. Göçmenlere yönelik söylemlerde bu krizin fiili uygulama hâline geldiği görülmekte; çoğulcu, özgürlükçü ve hukuki perspektiften giderek uzaklaşıldığı anlaşılmaktadır. Tüm kurumların, aktörlerin, yargı organlarının ve sivil toplum unsurlarının popülizmin revaçtaki ayrımcı bağlamından uzaklaşması ve insan haklarından yana tavır alması gerekmektedir. Aksi hâlde Özcan’ın talihsiz açıklamaları gibi pek çok söylem, toplumun daha geniş kesimlerini etkileyebilecek bir şekilde hızla üretilecek ve uygulamaya dâhil olarak kitlesel hak ihlallerini, hukuk dışılığı ve yerleşik ayrımcılığı beraberinde getirecektir. İnsan haklarının yitimi artık kapımızdadır ve bu yitimin yıkıcılığının göçmenlerin önce en temel haklarından yoksun bırakılmalarıyla, daha sonra ise gönderilip gitmeleriyle aşılamayacağı aşikârdır.

Umutcan TARCAN – TUİÇ Akademi Uluslararası Hukuk Staj Koordinatörü

 

Kaynakça

Bianet (2021). “Bolu Belediyesi’nden mültecilerin su faturasına 10 kat zam.” https://bianet.org/bianet/insan-haklari/247700-bolu-belediyesi-nden-multecilerin-su-faturasina-10-kat-zam Erişim Tarihi: 26/7/2021.

Cumhuriyet (2021). “Ayrımcı ifadelerle tepki çeken Tanju Özcan’dan açıklama.” https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ayrimci-ifadelerle-tepki-ceken-tanju-ozcandan-aciklama-1855675. Erişim Tarihi: 27/7/2021.

Deutsche Welle (2021). “AİHM’nin 2020 bilançosu açıklandı.” https://www.dw.com/tr/aihmnin-2020-bilan%C3%A7osu-a%C3%A7%C4%B1kland%C4%B1/a-56366902 Erişim Tarihi: 26/7/2021.

Molu, Benan (2020). “2020’de İHAM’ın Türkiye’ye Karşı Verdiği İhlal Kararları ve Özetleri.” Anayasa Gündemi. https://anayasagundemi.com/2020/12/30/2020de-ihamin-turkiyeye-karsi-verdigi-ihlal-kararlari-ve-turkce-ozetleri/ Erişim Tarihi: 27/7/2021.

Balkan Bülteni/ 22-25 Temmuz

0

Bosna – Hersek / Sırp Cumhuriyeti

Milorad Dodik: Sırp Cumhuriyeti Silahlı Değil Siyasi Bir Ayaklanma Başlatacak

  • Yakın bir zamanda görevi sona eren ve önümüzdeki ay görevini devredecek olan Yüksek Temsilci Valentin Inzko, “soykırım inkarını cezalandırma” konulu bir yasa koyma kararı aldı.
  • Inzko’nun bu kararından sonra yerel bir televizyon kanalına demeç veren Milorad Dodik, Sırp Cumhuriyeti’nin silahlı değil siyasi bir isyan çıkaracağını belirtti.
  • Sırp Cumhuriyeti’nin sonraki adımlarını düşünerek atması ve doğru kararlar alması gerektiğini belirten Dodik, Yüksek Temsilci’nin yaptığı tüm dayatmaları reddetmeleri gerektiği önerisinde bulundu.

Kaynak: Rtrs

Tarih: 25.07.2021

 

Kosova

Cumhurbaşkanı Osmani Japonya’da

  • Cumhurbaşkanı Vjosa Osmani, Japonya Dışişleri Bakanı Toshimitsu Motegi ile görüşme gerçekleştirdi.
  • Osmani, “Kosova Cumhuriyeti, Japonya’nın Balkanlar’daki en güvenilir ortağıdır, bu nedenle Japonya’dan ülkemizin uluslararası konumunu güçlendirmek, yeni tanınmalar ve uluslararası örgütlere üyelik kazanmak için daha fazla destek bekliyoruz.” dedi.
  • Osmani daha sonra, Tokyo 2020 Olimpiyat Oyunları’nın resmi açılış töreni arifesinde, diğer dünya liderleriyle birlikte Japonya İmparatoru Naruhito tarafından kabul edildi.
  • Osmani, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ABD’nin First Lady’si Dr. Jill Biden’ın yanı sıra dünyanın bazı ülkelerin temsilcileriyle de kısa temaslarda bulundu.

Kaynak: Kosova Haber

Tarih: 23.07.2021

 

“TOKIO 2020” Olimpiyat Oyunlarında Altın Madalya

  • 2016’daki Majlinda Kelmendi’nin ardından Distria Krasniqi altın madalya almaya hak kazandı.
  • Arnavutluk Başbakan’ı Edi Rama ve Demokrat Parti genel başkanı Lulzim Başa tebriklerini sosyal medya üzerinden paylaştılar.
  • Ekstra hafif siklette judocu olan Distria Krasniqi, 2021’de Katar’ın Doha kentinde düzenlenen 2021 Judo World Masters’daki etkinliğinde de altın madalya kazanmıştı.

