Home Blog Page 42

2015’ten Günümüze Beyin Göçü: Türkiye-Birleşik Krallık Örneği 

Özet

Beyin göçü, gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru görülen gerek bireysel gerekse ülke içerisindeki çeşitli nedenler dolayısıyla yapılan bir göç şeklidir. Donanımlı bireyler; göç alan ülkeler için birer kazanım sağlarken, göç veren ülkeler için ise büyük kayıp meydana getirebilir. Ülkede eğitim alarak nitelikli hale gelen vatandaşın başka bir ülkeyi tercih etmesi, ülkenin eğitime yatırım yapmış ve yatırımın kazanıma dönüşme hedefini engelleyen bir olgu olarak da karşımıza çıkmaktadır. Gelişmiş ülkelerin de beyin göçü alımına, sağladıkları şartlarla ve çeşitli burslarla önem verdiklerini de görmekteyiz. Bu çalışmada beyin göçünün tarihinden kısaca bahsedilerek Türkiye’den giden nitelikli insanların neden başka bir ülkeyi tercih ettiğini veya etmek zorunda kaldığını belirterek Türkiye-Birleşik Krallık bağlamında beyin göçünü açıklamayı hedeflemiştir. 

Anahtar Kelimeler: Beyin göçü, Türkiye, Birleşik Krallık, donanımlı insan, kalkınma.

Abstract

Brain drain is a form of migration from developing and undeveloped countries to developed countries, both individually and for various reasons within the country. The highly skilled individuals make a profit for migrating countries, and a great loss for migrating countries. The country’s education and qualification of a citizen is a fact that the country has invested in education and is blocking the goal of investing in education. It is also seen that developed countries care about brain drain, the conditions they provide, and the various scholarships. In this study, the intention is to explain in the context of Turkey-United Kingdom, explaining why qualified people who came from Turkey chose or had to choose another country, by briefly mentioning the history of brain migration. 

Key Words: Brain drain, Turkey, United Kingdom, highly skilled, development.

Giriş

Küreselleşmenin etkisiyle içinde yaşadığımız dünyada hızla gerçekleşen değişim ve dönüşümlere tanıklık etmekteyiz. Liberalleşmenin, gelişen medyanın da etkisiyle ülkeler arası siyasi ve ekonomik sınırların ortadan kalkması nedeniyle herhangi bir ülke içerisindeki kriz diğer ülkelere yayılabilmektedir. Bu durum kriz yaşayan ülkelerden “nitelikli insan” olarak tabir edilen bilim insanları, sanatçılar gibi alanında uzmanlaşmış kişilerin gelişmiş ülkelere yerleşmesine neden olabiliyor. 

Göçün, göç gönderen ülkeye etkisi 3 temel yol ile olmaktadır. Bu yollar “3R” olarak adlandırılmakta olup bunlar: yurtdışı istihdam imkânları ile işsizlerin işe alınabilmesi (recruitment), işçilerin yerleştirilmesi (remittances) ve işçilerin geri dönüşleri (returns) şeklindedir (Bakırtaş, Kandemir, 2010). Uluslararası göçten beklenen gelenlerin nitelikli kişiler olmasıdır. 

Beyin göçü, 1960’lara gelindiğinde göç eden bilim insanlarının sayısının çok artması fark edilince ortaya atılan bir kavram olmuştur. Bu kavram Türk Dil Kurumu’na göre ”ileri düzeydeki meslek ve bilim adamları ile uzmanların bir başka ülkeye yerleşip çalışmak amacıyla kendi ülkelerinden ayrılması” olarak tanımlanmaktadır (TDK).

Khalid Koser gibi bazı yazarlar, gelişmiş ülkelerin donanımlı (highly skilled) göç için mücadele edeceklerinden, bu ülkelerde “yetenek savaşı” olarak tanımladıkları göç politikalarının görüleceğinden bahseder (Koser, 2007). Bu araştırmayı yaparken gelişmiş ülkelerin nitelikli bireyleri kazanabilmek için fon ayırdıklarını, başarılı öğrencilere çeşitli burslar sağlayarak ülkelerine yapılacak göçü cazip hale getirdiklerine rastladık. 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti yaşadığı istikrarsızlıklar, ekonomik krizler, siyasi olaylar gibi temel nedenlerden dolayı beyin göçünden muzdariptir. 1960 ve 1980 darbeleri ve 2016 darbe girişimi, 1973 ve 2001 ekonomik krizleri, eğitim imkânlarının kısıtlı oluşu, çeşitli dönemlerde mevcut hükümetin var olan politikalarının diğer ideolojilerle ters düşüşü değerleri olan “nitelikli bireylerin” ülkeden gitmeyi tercih ettikleri nedenler arasında ifade edilebilir. 

Bu araştırma, beyin göçünün tarihi kısaca açıklanarak yukarıdaki nedenleri daha da detaylı şekilde inceleyerek neden Türkiye’den gitmenin tercih edildiğini açıklamayı amaçlamaktadır. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti ve Birleşik Krallık’ın bu konudaki politikalarına da değinilecektir (Kaya, 2002). 

Coğrafi Yer

Değiştirerek (Genellikle

Kök Şehir/Ülkede

Kalınmaz)

Coğrafi Yer Değiştirmeden

(Kök Şehir/Ülkede Kalınır)

İç Beyin Göçü 

Dış Beyin

Göçü

Gizli Beyin

Göçü

Sanal Beyin Göçü

• Ülke içinde yer ve/veya kurum değiştirme 

• Kamudan özel sektöre geçiş 

• Ülke açısından fazla zararı yok

• Yetişilen kök

ülkeden başka ülkeye akış 

• Yetişilenülkeye

maddi

zararı ve değer kaybı çok fazla Transfer

ücreti yok 

• Zaman ve kıt kaynak israfı 

• Bedelsiz

ihracat

• Kendi ülkesinde

yabancı iş yerinde çalışma 

• Dış beyin göçünün

yaklaşık 2.5 katı büyüklükte 

• Düşük ücret ve sosyal hak alırlar

• Kendi ülkesinde yabancılara

bilgisayar/internet vasıtasıyla beynini kiraya verme 

•Sosyal, siyasal ve vatandaşlık

hakları verilmez

1. Beyin Göçünün Kısa Tarihi

Göç tarihi insanlık tarihi kadar eski bir kavram olmakla birlikte gelecekte de devam edeceği öngörülmektedir. M. Ö. 600-300 yılları arasında bilimin merkezi olarak görülen Atina’ya beyin göçleri gerçekleşmekteydi. Dönemin Atina’sında Platon’un M. Ö. 388’de kurduğu “Akademia” ve M. Ö. 335’de Aristoteles’in kurduğu “Lykeion” bilinen ilk araştırma ve öğrenim kurumları olmakla birlikte şehrin akademik cazibesini de artırmıştır. M. Ö. 300 yılından itibaren Potelemi Hanedanlığı döneminde İskenderiye’nin dünyanın bilim merkezi olması da şehri beyin göçünün odak noktası halinin alır. Önceleri politikacı ve Aristo’nun öğrencisi olan Demetrios ile fizikçi Straton şehre davet edilir. Demetrios’un kurulan İskenderiye Kütüphanesi ve Müzesi’nin yöneticiliğine getirilmesi sonrası çevreden çeşitli bilim insanlarının tercih ettiği bir bölge oldu. Yunan İmparatorluğu’nun zayıflamaya başlamasıyla Roma İmparatorluğu Atina’dan ve diğer Yunan sitelerinden beyin göçü alarak Yunan uygarlığının yerini almıştır (Kurtulmuş, 1992). M. S. 500’den itibaren İran bilim merkezi haline gelişti. Bizans’tan kaçmak zorunda kalan Nesturi, Hristiyan bilim insanlarının Cündişapur’da üniversite kurmalarıyla özellikle Hristiyan dünyasındaki araştırmacıların tercih ettikleri bölge olmuştur. 8. ve 9. yüzyıllarda Emeviler ve Abbasiler döneminde Şam ve Bağdat da önemli ilim merkezlerinden olmuştur (Yüksel, Bahar 2017; Kurtuluş, 2011). 

Ortaçağ’da kilisenin skolastik baskısı altında kalan Avrupalı bilim insanları, yazar ve düşünürler de göç ettiler. 16. yüzyıl düşünür ve yazarları kendi milletlerinde kalmak yerine “Avrupalılık ve hümanizme” sığınmayı uygun buldular. 14. Louis Fransa’sında da yoğun beyin göçüne rastlanmaktadır. Protestanlara karşı alınan kararlar ve baskılar üzerine Protestan aydınlar göç etmek zorunda kaldılar (Kurtulmuş, 2012). Ortaçağ’da Fransa’daki Katolik baskısından kaçan Protestan araştırmacılar İngiltere’ye sığınarak çok sayıdaki Yunanca ve Latince kaynakları İngilizceye çevirerek bilime katkı sunmuşlardır (Uyaroğlu, 2003).

Eski Türklerde Amu Derya (Ceyhun) ve Sir Derya (Seyhun) Nehirleri arasında kalan Maveraünnehir önemli bilim merkezlerinden biriydi. Araştırmacılara katkı sağlayan vakıf ve derneklerin zengin kütüphanelerinin olması çevredeki araştırmacılar için bölgeyi cazip hale getirdi. Ayrıca bölgede Ali Kuşcu, Uluğ Bey, Ahmet Yesevi, Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, Farabi gibi ünlü bilim insanlarının bulunması da bölgenin cazip hale gelmesine katkı sağlamıştır. Bağdat ve Konya da beyin göçü alan önemli bilim ve sanat şehirlerindendi (Uyaroğlu, 2003).

1250 tarihine kadar 20 olan medrese sayısı, 16.yüzyılda 80’i bulmuştur. Bizans İmparatorluğunun zayıflaması ve 1204 tarihinde İstanbul’un Haçlılar tarafından kuşatılması sonrası, 1453’te İstanbul’un fethiyle Avrupa’dan; Padura, Oxford, Prag, Hiedelberg gibi birçok şehirden bilim insanı, sanatçı, edebiyatçı İstanbul’a gelmiştir. Aynı zamanda İstanbul,Mısır ve İran gibi İslam âleminden bilim adamlarına cazip gelen bir şehir de olmuştur. Fatih Sultan Mehmet’in ilim, felsefe, sanat ve edebiyata karşı duyduğu yakın ilgi nedeniyle İslam dini ile ilgili bilgilerin öğretildiği medreselerle birlikte İstanbul’da ilk defa tüm ilimlerin verildiği bir medrese kurulmuştur. Enderun’da da Yunanca ve Latince bilen bilginlere yer verilmiştir. Osmanlı döneminde matbaanın kurulmasından sonra 1700’lerin ortalarından itibaren Avrupa ile kurulan sıkı ilişkiler sonucu birçok Batılı bilim insanı Türkiye’ye göç etmiştir (Kurtuluş, 2011).

2. Dünya Savaşı nedeniyle ABD, Avrupa üniversitelerindeki mezunlardan gelen beyin göçü ile büyük kazançlar sağlamıştır. Asıl kazancı ise ülkeye göç edenlerin nitelikleri iki dünya savaşı döneminde artmasıyla başlamıştır. Özellikle Nazilerin 1933’te iktidara gelmesi sonrası Almanya ve Avusturya’dan kaçan Yahudi bilim adamlarının çoğu ABD’ye göç etmiştir. ABD’ye Rusya’dan 1919’da mühendis Wladimir Kosma Zwyorykin, 1952 Nobel Tıp Ödülü sahibi mikrobiyoloji uzmanı Selman Abraham Waksman, UNESCO’nun Kolingo Ödülü’nün sahibi Rus fizikçisi George Anthony Gamow gelmiştir. Atom bombası çalışmalarına katılmış Macar fizikçi Edward Teller, Hollanda’dan astronom Geiard Pieter Kuiper ve 1936 Nobel Kimya Ödülü’nü paylaşan Josephus Wilhelmus Debye ABD’ye göç eden isimler arasındadır. Fransız asıllı 1956 Nobel Ödülü’nü kazanmış olan André Coumand de ABD’ye göç etmiştir. Almanya’dan ABD’ye ise 1936 Nobel Tıp ve Fizyolojik Ödülü’nü paylaşan biyokimyacı Otto Leovi; yine biyokimyacı 1953 Nobel Fizyoloji Tıp Ödülü’nü paylaşan Fritz Albert Lipmann ve Albert Einstein gelmiştir. Avusturyalı fizikçi, 1936 Nobel Fizik Ödülü’nü paylaşan Victor Franz Hessue ve İtalya’dan göç eden Enrico Fermi gibi önde gelen bilim insanları da beyin göçü yapmıştır (Kurtuluş, 2011).

Türkiye’de ilk beyin göçü 1960’larda doktor ve mühendislerin göç etmesiyle başlar. Ülke içerisinde 1960 darbesi nedeniyle oluşan politik istikrarsızlıklar, düşük ücretler, iş bulmanın sınırlı ve daha zor bir hâl almış olması gibi etkenler yurt dışına giden öğrencilerin ülkelerine gelmeyerek gittiği ülkede yaşamayı tercih etmesine yol açmıştır. (Bakırtaş, Kandemir, 2010). 1970-1980’lerde gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkelerden gelişmiş ülkelere yılda 100 bin beyin göçü yapıldığı bilinmektedir (Babataş, 2007).

2. Türkiye’den Birleşik Krallığa Göçün Tarihsel Gelişimi 

1960’lı ve 1970’li yıllarda Türkiye’den Almanya, Belçika, Hollanda, Fransa gibi Batı Avrupa ülkelerine büyük bir işçi göçü yaşandı. Birleşik Krallık bu dönemde Türkiye’den yoğun bir işçi göçüyle karşılaşmadı. Türkiye pek çok Batı Avrupa ülkesiyle işgücü anlaşmaları imzalarken Birleşik Krallık ile bu konuda bir anlaşma imzalanmamıştır (Uysal, 2016). 

Birleşik Krallık, Türkiye’de yaşanan birtakım siyasi olaylar sonucu Türkiye’den bazı göç dalgalarıyla karşılaşmıştır. Maraş katliamı sonucu Aleviler, 1980 askeri müdahalesi sonrası siyasi sığınmacılar, 90’lı yıllarda artan terörle birlikte Kürtler gibi göçmen grupları Birleşik Krallık’a yerleşmiştir (Sirkeci, 2016). Birleşik Krallık ve diğer Avrupa ülkelerine Türkiye’den gelen göçmen dalgalarını karşılaştırırsak Birleşik Krallık’ın sadece ekonomik gerekçelerle gelen bir işçi göçüne değil Türkiye’nin siyasi koşullarının yarattığı göçlere maruz kaldığını söyleyebiliriz. Günümüz Türkiye’sindeki siyasi koşulların yarattığı beyin göçünün önemli bir durağının Birleşik Krallık olmasını bu bağlamda değerlendirebiliriz. 

1963 yılında Türkiye’nin Avrupa Ekonomi Topluluğu ile imzaladığı Ankara Anlaşması, Birleşik Krallık’ın da AET üyesi olmasıyla birlikte Türkiye’den göçmenlerin Birleşik Krallık’a yerleşmesini kolaylaştırmıştır. Bu anlaşma Birleşik Krallık’ta iş kuran Türk göçmenlerin oturma izni almasına yardımcı olmuştur. Anlaşmanın sağladığı bu imkândan daha eğitimli ve nitelikli göçmenler yararlanmıştır (Sirkeci, 2016). Dolayısıyla bu anlaşmanın Birleşik Krallık’a yapılan beyin göçünü kolaylaştırdığını söyleyebiliriz. Ancak Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılması ile birlikte 1 Ocak 2021’de Birleşik Krallık bu anlaşmadan çekilmiştir. Bu anlaşma üzerinden yapılan oturma izni başvuruları 2013 yılından beri her yıl artmış ve anlaşmanın son yılı olan 2020’de rekor seviyede başvuru yapılmıştır. Bu durum Türkiye’den Birleşik Krallık’a beyin göçü yapan girişimcilerin sayısının son on yılda arttığını da göstermektedir (BBC, 2020).

3. Türkiye’den Yapılan Beyin Göçü: Nedenler ve Sorunlar 

Soğuk savaşın sonlanması, küreselleşme ve teknolojinin gelişimi ile bireyler yaşamış oldukları ülkedeki imkânlar, demokrasi, adalet yapısı, eğitim kalitesi, ekonomik durum, yaşam şekilleri gibi birçok etkeni bir başka ülkeyle kıyaslar hale gelebilmiştir. Bu durumun insanların “daha iyi ülke” arayışına girme nedenlerinden birisi haline geldiğini ifade edebiliriz. 

Türkiye’de son yıllarda yurt dışına göç etmek isteyenlerin artması gündemdeki önemli konulardan biri haline geldi. Pek çok araştırma özellikle genç ve eğitimli insanların Türkiye’den göç etmek istediğini ortaya koyuyor (SODEV, 2020; MAK Danışmanlık, 2020). 

Uluslararası Eğitim Enstitüsü’nün (IIE) kurduğu Scholar Rescue Fund (Bilim İnsanı Kurtarma Fonu) direktörü olan Sarah Willcox, “Bu zamana kadar eşi benzeri görülmemiş sayıda başvuru aldıklarını ve bu başvuruların %65’inin Türkiye’den geldiğini belirtti (Arslan, 2016).

İngiltere merkezli Council for At-Risk Academics (Risk Altındaki Akademisyenler Konseyi) direktörü olan Stephen Wordsworth, konseyin geçen yıl haftada en fazla 4-5 başvuru aldığını; bu yıl ise bu sayının 15-20’lere kadar çıktığını ve bu başvuruların çok büyük bir kısmının Türkiye’den geldiğini belirtti (Şahin, 2016).

Beyin göçünün neden arttığını açıklamak için ülkede yaşanan siyasi, ekonomik ve toplumsal gelişmeleri ve bu gelişmelerin ülkenin genç ve eğitimli kesimine etkisini açıklamak gerekiyor. Son on yıl içerisinde Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının muhafazakâr bir toplum oluşturmaya çalışan politikaları ve bununla birlikte artan toplumsal kutuplaşmanın orta sınıf seküler gençler üzerinde rahatsızlık yaratması sonucu ortaya çıkan bir göç dalgasından bahsedebiliriz (Yüksel, 2019). 

“Great Scholarships” adıyla Birleşik Krallık üniversitelerinde Bangladeş, Çin, Mısır, Gana, Hindistan, Endonezya, Kenya, Malezya, Meksika, Nepal, Nijerya, Pakistan, Sri Lanka, Tayland ve Türkiye’den gelen öğrenciler için maddi destek veriliyor. Ayrıca bir yıllık lisansüstü eğitim için öğrenim ücretleri ise en az 10,000£ değerindedir. Büyük Britanya Kampanyası, Birleşik Krallık’tan katılan yükseköğretim kurumlarıyla British Council tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. Bunun dışında İngiliz Milletler Topluluğu ve Chevening bursları da bulunmaktadır (Study UK, 2020). Belirtilmiş olan bursların Birleşik Krallık’ı cazip hale getirdiğini belirtebiliriz. 

Seküler kesimin rahatsızlık duyduğu muhafazakâr politikaların AKP iktidarının ilk yıllarında yoğun olmadığını söyleyebiliriz. AKP’nin dindarlığı görünür kılması Cumhuriyet mitinglerinde olduğu gibi seküler kesimden birtakım tepkilere yol açtı ancak yaşam tarzına müdahaleye dönüşen politikalar Gezi Parkı olayları ile birlikte kitlesel bir tepkiye dönüştü. İçki satışına sınırlamalar getirilmesi (DW, 2021), İmam Hatip okullarının sayılarının artması (DW, 2019), kadınlığın anneliğe indirgenmesi (BBC, 2016) gibi eylem ve söylemlerin seküler kesimin yaşam alanını daraltması ile birlikte bu kesimin yurt dışına göç etme arzusunun arttığını söyleyebiliriz. Bu muhafazakâr uygulamalar sadece yaşam tarzına müdahale edilmesine yol açmadı, aynı zamanda toplumdaki kutuplaştırmayı da artırdı. Bu durum iktidarın ayrıştırıcı söylemlerinden de görülebilmektedir. Özellikle Gezi Parkı eylemcilerine “çapulcu” denilmesiyle artan kutuplaştırıcı söylemler daha sonrasında iktidarın seçim propagandalarının ayrılmaz bir parçası haline geldi. 2017 referandumunda “hayır” diyenlerin terörle ilişkilendirilmesi (AA, 2017), millet ittifakının zillet ittifakı olarak (DW, 2019) nitelendirilmesi bu duruma örnek olarak gösterilebilir. 

Ocak 2016’da 2000’in üzerinde akademisyen barış sürecinin yeniden başlaması ve Türkiye’nin güneydoğusunda “Kürtlerin ve diğer halkların kasten katledilmesi ve sınır dışı edilmesi” tanımlamalarına karşı akademisyenler, savaş karşıtı dilekçeyi imzaladı. Kendilerini “Barış İçin Akademisyenler” olarak adlandıran imzacı 700’ün üzerindeki akademisyen terör örgütü propagandası yapmakla suçlanmaktadır. Türk üniversitelerinde işlerini kaybeden akademisyenler, Türkiye’den ayrılarak Fransa, İngiltere ve ABD üniversitelerinde göreve geldiler (Redden, 2019).

Toplumsal ve siyasi faktörlerin dışında ekonomik faktörler de beyin göçüne neden olmaktadır. Türkiye, özellikle 2018 yılından sonra ciddi bir döviz ve borç krizi içine girdi. TL/Dolar kuru 2018 yılının başında 3,7 iken 2019 yılında 5,3’e, 2020 yılında 5,9’a, 2021 yılında ise 7,3’e yükselmiştir (TCMB). Türkiye’de işsizlik 2021’nin Ocak ayı itibariyle %12,2, genç işsizliği ise %24,7 seviyesindedir (TÜİK). Genç işsizlik oranının bu kadar yüksek olması ve ülke içerisindeki alım gücünün düşmesi genç nüfusun yurt dışına gitme arzusunu kuvvetlendiren faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. 2021 Ocak ayı itibariyle yıllık tüketici enflasyonunun %14.97 olduğu Türkiye’de (TÜİK) yaşanan ekonomik kriz, beyin göçünün en önemli nedenleri arasındadır. 

Birleşik Krallık, 80’li ve 90’lı yıllarda Türkiye’den siyasi nedenler yüzünden ayrılmak zorunda kalan göçmenlere ev sahipliği yaptı. Günümüzde yaşanan beyin göçü dalgasının da Türkiye’nin siyasi koşullarıyla bağlantılı olması daha önce yaşanan göç dalgalarıyla benzeştiği bir nokta olarak öne çıkıyor. Birleşik Krallık, Türkiye’den ayrılan siyasi göçmenlerin vardığı bir adres olma özelliğini sürdürüyor. Ancak bu yeni göç dalgasını sadece siyasi nedenlerle açıklamak eksik olacaktır. Siyasi atmosferin oluşturduğu toplumsal yapının halkın belli bir kesimini Türkiye’de yabancılaşmış hissettirmesi de bu göçün nedenleri arasındadır. Yabancılaşma hissinin Türkiye’nin eğitimli ve genç nüfusunda yoğun olması bu göçün beyin göçü şeklinde gerçekleşmesine neden olduğunu söyleyebiliriz. 

“Türkiye’den göç eden kişi sayısı 2017 yılında bir önceki yıla göre %42,5 artarak 253 bin 640 oldu. Bu nüfusun %54’ünü erkek, %46’sını ise kadın nüfus oluşturdu.” (TÜİK, 2017).

“Türkiye’den göç eden kişi sayısı 2018 yılında bir önceki yıla göre %27,7 artarak 323 bin 918 oldu. Bu nüfusun %53,3’ünü erkek, %46,7’sini ise kadın nüfus oluşturdu. Türkiye’den yurt dışına giden nüfusun 136 bin 740’ı T.C. vatandaşı iken 187 bin 178’ini yabancı uyruklu nüfus oluşturdu.” (TÜİK, 2018).

