Home Blog Page 38

Realizm Bağlamında Çin Japonya İlişkileri ve Tehdit Algısı

Özet

Japonya ve Çin ilişkileri uzun bir tarihe dayanmaktadır ve ekonomi, insani yardım, eğitim, kültür ve turizm alanında sıkı bir etkileşim içindedir. Fakat iki ülkenin ilişkisi genellikle ‘soğuk siyaset sıcak ekonomi’ şeklinde ifade edilmektedir. Bugün iki ülke arasında güvenlik açısından endişe yaratan ve karşılıklı tehdit algısı oluşturan çözülmemiş birçok sorun gösterebiliriz. Bu tehdit algısının oluşmasında farklı faktörler vardır. Bunlardan en önemlisinin soğuk savaş sonrasında bölgedeki güç dağılımının değişmesi olduğunu söyleyebiliriz. Gücün devletler arasında dağılımı, niyetlerini ve askeri yeteneklerini güçlü bir şekilde etkiler ve birbirlerine karşı olan algıları da etkilenir. Bu araştırma makalesinde Çin-Japonya ilişkilerini realist teori ve tehdit algısı bağlamında analiz ederek ilişkilerindeki dinamiklerin ve birbirlerine karşı algılarının daha iyi anlaşılması hedeflenmektedir.

Anahtar Kelimeler: Çin, Japonya, Çin Japonya İlişkileri, tehdit algısı, realizm.

Abstract

Japan and China’s relations are based on an exceptionally long history, and they have close interactions in the fields of economic, humanitarian, education, culture, and tourism. However, the relationship between the two countries is usually expressed as ‘cold politics and hot economy’. Today, we can point out many unsolved problems between two countries, which creates anxiety in terms of security and results in mutual threat perception. There are several factors related to the convergence of this threat perception, the most important is the change in the distribution of power in the region after the cold war. The distribution of power among states strongly affects their intentions, military capabilities, and perceptions of each other. This research article analyses China-Japan relations from realist theory and threat perception to better understand dynamics and mutual perceptions in their relations.

Key Words: China, Japan, China-Japan relations, threat perception, realism.

Giriş

Japonya ve Çin Asya Pasifik bölgesinde yer alan iki önemli ülkedir. İlişkiler çok derin bir tarihe dayanmaktadır. Tarih boyunca birbirinden etkilenmişlerdir ve aralarında güçlü bir kültürel bağ vardır. Anakara Çin’de, Çin komünist partisi yönetimi altında olan Çin Halk Cumhuriyeti 1949 yılında kurulmuştur. Japonya ilk önce Tayvan’ı Çin’in temsilcisi olarak kabul etmiş, (MOFA, 2021) Çin halk cumhuriyeti ile ise 1972 yılında başlayan resmi diplomatik ilişkiler öncesinde ilişkiler yaklaşık 20 yıl gayri resmi yollardan, sivil toplum kuruluşları, tüccarlar ve iş adamları aracılığı ile yürütülmüştür. 1972 yılından beri süregelen resmi ilişkiler gelişmeye devam etmektedir. İki ülke arasında ekonomik, insani ilişkiler, eğitim, kültür ve turizm alanındaki etkileşimler artmaktadır. Fakat iki ülkenin ilişkisinin genellikle soğuk siyaset sıcak ekonomi (政冷経熱) şeklinde ifade edildiğini görmekteyiz. 

Soğuk savaşın sona ermesi hem ekonomik ilişkilerin yoğunlaşmasına hem de mevcut ilişkinin politik, milliyetçi ve stratejik boyutlarını etkilemektedir. Japonya geçmişten beri Çin’in modernleşmesinde kilit bir rol oynayıp, önemli bir ticaret partneri olmuştur. Tiananmen’den sonra Batı yaptırımlarının azaltılmasında ve ortadan kaldırılmasında da etkili bir rol oynamıştır. Ancak Çin’in milliyetçiliğinin yükselişinde ve yayılmasında kilit hedef haline gelmiştir. (Michael YAHUDA, 2020). Jiang dönemindeki milliyetçi eğitimin başlamasıyla oluşan gerginlikler, soğuk savaştan sonra artış göstermiştir. İki ülke arasında günümüzde birçok problem bulunmaktadır. Bu problemlere; ada problemi, tarih ve ders kitabı problemi, yasukuni tapınağı problemi, insan hakları problemi, askeri tehdit problemi, çevre problemleri gibi örnekler verebiliriz. (Kenzou Shida 2008). İki ülke arasındaki sorunların giderilememesi güvenlik açısından endişe yaratmaktadır ve bunun karşılıklı bir tehdit algısına yol açtığını söyleyebiliriz. Bu araştırma makalesinde Çin-Japonya ilişkilerini realist teori ve tehdit algısı bağlamında analiz ederek, ilişkilerindeki dinamiklerin ve birbirlerine karşı algılarının daha iyi anlaşılması hedeflenmektedir.

Realizm Bağlamında Çin-Japonya İlişkileri ve Tehdit Algısı

Realizmin temel varsayımı, uluslararası politikanın güç ve çıkar mücadelesi olarak tanımlanabilecek bir siyasal süreç olduğudur. Realistlere göre devletlerin sahip oldukları kapasiteler uluslararası çatışmaların sonuçlarının belirlenmesinde ve devletlerin davranışlarını etkileme konusunda büyük bir öneme sahiptir. Devletlerin kapasiteleri ile askeri gücünü özdeşleştiren realistler, askeri konulara ve güvenlik sorunlarına öncelik verirler. Ayrıca realizm devletleri dış politikadaki rasyonel karar vericiler olarak kabul etmektedir. Her devletin kendi ulusal çıkarları vardır ve onlar bu çıkarları doğrultusunda var olan kaynakların imkân verdiği derecede hareket ederler. Uluslararası yapının anarşik olduğu varsayımı da realist teori için önemlidir. Tek tek güvenliği sağlayacak merkezi bir otorite bulunmadığı için her devlet kendi güvenliğini sağlayabilmek için kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederler. 

Realistlere göre uluslararası yapıdaki istikrarsızlıklar devletlerin güvenliğini tehlikeye düşürmektedir. Bunun sonucu olarak, devletler kendi güvenlikleri kendileri sağlayabilecek güce erişmeye çalışırlar (Mearsheimer, 1994). Uluslararası sistemin anarşik doğası ve güvenlik konusunda sürekli endişe, tehdit algısı oluşturabilir ve devletler arası güvenlik ikilemine yol açabilir. Tehdidi hayati ulusal çıkarlar için bir tehlike olarak tanımlayabiliriz. Tehdit kavramı uluslararası ilişkiler teorilerinin merkezinde yer alır. Realizm de hayatta kalmaya yönelik tehdit ve endişelerin devletlerin davranış biçimini güçlü bir şekilde etkilediğini savunur (Waltz, 1979). Tehdit algısı tehdidi şekillendirmede son derece önemlidir. Ancak, farklı zamanlarda meydana gelen benzer olaylar, çok farklı tepkilere neden olabilir. Tehdit algısını şekillendirmede, son olayların, tarihsel hafızanın ve tanımlanabilir sosyokültürel farklılıkların etkisi de görülebilir (Cohen, 1978). Stephen Walt, tehdidi şekillendiren faktörleri toplam güç, saldırı yetenekleri, coğrafi yakınlık ve agresif niyetler olduğunu iddia eder. İlk üç faktör güç ve sonuncusu niyetlerle ilgilidir. Walt’a göre, toplam güç bir tehdit kaynağıdır çünkü askeri güce dönüştürülebilir ve potansiyel olarak saldırı kabiliyetini artırır. Walt, geliştirdiği tehdit dengesi teorisinde, devletlerin ittifak seçimleri yaparken tehditlere karşı denge sağladığını iddia etmektedir. Walt, tehdidi hayati ulusal çıkarlar ve egemenlik için bir tehlike olarak tanımlayıp, genel olarak en büyük tehdide karşı devletlerin denge kurduğunu belirtir (Walt, 1987).

Çin ve Japonya ilişkilerini analiz etmeye başlamadan önce, ilişkilerinin tarihsel geçmişine değinmekte fayda vardır. San Francisco Antlaşması’ndan sonra Japonya, Kore Savaşı’nın Asya’daki durumuna yanıt vermek için anti-komünist bir ittifakın parçası olarak Tayvan Milliyetçi Parti hükümeti ile diplomatik ilişkilere girdi. Tayvan ile barış antlaşması imzalayarak, iki ülke arasındaki savaşın sona erdiği ilan edildi. Buna göre Tayvan Japonya’ya karşı savaş suçlamaları ve iddialarından vazgeçti (MOFA, 2021). Diğer taraftan Japonya o dönemde Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanımadı ve Tayvan hükümetini meşru Çin hükümeti olarak benimsedi. Sonuç olarak, Çin Halk Cumhuriyeti ile savaş durumu devam etti. Fakat resmi olmayan ekonomik yolla ilişkiler sürdürüldü. 1952’de Japonya-Çin Birinci özel ticaret Anlaşması imzalanmış ve Japonya- Çin özel ticaret ortak bildirisi ile devam etmiştir. 1950’lerde Japonya ile Çin arasındaki bu ticaret anlaşmaları Çin’in ekonomik iyileşmesi için önemlidir. Ikeda yönetimi, ekonomi ve siyaseti ayırarak 1962’de LT ticaret anlaşmasını imzalamıştır. Sato yönetimi de 1968’de Japonya ile Çin arasındaki ticaret müzakerelerinin sonuçlandırılmasını teşvik etmiştir (Takakuzu, 2009). 1970’lerde Çin-Sovyet çatışması ciddileşirken, Nixon şokunun simgelediği ABD ve Çin’in yakınlaşması gibi uluslararası durumdaki değişiklikler, 1971’de Birleşmiş Milletler ‘in temsilciliğinin Tayvan’dan Çin’e geçmesine yol açmıştır. Japonya’da Batı’nın bir üyesi olarak, ABD’ye dayalı bir diplomasi izlediği için Temmuz 1972’de Tanaka Kakuei Kabinesi kurulduğunda Çin ile diplomatik ilişkilerin normalleşmesini istemeye başladı. Başbakan Tanaka ve Dışişleri Bakanı Ohira 1972 yılının Eylül ayında Pekin’i ziyaret ederek Başbakan Zhou Enlai ile diplomatik ilişkileri normalleştirmek için görüşmelerde bulundu. 1978 yılında Fukuda yönetimi, Japonya-Çin Barış Dostluk Anlaşması’nı imzaladı ve ardından Ohira yönetimi, Çin’in modernizasyonunu uluslararası topluma dahilini desteklemek için Çin’e yen kredisi sağlamak için adımlar attı. Çin tarafı Deng Xiaoping’in rehberliğinde “reform ve açıklık” politikasını benimseyip, ekonomiyi yeniden inşa etmek için gelişmiş ülkelerin sermayesine ihtiyaç duyuyordu. Çin, 1978’de reform ve dış dünyaya açılma politikalarına başladığında ekonomik gelişimine başladı (Hidekazu, 2015). Çin’in reformlarını sürdürebilmek için Japonya’nın ekonomik desteğine ihtiyacı olduğunu söyleyebiliriz. Çin’de reform ve açılma politikasının başladığı 1979’dan beri Japonya, yaklaşık 40 yıl içinde kredi, hibe yardımı ve teknik iş birliği gibi toplam 3,65 trilyon yen desteğinde bulunup, Çin’in modernizasyonunu destekledi (Tamiyuki Onihara, 2018). 

İki ülke arasındaki geçmişten gelen sorunlar ekonomik ilişkilerin gelişmesi engellenmesin diye adeta rafa kaldırılmıştır (TUNCOKU, 2002). Bu durum Japonya’ya karşı tehdit algısının oluşmasının önüne geçmiştir ve Sovyetlere karşı ortak endişeleri paylaşmalarıyla birlikte Asya’da Sovyet yayılmacılığına karşı birbirini tamamlayıcı dış politikalar benimsemişlerdir. Ortak tehdit, Çin’in Japonya’nın hayati çıkarlarına, Japonya’nın da Çin’in hayati çıkarlarına aykırı davranmayacağına dair güvence sağlıyordu. Birbirlerinin çıkarına zarar vermek, Sovyetler Birliği’ne karşı koalisyonu zayıflatacak ve güvenlikleri için tehlike oluşturacaktı. Devletler birlikte iş birliği yapabileceği hayatta kalmaları için hayati önemde olan başka bir devlete karşı iyi niyete sahiptirler. İttifak ortakları arasındaki iş birliği ve güven bu durumdan kaynaklanmaktadır. Ortak bir düşman ortadan kaybolduğunda algı değişip, eski sorunlar yeniden su yüzüne çıkabilir, daha az önemli görülen konular gündeme gelebilir. Örneğin, devletler kendi ekonomik çıkarlarının peşine düşebilir ve sonuç olarak ekonomik rekabet yoğunlaşabilir. İdeolojik farklılıklar ve milliyetçilik daha keskin hale gelebilir ve önemlerini artırabilir. Bu durum politikaları etkileyebilir (Walt, 1987). Japonya ve Çin arasında da Sovyetler Birliği’nin dağılmasının karşılıklı tehdit algısını arttırdığını söyleyebiliriz. Fakat ortak tehdidin ortadan kalmasından önce bile Çin, 1970’lerin sonlarında başlayan reform ve açılış politikasıyla yüksek ekonomik büyüme yakalayıp sadece siyasi değil ekonomik olarak da gücünü artırırken, Japonya ile Çin arasında çeşitli sorunlar ortaya çıkmıştır. Ekonomik gücünün artmasıyla, Çin’in milliyetçiliği artmış, sermaye ve teknoloji için Japonya’ya olan bağımlılık azalmıştır (Kenzou Shida, 2008). Çin, 1989 yılında gerçekleşen Tiananmen olayları ile geçici bir yavaşlamanın ardından 1992 ve 1993’te art arda yıllar boyunca iki haneli büyüme gösterdi. Çin hızlı büyümeye devam ederken, Japonya balon ekonomisi ile zor durumlar geçiriyordu (Mie, 2015). 2001 yılına gelindiğinde Çin dünya ticaret örgütüne katılmış, uluslararası ticarette altıncı sıradaydı ve birkaç yıl içinde dördüncü olan Japonya’nın hemen altında yer alması bekleniyordu. Japonya’daki iş dünyası, Çin’in yükselişinin Japonya’nın ekonomik durgunluğuna neden olduğunu ve ekonomisine zarar verdiğini savundu. Çin ayrıca hızlı bir ekonomik büyüme kaydetmiş ve buna bağlı olarak iddialarını güçlendirmiş, artık ulusal çıkarlarına ters düşen, taviz veremeyeceği konulara daha sert tepkiler vermeye başlamıştır. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana, Çin, neredeyse tüm Asya ülkelerinin ana ticaret ortağı olarak ABD ve Japonya’nın yerini aldığında ve bölgede ve ötesinde önemli bir denizcilik gücü haline gelmiştir (Michael Yahuda, 2020). Çin’in Asya-Pasifik bölgesi üzerindeki etkisi ve varlığının göz ardı edilemeyecek bir düzeye ulaştığını söylememiz mümkündür. Bu yüzden Çin ve Japonya arasındaki ilişkileri incelerken mutlak ve göreceli gücün etkisi önemlidir. Güç hem niyetleri hem de onların algısını etkiler. Dünya gücünün yapısındaki değişiklik davranışta ve algıda farklılıklara yol açabilir. Bu da daha öncesine kadar algılanmayan davranışların saldırgan niyetlerle algılanmasına neden olur.

Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile Çin, ABD, Japonya’nın iş birliğine dayalı bir ilişki sürdürme stratejik ihtiyacını ortadan kalkmış ve karşılıklı algılarda değişikliğe neden olmuştur. Çin tarafı, Japonya’nın potansiyel yeniden askerileşme olasılığı, Japonya tarafı ise Çin’in ekonomik ve askeri gücünün artmasından endişe duymaktadır. Çin’in göreceli gücündeki artış bu bağlamda soğuk savaş sonrası ilişkilerin sık sık gerginleşmesine yol açmıştır. Soğuk savaş sonrası Çin’in 1993’teki gücü hala sınırlıydı. ABD ve Japonya’nın gerisindeydi. Ancak Çin, o zamandan beri geniş nüfus tabanı ve yüksek büyüme hızıyla gelecekte ABD’ye meydan okuyabilecek en büyük potansiyele sahip devlet olarak görülüyordu. Buna karşı, Japonya ekonomik kriz ile gücünde bir azalma yaşanıyordu (Mie, 2015). Mutlak güçteki artışlarda bir o kadar endişe yaratmaktadır. Mutlak güçteki artış, askeri güçteki artışlar, nüfus artışı veya ekonomik büyüme yoluyla gerçekleşebilir. Ekonomik gücün artmasının tehdit algısı oluşturmasının sebebi, askeri gücün ekonomik güçten kaynaklandığı varsayımına dayanmaktadır. Ekonomik büyüme, modern bir orduyu desteklemek için gerekli askeri harcamaları ve ileri teknolojiyi sağlar. Böylece savunma harcamaları, artan silahlanma, silah sistemlerinin edinimi veya teknolojik yenilikler sayesinde askeri güç artabilir. Ekonomik büyüme aynı zamanda gelecekteki kabiliyete de işaret eder ve tehdit algılaması esas olarak gelecekteki olası saldırganlıkla ilgilendiğinden, ekonomik büyüme askeri yatırımlar veya saldırgan davranışlar olmasa bile tehdit algısını tetikleyebilir (Walt, 1987). Buna coğrafi yakınlığı da hesaba katarsak, mutlak gücün artışı hem Çin’de hem de Japonya’da bir tehdit algısına yola açabilmektedir ve askeri harcamalar da tehdit olarak görülmektedir. Ocak 1994’te bir Japon hükümet yetkilisi, Çin’in askeri harcamalarındaki artışı hakkındaki endişelerini ilk kez dile getirmiştir. Çin, savunma bütçesini 1990’dan bu yana yaklaşık %15 ve 1994’te %30 oranında artırmıştır. Ordu harcamalarında Çin’in 2017’de 228 milyar dolar ile, diğer tüm Asya ülkelerinin toplamını aştığını söyleyebiliriz (Michael Yahuda, 2020). 2018’de Çin askeri harcamalarında GSYH’sinin 1,9’unu kullanıp, 228 milyar dolar ile dünya sıralamasında ikinci sırada yer almaktadır (Nippon, 2018). Buna ek olarak, Çin’in savunma harcamaları son 30 yılda yaklaşık 44 kat artmıştır. ABD Savunma Bakanlığı’nın Eylül ayında yayınladığı yıllık bir rapora göre Çin, gemi yapımı, karadan fırlatılan konvansiyonel balistik ve seyir füzeleri ve entegre hava savunma sistemleri dahil olmak üzere birçok alanda ABD ile zaten eşit durumda ve geçme kabiliyetine sahiptir (MOFA, 2021).

Çin, ekonomik büyümesini arttırmasıyla, bölgesel ve tarihi sorunları daha sık dile getirmeye başlamıştır. Japonya ile Çin arasındaki geleneksel “yardımcı ve alıcı” ilişkisinin Asya’da Japonya ile Çin arasındaki rekabete dönüştüğü söylenebilir ve bu yüzden karşılıklı tehdit algısı artmıştır. 2012 yılında başa gelen Xi Jinping ile Çin‘in ekonomik ve siyasal gelişimini küresel anlamda daha da belirgin hale getirip, küresel ekonomi ve siyaseti içindeki gücünü tüm dünyaya gösterme çabasında olduğunu görebiliriz. Birçok Batılı ve Çinli uzmana göre, Xi ekonomik açıdan bir dev haline gelen Çin’i küresel bir aktör haline getirecektir. Düşük profilde kalma stratejilerindeki (光养晦有所作) geçmişteki liderlerden bu noktada ayrıldığını söyleyebiliriz. “Mao Ayağa Kaldırdı, Deng Zenginleştirdi, Xi Güçlendiriyor” sloganı, Çin kamuoyunda sıkça dile getirilmektedir. Xi’nin imza projesi Çin rüyası (中国梦), Çin’i bulunduğu konumdan daha ileriye götürmeyi amaçlar, “Kuşak Yol Girişimi” ( ) de Çin rüyasını gerçekleştirecek en önemli çalışmalardan biridir. Bununla birlikte, sadece ekonomik anlamda değil, sosyal ve kültürel anlamda Çin’i daha ileriye götürmek için “yumuşak güç” geliştirilmesi de bu projenin bir parçasıdır (Koçakoğlu, 2021). Japonya bundan endişe duymaktadır. Japonya’nın her sene çıkan mavi kitap isimli diplomasi kitabının en başında:

Güç dengesindeki değişiklikler, gelişmekte olan ülkelerin yükselişi ile uluslararası toplumun güç dengesi önemli ölçüde değişmiş, kendileri için avantajlı bir uluslararası düzen oluşturmayı ve etkilerini genişletmeyi amaçlayan devletlerle uluslararası rekabet daha belirgin hale gelmiştir. Bu koşullar altında, Korona krizini fırsata çevirip statükoyu değiştirmeye yönelik girişimlerde bulunulduğundan, evrensel değerlere meydan okuma daha şiddetli hale gelmiş ve mevcut düzeni çevreleyen belirsizlik artmıştır(MOFA, 2021).

Burada Çin’in adı geçmemesine rağmen şüphesiz Çin’e karşı olan endişeler dile getirilmektedir. Japonya’nın bakış açısıyla Çin’in askeri gücünü güçlendirme konusunda şeffaf olmaması, statükoyu tek taraflı olarak değiştirmeye çalışması ve savunma harcamalarını sürekli artırmış olmasının tehdit unsuru oluşturulmasında temel etkenleri yarattığını söyleyebiliriz

Öte yandan Japonya tarafının da savunma maliyetlerindeki artışı ve Abe döneminde artan anayasasının 9. maddesinde değişiklik yapmaya çalışmaları Çin tarafını huzursuz edip, Japonya’nın yeniden askerileşmeye çalışması şeklinde yorumlanmaktadır. Anayasanın 9. maddesine göre Japonya savunma harcamalarını GSYH’sinin %1’i altında tutmalıdır. Fakat Shinzo Abe döneminde Japonya’nın bölgede askeri olarak daha aktif hale getirilmeye çalışıldığı görüyoruz. Japonya, bölgesel çok taraflı ticaret düzenlemelerine önem vererek, ABD’nin Trans- Pasifik Ortaklığından (TPP) çekilmesinin ardından, liderliğini de üstlenmiştir. İşgücü, güvenlik, kamu iktisadi, çevre sorunları ve diğer endişelerin düzenlenmesini için Asya-Pasifik Serbest Ticaret Anlaşması ve Şubat 2019’da yürürlüğe giren benzer hatlar içeren bir STA’yı AB ile imzalamıştır (MOFA, 2021). Japonya’nın diplomasisi ve güvenliğinin temel taşı olan Japonya- ABD ittifakının güçlendirilmesi, Quad ve Hint pasifik stratejisi de bir o kadar gündemdedir. Hint pasifik stratejisi ilk olarak Japonya tarafından Ağustos 2016’da Kenya’da düzenlenen Tokyo Uluslararası Afrika Kalkınma Konferansı (TICAD) VI’nın açılış konuşmasında, “Özgür ve Açık Hint-Pasifik” ifadesi ile kullanılmıştır. Japonya Dışişleri Bakanlığı’na göre, bu strateji uluslararası toplumun istikrar ve refahının anahtarı, bir araya gelerek yaratılan dinamizmdir. Hızla büyüyen Asya ve büyük büyüme potansiyeline sahip Afrika ile Pasifik Okyanusu ve Hint Okyanusunu birleştirerek Japon dış politikasının ufkunu genişletmek ve bölgenin barış, istikrar ve refahını korumayı amaçlamaktadır (Tadashi, 2019), (MOFA, 2021). Bu projeye bakıldığında Çin’inTek Kuşak Tek Yol” politikasını düşünmemek kaçınılmazdır. Çin’in Asya-Pasifik bölgesi üzerindeki etkisi son derece büyük ve varlığı göz ardı edilemezdir ve bu stratejinin Çin’in artan etkisine bir tepki olarak oluştuğu şeklinde yorumlar mevcuttur (Kawai, 2019). Bu Hint-Pasifik görüşünü, sonrasında ABD, Hindistan ve Avusturalya da benimsemiş ve QUAD 2’nin temelleri atılmıştır. QUAD’ın oluşumunu Asya’nın NATO’su olarak nitelendirenler de vardır fakat şu an hala bir askeri ittifak boyutunda değildir ve bölgenin dinamikleri düşünüldüğünde bunun olasılığı düşüktür. Fakat yine de QUAD’ın Çin’e karşı olan tehdit algısıyla, Çin’i kuşatma amacıyla oluşturulduğu söylenmektedir (Ying, 2020).

Güç dengesindeki değişiklikler Senkaku/Diaoyu adaları problemine de yansımıştır. Doğu Çin Denizi’nde yer alan Senkaku /Diaoyu adaları beş küçük volkanik ada ve üç kayalıktan oluşmaktadır. Toplam yüzölçümü 5,53 km² olan adalar önemli ticaret rotaları üzerinde olup, çevresinde zengin balıkçılık alanları ve doğal kaynaklar bulunmaktadır. Jeopolitik olarak bakıldığında da stratejik bir yerde olup artan Amerika ve Çin rekabetinde Asya Pasifik bölgesinde askeri üstünlük sağlanabilmesi için önemli bir konumdadır (Serita, 2015).

Realizm’ in öngördüğü gibi, toprak sorunu Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra yeniden şiddetlenmiştir. Rafa kaldırılmış bu problem aslında Sovyetler Birliği’nin dağılmasının öncesinden beri milliyetçi söylemler ve eylemlerle gündeme gelmekteydi fakat Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Çin’in faaliyetleri büyüklük ve sıklık gösterirken, Japonya’nın tepkileri daha belirgin ve daha az ödün verici hale geldi. Bu, gerginliğin şiddetlenmesine ve saldırgan niyet algılarının artmasına neden oldu. Ortak bir düşman ortadan kaybolduğunda eski sorunlar yeniden su yüzüne çıkabilir ve devletler kendi ekonomik ve ulusal çıkarlarının peşine düşebilir (Walt, 1987). Bu durum iki ülkenin birbirine karşı algısını da etkiler. Japonya tarafından, Çin’in artan deniz yetenekleri ve faaliyetleri, Çin’in karasularına hâkim olma niyetinin bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Çin tarafı ise adaların zorla Shimonoseki Antlaşması ile ellerinden alındığını iddia edip, Japonya’nın adalar üzerindeki hakimiyetini tanımamaktadır ve askeri gücünü arttırarak Doğu Çin Denizi ve Güney Çin Denizi’ndeki etkilerini arttırmak için çaba harcamaktadır. İki tarafın da adalar üzerindeki iddiaları kıyaslandığında birbiri ile çelişmesi de sorunun çözümünü güçleşmektedir. Taraflardan herhangi birinin adalar üzerinde yaptığı sivil ya da askeri müdahale ikili ilişkilerde gerginliğe yol açabilmektedir. Özellikle bu anlaşmazlık 2008 yılından beri daha tehlikeli bir hal almıştır. 2012 yılında adaların Japon hükümeti tarafından millileştirilmesi Çin tarafından sert bir şekilde karşılanmış ve bölgede gerginliklere yol açmıştır. 2013 yılındaki radar kazasıyla ikili ilişkilerin gerginliği en yüksek seviyeye ulaşıp iki ülke arasında silahlı çatışma yaşanmasına yol açabilecek en yakın olay olmuştur fakat bu diplomatik çabalarla engellenebilmiştir. Günümüz de sık sık bu problem gündeme gelmekte ve iki ülke arasındaki ilişkilerde en temel sorunlardan birini oluşturmaktadır (MOFA, 2021).

Sonuç

Çin ve Japonya arasındaki resmi diplomatik ilişkiler 1972 yılında başlamıştır. Japonya geçmişten beri Çin’in modernleşmesinde kilit bir rol oynayıp, önemli bir ticaret partneri olmuştur ve Çin reformlarını sürdürebilmek için Japonya’nın ekonomik desteğine ihtiyaç duymuştur. Bu yüzden iki ülke arasındaki geçmişten gelen sorunlar ekonomik ilişkilerin gelişmesini engellemesin diye adeta rafa kaldırılmıştır. Soğuk savaş döneminden sonra ortak düşmanın ortadan kalkması ve güç dengesinin değişmesi ile iki ülkenin birbirlerine karşı olan algıları değişmiş ve karşılıklı tehdit algısının artmasına yol açmıştır. Çin, ekonomik büyümesini arttırmasıyla, bölgesel ve tarihi sorunları daha sık dile getirmeye başlamış, Japonya ile Çin arasındaki geleneksel “yardımcı ve alıcı” ilişki rekabete dönüşmüştür. Çin tarafı, Japonya’nın yeniden militarize olma olasılığı, Japonya tarafı ise Çin’in ekonomik ve askeri gücünün arttırıp şeffaf olmaması, statükoyu tek taraflı olarak değiştirmeye çalışmasından endişe duymaktadır. Bu yüzden iki ülke arasında ekonomik ilişkiler ne kadar gelişse de “soğuk siyaset, sıcak ekonomi” anlayışı devamlılığını sürdürecektir.

Nazlı Deniz SARILGAN

Uluslararası İlişkiler Teorileri Staj Programı

Kaynakça

Cohen, R. (1978). Threat Perception in International Crisis. The Academy of Political Science, 93-107.

Çin Halk Cumhuriyeti internet bilgilendirme merkezi, Diaoyu adası. Erişim Adresi: http://www.diaoyu dao. org.cn/index.htm

Hidekazu, W. (2015). Reisen kōzō no ryūdō-ka to Nihon no mosaku. Sengonihon no Ajia gaikō (pp. 145-180). Kyoto. Minerva Publishing.

Kawai, M. (2019, 05 08). `Ittai ichiro’ kōsō to`indotaiheiyō’ kōsō. Retrieved from Japan Institute of International Affairs.

Kenzou Shida, Y. O. (2008). Nitchūkankei ni okeru Nihon-gawa no mondaiishiki ― Asahishinbun Mainichishinbun Yomiurishinbun no shasetsu no naiyō bunseki kara . Tōyōdaigaku shakaigakubu kiyō.

Koçakoğlu, M. A. (2021). Deng Xiaoping sonrası Sloganlarla Çin’in gelişimi. In (Dündar, M.) Apam-Çin Çalışmaları (pp. 31-52). Ankara: APAM yayınları.

Mearsheimer, J. J. (1994). The False Promise of International Institutions. International Security, 5-49.

Michael Yahuda, D. S. (2020). China and the World. Oxford University Press.

Mie, O. (2015). Yoshida dokutorin o koete. Minerva Publishing (p. 213 247). Kyoto. Minerva Publishing.

MOFA. (2021).,Jiyūde hirakareta indo taiheiyō. Retrieved from Japonya Dış İşleri Bakanlığı Web sitesi: https://www.mofa.go.jp/mofaj/gaiko/page25_001766.html

MOFA. (2008).,Senryaku- teki gokei kankei no hōkatsu-teki suishin ni kansuru nitchū kyōdō seimei. Retrieved from Ministry of Foreign Affairs of Japan: https://www.mofa.go.jp/mofaj/area/china/visit/0805_ks.html

MOFA. (2021). Diplomatic Bluebook. Ministry of Foreign Affairs of Japan.

MOFA. (2021). Nihonkoku seifu to Chūkajinminkyōwakoku seifu no kyōdō seimei. Retrieved from Ministry of Foreign Affairs of Japan: https://www.mofa.go.jp/mofaj/area/china/nc_seimei.html

Nippon. (2018).Gunji shishutsu, Nihon wa sekai dai 8-i: Toppu 10 shokoku de yuiitsu tai GDP-hi 1-pāsento ware. Retrieved from Nippon: https://www.nippon.com/ja/features/h00207/

Kentaro, S. (2015). The Senkaku Islands, Rule of Law Series, Japan Digital Library.

Tadashi, M. (2019). Jiyūde aka reta indotaiheiyō’ no jitsugen o mezasu. Retrieved from Kinzai: https://kinzai-online.jp/node/2059

Takakuzu, K. (2009). LT bōeki no kiseki — kansei Nitchū `minkan’ bōeki kyōtei ga mezashita mono, A research of the LT Trade Agreement: the establishment and development of the governmental China-Japan “private” trade agreement (1962-1973). Osaka: Historia.

Tamiyuki Onihara, R. K. (2018). Chūgoku e no oda shūryō e 40-nen de 3 chō-en, kindai-ka sasaeru. Retrieved from Asahi: https://www.asahi.com/articles/ASLBR33GYLBRUTFK004.html

Tuncoku, A. (2002). Japonya-Çin Halk Cumhuriyeti İlişkileri. Ankara: ASAM. 

Walt, S. M. (1987). The Origins of Alliances. Cornell University Press.

Waltz, K. N. (1979). Theory of international politics. Addison-Wesley Publishing.