Kaynak: Panorama.al

Tarih: 24.07.2021

 

Sırbistan

Vucic, Üç “Mini- Schengen” Anlaşmasının İmzalandığını Duyurdu

  • 28 ve 29 Temmuz tarihlerinde Üsküp’te gerçekleştirilecek olan bölgesel ekonomi forumu sırasında, mini bir Schengen oluşturmak için üç ayrı anlaşma imzalanacak. Bu, 22 Temmuz’da Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic tarafından açıklandı.
  • Vucic, bu bölgesel girişimin adının Üsküp’te resmi olarak değiştirileceğini, böylece yanlışlıkla Avrupa Birliği içindeki Schengen Bölgesi ile ilişkilendirilmesinin engelleyeceğini söyledi.
  • “Üç belge üzerinde çalıştık ve bunların Üsküp’te imzalanacağına inanıyorum. Yangın, sel ve diğer acil durumlarda ticaret, çalışma izinleri ve karşılıklı destek ile ilgili önemli belgelerdir. Bu, halklarımızın çıkarınadır” dedi.
  • Vucic, Sırbistan, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya olmak üzere üç ülkenin sınır kapılarında “mini Schengen” ülkelerinin vatandaşları için üç ayrı şerit olacağını da sözlerine ekledi. Ayrıca, bitki sağlığı kontrol hizmeti sınırlarda 7/24 çalışabilecek duruma gelecek, “girişimciler daha hızlı çalışabilecek ve kar edebilecek” diye belirtti.
  • Daha önce Başkan Vucic’in Batı Balkan ülkeleri arasında vatandaşların, malların ve hizmetlerin dolaşımını kolaylaştıracak bir “mini-Schengen” bölgesi oluşturma girişimini öne sürdüğünü hatırlatacağız.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 22.07.2021

 

Sırbistan’ın AB Operasyonlarına Askeri Katılımı Sırbistan’ın Avrupa Entegrasyonunu Hızlandıracak

  • Sırp ordusunun AB operasyonlarına katılımı, “Sırbistan’ın Avrupa entegrasyon sürecine katkıda bulunuyor.” Bu görüş, 22 Temmuz’da Sırp Ordusu Genelkurmay Başkanı General Milan Moisiloviç tarafından Sırp ordusunun AB’nin genel güvenlik ve savunma politikasındaki rolüne ilişkin bir konferansta dile getirildi.
  • Moisiloviç, Sırp ordusunun AB savaş grubu HelBRoc’a katılımını ve Avrupa Savunma Ajansı ile iş birliğini vurguladı.
  • N1 TV kanalı, Sırp Genelkurmay Başkanı’nın sözlerini aktarıyor: “Bu iş birliği, Sırp ordusunun AB ülkelerinin ordularıyla işlevsel uyumluluğunu güçlendirmeye yardımcı oluyor.”
  • Moisiloviç’in Avusturya, Belçika, Yunanistan, İtalya, Macaristan, Almanya, Slovakya, Slovenya, Romanya, Fransa ve Hollanda temsilcilerinden oluşan AB askeri heyetinin üyelerine hitap ettiğini unutmayın.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 22.07.2021

 

Yunanistan

Yunanistan Başbakanı Kyriakos  Mitsotakis, Eurogroup Başkanı Donahue ile Görüştü

  • Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis, 23 Temmuz Cuma günü Maximos Malikanesi’nde Eurogroup başkanı ve İrlanda Maliye Bakanı Pascal Donahue ile bir araya geldi.
  • Yunanistan ekonomisinin son iki yılda kaydettiği ilerlemeyi Maliye Bakanı Christos Staikouras ile görüştüğünüzden eminim ve pandemiye ve tüm zorluklara rağmen gerçek reformları uygulamaktan vazgeçmediğimizi belirtmek isterim. Mitsotakis, Yunanistan ekonomisine de yansıyacak olan yakın büyümeden faydalanabilmemiz için bizi doğru noktaya getirdiğine inanıyoruz” dedi. Toplantıya Maliye Bakanı Christos Staikouras, hükümet sözcüsü Aristotelia Peloni ve Başbakan’ın ekonomi dairesi başkanı Alexis Patelis katıldı.

Kaynak : Atina  Makedon Haber Ajansı

Tarih : 23.07.2021

 

Yunanistan ve AB, “Yunanistan 2.0” Planı için Finansman Anlaşması İmzaladı

  • Yunanistan ve Avrupa Komisyonu, Yunanistan’ın “Yunanistan 2.0” Ulusal Kurtarma ve Dayanıklılık Planı çerçevesinde talep ettiği 17,8 milyar avro değerindeki mali desteği kapsayan finansman anlaşmasını cuma günü imzaladı.
  • Anlaşma ilk 13,5 milyar avroyu kapsıyor, önümüzdeki birkaç gün içinde 12,7 milyar avroluk kredileri kapsayan sözleşme kredilerini imzalama prosedürünün tamamlanması bekleniyor. Anlaşma Brüksel’de Maliye Bakanı Christos Staikouras ve AB Komiseri Paolo Gentiloni tarafından imzalandı. “Yunanistan 2.0” planı, dört sütuna dağıtılan 106 yatırım planı ve 68 reform aracılığıyla 180.000-200.000 iş pozisyonu yaratılmasını öngörüyor: Yeşil, Dijital, İstihdam, Özel yatırımlar.

Kaynak : Atina Makedon Haber Ajansı

Tarih :23.07.2021

 

Dış Aktörler

Dimitrov: “AB’nin Balkanlar’daki güvenilirliğini ya geri kazanacağız ya da kaybedeceğiz”

  • Kuzey Makedonya Avrupa Birliği (AB)’den sorumlu Başbakan Yardımcısı Nikola Dimitrov, ya AB’nin Balkanlar’daki güvenilirliğini geri kazanacaklarını ya da kaybedeceklerini söyledi.
  • Slovenya dönem başkanlığında bölge ülkelerinin AB üye ülkeleriyle birlikte olmasından duyduğu memnuniyeti dile getiren Dimitrov, “Konu, KOVID-19 krizinden sonra daha dirençli bir Avrupa Birliği. Kalıcı virüs olan virüsün sınır tanımadığını, ülkelerin üyelik statüsünü veya aday statüsünü tanımadığını biliyoruz.” ifadelerini kullandı.
  • Coğrafya göz önüne alındığında, üye devletlerle çevrili olunduğuna dikkati çeken Dimitrov, “Elbette, muhtemelen katılım ve genişleme konusunu gündeme getireceğiz. AB’nin Balkanlar’daki güvenilirliğini ya geri kazanacağız ya da kaybedeceğiz. Ve bence bunu başarmak için Sloven dostlarımızın beceri ve bilgeliğine gerçekten güveniyoruz.” değerlendirmesinde bulundu.