“2020 yılının ortalarına kadar, 622.000 kişinin İngiltere’ye göç ettiğini, 375.000 kişinin ise İngiltere’den göç ettiği tahmin ediliyor; böylelikle net uluslararası göç 247.000 olur. Net uluslararası göç, 2018 yılının ortalarına kadar 275.000 olup, bu rakam son beş yılın ortalamasından 6.000 ve geçen yıldan 45.000 daha fazladır.(Office For National Statistics, 2020)

Türkiye’den yurt dışına göç eden kişi sayısı 2019 yılında bir önceki yıla göre %2 artarak 330 bin 289 oldu. Göç eden nüfusun %54,6’sını erkekler, %45,4’ünü ise kadınlar oluşturdu. Türkiye’den yurt dışına giden nüfusun 84 bin 863’ünü T.C. vatandaşları, 245 bin 426’sını ise yabancı uyruklu nüfus oluşturdu.” (TÜİK, 2019).

Sonuç

Beyin göçü, küreselleşmeyle birlikte sık kullanılan bir kavram olarak gündemde yer ediniyor. Gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşayan eğitimli ve nitelikli nüfus, kendi ülkelerinde potansiyellerini gerçekleştiremediği için gelişmiş ülkelere göç etmeyi arzuluyorlar. Birleşik Krallık, bu ülkelerden gelen beyin göçünün en önemli duraklarından biri olarak öne çıkıyor. 

Türkiye, özellikle son on yıldır beyin göçü veren bir ülke konumunda ve Birleşik Krallık da Türkiye’nin göç verdiği ülkelerin başında geliyor. Türkiye ve Birleşik Krallık arasındaki göçleri geçmişten günümüze incelediğimizde, Birleşik Krallık’ın diğer Avrupa ülkeleri gibi Türkiye’den işçi göçü almadığını görebiliyoruz. Birleşik Krallık’taki Türk nüfusun genellikle siyasi nedenler dolayısıyla göç etmiş kişilerden oluştuğunu inceledik. Günümüzde Türkiye’de yaşanan beyin göçü dalgasının siyasi bir arka planı olduğunu hesaba katarsak bu göç dalgasının Birleşik Krallık’a yönelmesi tesadüf değil. 

Türkiye’den giden beyin göçü sayısının azalması için AR-GE projelerine desteklerin artırılması, ülke içerisindeki genç işsizlik oranın düşmesi için döneme uygun iş sahalarının oluşturulması, ekonomik ve siyasi istikrarsızlıkları giderilmesi elzemdir. Hukuk ve eğitim gibi temel alanlarda reformlar yapılması gibi gereklilikler yerine getirilirse giden beyin göçü sayısında önemli bir düşüş yaşanacağı kanaatindeyiz. 

Ankara Anlaşması, Türkiye’den gelen göçmenlerin Birleşik Krallık’ta kalıcı bir şekilde ikamet edebilmesini sağladığı için yaşanan beyin göçü dalgasına katkı sağladığını söyleyebiliriz. Birleşik Krallık’ın Brexit nedeniyle 2021 yılında bu anlaşmadan çekilmesi ileride Türkiye’den gelen göç dalgasını yavaşlatabilir. Ancak beyin göçünü tetikleyen siyasi ve ekonomik nedenlerin varlığı sürdükçe Türkiye’den beyin göçünün kesilmeyeceğini ve Birleşik Krallık’ın da bir hedef ülke olarak bu durumdan etkileneceği sonucuna varabiliriz.

Batuhan DÜZGÜN

Hatice Vildan KABASAKAL

Göç Çalışmaları Staj Programı

Kaynakça

Anadolu Ajansı. (2017). Başbakan Yıldırım: Terör Örgütlerinin ‘hayır’ Dediği Yerde Vatandaşlarım Aynı Safta Olmayacaktır. Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/vg/video-galeri/basbakan-yildirimteror-orgutlerinin-hayir-dedigi-yerde-vatandaslarim-ayni-safta-olmayacaktir/3#! (Erişim Tarihi: 03.08.2021). 

Arslan, R. (2016). Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-37754038 (Erişim Tarihi: 28.07.2021).

Babataş, G. (2007). Beyin Göçü Ve Türkiye’nin Sosyo Ekonomik Yapısının Beyin Göçüne Etkisi. Öneri Dergisi, 7(28), 263-267. 

Bakırtaş T., Kandemir, O. (2010). Gelişmekte Olan Ülkeler Ve Beyin Göçü: Türkiye Örneği. Kastamonu Eğitim Dergisi, 18(3), 961-974. 

Deutsche Welle. (2021). Kapanma Öncesi Alkol Yasağı Tartışması. Erişim Adresi: https://www.dw.com/tr/kapanma-%C3%B6ncesi-alkol-yasa%C4%9F%C4%B1-tart%C4%B1%C5%9Fmas%C4%B1/a-57353987 (Erişim Tarihi: 03.08.2021).

Erem, O. (2020). Ankara Anlaşması: 31 Aralık’ta Sona Erecek Anlaşma Kapsamında Vize Başvuruları Rekor Kırıyor. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-55224051 (Erişim Tarihi: 01.08.2021).

Eskioğlu, F. (2019). Erişim Adresi: https://www.turkiyeturizm.com/ingilterede-turkiyedeki-5-sehirden-fazla-turk-yasiyor-59825h.htm (Erişim Tarihi: 01.08.2021).

Girit, S. (2016). Kadınlar Erdoğan’a Tepkili: ‘Anne Olmak İçin Yaratılmadık’. Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/06/160608_erdogan_kadin_annelik (Erişim Tarihi: 03.08.2021).

Karakaş, B. (2019, August 6). İmam Hatip Okullarının Sayısı Kadar Başarısı Da Artıyor Mu? Erişim Adresi: https://www.dw.com/tr/imam-hatip-okullar%C4%B1n%C4%B1n-say%C4%B1s%C4%B1-kadar-ba%C5%9Far%C4%B1s%C4%B1-da-art%C4%B1yor-mu/a-49904849 (Erişim Tarihi: 03.08.2021)

Kaya, M. (2009). Beyin Göçü / Entellektüel Sermaye Erozyonu. Eğitime Bakış (Eğitim Bir-Sen), 14-29.

Koser, K. (2007). International Migration A Very Short Introduction. New York: Oxford University Press. 

Kurtulmuş, N. (2012). Gelişmekte Olan Ülkeler Açısından Stratejik İnsan Sermayesi Kaybı: Beyin Gücü. Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, 0(37-38), 205-221 

Mak Danışmanlık. (2020). Türkiye Geneli Gençlik Araştırması. Erişim Adresi: https://www.makdanismanlik.org/mak-danismanlik-genclik-arastirmasi/ (Erişim Tarihi: 03.08.2021).

Official for National Statistics. (2021). Erişim Adresi: https://www.ons.gov.uk/peoplepopulationandcommunity/populationandmigration/populationestimates/bulletins/annualmidyearpopulationestimates/mid2020 (Erişim Tarihi: 03.08.2021).

Öğreten, T. (2019). Siyasette Kutuplaşma: Erdoğan’ın Zillet İttifakı Söylemi. Erişim Adresi: https://www.dw.com/tr/siyasette-kutupla%C5%9Fma-erdo%C4%9Fan%C4%B1n-zillet-ittifak%C4%B1-s%C3%B6ylemi/a-47729768 (Erişim Tarihi: 03.08.2021).

Redden E. (2019). Erişim Adresi: https://www.insidehighered.com/news/2019/07/01/about-700-academics-have-been-criminally-charged-turkey-their-signatures-petition (Erişim Tarihi: 01.08.2021). 

Sirkeci, İ. (2016). Little Turkey in Great Britain. Londra: Transnational Press. 

Sosyal Demokrasi Vakfı. (2020). Türkiye’nin Gençliği Araştırması Raporu. İstanbul. 

Study UK. (t.y.). Erişim Adresi: https://study-uk.britishcouncil.org/scholarships/great-scholarships (Erişim Tarihi: 03.08.2021).

Şahin E. (2016). Erişim Adresi: https://www.webtekno.com/gidiyorlar-bilim-insani-kurtarma-fonu-na-en-cok-basvuru-yapan-ulke-turkiye-h21451.html (Erişim Tarihi: 01.08.2021).

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı. (t.y.). Erişim Adresi: https://www.mfa.gov.tr/yurtdisinda-yasayan-turkler_.tr.mfa (Erişim Tarihi: 01.08.2021).

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası. Gösterge Niteliğindeki Merkez Bankası Kurları. Erişim Adresi: https://www.tcmb.gov.tr/kurlar/kurlar_tr.html (Erişim Tarihi: 03.08.2021). 

Türkiye İstatistik Kurumu. (2021). İşgücü İstatistikleri. Erişim Adresi: https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Isgucu-Istatistikleri-Ocak-2021-37486 (Erişim Tarihi: 03.08.2021).

Türkiye İstatistik Kurumu. (2021). Tüketici Fiyat Endeksi. Erişim Adresi: https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Tuketici-Fiyat-Endeksi-Ocak-2021-37379 (Erişim Tarihi: 03.08.2021).

Uysal, A. (2016). Londra’daki Türk Nüfusun Mekansal Dağılımı, Marmara Coğrafya Dergisi, 0(33), 534.

Yüksel, A., Ö. (2019). Türkiyeli Orta Sınıf Gençlerde Kültürel, Politik, Duygusal Dönüşüm Ve Yurt Dışına Göç Fikri. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Bilimleri Anabilim Dalı (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara.

Haftanın Öne Çıkanları

0

2060 YILINDA DİNLERİN DAĞILIMI NASIL OLACAK? (03.09.2021)

Dünya üzerindeki nüfus çoğaldıkça insanların sahip olduğu dini inançlar da çeşitlilik göstermeye başladı. Pew Research Center 2060 yılına gelindiğinde dinlerin küresel çapta nüfusa nasıl yansıyacağını öngören bir çalışma hazırladı.

Balkan Bülteni/ 26 Ağustos-1 Eylül

0

Arnavutluk

Afganistan’dan Tahliye Edilen Afganlar, Arnavutluk ve Kosova’ya Gelmeye Devam Ediyor

• Afganistan’dan tahliye edilen Afganların geçici olarak sığınmasını kabul eden ülkeler arasına katılan Arnavutluk’a bugüne kadar 607, Kosova’ya ise 111 Afgan ulaştı.
• Yaklaşık 4 bin Afgan’ın geçici olarak barınmasını kabul eden Arnavutluk’a bu sabah 150 Afgan, iki farklı uçak seferiyle geldi.
• Ülkeye 27 Ağustos’ta ulaşan ilk Afgan kafileyi karşılamaya gelen Arnavutluk Avrupa ve Dışişleri Bakan Olta Xhaçka, Arnavutların dayanışma, misafirperverlik ve cömertlik gösterdiğini belirterek “Çünkü burada gördüğünüz her erkek, kadın ve çocuk, savaşın dehşetinden ve onları öldürmek, zulme uğratmak için bir düşman olarak gören rejimden kurtarılmış bir hayattır.” değerlendirmesinde bulunmuştu.
• Arnavutluk’a gelen Afganlar, başkent Tiran ve Dıraç’a yerleştirildi.

 

Kaynak: AA
Tarih: 30.08.2021

 

Rama: Bulgaristan’ı Beklemek Zorunda Oluşumuz Kabul Edilemez

• Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, ülkesinin Avrupa Birliği üyeliği hayallerinin Bulgaristan’ın Kuzey Makedonya’ya uyguladığı veto nedeniyle engelleniyor olmasının kabul edilemez olduğunu söyledi.
• İtalyan ANSA Ajansı’na konuşan Rama, Avrupa Birliği’nin (AB) kendilerine verdiği sözleri tutmadığını söyledi. Rama, “Arnavutluk’un da Bulgaristan’ın Üsküp’e yönelik vetosunu kaldırmasını beklemek zorunda olmasının hiçbir açıklaması yok” diye konuştu.
• Avrupa Birliği’nin Arnavutluk’un müzakerelere başlamasına ilişkin kararı için Kuzey Makedonya’yı bekleme kararı alması, Arnavutluk’un üyelik sürecini de tıkıyor.
• Bulgaristan, komşusu Kuzey Makedonya’ya yönelik vetosunu kaldırmak için bu ülkenin Makedonca’nın Bulgarca’ya ait bir lehçe olduğunu ve Makedonların Bulgar kökenli olduğunu resmi olarak kabul etmesini talep ediyor.

 

Kaynak: Time Balkan
Tarih: 31.08.2021

 

Arnavutluk’a Geçici Sığınan Afganlar: ABD Ve Kanada’ya İltica Formunu Doldurduk ve Kabul Edilmeyi Umuyoruz

• Nihai varış noktaları ABD veya üçüncü ülkeler olan Afganlara geçici sığınma hakkı tanıyan Balkan ülkelerinden ilki olan Arnavutluk’a geçen günlerde ayrı ayrı kafilelerde yüzlerce Afgan ulaştı.
• İlk kafilenin 27 Ağustos’ta ulaştığı ülkede, Afganlar başkent Tiran’daki Studenti (Öğrenci) kentinin yanı sıra Dıraç ve Leş şehirlerine de yerleştirildi.
• Afganistan’da bir sivil toplum kuruluşunda araştırmacı olarak çalışan ve Arnavutluk’a eşi ile gelen Aziz Koşan, dil engeli nedeniyle Arnavutluk’ta kalmayı düşünmediklerini dile getirdi ve “ABD ve Kanada’ya iltica formunu doldurduk ve kabul edilmeyi umuyoruz. Kanada’ya veya ABD’ye ulaşmayı, belki de ömrümüzün sonuna kadar orada yaşamayı umuyoruz.” dedi.

 

Kaynak: Time Balkan
Tarih: 01.09.2021

 

Bosna – Hersek 

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Bosna Hersek’de

• Resmi temaslarda bulunmak üzere Bosna Hersek’e gelen Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, temasları kapsamında Devlet Başkanlığı Konseyi Başkanı Zeljko Komşiç, Konseyin Boşnak üyesi Şefik Dzaferovic ve Sırp üye Milorad Dodik ile bir araya geldi. Görüşme sonrası ortak basın toplantısı düzenlendi.
• Erdoğan ile yapılan görüşmeden büyük memnuniyet duyduklarına işaret eden Komsic, yaptığı açıklamada, Türkiye ve Erdoğan’ın Bosna Hersek’in gerçek dostu olduğunu birçok kez kanıtladığını ifade etti. Komsic, ikili ilişkilerin yanı sıra bölgesel ve küresel konulara da değindiklerini belirterek, “Bir sonraki Türkiye-Bosna Hersek-Sırbistan üçlü toplantısının Bosna Hersek’te düzenlenmesi konusunda anlaşmaya vardık. Bu toplantılar bölgedeki istikrarın sağlanması ve ilişkilerin geliştirilmesine olanak sağlamaktadır” şeklinde konuştu.
• Dzaferovic de Türkiye ve Bosna Hersek arasındaki ilişkilerin dost ve kardeş ilişkiler olduğunun altını çizerek, Türkiye ve Erdoğan, Batı Balkanlar’da önemli istikrar unsurudur ve Batı Balkanlar’da istikrar sağlama politikası izlemektedir. Türkiye-Bosna Hersek-Sırbistan ve Türkiye-Bosna Hersek-Hırvatistan üçlü toplantıları da bu noktada büyük önem arz etmektedir” ifadelerini kullandı.
• Milorad Dodik ise Erdoğan’ın ziyaretinin kendisini mutlu ettiğini ifade ederek, “Türkiye, devamlı bir şekilde, ekonomi, altyapı ve diğer alanlardaki projelerle yardımcı olmaya çalışıyor.” dedi. Saraybosna-Belgrad Otoyol projesini “tarihi bir altyapı projesi olarak” nitelendiren Dodik, “Yakın zamanda otoyol projesinde sorun teşkil eden detayları çözüme ulaştıracağımızı umuyorum.” diye konuştu.

 

Kaynak: Anadolu Ajansı
Tarih: 27.08.2021

 

Dodik’ten Erdoğan teklifi


• Bosnalı Sırp lider Milorad Dodik, Erdoğan’ın Bosna için Sırp ve Hırvat liderlerle birlikte arabulucu olmasını istedi. Milorad Dodik, Bosna Hersek’teki anlaşmazlıkların çözülebilmesi için Türkiye, Sırbistan ve Hırvatistan’ın arabulucu olmalarını teklif etti. Dodik, Bosna Hersek’te diyalogun ancak bu üç ülkenin liderlerinin arabuluculuğu yoluyla mümkün olacağını söyleyen Dodik, Sırpların Batılı ülkelerin arabuluculuğuna güvenmediğini ifade etti.
• Diğer yandan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Bosna Hersek ve Karadağ’dan dönüşte gazetecilere yaptığı açıklamada Bosna Hersek’te Boşnak, Hırvat ve Sırpların anlaşma sağlamaları halinde Türkiye’nin böyle bir rol üstlenebileceğini söylemişti.
• Erdoğan, “Biz Türkiye’ye böyle bir görevi vermek istiyoruz, bizim işimize kimse karışmasın, sadece Türkiye burada bizim adımıza bir arabuluculuk yapsın” demeleri halinde Türkiye’nin burada yer alacağını söyledi. Erdoğan, Bosna Hersek Devlet Başkanlığı Konsey üyelerinin buna karar vermesi gerektiğini belirterek, eğer böyle bir karar verilecek olursa, Türkiye’nin de bir değerlendirme yapacağını ifade etti.

 

Kaynak: Balkan News
Tarih: 30.08.2021

 

İzetbegoviç’ten ara bulucuk teklifine ret

• Bosna Hersek Demokratik Eylem Partisi (SDA) Başkanı Bakir İzetbegoviç, Bosnalı Sırp lider Milorad Dodik’in Türkiye, Sırbistan ve Hırvatistan liderlerinin ara buluculuğunda müzakere teklifine olumsuz cevap verdi.
• İzetbegoviç, Bosna Hersek’in geleceğine ilişkin görüşmelerinin yegane adresinin Bosna Hersek Devlet Başkanlığı ve parlamento olduğunu söyleyerek Dodik’in Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic ve Hırvatistan Cumhurbaşkanı Zoran Milanovic’in ara buluculuğunda görüşmeler yapılması teklifini reddetti.
• Bosna Hersek Devlet Başkanlığı Konseyi’nin Hırvat üyesi Zeljko Komsic de Dodik’in teklifinin kabul edilemez olduğunu zira Sırbistan ve Hırvatistan’ın savaş döneminde Bosna Hersek’e saldıran ülkeler olduğunu ifade etti. Komsic, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yapılan görüşmede Dodik’in sadece Erdoğan’ın ara bulucu olmasından bahsettiğini daha sonra basına yaptığı açıklamada ise farklı konuşarak buna Sırbistan ve Hırvatistan liderlerini de eklediğini söyledi.

 

Kaynak: Balkan News
Tarih: 31.08.2021

 

Dzaferovic: “Dodik Siyaset Sahnesini Terk Etmeli”

• Bosna-Hersek (BH) Cumhurbaşkanlığı’nın Saraybosna’da Milorad Dodik’in de katıldığı oturumu sona erdi. Ancak Dodik oturum süresince kararları boykot etti ve bu kurumun çalışmasını engelledi. Klix.ba’nın haberine göre, cumhurbaşkanlığı üyesi Şefik Dzaferoviç’in uluslararası toplumun bu sorunu çözmesini beklediğini belirttiği ifade ediliyor.
• Dzaferovic, oturumun ardından yaptığı konuşmada, “Gündemdeki maddeler ağırlıklı olarak dış politika konuları ile ilgiliydi. Bazı maddeler savunma konusuyla ilgiliydi ve Dodik gündemdeki tüm maddelere karşı oy kullandı. Uzlaşmanın gerekli olmadığı ve çoğunluk kararı alınmasının mümkün olduğu durumlarda bir veya iki madde kabul edildi” derken, Bosna Hersek Cumhurbaşkanlığı’nın bu şekilde çalışamayacağını ve bu kurumu boykot etmenin zararının aşikar olduğunu açıkladı.
• Dzaferovic’in, Dodik’in Cumhurbaşkanlığı’nın çalışmalarını engellemenin yanı sıra, anayasal yetkilerini kullanmayı reddederek bu kurumu da kötüye kullandığını belirterek uluslararası toplumdan bir tepki beklediği ifade edildi.
• Basına hitaben yaptığı konuşmada Dzaferovic, Dodik ile bu şekilde çalışmanın mümkün olmayacağını söyleyerek sözlerini “Bay Dodik ya politikasını değiştirip yapıcı olmak zorunda kalacak ya da siyaset sahnesini terk etmek zorunda kalacak. Devleti tehlikeye atarak Dayton Anlaşmasını da tehlikeye attığını bilmelidir” ifadelerini kullandı.

 

Kaynak: Sarajevo Times
Tarih: 01.09.2021

 

Cubriloviç: Dzaferovic’in talebi dilek olarak kalacak

• Sırp Cumhuriyeti Ulusal Meclisi Başkanı Nedeljko Cubriloviç, BH Cumhurbaşkanlığı’nın Boşnak üyesi Şefik Dzaferoviç’in BH Cumhurbaşkanlığı’nın Sırp üyesi Milorad Dodik’in görevden alınması talebinin yerine getirilmesi halinde BH’nin çözülmesine yol açacağını inandığını belirtti. Bundan dolayı bu isteğin dilek olarak kalması gerektiğini belirtti.• Şimdi spekülasyona gerek yok. Cubriloviç, uluslararası toplumdaki ilişkiler ve bazı büyük ülkelerin tutumları göz önüne alındığında, bunun felaket olacağına inanmıyorum, çünkü bu, Inzko yasası gibi BH’nin ortadan kaybolması için başka bir hamle olacaktır, dedi.

 

Kaynak: RTRS
Tarih: 01.09.2021

 

Dodik, Sırp fonlarıyla inşa edilen anaokulunu Ribnik’te açtı


• Sırbistan Hükümeti, Sırp Cumhuriyeti ve Ribnik belediyesinin ortak fonlarıyla, bu yerel topluluktaki ilk anaokulu inşa edildi ve bugün resmi olarak açıldı. Projenin değeri 350.000 mark. Törene, belediye yönetimiyle de görüşen BH Cumhurbaşkanlığı’nın Sırp üyesi Milorad Dodik de katıldı.
• Ribnik belediyesi ilk anaokuluna kavuştu. ‘Sırbistan’ Devlet Anaokulunda 70 çocuk için yer var. Bugün ne minikler ne de anne babalar sevinçlerini ve coşkularını gizlemedi.
• Şu ana kadar 52 çocuk anaokuluna kaydoldu. Önümüzdeki dönemde tüm kapasitelerin doldurulması bekleniyor.
• Üç eğitim grubumuz var: kreş, karma ve okula başlamadan önce bir grup çocuk. ‘Sırbistan’ Devlet Okul Öncesi Kurumu müdürü Zorica Stojanović, her üç grupta da takviye yapma kapasitemiz olduğunu söylüyor.
• Bu tesisin inşası için yaklaşık 350.000 mark ayrıldı. Fonlar yerel halkın ve aynı zamanda Sırp ve Sırbistan’daki cumhuriyet makamlarının yardımıyla sağlandı.
• Belediyenin hayatlarıyla gurur duyması için bu belediyenin iyi insanlarıyla birlikte mücadele ediyoruz ve bu nedenle fonların bir kısmını burada, minnettar olduğum Sırbistan Cumhuriyeti Hükümeti ile birlikte yoğunlaştırmaya karar verdik, Başkan BH Cumhurbaşkanlığı’nın Sırp üyesi Milorad Dodik, Vučić’in özellikle, Sırp hisleri olmasaydı birçok şeyi yapamayacağımızı söyledi.