Ying, Z. (2020, 10 14). Containing China: Will the Quad become an Asian mini-NATO? Retrieved from Think China: https://www.thinkchina.sg/containing-china-will-quad-become-asian-mini-nato 

İKLİM RAPORU

0

İklim değişikliği kuşkusuz her bireyi yakından ilgilendiren çağımızın küresel bir problemdir. İklim değişikliğinin etkilerini en az seviyeye indirmek adına hem bireysel hem de devlet düzeyinde bir takım önlemler alınması gerekmektedir. Bu raporda iklim değişikliği meselesi çeşitli bölgeler üzerinden ele alınacaktır. Balkanlar, Ortadoğu ve Rusya coğrafyasında iklim değişikliğinin etkilerine dikkat çekilerek konu hakkında öneriler geliştirilmeye çalışılacaktır.

Rapor üç bölümden oluşmaktadır. Bölümler aşağıdaki gibidir.

BALKANLARDA İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE POLİTİK YANSIMALAR RAPORU
Melisa Agoviç

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN ORTADOĞU POLİTİKALARINA YANSIMASI
Beyza Tükenmez

KÜRESEL ISINMA VE POLİTİK REAKSİYONLARI: RUSYA
İlknur Öztemel

Her bir bölüm kendi içerisinde öneriler ve tavsiyeler içermektedir. Bu çalışmanın hazırlanmasında emeği geçen rapor yazarlarına ve koordinasyonu sağlayarak raporun hazırlanmasında emeği geçen akademik koordinatörümüz Oğuz Kaan Özalp’e teşekkür ederiz. İklim Raporu önümüzdeki yıllarda tüm insanlığı etkileyecek değişim ve dönüşümlere ışık tutmakta, geç olmadan alınabilecek önlemleri öne çıkarmaktadır.

Raporu indirmek için aşağıdaki bağlantıya tıklayınız.

İKLİM-RAPORU

Japon Animelerine Feminist Bir Bakış: Shōjo Kültürü ve Gender-Bending

Özet

Japonya’da yapılan animasyon TV şovlarını ve filmleri ifade eden anime; yalnızca Japonya’yı değil, tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Yaşanan sosyo-ekonomik değişimlerden etkilenen anime dünyası, 1990’lı yıllarla birlikte yepyeni bir anime türünü de beraberinde getirmiştir: shōjo anime. Küçük/genç kız anlamına gelen shōjo, anime ve mangaların hitap ettiği kitleyi tanımlamak için kullanılır. Erkek karakterlerden, seksten ve romantizmden arındırılan shōjo animeler, cinsiyet kavramlarına ve normlara meydan okuyarak shōjolar için “güvenli” ve eğlenceli bir dünya yaratır. Dolayısıyla shōjo animelerde kadın karakterlerin bir tür sihirle ya da cross-dressing yoluyla erkeğe dönüşmesi yaygındır. Bu çalışmada gender-bending (cinsiyet bükme) hakkında bilgilere yer verildikten sonra Japon kültüründeki çeşitli gender-bending örnekleri incelenmiş özellikle anime kültüründeki gender-bending üzerinde durulmuştur. Son olarak shōjo kültüründe yer alan gender-bending teması, toplumsal cinsiyet perspektifinde analiz edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Anime, Cinsiyet Bükme, Shōjo, The Magical Girl, Japonya.

Abstract

Anime, which refers to animated TV shows and movies made in Japan, has influenced not only Japan but the whole world. The anime world, which was affected by the socioeconomic changes experienced, brought with it a brand new anime genre with the 1990s: shōjo anime. Shōjo, meaning little/young girl, is used to describe the audience that anime and manga appeal to. Stripped of male characters, sex, and romance, shōjo anime defies gender notions and norms, creating a “safe” and fun world for shōjos. Therefore, it is common for female characters in shōjo anime to transform into men through some kind of magic or cross-dressing. In this study, after giving information about gender-bending, various gender-bending examples in Japanese culture were examined and especially gender-bending in anime culture was emphasized. Finally, the theme of gender-bending in shōjo culture has been analyzed from the perspective of gender.

Key Words: Anime, Gender-bending, Shōjo, The magical girl, Japan.

Giriş

Cinsiyet kavramı, ilkel toplumlardan bu yana toplumsal hayatın düzenlenmesinde ve işlemesinde kilit rol oynamıştır. Bu kavramın bu denli derin bir geçmişe sahip olması, günümüzde cinsiyet kavramının toplumsal getirileriyle mücadele etmemizi de zorlaştırmıştır. Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramları, zaman içerisinde farklı alanlara da yön vermiş hatta kimilerine göre objektif olması gereken bilimi dahi etkisi altına almıştır. İlkel toplumlardan bu yana her zaman gündemimizde olan bu kavram, kaçınılmaz bir şekilde sanat alanını da etkisi altına almıştır. Bugün dünyanın çeşitli bölgelerindeki geleneksel sanatlar incelendiğinde cinsiyet kavramının günümüzden çok daha farklı bir şekilde ele alındığı fark edilebilir. Zira geleneksel sanatların pek çoğu erkekler tarafından icra edilmiş, kadınlar bu alanın dışına itilmiştir. Konu geleneksel tiyatrolar olduğunda ise kadın karakterler, genellikle erkek karakterler tarafından canlandırılmıştır. Günümüzde kadınların görünürlüğü birçok alanda artsa da hala çoğu toplum derin bir geçmişe sahip olan cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramlarından uzaklaşamamıştır. 

Cinsiyet, özellikle de toplumsal cinsiyet kavramı, küreselleşen dünyayla birlikte yepyeni anlamlara bürünmüştür. Zira kadınlar, uzun yıllar boyunca pek çok alandan dışlanmalarına rağmen etkisi giderek artan tüketim kültürüyle birlikte önemli hedef kitlelerden biri haline gelmişlerdir. Konu kız çocuklar ve genç kızlar olduğunda Japon shōjo akımı, gelmiş geçmiş en etkili akımlardan biri olarak kabul edilir. 1953 yılında Princess Knight dizisiyle temelleri atılan bu akım, kısa bir süre içerisinde yalnızca Japonya’yı değil, tüm dünyayı etkisi altına almıştır. İlerleyen yıllarda yetişkin erkek izleyiciyi kendi kitlesinden ayırmak isteyen yapımcılar, erkeklerden arınmış bir shōjo dünyası için kolları sıvamışlardır. Erkeklerden arınmış shōjo dünyası, 2000’li yıllardan bu yana gender-bending teması sayesinde toplumsal cinsiyet normlarına meydan okumaktadır. Bu yazıda Japon kültüründeki gender-bending temalarından bahsedilecek, ardından shōjo ve gender-bending arasındaki ilişki analiz edilecektir.

1. Gender-bending Nedir?

Dilimize “cinsiyet bükme” olarak çevrilen gender-bending’den bahsetmeden önce cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramlarına değinmemiz gerekir. West ve Zimmerman’a göre cinsiyet (sex), biyoloji yani anatomi, hormonlar ve fizyolojiyle ilgili fiziksel bir boyuttur; toplumsal cinsiyet (gender) ise sosyal, psikolojik ve kültürel yollardan inşa edilir (1987). Dolayısıyla gender-bending, toplumsal olarak inşa edilmiş toplumsal cinsiyet beklentilerini ve kültürler arasında büyük farklılıklar gösterebilen toplumsal cinsiyet rollerini bükmek/bozmak anlamına gelir.

Pierre Bourdieu (1998), La Domination Masculine isimli kitabında bir zıtlıklar evreninden bahseder. Kadın ve erkek cinsiyetleri de tüm evreni düzenleyen bir karşıtlıklar birliği içerisindedir. Dolayısıyla pek çok kültürde bir bireyin erkek ve kadın cinsiyet kategorilerinden yalnızca birinin toplumsal gerekliliklerini yerine getirmesi beklenir ve kabul edilir. Yine bu kültürlerde erkek olarak tanımlanın maskülen, kadın olarak tanımlananların ise feminen olması beklenir. Gender-bending yapan, yani cinsiyet büken, bir kişi; bunu geleneksel kadınlık veya erkeklik kavramlarını abartarak ya da bozarak yapabilir. Dolayısıyla gender-bending, bir performans olarak cinsiyet kavramına dayanır. Zira Judith Butler da (2016) Cinsiyet Belası isimli kitabında cinsiyetin bireyler tarafından gerçekleştirilen bir performans olduğunu öne sürer. ‘Gender performativity’ adını verdiği bu kavram, toplumsal olarak kabul edilebilir çok az seçeneğin verildiği bir bağlamda bireylerin cinsiyetlerini icra ettiklerine, rol yaptıklarına işaret eder. Bunlara ek olarak gender-bending, davranışın yanı sıra fiziksel görünüş (giyim, saç, makyaj vb.) yoluyla da gerçekleştirilebilir.

2. Japon Kültüründe Gender-bending

Heian döneminde shirabyōshi olarak bilinen kadın şovmenlerle başlayıp Noh tiyatrosu ile Kamakura ve Muromachi dönemlerine, Kabuki tiyatrosu ve Bunraku kukla tiyatrosu ile de Edo dönemine kadar devam eden toplumsal cinsiyet performativitesinin derin kökleri, izleyicilerde bir hayranlık yaratıyordu…” (Woods, 2015: 7). Heian döneminde (MS 794 -1185) yaşayan ve shirabyōshi adı verilen gezgin kadın sanatçılar; erkek kıyafetleri giyer, kılıç kuşanır ve imayō adı verilen şarkılar söylerlerdi. Noh tiyatrosunda ise tüm oyuncular erkeklerden oluşuyordu ve kadın karakterleri canlandırmak için maske kullanırlardı. Bu maske aracılığıyla cinsiyeti ve o cinsiyetin toplumsal gerekliliklerini üstlenirlerdi. 1603 – 1868 yıllarını kapsayan Edo döneminde Kabuki tiyatrosu yükselişe geçti. 1603 yılında Izumo no Ōkuni önderliğindeki bir grup kadın tarafından sahnelenen bu tiyatro biçimi, ne yazık ki 1629 yılında çeşitli yasaklarla karşılaştı. Erkek izleyicilerin şikayetleri üzerine kadın sanatçıların kamuya açık alanlarda performans sergilemesi yasaklandı. Bu durum, Kabuki’deki kadın karakterlerin genç erkekler tarafından canlandırılmasına neden oldu. Yine erkek izleyicilerinin şikayetlerinin ardından 1648 yılında eşcinsel fuhuş yasaklandı. Yasağın yeterince etkili olmadığını düşünen otoriteler, 1652 yılında Edo’daki, yani Tokyo’daki, tüm tiyatroları kapattılar. Tiyatrolar aynı yıl içerisinde tekrar açılsa da oyuncuların yalnızca yetişkin erkekler olması şartı koşuldu (Coaldrake, 1997). Yalnızca erkek sanatçıların yer aldığı Kabukiler’de oyuncular, kadın ya da erkek rollerinden birinde uzmanlaştı. Kadın karakterlerde uzmanlaşan sanatçılara onnagata, erkek karakterlerde uzmanlaşan sanatçılara ise tachiyaku adı verildi (Mezur, 2005).

Shirabyōshi adı verilen gezgin kadın sanatçılar, Japon kültüründe gender-bending’in ilk örneklerinden biri olsa da Kabuki tiyatrolarının günümüz Japon popüler kültürüne yön verdiğini unutmamak gerekir. Zira Kabuki tiyatrolarında yer alan ve kadın karakterleri canlandıran genç erkekler, toplumun estetik algısına uzun yıllar boyunca yön vermiş ve yepyeni bir “kadınlık”, “kadınsılık” anlayışının oluşmasına neden olmuştur.

3. Japon Animelerinde Gender-bending

Japon animelerinde gender-bending örneklerine geçmeden önce anime ve anime kültürüne değinmemiz gerekiyor. Japonca animēshon kelimesinin kısa biçimi olan anime, Japonya’da yapılan animasyon TV şovlarını ve filmleri ifade eder (Jessa, 2020). Animeler, genellikle manga adı verilen ve özel bir çizim tarzına sahip olan Japon çizgi romanlarını temel alır. İlk örneklerini 700 yılında gördüğümüz manganın modern örnekleri ise İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmıştır (McCharty, 2014).

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından birçok ülke gibi Japonya da sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda önemli değişimler yaşamıştır. 1960’lı yıllardan itibaren “The Magical Girl” adı verilen bir fantezi medya türü, kız çocukları ve genç kızlar için vazgeçilmez olmuştur. The Magical Girl, günümüzde de hala ürün vermekte olan en popüler fantezi türlerinden biridir ve sihirli güçleri sayesinde başka bir kimliğe bürünebilen genç kızları konu edinir. “Transformation” yani dönüşüm teması, The Magical Girl türünün en önemli temalarından biridir. Zira The Magical Girl yapımlarının baş karakterleri sihir ve kostümlerle büyük bir dönüşüm yaşamaktadır. 1960’larda ilk örneklerini gördüğümüz bu tür; temalarında yaşanan değişimler nedeniyle birinci dalga, ikinci dalga, üçüncü dalga ve dördüncü dalga olarak ayrılmaktadır. Zaman içerisinde büyük değişimler geçiren The Magical Girl türü, kimi zaman asla büyümeyen kız çocuklarının hikayesini anlatmış, kimi zaman ise Sailor Moon gibi sihirli genç kızları odağına almıştır. Japonya’da “ideal kadın” imajının oluşmasına ve yerleşmesine katkı sağlayan The Magical Girl, 1980’lerin sonuna doğru yaşanan küresel krizle birlikte farklı bir çizgi izlemeye başlamıştır. Yaşanan ekonomik kriz nedeniyle Japonya’daki evlilik ve doğum oranları düşmüştür (National Institute of Population and Social Security Research, 2010). Çocuk medya kültürü de bu düşüşten oldukça etkilenmiş, Power Rangers gibi dünyaca ünlü yapımlar dahi tarihin en düşük izlenme sayılarını görmüştür. Ek olarak ekonomik sıkıntıların yarattığı buhran ve stres, izleyicileri aksiyon dolu maskülen figürlerin olduğu yapımlardan uzaklaşmıştır. Bu esnada üçüncü dalgayı yaşamakta olan The Magical Girl yapımları, prime time’larda yerini almış, yetişkin izleyicilerin de ilgisini çekmeye başlamıştır. Ekonomik krizle birlikte evlilik ve doğum oranlarının düşmesi, bu alanda ürün veren kimi yapımcıları yetişkinlere yönelik ürünler yapmaya itmiştir. 2000’li yıllardan itibaren kimi The Magical Girl türündeki yapımlar, shōjo kültüründen net bir şekilde ayrılmaya başlar. Shōjo, yani genç/küçük kız, manga ve animelerin hitap ettiği kitleyi tanımlamak için kullanılan kelimelerden biridir. Dolayısıyla 2000’li yıllarla dek shōjo kültürüne ait olan The Magical Girl türündeki bazı yapımlar farklı bir çizgi izlemeye başlarlar. Shōjo kitlesine sadık kalan yapımlar ise yetişkin erkekler ile genç kızlar arasındaki sınırı net bir şekilde çizmek durumunda kalır. Shōjo animeleri romantizm, seks ve hatta erkek figürlerinden arınır (Baraniak-Hirata & Wlodarczyk, 2019). Artık kadın arkadaşlıkların ön planda olduğu pseudolezbiyen toplulukları konu alan yapımlar öne çıkmaya başlar (Saito, 2014). Erkek karakterlerden arınan bu yapımlarda kadın karakterlerin erkeğe dönüşmesi ya da erkek kılığına girmesi oldukça yaygındır.

4. Popüler Gender-bender Anime Örnekleri

İlk örneklerini 1990’lı yıllarda gördüğümüz gender-bender animeler, günümüzde konularına göre farklı kategorilere ayrılıyorlar. Anime dünyasının giderek artan çeşitliliği içerisinde shōjo kültürüne dahil olmayan cinsellik ya da romantizm gibi temalar barındıran gender-bender animeler bulmak da mümkün. Yine de birçoğu hala shōjo kültüründen izler barındırıyor.

4.1. Maria†Holic

Hikâyenin kahramanı Kanako Miyamae, kızlara özel bir okula nakil olur. Erkeklerden hiç hoşlanmayan Miyamae, ideal bir kız arkadaş aramaktadır. Ardından Mariya ile tanışır ve âşık olur. Ancak çok geçmeden onun aslında gizlice yatılı okula sızan bir erkek olduğunu anlar. Lezbiyenlik ve androfobi içeren bu shōjo dizisi, iki birey arasında cinsel bir ilişki kurmayarak shōjo kültürüne de sadık kalıyor.

4.2. Kämpfer

Natsuru adında bir oğlan, bir gün kämpfer adı verilen savaşçı bir kız olarak uyanıyor. Ardından diğer kämpferler ile dövüşerek çeşitli maceralara atılıyor. Gender-bending ve kadın savaşçı gibi shōjo kültürüne ait temalar barındıran bu anime, toplumsal cinsiyet sınırlarını bulanıklaştırıyor.