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 23.07.2021

 

ABD: Bosna Hersek’in Bölünmesine İlişkin Tehditler Kabul Edilemez

  • Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Bosna Hersek Büyükelçiliği, Bosna Hersek’in parçalanmasına ilişkin tehditlerin kabul edilemez olmakla beraber Dayton Barış Anlaşması’na ve entitelere ülkeden ayrılma hakkı tanımayan Bosna Hersek Anayasası’na aykırı olduğunu açıkladı.
  • Bosna Hersek Yüksek Temsilcisi Valentin Inzko’nun “Bonn Yetkileri” çerçevesinde Bosna Hersek’te Srebrenitsa soykırımının inkarı ve aralarında Ratko Mladiç’in de bulunduğu savaş suçlularının yüceltilmesini suç sayan düzenlemeyi yasalaştırma kararı sonrasında Bosnalı Sırp lider Milorad Dodik, ülkenin çözülme sürecinin başlatılacağı ve devlet kurumlarının işleyişinin bloke edileceği yönünde bir açıklamada bulunmuştu.
  • Bosna Hersek’te siyasi ve dini liderler ile toplum önderlerinin bölünme retoriğine başvurmak yerine yapıcı diyaloga odaklanmaları gerektiği ifade edilen açıklamada, “Sırp Cumhuriyeti, Bosna Hersek’in entegre bir parçasıdır” denildi.

Kaynak: Balkan News

Tarih: 23.07.2021

 

Bosna Hersek Yüksek Temsilcisi Soykırımı İnkar Yasağı Getirdi

  • Bosna Hersek Yüksek Temsilcisi Valentin Inzko, Dayton Barış Anlaşması’nın Bosna Hersek Yüksek Temsilcisi’ne tanıdığı olağanüstü yetkilere dayanarak Bosnalı Sırpların muhalefeti nedeniyle geçirilemeyen soykırımı inkar yasası konusunda önemli bir aşama kaydetti.
  • Inzko, Bosna Hersek Yüksek Temsilciliği Ofisi’nin internet sayfasında yayınlanan mesajında, uzun süredir beklenen soykırımın inkarının cezalandırılmasına ilişkin yasanın, Bosna Hersek Parlamenterler Meclisi’nde yapılacak oylamaya kadar geçici olarak yürürlüğe gireceğini açıkladı. Mesajda; uluslararası mahkemelerde veya Bosna Hersek Mahkemesinde kanıtlanmış soykırım, insanlığa karşı suçları ve savaş suçlarını inkar, yüceltme, önemsizleştirme veya aklamaya çalışan kimselerin, 6 aydan 5 yıla kadar hapis cezasına çarptırılacağı belirtildi.
  • Yeni yasal düzenleme, Bosna Hersek Yüksek Temsilciliği’nin resmi sitesi ile Bosna Hersek Resmi Gazetesi’nde yayınlandıktan sonra uygulamaya konulacak.

Kaynak: Anadolu Ajansı

Tarih: 23.07.2021

 

Rusya Dışişleri Bakanlığı: “Inzko’nun soykırımın inkarı yasası kanuna aykırıdır”

  • Rusya Dışişleri Bakanlığı Basın Departmanı Direktörü Maria Zakharova, Bosna Hersek’te görevi sona ermek üzere olan Yüksek Temsilci Valentin Inzko’nun ülkede soykırım inkarını yasaklayan bir yasayı yürürlüğe koymaya yönelik “yasadışı” kararının Rusya’yı derinden öfkelendirdiğini ifade etti.
  • “Bosna-Hersek’teki görevi sona eren Yüksek Temsilci Valentin Inzko’nun bu egemen ve bağımsız Avrupa devletinin içişlerine yaptığı kaba ve kesinlikle kabul edilemez müdahaleye karşı derin bir öfke duyuyoruz. Dayton Barış Anlaşması’nın garantörü ve Barış Uygulama Konseyi Yönlendirme Kurulu üyesi olan Rusya Federasyonu, Inzko’nun hareketini Bosna Hersek’in egemenliğine, anayasal düzenine ve yetkililerinin yetkilerine açık bir saldır olarak görüyor” dedi.
  • Inzko’nun “sorumsuz keyfi eyleminin” benzeri görülmemiş ölçekte bir iç siyasi krize yol açtığını söyleyen Zakharova, Inzko’nun kararının yasal sonuçlar doğuramayacağını savundu.
  • Zakharova sözlerini, “Hiç kimse ve hiçbir şey yasama sürecinde Bosna Hersek Parlamenter Meclisi’nin rolünü küçümseyemez, değiştiremez veya görmezden gelemez. Bosna Hersek’nin kaderi yalnızca halklarının elindedir. Yüksek Temsilci’nin bu hareketi alnızca sorun yaratır ve ülkede barış ve istikrarı baltalar” şeklinde tamamladı.