 

Kaynak: RTRS
Tarih: 01.09.2021

 

Bulgaristan

Artan Göçmen Baskısıyla Karşı Karşıya Kalan Bulgaristan, Türkiye ve Yunanistan Sınırlarına Yüzlerce Asker Konuşlandırıyor


• Savunma Bakanı Georgi Panayotov 26 Ağustos’ta yaptığı açıklamada, yüzlerce Bulgar askeri personelinin Bulgar topraklarına yasadışı girişi önlemek için Bulgaristan sınırının korunmasına yardımcı olacağını söyledi.
• İçişleri Bakanlığı ile Elhovo’da 25 Ağustos’ta gerçekleştirilen koordinasyon toplantısından sonra, Bulgar servis personelinin Bulgaristan-Türkiye ve Bulgaristan-Yunanistan sınırlarında Bulgaristan topraklarının “yasadışı işgalini” önlemek için eylemlerde bulunacağı doğrulandı.

 

Kaynak : The Sofia Globe
Tarih : 26.08.2021

 

Bulgaristan Yeni Siyasi Krizle Karşı Karşıya, Erken Seçim Yeniden Başlıyor


• Parlamentonun Eylül ayı ortasında görevden alınacağı ve cumhurbaşkanının erken seçimleri Ekim sonu veya Kasım ayı başlarında planlaması gerektiği için Bulgaristan üçüncü parlamento seçimini sadece bir yıl içinde yapacak. Aynı zamanda, ülkede mevcut Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in mutlak favori olacağı cumhurbaşkanlığı seçimleri de yapılacak .

 

Kaynak: Sofia News Agency
Tarih: 30.08.2021

 

 

Demokratik Bulgaristan, Sosyalistlerin Yetkisi Üzerine Kurulan Kabineye Destek Konulu Toplantıyı Reddetti


• Bulgaristan Sosyalist Partisi’nin (BSP) hükümet kurma görevini sürdürmesinin beyhude olduğunun altı, 31 Ağustos’ta Demokratik Bulgaristan koalisyonunun müzakere davetini reddetmesiyle daha da vurgulandı.
• Demokratik Bulgaristan koalisyonu eş lideri Hristo Ivanov Bulgar Ulusal Radyosuna, BSP’nin çoğunluğu bir araya getiremediği ve toplantının yalnızca BSP lideri Kornelia Ninova için “seçim öncesi PR” olacağı düşünüldüğünde toplantının anlamsız olduğunu söyledi.

 

Kaynak : The Sofia Globe
Tarih : 31.08.2021

 

 

Hırvatistan

Hırvatistan Basını: “Bosna’ya Sırp ve Rus Savaş Uçakları Yerleştirilecek”


• Hırvatistan hükümeti, Sırbistan’ın ve Bosna Sırp Cumhuriyeti entitesi ile birlikte Bosna Hersek’in Trebinye’de inşa etmeyi planladığı havalimanı hakkında resmi açıklama talebinde bulundu.
• Hırvatistan medyası, Belgrad ve Zagreb havalimanlarından daha uzun bir piste sahip olacak havalimanının bölgeye Rus ve Sırp savaş uçaklarını yerleştirmek için kullanılacağını iddia ediyor.
• Bosna Hersek’in güneyinde, Hırvatistan sınırına yakın bir noktada bulunan Trebinye kentinde inşa edilecek havalimanı projesinin 100 milyon avro tutacağı ve 300 hektarlık alana yayılacak büyüklüğü itibarıyla soru işaretleri doğurması nedeniyle Hırvatistan hükümeti, Bosna Hersek’ten resmi açıklama talebinde bulundu.

 

Kaynak: Balkan News
Tarih: 27.08.2021

 

Hırvatistan Ekonomisinde Rekor


• Hırvatistan’ın gayri safi yurt içi hasılası, 2021’in ikinci çeyreğinde %16’dan fazla artış kaydetti.
• Hırvatistan Başbakanı Andrej Plenkovic, ekonominin pandeminin yaralarını çabuk sardığını ve gayri safi yurt içi hasılanın 2021’in ikinci çeyreğinde %16,1 artış kaydettiğini duyurdu.
• Eurostat’ın verilerine göre GSYİH en çok arttığı AB’nin üyeleri arasında Hırvatistan; İspanya, Fransa, Macaristan ve İtalya’dan sonra 5’inci sırada.
• Rakamlar ülke ekonomisinin 1996’dan bu yana gösterdiği en iyi performansa işaret ediyor. Son dört çeyrektir küçülen Hırvatistan ekonomisi, 2020’de yüzde 8 daralmıştı.

 

Kaynak: Balkan News
Tarih: 28.08.2021

 

Hırvatistan’da Kafeler 9 Ay Sonra Yeniden Açıldı

• Hırvatistan’da Kovid-19 salgını nedeniyle kapalı tutulan kafeler, dokuz ay aradan sonra tekrar açıldı.
• Karar en çok Kovid-19 salgınından dolayı ekonomik zorluklar yaşayan kafe işletmecilerini sevindirdi.
• Hırvatistan’da terası olmayan kafelerin çalışması, pandemi sürecinden dolayı geçtiğimiz yıl Kasım ayının sonlarında Ulusal Sivil Koruma Merkezi’nin kararıyla yasaklanmıştı. Yeni kararın getirilmesiyle kafe ve restoranlar bazı tedbirlere uymak şartıyla çalışmaya başladı.

 

Kaynak: Balkan News
Tarih: 01.09.2021

 


Karadağ

 

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Karadağ’da


• Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Karadağ’a ilk resmi ziyaretini gerçekleştirdi. Erdoğan ve Karadağ Cumhurbaşkanı Milo Djukanoviç görüşmelerinin ardından ortak basın toplantısı düzenledi.
• Karadağ’a ilk resmî ziyaretini gerçekleştirmekten duyduğu memnuniyeti ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye ile Karadağ arasındaki dostluk ilişkilerinin uzun yıllara, Sultan 2. Abdülhamid ile Kral Nikola arasındaki dostluğa dayandığını vurguladı. Erdoğan, ikili ilişkileri daha da ileriye taşıma yönündeki iradelerini teyit ettiklerini belirterek “Salgın, ticaret ve yatırım rakamlarımızı olumsuz yönde etkilese de, ciddi bir ekonomik potansiyele sahip olduğumuza inanıyorum. Sayın Cumhurbaşkanı ile 250 milyon dolarlık bir hedef koyduk ve bu hedefe yönelik olarak çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Türkiye, Karadağ’a en fazla yatırım yapan ilk 10 ülke arasında yer alıyor” ifadelerini kullandı.
• Karadağ Cumhurbaşkanı Milo Djukanoviç ise devletlerarası ilişkilerin geliştiğini ve Karadağ’ın NATO üyeliği sayesinde Türkiye ile ortak olduklarını belirtti. Djukanoviç, Türkiye’nin Batı Balkanlar’ın Avrupa ve Avrupa-Atlantik perspektifine katkıda bulunmasından duyduğu memnuniyeti de dile getirdi ve “Türkiye Cumhurbaşkanı’nın bugünkü ziyaretinin devletlerarası ilişkiler için yeni bir ivme anlamına geleceğini umduğumu ifade etmek istiyorum” dedi.

 

Kaynak: CDM & Time Balkan
Tarih: 28.08.2021

 

Djukanoviç: “Joanikije’nin Cetinje dışındaki tahta çıkışının taşınmasını talep ediyorum”


• Karadağ Cumhurbaşkanı Milo Djukanoviç, barış ve istikrarın korunmasının gerekli olduğunu belirterek Joanikije’nin 5 Eylül’de Cetinje dışına taşınmasını istedi.
• Djukanoviç, “Cetinje’deki Sırp Ortodoks Kilisesi Metropoliti’nin tahta çıkmasında ısrar etmek akıllıca değil. Tören başka bir yerde yapılmalı” diyerek yanıtını kabul etmesi gerekenlerin bunu duyacağını ve buna göre hareket edeceğini umduğunu belirtti.
• Ayrıca Djukanoviç, 5 Eylül’de Çetinje’de tahta çıkma töreninin devam etmesi durumunda o gün orada olacağını da sözlerine ekledi.

 

Kaynak: CDM
Tarih: 28.08.2021

 

Aktivistler Karadağ Hükümeti’ni Afgan Mültecileri Kabul Etmeye Çağırdı


• Bir grup Karadağlı STK aktivisti 30 Ağustos’ta hükümeti, Taliban’ın kontrolü ele geçirmesinin ardından ülkeden kaçan Afgan mültecilere ev sahipliği yapmayı teklif etmeye çağırdı. Aktivistler, Karadağ Dışişleri Bakanlığı’nı Afganistan’dan gelen mültecileri kabul etmeme kararını gözden geçirmeye çağırarak ve bunun iç hukuka ve uluslararası insan hakları sözleşmelerine aykırı olduğunu savundular.
• 18 Ağustos’ta Dışişleri Bakanlığı, hükümetin yaklaşık 60 ülkenin Taliban’a “güvenli ve güvenli olana saygı duyması ve kolaylaştırması” çağrısında bulunduğu bir bildiriyi imzalamış olmasına rağmen, Karadağ’ın NATO güçlerine yardım eden Afganistan vatandaşlarını geçici olarak kabul etmek zorunda olmadığını açıklamıştı.
• Karadağ, 2010’dan itibaren Afganistan’daki NATO liderliğindeki misyona katılmış ve orada toplam 557 ordu personeli görevlendirmişti.

 

Kaynak: Balkan Insight
Tarih: 31.08.2021

 

Kosova

 

Diyaloğun Tarihi Belirlendi

• Kosova ve Sırbistan’ın, ilişkilerin normalleşmesine yönelik yeni diyalog 7 ve 8 Eylül’de Brüksel’de olacak.
• Doğrulanan görüşmenin gündemin henüz belirlenmedi.
• Kosova heyetine Başbakan Birinci Yardımcısı Besnik Bislimi başkanlık ederken, Sırp heyetine Sırbistan Hükümeti Kosova Ofisi Direktörü Petar Petkovi başkanlık ediyor olacak.
• Kosova ve Sırbistan ekiplerinin görüşmesi Kosova Başbakanı Albin Kurti ile Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic arasında üst düzey bir görüşmenin oluşmasına katkıda bulunacak.

 

Kaynak: Panorama.al
Tarih: 27.08.2021

 

Yerel Seçimlerin Onaylanma Süreci Tamamlandı


• Kosova Merkez Seçim Komisyonu, 17 Ekim’de yapılacak olan yerel seçimlere katılım için onaylama sürecini tamamladı. Seçimlere 90 siyasi oluşum katılacak. Tanjug Klan Kosova, 32 siyasi parti, 34 sivil inisiyatif, bir koalisyon ve 23 bağımsız adayın onaylandığını bildirdi.
• Kosova Demokratik Birliği, 27 belediyede belediye başkanlığı ve 841 farklı belediye meclisi adayıyla yarışacak.
• Kosova Demokrat Partisi’nin de 29 belediyede belediye başkanı adayı olacak ve belediye meclisleri için 875 adayı olacak.
• Kendi Kaderini Tayin Hareketi ise 28 belediyede belediye başkan adaylarının yanı sıra yerel meclisler için 933 adaya sahip olacak.
• Kosova’nın Geleceği için İttifak, 21 belediyede belediye başkan adayları önerdi ve meclis üyeleri için 700 adayla seçimlere katılacak.

 

Kaynak: Aljazeera
Tarih: 29.08.2021

 

Kuzey Makedonya

 

Dimitrovski Genç Dostu Şehirler Kongresi’nde

• Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla Türkiye Belediyeler Birliği ile Gençlik ve Spor Bakanlığı ev sahipliğinde yapılan Genç Dostu Şehirler Kongre ve Sergisi’ne Kuzey Makedonya’dan Yerel Yönetim Bakan Yardımcısı Zoran Dimitrovski de katıldı.

• Bakan yardımcısı Dimitrovski ‘Ulusal politikalar ve gençler’ adlı oturumda konuşmacı olarak yer aldı. Konuşmasında, karar alma süreçlerinde gençlerin daha fazla aktif olmaları gerektiğini savundu.
• Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Kuzey Makedonya ile ilişkileri en üst seviyede tuttukları ve destekledikleri için teşekkürlerini dile getirdi.

Kaynak: New Balkan
Tarih: 26.08.2021

 

Enver Hüseyin Kuzey Makedonya’da

• Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakan Yardımcısı Enver Hüseyin, Kuzey Makedonya’nın Türk Belediyelerinden biri olan Merkez Jupa Belediyesini ziyaret etti.
• Belediye Başkanı Ariyan İbraim ile bakanlık ve belediye arasında bugüne kadar yapılan ve ileride halkın yararlanabileceği alanlarda yapılması planlanan ortak çalışmalar değerlendirildi.
• Enver Hüseyin ayrıca bakanlığın çabaları neticesinde temin edilen bazı yardım malzemelerini Merkez Jupa Belediyesine takdim etti ve Türkiye’den temin edilen koruyucu maskeler dağıtıldı.
• Kızıl AY ve Kızıl Haç ile ortaklaşa gerçekleştirilen proje kapsamında temin edilen engelli vatandaşlara yönelik tekerlekli sandalye ve dezenfektan paketleri de verildi.
• Hüseyin “Biz burada halkımıza hizmet etmek için varız. Ziyaretimiz sırasında Mekrez Jupa Belediye Başkanının ve tüm çalışanlarının yaptıkları hizmetlerin halka yönelik olduğunu yerinde gördük. Kendilerini tebrik ediyoruz. Bundan sonra da bütün çalışmalarda beraber olacağız.” dedi.

 

Kaynak: New Balkan
Tarih: 26.08.2021

 

Sırbistan

 

Belgrad, Slovenya’daki Sırpların ulusal azınlık statüsü kazanmasını istiyor

• Belgrad, Slovenya’da yaşayan Sırpların çifte vatandaşlık hakkı almasıyla ilgileniyor. Bu, Sırp parlamentosu sözcüsü Ivica Daciç tarafından Sloven mevkidaşı Igor Zorciç ile 26 Ağustos’ta Belgrad’da yaptığı görüşme sonrasında ifade edildi.

• Daciç, ön tahminlere göre Slovenya’da 70 ila 100 bin Sırp kökenli vatandaşın yaşadığını ve aynı zamanda ulusal azınlık değil etnik grup statüsüne sahip olduklarını kaydetti.
• “Slovenya’daki Sırpların ihtiyaçlarına yönelik istikrarlı bir tutum yok. Burada kültürel programları finanse etmenin, yerel medyada yer ayırmanın sorunlarından bahsediyoruz. Daciç’in aktardığına göre RTS TV kanalı, kalıcı finansman kaynakları yok, ”dedi.
• Resmi nüfus sayımına göre, Sırbistan’daki Slovenlerin ulusal azınlık statüsüne sahip olduğunu hatırlayın, ancak bunların yüzde birinden daha azı cumhuriyette yaşıyor. Sırbistan’daki Slovenler çifte vatandaşlık hakkına sahiptir.
Kaynak: Regnum.ru
Tarih: 26.08.2021

 

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 26.08.2021

 

Vucic: Açık Balkan girişiminin bir geleceği var

• Açık Balkan girişiminin bir geleceği var. Bu görüş, Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic tarafından 31 Ağustos’ta Slovenya’nın Bled kentinde dile getirildi.
• “Açık Balkan girişiminin geleceğimiz olduğundan eminim. İş birliği yapmak, malların, hizmetlerin, sermayenin ve insanların serbest dolaşımı gibi Avrupa Birliği’nin dayandığı ilkeler için mücadele etmek isteyen halkları durdurmak mümkün değil’ dedi.
• Bu girişimin de rakipleri olduğunu ancak buna rağmen Batı Balkanlar’da serbest ekonomik bölge oluşturma fikrinin neden kötü olduğunu kimse açıklayamıyor.
• “Farklı düşünenler olduğu gibi, biz kontrol edeceğimiz için bu süreci kontrol edebileceklerinden emin olmayanlar da var. Ancak bu konuda hiçbir şey yapılamaz – devam edeceğiz ”dedi Vucic.
• Avrupa Birliği örneğini izleyerek Batı Balkanlar’da bir serbest ekonomik bölge oluşturma girişiminin Alexander Vucic tarafından ortaya atıldığını hatırlayın. Girişim daha sonra Açık Balkan olarak adlandırıldı ve Sırbistan’ın yanı sıra Arnavutluk ve Kuzey Makedonya da buna katıldı.

 

Kaynak: Regnum.ru
Tarih: 31.08.2021

 

Vucic, Boşnak’ın Dodik’in değiştirilmesi talebini tehlikeli ve sorumsuz olarak nitelendirdi

• Bosna Hersek Başkanlık Divanı üyesi Boşnak Şefik Jaferoviç’in Sırp Başkanlık üyesi Milorad Dodik’in yerine Yüksek Temsilci Christian Schmidt’in istenmesi gerektiği yönündeki açıklaması sorumsuz ve tehlikelidir. Bu görüş Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic tarafından 1 Eylül’de Slovenya’nın Bled kentinde dile getirildi.
• Vuciç’e göre, bu tehlikeli bir emsal olacak ve Sırbistan böyle bir şeyi asla kabul etmeyecek.
• Vucic, B92 portalından alıntı yaparak, ‘Dışarıdan birinin birini memnun etmek için eşi görülmemiş kararlar vermesini, ancak başka bir ulusun zararına olmasını istiyorsanız, bu sizi çok zor bir duruma sokar’ dedi.
• Sırbistan Cumhurbaşkanı, örneğin Dodik’in BH Prezidyumu’nun diğer iki üyesinden birinin değiştirilmesini talep etmesi halinde Bosna-Hersek’te ‘kaos’ yaşanacağını da sözlerine ekledi.
• Jaferovich’in daha önce Dodik’in BH Cumhurbaşkanlığı’nın çalışmalarını engellediğini ve uluslararası toplumun ‘kararlı önlemler almasını’ talep ettiğini söylediğini hatırlatırız.

 

Kaynak: Regnum.ru
Tarih: 01.09.2021

 

Yunanistan

 

ABD’li Senatör Robert Menendez Perşembe Günü Atina’da Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis ile Bir Araya Geldi.


• Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis ile ABD’li Senatör Robert Menendez arasında Perşembe günü yapılan görüşmede bölgesel ve uluslararası ortak çıkar meseleleri ele alındı.
• Daha spesifik olarak, daha geniş bölgedeki, Doğu Akdeniz, Kuzey Afrika ve Balkanlar ile Ortadoğu’daki gelişmeleri, özellikle Afganistan’daki duruma odaklanarak tartıştılar.

 

Kaynak : Greek Reporter
Tarih : 26.08.2021

 

Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, Kuzey Makedonya Dışişleri Bakanı Bujar Osmani ile Görüştü

• Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias Salı günü Kuzey Makedonya’da Mevkidaşı Bujar Osmani ile yaptığı görüşmede, Yunanistan ve Kuzey Makedonya dışişleri bakanlarının iki ülkenin işbirliğini geliştirdiğini kaydetti.
• İki ülke arasındaki Prespa Anlaşması’nın sadık bir şekilde uygulanmasının daha yakın ilişkiler için bir temel teşkil edeceği kaydedildi .
• Yunan Bakan ayrıca Yunanistan’ın Kuzey Makedonya’nın Avrupa perspektifine ve Avrupa Birliği ile katılım müzakerelerinin başlamasına verdiği desteği dile getirdi.

 

Kaynak : Atina Makedon Haber Ajansı
Tarih : 31.08.2021

 

Yunan Milletvekilleri Göçle İlgili Sert Yeni Yasalar Çıkardı

• Yunanistan, göçmenlerin sınır dışı edilmesini hızlandırmak için göç bakanlığı tarafından mecliste masaya yatırılan yeni mevzuatla baskı yapıyor. Afganistan’daki son gelişmeler ışığında Avrupa yeni bir göç dalgası bekliyor.
• Önerilen yasaya göre, ek süreler azaltılırken, polise şu anda göç ve sığınma makamlarının yetkisi altında olan bazı prosedürlerde ek yetkiler verilecek. Yasa tasarısı, Göç Bakanı Notis Mitarakis tarafından 27 Ağustos Cuma günü Yunan parlamentosuna sunuldu.

 

Kaynak : Greek City Times
Tarih : 1.09.2021

 

Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis, Slovenya Cumhurbaşkanı Pahor ve Başbakan Jansa ile Görüştü

• Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis’in Başbakan ve Cumhurbaşkanı ile yaptığı görüşmelerde, geniş bölgedeki gelişmeler ve Balkan ülkelerinin Avrupa perspektifi, pandeminin seyri ve buna yönelik çabalar ile Afganistan’daki gelişmeler ele alındı.• Mitsotakis, göçmenlerin desteğinin sağlanması için Afganistan’a yakın ülkelerin desteklenmesi gerektiğini kaydetti. Ayrıca Balkan ülkelerinin Avrupa perspektifinin yanı sıra 6 Ekim’de yapılacak olan AB-Batı Balkanlar Zirvesi’ni de incelediler.

 

Kaynak : Atina Makedon Haber Ajansı
Tarih : 1.09.2021

 

Dış Aktörler

 

AB, K. Makedonya ve Kosova’yı Güvenli Seyahat Listesinden Çıkardı


• AB üyesi ülkeler, koronavirüsün yayılmasını önlemek amacıyla uluslararası seyahat listesini güncelleyerek, ABD ve 5 ülkenin AB’nin güvenli seyahat listesinden çıkarıldığını duyurdu. Güncellenen listeye göre ABD ile beraber Kosova, İsrail, Karadağ, Lübnan ve Kuzey Makedonya seyahat kısıtlamalarının uygulandığı ülkeler arasında yer aldı.
• AB güvenli seyahat listesinde ise şu anda 17 ülke bulunuyor. Listede Kanada, Japonya, Yeni Zelanda, Arnavutluk, Ermenistan, Avustralya, Azerbaycan, Bosna Hersek, Brunei, Ürdün, Katar, Moldova, Suudi Arabistan, Sırbistan, Singapur, Güney Kore, Ukrayna ve Çin yer alıyor.
• AB’de yer alan ülkeler kendi sınır politikalarını belirleme özgürlüğüne sahip olsa da AB güvenli seyahat listesi ile blok genelinde seyahat kurallarının birleştirilmesi ve ortak hareket edilmesi amaçlanıyor. AB ülkelerinin belirleyeceği politikalara göre, seyahat kısıtlamaları listesinde bulunan ülkelerden gelen ziyaretçilere test ve karantina uygulama zorunluluğu gibi daha sıkı yaptırımlar uygulanıyor.

 

Kaynak: Time Balkan
Tarih: 30.08.2021

 

AB, Yunanistan’a Yapılan Sığınmacı Yardımını Kesti

• Avrupa Birliği, Ege’de sığınmacı botlarını batıran ve insanlık dışı yöntemlerle geri itme politikası uygulayan Yunanistan’a yapılan yardımları durduruyor.
• Bugüne kadar Atina’ya sığınmacı akınını yönetmesi için 643 milyon Euro ödeyen AB, ek fon talebini reddetti. AB Komisyonu üyesi Ylva Johansson, “Ödemenin temel hakları denetleme mekanizmasının kurulmasına bağlanması gerektiğini söyledik” dedi.
• Yunanistan’ın Ege’de sığınmacılara yönelik yasa dışı itme politikasına uzun süredir göz yuman Avrupa Birliği’nden (AB) dikkat çeken bir adım geldi. AB Komisyonu, Ege Denizi’nde BM anlaşmalarını hiçe sayan sistematik Yunan ihlallerine karşı harekete geçti. Buna göre komisyon, Yunanistan’ın insanlık dışı uygulamasını önlemek amacıyla Atina’ya yaptığı ödemeleri durdurma ve şarta bağlama kararı aldı.

 

Kaynak: Time Balkan
Tarih: 30.08.2021

 

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Sırbistan Cumhurbaşkanı Vuçiç ile Görüştü


• Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, resmi temaslarda bulunmak üzere geldiği Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuçiç ile görüştü.
• Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, resmi ziyaret kapsamında bulunduğu Sırbistan’da, Türk iş insanlarıyla görüştü.
• Çavuşoğlu, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, Sırbistan’daki Türk iş insanlarıyla bir araya geldiğini belirterek, “Türkiye ile Sırbistan arasındaki ticaret hacminin hızla büyüdüğünü görmek memnuniyet verici.” ifadesini kullandı.