4.3. I My Me! Strawberry Eggs

Gender-bender animelerin günümüzde farklı kategorilere ayrıldığından bahsetmiştik. “I My Me! Strawberry Eggs” de klasik shōjo kültürüne dahil edemeyeceğimiz animelerden biri. Erkek ayrımcılığını konu edinen bu anime, başvurduğu işe cinsiyetinden dolayı alınmayan bir erkeğin hikayesini anlatıyor. Hibiki adındaki bu erkek, işe girebilmek için bir arkadaşının yardımıyla kadın kılığına giriyor.

5. Tartışma

1990’lı yıllardan günümüze gender-bender animeler incelendiğinde bu türün giderek geliştiğini ve çeşitlendiğini görmek mümkün. Dolayısıyla gender-bender animeleri ele alırken bu yapımları konularına ve yayınlandığı tarihe göre kategorilere ayırmak gerekiyor. 90’lı yıllarda shōjo kültürüyle birlikte ortaya çıkan gender-bender animeler, aslında erkekten ve erkeklik kavramından uzak bir evren yaratmayı amaçlıyor. Japon toplumunda shōjo kitlesi için bir nevi tehlike anlamına gelen erkekler, gender-bending ile shōjo evrenine dahil ediliyor. Böylelikle atanmış cinsiyeti kadın olan ancak büyülü bir şekilde ya da cross-dressing ile erkeğe dönüşen karakterler “temelde” kadın oldukları için kadın karakterler için bir tehlike arz etmiyorlar. Benzer bir şekilde atanmış cinsiyeti erkek olan karakterler, büyülü bir şekilde ya da cross-dressing ile kadına dönüştüklerinde artık bir “erkek” olmadıkları için izleyiciye güven veriyorlar. Shōjo kitlesini onlara “zarar verebilecek” erkeklerden uzak tutma düşüncesi, dolayısıyla da erkeklerden uzak bir evren yaratma isteği, gender-bender animelerin temelini oluşturuyor. Özellikle kadın izleyici kitlesini hedefleyen animelerde erkek karakterlerin güvenilir bir profil çizebilmek için çeşitli değişimlerden geçtiğini görüyoruz. 2000’li yıllarla birlikte farklı bir yöne evrilen gender-bender animeler, shōjo kültüründen temalara sahip olsalar da birçoğu yetişkin izleyici kitlesine hitap ediyor. Bu animeleri incelediğimde ise heteronormativiteden uzaklaşamadıklarını görüyoruz. İlk bakışta toplumsal cinsiyet normlarını sarstığını düşündüğümüz bu yapımlar, detaylı olarak incelendiğinde cinsiyet eşitsizliğini yeniden üretiyor. 

Sonuç

Antik toplumlardan bu yana hayatımızın her alanında etkili olan cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramları, günümüzün en çok tartışılan konuları arasındadır. Toplumsal yaşamın her alanında kendini hissettiren toplumsal cinsiyet normları, teknolojinin ilerlemesi ve küreselleşmeyle birlikte sürekli olarak yeniden üretiliyor. Popüler kültür de bu yeniden üretim yerlerinden birisidir. Toplumsal cinsiyet normları, hemen hemen her kültürde kendine önemli bir yer edinse de kimi zaman bu normların bozulduğunu/büküldüğünü görebiliyoruz. Zira gender-bending kavramı bunun en önemli örneklerinden biridir. Pek çok kültürde olduğu gibi Japon kültüründe de gender-bending temasını görmek mümkündür. Japon kültüründe ilk olarak geleneksel Kabuki tiyatrolarında örneklerini gördüğümüz gender-bending, günümüzde animelerde işlenmeye devam ediyor. Gender-bender anime adı verilen bu anime türü, yalnızca Japonya’da değil dünya çapında hatırı sayılır bir izleyici kitlesine sahiptir. Yetişkin erkeklerden kız çocuklarına, her kitleye hitap eden bir gender-bender anime bulmak mümkün. Ancak shōjo kültürüne dahil olan gender-bender animeler, cinsiyet normlarını bulanıklaştırmaktan çok daha farklı bir motivasyona sahip. Toplumsal cinsiyet normlarını yıkıyormuş gibi gözüken bu yapımlar, aslında erkek karakterleri “güvenilir” kadın karakterlere dönüştürerek shōjo kültürüne daha uygun bir atmosfer yaratmayı amaçlıyorlar. Genç kızlara ve kız çocuklarına erkeklerin güvenilir olmadıkları fikri aşılanıyor. Zira animelerdeki kadın karakterler, erkek karakter dönüşüm yaşamadan önce onunla bir yakınlık kurmaktan kaçınıyor. Ek olarak henüz bu yapımların hiçbiri heteronormatif düzenden uzaklaşabilmiş değil. Gender-bender anime örneklerini incelediğimizde tüm karakterlerin ikili cinsiyet sistemi dahilinde dönüşüm geçirdiklerini görüyoruz. Cinsiyet normları, bozulduğunu/büküldüğünü düşündüğümüz anlarda bile kendini yeniden üretmeye devam ediyor. Tüm bunlar medya ve popüler kültürün bu normları yeniden üretmede nasıl bir rol üstlendiğini gösteriyor.

Beyza Hazal TEKCAN

Gender Studies Staj Programı

Kaynakça

Bourdieu, P. (1998). La Domination Masculine (1st ed.). Paris: Seuil.

Butler, J. (2016). Cinsiyet Belası. İstanbul: Metis Yayıncılık.

Baraniak-Hirata, Z., & Wlodarczyk, A. (2019). Bending Gender in Japanese Arts: Queering Girls’ Culture, Takarazuka Revue and Boys’ Love Manga. In Ambiguous Selves: Contesting Gender Binaries in Literature, Film and the Media (p. 295). Cambridge Scholars Publishing.

Coaldrake, K. A. (1997). Women’s Gidayu and the Japanese Theatre Tradition (Nissan Institute/Routledge Japanese Studies) (Har/Com ed.). Routledge.

Jessa, S. (2020). Changing Perceptions: How Wakako zake is Fixing Gender Stereotypes in Anime. Wesleyan University. Erişim Adresi: http://twatanabe.faculty.wesleyan.edu/student-work-from-my-courses/changing-perceptions-how-wakako-zake-is-fixing-gender-stereotypes-in-anime-by-shakeel-jessa/

McCarthy, H. (2014). A Brief History of Manga. Ilex Gift.

Mezur, K. (2005). Beautiful Boys/Outlaw Bodies: Devising Kabuki Female-Likeness (1st ed.). Palgrave Macmillan. 

Saito, K. (2014). Magic, Shōjo, and Metamorphosis: Magical Girl Anime and the Challenges of Changing Gender Identities in Japanese Society. The Journal of Asian Studies, 73(01), 143–164. 

West, C. & Zimmerman, D.H. (1987). Doing gender, Gender & Society 1(2), 125–151. 

Woods, S. M. (2015). The Fascination of Manga: Cross-dressing and Gender Performativity in Japanese Media. (Master’s Thesis). The University of Arkansas. 

Çeviri Görüş Yazısı: Bosna Devletinin ‘Kanatlarını Kesmeye’ Yönelik Bir Yol Haritası

Hamza Karcic’in TRT World için kaleme aldığı “A roadmap towards ‘clipping the wings’ of the Bosnian state” yazısından çevrilmiştir. İngilizce aslını aşağıdaki bağlantıdan bulabilirsiniz:

https://www.trtworld.com/opinion/a-roadmap-towards-clipping-the-wings-of-the-bosnian-state-50843

 

Bosnalı Sırp liderliği, gelecekte ayrılmanın önünü açabilecek yeni gerçekleri sahaya koyuyor.

30 Temmuz’da Bosnalı Sırp siyasiler, görevi sona eren Bosna Yüksek Temsilcisi Valentin Inzko’nun soykırım inkârını yasaklamasından – soykırım suçunu, insanlığa karşı suçları veya bir savaş suçunu alenen göz yuman, inkâr eden, büyük ölçüde önemsizleştiren veya haklı göstermeye çalışankişileri hapisle cezalandırmak – kısa bir süre sonra devlet düzeyindeki kurumların işleyişini engelleme niyetlerini gün yüzüne çıkardı.

1995 Dayton Barış Anlaşmaları, savaş sonrası Bosna-Hersek’te, Sırpların çoğunluk olarak yer aldığı Sırp Cumhuriyeti’nin temsilcilerine son yirmi buçuk yılda yasaları engellemek için sıklıkla kullandıkları devlet düzeyinde veto yetkileri verdi. Bu sebeple Bosna parlamentosu, Temmuz kararından bu yana toplanamadı. Bosna’nın devlet kurumları felç oldu.

Geçen hafta ise Bosnalı Sırp liderler bahsi yükseltti. Sırp Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Zeljka Cvijanovic, Inzko’nun soykırım inkâr yasağını reddeden ve Sırp Cumhuriyeti’nin “küçük düşürülmesini veya şeytanlaştırılmasını” yasaklayan iki yasanın yürürlüğe girdiğini ilan etti.

Savaş sonrası Bosna’da ilk kez, Sırp Cumhuriyeti, Yüksek Temsilci tarafından dayatılan yasaları doğrudan reddeden ve geçersiz ilan eden, taraf düzeyinde bir yasayı kabul etti.

Bu, hem Dayton Barış Anlaşmaları’nın sivil yönlerinin uygulanmasını denetleyen, bu amaçla kurulmuş uluslararası Bosna-Hersek Yüksek Temsilciliği’nin (Office of the High Representative – OHR) ilgisinin azaldığının hem de Bosnalı Sırp politikacıların artan özgüveninin işaretidir.

Cvijanovic’in kararından kısa bir süre sonra, Bosna üçlü cumhurbaşkanlığının Sırp üyesi Milorad Dodik, ülkeyi yeni bir siyasi kriz aşamasına soktu. Dodik, Sırp Cumhuriyeti’nin Bosna Silahlı Kuvvetleri’nin kurulmasına ilişkin onayını iptal etme planını açıkladı. Federasyon Silahlı Kuvvetleri ile Sırp Cumhuriyeti ordusunu birleştiren Bosna Silahlı Kuvvetleri, savunma sektörü reformunun bir parçası olarak 2006 yılında kurulmuştu.

Tehlikeli bir eşikte bulunduklarının işareti olarak ise Dodik, Sırp Cumhuriyeti’nde devlet düzeyindeki istihbarat ve polis teşkilatlarının çalışmalarını yasaklama planlarını duyurdu. Dodik ayrıca mevcut ordudan ayrı bir Sırp Cumhuriyeti ordusu kurma niyetinden de bahsetti. Geçen hafta Doğu Saraybosna’da düzenlediği basın toplantısında Dodik, yol haritasını devlet düzeyinde asgari yeterliliğe sahip “orijinal Dayton”a dönüş olarak belirledi. Esasen kendisi, OHR’nin savaş sonrası dönemde Bosna’nın devlet düzeyindeki kurumlarını güçlendirmek için yaptığı her şeyi geri almaya çalışıyor.

Ancak, on beş yıl önce bu düşünülemezdi. OHR, bir zamanlar yasa koyma ve politikacıları görevden alma becerisiyle ülkedeki siyasi açıdan en güçlü kurumdu. Ancak artık durum böyle değil: Son Yüksek Temsilci, görev süresinin büyük bir bölümünde topal bir bürokrattı, şu anki OHR başkanı ise görev süresinin bitmesine iki aydan fazla bir süre kalmışken hâlâ bir açıklama yapmadı.

Peki, bu kriz nasıl gelişecek? Demokratikleşme Politikası Konseyi’ne bağlı Kurt Bassuener ve Bodo Weber’in de dâhil olduğu uluslararası gözlemciler gibi Saraybosna’daki bir dizi analist oldukça endişeli. Birçok gözlemci, Dodik’in kararlarını, gelecekte ayrılmanın önünü açabilecek yeni olgular ortaya koymak olarak görüyor.

Dodik, Bosna’nın devlet düzeyindeki kurumlarının kanatlarını kırmaya yönelik net bir yol haritasıyla ilerlerken, Boşnak politikacılar çoğunlukla “uluslararası topluma” ve “uluslararası hukuka” inanıyorlar. Çoğu Boşnak politikacının söyleminde, sanki uluslararası ilişkiler hakkında temel bir anlayışları bile yokmuş gibi, yasal, anayasal ve uluslararası normlara atıfta bulunuluyor.

Daha ciddi bir kriz durumunda, AB’nin barışı sağlayacağına güvenilemez – AB’nin Bosna’daki mevcut krize karşı henüz etkili bir yanıtı olmadı. Otuz yıl önce, çok daha küçük ve daha uyumlu olan Avrupa Topluluğu, Bosna Savaşı’na anlamlı bir şekilde yanıt verememişti.

Günümüzde, 27 üye ülke ve farklı çıkarların yanı sıra artan kutuplaşma ile AB’nin önemli bir yanıt üzerinde anlaşmaya varması daha zor olacaktır. En olası yanıt, tüm taraflara eşit sorumluluk veren, gerilimi düşürmeye ilişkin bir bildiri olacaktır. Bosna’daki Avrupa Birliği Gücü’nün (The European Union Force in Bosnia – EUFOR) herhangi bir ciddi kriz durumunda, sahada feci şekilde yetersiz kalan birkaç yüz askeri bulunuyor.

Bu durum, ABD’yi, Bosna’da barışı sağlama araçlarına sahip en güvenilir güç olarak bırakıyor. Beyaz Saray’ın net bir açıklaması, ABD’nin Balkanlar’da barışı korumaya kararlı olduğuna dair güçlü bir sinyal gönderecektir. Biden Yönetimi’nin NATO’yu Bosna’da barışı korumak için yeni bir misyon yerleştirmeye yönlendirmesi için daha spesifik ve acil bir adım atılmalıdır.

Çeviren: Dilara Nesrin BULUT

 

Rusya ve Çin, Amerika Sonrası Orta Asya’ya Daha Sıkı Tutunuyor

Amerika’nın Orta Asya’daki savaşı sona eriyor olsa da, bölgedeki olası çatışmalara yönelik endişeler güçlü bir şekilde devam ediyor. 1 Ekim’de, Tacikistan hükümeti ile Taliban arasındaki sözlü bir tartışmanın ardından, Rusya Dışişleri Bakanlığı, “her iki ülkenin liderlerinin sert açıklamaları karşısında Tacik-Afgan ilişkilerinde artan gerilime ilişkin” endişelerini dile getirdi. Afganistan’ın geleceğiyle ilgili süregelen belirsizliğin ardından, Rusya liderliğindeki Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü, Ekim ayında Tacik-Afgan sınırında tamamı silahlı bir harekatı simüle edecek olan eşi görülmemiş dört tatbikat planlıyor.

Orta Asya’da bu bölgeye komşu olan devletler, savunmalarını güçlendirmek için dış ortaklarına giderek daha fazla güveniyorlar. ABD bölgeden çıkarken, Rusya ve Çin güvenlik yardımlarını artırıyor. Yine de mevcut eğilimler, bölgede bu iki ulus arasında büyük bir güç rekabetine işaret etmiyor. 

Taliban’ın Kabil’e ilerleyişinden sadece birkaç gün sonra Rusya, Özbekistan ve Tacikistan ile iki askeri tatbikat düzenledi. İlkine kıyasla daha büyük olan ikinci tatbikat Afgan sınırından sadece 20 kilometre uzakta gerçekleşti ve 2.500 Rus, Tacik ve Özbek askerinin yanı sıra tanklar, zırhlı personel taşıyıcılar, saldırı jetleri, helikopterler ve diğer silahlar sınır ötesi militan saldırısı simüle edilen tatbikatta ortak müdahale gerçekleştirdi. 

Çin, güvenlik mevcudiyetini de ayrıca artırıyor. Rus tatbikatı sona erdikten birkaç gün sonra, Çin’in nüfuzlu Kamu Güvenliği Bakanlığı, Tacik meslektaşlarıyla terörle mücadele tatbikatı düzenledi. Çin’in Tacikistan’daki stratejik faaliyeti, 2016 yılında Afganistan sınırına yakın bölgede küçük bir askeri tesis açmasından bu yana önemli ölçüde büyüdü. Hatta Kamu Güvenliği Bakanlığı ile şimdiye kadar gerçekleştirdiği ilk uluslararası eğitim faaliyetleri olan tatbikatları gerçekleştirdi. 

Afganistan ve Çin’in, Orta Asya’dan dönen Uygur militanları fikrine olan saplantısı, komşu ülkelerde benzeri görülmemiş düzeyde Çin güvenlik faaliyetlerine yol açtı. 2014 yılında, Genel Sekreter Xi Jinping, sınırdaki Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde New York Times’a sızdırılan bir dizi gizli konuşma yaptı, konuşmalarında “Uygur savaşçılarının” Tacik bölgesini Çin’de saldırılar düzenlemek için bir geçiş bölgesi olarak kullanabileceği endişesini dile getirdi. Ancak, Uygur militanların Tacikistan dışında faaliyet gösterdiğine dair bir kanıt yok. Aslında, son Uluslararası Ceza Mahkemesi başvuruları, Çin güvenlik servislerinin Tacik topraklarına ülke çapındaki pazarlarda sivilleri hedef alan ülke içi baskınlarının ardından ülkenin Uygur nüfusunun önemli ölçüde düştüğünü gösteriyor. 