Kaynak: N1

Tarih: 23.07.2021

 

TUİÇ Balkan Stajyerleri: Dilek Keçeci, Rümeysa Güner, Şamil Orhan, Didem Şimşek, Aybüke Koçak ve Hatice Deniz Hızal

 

 

 

 

Türkiye Gerçeklerinde Kriminolojik Bir Vaka Analizi: “Palu Ailesi”

Özet

Bu çalışmada, bir TV programında yayınladığı zaman Türkiye’nin gündemine oturmuş olan “Palu Ailesi”; ceza hukuku, kriminolojinin sosyal bağ ve çete teorileri kullanılarak incelenecektir. Amaç, ailenin suçluluğunun ortaya çıkışını ve bu durumun sonuçlarını açıklamaktır. Her ne kadar bu aile, kendi içinde bağımsız ve uç olaylar barındırsa da eğitimsizlik ve kişilerin hassas duygularının suistimal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan yıkıcı tablolar birbirine benzerdir ve Türkiye için olağandışı değildir. Dolayısıyla bu gibi olayların tanınması ve anlaşılması ileride ortaya çıkacakların önlenebilmesi açısından elzemdir. 

Anahtar Kelimeler: Sosyal Bağ Teorisi, Kriminoloji, Palu Ailesi, Ceza Hukuku.

Otomatik Portakal (1971)

Yapım Yılı: 1971

Yönetmen: Stanley Kubrick

Tür: Suç/Dram – Bilimkurgu

Süre: 136 Dk.

Senaryo: Anthony Burgess’ın romanından Stanley Kubrick tarafından senaryolaştırılmıştır.

Oyuncular: Malcolm McDowell, Patrick Magee, Carl Duering, Madge Ryan.

Anthony Burgess tarafından 1962 yılında yazılan roman, sinema dünyasının önemli isimlerinden Stanley Kubrick tarafından Otomatik Portakal olarak beyaz perdeye aktarılmıştır.

Otomatik Portakal’da Yaşananlar

Antikahraman Alex DeLarge ve arkadaşları, şiddetin neredeyse her alanda meşrulaştırıldığı distopik bir evrende, toplum düzenine aykırı olan tüm suç-sapma davranışlarını gerçekleştirebilecek bir şiddet eğilimiyle hareket etmektedir. Tecavüz, adam yaralama, hırsızlık gibi eylemler çetenin günlük rutini halini almıştır. Çetenin içerisinde giderek artan liderlik çatışmaları, Alex’in otoritesinin sarsılmasına yol açmaktadır. Nihayetinde arkadaşlarının tuzağına düşen Alex suçüstü yakalanarak hapse düşer.

“Yetişkinlerin savaştığı, bombalar attığı, birbirini kesip doğradığı, acımasızlığın kol gezdiği bir dünyada gençlerin yurtsever, dine bağlı, uslu, terbiyeli olmaları söz konusu değildir”.

İşaret ettiğimiz üzere eserin ana teması, distopik bir evren içerisinde şiddet, suç, sapma ve ceza kavramları, modern toplumun adalet anlayışı üzerinden işlenen ağır bir eleştiridir.

Film, Alex ve arkadaşlarının Korova Sütbarı’nda kadın bedeni figürü masalarında katkılı sütlerini içmesiyle başlamaktadır. Anlatılan yeni toplum düzeninde süt bile saf kalamamıştır. İnsan değeri hiçe indirilmiş, kadın bedeninin metalaştırılması yeni normal olmuştur. Akabinde çetenin alkollü yaşlı bir adamı öldüresiye dövdüğü sahnede, adamın ölümü tercih ederek söyledikleri hukuksuz bir topluma işaret eder.

“Millet aya çıkıyor ve dünyanın çevresinde lamba görmüş tatarcık misali fırıl fırıl dönüyor ama yeryüzünde artık kanuna ve nizama aldıran yok”.

Düzen koruyucu polisler, şiddetin devlet eliyle meşrulaşmasına aracılık etmektedir. Çetelerin şiddet eğilimlerini doyurmaya yönelik işledikleri suçlar, birbirleri arasındaki çatışmalar ve kavgalar ile sokaklarda kaos hakimdir. Buna karşılık polis devriyesi oldukça azdır. Çıkan çatışmaların, ihbarların hiçbirine zamanında yetişememektedir. Ayrıca polis olmak için herhangi bir yeterliliğe sahip olmak gerekmediği, filmin sonunda Alex’in çetesinden Pete ve Dim’in polis olarak karşımıza çıkmasıyla pekiştirilmiştir. Alex ile birlikte çete faaliyetlerinde şiddet uygulayan kişiler bu defa polis olarak şiddet üretmektedir.

Çete üyeleri tarafından tuzağa düşürülerek hapse giren Alex, adam öldürme suçundan 14 yıl cezaya mahkûm edilmiştir. Hapiste şiddetten uzak durarak uysal davranır ve pederin sempatisini kazanır. Filmin bu bölümünde Alex’i bol bol İncil okurken görürüz. Ancak kitabı okurken empati yaptığı İsa değil, ona farklı şekillerde işkence eden Roma askerleridir. İçindeki şiddet, öfke ve nefretle bu şekilde başa çıkmaktadır.

Değişen iktidarın yeni temsilcileri, seçmenlerine vadettikleri “suçsuz” bir toplum yaratabilmek ve ağzına kadar dolu olan hapishaneleri boşaltmak adına Ludovico tekniğine başvururlar. Deneye gönüllü olarak katılan mahkûmların 15 günlük tedavi sonrası hapishaneye dönmeyeceğini öğrenen Alex, deneye katılmak istediğini açıkça ifade eder.

Amaç, suçluların tekrar suç işleyemeyecek hale getirilerek topluma kazandırılması, suçsuz bir toplum oluşturulması fikridir. Ancak devletin bu şekilde oluşturmak istediği ideal toplum bir yanılsamadır. Kişilerin özgür iradeleri ortadan kaldırılmıştır, düşünceleri ve hareketleri üzerinde devlet kontrolü vardır. Egemen olan ideolojiye ters düşenleri kendi amaç ve istekleri doğrultusunda asimile etmektedir. Modern devlet, insanı hiçe dönüştürmüştür.