 

Kaynak: Time Balkan
Tarih: 31.08.2021

 

TUİÇ Balkan Stajyerleri: Didem Şimşek, Rümeysa Güner, Şamil Orhan, Aybüke Beyza Koçak ve Hatice Deniz Hızal

 

Jose Saramago’nun Körlük Eserinin Platon’un Mağara Alegorisi Üzerinden Tahlili

Özet

Orjinal adı Blindness olan Körlük kitabı, Jose Saramago’nun 1995 yılında kaleme aldığı Portekizce dilinde yazılan bir romandır. Yayınlandıktan sonra pek çok tartışmaya da konu olan roman, 1998 yılında aynı adlı eserle Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan yazarın en ünlü eserlerinden biridir. Distopik eserler arasında adından sıkça söz ettiren Körlük, konusuyla olduğu kadar zeki bir şekilde kurgulanmış karakterleri ve yazarın güçlü bir gözlem gücü eşliğinde betimlediği kaotik dünya ile de dikkatleri üzerine çekmektedir. En genel tanımıyla eserin konusunu, körlüğün bir salgın şeklinde yayıldığı bir toplumda korku ve panik duygusunun hakim olmasının bir sonucu olarak ahlaki değerlerin çöküşü olarak tanımlamak mümkündür. Körlük metaforu üzerinden bir sistem eleştirisi de yapan eser, beklenmedik bir anda salgın ile karşı karşıya kalan bir toplumun nasıl yok olabileceği, o toplumda yaşayan bireylerin nasıl bencilleşebileceği ve tüm ahlaki değerlerini yitirebileceği gibi pek çok kritik noktaya değinmektedir. Bu çalışmada Jose Saramago’nun Körlük adlı eseri, düşünce tarihinin en önemli filozoflarından biri olarak kabul edilen Platon’un mağara alegorisi üzerinden incelenecek ve analiz edilecektir. Bu bağlamda çalışmanın ana tezini Platon’un mağara alegorisi ile Jose Saramago’nun Körlük adlı eseri arasında bir benzerlik kurmanın mümkün olduğu ve ilgili eserin mağara alegorisi üzerinden tahlil edilebilir olduğu argümanı oluşturmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Mağara Alegorisi, Gerçeklik, Körlük, Metafor, Göz-Merkezli Yaklaşım, Asıl Gerçeklik, Alternatif Gerçeklik.

Abstract

Blindness, is a novel written in Portuguese by Jose Saramago in 1995. The novel, which became the subject of many discussions after its publication, is one of the most famous works of the author, who won the Nobel Prize for Literature in 1998 with the work of the same name. Blindness, which is frequently mentioned among dystopian works, draws attention not only with its subject but also with its cleverly fictionalized characters and the chaotic world that the author describes with a strong power of observation. In the most general definition, it is possible to define the subject of the work as the collapse of moral values ​​as a result of the dominance of fear and panic in a society where blindness spreads as an epidemic. The work, which also develops a systemic critique through the metaphor of “blindness”, touches on many critical points such as how a society that is faced with an epidemic can disappear unexpectedly, how individuals living in that society can become selfish and lose all their moral values. In this study, Jose Saramago’s work Blindness will be examined and analyzed through the cave allegory of Plato, who is considered one of the most important philosophers in the history of thought. In this context, the main thesis of the study is the argument that it is possible to establish a similarity between Plato’s allegory of the cave and Jose Saramago’s Blindness and that the related work can be analyzed through the cave allegory.

Key Words: Cave Allegory, Reality, Blindness, Metaphor, Eye-centered Approach, Gospel Truth, Alternative Reality.

Giriş

1998 yılında Körlük adlı eseri ile Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan ve Portekiz’in en önemli yazarlarından biri olarak da anılan Jose Saramago, 1922 tarihinde doğmuştur. Küçüklüğünden itibaren yoksulluk ile mücadele eden Saramago ve ailesi, Lizbon’a taşınmış ve yaşamlarını bir süre bu bölgede devam ettirmişlerdir. Ekonomik sıkıntıların da bir sonucu olarak yüksek öğrenimi yarıda bırakmak zorunda kalan Saramago, bu süreçte pek çok işte çalışmıştır. 1947 yılında yayınlanan Günah Ülkesi adlı eser, yazarı edebiyat dünyası ile tanıştıran ilk eser olarak değerlendirilmektedir (Doğan, 2019: 236). Yaşamı boyunca eserleri pek çok farklı dile çevrilen ve bu şekilde farklı okuyucu kitleleri ile tanışan yazarın hiç şüphesiz ki yazdığı en önemli eserlerden biri 1995 yılında kaleme aldığı Körlük romanıdır. 1998 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Saramago’nun ilgili eseri 2008 yılında sinemaya uyarlanmış, 2015 yılında ise Türkçe’ye çevrilmiştir. Karakterlerin isimlerinin olmadığı eserde yazar okuyucuya karakterlerini farklı unvanlar eşliğinde tanıtmaktadır. Bu unvanlardan bazılarını “Doktor”, “Koyu renk gözlüklü kız”, “İlk kör ve onun karısı” ve “Doktor’un karısı” olarak sıralamak mümkündür (Sarıbaş, 2020: 3175). Adı ve yeri bilinmeyen bir toplumda ve süreçte, trafikte duran bir kişinin ansızın kör olması ile başlayan körlük salgını üzerinden ilerleyen eserde nokta ve virgül dışında herhangi bir noktalama işareti kullanılmamış ve asıl vurgu, fiziksel olarak maruz kalınan körlükten öte bir toplumun maruz kaldığı metafor olarak “körlük” olgusu olmuştur.

Mağara alegorisi, düşünce tarihinin en önemli filozoflarından biri olarak kabul edilen Platon’un Devlet adlı eserinin yedinci bölümünde yer verilen önemli alegorilerden biridir. Karanlık bir mağarada elleri kolları bağlı insanların yansıyan nesneler üzerinden oluşturduğu gerçeklik algısına dayalı alegori, Platon’un gerçekliğe getirilen önemli bir yaklaşımı olarak karşımıza çıkmaktadır. Mağara içerisinde bulunan tutsaklardan birinin kendi zincirlerinden kurtularak mağara dışına çıkması ve gerçek dünya ile tanışması üzerinden değişen gerçeklik, bu alegori bağlamında kritik bir yer teşkil etmektedir. İlgili mağara alegorisi üzerinden görünen gerçekliğe inanan insanları eleştiren Platon’da “mağara” toplumu, “zincirler” o toplumsal yapı içerisinde bulunan kuralları ve “gölgeler” ise toplum nezdinde kabul edilen doğruları sembolize etmektedir (Sarıbaş, 2020: 3175). 

Bu bağlamda bu çalışmada Jose Saramago’nun Körlük adlı ilgili eseri, Platon’un “mağara metaforu” üzerinden analiz edilecektir. Çalışmanın amacı, Platon’un mağara alegorisi üzerinden Jose Saramago’nun ilgili eserini tahlil etmek ve aralarındaki düşünsel benzerlikleri gözler önüne sermektir. Bu bağlamda çalışmanın üç kısımdan oluşacağını söylemek mümkündür.

İlk kısım çalışmanın da kavramsal çerçevesini oluşturan ünlü mağara alegorisi üzerine odaklanacaktır. Bu noktada düşünce tarihinin en önemli filozoflarından biri olan Platon’un ilgili alegorisine detaylı bir şekilde yer verilecek ve bu alegori üzerinden Platon’un fikirleri ve çıkarımları tartışılacaktır. İkinci kısım, çalışmanın ana odak noktasını oluşturan Jose Saramago’nun Körlük adlı eserinin kısa bir özetini içerecektir. Bu bölümde Saramago’ya 1998 yılında Nobel Ödülü kazandıran bu ünlü eserin olay öyküsüne detaylı bir şekilde yer verilecektir. Üçüncü kısım çalışmanın analiz bölümünü oluşturacaktır. Jose Saramago’nun ilgili eseri, Platon’un mağara alegorisi üzerinden analiz edilecek ve aralarındaki benzerlikler detaylı bir şekilde incelenecektir. 

1. Kavramsal Çerçeve: Platon’un Mağara Alegorisi

Platon’un mağara alegorisi, düşünürün Devlet adlı eserinin yedinci kitabında yer alan ve günümüze kadar etkisi süren bir alegoridir. Bu alegoriye göre mağarada zincirlenmiş olan bir grup insan vardır ve başlarını herhangi bir yöne hareket ettiremezler. Bu mağarada zincirlerle bağlı olan insanların herhangi bir hareket alanı yoktur ve doğdukları andan itibaren bu mağarada esir olarak tasvir edilirler (Ağaoğulları, 2018: 95). Bu bağlamda zincirlere bağlı olarak mağarada yaşayan insanların sırtlarının mağaranın girişine dönük olması dikkat çekici bir detay olarak karşımıza çıkmaktadır. Onların gördükleri duvar ve duvara yansıyan gölgeler, duydukları ise yankılardan ibarettir. Dış dünya ile ilgili fikir sahibi olmayan tutsakların inandıkları dünyada gölge ve yankılardan başka herhangi bir şeyin varlığından bahsetmek olası değildir. Bu bağlamda mağara girişinden yansıyan nesnelerin, bu insanların gerçeklik algısı olduğundan bahsetmek mümkündür.

Tutsaklardan birinin günün birinde zincirlerinden kurtularak mağara dışına çıkışı, gerçek dünya ile tanışmasına neden olur ve mağarada gördükleri nesnelerin aslında gerçek olmadığını fark eder (Ağaoğulları, 2018: 95). Kurtulan esirin tek bir yöne değil tam aksine tüm yönlere bakabilmesi, mağara gördükleri nesnelerin gerçek dışılığını vurgulayan kilit bir noktadır. Gördüklerini mağaradaki diğer esirlere anlatma arzusuyla yola çıkan esir mağara döner ancak mağaranın dışındaki gerçekliğe mağara içindeki hiçbir esiri inandıramaz. Mağaranın içinde halihazırda bulunan esirler duvara yansıyan gölgelere öylesine inanmışlar, o gölgeleri kendi gerçekleri ile öylesine özdeşleştirmişlerdir ki bu duruma inanmak istemezler. Esirler, duvara yansıyan o gölgeleri bir gerçeklik olarak kabul edip gölgelerin bir ışık oyunu ya da yanılsama olduğu fikrini reddederler (Uludağ, 2020: 101).

Mağara metaforu ile Platon, bazı insanların kabul ettikleri gerçekliklerin ve alışılagelen doğruların dışına çıkamamalarını eleştirmiştir. Bu bağlamda insanların asıl gerçekliği fark edemediklerini ifade eden Platon’un ünlü mağara alegorisinde, “mağara metaforu” toplumu, “gölgeler” sorgulanmamış doğruları ve “zincirler” kuralları nitelemektedir. Öte yandan mağara dışına çıkabilen ve gerçekliği arayan tutsak ise gerçeği aramaya çıkan filozof olarak tanımlanmıştır. 

Platon’a göre gerçeklik “güneş ışığı” altında gözlemlenmektedir. Mağaranın yalnızca gerçek dünyanın yansımalarından oluştuğu vurgusu ve mağara dışındaki gün ışığını keşfetmenin gerçekliği keşfetmek olarak değerlendirilmesi de sıklıkla yinelenmektedir. Platon’nun mağara alegorisi insanlığın yanılsamalar veya gölgeler dünyasında yaşadığını ifade eder. Bu anlamda Platon, insanların gerçek dünya olan değişmeyen idealar dünyasından farklı bir çeşit mağarada yaşadıklarını ifade etmektedir (Öztürk, 2019: 141). Platon’un “idea” öğretisinin temelinde de Jose Saramago’nun da ilgili eserinde de vurgulandığı üzere “görme” yerleştirilmiştir. Böylece görme metaforunun gerçeklikle bağdaştırıldığından ve yine buradan hareketle Platon’un gerçeğin sınırının görülenle çizildiği argümanına ulaşmak söz konusudur (Gökberk, 1974: 68). 

2. Jose Saramago’nun Körlük adlı Eserinin Kısa Özeti

1995 yılında Portekizce olarak kaleme alınan Körlük, bireyi merkeze alarak anlattığı toplumsal değerler ve bu değerlerin sebep olduğu sorunların ince bir üslup eşliğinde anlatımı ile öne çıkan bir eserdir. Yazarın uzun cümleleri kendine has bir tarz eşliğinde kullanabilmesi, nokta ve virgül dışında noktalama işaretleri kullanılmaması bu durumu destekler niteliktedir. Eserde “körlük” olgusu bir metafor olarak kullanılmış, insanların içlerinde bulunan hayvani duygular ve bunun tam aksine yine insani erdemler başarıyla yansıtılmıştır. Liberal demokrasi ve insani değerler üzerine eleştirisine ek olarak eserde asıl eleştirilen noktanın “ahlak” kavramı olduğundan bahsetmek mümkündür (Saramago, 2017). Okuyucuyu hem ahlak kavramı hem de değer felsefesi üzerine düşünmeye yönlendiren Saramago’nun ilgili eseri, distopya türünde yazılan bir eser olma özelliği de göstermektedir. Bilindiği üzere distopik tarzda ele alınan eserlerde hızlı değişim gösteren, iyi ya da sağlıklı olmadığı düşünülen bir düzenin varlığından ve bu düzenin birey ve toplum üzerinde ortaya çıkardığı kötümser yansımalarından bahsetmek mümkündür (Doğan, 2019: 236). Öte yandan eserde vurgulanan bir diğer önemli nokta, insanın doğasından hali hazırda var olan kötülüğün, devlet ya da din otoritelerinin elinde toplumları ne şekilde bir kaosa sürükleyebileceği vurgusudur (Çelik, 2015: 57-59).

Körlük romanı, arabasının içinde trafik lambasında bekleyen bir sürücünün aniden kör olması eşliğinde başlamaktadır. Olayların meydana geldiği yerin belirsizliği arasında bu körlük, süreç içerisinde bir salgın halini alır ve bütün kente, bütün ülkeye yayılır. Ancak bu bağlamda bahsedilen körlük, karanlık değil tam aksine bembeyaz bir boşluğu simgelemektedir. Bu anlamda romanda işlenen körlüğün “beyaz körlük” olarak ele alındığını söylemek mümkündür. Salgının yayılmasıyla birlikte başlayan süreçte ülkede düzen yerini kaosa bırakır, ilk tespit edilen körler ve onlarla temas haline geçenler karantina altına alınırlar. Eser, kentteki akıl hastanesinde karantinaya alınan, bu hastaneden kurtulduktan sonra da birbirinden ayrılmayacak olan salgına yakalanmış yedi kişi üzerine odaklanır. Bu noktada hastanede bulunan insanlar arasında ve dahası bütün kentte gözleri gören tek kişi olarak “Doktorun karısı” adlı karakterin rehberliği ön plana çıkmaktadır. Salgına yakalanan insanların kapatıldığı akıl hastanesi, gün geçtikçe kör kalan bireylerin çatışmaya başladığı, güçlü olanın zayıf olanı kendi çıkarlarına göre kullanmaya başladığı, açlık ve zorbalığın hız kazandığı, yasaların ve kuralların hiçe sayıldığı, ahlaki değerlerin bir kenara itildiği ve sosyal yaşamın hızla çöktüğü bir yer halini alır. 

Kitapta “Doktorun karısı” olarak tanımlanan karakterin herhangi bir görme kaybı yaşamadığı bilgisi kimse tarafından bilinmez ve bu karakter, karantina bölgesine kör taklidi yaparak girmeyi başaran ve içeride belirleyici bir role sahip bir kişi olarak tasvir edilir. Eserin tüm olay akışı sırasında yukarıda adı geçen bu karakter salgına yakalanan tüm hastaların yardımına koşan, sorumluluk alan bir karakter olarak gösterilir. Karantina bölgesinde çıkan ani bir yangın sonrası hastaneden kaçarak özgürlüğüne kavuşan salgına yakalanmış insanlar, sonraki süreçte de birbirlerinden ayrılmazlar. Hastaneden kaçış sonrası “Doktorun karısı” olarak tasvir edilen kadının evine giden bu yedi insan, belirli bir düzen kurmaya çalışırlar. Olay akışı, körlük salgınının bitmesi ve “ilk kör” olarak tasvir edilen kişinin gözlerinin görmesinin ardından herkesin gözlerinin görmeye başlaması ile sona erer.

Salgının yayıldığı süreçte oluşturulan karantina bölgesinin ilk başlarda askeri bir disiplin tarafından kontrol edildiği eserde sıklıkla vurgulanmaktadır. Askeri bir disiplin içerisinde katı kurallar arasında yaşamlarını idame ettirmek zorunda kalan salgına yakalanmış bireyler, kuralları çiğnedikleri noktalarda orantısız güç kullanıma maruz kalanlar olarak mağatanıtılmışlardır. Sürecin planlandığı şekilde yönetilememesi ve çözüm alınamaması, salgına yönelik uygulanan baskıcı politikaları ve tedbirleri yetersiz bırakmış ve süreç içerisinde otorite, salgına ve akıl hastanesinde salgının içinde kaybolmak üzere olan insanları kendi doğalarına ve dahası ölümlerine terk etmişlerdir. 

Eserde körlük metaforu bir araç olarak kullanılarak “insan özünde” bir eleştiride bulunulmuştur. Biyolojik bir organ olarak karşımıza çıkan görme eylemi üzerinden ahlak, merhamet, vicdan ve insan doğası gibi pek çok noktanın tartışıldığı bir gerçektir. Kaybedilen görme eylemi sonrası akıl hastanesinde yaşayan insanların kaybettiği ahlaki değerler, vicdan muhasebesi gibi pek çok durum karşımıza çıkmaktadır. Öte yandan çalışmanın kavramsal çerçevesini de oluşturan Platon’un mağara metaforunda tutsak olan bir grup insanın duvara yansıyan sınırlı gerçekliği ile akıl hastanesinde mahkum hale getirilen ve kör olan bireylerin gerçekliği arasında bir köprü kurmak mümkündür.

3. Jose Saramago’nun Körlük adlı Eserinin Mağara Alegorisi Üzerinden İncelenmesi

Dünyayı her daim farklı bir şekilde algılayan filozoflar, geliştirdikleri öğretiler ve düşünceleriyle toplumları yönlendirmiş ve insanları, yaşama dair sorgulamalara itmişlerdir. Bu bağlamda, bu filozofların en önemlilerinden biri de düşünce tarihine damgasını vurmuş isimlerden biri olan Platon’dur. Platon, kendisiyle özdeşleşen fikirleri ve “Mağara Alegorisi” ve “İdealar Dünyası” gibi kuramları ile pek çok kişiyi etkilemiştir. Bu bağlamda, Jose Saramago’nun bu çalışmaya konu olan Körlük adlı eseri ile Plato’nun yukarıda adı geçen ilgili mağara alegorisi arasında bir bağ kurmak mümkündür.

Saramago’nun eserinde oluşturduğu “körlük” metaforu, Platon’un mağara alegorisi üzerinden değerlendirildiğinde karşımıza her iki eserde de vurgulanan “göz merkezli” yaklaşım çıkmaktadır. Bilindiği üzere Platon’un sunduğu mağara teorisinde tutsaklar, duvara yansıyan gölgeleri gerçeklik olarak kabul etmektedirler. Gün ışığına çıkmayı başaran ve gerçek dünya ile tanışan bir tutsak mağaraya döndüğünde mağaradaki tutsaklara gerçekliği açıklamak ister fakat mağaradan dışarı çıkamayan tutsaklar yansımaları gerçeklik olarak kabul ettikleri için yeni bir gerçekliği kabul etmek istemezler. Jose Saramago’nun eserinin son cümlesi, “gördüğü halde görmeyen körler” olarak biter. Bu durum, körlüğün eser boyunca bir metafor olarak kullanıldığının ve tıpkı Platon’un mağara metaforundaki tutsaklar gibi kitapta akıl hastanesinde gözleri görmeyen bireylerin de aslında gerçeği görmek istemedikleri vurgulanmaktadır. 

Öte yandan eserde hastalığa yakalanan insanların karanlık yerine beyaz renkte görmesi de yaratılmak istenen alternatif bir gerçekliği gözler önüne sermektedir. Saramago’nun eserinde vurgulanan karantina bölgesini, karakterlerin yansımasının duvarlara çarptığı bir mağara alegorisi üzerinden okumak mümkündür. Bu bağlamda vurgulanmak istenen, insanların karantina altına alındıkları akıl hastanesinin Platon’un mağara alegorisindeki mağara ile özdeşleştiği gerçeğidir. Bu bağlamda, bu eserin, alegoriye yapılan bir atıf yönü taşıdığı da gözlemlenmektedir. Mağara alegorisinde serbest kalan tutsaklar ile kitaptaki karakterler arasında bir benzerlik kurmak mümkündür. Karantina bölgesinde ve kentte gözleri gören tek kişi olarak kalan “Doktor’un eşi” tıpkı mağara alegorisindeki gibi kendi gerçeğinden kaçmak isteyen bir karakter olarak kurgulanmış ve kendisine alternatif bir gerçeklik yaratmıştır. 

Eserde önce görme yetilerini kaybeden insanların, ilerleyen süreçte karantinaya alınması ile başlayan süreç, en nihayetinde bu insanların hapsedildikleri yerden kaçma mücadelesi ile devam etmektedir. Bu bağlamda, eserde akıl hastanesinden kaçmak isteyen insanlarda tıpkı mağara alegorisinde olduğu gibi süreç içerisinde gerçek dünyayı yaşamak ve tecrübe etmek isterler. Bu bağlamda, kitapta doktorun eşi olarak tanımlanan karakterin, Platon’un mağara metaforunda serbest kalarak mağaradan kaçabilen kişi ile ve gerçekliği anlama yetisine sahip filozof ile benzerlik gösterdiği vurgulanmalıdır. Mağaradan kaçamayan tutsaklar ise, karantinaya alınan körler ile benzerlik teşkil etmek ile birlikte gerçekliği algılama yetisine sahip kişiler değillerdir. 

Platon’un mağara alegorisinde vurgulandığı üzere, zincirlerinden kurtularak mağaradan kaçan bir insanın asıl gerçekliğin görünenden farklı olduğu özümsemesi durumu söz konusudur. Mağaranın karanlığına alışkın bu insanın gözleri, mağara dışındakı ışıkta bir süre kör olur ve alışmakta zorluk çeker. Alışma süreci sonrası mağarada geride kalan insanları kurtarma çabası ile hareket eden o insanın anlattıklarına kimse inanmaz. Bu bağlamda, eserde bahsedilen insanların konumunun da benzer olduğundan bahsetmek mümkündür. Öte yandan, eserde bir salgın olarak ele alınan “beyaz körlük” olgusundan yola çıkarak, yazarın asıl amacını, insanları tıpkı mağara alegorisindeki zincirler gibi zincirlerden kurtarma isteği ve asıl gerçekliği görmelerini sağlama arzusu olarak değerlendirmek mümkündür. Böylece Platon’un mağara alegorisinden yola çıkarak eserde “beyaz körlük” ile anlatılmak istenenin fazla ışığın yarattığı körlük olarak okumak yanlış olmayacaktır. 

Sonuç ve Değerlendirme

Yukarıda detaylı bir şekilde yer verildiği üzere bu çalışmada Jose Saramago’nun Körlük adlı eseri, önemli filozoflardan biri olarak kabul edilen Platon’un ünlü mağara alegorisi üzerinden incelenmiş ve analiz edilmiştir. Bu bağlamda, çalışmanın ana tezini, Platon’un mağara alegorisi ile Saramago’nun Körlük adlı eseri arasında belirli benzerlikler olduğu ve ilgili eseri alegori üzerinden tahlil etmenin mümkün olduğu argümanı oluşturmaktadır. Hem Platon’un mağara alegorisinden hem de Saramago’nun Körlük adlı eserinden ortak payda olarak çıkarılabilecek olan “göz-merkezli” yaklaşım, belirli karakterlerin benzerliği, inşa etmeye çalıştıkları alternatif gerçeklik gibi pek çok nokta bu benzerliğe örnek teşkil etmektedir. Her iki eser arasındaki bağlantı ve benzerlikler üzerine yürütülen bu çalışmada, ilk olarak kavramsal çerçevede Platon’un mağara alegorisi incelenmiş ve devamında ise Saramago’nun ilgili eserinin olay öyküsüne yer verilmiştir. Buna ek olarak, çalışmanın ana odak noktasını oluşturan son kısımda ise, her iki eser arasındaki bağlantılar analiz edilmiştir.

