Home Blog Page 33

TUİÇ Öğrenci Kongresi

0


 

TUİÇ Öğrenci Kongresi:

TUİÇ Akademi tarafından Türkiye’de ve yurtdışında uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi alanlarında çalışmalar gerçekleştiren lisans ve lisansüstü araştırmacıları buluşturmak ve ortak çalışmalara zemin hazırlamak amacıyla bilimsel öğrenci kongresi düzenlenmektedir.

Özet metinlerin son gönderim tarihi: 3 Şubat 2022

Kabul edilen bildirilerin duyurulması: 20 Şubat 2022  

Kongre tarihi: 4-5-6 Mart

Detaylı bilgiye ulaşmak veya bildiri göndermek için bağlantıdaki kongre web sitesine bakabilirsiniz.

YAZIM KURALLARI

Mübadele: Zorla Halk Değiştirmek

Belgesel Adı: 90 Yıllık Ayrılık: Mübadele

Yapım Yılı: 2013

Yapımcılar: Can Ertuna & Bahattin Demir

Türü: Belgesel

“Oradan getirdiğim toprağı babamın mezarına koydum, anneminkine de.”

90 Yıllık Ayrılık: Mübadele, NTV muhabiri Can Ertuna ve kameraman Bahattin Demir tarafından 1923 nüfus mübadelesinin 90. yılını anmak amacıyla 2013 yılında hazırlanmış, kısa sayılabilecek bir belgesel. Türkiye ve Yunanistan arasında gerçekleştirilen nüfus mübadelesinin 90 yıl sonra da süren etkileri, çoğunlukla hâlâ hayatta olan mübadiller ve onların çocukları ile yapılan röportajlarla ortaya konuyor; yani kâğıt üzerinde olmayan, tamamen hayatın içinden olan haliyle mübadelenin tarih ve sayılardan fazlası olduğu gözler önüne seriliyor.

Belgesel, birçok ilgili tarafın düşünceleri, tanıklıkları ve araştırmaları üstünden ilerliyor. Sadece Yunanistan’dan Türkiye’ye gelen mübadillerin değil, Türkiye’den Yunanistan’a giden ve nesillerdir orada olan mübadillerin de dinlendiği çift taraflı bir yaklaşım bulunuyor. Türkiye’nin ve Yunanistan’ın farklı bölgelerinden kişiler dinleniyor – Nevşehir, Girit ve Cunda Adaları gibi. Ayrıca araştırmacıların mübadele konusuna yaklaşımlarını açıkladıkları kesitler de var. Can Ertuna’nın yer yer kendi anlatımı tarihi bilgilerle desteklediği, eski fotoğrafları, bazı eski görüntüleri ve tarihi noktaları görebildiğimiz hüzünlü bir yolculuğa çıkarıyor bizi bu belgesel.

30 Ocak 1923’te Lozan Antlaşması’na ek olarak yapılan “Türk ve Rum Ahalinin Mübadelesine Dair Mukavelename ve Protokol” ile Madde 1’de açıklandığı üzere Türkiye ve Yunanistan, Türkiye sınırları içerisinde yaşayan Türk uyruklu Rum Ortodoks dininden nüfusun Yunanistan sınırları içerisinde yaşayan Yunan uyruklu Müslüman nüfusu ile takası üzerine anlaşıyor. Daha çok dini temeller üzerinden yapılan anlaşmada hedef kitlenin yanı sıra aslında ana dili farklı olan farklı milletlerden kişiler de evlerini terk etmek durumunda kalıyor. Yine Madde 1 kapsamında mübadillerin Türk ya da Yunan hükümetlerinin izni olmadan geri dönemeyecekleri de belirtiliyor, yani mübadillerin evlerine dönüşleri kesin olarak engellenmiş oluyor. Böylece kaderleri anlaşmanın ilk satırlarında belirlenen mübadiller, yeni yurtlarına doğru yola çıkıyor ve etkisi mübadillerin torunları tarafından günümüzde bile hissedilen bir trajedi ortaya çıkmış oluyor.

Belgesel ilk başta mübadillerin yeni yurtlarına yolculuğa çıkarken geçtikleri temizlik prosedürleriyle başlıyor denebilir. Mübadillerin sınırdan geçmek için öncelikle kendilerinin ve kıyafetlerinin yıkanması ve dezenfekte edilmesi gerekiyor. Daha sonrasında ise mübadillerin kendilerini veya hayattaki aile üyelerini dinleyerek yolculuğun zorluklarını ve trajedilerini öğreniyoruz. Mübadillerin birden fazlası yolculuk esnasında sevdiklerini kaybettiklerini ifade ediyor. Bazıları bulundukları yere entegre olmayı başarmış, bazısı 90 yıl sonra bile yerel halk ile aralarındaki farklılıkların ne kadar belirgin olduğundan bahsediyor. Mübadiller ve aileleri özellikle de dil konusunda çok büyük sıkıntılar yaşadıklarını ifade ediyor. Yeni yurttaşlarıyla aynı dili paylaşmayan mübadiller, yeni ortamlarına uyum sağlamakta ve araya karışmakta zorluklar yaşamış, özellikle de eğitim konusunda. Ayrıca yeni yurttaşları da mübadilleri her zaman açık kollarla karşılamamış. Ticaretten aile ilişkilerine günümüze kadar uzanan ve uzatılan bir yabancılık hissi olduğu aşikâr.