“İyilik içten gelir. İyilik bir seçimdir. Bir insan seçemezse, insanlıktan çıkar”.

Şiddet eylemlerini ortadan kaldırmayı hedefleyen devlet erki, bunu kendine özgü cezalandırma yöntemleri ile yapmaktadır. Ludovico tekniği tam da böyle bir yöntemdir. Sansürsüz sahnelerin kişinin kontrolü dışında zorla izletilmesi, verilen ilaçların vücutta oluşturduğu hastalık belirtileri de eklenerek kişiyi bir sineği bile öldüremeyecek hale getirir. Bunların tümü, devletin şiddeti meşrulaştırma aracı olarak görülebilir. Çünkü yapılan her şey Alex için işkence durumundadır.

Devlet, önleyemediği şiddeti engellemek için suçlulara karşı şiddet uygulayarak önemli olanın insan hayatı değil kendi otoritesi olduğunu üstü kapalı bir şekilde ifade etmektedir. Bu durum filmin önemli alt metinlerinden biridir. Alex’e yapılan işkenceler onu evcilleştirmiştir ancak içindeki şiddet içerikli duyguları engelleyemez. Sonuç olarak Alex’in şiddeti tedavi edilmiştir ancak daha ahlaklı bir insan haline gelmemiştir çünkü yapabileceği bir seçim, verebileceği bir karar kalmamıştır. Sadece toplumun kabul ettiği davranış biçimine uymak zorunda bırakılmıştır.

“Toplumun onayladığı eylemlerin dışına çıkamıyorsun, yalnızca iyilik yapmakla görevli bir makinesin”.

İki yıl sonra serbest kalan Alex, dış dünyaya uyum sağlayamamıştır. Savunmasızdır, herhangi bir şiddet eylemine maruz kaldığında savuşturamaz, hastalık belirtileri gösterir. Kendini koruyamaz hale gelmiştir. Çete arkadaşları, yeni polisler Pete ve Dim tarafından dayak yedikten sonra sığındığı ev, eskiden arkadaşlarıyla birlikte evini bastıkları yazar adamın evidir. Karısı öldürülen adam, Alex’in kim olduğu fark ettiğinde ahlaki bir seçim yapar. Karısının intikamını, Alex’e işkence ederken kullanılan, onu tepki vermeye koşullayan müziği dinleterek alır. İşkenceye daha fazla katlanamayan Alex, kendini pencereden atarak intihar teşebbüsünde bulunur. Bu noktada sisteme boyun eğmek zorunda kaldığı fakat bunu kendisine yediremediği için otoriteye karşı bir hamlede bulunduğu çıkarımı yapılabilir.

Filmin sonunda hastanede gördüğümüz Alex iyileşmiştir. Bu iyileşmenin fiziki boyutunun yanı sıra mental boyutu da mevcuttur. İktidarın güttüğü politikanın somut bir nesnesi olan Alex’in intiharının medyaya yansıması, politikacıları zora sokmuştur. Onu ziyarete gelen bakanla pazarlık yapan Alex adeta yeniden doğmuştur. Eskiden sisteme kendi yöntemleriyle başkaldıran genç adam gitmiş, yerine toplumsallaşarak düzene ayak uyduran biri gelmiştir. Başlangıçta suçlardan arındırılmış toplum siyaseti güden iktidar, Alex’i suç makinesi olarak sosyal hayata geri döndürmektedir. Suçsuz bir toplum mümkün değildir, şiddeti kendi içerisinde uygulayamayan toplum bu şiddeti sisteme yöneltir.

İrem ARSLAN

Kriminoloji Çalışmaları Staj Programı

Haftanın Öne Çıkanları

0

MİLYARDER JEFF BEZOS UZAYA ÇIKTI (20.07.2021)

Van Horn, Texas – JULY 20: Joe Raedle / Getty Images

Amazon’un kurucusu Jeff Bezos, kendine ait Blue Origins şirketinin New Shepard adlı roketiyle uzaya giden ikinci sivil oldu. Uzay turizminin kapısının aralandığı günde tüm dünya canlı yayınla bu ana kilitlendi.

Dünyanın en zengin iş insanı Jeff Bezos, uzaya uçuş gerçekleştirdi. Teksas’tan fırlatılan uzay aracında Bezos’a kardeşi Mark Bezos, 18 yaşındaki Oliver Deamen ve 82 yaşındaki eski pilot Mary Wallace Funk eşlik etti. Deamen uzay yolculuğu yapan en genç insan unvanını alırken Funk da uzaya giden en yaşlı kişi oldu.

Yaklaşık 18 metre uzunluğundaki New Shepard isimli kapsül 76 kilometrelik irtifada uzay aracının gövdesinden ayrıldı. Tamamen otonom bir mekanizmaya sahip New Shepard, 107 kilometrelik uzay yolculuğunu 11 dakikada tamamladı. Başarıyla yeryüzüne indi.

Mutluluğunu ekip arkadaşlarına sarılarak paylaşan Bezos “Bu hayatımın en güzel günü” dedi. Şirket gelecekteki uzay uçuşları için şimdiden yaklaşık 100 milyon dolar değerinde özel satış yaptı. Blue Origin şirketi uzaya bu yıl 2 yolcu uçuşu daha düzenlemeyi planlıyor.

Ünlü milyarder Briton Richard Branson ise 9 gün önce uzaya çıkan ilk sivil olmuştu. Virgin Galactic’s adlı roketiyle 86 kilometrelik uçuş gerçekleştiren Branson, Jeff Bezos’u Twitter’dan “Tebrikler!” mesajıyla kutladı.