Çin ve Rusya, Orta Asya’daki çeşitli çıkarlarda birbirine bağlı. Her ikisi de bölgenin bir terör kaynağı haline gelmesiyle ilgili endişeleri paylaşıyor. Her ikisi de Afganistan’dan kaynaklanabilecek herhangi bir istikrarsızlığı kontrol altına almak istiyor. Ve her ikisi de ABD’yi bölgeden çıkarmak istiyor. Son hedefleri gerçekleşti, ancak ne Rusya ne de Çin bunun için övgü kabul edemez.

Elveda, Amerika

ABD birliklerinin Afganistan’dan çekilmesiyle birlikte, Washington’un bölgede zaten sınırlı olan rolü daha da azalacak gibi görünüyor. Çekilmeden sonra ABD askerlerinin geri dönme ihtimalleri Orta Asya hükümetlerinin sınırlı ilgisiyle karşılandı. 

11 Eylül’ün hemen ardından, ABD Afganistan’da operasyonlar başlatırken Orta Asya’yı bir lojistik merkez olarak kullandı, Özbekistan ve Kırgızistan’da üsler açtı. 2014 yılına kadar her iki üs de kapatıldı. 2009 yılında başlatılan Rusya ve Orta Asya üzerinden Afganistan’a bir dizi tedarik hattı olan Kuzey Dağıtım Ağı, Washington ve Moskova arasındaki artan gerilimin ardından 2015’te kapatıldı. 

ABD hükümeti Tacikistan’ın Afganistan sınırında yeni tesisler inşa etme sözü vermesine rağmen, on yıl önce 450 milyon dolar olan güvenlik yardımı 2020’de 11 milyon dolara düştü. 

The Oxus Society for Central Asian Affairs tarafından toplanan verilere göre, Amerika Birleşik Devletleri ve NATO, 1991’den bu yana Orta Asya askerlerinin katıldığı 269 ortak tatbikatın 85’ini birlikte gerçekleştirdi. Ancak bunların sıklığı, 2003’te zirveye ulaştığı yedi tatbikattan sonra 2018’den bu yana ortalama ikiye düştü ve Afgan hükümetinin çöküşünün ardından yakın zamanda tatbikat yapılmadı. 

Rusya’nın Yerleşmesi 

Rusya, bölgenin ana güvenlik ortağı olmaya devam ediyor. Kazakistan, Tacikistan ve Kırgızistan’da askeri tesislerini bulunduruyor, Orta Asya’nın silah ithalatının yarısını sağlıyor ve bağımsızlıktan bu yana 121 ortak tatbikat düzenledi. Rusya, Bağımsız Devletler Topluluğu ve Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü gibi hem ikili hem de çok taraflı güvenlik sağlamak için bir dizi mekanizmaya sahip. 

Veriler, Rusya’nın son on yılda bölgesel silah pazarındaki payının sabit kalmasına rağmen, bölge Afganistan’dan geri çekilmeye karşı hazırlanırken bölgesel tatbikatlardaki payını istikrarlı bir şekilde yüzde 39’dan yüzde 49’a çıkardığını gösteriyor. Orta Asya devletlerinin Rusya ile indirimli silah satın alma anlaşmaları var. Bölgenin daha yoksul devletleri olan Tacikistan ve Kırgızistan içinse Rusya genelde silah bağışında bulunuyor ve en son Eylül ortasında Tacikistan’a 12 BRDM-2M devriye aracı verdi. Rusya’nın tatbikatları, ortalama olarak, en yakın rakibi Çin tarafından yürütülenlerin iki katı büyüklüğünde. Ve Orta Asya güvenlik servisleri ve polis güçleri ile bağları geliştirmeye odaklanan Çin’in aksine, Rusya karşılıklı askeri işbirliğine odaklanıyor. Rus liderliğindeki ortak tatbikatların üçte ikisi Rus ordusunu veya hava kuvvetlerini içeriyor. Bu, Pekin ile işbirliği potansiyelini azaltıyor. 

Rusya da son yıllarda bölgedeki sert güç kapasitesini gösterdi. Ağustos 2018’de Tacikistan’daki Rus kuvvetleri, 1989’da Sovyetlerin geri çekilmesinden bu yana Afgan siyasetine ilk silahlı müdahalesi olan uyuşturucu kaçakçılarına karşı bir dizi hava saldırısı başlattı. Kabil’in düşmesinden birkaç hafta sonra Rusya, Tacikistan’daki 7.000 kişilik 201. Askeri Üssünü 30 yeni tank, 17 yeni BMP-2M piyade savaş aracı ve bir grup Kornet tanksavar güdümlü füze ile güçlendirdi.

Taliban’ın yükselişinden bu yana Rusya, Afganistan’da istikrarın bozulması durumunda Mi-8 ve Mi-24 helikopterlerini Duşanbe dışındaki Gissar Hava Üssü’ne taşımak için lojistik ağlarını test ediyor. Su-25 saldırı uçaklarını Kırgızistan’dan Gissar’a da aktarmasıyla Tacik sınırını güçlendirmek için hızlı reaksiyon yetenekleri geliştirildi. Çin gibi rakiplerin aksine, Rusya, Suriye’deki savaş deneyimi sayesinde bölgesel prestijini koruyor ve bu da test edilmiş taktik ve teknikleri kullanarak alıştırma yapmasına izin veriyor. 

Çin Batı’ya İlerliyor

Aynı zamanda, son on yılda silah pazarındaki payı yüzde 1,5’ten yüzde 13’e yükselen Çin’in bölgedeki rolü büyüyor. Çin ayrıca, insansız hava araçları gibi Rusya’nın teknolojik olarak geride kaldığı alanlarda da stratejik bir dayanak oluşturuyor. Çin, CH-3, CH-4, CH-5 ve Wing Loong insansız hava araçlarını Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan gibi ortaklarına sattı. Çin, stratejik tatbikatlar açısından da daha aktif oldu ve ikili olarak ya da Şanghay İşbirliği Örgütü aracılığıyla 35 ortak tatbikat düzenledi. 

Çin, Afganistan’daki istikrarsızlığın Sincan’a sıçramasını önlemek için bir siper olarak görerek 2014 yılında Orta Asya’nın savunmasında daha aktif bir rol almaya başladı. Bu iç odaklı hedefler, Pekin’i öncelikle iç güvenlik hizmetlerini, paramiliter güçlerini ve terörle mücadele güçlerini komşu devletlerinkilerle entegre etmeye odaklanmaya yönlendirdi.

Takip edilen Çin tatbikatlarının yaklaşık yüzde 59’u, ondan çok geride kalmayan özel harekat kuvvetleri ve polis birimleri ile güvenlik servislerini içeriyor. Bu, Rusya’nın bölgesel güvenliğe yaklaşımından belirgin bir farklılık gösterir. Çin tatbikatları, yerel paramiliter birimlerin Komünist Parti’nin silahlı kanadı olan Halkın Silahlı Polisi ile birlikte çalışabilirliğini geliştirmesine izin veren bir dizi tatbikat olan Cooperation-2019’u içeriyor. Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan’ın her biri, ulusal muhafız birliklerinin Çinli meslektaşlarıyla terörle mücadele konusunda ilk kez eğitim aldıkları bu tatbikatlara katıldı. 

Bu tatbikatların güvenlik odaklı olması, Çin’in kendisini bölgede baskın güvenlik aktörü olarak gören Rusya’yı yatıştırmaya devam etme arzusunu da ortaya koyuyor. Pekin, geçmişte burada Moskova’ya saygı gösterdi. 2017 yılında, Çin kabinesinin etkili bir düşünce kuruluşu olan Kalkınma Araştırma Merkezi, Moskova’nın bölgedeki kırmızı çizgilerini tespit etmek için yüksek profilli Rus araştırmacıları özel bir seminere davet etti. Son tatbikatlar, işbirliğinin derinleştirilmesini bile öne sürüyor. Örneğin, 2021’de, Çin’de Rus kuvvetleriyle şimdiye kadar gerçekleştirilen en büyük tatbikat olan Sibu/Interaction tatbikatı, önceki tatbikatlara kıyasla komuta ve kontrol de dahil olmak üzere ortak eylemlere daha fazla vurgu yaptı. 

Çin’in Büyüyen Etkisi

Rusya ve Çin, şu dönemde Orta Asya’da rekabet ediyor gibi görünmüyor. Ancak bu, Amerika sonrası dönemin başlarında Çin’in bölgedeki yükselişi devam ettikçe test edilecek. Çin şu anda silah pazarında Rusya’nın payına düşenden faydalanmıyor olabilir, ancak Çin’in yerel silah endüstrisi geliştikçe ve ihracat pazarları arayışı devam ettikçe bunu yapmaya başlayabilir. 

Çin’in, büyük ölçüde Rusya’ya karşı saygılı olmasına ve yakın vadede de böyle devam etmesi muhtemel olmasına rağmen, dünyanın bu stratejik bölgesine kendi yaklaşımının nasıl olacağını değerlendirdiğine dair işaretler var. Çin, gitgide Rusya olmadan kendi girişimlerini ortaya koymaya başladı. Şanghay İşbirliği Örgütü himayesi dışındaki ilk tatbikatını 2014 yılında düzenledi, 2020’de Çin+Orta Asya dışişleri bakanları toplantısı ve 2016’da Pakistan, Tacikistan ve Afganistan ile terörle mücadele gibi kendi çok taraflı mekanizmalarını kurdu. 

Çin’in bölgedeki ekonomik ve güvenlik çıkarları artmaya devam ettikçe, mevcut Çin-Rusya işbirliği çerçevesi Pekin’in giderek daha fazla kararları verdiği daha geniş bir Pax Sinica içinde şekillenebilir.

Orijinal Metin: https://warontherocks.com/2021/10/in-post-american-central-asia-russia-and-china-are-tightening-their-grip/

Çeviren: Tuğçe PULURLUOĞLU – TUİÇ Akademi Birimi

Haftanın Öne Çıkanları

0

AB’DE ENERJİ KRİZİ (16.10.2021)

Salgının ardından ekonomik toparlanmanın başlamasıyla yükselen enerji fiyatları AB ülkelerini de korkuttu. Elektrik üretiminin büyük kısmını hidroelektrik santrallerden karşılayan ülkeler, bu yıl yaşanan kuraklık nedeniyle gözünü doğal gaza çevirdi.

Reuters

Twice Born (Sen Dünyaya Gelmeden)

Twice Born (Sen Dünyaya Gelmeden) İtalyan yazar ve oyuncu olan Margaret Mazzantini’nin kendi romanından yola çıkarak senaristliğini üstlendiği, yine İtalyan olan oyuncu ve yönetmen eşi Sergio Catellito’nun da yönetmen koltuğunda oturduğu 2012 yapımı bir filmdir.

“Bir keskin nişancı onu almazsa, bu kahrolası bebeği sana vereceğim.”

Twice Born (Sen Dünyaya Gelmeden) İtalyan yazar ve oyuncu olan Margaret Mazzantini’nin kendi romanından yola çıkarak senaristliğini üstlendiği, yine İtalyan olan oyuncu ve yönetmen eşi Sergio Catellito’nun da yönetmen koltuğunda oturduğu 2012 yapımı bir filmdir. Filmin prömiyeri 2012 yılında Toronto Film Festivali’nde yapılmıştır. Oyuncu kadrosunda çok uluslu bir yapı vardır. Başrollerini İspanyol Penelope Cruz (Gemma), Amerikalı Emile Hirsch (Diego), Türk Saadet Işıl Aksoy (Aska) ve Boşnak Adnan Haskoviç (Gojko) paylaşmıştır. Film, İtalya’da ve İspanya’da çeşitli ödüllere aday olarak gösterilmiştir. İspanya’nın uluslararası film ödüllerinden olan Goya Ödülleri’nde ise, filmde canlandırdığı Gemma rolü ile En İyi Kadın Oyuncu ödülü Penelope Cruz’a gitmiştir.

Orta yaşlarda olan Gemma’ya bir gün eski bir dostu olan Gojko’dan telefon gelmiş ve onu genç oğluyla birlikte Bosna’ya davet etmiştir. Film Gemma ve oğlu Pietro’nun Bosna’ya ziyareti esnasında yaşadığı geri dönüşler/flashback şeklinde kurgulanmıştır. Gemma ve Diego İtalya’da birlikte bir hayat kurmuşlardır fakat beklemedikleri bir haberle mutluluklarına gölge düşmeye başlamıştır. Bu süreçte tanıştıkları, aşklarının filizlendiği, arkadaşlarının olduğu Bosna’ya gitmişlerdir. Bosna’da yaşamak her geçen gün zorlaşmış, silahlar ve bombalar patlamaya, çatışmalar çıkmaya başlamıştır. Diego burada hayatını değişmesine sebep olacak birtakım olaylara şahit olmuştur. Gemma ile İtalya’ya döndüğünde ise insanların Bosna’da yaşananlara kayıtsız kalmalarını ve vicdan yükünü taşıyamamaya başlamış ve bir süre sonra Gemma’yı ve İtalya’yı terk ederek Bosna’ya geri dönüp orada yardımlarda bulunmuştur. 

“Artık canlı çiçek bulunmadığından Markale’deki çiçekçi kağıttan çiçekler yapmaya başladı.”

Her savaşta olduğu gibi anlatılacak birden fazla hikayeye yer verilen filmde, bir diğer acıklı savaş anıları ise Gojko ve ailesinin anıları olmuştur. Gojko, Gemma’nın rehberidir. Şiirler yazan, geniş bir arkadaş çevresine sahip umursamaz, genç bir adamdır. Yeni doğan kız kardeşi için hem ağabeylik hem babalık görevini üstlenmiştir. Kız kardeşi Sebina ve annesini çoğunluğu sanatçıdan oluşan geniş arkadaş grubunun yaşadığı yere almıştır. Burada kocaman bir aile kurmuşlar ve savaş esnasında güvenli bir hayat sürmeye çalışmışlardır. Yetenekli bir pandomim sanatçısı olan Zoran ve Kant lakabıyla bilinen saksafoncu babası Bojan, içlerinde en manyak olarak tanıtılan heykeltıraş Mladio, aktris Ana, üniversitede çalışan Musevi profesör… Birden çok hayat hikayesine sahip olan filmde savaşın insanların hayatlarına nasıl karıştığı, etkileri, savaş sonunda kalan izler şeffaf bir şekilde izleyiciye yansıtılmıştır. Savaşta neler yaşandığını, insanların silahlara ve keskin nişancılara rağmen nasıl hayata tutunduklarını oldukça acı bir şekilde gözler önüne sermiştir. 

Başlangıçta iki gencin aşk hikayesi olarak başlayan film ilerleyen dakikalarda 1990’lı yılların başında Yugoslavya’nın dağılmasıyla Bosna’da yaşananları izleyicinin anılarından gün yüzüne çıkarmıştır. Dünya tarihinde, ‘basit’ bir sebepten gerçekleşse de savaşın var olması halkların üzerinde büyük olumsuz etkilere sebep olmuştur. Cephe savaşlarının git gide yerini topyekûn savaşa bırakması, zulümlerin yalnızca cephelerde kalmayıp sivillere de bir savaş stratejisi olarak uygulanması görülen zararın derecesini arttırmıştır. Bunların yanı sıra savaşın yaşanmadığı bölgelerde de insanların ne kadar yalnızca kendi dertlerinde olduklarını, ne kadar yakında olsa da kendi ocaklarına düşmeyen bir ateşe umursamaz kaldıkları da bir gerçektir. Filmde de bu savaşı yaşayanlar ve yaşamayanlar arasındaki çizgi; Diego’nun başından geçenler sonucunda kendini içinde bulduğu vicdani sorumluluk ve o umursamaz toplum içerisinde geçirdiği sancılı süreç çarpıcı bir şekilde ele alınmıştır. Bir yanda insanlar acılarıyla kıvranırken diğer yanda komşu ülkesinde yaşananlara rağmen partilerine devam edebilen insanlar… Diego ile bu süreç yakından işlenmiş ve seyirciye gösterilmiştir. 

Savaşın acı yüzünü izleyiciye bir iğne gibi batıran bu filmde oyunculuklar da oldukça başarılıdır. Diego ve Gemma gibi zorlu yollardan geçen Aska ve Gojko gibi diğer karakterlerin hisleri, acıları ve sevinçleri de açık bir şekilde seyirciye yansımıştır. Karakterin günümüzde ve geçmişte yaşadıkları arasında başarılı bir şekilde kurulan bağlantılar filmin akıcılığını arttırmıştır. Hem çekildiği yılın hem de 1990’lı yılların kıyafet ve eşyaları dönemlerine uygun olarak dekore edilmiştir. Bu da filmin gerçekçi bir etki bırakmasında önemli bir yere sahip olmuştur. Filmin sonunda ise seyirci sadece hayret ve hüzünle ekrana bakakalmaktadır. 