Ceren Mocan

Zeynep Irmak Tercaner

Siyasi Düşünceler Tarihi Staj Programı

Kaynakça:

Ağaoğulları, M. A. (2018). Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal Düşünceler, İstanbul: İletişim Yayınları.

Çelik, E. (2015). Dispotik Romanlarda Toplumsal Kurgu. Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, 17(1), 57-59

Doğan, H., A. (2019). Körlük. Journal of Analytic Divinity, 3(2), 235-245.

Gökberk, M. (1974). Felsefe Tarihi. (3. Basım), Ankara: Bilgi Yayınevi.

Öztürk, S. (2019).Platonik Mağarayı Kristalleştiren Anti-Platonik Mağara, Uyumsuz Adam’ın Kristal Yüzlerinde Sinematik Felsefi Yolculuk, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, (49), 140-152.

Saramago, J. (2017). Körlük. (Çev. Ergüden, I.). İstanbul:Kırmızı Kedi Yayınevi.

Sarıbaş, S. (2020). Foucault’nun Panoptikon Metaforu Ekseninde;Platon’un Mağara Alegorisinden Jose Saramago’nun Körlük Romanına Mecazi Bir Körlüğün Eleştirisi. International Social Sciences Journal, 6(66), 3174-3185.

Uludağ E., R. (2020). Sanat Tarihinde Gölgenin Yanıltıcı Özelliği ve Platon’un Mağara Alegorisi, Ulak Bilge, (44), 99-108. 

Yerli, Milli ve Regresif: Yeni Sosyal Medya Düzenlemesi Tartışmaları

Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) yeni yasama yılındaki ilk gündem maddelerinden biri, “sosyal medya düzenlemesi” olacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ekim ayını işaret etmesiyle birlikte Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) milletvekilleri tarafından yapılan açıklamalar, sosyal medyadaki “yalan haber” ve “provokasyonlara” karşı tedbir ve cezalar içeren bir kanun taslağının hazırlanmakta olduğunu gösteriyor (Cumhuriyet, 2021; Gazete Duvar, 2021). Resmî kaynaklarda da farklı devletlerdeki emsal uygulamalara dikkat çekilerek taslakta bunların esas alınabileceği ifade ediliyor (TRT Haber, 2021).1

Güncel rapor ve istatistikler, AKP iktidarı döneminde internete erişim, içerik üretme ve ifade özgürlükleri bakımından ciddi bir regresyonun söz konusu olduğunu göstermektedir.2 Öyle ki Türkiye, Freedom House’un (2021) Freedom of the Net raporuna göre 100 üzerinden 35 puanla “internetin özgür olmadığı devletler” kategorisine dahil edilmiştir. Yaman Akdeniz ile Ozan Güven’in (2021: 2) İfade Özgürlüğü Derneği için hazırladığı raporda ise Türkiye’de 2020 sonu itibarıyla toplam 467.011 internet sitesine ve 76.800 sosyal medya içeriğine erişimin engellendiğine dikkat çekilmektedir. Söz konusu regresyonda özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi ile birlikte ortaya çıkan üç temel unsurun etkili olduğunu söylemek olanaklıdır: Aşırı merkezîleşme, AKP’nin sosyal medya üzerindeki hegemonik yönelimleri ile yasama ve yargı pratiklerindeki problemler.

Cumhurbaşkanının Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi içerisinde sahip olduğu geniş yetkiler, TBMM’nin işlevsizleştirilmesinin yanı sıra yürütme içerisinde de radikal bir yeknesaklığı beraberinde getirmiştir. Bu yeni sistemde Cumhurbaşkanı, hukuki ve bürokratik bir denetim makamı olmaktan çıkarak hükûmeti kuran ve sürdüren, “partili” bir siyasal özneye dönüştüğü için idareyi sübjektif bir aygıt olarak kullanabilmektedir. Böylelikle kurumlar, atama, karar alma ve yürütme gibi işlevleri yönünden partili Cumhurbaşkanının siyasal stratejilerine uygun bir şekilde dizayn edilebilmektedir.

Bu değişimin sosyal medyadaki izdüşümü, “resmî” ve “siyasal” söylem arasındaki farkı ortadan kaldıran ve doğrudan Cumhurbaşkanına bağlı olan bir bilgi, teyit ve rıza imalatı olarak karşımıza çıkar. Temmuz 2020’de 14 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kurulan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığına (CİB) “Türkiye hakkındaki propaganda faaliyetlerinin takip edilmesi ve bunlara ilişkin tedbirlerin alınması,” “kişi ve kurumlardan bilgi ve belge isteme” ve “kamuoyunun bilgilendirilmesi” gibi geniş yetkilerin verilmesi ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) ile Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun (RTÜK) yürütmeye içrekliği, sosyal medya üzerinde katı bir denetim tekelleşmesi yaratmaktadır. Bu tekelleşme, alternatif basın inisiyatifleri ile sivil toplum kuruluşlarının sosyal medyadaki hareket alanını daraltmakta ve “gayriresmî” bilgi ve söylemlerin dolaşımını hukuk dışına itmektedir.

AKP’nin Cumhurbaşkanının yetkilerinden de faydalanarak inşa ettiği medya hegemonyası ise söz konusu bilgi, rıza ve teyit imalatını kitleselleştirmektedir. Sosyal medyada oluşturulan sentetik ve radikal konsolidasyon, AKP’nin söylem, karar ve uygulamalarını “millîleştirerek” siyasal alandaki diğer aktörleri devre dışı bırakmaktadır. AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal’ın Mayıs 2020’de başlattığı “Sosyal Medya Etik Kuralları” isimli “yerli ve millî profil” kampanyası, “128 milyar dolar nerede?” paylaşımı yapan yurttaşlar ve muhalefet partileri hakkında soruşturma başlatılması, CİB bünyesinde oluşturulan Doğru mu? isimli resmî teyit portalı, Twitter’da orman yangınları ile ilgili yardım taleplerine karşı ortaya atılan #StrongTürkiye etiketi ve RTÜK’ün sosyal medya konusundaki kısıtlayıcı tutumu, bu girişimlere örnek oluşturmaktadır (Anadolu Ajansı, 2020; Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, 2021; Cumhuriyet, 2021b). Bu tür uygulamalar, idarenin merkezî ve partili yapısına meşruiyet tabanı sağlamakta ve muhalefetin toplumsal antagonizmalar içerisinde “gayri millî” ve kriminal bir şekilde konumlandırılmasına katkı sunmaktadır.

Yasama ve yargı pratiklerindeki problemler de gün geçtikçe derinleşmekte, sosyal medyadaki çoksesliliği zedelemektedir. Temmuz 2020’de 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Hakkında Kanun’da yapılan değişiklik ile sosyal ağ sağlayıcılarına Türkiye’de adres tescilleme ve yetkili bulundurma gibi zorunluluklar getirilmiş, bu yolla olası yargı veya idari yaptırım süreçlerinde “muhatap bulunması” ve bilgi ve belge temininin daha hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır. Yükümlülükleri yerine getirmeyen sosyal ağ sağlayıcıları, idari para cezasından bant genişliğinin daraltılmasına dek uzanan kademeli yaptırımlar ile karşı karşıya bırakılmıştır. Bunların yanı sıra Wikipedia, Twitter ve Youtube gibi sosyal ağ sağlayıcılarına getirilen çok sayıda erişim engelinin hukuka aykırılığı, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) verdiği ihlal kararlarıyla tescillenmiştir.

Ceza yargılamasında da genel görünüm farklı değildir: Adalet Bakanlığı’nın (2020) 2019 yılı istatistiklerine göre Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 299. maddesindeki “Cumhurbaşkanına hakaret” suçu için tam 11.371 adet iddianame düzenlenmiş, bunlardan 3.831’i mahkûmiyet kararı ile sonuçlandırılmıştır. İstatistiklerde açıkça belirtilmemiş olsa da bu kararların büyük kısmının sosyal medyadaki paylaşımlara dayandığı öngörülmektedir (Gazete Duvar, 2021a). Ayrıca Yargıtay 18. Ceza Dairesi’nin “retweet yoluyla yapılan paylaşımın da hakaret suçu oluşturacağı” yönündeki güncel kararı, sosyal medya üzerindeki dolaylı paylaşımları dahi tehlike altına sokmaktadır (Cumhuriyet, 2021a). Söz konusu uygulamalar, yargı içtihadının yenilenmesi, temel hak ve özgürlüklerin daha geniş yorumlanması ve sosyal medyanın işleyişinin hâkimler tarafından daha dikkatli bir şekilde ele alınması gibi gerekliliklere yol açmaktadır.

Yukarıda açıklanan problemler, yeni sosyal medya düzenlemesi ile ilgili iki temel soruyu beraberinde getirmektedir: (1) Gerçekten “yalan haber” ve “provokasyon” ile mücadele için bir yasal düzenlemeye gereksinim duyuyor muyuz? (2) Böyle bir düzenlemeyi Anayasal hükümlere uygun ve objektif standartlar içerisinde uygulayabilecek bir idari ve yargısal yapıya sahip miyiz? Yazının kalan kısmındaki tartışmalarımı bu iki soru üzerinden yürüteceğim.

Belirtmek gerekir ki Türkiye’deki mevcut ceza hukuku mevzuatı, söylemin dijital veya fiziksel oluşu yönünden keskin bir ayrıma gitmemektedir. TCK’deki hakaret, tehdit ve iftira gibi suçların ve bunların özel görünümlerinin (halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit, halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve Cumhurbaşkanına hakaret gibi) maddi unsurlarına ve yargı içtihadındaki karşılıklarına bakıldığında “söylem suçları” için yeterli hükümlerin bulunduğu söylenebilir. Ayrıca BTK’nin, savcılıkların ve mahkemelerin içerik engelleme yetkileri, sosyal ağ sağlayıcılarının Türkiye’de bulunma zorunluluğu ve CİB’in giderek genişleyen faaliyet alanı dikkate alındığında mevcut idari yaptırımların uygulanabilmesi için yeterli kurumsallaşmanın sağlandığı da anlaşılmaktadır. Tüm bu gerekçelerle “yalan haber” ve “provokasyon” gibi hukuki tanımları üzerinde herhangi bir uzlaşı bulunmayan ve yargısal tutarsızlıklara açık olan kavramları mevzuata dahil etmek anlamsızdır. Bunun yerine kurumların bağımsızlaştırılması ve TCK hükümlerinin İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) standartlarına uygun olarak yorumlanması, sosyal medya kullanımının regülasyonu bakımından yeterli görünmektedir.

Sosyal medyada üretilen bilgi ve söylemlerin cezai ve idari yaptırıma tabi tutulması, kişisel verilerin korunması ve “anonimlik hakkı” yönünden de sakıncalıdır. İsmail Gökhan Bayram’ın (2020) da ifade ettiği üzere sosyal medyadaki anonimlik güvencesi, bireyleri toplumsal infiallere ve “mahalle baskısına” karşı korumakta ve güncel problemlerin özgürce tartışılabilmesini sağlamaktadır. Olası düzenlemedeki soyut kavram seti, ifade özgürlüğünü tehlikeye atmasının yanı sıra bireylerin güvenliğini ve sosyalleşme olanaklarını da kısıtlayacak, böylelikle medya okuryazarlığını ve siber çoğulculuğu zedeleyecektir. Özellikle Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi vesilesiyle sıkça görülen ihbarlar da bu düzenlemenin ardından artışa geçecektir.

Tüm bu tartışmaların Türkiye’deki otoriter idari ve hukuki yapı ile birleşimi, sosyal medyanın tamamen hegemonik bir aygıta dönüşmesine ve (tıpkı yazılı ve görsel medyada olduğu gibi) pro-AKP bir tekelleşmeye sürüklenmesine neden olacaktır. Kaldı ki bu tür düzenlemeler için orta ve uzun vadeli planlamalar yapılması, kurumların revize edilmesi ve mevcut mevzuatın gözden geçirilmesi gibi gereklilikler bulunmaktadır. Sosyal medyanın bunlar yerine getirilmeksizin spesifik bir özne olarak ceza hukuku alanına taşınması, temel hak ve özgürlüklerin ancak siyasal ön kabullere dayalı olarak kullanılabildiği, regresif ve ötekinin dışlandığı bir siber kamusal alanın oluşmasını kaçınılmaz kılacaktır.

Türkiye’de sosyal medya üzerinden yeniden üretilecek gibi görünen bu tutarsızlıklar ile bezeli “partili millîleştirmenin” terk edilmesi ve daha özgürlükçü yöntemlerin tercih edilmesi artık bir zorunluluk hâline gelmiştir. Kurumların ve resmî söylemlerin iktidara bağlılığı, yasama erkinin siyasal bir strateji süjesine dönüşmesi ve ifade özgürlüğünün araçsallaştırılması, demokratik değer ve süreçleri zedelediği gibi mevzuatın içeriğini de istikrarsızlaştırmaktadır. İnternet, anonimlik ve gelişim hakkı gibi üçüncü kuşak insan haklarının anayasal dayanağa kavuşturulması, medyada çoğulculuğun ve basın özgürlüğünün gözetilmesi ile sosyal medya kullanımında kısıtlayıcılık yerine etkin okuryazarlık, yaratıcılık ve aktif yurttaşlık gibi standartlara öncelik verilmesi, önerilen otoriter modellere göre çok daha etkin ve progresif alternatiflerin önünü açacaktır.

Umutcan Tarcan

TUİÇ Uluslararası Hukuk Staj Koordinatörü

Kaynakça ve Notlar

1 Emsal olarak gösterilen uygulamalara ilişkin bazı eleştiriler için bakınız (Reporters Without Borders, 2018; Amnesty International, 2020; Hadavas, 2020).

2 Önceki Op-Ed çalışmamda Türkiye’nin İHAM karnesine ilişkin bazı istatistikler paylaşmıştım. Bakınız (Tarcan, 2021).

Adalet Bakanlığı. (2020). 2019 Adalet İstatistikleri. Ankara.

Akdeniz, Y., Güven, O. (2021). Fahreneit 5651: Sansürün Yakıcı Etkisi. İstanbul: İfade Özgürlüğü Derneği.

Amnesty International (2020). Singapore: Social media companies forced to cooperate with abusive fake news law. Erişim Adresi:  https://www.amnesty.org/en/latest/news/2020/02/singapore-social-media-abusive-fake-news-law (Erişim Tarihi: 29 Ağustos 2021).

Anadolu Ajansı (2020). RTÜK Başkanı Şahin: Sosyal medya sınırsız hakaret alanı değil. Erişim Adresi:  https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/rtuk-baskani-sahin-sosyal-medya-sinirsiz-hakaret-alani-degil/2018477 (Erişim Tarihi: 28 Ağustos 2021).

Bayram, İ. G. (2020). “Sosyal medya, ifade özgürlüğü ve anonimlik hakkı.” Evrensel. Erişim Adresi: https://www.evrensel.net/yazi/86714/sosyal-medya-ifade-ozgurlugu-ve-anonimlik-hakki (Erişim Tarihi: 26 Ağustos 2021).

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı. (2021). Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, yeni nesil doğrulama platformu hazırladı. Erişim Adresi: https://www.iletisim.gov.tr/turkce/yerel_basin/detay/cumhurbaskanligi-iletisim-baskanligi-yeni-nesil-dogrulama-platformu-hazirladi (Erişim Tarihi: 28 Ağustos 2021).

Cumhuriyet. (2021). AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan “sosyal medya düzenlemesi” açıklaması. Erişim Adresi: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/akpli-cumhurbaskani-erdogandan-sosyal-medya-duzenlemesi-aciklamasi-1854299 (Erişim Tarihi: 28 Ağustos 2021).

Cumhuriyet. (2021a). Yargıtay’dan “retweet” kararı. Erişim Adresi: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yargitaydan-retweet-karari-1862839 (Erişim Tarihi: 28 Ağustos 2021).

Cumhuriyet. (2021b). CHP’li Başarır: Mafya-Devlet ilişkisini soruşturmayan savcılar, “128 milyar dolar nerede’ diyen yurttaşa soruşturma açıyor. Erişim Adresi: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/chpli-basarir-mafya-devlet-iliskisini-sorusturmayan-savcilar-128-milyar-dolar-nerede-diyen-yurttasa-sorusturma-1846204 (Erişim Tarihi: 30 Ağustos 2021).

Freedom House. (2021). Freedom on the Net 2020: The Pandemic’s Digital Shadow. Erişim Adresi: https://freedomhouse.org/report/freedom-net/2020/pandemics-digital-shadow (Erişim Tarihi: 30 Ağustos 2021).

Gazete Duvar. (2021). Sosyal medya yasasında zor soru: Kime göre yalan, kime göre doğru? Erişim Adresi: https://www.gazeteduvar.com.tr/sosyal-medya-yasasinda-zor-soru-kime-gore-yalan-kime-gore-dogru-haber-1533117 (Erişim Tarihi: 29 Ağustos 2021).

Gazete Duvar. (2021a). Cumhurbaşkanına hakaret mahkumları: Çocuk, gazeteci, avukat. Erişim Adresi: https://www.gazeteduvar.com.tr/cumhurbaskanina-hakaret-mahkumlari-cocuk-gazeteci-avukat-haber-1510280 (Erişim Tarihi: 28 Ağustos 2021).

Hadavas, C. (2020). France’s New Online Hate Speech Law Is Fundamentally Flawed. Slate. Erişim Adresi: https://slate.com/technology/2020/05/france-hate-speech-law-lutte-contre-haine-sur-internet.html (Erişim Tarihi: 29 Ağustos 2021).

Reporters Without Borders. (2018). The Network Enforcement Act apparently leads to excessive blocking of content. Erişim Adresi: https://rsf.org/en/news/network-enforcement-act-apparently-leads-excessive-blocking-content (Erişim Tarihi: 26 Ağustos 2021).

Tarcan, U. (2021). Op-Ed: “Gönderelim Gitsin!”: Türkiye’de İnsan Haklarının Yitimi Üzerine. TUİÇ Akademi. Erişim Adresi: https://www.tuicakademi.org/op-ed-gonderelim-gitsin-turkiyede-insan-haklarinin-yitimi-uzerine (Erişim Tarihi: 29 Ağustos 2021).

TRT Haber. (2021). Sosyal Medya Yasası’na hız verildi. Erişim Adresi: https://www.trthaber.com/haber/gundem/sosyal-medya-yasasina-hiz-verildi-603460.html (Erişim Tarihi: 25 Ağustos 2021).

Küresel Göç Yönetişimi ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin Rolü

Özet

Bu yazı son yıllarda uluslararası siyasette çokça gündeme gelmeye başlayan göç konusunu küresel yönetişim ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) rolü üzerinden araştıracaktır. Devletlerin kapasitesini aşan bir sorun olarak göç konusunun da küresel bir yönetişim anlayışına ihtiyacı açıktır. Mültecilerden sorumlu BMMYK’nin küresel göç yönetişimindeki yeri nedir? Son yıllarda mülteciler konusunda BMMYK’nin çabalarıyla ne gibi gelişmeler yaşanmıştır? Makale bu sorulara cevap aramaktadır.

Anahtar Kelimeler: Küresel yönetişim, Göç, mülteciler, BMMYK, işbirliği

Abstract

This article will explore the issue of migration, which has come to the fore in international politics in recent years, through the lens of global governance aspect and the role of the United Nations High Commissioner for Refugees (UNHCR). As a problem exceeds the capacity of states, it is clear that the issue of migration needs a global governance approach. What is the role of UNHCR for refugees in global migration governance? What developments have occurred in recent years with the efforts of UNHCR regarding refugees? The article seeks answers to these questions.

Key Words: Global governance, migration, refugees, UNHCR, cooperation

Giriş

Küreselleşme süreciyle beraber devletler ve hatta insanlar dahi giderek birbirlerine bağımlı hale gelmiştir. Dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan olayın etkisi neredeyse tüm dünyayı etkilemektedir.  Bu sürecin olumlu yanları olmakla birlikte çağımızın sorunlarının giderek küresel bir hale gelmesine de neden olmuştur. Bu sorunların tüm aktörleri içine alacak küresel yönetişim mekanizmaları sayesinde çözülebileceği fikri uluslararası ilişkiler literatürünün önemli bir parçası olmuştur. Küresel ekonomik yönetişim, küresel sağlık yönetişimi ve küresel çevre yönetişiminin yanında küresel göç yönetişimi de bu literatürün bir parçasıdır. Günümüzde yaşanan krizler nedeniyle artan mülteci sayısı göç yönetişimini de giderek önemli hale getirmektedir. Göçmen nüfus içerisinde en zor şartlar altında yaşamlarını sürdüren grup ise mültecilerdir. Göç yönetişimi içerisinde mülteciler uluslararası antlaşmalar çerçevesinde tanınan, belirli düzenlemelere tabii olan ve Birleşmiş Milletler (BM) sistemi içerisinde BMMYK’nin gözetimi altında olan kişiler olarak diğer göçmen sınıflardan farklılaşmaktadır. 1951 yılında kurulan BMMYK küresel düzeyde mülteci işbirliğinin yıllardır en önde gelen kuruluşu olmuştur. Dünyanın birçok noktasında faaliyet gösteren Komiserlik son yıllarda giderek ön plana çıkan BM organlarından biri haline gelmektedir. Mülteci yönetişiminin devletlerle birlikte en önemli aktörü olan BMMYK hem devletlerle hem STK’lar ile hem de ulus-altı aktörlerle önemli işbirlikleri yaparak mültecilerin sorunlarına çözüm aramaktadır. Kuzey Afrika ve Orta Doğu bölgesinin halen istikrara ulaşamamasının yanında Afganistan, Etiyopya ve Belarus örnekleri mülteci sayısının her an artabileceğini gözler önüne sermektedir. Bu şartlarda BMMYK’nin uluslararası siyasetteki ve göç yönetişimindeki rolünü incelemek önemlidir. Yazımızda ilk olarak küresel yönetişim kavramının ortaya çıkışı ve ne anlama geldiği incelenecek sonrası küresel göç yönetişiminin ayrıntıları ele alınacaktır. Son bölümde ise BMMYK’nin küresel göç yönetişimindeki yeri, geçmişi ve son yıllardaki faaliyetlerine yer verilecektir.

1. Küresel Yönetişim Kavramı

1990’lı yıllardan itibaren Soğuk Savaş’ın sona ermesi, küreselleşme, gelişen teknoloji, giderek birbirine bağımlı hale gelen ekonomiler ve daha da önemlisi devlet sınırları ve kapasitelerini aşan problemlerin ortaya çıkmasıyla beraber Dünya bir değişim geçirmeye başladı. Dünya’nın herhangi bir bölgesinde gerçekleşen bir aktivite, artık geniş bir şekilde diğer bölgelere de ulaşmaktaydı. Bu değişim olumlu yanlarıyla beraber; salgınlar, çevre sorunları, düzensiz göç, çatışmalar ve bu çatışmaların yarattığı insani problemler gibi tek başına devletlerin mücadele edemeyeceği olumsuz gelişmelerin de nedenlerinden biri haline gelmiştir. Bu gibi sorunların ise devletler, uluslararası örgütler, uluslararası sivil toplum kuruluşları ve bireylerin de dahil olduğu bir işbirliği ağı sayesinde çözülebileceği düşüncesi tartışılmaya başlanmıştır. 

Küresel çapta yaşanan sorunların çözümünde devlet otoritesinin azalması ve devlet-dışı aktörlerin rolünün artması yönetişim kavramını ön plana çıkarmıştır (Rosenau, 1992: 3). “Yönetişim” (govarnance) kavramı; “yönetim” (government) ifadesi gibi hem belirli amaç ve hedeflere sahiptir hem de bir kurallar sistemi içerisinde hareket etmektedir ancak yönetişim resmi bir otoriteye sahip değildir ve hükümet-dışı mekanizmaları da kapsamaktadır (Rosenau, 1992: 4). Yönetişim kavramı uluslararası ilişkiler literatüründe yönetim kavramının ötesine geçen olayları ve bu olaylar içerisinde izlenen politikaların yetkilendirildiği yasal otoriteyi tanımlamak için kullanılmaktadır (Weiss, 2000: 795). Yönetişim, çatışan ve farklı çıkarların uyumlulaştırılabileceği ve işbirliğinin gerçekleşebileceği sürekli devam eden bir süreçtir (Weiss 2000: 796). 