Uçuş tarihi, Neil Armstrong and Edwin Buzz Aldrin’in 20 Temmuz 1969’da aya ilk bastıkları tarihin yıldönümü olarak belirlendi. New Shepard ise ismini 1961’de uzaya ilk çıkan Amerikan Alan Shepard’dan alıyor.

 

Kaynak: Reuters

 

DÜNYA SEL FELAKETİYLE BOĞUŞUYOR (21.07.2021)

Dünyanın çeşitli yerlerinde art arda sel felaketleri yaşandı. Ülkeler ciddi can ve mal kaybına uğradı. Uzmanlar ise küresel ısınma sürdükçe şiddetli sellerin devam edeceğini söyledi. 

Almanya’da son 200 yılın en büyük sel felaketi yaşandı. Hayatını kaybedenlerin sayısı 170’i, yaralı sayısı ise 700’ü geçti. Kaybolan yüzlerce kişi için arama çalışmaları hala sürüyor. Sel sadece kara ve demir yollarında 2 milyar euroya yakın zarara yol açtı.

Felaketten etkilenen Belçika’da da 30’dan fazla kişi selde hayatını kaybetti. Ülkede ulusal yas ilan edildi, bayraklar yarıya indi.

Sadece Avrupa’da değil, Çin’de de yağış rekoru kırıldı. Son 60 yılın en yoğun yağışı yaşandı. Sokaklar göle döndü, metro istasyonlarını su bastı. 20’den fazla kişi yaşamını yitirdi. Yaklaşık 200 bin kişi de yerinden oldu. Çin Ulusal Meteoroloji Merkezi, Hagupit tayfunu nedeniyle alarm seviyesini sarıdan turuncuya yükseltti.

Yağışlardan Türkiye de etkilendi. Rize’de dere yatağına kurulan birçok ev sele kapıldı. Çay bahçeleri büyük zarar görürken 6 kişi hayatını kaybetti. Sel felaketi sonrası ağır hasarlı olduğu tespit edilen 294 binadan 66’sında oturanların tahliyesine karar verildi.

Dünyanın pek çok bölgesinde yaşanan yoğun yağışların küresel ısınmadan kaynaklandığı belirtiliyor. Aşırı sıcaklıklar sürdükçe sellerin şiddetinin de artacağı vurgulanıyor. Uzmanlar insanları olası sellere karşı korunmaya, dere yataklarına yerleşim yeri kurmamaya davet ediyor.

 

Kaynak: Euronews, Reuters, AA, Woodwell Climate Research Center

 

Hazırlayan: Gizem GÜVEN – TUİÇ Akademi İçerik Editörü

Göçmenler ve Entegrasyon

Sosyal medyaya düşen Afganistan menşeili göçmenlerin kalabalık gruplar halinde sınırı geçtiğini gösteren videolar ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “2 yıl içinde Suriyelileri ülkelerine geri göndereceğiz.” mealindeki açıklamaları ile göçmenler ve göç meselesi ile ilgili artan tartışmalar önümüzdeki süreçte devam edecek gibi görünüyor. Tartışmalar yeni değil ancak her yeni günde nefret söylemini içeren, ırkçılığa varan bir ivme kazanmakta. Bunun geçici olduğunu düşünmek ise yanıltıcı olacaktır. Türkiye, önümüzdeki on yıllarda sadece Suriyeliler bağlamında değil, Afganistan’dan ve hatta geniş Ortadoğu coğrafyasında yaşanabilecek insani krizlerden gelecek göç akınları açısından da göç meselesini etraflıca ele almak durumundadır. Göç konusu Türkiye’nin hem iç siyasetinde hem de uluslararası ilişkilerinde ve dolayısıyla dış politikasında çok önemli ve hassas bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.

2011 Suriye kriziyle başlayan ve 2013’den sonra yükselen bir ivme ile artan nüfus hareketliliğiyle Türkiye’de Geçici Koruma altında bulunan Suriyeli sayısı, Göç İdaresi’nin Temmuz 2021 verilerine göre 3 milyon 688 bin 93 kişi (Göç İdaresi, 2021). Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü 2020 yılı verilerine göre ülkemizde bulunan Afganistan menşeili düzensiz göçmen sayısı ise 116 bin 400 ve uluslararası koruma başvurusu sayısı ise 330 bin (UNHCR, 2020). Göç idaresi istatistiklerine baktığımızda Afganistan’dan gelen kişi sayısında aslında anormal bir artış olmadığını görüyoruz. 2019 yılında düzensiz göç girişiminde bulunan 201.437 Afganistan menşeili yakalanırken bu rakam 2020’de 50.161 olarak gerçekleşiyor ve Temmuz 2021 itibariyle de 25.643 olduğunu görüyoruz (Göç İdaresi, 2021). Benzer şekilde ülkemizdeki Suriyeli sayısında da son iki yılda çok ciddi bir yükseliş olmuyor. Peki, rakamlarda anormal bir yükselme olmamasına rağmen göçmen karşıtı söylem ve paylaşımlar neden gündemde? Öncelikle Kurban Bayramı sebebiyle Suriyelilerin ülkelerine gidebilmeleri, hemen akabinde Afganistan’dan gelenlerle ilgili sosyal medyaya düşen videolar ve en son ise Sn. Kılıçdaroğlu’nun sadece bu konuyu ele alan kısa videosu tartışmaları körükledi diyebiliriz. Ancak bunun yanında süre-sayı-ekonomi olarak belirtebileceğimiz üç önemli etken aslında siyasetçilerin, medyanın ve çeşitli sosyal medya hesaplarının bu konuyu sık sık gündeme getirmelerine imkân tanımaktadır.