Bayanlar, baylar! Saraybosna’nın keyfini çıkarın!”

Hilal Yel

TUİÇ Akademi Balkan Birimi

TUİÇ Balkan Bülteni / 7-13 Ekim 2021

Arnavutluk

Arnavutluk’ta Enerji Krizi

  • Arnavutluk’ta enerji fiyatlarındaki artış nedeniyle acil durum ilan edildi. Başbakan Edi Rama ülkenin resmen enerji krizine girdiğini açıkladı.
  • Arnavutluk Bakanlar Kurulu, enerji krizi özel gündemiyle toplandı. Olağanüstü toplantı sonrasında, krizin çözümüne yönelik eylem planının hafta sonu açıklanacağı duyuruldu.
  • Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası açıklama yapan Başbakan Edi Rama, “Acil durum kararı, mevcut krizle başa çıkmak için hükümete mali veya idari araçlarla müdahale imkânı tanıyor” dedi.
  • Krizin 2022 ortalarına kadar sürmesinin beklendiğine dikkat çeken Edi Rama, enerji krizine bağlı acil durumun geçtiğimiz yıl salgın nedeniyle yaşanan acil duruma benzer olacağını, hükümete, kamu harcamaları ve acil durum uygulamaları konusunda daha serbest hareket edebilme olanağı sağlayacağını vurguladı.

Kaynak: TRT Haber

Tarih: 08.10.2021

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zaharova: ‘Büyük Arnavutluk’ Planları Bölgede İstikrarı Baltalıyor

  • Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, Arnavutluk Başbakanı Edi Rama’nın Arnavutluk ile Kosova’nın birleştirilmesi hakkındaki sözlerinin kabul edilemez olduğunu, ‘Büyük Arnavutluk’ planlarının bölgede istikrarı baltaladığını ifade etti.
  • ‘Büyük Arnavutluk’ planlarının öne sürülmesinin BMGK’nın 1244 sayılı kararının hükümlerine aykırı olduğunu belirten Zaharova, “Kosova’da istikrarla ilgili temel oluşturan belgenin ihlalinin bir Balkan ülkesinin liderinin siyasi kariyerinin başlıca amacı olarak açıklanması da özellikle tuhaf” açıklamasını yaptı.
  • Bu açık provokasyonla ilgili Batı’nın gerekli tepkiyi vermesini umduklarını kaydeden Zaharova, bu tür yıkıcı çağrıları atlamalarının şaşırtıcı olduğunu ekledi.

Kaynak: Sputnik News

Tarih: 11.10.2021

Bosna – Hersek

Bosna Hersek’te Siyasi Krize Çözüm Aranıyor

  • Sırp siyasilerin devam ettirdiği boykot nedeniyle parlamentonun çalışmadığı Bosna Hersek’te siyasi krizden çıkış yolu aranıyor. Parlamentodaki blokajı kaldırabilmek için Hırvat Demokratik Birliği (HDZ) Başkanı Dragan Covic ile Demokratik Eylem Partisi (SDA) Başkanı Bakir İzetbegovic gayri resmi bir toplantıda bir araya gelerek çözüm yolu aradı.
  • Üç aydır devam eden boykot kaynaklı kriz nedeniyle yapılan toplantıda seçim reformuna ilişkin konuların da masaya yatırıldığı öğrenildi.
  • Bosnalı Sırplar boykotu, eski Bosna Hersek Yüksek Temsilcisi Valentin Inzko tarafından dayatma yoluyla kabul edilen soykırımı inkâr yasasına tepki olarak başlatmıştı. Boykot inisiyatifinin ardındaki isim olan Bosnalı Sırp lider Milorad Dodik, boykota son vermek için Srebrenitsa soykırımının inkârını suç sayan yasanın iptal edilmesini talep ediyor.

Kaynak: Balkan News

Tarih: 13.10.2021

Savaş yok, ayrılma yok; Orijinal Dayton ilkelerini yeniden benimseme

  • Kimse savaş ya da ayrılma çağrısı yapmıyor. Bu, dün Avrupa Birliği ülkelerinin Doğu Saraybosna’daki büyükelçilerine açıkça söylendi.
  • Ulusal Meclis Başkanı Nedeljko Cubruloviç tv kanalı için yaptığı açıklamada, AB temsilcileri dışında herkesin anayasal yetkilerini iade etmek isteyen Sırp Cumhuriyeti’nin görüşlerine anlayış gösterdiğini söyledi.
  • Bakan, çok yakında Meclis’in özel bir oturumunun planlanacağını ve bu toplantıda Sırbistan’ın önceki anlaşmalardan geri çekilmesine karar verileceğini ve verilen rızaların verileceğini duyurdu.
  • Hiç kimse ve hiçbir şey Sırp Cumhuriyeti’nin ortak bir ordu, VSTS, ITA, BOTH kurulmasına ilişkin anlaşmadan çekilmesini engelleyemez.
  • Sırbistan, Dayton’da elde edilen yetkinlikler konusunda bağımsız olarak karar vermek istiyor, ne eksik ne de fazla.
  • Bu nedenle, BH Parlamentosu’nda 140’tan fazla yüksek temsilcinin baskısı altında kabul edilen yasaların yürürlüğe girdiği duyurusu, Ulusal Meclis’te geçersiz sayılacak.

Kaynak: RTRS

Tarih: 13.10.2021

Sırp hükümeti Zolak hakkında suç duyurusunda bulundu

  • Sırp Cumhuriyeti hükümeti, BH İlaç ve Tıbbi Cihaz Dairesi müdürü Aleksandar Zolak hakkında resmi konumu veya yetkiyi kötüye kullanma suçundan dolayı Banja Luka’daki Bölge Savcılığına suç duyurusu gönderdi.
  • Rapor, Zolak’ın gerçek dışı şeyler söylediğine dikkat çekiyor.
  • Bildirilen kişi, söz konusu yanlış bilgilerin ortaya çıkmasından hemen sonra Sırp Cumhuriyeti Hükümeti, Sırbistan’dan UCC Srpska’daki tıbbi kurumlarda ve Prijedor’daki hastanede kullanılan oksijenden numune alınmasını gerçekleştiren bir referans laboratuvarı tutmasına ve sonuçların alınmasına rağmen, bu gerçekleri belirtti. Sırp Hükümeti, her iki sağlık kurumunun da hastaların tedavisi için öngörülen tüm koşulları karşılayan ve hatta farmakoloji ve tıpta standartlardan daha yüksek tıbbi özellik ve özelliklere sahip oksijen kullandığını gösterdiğini açıkladı.

Kaynak: RTRS

Tarih: 13.10.2021

Hırvatistan

Hırvatistan Polisi Göçmenleri Sopalarla Dövdü

  • AB ülkelerinde göçmenlere yönelik şiddet vakaları, Hollandalı araştırmacı gazetecilik kuruluşu Lighthouse Reports tarafından video kayıtlarıyla ortaya konuldu. Belgelerde birçok AB ülkesinde maskeli polislerin göçmenlere şiddet görüntüleri yer aldı. Bunların resmi polis güçleri olduğu ve daha önemlisi Avrupa Birliği tarafından fonlandığı ortaya çıktı.
  • Hollanda merkezli araştırmacı gazetecilik kuruluşu Lighthouse Reports tarafından yayınlanan görüntüler; Almanya, Avusturya, İsviçre, Rusya, Hırvatistan ve Fransa’dan önemli haber kanalları ile ortak bir çalışma sonrası elde edildi.
  • Hırvatistan-Bosna Hersek sınırında çekilen bu görüntülerde, maskeli kişilerin Hırvatistan müdahale polisi adlı bir birimiyle uyumlu ekipman ve üniformalara sahip olduğunu ortaya koyuyor. Maskeli polisler Afgan ve Pakistanlı sığınmacıları tonfa denilen özel bir sopa ile dövüyor. Kuruluş, tonfanın sadece Hırvat yetkililer tarafından müdahale polisine verildiğini belirtiyor.
  • Lighthouse Reports’un aktardığına göre; şu an görevde olan eski kıdemli Yunan sahil güvenlik görevlileri, maskeli kişilerin sualtı operasyonları (MYA) ve özel operasyonlardan seçkin Yunan sahil güvenlik birimlerinin üyeleri olarak tanımladı.

Kaynak: CNN Türk

Tarih: 07.10.2021

Almanya, Hırvatistan’ın Sığınmacıları Geri İtmesine Tepki Gösterdi

  • Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Christofer Burger, Berlin’de yaptığı açıklamada, her türlü sınır korumasının tüm koşullarda insani standartlar çerçevesinde olması, Avrupa Birliği (AB) mevzuatına ve uluslararası yasalara uyulması gerektiğini ifade etti.
  • Burger, Hırvatistan’ın Bosna Hersek sınırındaki sığınmacılara şiddet uyguladığı görüntülerin basına yansıdığına dikkati çekerek, “Raporları ve fotoğrafları büyük endişeyle not ettik. Oradaki tüm iddiaların ulusal makamlar tarafından hızlı ve kapsamlı şekilde çözülmesi önemlidir. Sınır muhafızları tarafından mülteci ve göçmenlerin istismarı kabul edilemez. Her türlü sınır koruması her koşulda insani standartları karşılamalı, geçerli uluslararası ve Avrupa yasal hükümlerine uymalı ve temel Avrupa değerlerine saygı göstermelidir.” dedi.
  • AB’nin, basında yer alan görüntülerin ardından soruşturma başlattığına işaret eden Burger, ülkesinin bu soruşturmayı desteklediğini vurguladı.

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 11.10.2021

Hırvatistan’da Yakıt Fiyatları Tarihin En Yüksek Seviyesine Çıktı

  • Hırvatistan’da yakıt fiyatları, bu sabah itibarıyla uygulanmaya başlanan zamlarla tarihin en yüksek seviyesine yükseldi.
  • Bu sabah itibarıyla dizel ve benzin fiyatları 11 kuna (1,46 avro) seviyesini geçerek rekor kırdı.
  • Hâlihazırda bir litre dizel 11.40 kuna (1,52 avro), 95 oktav benzin ise ortalama 11.35 kuna (1,5 avro) fiyattan satılıyor.
  • Bölge basınında yer alan haberlere göre fiyatların yüksekliği nedeniyle sınır bölgelerinde yaşayan Hırvatlar, depolarını doldurmak üzere komşu ülke Bosna Hersek’e gitmeye başladı. Tüketicilerin bu şekilde bir depo yakıtta yaklaşık 150 kuna (20 avro) tasarruf edebildikleri bildiriliyor.

Kaynak: Balkan News

Tarih: 12.10.2021

Karadağ

Karadağ’da Yeni Kabine İçin Uzlaşı Aranıyor

  • İktidar koalisyonundaki partilerin bakanlık talepleri nedeniyle hükümet krizi yaşanan Karadağ’da yeni kabine çalışmaları devam ediyor. Karadağ Başbakanı Zdravko Krivokapiç, koalisyon ortaklarının temsilcilerine yeniden yapılandırılan kabinede 16 bakanlık ve üç başkan yardımcısı bulunacağını ve uzlaşma için son tarihin 10 Ekim olduğunu açıkladı.
  • Başbakan Krivokapic Eğitim, Bilim, Kültür ve Spor Bakanlığı, Kamu Yönetimi, Dijital Toplum ve Medya Bakanlığı, Sermaye Yatırımları Bakanlığı ve Ekoloji, Mekânsal Planlama ve Şehircilik Bakanlığı’nın ayrı bakanlıklara bölünmesini önerdi.
  • Krivokapic’in sadece meclis çoğunluğunu teşkil edecek 41 milletvekili tarafından desteklenecek bir kabineyi destekleyeceğini ve koalisyon ortaklarının uzlaşı sağlayamaması durumunda mevcut hükümetin görevine devam edeceğini söylediği ifade ediliyor.

Kaynak: Balkan News

Tarih: 07.10.2021

Sırbistan

Biden, Christopher Hilla’yı ABD’nin Sırbistan Büyükelçisi olarak atadı

  • ABD Başkanı Joe Biden, diplomat Christopher Hill’i ABD’nin yeni Sırbistan Büyükelçisi olarak atadı. İlgili bilgiler Beyaz Saray’ın internet sitesinde 14 Ekim’de yayınlandı.
  • Hill’in daha önce Doğu Asya Dışişleri Bakan Yardımcısı olarak görev yaptığını ve aynı zamanda ABD’nin Irak, Güney Kore, Makedonya ve Polonya Büyükelçisi, ABD’nin Kosova Özel Elçisi, Dayton Barış Anlaşmaları müzakerecisi ve 2005-2009 yılında Kuzey Kore ile ABD baş müzakerecisi olduğunu hatırlayın.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 13.10.2021

Kremlin, Vucic’in Rusya ziyaretine hazırlandığını duyurdu

  • Şu anda Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic’in Rusya ziyareti için hazırlıklar sürüyor, Sırp liderin kesin varış tarihleri ​​zamanında açıklanacak. Bu, 15 Ekim’de Rus devlet başkanı Dmitry Peskov’un basın sekreteri tarafından açıklandı.
  • Evet, Vucic’in Rusya ziyareti hazırlanıyor. Kesin tarihler hakkında size zamanında bilgi vereceğiz” dedi.
  • Aynı zamanda, Sırp cumhurbaşkanı daha önce 25 Kasım’da yapılması planlanan kişisel bir toplantıda Rus devlet başkanıyla Sırbistan’ın doğalgaz fiyatını görüşmeyi planladığını söyledi.
  • 14 Ekim’de Rus ve Sırp pilotlar, BARS-2021 ortak Rus-Sırp taktik uçuş tatbikatı sırasında, belirli bir alana iniş görevlerini tamamladı ve şartlı olarak yaralananları düşman topraklarından tahliye etmek için bir kurtarma operasyonu gerçekleştirdi.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 13.09.2021

Kurti: Kosova Sırplarla değil, çok etnikli suçlarla savaşıyor

  • 13 Ekim’de Kosova Başbakanı Albin Kurti, Üsküp’teki bir ekonomi zirvesinde, hükümetinin yolsuzlukla mücadele ettiğini ve çok ırklı suçlar örgütlediğini duyurdu. Bu, Arnavut haber ajansı Telegrafi tarafından bildirildi.
  • Kurti, Kosova’nın Batı Balkanlar’ın Avrupa Birliği’nin bir parçası olmayacağı girişimleri desteklemediğini vurguladı.
  • Polisin başkent Priştine de dâhil olmak üzere Kosova’nın bir dizi kentinde ve eyaletin kuzeyinde gerçekleştirilen kaçakçılık şebekesini yok etme amaçlı polis operasyonu hakkında yorum yapan siyasetçi, Sırp ve Arnavut suçluların iyi çalıştığını söyledi ve milliyeti ne olursa olsun suçla mücadele etme niyetinde olduğunu söyledi.
  • Kosova’nın da aktif olarak Interpol’e katılmak istediğini ve bu yıl bu organizasyonda resmi temsilcilik aldığını hatırlatalım.

Kaynak: Regnum.ru

Tarih: 13.09.2021

Dış Aktörler

Bağlantısızlar Hareketi’nin 60. Yıl Dönümünde Düzenlenen Zirve Sırbistan’da Başladı

  • Dünyanın Doğu ve Batı olmak üzere kutuplaşmaya başladığı dönemde eski Yugoslavya’nın öncülüğünde 1961’de oluşturulan Bağlantısızlar Hareketi’nin kuruluşunun 60. yılında Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da düzenlenen zirve başladı.
  • Belgrad Fuar Merkezinde gerçekleşen zirvede Bağlantısızlar Hareketi genel sekreterliği ve dönem başkanlığı görevini yürüten Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, video konferans yoluyla yaptığı açılış konuşmasında, Bağlantısızlar Hareketi’nin, dünya barışı, adaleti ve dayanışması için mücadele ettiğini ifade ederek, hareketin çok uluslu bir karaktere sahip olduğunu söyledi.
  • Ev sahibi Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic ise iş birliğinin devamında en önemlisinin barış olduğunu belirterek, “Belgrad, her zaman Doğu ile Batı’nın birleşme noktası olmuştur. Bugün de böyle bir zirveye ev sahipliği yaptığımız için çok mutluyum.” ifadesini kullandı.