Weiss ve Wilkinson küresel yönetişimi “Devletlerin kapasitelerinin ötesine geçen sorunları ve süreçleri tanımlamak, anlamak ve ele almak için yapılan ortak çabalar” olarak tanımlamıştır. Bu tanım küresel yönetişimi en net şekilde açıklayan tanımlardan biridir (Weiss ve Wilkinson, 2014:208). Michael Zürn’e göre (2018: 138) küresel yönetişim; ulus-aşırı sorunların çözülmesi ve ortak faydaya ulaşmak düşüncesiyle meşru hale gelen ulusal sınırların ötesinde bir yetki kullanımıdır. Dingwert ve Pattberg, küresel yönetişimin kullanışlı bir kavram olduğunu ve bunun başlıca iki sebebi olduğunu belirtir. İlk olarak uluslararası ve ulus-aşırı (transnational) kelimelerinin kullanımı devletlerarası ilişkileri ve sınır-aşan etkileşimleri analiz etmesinden dolayı dar bir kapsama sahipken “küresel” kelimesi çeşitli birçok aktörü içine katarak çok daha kapsayıcı bir kavram olmuştur. İkinci olarak ise yönetişim perspektifi çok daha geniş kapsamlı bir şekilde, çok çeşitli yönetim mekanizmaları ve otorite alanlarına vurgu yaparak çağdaş dünya siyasetini daha iyi açıklamaktadır (Dingwerth ve Pattberg, 2006: 196). 

Hükümetlerarası örgütlerin merkezinde olduğu yönetişimin yanında, kamu-özel işbirlikleri ile işleyen yönetişim faaliyetlerinden, şirketlerin başını çektiği özel sektör yönetişiminden ya da devlet, özel sektör ve sivil toplumun işbirliğinde ilerleyen üçlü bir yönetişim anlayışının varlığından da söz edebiliriz (Jang, McSparren ve Rashcupkina, 2016: 2). Küresel yönetişimde hükümetlerarası organizasyonlar ve BM sistemi önemli bir yere sahiptir. Küresel ekonomik yönetişimde IMF ve Dünya Bankası, sağlık yönetişiminde Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), ticaret yönetişimde Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), mülteci yönetişiminde Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği (BMMYK) ve göçmen yönetişiminde Uluslararası Göç Örgütü (IOM) gibi kurumlar önemli aktörlerdir. Küresel yönetişim kavramı devletlerin rolünün tamamen ortadan kalktığını belirtmez, bunun yerine devletlerin rolünün giderek artan diğer aktörlerle beraber azaldığını ve artık sistemde bütün aktörlerin eşit öneme sahip olduğunu belirtmektedir. Küresel yönetişim kurumlarına son yıllarda artan bir yetki verilirken, bu kurumların vaatlerini yerine getirme kapasiteleri, hükümetler ve vatandaşlar nezdinde güvenilir kurallara sahip ve kitleler tarafından onaylanan politikalara dayanan meşruiyetlerine bağlıdır (Fioretos ve Talberg, 2021: 105). 

2. Küresel Göç Yönetişimi

Günümüzde küresel anlamda devlet sınırlarını aşan en önemli insani krizlerden biri göçmen ve mülteci sorunudur. Birçok insan kendi yurtlarını iç savaş, terör, siyasi görüş veya yeterli yaşam standartlarını bulamaması nedeniyle terk etmek zorunda kalmıştır. Burada göçmen kavramı ile mülteci kavramının arasındaki farkı belirtmek gerekir. Mülteci kavramı 1951 Mülteci Sözleşmesi’nde “ırkı, dini, tabiiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi görüşleri nedeniyle zulme uğramaktan haklı sebeplerle korktuğu için menşe ülkesine dönemeyen veya dönmek istemeyen kişi” olarak tanımlanmıştır (UNHCR, 2016). Göçmen ise doğrudan zulüm veya ölüm tehdidi yaşamayan, daha iyi bir yaşam elde etme amacıyla iş bulmak ya da eğitim vb. nedenlerle kendi ülkesinden başka bir ülkeye göç eden kişidir (UNHCR, 2016). BM verilerine göre günümüzde kendi köken ülkesinde yaşamayan insan sayısı 281 milyona ulaşmıştır. Bu sayı 2000 yılında 173 milyon 2010 yılında ise 221 milyon olarak kaydedilmiştir (UN, t.y.). Giderek artan rakamlar ciddi anlamda devletlerin kapasiteleri zorlamakta ve hatta aşmaktadır. Son yıllarda küresel göç yönetişiminin bir reforma ihtiyacı olduğuna dair görüşler artmış ve göç yönetişimi bir değişim sürecine girmiştir. İlk olarak küresel göç yönetişiminin aktörlerini inceledikten sonra son yıllarda göç yönetişiminde yaşanan gelişmelerden bahsedeceğiz.

Mülteciler dışında göç konusunu tüm unsurlarıyla yöneten uluslararası bir kurumun veya antlaşmanın olmaması, devletlerin göç konusunda yetki paylaşımında çekingen olması nedeniyle ortaya çıkan yetersiz işbirliği ve parçalı bir yapı küresel göç yönetişimini karakterize eden özellikler olarak dikkat çekmektedir (Betts, 2011: 11-6; Van Riemsdijk vd.: 4). Ancak Betts’e göre (2011: 11); çok-taraflı bağlayıcı anlaşmalara sahip olmasa da zayıf bir çok-taraflılık ile devletlerin diyalog geliştirmesini sağlayan “kolaylaştırıcı çok-taraflılık” (facilitative multilateralism) süreçleri küresel bir göç yönetişiminin varlığından söz etmemizi sağlamaktadır. Küresel göç yönetişimi devletlerin, uluslararası organizasyonların, sivil toplum kuruluşlarının ve bireylerin tümünün belirli büyüklüklerde rol aldığı bir yapıya sahiptir. BMMYK ve Uluslararası Göç Örgütü (IOM) en önemli hükümetlerarası organlar olarak göze çarpmaktadırlar. Bu iki örgüt BM sisteminin bir parçası olarak mülteci ve göçmen konusunda uluslararası alanda kısıtlı da olsa belirli yetkilere sahip kurumlardır. Hükümetlerarası organizasyonlara ek olarak AB’nin iltica ile göç politikaları veya Bölgesel Dayanışma Süreçleri gibi bölgelerarası seviyede de bir göç yönetişimi olduğu düşünülmektedir (Betts, 2011: 16-17; Van Riemsdijk vd.: 4). Doğu Avrupa’da Budapeşte Süreci, Avustralya ve Güney Doğu Asya’da Bali Süreci veya Akdeniz’de 5+5 Süreci örneklerinden de görüleceği üzere Bölgesel Dayanışma Süreçleri dünyanın her noktasına yayılmıştır (Betts, 2011: 18). Bölgesel işbirliklerinde devletler aktör olarak başı çekmekte karşılıklı veya AB ile Türkiye arasındaki göçmen anlaşması örneğinde olduğu gibi ikili bir şekilde belirli kurallar oluşturmaktadırlar.

Devlet dışı aktörler de küresel göç yönetişiminde önemli bir role sahiptir. Özellikle son yıllarda mülteci ve göçmen sorunun giderek büyümesiyle beraber sivil toplum kuruluşları, ulus-altı seviyedeki aktörler ve şehirler küresel göç işbirliğinin önemli parçaları haline gelmeye başlamıştır. Göçmen ve mültecilerin temel haklarının sağlanması, ihtiyaçlarının giderilmesi ve göçmen ya da mültecilere yönelik insan hakları ihlallerinin önüne geçilmesi sivil toplum kuruluşlarının temel faaliyetleridir (Şenses, 2020: 57). Son yıllarda mültecilerin önderliğinde kurulan ve mültecilerin durumlarını iyileştirmek adına faaliyetler yürüten STK’larda dikkat çekmektedir (Van Riemsdijk vd.: 8). Şehirler de yakın zamanda dikkat çeken aktörlerden biri haline gelmiştir. Mülteci ve göçmenler konusunda yerel otoritelerin devletlerden bağımsız kendilerine özgü politikalar geliştirebildiği de oldukça tartışılmaktadır (Zapata-Barrero, Caponio, and Scholten, 2017). Örneğin, Careja (2018), çalışmasında Danimarka’nın Odense şehrinin hem şehrin öncelikleri doğrultusunda hem de yerel kaynakları kullanarak mültecilerin şehre entegrasyonun yenilikçi politikalarla nasıl mümkün olabileceğini göstermiştir. Oomen (2020) ise ulus-aşırı kentsel ağların sadece tecrübelerini birbirleriyle paylaşarak bilgi alışverişi oluşturmakla kalmadıklarını bunun yanında ulusal bağlamdaki kısıtlayıcı ve karşıt görüşlere karşı anlatılar geliştirerek göç yönetişimine katkı sunduklarını ortaya koymuştur.

Daha önce de bahsettiğimiz gibi son yıllarda yaşanan gelişmeler ve artan göçmen sayısı küresel göç yönetişiminde işbirliği çağrılarının artmasına neden olmuştur. Küresel bağlamda ortak bir anlayış geliştirilmesi önceliğiyle yapılan çağrılar sonucunda bazı gelişmeler yaşanmıştır. 2016 yılının Eylül ayında BM Genel Kurulu “Mülteciler ve Göçmenler için New York Deklarasyonu” adı altında küresel ölçekli bir düzenleme çalışması yapılmasını kabul etti. Bu deklarasyon “Mültecilere İlişkin Küresel Mutabakat” ile “Güvenli, Sistemli ve Düzenli Göç İçin Küresel Mutabakat” anlaşmaları uzanan süreci başlattı. Bu anlaşmalar 2018 yılında BM Genel Kurulu’nda kabul edilmiştir. Bu mutabakatlar yaşanan sorunların hem küresel ölçekte ele alınmasını sağladığı için hem de belirli normlar oluşturma çabalarından dolayı oldukça önemli adımlar olmuştur. Ancak bağlayıcı olmayan statüleri ve bazı ülkelerin anlaşmaya taraf olmaması anlaşmaların etkinliklerini tartışmalı bir hale getirmektedir.

3. BMMYK’nın Göç Yönetişimindeki Rolü

Küresel göç yönetişiminin önemli bir parçasını mülteciler oluşturmaktadır. Göç eden gruplar içerisinde mülteci statüsündeki kişiler oran olarak düşük olsa da zorla yerlerinden edinmiş olmaları gibi nedenlerle en zor durumda olan gruptur. BMMYK verilerine göre 2020 yılı sonu itibariyle zulüm, çatışma, şiddet, insan hakları ihlalleri veya kamu düzenini ciddi şekilde bozan olaylar sonucunda 82 milyon kişi zorla yerinden edilmiş durumdadır. Bu 82 milyonun; 48 milyonu ülke içinde yerinden edinmiş kişilerden, 26,4 milyonunu mültecilerden (refugees), 4.1 milyonu sığınma isteyen kişilerden (asylum-seekers) ve 3.9 milyonu da ülkelerini terk eden Venezuelalılardan oluşmaktadır (UNHCR, t.y.). Mülteci yönetişimini diğer göç konularından ayıran en önemli nokta, mültecilerin statüsünün ve haklarının, göçmenlerin aksine uluslararası antlaşmalar ve BMMYK tarafından belirli düzenlemelere tabii olmasıdır. Mülteci yönetişimi genel anlamda göç konusunda belirli antlaşmalar ve BM kurumları (BMMYK) ile desteklenen en güçlü alan olarak göze çarpmaktadır (Betts, 2011: 11). BMMYK, ana amacının; yerlerinden kaçmak zorunda olan kişilerin haklarını ve esenliklerini korumak ile herkesin başka bir ülkede sığınma talep etme ve güvenli bir sığınma bulma hakkına sahip olmasını sağlamak olduğunu belirtmektedir (UNHCR, t.y.). Ayrıca, mültecilerin ‘’gönüllü’’ bir şekilde ülkelerine geri dönmesini sağlama, sığınmacı oldukları ülkeye entegrasyonlarının sağlanması veya üçüncü bir ülkeye yerleştirilmesi gibi kalıcı çözümler üretmek de BMMYK’nin ana hedefleri arasındadır (Güler, 2013: 102).

Mülteci işbirliğinin tarihsel temelleri 18. ve 19. yüzyıllara kadar dayansa da I. Dünya Savaşı ve Rus İç Savaşı’nın yarattığı etkiler sonucu kurulan Milletler Cemiyeti Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin kurulması atılan ilk modern adımlar olmuştur (Barnett, 2002: 3-4). ABD ve SSCB gibi iki güçlü ülkenin Milletler Cemiyeti’nin parçası olmaması, mülteci sorunun geçici bir sorun olarak görülmesi ve mülteci statüsü verilen kişilerin devletler tarafından kendi ülkelerine alınmak istememesi gibi sebepler nedeniyle bu kurumun etkisi sınırlı kalmıştır (Barnett, 2002: 4-5).

1. Dünya Savaşı ise dünya siyasetini ilgilendiren birçok alanda olduğu gibi küresel mülteci yönetişimi konusunda da bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Nazilerin soykırımı nedeniyle yerinden olmuş Yahudi nüfus, Nazilerin işgal ettiği bölgelerde toplama kamplarında alıkonun insanlar ve doğrudan savaşın getirdiği yıkımlar çok sayıda kişinin yerinden edilmesi ile sonuçlandı. Savaş sonrası mülteci politikalarının şekillendirilmesinde BM Yardım ve Rehabilitasyon İdaresi (UNRRA) ile Uluslararası Mülteci Organizasyonu (UMO) başı çekmiştir. Bu kurumların ana amacı savaş nedeniyle yerlerinden edinmiş kişilerin ülkelerine dönmelerini sağlamaktı (Betts vd., 2012: 10). UMO Anayasası ırk, din, milliyet ve siyasi görüş nedeniyle zulüm gören ve Nazi, faşist ve benzeri rejimlerin kurbanları olan kişileri kapsayan bir mülteci tanımı da yapmıştır (Barnett, 2002: 6). Ayrıca mültecilerin kendi iradeleri dışında ülkelerine döndürülmelerinin önüne geçilmesini ve mülteci statüsünün bir gruba aidiyetten ziyade her bireyin kendi şartları doğrultusunda değerlendirilmesini sağlaması açısından UMO mülteci yönetişimi alanında önemli adımlar atmıştır (Betts vd., 2012: 12). Ancak mülteci sorunun geçici olmadığının anlaşılması, 1940 ile 1950’li yıllar arasında Hindistan, Kore, Çin ve Filistin gibi ülkelerdeki krizler nedeniyle mülteci sayısının artması ve uluslararası mülteci işbirliğinin başlarda önemli destekçisi olan ABD’nin politikalarının Soğuk Savaş ortamından etkilenerek değişmesi nedeniyle BM çatısı altında bir kuruluş oluşturma ihtiyacı ortaya çıkmıştır (Betts vd., 2012: 13). Bu tartışmalar sonucunda 1 Ocak 1951 yılında BM Genel Kurulu kararıyla BMMYK’nin kurulmasına karar verilmiştir. 1951 Cenevre Sözleşmesi ve antlaşmayla beraber kurulan BMMYK mülteci yönetişiminin temelini oluşturmaktadır.

Bu şartlar altında kurulan BMMYK küresel boyuttaki mülteci yönetişiminin en önemli devlet-dışı aktörü olarak günümüze kadar rolünü korumuştur. İlk başta II. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı krizi çözmek adına oluşturulan kuruluş SSCB’nin Macaristan müdahalesinde ve Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nda yerlerinden edilmiş kişilerle de ilgilenerek kapsamını genişletmiştir (Crisp, 2020: 361). Soğuk Savaş yılları boyunca BMMYK bağımsızlıklarını kazanan ülkelerde yaşanan çatışmalar veya Latin Amerika’nın diktatör liderlerinden kaçan mültecilerle ilgilenmeye devam etmiştir (Crisp, 2002: 361). 

Son yıllarda ise BMMYK mülteci sayısının da artmasıyla beraber neredeyse tüm dünyada varlık gösterir hale gelmiştir. Suriye krizinden, Afgan mültecilere, Rohingya’da yaşananlardan Sahra altı ülkelere kadar birçok kriz noktasında BMMYK faaliyet göstermiştir (UNHCR). BMMYK’nin 2020 raporuna göre (UNHCR Global Report, 2020: 8) Komiserlik geçen yıl itibariyle 132 farklı ülkede 91.9 milyon kişiye koruma ve destek sağlamaktadır. BMMYK mülteciler için uygun koruma ortamı oluşturma, adil koruma süreci ve belgelendirme, şiddetten koruma, temel ihtiyaçları giderme, mülteci topluluklarının güçlendirilmesi ve kendi ayakları üzerinde durabilmesi ile dayanıklı çözümler üretmeyi stratejik öncelikleri haline getirmiştir (UNHCR Global Report, 2020: 12).

2010’lu yıllarla beraber mülteci sayısındaki artış yeni işbirliği mekanizmaları için çağrıları da arttırmıştır. Yakın zamanda, mülteci işbirliğinde küresel düzeydeki ilk önemli gelişme 2016 yılında BM Genel Kurulu’nda imzalanan New York Deklarasyonu olmuştur. Bu anlaşmada ev sahibi ülkelerdeki yükü azaltmak, sorumluluk paylaşımını arttırmak ve insan-odaklı bir mülteci müdahalesini olan ihtiyacı vurgulayan “Kapsamlı Mülteci Müdahale Çerçevesi’nin” devletler tarafından uygulanmasını garantiye alma çabalarında BMMYK önde gelen kuruluş olmuştur (Triggs ve Wall, 2020: 289-90). Ayrıca yine bu toplantıda 2 yıl içerisinde hayata geçmesi belirlenen “Mülteciler İçin Küresel Mutabakat” anlaşmasında BMMYK önemli bir rol oynamıştır. Kuruluşun tecrübesi, tavsiyeleri ve danışmanlığı anlaşmanın şekillenmesinde etkili olmuştur (UNHCR, t.y.). Komiserliğin çabaları Mutabakatın BMMYK’nin hedefleri doğrultusunda yapılandırılmasını sağlamıştır. Bu hedeflerden bazıları “devletleri ve diğer aktörleri ortak bir plan çerçevesinde bir araya getirmek, mültecilerin korunmasında sorumluluk paylaşımını artırmak, uluslararası işbirliğini geliştirmek, mültecilerin kendi ayakları üzerinde durabilmesini sağlamaktır” (Triggs ve Wall: 2020: 293). 

BMMYK bu faaliyetlerine ek olarak mültecilere daha iyi bir yaşam sunabilmek adına diğer BM organları, sivil toplum kuruluşları ve ünlülerle beraber çalışmaktadır. Son yıllarda BMMYK ve diğer uluslararası kurumlar arasındaki işbirliğinin en güzel örneklerinden biri Uluslararası Olimpiyat Komitesi ile yapılan işbirliğidir. İki kurum sürdürülebilir bir miras bırakmak adına Türkiye’nin dahil olduğu pilot ülkelerde “Koruma İçin Spor’’ projesini başlatmıştır (UNHCR, t.y.). Aynı zamanda yine UNHCR ve IOC işbirliği sonucu 2016 Rio ve 2020 Tokyo Olimpiyatlarında Mülteci takımları müsabakalarda yer almıştır. Aynı zamanda yerel aktörlerle de karşılıklı protokoller imzalanmaktadır. Bunun en son örneklerinden biri İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile yapılan protokoldür (Cumhuriyet Gazetesi, 2021).

Sonuç

Dünyanın birçok coğrafyasında yaşanan insani krizler nedeniyle giderek artan göçmen ve mülteci sayısı devletlerin kendi başlarına çözemedikleri bir sorun haline gelmiştir. Küresel anlamda mültecileri korumakla görevlendirilen BMMYK uluslararası göç yönetişiminin en önemli unsurlarından biridir. BMMYK hem devletlerle hem diğer uluslararası organizasyonlarla hem de sivil toplum kuruluşlarıyla beraber çalışarak mülteci sorununa çözümler aramaktadır. Son yıllarda BMMYK küresel mülteci yönetişiminde Kapsamlı Mülteci Müdahale Çerçevesi, Mülteciler İçin Küresel Mutabakat ve Küresel Mülteci Forumu gibi önemli gelişmelere öncülük etmiştir. Ancak bütün bu önemli adımlara rağmen Afganistan, Belarus, Myanmar ve Etiyopya’daki insani krizler ile mülteci sayısının artacak olması ve devletlerin göç politikalarını kendi düzenlemeleri çerçevesinde çözmek istemeye devam etmeleri mülteci yönetişiminde önemli kazanımlar elde etmenin önüne geçebilir. Göç yönetişiminde en önemli adımlardan biri olarak gösterilen Mutabakatlar birçok ülkede tartışma yaratmış başta ABD olmak üzere Macaristan, Avusturya, İtalya, Polonya, Şili ve Avustralya gibi ülkeler anlaşmayı imzalamamıştır. Artan mülteci karşıtlığı, devletlerin göç konusunu egemenliğin önemli bir parçası olarak görmesi ve COVID-19’un yarattığı ekonomik kriz gibi sebepler göç konusunda küresel işbirliğinde sıkıntılı sürecin devam edeceğini gösteren önemli işaretlerdir.

Hasan Keleş

Uluslararası Örgütler Staj Programı

Kaynakça

Barnett, L. (2002). Global Governance and the evolution of the international refugee regime. UNHCR New Issues in Refugee Research Çalışma Raporu Sayı 54.

Betts, A. (2011). Introduction: Global Migration Governance. A.Betts (Ed.). Global Migration Governance. Oxford: Oxford University Press, 1-33.

Betts, A., Loescher, Gil. ve Milner, J. (2012). The Origins of international concern for refugees. A. Betts, G.Loescher ve J. Milner (Ed.). UNHCR: The Politics and Practice of Refugee Protection içinde. (7-17). Londra ve New York: Routledge. 

Careja, R. (2018). Making good citizens: local authorities’ integration measures navigate national policies and local realities. Journal of Ethnic and Migration Studies, 1-18.

Crisp. J. (2020). UNHCR at 70: An Uncertain Future fort he International Refugee Regime. Global Governance, 26(3). 359-368.

Cumhuriyet Gazetesi. (2021). İBB ve Birleşmiş Milletler arasında sığınmacılara yönelik iş birliği mutabakatı. Erişim Adresi:  https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ibb-ve-birlesmis-milletler-arasinda-siginmacilara-yonelik-is-birligi-mutabakati-1855777 (Erişim Tarihi: 04.08.2021).

Dingweth, K. ve Pattberg, P. (2006). Global Governance as a Perspective on World Politics. Global Governance, 12(2). 185-203.

Fioretos, O. ve Tallberg, J. (2021). Politics and theory of global governance. International Theory, 13(1). 99-111.

Güler. A. (2013). Uluslararası Mülteci Rejimi: Afganistan Örneği Üzerinden Bir Rejim Etkinliği Analizi. Uluslararası İlişkiler Dergisi, 9(36). 101-127.

Jang, J., McSparren. J. ve Rashcupkina, Y. (2016). Global Governance: present and future. Palgrave Communications.

Oomen, B. (2020). Decoupling and Teaming up: The Rise and Proliferation of Transnational Municipal Networks in the Field of Migration. International Migration Review, 54(3). 913-939.

Rosenau, N.J. (1992). ‘Governance, Order, and Change in World Politics’. J.N. Rosenau ve E.Czampiel. (Ed.) Governance Without Government: Order and Change in World Politics içinde. (1-30). Cambdridge: Cambridge University Press. 