Hatırlanacağı üzere Suriye Krizi başladığında ilk göç akınlarında kamuoyunun Suriyeliler ile ilgili genel tavrı “zulümden kaçan mağdur insanlar” veya hiç değilse “misafirlerimiz” şeklindeydi. Ancak geçen süre içerisinde Suriyelilerin sayı olarak artarak kamusal alanda görünürlüklerinin artması ve kalış süresinin uzaması kamuoyundaki algıyı değiştirmeye başladı. Bununla beraber Türkiye ekonomisindeki kötü gidişat, Suriyelilerle ilgili algıyı misafirlikten yük olmaya başlayan ve ileride daha çok sorun oluşturacak meseleye çevirdi. Suriye krizinin devam ediyor oluşu ve kısa-orta vadede bir çözümün görünmeyişi, Türkiye’de doğan Suriyeli sayısının 1 milyonu aşması ve iktidar partisinin Avrupa Birliği’ne rest olarak sınır kapılarını açmasına rağmen Suriyeli nüfusta herhangi bir azalma yaşanmaması Suriyelilerin Türkiye’de kalıcı olduğu algısını pekiştirdi. Ülkenin siyasal olarak kutuplaşmış olması ve ekonomik kötü gidişle birlikte iktidar politikalarına yöneltilecek eleştiriler doğrudan Suriyelilere yönelmeye, Suriyelilerin en insani davranışları bile (Taksim’de yılbaşı kutlaması vb.) büyük tepkiler oluşturmaya başladı. Suriyeliler ilk günden beri siyasi bir gündemdi ancak kutuplaşan siyasal ortamda ve yakın zamanda (erken veya zamanında) gerçekleşecek seçimlerde daha sıcak bir tartışma konusu haline geldi.

Peki, Suriyeliler gerçekten bayramlaşmak için elini kolunu sallayarak ülkelerine gidip geliyor mu? Afganistan’dan gelenlerle ilgili kamuoyunu meşgul eden iddialar ne kadar doğru? Sadece Sn. Kılıçdaroğlu değil herhangi bir siyasi parti lideri Suriyelileri iki sene içerisinde helalleşerek evlerine gönderebilir mi? Göçmenler gerçekten de yük mü, işlerimizi elimizden mi alıyor?

Suriyelilerin bayramda tatile gider gibi ülkelerine gittiği iddiasına öncelikle nereye gittiklerini ifade ederek açıklık getirmemiz gerekiyor. Suriyeliler aslında Astana Süreci olarak bildiğimiz Türkiye-Rusya-İran mutabakatıyla geçici güvenli bölge olarak ilan edilen yerlere gidebiliyorlar. Aslında bu bayramlaşma izni Türkiye ile Suriye arasında 1999 yılından beri uygulanıyor çünkü sınırın iki yakasında kalan akrabaların tel örgüler arkasından bayramlaşması yerinde 48 saatlik bir izinle bayramlaşmalarına imkân sağlanıyor. Türkiye’den giden Suriyelilere özel izin veriliyor ve gitme amaçları geride bıraktıkları ailelerini, mallarını, kaybettikleri yakınlarını bulmak ve bu kayıpları ile ilgili bir şeyler yapabilmek (Serbestiyet, 2021). Aslında önemli bir amaç da Suriyelilerin kendi topraklarından tamamen kopmamasını sağlamak. Bayram vesilesiyle yıkılmış evlerine, bahçelerine, şehirlerine giden Suriyelilerin orayla ilgili anıları tazeleniyor ve bir gün geri dönme umudu canlı tutuluyor. Bu aslında herkesin dillendirdiği “geri dönüş” için önemli bir psikolojik zemin oluşmasına imkân tanıyor (Mülteciler Derneği, 2021).

Afganistan’dan gelenler konusu ise biraz daha karmaşık çünkü konu sınır güvenliği, İran ile ilişkiler, Afganistan’dan ABD’nin çekilmesi ve Taliban’ın ilerleyişi gibi boyutları da içeriyor. Ancak şunu ifade etmek gerekir ki Afganistan’dan ülkemize gelişler yeni bir vaka değil. Hatta bu göç sürecinin önemli bir göçmen ağı üzerinden gerçekleştiğini belirtmek gerekir. Ülkemize İran sınırı üzerinden giriş yapan Afganlılar (Çoğunluğu Türkmen-Özbek-Tacik) İran’ı yaklaşık bir ayda yürüyerek aşarak Türkiye’ye ulaşıyorlar. Son yıllarda rakamlarda görülen artışın nedenlerinden biri daha önce gelip Türkiye’de çalışan ve geri dönen veya çalışmaya devam eden Afganlıların yeni gelecek kişilere aracılık etmesi, iş bulması, göç literatüründe göçmen ağı diye tabir edilen ağların Türkiye ile Afganistan arasında oluşmasıdır. Görüştüğüm Afganistanlı Türkmen düzensiz göçmenlerden edindiğim bilgiler Türkiye’ye daha çok para kazanmak, başlık parası biriktirmek, geride bıraktıkları ailelerini geçindirmek amacıyla geldiklerine işaret ediyor. Genel olarak tarım, hayvancılık, inşaat gibi sektörlerde (Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarının tercih etmediği) çalışıyorlar ve İstanbul merkezli bir para transferi, iş bulma gibi konularla ilgilenen ağları da mevcut. En son sosyal medyaya düşen görüntülerde Niğde’de inenlerin çobanlık için bölgedeki köylere gittiği ve Türkiye’de yaklaşık 50 bin çobana ihtiyaç olduğu ile ilgili detaylı bilgileri Yıldıray Oğur’un Karar gazetesindeki yazısında bulabilirsiniz (Karar, 2021). Özetle Afganlılar ile ilgili bugün sosyal medyaya düşenler aslında yeni bir göç akınını ifade etmiyor, Suriyeliler özelinde oluşan ve bazı suç olaylarına karışan Afganistan kökenli düzensiz göçmenler üzerinden oluşturulan bir gündemle karşı karşıyayız.