Kaynak: AA

Tarih: 11.10.2021

AK, Sularda Nitrat Kirliliği Nedeniyle Bulgaristan’a Uyarıda Bulundu

  • Avrupa Birliği (AB) Komisyonu’nun Nitrat Direktifinin uygulanmasına ilişkin 2016-2019 dönemine ilişkin verilere dayanan son raporunda “Nitratlar AB’de hala zararlar meydana getiren su kirliliğine neden olmaktadır” diye uyarıda bulunuldu.
  • Sudaki yüksek nitrat içeriğinin hem insan sağlığına hem de ekosistemlere zararlı olduğu belirtiliyor. Bunun nedeni, oksijen tükenmesine ve ötrofikasyona yol açmasıdır.
  • AK raporuna göre Bulgaristan, kirliliğin de acilen azaltılması gereken ülkeler arasında yer alıyor. Kıbrıs, Estonya, Fransa, İtalya, Portekiz ve Romanya da aynı kategoriye giriyor.

Kaynak: Time Balkan

Tarih: 12.10.2021

BM: Yunanistan’da Sığınmacıların Geri İtildiğine Dair Sağlam Kanıtlar Alıyoruz

  • Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (OHCHR) Sözcüsü Marta Hurtado, BM Cenevre Ofisinde düzenlenen basın toplantısında, Libya’daki göçmen ve sığınmacıların durumundan son derece endişeli olduklarını belirtti.
  • Libyalı makamları, “keyfi olarak gözaltına alınan” sığınmacı ve göçmenleri serbest bırakmaya davet eden Hurtado, “(Libya’da) son günlerde, göçmenleri ve sığınmacıları hedef alan ağır güvenlik operasyonları ve baskınlarında gözle görülür bir artış var. Bunlar ölümlere ve ciddi yaralanmalara neden oldu.” şeklinde konuştu. Hurtado, iddialara ilişkin Libyalı makamlara acil, kapsamlı, bağımsız ve tarafsız soruşturma çağrısında bulundu.
  • AA muhabirinin, başta Yunanistan’da olmak üzere Avrupa Birliği (AB) sınırlarındaki sığınmacıların geri itilmelerine ilişkin BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisinin neden bir açıklama yapmadığı yönündeki sorusuna ise Hurtado, “Yunanistan’daki geri itmelere ilişkin biz de sağlam kanıtlar alıyoruz.” karşılığını verdi.

Kaynak: AA

Tarih: 12.10.2021

TUİÇ Balkan Stajyerleri: Şamil Orhan, Aybüke Beyza Koçak ve Hatice Deniz Hızal

 

Merhaba Arkadaşım, Senden Hoşlanmıyorum: Duygulanıma Göre Anlık Yüz İfadelerinin Algılanması

Özet

Bu çalışmanın amacı, kişilerde olumlu ve olumsuz duygular aktive olduğunda, anlık yüz ifadelerinin ne anlama geldiğine dair doğru yanıtlar verip veremediklerini incelemektir. Ölçme aracı olarak SuperLab 4.0 programıyla oluşturulan deney düzeneği kullanılmıştır. Deneylerin sonuçları IBM SPSS Statistics 21 programı ile analiz edilmiştir. Araştırmanın bulgularına göre aktive edilen olumlu ve olumsuz duygular ile verilen cevapların doğruluğu arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır. Ayrıca olumlu duyguların aktivasyonundan sonra seçimlerin de daha olumlu yönde olacağı ve olumsuz duyguların aktivasyonundan sonra seçimlerin de daha olumsuz yönde olacağına dair hipotez test edilmiştir. Bu hipotez için yapılan analizlerde anlamlı bir fark bulunmuştur. 

Anahtar kelimeler: Olumlu duygular, olumsuz duygular, yüz ifadeleri, duygu aktivasyonu.

Abstract

This study aims to examine whether right choices about the meaning of instant emotion expressions are made up when positive and negative emotions are activated. As the measurement tool, an experiment that was created on SuperLab 4.0 was used. Results of the experiments was analyzed with IBM Statistics 21. According to results, there is no significance between activation of positive and negative emotions and correctness of the choices. Also hypothesis about more positive choices would be made up after the activation of positive emotion and negative choices would be made up after activation of negative emotion was tested. According to results, there is significance in these analyses.

Key words: Positive emotions, negative emotions, emotion expression, emotion activation.

Giriş

Duygular her yerdedir; sevdiğimiz bir yemeği yerken, televizyona dalmışken, yolda yürürken, hoşlanmadığımız birisiyle konuşurken… Sağlıklı her insan çeşitli duyguları hayatının her anında deneyimler. Duygunun net bir tanımı yapılamamış olsa da kabaca herhangi bir içsel ya da dışsal nesneye yönelik tecrübe, motivasyon ve değerlendirmeler ışığında, o nesneye yönelik gösterilen uyarılma, yüz ifadeleri gibi fiziksel ve zihinsel süreçleri içeren durum olduğu söylenebilir (Smith ve Kosslyn, 2017). Bu duyguları bazen dışa vurur, bazen ise vurmayız. Bazı zamanlarda da duygularımızı içimizde tutmak istesek bile dışarıya gerçek duygularımız hakkında ipuçları veririz. 

Çoğu zaman kişinin içinde bulunduğu duygu durum, kişinin algılarını etkiler (Er, 2006). Bower’ın yaptığı çalışmaya göre (2014) kişilerin kısa süre için mutlu, üzgün, kızgın gibi duygu durumlarına girmeleri sağlandığında, mesajı aldıkları kişilerin bu duyguları uyandırmayacak bağımsız davranışları bile mesajı alanlar için kendi duygu durumlarına bağlı önyargılara varmalarına yol açmış. Yani örneğin mutluluğun aktive edildiği bir kişi karşıdaki kişinin sözlerini daha olumlu algılarken, kızgınlığın aktive edildiği bir kişi de karşısındaki kişinin davranışlarını saldırgan algılayabilmektedir. Bunun yanında bu duygu aktivasyonlarından TAT hikâyeleri ve karşısındaki kişinin ani kararlarının altında yatan sebeplere dair inançları da etkilenmektedir.

Duygular çok çeşitlidir. Bunlardan birkaç tanesi temel ve evrenseldir. Bunlar: mutluk, şaşkınlık, üzüntü, korku, tiksinti ve öfkedir (Ekman ve Friesen, 1986). Plutchik’e göre ise sekiz temel duygu vardır ve bu duygulardan türeyen, daha doğrusu yoğunlukları farklılaşan duygular ve duyguların birleşimiyle oluşan “ikili” duygular vardır (Wikipedia, 2020). Duygular karmaşık yapılar olduğu için onları bu şekilde temel düzeye indirgemek ve sınıflandırmak aslında onların anlaşılması ve araştırılması için kolaylık sağlayabilir.

Duyguların fiziksel çıktılarından biri olan yüz ifadeleri iletişimde duyguların anlaşılmasını en çok etkileyen etmenlerden biri diyebiliriz. İnsanlar karmaşık duygularının yüze yansımaları da karmaşık olur. Çoğu zaman bu karmaşık yüz ifadeleri, gerçek duyguları daha iyi yansıtır. Çünkü biz insanlar her zaman salt temel duyguları hissetmeyiz; geçmişte mutlu bir anıyı hatırlar ve o günlere dönemeyeceğimizi bildiğimiz için üzülebilir, nefret ettiğimiz birisinden aynı anda tiksinebilir, korkumuzu bastırmak veya onu belli etmemek için gülümsemeye çalışabiliriz.

Duyguların olumlu ve olumsuz olarak ayrıştırılması çok uzun zamanlardan beri yapılmaktadır. Duyguların bilincine varmak insanlıkla birlikte ortaya çıktığı için –insanlar bilinç sahibi oldukları için- bu ayrımın çıkışını kesin olarak saptamak zor olabilir. Peki duyguları neye, hangi kriterlere göre sınıflandırmalı? Solomon ve Stone (2002) duyguları değer kavramının felsefik ve etik temellerine inerek değerlendirmiş ve duyguların değer ve kutuplaşması üzerine ayrım yapmışlardır. Bu çalışmada Solomon ve Stone’un oluşturdukları listeden; Watson, Clark ve Tellegen tarafından oluşturulan, Tülin Gençöz (2000) tarafından Türkçeye uyarlaması yapılan Pozitif ve Negatif Duygu Ölçeği’nden ve son olarak kaçınma-yaklaşma teoreminden yararlanılarak duyguların olumlu ve olumsuz olarak sınıflandırılması yapılmıştır.

Pozitif ve negatif yüzlere verilen tepki hızlarının ölçüldüğü bir çalışmada iki tür duygu arasındaki fiziksel farklılıklar kontrol edilmiş. Yüz ifadelerini meydana getiren 3 ana kısım olduğu için (kaş, göz, ağız-burun), olabildiğince temel düzeyde fiziksel farklılıkları kontrol etmek istediklerinden dolayı şematik yüz ifadeleri kullanılmış. Temelde mutluluk, üzüntü ve nötr yüz ifadeleri çizilmiş fakat kaşlar silinmiş. Bu şekilde sadece ağız yapısının duyguların algılanmasında tepki süresi bakımından bir farklılık yaratıp yaratmayacağına bakılmış. Sonuçlara bakıldığında normalde olduğu gibi mutlu yüz ifadeleri, üzgün yüz ifadelerinden daha fazla doğru tanınmış. Verilen şematik yüz ifadelerinde kaşların olmaması, göz ve burunların üç yüz ifadesinde de aynı olması, mutlu ve üzgün ifadeler arasındaki tek farkın birinin diğerinin 180 derece çevrilmiş hali olmasına karşın (bu sayede nötr ifadedeki ağızdan ikisi de aynı derecede farklılık gösterecek) mutluluğun daha doğru tanımlanmasının altında yatan nedenlerin nötr ifadeden uzaklaşmadan daha farklı bir neden olduğu sonucuna varılmış (Leppanen ve Hietanen, 2004).

Duyguların sözsüz bir şekilde iletildiği durumlarda bunu algılayabilmek kişilerarası ilişkilerin iyi olmasıyla ilişkilidir. Buradan insanlarla kaliteli ilişkiler kurmanın, duyguların anlaşılması konusunda daha fazla pratik yapmayı sağlaması ve bunun da iletişimi kolaylaştırmasıyla aralarında döngüsel bir ilişki olduğu sonucuna varabiliriz (Carton, Kessler ve Pape, 1999). Duyguları algılamak için de ilk önce onların ne olduğu ve ne ifade ettiğini bilmeliyiz. Bir duygunun ne ifade ettiğini bilebilmek için de onu ilk olarak kendimiz deneyimlemeliyiz. Kısacası başkalarını anlamak, kendi duygularının farkında olmaktan geçer. 

Duyguların gösterilmesi genelde kısadır. Kişi bütün gün kızgın olabilir ama bunun dışavurumu o kadar da uzun olmaz. Eğer kişi bütün gün boyunca kızgın olduğuna dair ifade takınıyorsa bu kişinin duygu durumu (modu) haline gelmiştir. Bir duygu yüzde yaklaşık olarak en fazla 10 sn kalır. Buna makro-ifade denir. 10 saniyeden daha uzun sürmesi için duygunun çok yoğun olması gerekir. Diğer bir yandan 1 saniyeden kısa süren mikro-ifadeler vardır. Aslında mikro-ifadeler çok iyi bilgi sağlayabilmelerine karşın, konuşurken yüze dikkat edilmemesi/bakılmaması sonucunda kaçırılabilmeleri çok olasıdır. Genelde bu ifadeler gerçek duyguların saklanmaya çalışılması sırasında anlık olarak belirir (Ekman ve Friesen, 2003).

Bir çalışmada mikro-ifadelerin kişiler tarafından ne kadar doğru bilinebileceğine bakılmış. Çok kısa sürelerde (10-50 ms) mutluluk, şaşkınlık, tiksinme, kızgınlık, üzüntü ve korku duyguları verilmiş, bu şekilde kişilerin gerçekten bu kadar kısa sürede ortaya çıkıp sönen duyguları algılayıp doğru sonuçlara varıp varamayacağı görülmüş. Çalışmanın sonucuna göre cevaplarda yüksek oranda doğruluk bulunmuş. Yani insanlar çok ani beliren ifadeleri bile doğru değerlendirebilmektedirler (Kirouac ve Dore, 1984).

Peki, daha karmaşık ifadeler ve hikâyelerle karşılaştığımızda durum ne olmakta? Carroll ve Russel (1996) yaptıkları 3 aşamadan oluşan bir çalışmada 6 temel duygunun yanında bu sefer umut, kararlılık, acı hissiyatı ve kafa karışıklığını hikâyelerine eklemişler. Bu duyguları içeren kısa hikâyelerin anlatımından sonra katılımcılara gösterilen yüz ifadelerinin hangi duyguları yansıttığı sorulduğunda verdikleri cevaplar genellikle hikâyeye bağlı olmaktaydı. Her ne kadar katılımcılar sadece yüz ifadeleri verildiğinde daha fazla ortak kanıya varsalar da işin içine farklı duyguları içeren hikayeler girince yüz ifadelerini de o yönde algılamak eğilimindeydiler.

Willis ve Todorov’un (2006) yaptıkları bir çalışmada ise katılımcılardan güvenirlik, yeterlilik, sevilebilir olma, agresiflik ve çekicilik açısından 100 ms, 500 ms ve 1000 ms’de gösterilen yüzleri değerlendirmeleri istenmiş. Bu çalışmaya göre 100 ms, herhangi bir yargıda bulunmak için yeterli görünmektedir. 500 ms koşulunda yargılarda anlamlı bir değişiklik olmayıp sadece cevaplardan emin olma durumu artmıştır.

Daha önce de bahsettiğimiz gibi kişinin içinde bulunduğu duygu durum, onun algılarını da etkiler. Çok üzgün olduğumuzda etrafımızdaki insanların bizden uzaklaştığını düşünebilir ya da mutlu olduğumuzda üzgün bir kişinin durumunu istemsizce göz ardı edebiliriz. Dahası, iletişim halindeyken arada yakaladığımız mikro-ifadelere verdiğimiz anlamlar da duygu durumumuza bağlı olarak değişebilir. Böyle durumlarda yanlış anlaşılmalar olması kaçınılmazdır. Peki, duygu durumumuzun farkında olmak bu tür yanlış anlaşılmaların önüne geçebilir mi? Aslında bu soru daha sonraki aşamaların sorusudur. Bu soruya cevap bulabilmek için ilk önce şu soruyu cevaplamak gerekir: İçinde bulunduğumuz duygu durum ya da kısa süreli hislerimiz, karşımızdaki kişide gördüğümüz anlık ifadelerin ne olduğuna dair yorumumuzu etkiler mi? Bu çalışma ilk olarak bu soruya cevap aramaktadır.

Yukarıda bahsedilen bilgiler ışığında bu çalışmada test edilecek hipotezler şunlardır:

  • Olumlu duyguların aktivasyonundan sonra daha fazla doğru cevap verilmesi beklenmektedir.
  • Olumsuz duyguların aktivasyonundan sonra daha az doğru cevap verilmesi beklenmektedir.
  • Olumlu duyguların aktivasyonundan sonra yüz ifadelerinden daha olumlu olanların seçilmesi beklenmektedir.
  • Olumsuz duyguların aktivasyonundan sonra yüz ifadelerinden daha olumsuz olanların seçilmesi beklenmektedir.

1. Yöntem

Örneklem

Örneklem 16-67 yaş aralığında 9 kişiden oluşmaktadır. Katılımcılardan biri 28 yaşında erkek, 8 kişi ise kadındır. Hepsinin okuma-yazma ve okuduğunu anlama becerisi olup, meslekleri öğrencilikten emekliliğe kadar uzanmaktadır. Katılımcılardan ikisinin bilgisayar kullanma becerisi olmayıp, deney sırasında yanlarında bulunulmuş ve seçenekleri işaretlemelerinde aracılık edilmiştir. Bunu yaparken sözlü veya davranışsal olarak hiçbir müdahalede bulunulmamış, sadece katılımcıların işaret ettiği seçenekler seçilmiştir.

Veri Toplama Araçları

Bu araştırma bilgisayar temelli bir deney düzeneği ile yapılmıştır. Deney, SuperLab 4.0  programı ile oluşturulmuştur. Her bir deneğin cevapları otomatik olarak kaydedilmiştir. Analizler bu veriler ile IBM SPSS Statistics 21 programı kullanılarak yapılmıştır.