Şenses. N. (2020). Göçmen Odaklı Sivil Toplum Oluşumları: Değişen Eylemler ve Siyasetler, Alternatif Politika, 12(1). 50-78.

Triggs, G.D. ve Wall, P. C. J. (2020). The Makings of a Success: The Global Compact on Refugees and the Inaugural Global Refugee Forum.  International Journal of Refugee Law, 32(2), 283-339.

UNHCR. (2020). Global Report 2020. Cenevre. 

UNHCR. (2016). https://www.unhcr.org/news/latest/2016/7/55df0e556/unhcr-viewpoint-refugee-migrant-right.html (Erişim Tarihi: 31.07.2021).

UNHCR. (t.y.). https://www.unhcr.org/international-olympic-committee.html (Erişim Tarihi: 04.08.2021).

UNHCR. (t.y.). https://www.unhcr.org/the-global-compact-on-refugees.html (Erişim Tarihi:03.08.2021).

UNHCR. (t.y.). https://www.unhcr.org/flagship-reports/globaltrends/ (Erişim Tarihi:03.08.2021).

UNHCR. (t.y.). https://www.unhcr.org/who-we-help.html (Erişim Tarihi:03.08.2021).

Van Riemsdijk, M., Marchand, H.M. ve Heins, M.V. (2021). New actors and contested architectures in global migration governance: continuity and change, Third World Quarterly, 42(1), 1-15.

Weiss T.G ve Wilkinson R. (2014). Rethinking Global Governance? Complexity, Authority, Power, Change. International Studies Quarterly, 58(1). 207-215.

Weiss, T.G. (2000). Governance, Good Governance and Global Governance: Conceptual and Actual Challenges. Third World Quarterly, 21(5). 795-814.

Zapata-Borrero, R., Caponio, T. Ve Scholten, P. (2017). Theorizing the ‘local turn’ in a multi-level governance framework of analysis: A case study in immigrant policies. International Review of Administrative Sciences, 0(0). 1-6. 

Zürn, M. (2018). Contested Global Governance. Global Policy, 9(1). 138-144.

Küresel Göç Yönetişimi Küresel Göç Yönetişimi Küresel Göç Yönetişimi Küresel Göç Yönetişimi

Öldürmeyen Salgın: İnfodemi

Günümüzde sosyal medya ve diğer dijital iletişim araçlarının hızla gelişmesiyle birlikte bilgiye erişim daha kolay bir hale gelmektedir. Sosyal medya platformları, statü, yaş ve cinsiyet fark etmeksizin her insanın kendi profilini oluşturup, istekleri doğrultusunda mesaj yayabildiği bir ortam sağlamaktadır. İnsanlar bu mesajları diğer sosyal medya kullanıcıları ile tartışabildiği için etkileşim sürekli bir hale gelmektedir. İnsanlar artık kendi gündemini yaratıp bunu bir mesaj olarak yayma gücüne sahip ve bu gücün sınırlarının olmaması sayesinde, normal şartlarda sesimizi duyurmakta zorlanabileceğimiz kitlelere, bilgi sağlayıp sosyal medya üzerinden bir algı oluşturabilmek mümkün hale gelmektedir. Bu yönden bakıldığında bir sosyal medya kullanıcısın ürettiği içerikleri, ilgi alanları ve kullanım amacına göre ayırmak yerinde olacaktır.

İnsanlar genellikle haber niteliği taşıyan bilgileri paylaşmaya karşı oldukça ilgili davranmaktadır ve bu durumun altında birçok sebep yatmaktadır. Buna örnek olarak, bilgi birikimini paylaşmak, manipülasyon, bir topluluğa ait olduğunu kanıtlama, muhalefet etmek gibi durumlar verilebilir. Özellikle kriz dönemlerinde üretilen bilginin içeriğine dikkat çekmek gerekmektedir. Çünkü bu dönemlerde bir insanı yönlendirmek bir kitleyi de harekete geçirebilecek kadar etkili olmaktadır. Yanlış bir bilginin yayılması ve bu bilgiyle insanların yönlendirilmesi sonucunda kitleleri olumsuz yönde etkilemek daha kolay bir hale gelecektir. Pandemi boyunca sık sık maruz kaldığımız yanlış bilgileri gözlemlediğimiz zaman, sosyal medya gücünün ne kadar etkili olduğunu fark etmek mümkündür.  

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus Şubat 2020’de Münih’teki Güvenlik Konferansında “Sadece bir salgınla değil aynı zamanda infodemi ile savaş halindeyiz” açıklamasını yapmıştır (Gürsel Erozan, 2021). Bu kavram özellikle pandemi ile birlikte gündemde önemli bir yer tutmaktadır. “İnfodemi, pandemi, deprem, terör saldırıları gibi kriz zamanlarında büyük oranla yanlış bilginin yaygınlığı sebebiyle insanların güvenilir ve doğru bilgiye erişememeleri ve bu yanlış bilgilerin çok hızlı yayılması olarak tanımlanır. Kriz zamanlarında bilgiye olan ihtiyacın artmasıyla bireylerin doğru ve yanlış bilgileri ayırt edememesi infodeminin yayılmasına neden olur” (İnfodemi Eğitimi, 2021).

Son zamanlarda yaşanan salgın ve diğer kaygı verici durumlar toplum içerisinde panik havası oluşturmaya zemin hazırlamaktadır ve bu durumda insanlar o an erişebilecekleri en yakın kaynakları tercih etmektedir. Doğru bilgiye ulaşmaya çalışırken, yanlış bilgilere maruz kalmak ise panik ortamını desteklemektedir.

İnsanların bilgiye inanma süreçleri, bir bakıma bireysel bir deneyim olduğu için, bu durumu çeşitlendirmek mümkündür. Bilimsel bilgi paylaşan hesaplar dışında, sosyal medyada bazı içerik üreticilerinin sistematik bir şekilde komplo teorileri üretmesi de sağlıklı karar verme ve inanma sürecini olumsuz yönde etkiler. Siyasal ve duygusal kutuplaşmanın fazla olduğu toplumlarda ise insanlar ortaya çıkan bilgiye inanırken bazen sadece konunun siyasi yönüne dikkat etmektedir. Bilgi yanlış veya hatalı olsa bile inanmak istedikleri için o bilgiyi savunurlar. Hatta üretilen yanlış bilgiyi kendi görüşüne yakın kitlelere paylaşarak bilgi kirliliğine destek olduklarını söylemek mümkündür.

Salgın döneminin henüz başında doğrulanmamış veya tamamen komplo teorilerinden ibaret bilgiler, salgınla mücadele ederken en az hastalık kadar insanları olumsuz etkilemiştir ve etkilemeye devam etmektedir. Yapılan bir infodemi araştırmasında pandeminin başından bu yana dolaşımda olan yanlış bilgiler şöyle aktarılmaktadır: “Katılımcıların yüzde 49,5’i ‘İşkembe kelle paça çorbası gibi besinler bağışıklık sistemini güçlendirir korona virüsüne yakalanmamızı engeller’ diye düşünüyor. Salgının başladığı mart ayında sıkça duyduğumuz ‘Korona virüsü büyük bir ihtimalle yarasa çorbası yiyenlerden insanlara bulaştı’ önermesi ise hâlâ geçerliliğini koruyor. Bilimsel bir temeli olmayan bu önermeye inananların oranı yüzde 29.2. Öte yandan sıvı gümüş içerek virüsten korunabileceği düşünenlerin oranı ise yüzde 8.2″ (Tekin, 2021).

Bu süreçte en sık ortaya çıkan yanlış bilgilerden biri de sahte tedavi yöntemleri ve ilaçlardır. “Alternatif tıp” adı altında insan sağlığının ne yönde etkilenebileceğini bilmeden yapılan bilgi aktarımları sonucunda, bireyler yanlış yönlendirilmektedir. Bu bilgileri bazen bilim insanları kasıtlı olarak sunmaktadır. Bunun başlıca sebepleri, ismini duyurmak, rant elde etmektir. Bu kişiler, kargaşa ortamı yaşanırken kendi çıkarlarını ön planda tutarak sürecin yavaşlamasına sebep olmaktadır. Hastalığa karşı bilginin artmasıyla birlikte oraya çıkan iddiaların bazıları gündemden silinmekte, bazılarına ise inanç son günlerde bile devam etmektedir.

(Güngör, 2021).
(Güngör, 2021).

Yakın zamanda ortaya çıkan aşı ve aşılama süreciyle ilgili de birçok yanlış bilgi veren sosyal medya kullanıcıları bulunmaktadır. Hatta sadece yanlış bilgi vermekle kalmayıp kişileri hedef alarak o kişinin yaptığı açıklama üzerinde oynayıp, sosyal medya hesapları üzerinden yapılan paylaşımlar mevcuttur. Bu duruma “sahte ilişkilendirilme” denmektedir. Sahte ilişkilendirme, “başlıkların, görsellerin veya görsel alt yazıların içerik ile eşleşmediği durumlar için kullanılan bir tanımdır” (İnfodemi Eğitimi, 2021). Buna örnek olarak, 5 Ağustos 2021 tarihinde yapılan paylaşıma burada yer vermek yerinde olacaktır. Bu paylaşımda, Covid-19 aşılarının aşı olan kişiye koruyuculuk sağlamadığı ve bu kişilerin süper bulaştırıcı olarak virüsü bulaştırdığı iddia edilmiştir.

Yapılan paylaşım metni şu şekilde: “KARADENİZ Teknik Üniversitesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Aydın, koronavirüse karşı yapılan aşıların koruyuculuk sağlamadığını kişilerin ‘süper bulaştırıcı’ olarak virüsü bulaştırabilir” (Özbilir, 2021).

Paylaşımda yer alan iddia 25 Nisan 2021’de Demirören Haber Ajansı tarafından yayımlanmış bir röportaja dayanmaktadır. “Aşı olanlar ‘süper bulaştırıcı’ olarak virüs taşıyabilir” başlığıyla haberleştirilen röportajda Aydın, bazı kişilerin virüs taşıyıcısı olmasına rağmen semptom göstermediğinden süper bulaştırıcı olduklarını, aşı olanların da bu özellikleri gösterebileceklerini ve önlem almaya devam etmeleri gerektiğini belirtmektedir. Aydın röportajda, aşının koruyucu olmadığına dair bir fikir belirtmemektedir. Hatta Covid-19 aşıları ile ilgili olarak 25 Aralık 2020 tarihinde Anadolu Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada da en iyi korunmanın aşı olduğunu vurgulamaktadır (Özbilir, 2021). 

Bu örnekte görüldüğü gibi ulaşılması oldukça kolay olan doğru bilgiyi bile değiştirerek sosyal medyada sunmak mümkün bir hale geliyor ve bu tür paylaşımları yapan hesaplar genellikle “trol” olarak bilinmektedir. “Trol, kullanıcıları kışkırtmak veya akışı bozmak amacıyla çevrimiçi bir topluluğa kasıtlı olarak saldırgan veya kışkırtıcı içerik paylaşma eylemi yapan hesaplardır. Troller, belirli bir grup ya da kişiyi hedef alarak onların değerlerine yönelik incitici ifadeler paylaşırlar. Troller, paylaştıkları içeriklerle sadece hedefi incitmeyi amaçladıkları için yanlış bilgilerin yayılmasına neden olmaktadır” (İnfodemi Eğitimi, 2021).

Yazımın başında belirttiğim gibi sosyal medya platformları statü, yaş, cinsiyet fark etmeksizin herkesin aktif olabileceği bir ortamdır. Durum böyle olunca normal şartlarda belki denk gelmeyeceğimiz insan veya gruplar ile burada karşılaşıp etkileşim kurmak mümkün bir hale geliyor. Bir denetleme mekanizmasının olmaması ise insanların istedikleri gibi “özgür” bir şekilde herhangi bir bilgiyi araştırmadan paylaşabilecekleri düşüncesini ortaya çıkartmaktadır.

Bir diğer üzerinde durmak istediğim şey ise “Deepfake” kavramıdır. Bu kavram, “Deep learning” ve “fake” kelimelerinden türetilmiştir. Yapay zekâ, mevcut video veya ses dosyalarının farklı unsurlarını sentezleyerek, insanların söylemediği kelimeleri söylüyormuş gibi gösteren ve gerçeğe dayalı olmayan eylemleri yeni içerik oluşturarak kullanıcılara sunan içeriklere deepfake denmektedir. Son zamanlarda yaygın olarak kullanılmaya başlayan deepfake içerikler dezenformasyon aracı olarak yanıltıcı işlevleri bulunmaktadır (İnfodemi Eğitimi, 2021). Özellikle analitik düşünme becerisi bulunmayan insanlar veya bilgi kaynağı olarak en yakınlarına başvuranlar bu tür gelişmiş bir bilgi kirliliğini ayırt etmekte zorlanacaktır.

Kriz anlarında sosyal medyada ortaya çıkan bilgilere inanırken hangi unsurlara dikkat etmemiz gerektiğini bilmemiz gerekmektedir.  Bunun için bize yardımcı olabilecek doğrulama kuruluşları bulunmaktadır. Bunlardan bazıları, Doğruluk payı, Malumatfuruş, Yalansavar, Teyit ve Evrim Ağacı gibi sitelerdir (Kurtoğlu, 2021).

Sosyal medya kullanıcılarının bir kısmı bu kuruluşları kullanarak gördükleri bilgilere eleştirel yaklaşmayı tercih etmektedir. Fakat doğrulama kuruluşlarının ismini bile duymayan insanlar bulunmakta ve bu kişilerin bir kısmı bireysel olarak bilgiye erişmede kısıtlı veya hiç ulaşamamaktadır. Örneğin yaşlılar, kadınlar, çeşitli etnik gruplar ve düşük eğitimli insanlar, dezavantajlı gruplara dâhil oldukları takdirde öğrenilen bilginin doğru olup olmadığı konusunda fikir sahibi olmakta zorlanabilmektedir. Bu gruplara özel olarak projeler geliştirilmeli ve bilginin asıl kaynağına gitme konusunda yol gösterilmelidir.

İnfodemiyi önlemenin bir diğer önemli aşaması ise hükümetlerin şeffaf bir şekilde bu kriz anlarını yönetmesi olacaktır. Otoritelerin topluma güç vermesi, komplo teorilerine olan inancın da zayıflamasına yardımcı olarak güvenilir bir ortam sağlayabilir.  Bireysel olarak internet üzerinde yaratabileceğimiz etkinin farkına varmak ve bu doğrultuda paylaşımlar yapmak önemlidir. Paylaşmak, katılımın bir türüdür ve paylaşımlarımız o konuya bir değer katmaktır. Bir şeyleri (herhangi bir şeyi) paylaştığınızda viral olma ihtimalinde rol oynarız. (Data Detox Kit, 2021).  

Sosyal medya üzerinde bilgi akışını sağlarken, kaynak kontrolü yaparak, acele etmeden, keşfederek doğru bilgiye ulaşılabilir ve böylelikle emin adımlarla paylaşım sağlanabilir. “Öğrendiğimiz haber ve bilgileri tek bir kaynak üzerinden değerlendirmek yerine, çeşitlendirmek filtre balonunu patlatmanın iyi yöntemlerinden biri olacaktır. Aldığınız haber ve bilgileri çeşitli sitelerden ve muhtelif perspektiflerden oluşan bir havuzdan toparlayacak hizmetlere üye olmak, geniş kapsamlı görüşlerin ve temaların yer aldığı RSS akışları, forumlar ve mail listeleri, balonunuzun dışını görmenize yardımcı olabilir. Global Voices ve The Syllabus başlangıç olarak şahane seçeneklerdir” (Data Detox Kit, 2021). Doğrulama kuruluşlarından faydalanarak bir süre sonra kendimiz de araştırmaya ve bunun sonucunda, doğru bilgiyi yaymaya yardımcı olabiliriz. Medya okur yazarlığına sunduğumuz katkılar infodemi ile mücadele etmede önemli bir yer tutmaktadır.

Dilara Ahsen ÖZKAN

 

Kaynakça

Data Detox Kit. (2021). İnternetteki Yanlış Bilgilerden Uzak Durmak İçin 6 İpucu. Erişim Adresi: https://datadetoxkit.org/tr/misinformation/steerclear/ (Erişim Tarihi: 25.08.2021).

Güngör, E. (2021). COVID-19 ile İlgili Söylentiler ve Komplo Teorileri. Erişim Adresi: https://www.dogrulukpayi.com/bulten/covid-19-ile-ilgili-soylentiler-ve-komplo-teorileri (Erişim Tarihi: 25.08.2021).

Gürsel Erozan, E. (2021). Pandeminin Sinsi Silahı: Infodemi. Erişim Adresi: https://datassist.com.tr/pandeminin-sinsi-silahi-infodemi/ (Erişim Tarihi: 25.08.2021).

İnfodemi Eğitimi. (2021). Erişim Adresi: http://infodemiegitimi.org/ (Erişim Tarihi: 25.08.2021).

Kurtoğlu, G. B. (2021). Doğrulama platformları ve dijital okuryazarlık. Erişim Adresi: https://www.habervesaire.com/dogrulama-platformlari-ve-dijital-okuryazarlik/ (Erişim Tarihi: 25.08.2021).

Özbilir, B. N. (2021). Erişim Adresi: https://www.dogrulukpayi.com/dogrulama/asilarin-koruyuculuk-saglamadigi-ve-asi-olanlarin-super-bulastirici-oldugu-iddiasi (Erişim Tarihi: 25.08.2021).

Tekin, A. (2021). İnfodemi araştırması: En güvenilir bilgi kaynağı ailem. https://www.gazeteduvar.com.tr/infodemi-arastirmasi-en-guvenilir-bilgi-kaynagi-ailem-haber-1509302 (Erişim Tarihi: 25.08.2021).

Amerika Afganistan’da Neden Başarısız Oldu?

Orijinal Metnin Linki: amp.economist.com/by-invitation/2021/08/25/henry-kissinger-on-why-america-failed-in-afghanistan

By Invitation

Amerikan gücünün geleceği

Bir ülkeyi modern demokrasiye dönüştürmek mümkün değildir ama yaratıcı diplomasi ve güç, terörizmin üstesinden gelebilir.

25 Ağustos 2021

Henry Kissinger

TALİBAN’ın Afganistan’ın kontrolünü ele alması, ülkenin dört bir yanında mahsur kalan on binlerce Amerikalı, müttefik ve Afgan’ın ülkeden çıkarılmasını öncelikli odak noktası haline getirmiştir. Bizim acil önceliğimiz ise İnsanların kurtarılması olmalıdır. Bununla birlikte, daha temel sorun ise Amerika’nın müttefiklerle veya 20 yıldır yapılan fedakârlıkta doğrudan yer alan insanları etraflıca uyarmadan veya onlarla istişare yapmadan nasıl çekilme kararı alıp hareket ettiği ve neden Afganistan’ın tam kontrolü veya tamamen geri çekilme arasında yapılması gereken bir seçimin halka sunulduğudur.

Bunun altında yatan bir sorun, Vietnam’dan Irak’a kadar olan isyan bastırma çabalarımızı engellemiştir. ABD ordusu hayatını, prestijini riske attığında ve buna diğer ülkeleri dahil ettiğinde, bunu stratejik ve siyasi hedeflerin bir bileşimi temelinde yapmalıdır. Stratejik hedefler, uğruna savaştığımız koşulları netleştirmek için; siyasi hedefler ise hem ilgili ülke içinde hem de uluslararası alanda sonucu sürdürmek için yönetim çerçevesini tanımlamak olmalıdır.

Amerika Birleşik Devletleri, ulaşılabilir hedefleri tanımlayamadığı ve bunları Amerikan siyasi süreci tarafından sürdürülebilir bir şekilde birleştiremediği için kontrgerilla çabalarında kendisini parçalamıştır. Askeri hedefler çok mutlak ve ulaşılmaz, siyasi hedefler ise çok soyut ve anlaşılması zor olmuştur. Bunları birbirine bağlayamama, Amerika’yı tanımlanabilir uç noktaları olmayan çatışmalara sokmuş ve dahili olarak bir iç tartışmalar bataklığında müşterek niyetin zamanla kaybolmasına neden olmuştur.

Afganistan’a, Amerika’ya yönelik olarak Taliban kontrolündeki Afganistan’dan başlatılan El Kaide saldırısına yanıt olarak geniş bir halk desteğiyle girilmişti. Gerçekleştirilen ilk askeri eylem son derece başarılı olmuştu. Taliban esasında Pakistan’daki sığınaklarda hayatta kalmış ve bazı Pakistanlı yetkililerin yardımıyla Afganistan’da bir ayaklanma gerçekleştirmiştir.

Ancak Taliban ülkeden kaçarken stratejik odağımızı kaybettik. Terör üslerinin yeniden kurulmasının yalnızca Afganistan’ın demokratik kurumlara ve anayasal olarak yönetilen bir hükümete sahip modern bir devlete dönüştürülmesiyle engellenebileceğine kendimizi inandırdık. Böyle bir girişimin Amerikan siyasi süreçleriyle uzlaştırılabilecek bir takvimi olamaz. 2010’da askeri birlik artışına yanıt olarak bir köşe yazısında, cihatçı olmayan Afganları bile tüm çabaya karşı çevirecek kadar uzun ve rahatsız edici bir sürece karşı uyardım.

Çünkü Afganistan hiçbir zaman modern bir devlet olmamıştır. Devlet olmak ortak bir yükümlülük duygusu ve otoritenin merkezileşmesini gerektirir. Birçok element açısından zengin olan Afgan toprağı bunlardan yoksundur. Afganistan’da, hükümet iradesinin ülke genelinde aynı şekilde yürüdüğü modern bir demokratik devlet inşa etmek, uzun yıllar, aslında on yıllar süren bir zaman dilimini gerektirmektedir; bu ise ülkenin coğrafi ve etno-dinsel özüne aykırıdır. Afganistan’ı her şeyden önce terörist ağlar için çekici bir üs haline getiren şey tam olarak Afganistan’ın kırılganlığı, erişilemezliği ve merkezi otoritenin yokluğudur.

Müstakil bir Afgan varlığının tarihi 18. yüzyıla uzansa da Afgan halkları her zaman merkezileşmeye şiddetle karşı çıkmıştır. Afganistan’daki siyasi ve özellikle askeri konsolidasyon, temel olarak feodal bir yapıda, belirleyici güç simsarlarının klan savunma güçlerinin organizatörleri olduğu etnik ve klan hatlarının yolundan gitmiştir. Tipik olarak birbirleriyle gizli bir çatışma içinde olan bu savaş ağaları, öncelikle bazı dış güçler- örneğin Afganistan’ı 1839’da istila eden İngiliz ordusu ve 1979’da işgal eden Sovyet silahlı kuvvetleri gibi- merkezileşme ve tutarlılık dayatmaya çalıştığında geniş koalisyonlarda birleşirler.

Hem İngilizlerin 1842’de sadece tek bir Avrupalının ölümden veya tutsaklıktan kurtulduğu Kabil’den geri çekilmesi hem de Sovyetlerin 1989’da Afganistan’dan önemli ölçüde çekilmesi, klanlar arasındaki bu tür geçici seferberlikten kaynaklanmıştır. Afgan halkının kendileri için savaşmaya istekli olmadığı şeklindeki çağdaş argüman tarih tarafından desteklenmemektedir. Onlar klanları ve kabile özerkliği için vahşi savaşçılar olmuşlardır.

Zaman içinde savaş, yerli Amerikan desteğinin giderek zayıfladığı önceki kontrgerilla operasyonlarının aşırılık özelliğini almıştır. Taliban üslerinin imhası esasen başarılı olmuş, ancak savaşın parçaladığı bir ülkede ulus inşası mevcut askeri gücü önemli miktarda sindirmiştir. Taliban kontrol altına alınabilir ancak ortadan kaldırılamaz. Ve tanıdık olmayan hükümet biçimlerinin ülkeye tanıtılması, siyasi bağlılığı zayıflatmış ve zaten yaygın olan yolsuzluğu artırmıştır.