Sn. Kılıçdaroğlu’nun Suriyelileri iki yıl içerisinde helalleşerek evlerine göndereceğiz söylemi insan hakları ve uluslararası hukuk açısından son derece sorunludur. 1951 Cenevre Sözleşmesinin en önemli maddelerinden birisi olan 33. Madde “geri göndermeme” ilkesini vurgulamaktadır. 33. Maddeye göre mülteci ve sığınmacıların zulüm tehlikesinin olduğu yerlere gönderilmesi yasaktır. İktidar partisinin uluslararası bir sözleşmeden tek bir imza ile geri çekilmesini haklı olarak eleştiren ana muhalefet partisi liderinin Suriyeliler konusunda popülist olarak tabir edebileceğimiz bu söylemi büyük bir paradoks oluşturmaktadır.  Suriye’de henüz zulüm ortamı sona ermemişken Suriyelileri geri göndereceğim demek “Sizi katilinize, celladınıza gönderiyorum” demekten farksızdır. Bu da insan hakları evrensel beyannamesinin “korkusuz yaşama” ilkesine ters düşmektedir. İktidar partisinin göç ve göçmen politikasını eleştirmek ile göçmenleri / mültecileri / olası mültecileri hedef almak arasındaki farkı gözetmeyen muhalefet söylemi maalesef popülizmden öteye gidememektedir. Suriyeliler veya Afganistan’dan gelenler üzerinden yürütülen siyasetin manipüle edilmiş veya edilmeye hazır kitleler üzerinde bir karşılığı olabilir ancak gerçekçi çözümler üretmeyen yaklaşımlar yabancı düşmanlığı, nefret söylemi ve göçmenlere yönelik şiddet olaylarını arttırmaktan başka bir sonuca hizmet etmemektedir.

Yazının başında da belirttiğim gibi göç meselesinin merkezinde her ne kadar Suriyeliler görünse de göç Türkiye için çok boyutlu strateji ve politikalar üretilerek ele alınması gereken bir konu haline gelmiştir. İran – Suriye gibi hem uzun hem de zor coğrafyada olan sınırların kontrolü meselesi her ne kadar zor olsa da radarlar, gözetimsiz yer sensörleri ve görüntüleyiciler gibi yeni teknolojiler kullanılarak sınırdan geçişler kayıt altına alınmaya çalışılmalıdır. Düzensiz göçü kontrol altına almak veya yönetmek düzensiz göçmenlerin tespiti ve belirlenmesi ile mümkündür. Bu yapılırken de sığınmacı ihtiyacı olanlar ile diğerlerinin ilgili uluslararası normlar ve sözleşmeler çerçevesinde çok titiz bir şekilde ayrılması büyük önem taşımaktadır. Sığınma ihtiyacı olmayanların geri iadesi veya sınır dışı edilmesi ülke içindeki düzensiz göçmen sayısının azalmasına veya en kötü ihtimalle stabil kalmasına olanak tanıyacak etkinlikte yapılabilmelidir. Göç ve özel olarak Suriyelilerin zorunlu göçü sadece Türkiye’nin meselesi değildir. Uluslararası kurum ve kuruluşlarla birlikte Suriye İç Savaşında rolü olan ülkelerin de bu insani krizin bitirilmesi için eyleme çağrılması gerekmektedir. Avrupa Birliği’nin daha fazla dayanışma ve işbirliğine zorlanması, uluslararası mali yardımların teşvik edilmesi için kapsamlı çözüm önerileri geliştirilmelidir. Sınır güvenliği, uluslararası dayanışma ve işbirliğine ek olarak Türkiye’nin ülkesindeki Suriyelilerin entegrasyon-uyumu ile ilgili çabalarını arttırması, bunun ön koşulu olarak da kamuoyu ile pozitif yönde iletişim stratejisi geliştirilmesi gerekmektedir. Kamuoyunun sahiplenmeyeceği bir entegrasyon-uyum politikasının başarılı olma şansı neredeyse yoktur. Suriyelilerin ülkemize yaptığı katkıların ön plana çıkarıldığı, göç ve kalkınma eksenli örneklerin öne çıkarıldığı başarı hikâyeleri topluma anlatılmalıdır.

Burak YALIM – TUİÇ Kurucu Başkanı

 

Kaynakça

Oğur Y., 2021. Afganlar tırdan neden Niğde’de indi? https://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/afganlar-tirdan-neden-nigdede-indi-1590092

Mülteciler Derneği, 2021. Suriyeliler Bayramda Ülkelerine Gidebiliyorsa Neden Geri Dönüyorlar? https://multeciler.org.tr/suriyeliler-bayramda-ulkelerine-gidebiliyorsa-neden-geri-donuyorlar/

Serbestiyet, 2021. Röportaj: “Suriyeliler bayramlarda sınırı bayramlaşmak için geçmiyorlar”. https://serbestiyet.com/serbestiyet-in-english/roportaj-suriyeliler-bayramlarda-siniri-bayramlasmak-icin-gecmiyorlar-65696/

T.C. İçişleri Bakanlığı, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, 2021. Geçici Koruma. https://www.goc.gov.tr/gecici-koruma5638

T.C. İçişleri Bakanlığı, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, 2021. Düzensiz Göç. https://www.goc.gov.tr/duzensiz-goc-istatistikler

UNHCR Türkiye, 2020. UNHCR Türkiye İstatistikleri. https://www.unhcr.org/tr/unhcr-turkiye-istatistikleri