İşlem

SuperLab 4.0 programı ile oluşturan deneyde ilk olarak yönerge verilmiştir. Ardından bir video gösterilmiştir. Bu videoda kişilerde mutluluk duygusunu aktive etmek amacıyla, kahkaha atan bir grup insan yer almaktadır. Videodan sonra tekrar bir yönerge verilmiştir. Sonrasında 10000 ms süre ile nötr bir surat gösterilmiştir. Bunun amacı yüz ifadelerinin ne anlattığı konusunda karar vermelerinden önce modelin ifadesiz suratının görünümüne dair aşinalık oluşturmaktır. Bu adımdan sonra 1000 ms oluşan nötr olmayan yüz ifadesi ile hemen sonrasında seçim yapmaları gereken, bu ifadelerin ne anlatabileceğine dair iki seçenek verilmiştir. Bu son iki adım 27 kez farklı yüz ifadeleri ve seçenekler ile tekrarlanmıştır. Deneyin ilk aşaması bittikten sonra en başından bütün adımlar tekrarlanmıştır fakat bu sefer video kişide üzüntü uyandıracak, önyargı temalı bir videodur. Ayrıca deneyin bu aşamasında seçenekler aynı kalmış olup, bu sefer yüz ifadeleri olarak diğer seçeneklerin ifadeleri konulmuştur. Bunu yapmanın amacı olası ezber ihtimalini ortadan kaldırmaktır. Bu aşama da bittikten sonra teşekkür yazısı ile deneye son verilmiştir. Deney için resimler seçilirken aynı kişinin modellik yaptığı fotoğraflar kullanılmıştır. İlk olarak bütün ifadeler duygularına göre ayrılmış, sonrasında da her bir ifade kaş, göz ve ağız-burun olmak üzere 3’e ayrılarak değerlendirilmiştir. Örneğin korku- şok ifadesi ile şaşkın ve etkilenmiş ifadelerde kaşlar ve gözler büyük oranda benzerlik gösterirken, ağızlarda farklılık vardır. İfadeler buna benzer şekillerde gruplandırıldıktan sonra da aynı sıfatlara sahip ifadeler gruplandırılmıştır. Ardından aynı gruplardaki fotoğraflar yan yana getirilerek görsel değerlendirme ile birbirine en çok benzeyen ifadeler ikili gruplara tekrardan ayrılmıştır. Örneğin şaşkın-korkmuş, kendisini şaşkınlığa uğratan bir duruma sevinmiş ve bunu belli eden, yine kendisini şaşkınlığa uğratan bir duruma sevinmiş ama bunu bilinçsize yansıtan ve anlatılanı sorgulayan ifadeler bir grup olarak ele alınmıştır. Bunlar ikili olarak eşleştirildiğinde mutluluğu bilinçli olarak yansıtan ile sorgulayan yüz ifadeleri birlikte gruplandırılmıştır. Seçenekler de bu gruplara göre oluşturulmuştur. Yüz ifadelerinin 1000 ms verilmesi ile de anlık algıların değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Öncesinde verilen duygu aktive edici videolar ile bu algıların etkilenip etkilenmeyeceği görülmek istenmiştir.

2. Bulgular

Bir örnekleme iki aşamadan oluşan deney yapıldığı ve denek sayısı yeterli çoğunluğu sağlamadığı için, yapılan iki deney sonuçları arasındaki farkı incelemek amacıyla Wilcoxon Uyumlu Çiftler İşaretli Sıralar Testi yapılmıştır. Analiz sonucuna göre iki deneme arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır (p > .05).

Olumlu duyguların aktivasyonundan sonra yüz ifadelerine verilen tepkilerin (X = 8,18 , SS = 1,25), olumsuz duyguların aktivasyonundan sonra verilen tepkilere (X = 1,82 , SS = 1,60) göre daha olumlu olup olmadığına görebilmek amacıyla yapılan analize bakıldığında tepkiler arasında anlamlı bir fark saptanmıştır (p = .008). Buna göre sadece 1 kişinin olumsuz duygu aktivasyonundan sonra verdiği olumlu tepkiler, olumlu duygu aktivasyonundan sonra verdiği olumlu tepkilere göre daha düşük çıkmıştır. Bir kişinin olumlu duygu aktivasyonundan sonra verdiği olumlu tepkiler ile olumsuz duygu aktivasyonundan sonra verdiği olumlu tepkiler eşittir. 9 kişinin ise olumsuz duygu aktivasyonundan sonra verdiği olumlu tepkiler, olumlu duygu aktivasyonundan sonra verdiği olumlu tepkilerden daha yüksektir. 

3. Tartışma

Bu çalışmanın amacı başta söylediğimiz üzere duygu aktivasyonuna göre anlık yüz ifadelerinin doğru anlaşılıp anlaşılmayacağını tespit etmekti. Bu şekilde günlük iletişimlerimizde karşımızdaki kişiyle konuşurken ya da onların bizlere verdiği tepkileri gözlemlerken kendi duygularımızın bu gözlemleri etkileyip etkilemeyeceğine dair bir fikir oluşturacaktık. Acaba mutluyken bize gösterilen bir sahte gülümsemeyi gerçek algılıyor muyuz ya da üzgünken karşımızdaki kişi anlık bir şaşkınlık yaşarken biz onun bizden tiksindiği kanısına mı varıyoruz? Eğer böyle ise duygularımızın farkına varmak yanlış anlaşılmaların önüne geçmek konusunda bize yardımcı olur mu?

Analizlerin sonuçlarına baktığımızda ilk iki hipotezin çürüdüğünü görüyoruz. Sonuçlara göre olumlu ya da olumsuz, duygu aktivasyonundan sonra verilen cevapların doğruluğu açısından herhangi bir fark yoktur. Bu bulgu Bower’ın (2014) çalışması ile de uyuşmamaktadır. 

Yapılan diğer analizlere baktığımızda ise olumlu duygu aktivasyonunun, cevapları da olumlu yönde etkileyeceğine ve olumsuz duygu aktivasyonundan sonra verilen cevapların da daha olumsuz olacağı yönündeki beklenti kısmen de olsa karşılanmıştır. Analizlerde anlamlılık vardır fakat olumsuz duygu aktivasyonundan sonra verilen cevaplar daha olumlu olmuştur. Bunun sebeplerinden biri bir ihtimal video seçiminin doğru olmaması olabilir. Ön yargı konulu olan video üzücü bir hikâyeyi içermekle ve katılımcıların geri dönüşlerine göre onları duygulandırmakla birlikte belki de üzüntünün yanında olumlu olabilecek başka duyguları da aktive etmesi sebebiyle istenen etkiyi vermemiş olabilir. Mutluluk uyandırması beklenen videoda ise kahkaha atan bir kişi ve bu kişiden etkilenip gülen insanlar yer almaktaydı. Katılımcıların birçoğunun videoyu izlerken güldüğü gözlenmiştir. Fakat bu gülme etkisi o videoyla sınırlı kalmış olup, sonrasında gelen odaklanma gerektiren görev başladığında etkisi geçmiş olabilir. Yani insanları mutlu etmekten ziyade sadece o an güldürmüş olabilir. 

4. Sınırlılıklar

Çalışmada pek çok sınırlılık barındırmaktadır. Bunlardan bir kısmını teknik aksaklık oluşturmaktadır. Kullanılan SuperLab 4.0, programın eski bir sürümüdür. Bu sürümde videoların oynatılmasında pek çok sorun görülebildiğini biliyorduk fakat deney ilk oluşturulduğunda, hatta ilk 3 denemede sorunsuz çalıştı. Fakat sonrasında görüntü olmasına rağmen ses gelmediği konusunda deneklerden geri dönüt alındı. Bu yüzden videoları manuel olarak açmak durumunda kalındı. Bu durum belki bir kopukluğa neden olmuş olabileceği düşünülmektedir. 

İkinci teknik aksaklık ise 3 defa farklı zamanlarda farklı uyaranları program göstermemesidir. Bu aksaklığın sebebi bilinmemekte olup daha önceden bu programın bu sürümünün kullanımı sırasında bu tarz aksaklıklar meydana gelmemiştir. Uyaranı verilmeyen, dolayısıyla rastgele yapılan seçimler tespit edilip analizlerden çıkarılmıştır.

Üçüncü aksaklık ise örneklem ile ilgilidir. Zaman kısıtlılığı ve deneyin uzaktan yürütülemeyecek olmasından kaynaklı olarak örneklem sayısı çok düşüktür. Ayrıca yaş aralığı çok geniştir. Bu yüzden dağınık bir tablo çizilebilir.

Bu çalışmada tepki sürelerine bakılamamıştır. Çünkü katılımcıların arasında okuma yazması iyi derecede olan, okuduğunu anlayan bireyler olmasının yanında bilgisayar ile bu zamana kadar herhangi bir pratiği olmamış ya da az pratiği olan kişiler vardı. Dolayısıyla tepki süreleri de çok uzundu. 

Bir diğer kısıtlılık ise ortam ile ilgiliydi. Deneyin uygulandığı yerlerde her ne kadar sessiz ve dikkat dağıtıcı uyaranların olmadığı ortamlar sağlanmaya çalışılmış olsa da her bir ortam birbirinden farklıydı. Kontrolün büyük ölçüde sağlanmış olmasına rağmen yine de ortam farklılığı karıştırıcı bir etki yaratmış olabilir.

Son olarak da katılımcı sayısının azlığından dolayı karşıt dengeleme uygulanamamıştır. Yani her katılımcıya deneyin ilk kısmında mutluluk uyaran video, ikinci kısmında ise üzüntü uyaran video gösterilmiştir. Oysaki karşıt dengeleme kullanılarak -grubun yarısına deneyin ilk kısmında üzüntü uyaran video, ikinci kısmında mutluluk duygusunu uyaran video verilerek- duyguların uyarılışının öncelik sırasının tepkileri etkilemesi olasılığı elimine edilmiş olunurdu. 

5. Öneriler

Teknik sorunlar için ne tür çözümler getirilebileceğinden pek emin olunmamakla birlikte, bir ihtimal programın en yeni sürümünün kullanılmasının bu aksaklıkların giderilmesine yardımcı olabileceği düşünülmektedir.

İleriki çalışmalarda örneklemin genişletilmesi çok önemlidir. En azından karşıt dengeleme yapılabilecek kadar genişlikte 2 grubun olması gerekmektedir. Ayrıca katılımcılar, algı ve tepki sürelerinin farklılık gösterebilmesi ihtimalinden dolayı yaş gruplarına ayrılabilir. Çünkü bu konuda herhangi bir araştırma yapmamış olmakla birlikte, orta yaş gurubundaki insanların ortalama görsel algı eşiği 1000 ms olabilirken, yaşlı grubunun ortalama görsel algı eşiği 1500 ms olabilir. Bu çalışma Ekman’ın (2003) ifadesine göre mikro ifade olarak adlandırılan 1000 ms’lik ifadeler üzerinden yola çıkılmıştır. Fakat görsel uyaranların algılanması süresiyle ilgili bir bilgi vermemiştir. Algılamaksızın verilen rastgele cevaplar da keza sonuçlarda hatalara yol açabilir.

Bilgisayar hakkında ufak da olsa bir tecrübeye sahip bir kişi için oldukça rahat uygulayabileceği bir deney olmasına karşın bir fikri olmayan kişilerin bilgisayarın kullanımından ziyade deneye odaklanmalarını kolaylaştırmak amacıyla deney öncesinde ufak bir bilgisayar eğitimi verilebilir. Bu deney sadece fare kontrolü ve farenin sol tuşuna basma ile gerçekleştirildiği için bu eğitimin karmaşık olmaması gerektiği kanısındayım. Ya da bu deney farklı biçimlerde de uygulanabilir. Örneğin fare yerine klavyedeki sağ-sol tuşları kullanılabilir. Her halükarda bilgisayar kullanma becerisine sahip olmayan kişiler için ufak bir alıştırma yapılmalıdır. 

Bu çalışma duygular açısından geliştirilebilir. Yani bu deneyde aktive edilen duygular mutluluk ve üzüntü idi. Sunulan duygular ise çok geniş bir skaladandı. 

İleriki çalışmalarda duygu aktivasyonu için daha farklı teknikler ya da videolar kullanılabilir. Asıl hipotezin duygu yoğunluğu ve sadece aktive edilmek istenen duyguları vermemesi ihtimalinden kaynaklı olabilecek şekilde anlamlı çıkmaması durumunu elimine edecek şekilde diğer yöntemler kullanılabilir.

Elif Aslı GÜLEÇ

Psikoloji Çalışmaları Staj Programı

Kaynakça

Bower, G. H. (2014). Mood Congruity Of Social Judgements. Joseph P. Forgas (Ed.). Emotion And Social Judgments. New York: Psychology Press.

Carroll, J.M., & Russell, J.A. (1996). Do Facial Expressions Signal Specific Emotions? Judging Emotion From The Face İn Context. Journal Of Personality And Social Psychology, 70(2), 205-18.

Carton, J.S., Kessler, E.A. & Pape, C.L. (1999). Nonverbal Decoding Skills and Relationship Well-Being in Adults. Journal of Nonverbal Behavior 23, 91–100.

Edward E. S., Stephen M. K. (2017). Duygu ve Biliş. Muzaffer Şahin (Çev. Ed.). Bilişsel Psikoloji: Zihin ve Beyin içinde (s. 325-365). Ankara: Nobel.

Ekman, P., ve Friesen, W. V. (1986). A New Pan-Cultural Facial Expression of Emotion. Motivation and Emotion, 10(2), 159-168. 

Ekman, P., Friesen, W. V. (2003). Unmasking The Face: A Guide To Recognizing Emotions From Facial Clues. Los Altos: Malor Books. 10, 12-14.

Er, N. (2012). Duygu Durum Sıfat Çiftleri Listesi. Psikoloji Çalışmaları, 26(0), 21-44.

Gençöz, T. (2000). Pozitif Ve Negatif Duygu Ölçeği: Geçerlik Ve Güvenirlik Çalışması. Türk Psikoloji Dergisi, 15(46), 19-26.

Kirouac, G. ve Dore, F. Y. (1984). Judgment Of Facial Expressions Of Emotion as a Function of Exposure Time. Perceptual and Motor Skills, 59, 147-150.

Leppanen, J. M. ve Hietanen, J. K. (2004). Positive Facial Expressions are Recognized Faster Than Negative Facial Expressions, But Why? Psychological Research, 69, 22-29.

Solomon, R. C., & Stone, L. D. (2002). On “Positive” And “Negative” Emotions. Journal For The Theory Of Social Behaviour, 32(4), 417–435.

Wikipedia. Plutchik’s Wheel Of Emotions. (5 Aralık 2020). Erişim adresi: https://en.wikipedia.org/wiki/Robert_Plutchik (Erişim tarihi: 18 Eylül 2021).

Willis, J. & Todorov, A. (2006). First Impressions: Making Up Your Mind After a 100-Ms Exposure to a Face. Psychological Science, 17(7), 592–598.

TUİÇ OFİS STAJI BAŞVURULARI AÇILDI!

0

TUİÇ – Uluslararası İlişkiler Çalışmaları Derneği, İstanbul’daki ofisinde 2 aylık (Kasım ve Aralık) staj imkânı sunacaktır. Staj programı süresince, stajyerlerin TUİÇ Derneği’nin mevcut çalışmalarını yakından tanımaları, çeşitli alanlarda ve araştırma gruplarında tecrübeler edinmeleri ve araştırma, yazma ve sunum becerilerini geliştirmeleri amaçlanmaktadır. Dijital dönüşüme uyumlu, gönüllülük bilincine sahip ve yerel/küresel sorunlara duyarlı gençlerin başvurularını bekliyoruz.

Stajyerlerde Aranan Özellikler:

-İstanbul’da yaşamak ve haftanın 2 günü ofise gelebilecek durumda olmak,

-Sosyal bilimler alanında (Başta Uluslararası İlişkiler, Siyaset Bilimi, Kamu Yönetimi, Hukuk, Sosyoloji, İşletme, Maliye, Tarih, Psikoloji, İktisat vb.) eğitim görmek, sivil topluma ilgili, yetkinliklerini geliştirmeyi hedefleyen lisans ve lisansüstü düzeyde öğrenci olmak

-Proje ve girişimcilik faaliyetlerine ilgili ve ekip çalışmasına uygun olmak

-Farklı düşüncede kişilerle çalışmaya yatkın olmak

Staj Görev ve İçeriği:

– İlgilendiği alanda araştırma yazısı yazmak ve programın sonunda sunumunu yapmak,

– Uluslararası İlişkiler Sözlüğü (UliWiki)’de içerik yazısı üretmek ve kitap incelemesi yapmak,

– Çalıştığı konuyla ilgili ulusal ve uluslararası gündemi takip ederek haber analizi yazmak,

– TUİÇ Akademi’nin eğitim ve atölye çalışmalarına katkıda bulunmak.

*Staj programına 4 stajyer kabul edilecektir.

*Pandemi koşulları dolayısıyla Covid-19 aşısı (en az bir doz) yaptırmayan adayların başvurusu değerlendirmeye alınmayacaktır.

*Stajı başarıyla tamamlayan stajyerlere Staj Belgesi ve Referans Mektubu verilecektir.  

* Son başvuru günü 26 Ekim’dir ve sonuçlar adaylara mail yoluyla 28 Ekim’de bildirilecektir.

Başvuru Formu:

Ofis Stajı Başvuru Formu