Böylece Afganistan önceki Amerikan iç çatışma modellerinin izinden gitti. Tartışmanın kontrgerilla tarafının ilerleme olarak tanımladığı şeyi, siyasi tarafı felaket olarak değerlendirdi. Her iki tarafın birbirini takip eden yönetimleri sırasında iki grup birbirini felç etme eğilimindeydi. Bunun bir örneği, 2009 yılında Afganistan’daki asker artışını 18 ay içinde geri çekmeye başlayacaklarına dair eşzamanlı bir duyuruyla birleştirme kararıdır.

Ulaşılabilir hedefleri birleştiren akla yatkın bir alternatif göz ardı edilmişti. Kontrgerilla, Taliban’ın yok edilmesinden ziyade çevrelenmesine indirgenebilirdi. Ve siyasi-diplomatik rota, Afgan gerçekliğinin özel yönlerinden birini keşfetmiş olabilir: ülkenin komşuları- birbirleriyle ve bazen bize karşı düşman olsalar bile- Afganistan’ın terörist potansiyeli tarafından derinden tehdit altında hissediyorlar.

Bazı ortak kontrgerilla çabalarını koordine etmek mümkün olabilir miydi? Elbette Hindistan, Çin, Rusya ve Pakistan’ın çoğu zaman farklı çıkarları vardır. Yaratıcı bir diplomasi, Afganistan’da terörizmin üstesinden gelmek için ortak önlemleri ayrıştırmış olabilirdi. Bu strateji, Britanya’nın Orta Doğu’da Hindistan’a yönelik toprak yaklaşımını bir yüzyıl boyunca çıkarlarını savunmak için kalıcı hazırlık ile fakat kalıcı üsler olmaksızın geçici bölgesel destekçilerle nasıl savunduğudur.

Ancak bu alternatif hiçbir zaman tetkik edilmedi. Savaşa karşı kampanya yürüten Başkanlar Donald Trump ve Joe Biden, 20 yıl önce kökünü kazımaya kendimizi adadığımız Taliban ile barış görüşmeleri yaptılar ve müttefikleri yardıma çağırdılar. Bunlar şimdi Biden yönetimi tarafından koşulsuz Amerikan geri çekilmesi anlamına gelen şeyle doruğa ulaştı.

Evrimi tanımlamak duygusuzluğu ve hepsinden öte, geri çekilme kararının aniliğini ortadan kaldırmaz. Amerika, kapasitesi ve tarihi değerleri nedeniyle uluslararası düzenin kilit bir bileşeni olmaktan kurtulamaz. Geri çekilerek bundan kaçınamaz. Kendi kendini büyüten ve her zamankinden daha sofistike bir teknolojiye sahip ülkeler tarafından geliştirilen ve desteklenen terörizmle nasıl mücadele edileceği, sınırlandırılacağı ve üstesinden nasıl gelineceği küresel bir zorluk olmaya devam edecektir. Buna, orantılı bir diplomasi ile yaratabileceğimiz uluslararası yapı ile birlikte ulusal stratejik çıkarlar tarafından karşı konulmalıdır.

Yakın gelecekte, diğer bölgelerde yeni resmi taahhütlerde bulunmak gibi, bu kendi kendine yol açan gerilemeyi dengelemek için hiçbir dramatik stratejik hareketin mevcut olmadığını kabul etmeliyiz. Amerikan aceleciliği müttefikler arasında hayal kırıklığı yaratacak, düşmanları cesaretlendirecek ve gözlemciler arasında kafa karışıklığı yaratacaktır.

Biden yönetimi henüz erken aşamalarında. Bu, yurt içi ve yurt dışı ihtiyaçlara uygun kapsamlı bir strateji geliştirme ve sürdürme olanağına sahip olmalıdır. Demokrasiler, hiziplerin çatışması içinde gelişir. Uzlaşmalarıyla büyüklüğe ulaşırlar.

Henry Kissinger, eski bir Amerikan dışişleri bakanı ve ulusal güvenlik danışmanıdır.

Çeviri: Büşra Özyüksel

European Studies o-Staj Koordinatörü

Son Düzenleme: Oğuz Kaan Özalp

TUİÇ Akademi Birimi Koordinatörü 

 

Haftanın Öne Çıkanları

0

KABİL’DE PATLAMA MEYDANA GELDİ

Perşembe günü Kabil Havalimanı yakınında art arda üç patlama meydana geldi. 13’ü Amerikan askeri olmak üzere 180’den fazla ölü olduğu bildirildi. Saldırıyı IŞİD üstlendi.

20 Yılın Ardından Taliban Nasıl Canlandı?

Taliban, Sovyet işgalinin bitimiyle iç savaşlar sebebiyle Afganistan’ın krizde olduğu ve savaş ağalarının kendi bölgelerinde hüküm sürdüğü bir dönemde ortaya çıkıp Afganistan’ın son 25 yılını derinden etkilemiştir. Örgütün kelime anlamı “öğrenciler” olmakla birlikte; kurucusu Molla Ömer’dir. 1994’te kurulduktan sonra örgütün amacı, patlak veren iç savaşlar sırasında ortaya çıkan savaş ağalarından kurtulmak ve Afganistan’da İslam’a dayalı bir yönetim getirmek olarak belirlenmiştir. Pakistan İstihbarat Servisi (ISI), bu amacın gerçekleştirilme aşamasında 15 milyon Peştu etnik kökenliden oluşan ve Pakistan’ın kuzeyinde bulunan bölgeden getirdiği mücahitlere kendi sınırlarında dini ve askeri eğitim vermiştir. Taliban’ın temeli yıllar sonra bu öğrenciler tarafından oluşturulacaktı.

Mücahitlere Sovyet işgalinin ardından ABD’den giden yardım 1985’te 250 milyon dolara ulaşırken Suudi Arabistan da her yıl aynı miktarlarda maddi destek gönderiyordu. Bunun üzerine yine dönemin ABD başkanı mücahitlere Stinger uçaksavar füzesi verilmesine karar verdi. Bu on yılın ikinci yarısına gelindiğinde sadece ABD’den giden yardım yıllık 630 milyon dolara ulaşmış, Suudi Arabistan, İsrail ve Çin’den gelen yardımlar üzerine eklenmişti. Ne var ki mücahitler kendi aralarında gruplaşıp bölge kavgasına başlamışlardır. Keza 1989’da Sovyetler çekildikten sonra ABD’nin mücahitlere yardımı yeniden yıllık 250 milyon dolara inmenin ardından tamamen kesildi. Bu süreçte gerek savaş ağalarının gerekse mücahit grupların güç çatışmaları 1992 ve 1996 yılları boyunca sürmüş ve sivil halk insan kaçırma, cinayet, hırsızlık, tecavüz ve sokak çatışmalarına maruz kalmıştır. 

Böyle bir ortamda Taliban istikrarı yeniden sağlayacağı iddiasıyla aşiretler tarafından desteklenmeye başlamıştır. Desteklerin ilk büyük meyvesi 1994 yılında büyük şehirlerden biri olan Kandahar’ın alınmasıdır. Bu bölgenin ele geçirilmesiyle Taliban yüksek oranda askeri ve stratejik güç kazanmış, Afganistan’ın 30 bölgesinden 9’unu ele geçirmiştir. Bu güç öylesine ilerlemiştir ki 1996 yılında, dönemin devlet başkanı Burhanettin Rabbani’yi, Peştu karşıtı olduğu ve yozlaşmanın sebebi olduğunu iddiasıyla görevinden aldığını ve yönetimi ele geçirdiğini ilan etmiştir. Bu olaya kadar kadar milis bir yapı olan Taliban, bu tarihten itibaren hükümetini kurmuş, devletin adını ise Afganistan İslam Emirliği olarak belirlemiştir. Taliban’ın halka yansıttığı istikrarlı gelişim sürecinin önündeki perde kalktığında ise halktan ve uluslararası arenadan gizlenen sert yaptırımlar, yönetimin ele geçirilmesiyle kendini göstermeye başlamış, kadınlara kırbaç ve taşlama cezaları uygulanırken; erkeklere sakal boyu gibi sebeplerle hapis cezası kesilmiştir. Bu sert yönetim zamanla öyle bir hal almıştır ki müzik dinlemek ve televizyon izlemek yasaklanmıştır. Farklı fikirdeki insanlara yönelik cezalar da baş keserek öldürmeye kadar ileri gidilmişti. Burada görülmektedir ki inanılan kutsallar hoşgörüyü öne sürüyor olsa da uygulamalara sıra geldiğinde güç zehirlenmesi yaşayan yöneticiler dini emirleri kendi pencerelerinden yorumlayarak yaptıklarını meşrulaştırmaktadır. Günümüzde şeriatla yönetilen nice devlet varsa da bu devletlerin şeriatı uygulayış şekilleri farklılık göstermektedir. Din kusursuzsa da onu uygulayacak olan insan kusurludur. Nitekim Taliban hükümeti aynı güç zehirlenmesini yaşamıştır. Söz konusu güçlenme ve baskı rejimi 2001 yılına değin sürmüştür. 

Bu dönemde yaşanan İkiz Kuleler saldırıları ile ABD’nin Afganistan müdahalesi başlamış oldu. Müdahale sırasında Taliban, Afganistan’ın yüzde 90’ını kontrol etmekteyken müdahalenin ardından kendini Pakistan’a kaçmış halde bulmuştur. Bunun üzerine ABD, bölgede yeni bir hükümet kurmuşsa da ülke içinde yeniden başlayan iç karışıklıklar sebebiyle bölge halkı Taliban’a yeniden sempati duymaya başlamıştır. 

ABD’nin kurduğu hükümetin ardından 18. Yüzyıla dayanan siyasi istikrarsızlık, Afganistan’ın peşini bırakmadı. Gerek kabile çekişmeleri, gerek yüzde 85 oranındaki dağlık arazisi Afganistan’da kurulacak merkezi otoriteyi asırlardan beri güçleştirmekteydi. Afganistan’ın son kralı Muhammed Zahir Şah’ın tahttan indirildiği günden bugüne ülke, dış tehditlerin çıkarı doğrultusunda uydu hükümetler tarafından yönetilmiştir. 1978 yılında Sovyet etkisiyle kurulan komünist hükümet yine Sovyet askerinin işgali ile sona ermişti. Bu olay ile mücahit olarak adlandırılan ABD desteğiyle Sovyet güçlerine karşı savaşan askerler öne çıkmıştı. Bu destek sayesinde Sovyetler Birliği geri çekilmiş olsa da hükümet arayışından doğan iç savaş ülkenin içinden düşmekten kurtulamadığı bir çukur olmuş, ilk göç dalgasını İran’a vermişti. ABD penceresinde ise güçlenen Çin ekonomisi, Sovyetlerin çöküşü ardından gücünü toplamaya başlayan ve “Son Rus Çarı” olarak nitelendirilen bir başkanla yönetilen Rusya ve Ortadoğu’da bulunan daimi rakibi İran endişe yaratmaktaydı. Tüm bu tehditlerin merkezinde bulunan Afganistan, ABD için gerek Orta Asya enerji kaynakları gerek stratejik konumu gereği önem kazanıyordu ve ABD, bölgede uydu bir hükümet kurmaktansa fiilen bizzat rol almayı tercih ederek Afganistan’ı işgal etti. Ne var ki bu süreç ABD için beklenen yararı sağlamadı. Zira savaşa ve yeniden inşa projelerine harcanan yaklaşık 1 trilyon dolara rağmen ülkenin refahı ve altyapısı geliştirilemedi. Buna ek olarak ABD başkanlarından son üçünün denizaşırı ülkelere yapılacak askeri müdahalelerden uzak durmaları Afganistan’dan vazgeçişin kesin göstergeleri olmuştur. ABD işgali altında ve yine 2004’te ABD’nin seçtiği bir hükümet tarafından yönetilen Afganistan’da Taliban’ın bütün üyeleri Pakistan’a kaçmamıştı. Dağlara saklanan ve burada uyuşturucu ticareti, madencilik ve haraç ile milyonlarca dolarlık gelire ulaşan örgüt üyeleri kendi günlerinin gelmesini beklemekteydi. Eski Taliban uluslararası ilişkilerden yana değildi ancak 2000’den itibaren Arap arayışlarının etkisiyle bu ilişkilere prensipte itiraz etmemiş, 20 yıl sonra gelişimi için çabalar hale geldi. 2005 yılına gelindiğinde eskiden müziği dahi hoş görmeyen grubun her biri bilgisayar sahibi olmuş elektrik kullanmaya başlamıştı. Okuyucuların yılları doğru görüp görmediğini kontrol etme ihtiyacı duyduğu bu noktada örgüt aşırı muhafazakârlığından sıyrıldıkça güçleniyordu. Kısaca mevcut süreçte iktidarı yeniden ele geçiren Taliban, temel prensiplerinden uzaklaşmamak kaydıyla kendi küçük reform hareketini başlattı.

Takvimler 2012 yılını gösterdiğinde Taliban eskisinden de güçlü bir dönüş yapmıştı. Başkent Kabil ve NATO’nun en önemli üslerinde saldırılar düzenledi. Yeni Taliban, tıpkı eskisi gibi şeffaflıktan son derece uzak olduğundan ancak “eskisi gibi olmadığını” iddia ettiğinden ideolojileri için kesin tespitlerde bulunmak oldukça güç. Ancak eski halinden miras kalan ritüellerle davranış biçimlerinin önemine vurgu yaparken Vahhabiliği ve Deobandi doktrinlerinin muhafazakarlığını hala barındırdığı söylenebilir. 2014 yılı itibariyle NATO ve ABD’nin askerlerini bölgeden çekmeye başlaması ve 31 Ağustos 2021 tarihiyle bölgede tek bir Amerikan askerinin kalmayacağı söylemi (Widakuswara & Seldin, 2021) sonucunda Taliban sert gücünü kullanmaktan çekinmeyip son derece vahşi saldırılara başladı. Kontrol altına alınan bölgelerde hükümete bağlı okullar, mahkemeler ve hastaneler kapatılarak örgütün keyfince değerlendiriliyor. 

Bu saldırılar küçük bölgelerin yeniden ele geçirilmesini sağladı. ABD işgalci güç olarak addedilse de 2018’de doğrudan görüşmelere başlandı ve 2020’de ABD’nin geri çekilmesini ve Taliban’ın ABD kuvvetlerine yönelik saldırıları önlemesini taahhüt eden bir barış anlaşması imzalandı. El Kaide veya diğer militanların kontrol ettiği bölgelerde faaliyet göstermesine izin verilmemesi ve ulusal barış görüşmelerine devam edilmesi anlaşmanın diğer önemli maddeleri olarak öne çıkarılabilir. ABD’nin çekilmesini fırsat olarak bilen Taliban, hızlıca çokça şehri kontrolü altına aldı ve 15 Ağustos’ta başkent Kabil’e girip Cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin ülkeyi terk etmesiyle Ağustos 2021’de tam kontrolü yeniden kazanmış oldu. 

Taliban, sözcüsü aracılığıyla yaptığı açıklamada kimsenin canı, malı, namusunun zarar görmeyeceğini; bilakis mücahitler tarafından korunacağını ve kadın haklarına saygı gösterip Afgan topraklarındaki terör gruplarını dizginleme sözü vermiştir. Ancak 20 yıl önceki hükümet sürecinde kadın haklarının neredeyse tamamen ortadan kaldırılması ve halka açık infazlar gibi acımasız cezaların normlaştırılması halkı ikna edememiş, yoğun bir göç akınına sebebiyet vermiştir (Rasheed, Ibrahim and Siddiqui, 2021). Burada halk da görmektedir ki örgütün hedefi modern ve gelişmiş bir devlet değil İslam’ın kendi gözlerinden yorumlanmış haliyle şekillenmiş bir yönetimdir. Söz konusu yönetim Afganistan İslam Emirliği’ni yeniden kurma hedefini sürdürmektedir ve bu noktada seçim yapılması yasaktır.

Taliban’ın tanınması hususunda ise Rusya ve Çin örgüte olumlu sinyaller verirken Doha’daki ofis üzerinden örgütün Almanya, Fransa, Norveç ve Türkiye ile dolaylı teması bulunmaktadır. Türkiye’nin örgüt hakkında yaptığı olumlu açıklamalar kamuoyunun büyük kesimi tarafından tepki görmekteyken belirli bir kesimi hükümetin fikrini desteklemektedir. Yönetimi resmi olarak tanıyan şimdilik yalnızca üç ülke olup bunlar Birleşik Arap Emirlikleri, Pakistan ve Suudi Arabistan’dır. İran ile resmi bir ilişki görülmese de İran Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani’nin öldürülmesi örgüt tarafından kınanmış ve komutan, büyük bir savaşçı olarak anılmıştır. Örgüt diğer devletlerle “izolasyon politikası” adını verdiği diğer ülkelerin iç işlerine karışmayan ve karşılık olarak kendi iç işlerine yönelik müdahalelere de izin vermeyen bir tutum izlemektedir.

ABD perspektifinde Afganistan meselesinin yönetimi Biden’ın yaşadığı en kritik krizlerden biri durumundadır. ABD’de Cumhuriyetçi ya da Demokrat fark etmeksizin neredeyse bütün kamuoyu hâlihazırda ABD’nin Afganistan’dan çekilmesini desteklemekteydi. Ancak Biden’a yöneltilen eleştiriler söz konusu çekilmenin plansız ve hızlı bir şekilde yapılmasıydı. Özellikle Biden’ın Taliban’ın gücünü küçümseyip Afgan ordusunun yeterli kalacağına inanmasına ek olarak ABD Büyükelçiliği’nin apar topar tahliye edilmesi ve havalimanında yaşananlar, Biden’ın Afganistan konusundaki başarısızlık iddialarını güçlendirmiştir (Erdölen, 2021). Bu durum öyle ciddileşmiştir ki Cumhuriyetçi Senatörler Başkan Biden’ın derhal istifasını istemekte. Bir yandan “Amerika Geri Döndü” sloganıyla başkanlık koltuğuna oturan Biden öte yandan gerek Demokratlar gerek Cumhuriyetçiler tarafından başkana yöneltilen sert eleştiriler, ABD’nin 2024 seçimlerinin şimdiden kamuoyunun gündemine oturmasına sebep oldu.

Taliban sözcüsü uluslararası arenada kendilerine yer aradıklarını ve geçmişte yapılan politik uygulamalardan ders aldıklarını iddia etmekteyken Kabil’in ele geçirildiği sırada yapılan ilk resmi açıklamada, asıl hedefin “ulusa hizmet etmek ile güvenlik ve yaşam konforunu sağlamak” olacağını söylemiştir. Böylece isyancı grup, sadece dinden ilham alan yasaklar dayatmak yerine, nüfusun yaşamlarını iyileştirmek için bir dizi hükümet işlevini yerine getirmeye hazır olduğunun sinyalini vermiştir. Bu noktada Taliban’ın uluslararası arenada kendine yer aramasının en büyük sebebinin “teröristlere” ev sahipliği yapan uluslararası bir parya imajının sonucunun yabancı askeri müdahaleyi çekmek demek olduğunu görmesi olduğunu unutmayalım. Özellikle 1990’lara kıyasla daha çok askeri ve siyasi tecrübeye sahip olmaları, onları daha açık fikirli yapmasa da yaşanması muhtemel bir El Kaide provokasyonu nedeniyle ikinci kez devrilme riskini almayıp kontrol altında tutacaklarını ifade etmektedir. İranlı profesör Nasr’a göre “Taliban IŞİD’in Orta Asya’ya yayılmasını engellerse Ruslar mutlu olur. Uygurların IŞİD’e katılmasına engel olurlarsa Çinliler mutlu olur. Afganistan’dan başka El Kaide terör saldırısı planlanmazsa Amerikalılar mutlu olur.” Bazı analistlere göre ise bu imaj yenilemesi, Taliban’ın Afganistan’ı fethini şimdiden kolaylaştırdı bile. Militanların ilerleyişine karşı halkın muhalefetine dair rapor sayısı son derece azaldı ve Kabil, korkulanın aksine kan dökülmeden kontrol altına alındı (Chebil, 2021). Öte yandan politik vaatlerin ve uygulamalarının uyum içinde olup olmayacağını görerek tutum sergileme fikri çoğu ülkenin yararına olacaktır zira bundan 20 yıl önce verilen sözlerin ne derece tutulduğu aşikâr. Uygulamaların halk tarafından nasıl tepki gördüğünü ölçmek isteyen BBC, Afgan kadınlarla yaptığı röportajlarda kadınların yapılan açıklamalar karşısında tepkili olmasa da temkinli olduklarını gösteriyor. Bölgede jinekolog olarak görev yapan bir kadın Taliban yönetiminin üçüncü gününde işini herhangi bir fark olmadan yapmayı sürdürdüğü belirtilirken gazeteci bir kadın yapılan açıklamalara inanmamakla birlikte birkaç ay içerisinde sert yaptırımların başlanacağını ve korktuğunu ifade etmiştir. Bu bağlamda Taliban’ın medyayı kullanma konusundaki başarısı gözler önündedir. Gerek halk tabanının bazı kesimlerinde gerek uluslararası ortamda açıklamalar örgüt için olumlu sonuçlar doğurmuştur. Örgüt hakkında merak edilen sorulardan bir diğeri ise Afganistan’ın onlara yetip yetmeyeceğidir. Türkmen, Özbek, Hazara gruplarının akıbetleri gündemde tartışma konusu olmaya devam ederken söz konusu grupların kaçarken nereye göç edeceği Türk halkını da endişelendiren durumlar arasındadır. Zira Suriyeli göçmenler konusu hâlihazırda gündemdeki hassasiyetini sürdürmekteyken kamyonetlere tıkıştırılarak ülkeye sokulan Afgan kaçakların varlığı hükümet tarafından reddedilip Afgan sığınmacılar için Türkiye’de iltica merkezleri kurulacağına dair haberler Dışişleri Bakanlığı tarafından yalanlanmış olsa da halkın endişesini engelleyememektedir.

Kısaca görülmektedir ki Taliban yıllar önceki hükümet ve askeri döneminden kazandığı deneyim sayesinde eskisi kadar dar görüşlü olmaması gerektiğini öğrenerek kendi çapında bir reform hareketi başlatmış, uluslararası arenada yabancı güçlerin gerek askeri gerek dahili müdahalelerinden kaçınması gerektiğini öğrenmiştir. Bu bağlamda ilk adım olarak reform hareketlerini politik söylemlerine yansıtmış, kendince yakın gördüğü devletlere diplomatik elini uzatmıştır. Bu söylemler medyayı başarılı kullanmasının bir meyvesi olarak dünya kamuoyundaki imajını iyileştirmekte olsa da asıl sonucu belirleyecek olan yeni hükümetin eskisi gibi istikrar perdesi arkasında uygulayacağı baskı rejimi olup olmayacağı tüm dünya tarafından izlenecektir. 

Nur ODALI

 

Kaynakça

Erdölen, Y. Emre, (2021). Biden’ın Afganistan Sınavı. Perspektif, https://www.perspektif.online/bidenin-afganistan-sinavi/ 

Chebil, Mehdi, (2021). The Taliban 2.0? Militants Seek Image Revamp In A Bid For Legitimacy. France 24, https://www.france24.com/en/asia-pacific/20210817-social-media-sharia-law-and-friendly-foreign-policy-the-taliban-2-0 

Bbc, (2021). Afghanistan: Female Kabul resident fears for future under Taliban. https://www.bbc.com/news/world-asia-58252014 

Euroews, (2021). Erdoğan’dan Taliban Açıklaması: Ortada Bir Gerçek Var, Kapı Çalarsa Açar Görüşmemizi Yaparız. https://tr.euronews.com/2021/08/20/erdogan-dan-taliban-ac-klamas-ortada-bir-gercek-var-kap-calarsa-acar-gorusmemizi-yapar-z 

Widakuswara P. & Seldin J., (2021). US to End Afghan Evacuation Flights Earlier Than August 31 Deadline, Voice of America. https://www.voanews.com/usa/us-end-afghan-evacuation-flights-earlier-august-31-deadline 

Rasheed Z., Ibrahim A. & Siddiqui U., (2021). Taliban offers amnesty, promises women’s rights and media freedom. Aljazeera, https://www.aljazeera.com/news/2021/8/17/evacuation-flights-resume-as-biden-defends-afghanistan-pullout