Öncelikle, mübadillerin anlatımından apar topar gitmek zorunda kaldıklarını anlıyoruz. Bu yüzden Anadolu’da ticaret erbabı olarak tanınan Rum Ortodoks halk bile varlıklarını veya paralarını alamadan yola koyulmak zorunda kalmış. Tam kapasiteyle yerlerine aceleyle ulaştırılan mübadillerin vardıkları ilk limanda kalamadıklarını, bazen defalarca yer değiştirmek zorunda kaldıklarını öğreniyoruz. Zamanın koşulları ve özellikle de bu koşullarda yaşanabilecek sağlık trajedilerini düşündüğümüzde mübadillerin kaybettiklerini söyledikleri sevdiklerini sağlık sorunları yüzünden kaybettikleri çıkarımını yapmak mümkün. Tam bir Holokost sahnesini andıran Tuzla’daki temizlik istasyonunun da biraz bu sebeple kurulduğu anlaşılıyor. 

Aslında anlaşmaya göre gelen mübadillerin giden mübadillerin evlerine yerleşmesi ve iskân sorununun böyle aşılması gerekiyor. Ancak iki ülkenin de oldukça yeni devletler oluşu ve iç belirsizlik gibi sorunlardan dolayı 1 milyonu aşkın olması gereken evlerin çoğunun yerinde yeller esiyor, mübadillerin varlıkları talan ediliyor. Gelen mübadiller için yüz bini bile aşmayan sayılarda ev kalıyor ve krizin boyutunu bu açıdan biraz daha iyi kavrıyoruz.

Bütün bu zorlukların ardından geçen 90 yılda artık bulundukları yere ait olduklarını hisseden mübadil torunlarının yanı sıra vardıkları yerde belki de nesillerce dışlanmayla karşılaşmış, yerel topluluğa tam olarak uyum sağlayamamış bir kesimle de karşılaşıyoruz. Ancak her ne kadar uyum sağlamış olurlarsa olsunlar asla gerçek kökleri olarak gördükleri mübadele öncesi evlerini ve yurtlarını unutmayacakları da dillerini, yemeklerini ve diğer kültürel ögeleri yaşatıyor olmalarından belli. 

Belgesel, mübadele konusuna gerçekten birçok açıdan ve kapsamlı olarak yaklaşıyor. Ancak dil temasının neredeyse her mübadilin cümlelerini sardığını görmek mümkün ve benim için de en düşündürücü kısım bu oldu. Mübadillerin gittikleri yerde belki de son kaleleri olarak kendi dillerini yaşatmaya çalıştıklarını, kendi içlerinde o dilde konuştuklarını, çocuklarına o dilleri öğrettiklerini gösteriyor belgesel. Aslında aynı dini, belki benzer isimleri, bazen de aynı alfabeyi paylaşan insanların illaki aynı “millet”, aynı “halk” olamayacağını gösteren en önemli unsur dil sorunu. Kapadokya’daki köyünde aynı dili konuştuğu Müslüman komşularıyla bir ayrışma veya yabancılık hissi yaşamayan ancak Yunanca konuşan yeni yurttaşlarıyla aynı vatan hissini edinemeyen, kim bilir belki de Yunanistan’ı asla yurdu kabul etmemiş birinci nesil mübadiller görüyoruz. Belgeselin sonunda bir mübadil babasının nasıl hep Türkiye’de doğduğu yeri bir daha görmek istediğini ama hiç göremeden öldüğünü, sonrasında da kendisinin onun yerine gidip oradan getirdiği toprağı anne babasının mezarına serptiğini anlatıyor. Aynı vazifeyi de kendisi için kendi çocuklarının yerine getirmesini istediğini belirtiyor hatta.

Bu belgeseli izledikten sonra yurdundan dini farklılıklar adına koparılan masum halkın trajedisi ile insanın gözleri doluyor ancak akılda önemli sorular da beliriyor: bu insanlar aslında nereye aittir, koparıldıkları coğrafyanın toprağı bile tatlı geliyorsa? Halkı halk, komşuları komşu yapan, insanları birbirine bağlayan şey sadece din veya ırk olabilir mi gerçekten? Aynı dili konuşan, aynı yemeği paylaşan insanlar, taptıkları ile gerçekten ayrıştırılabilir mi? 

Ayşenur Alişiroğlu

Göç Çalışmaları Staj Programı

Türkiye Gündeminde Bu Hafta: 5-19 Aralık

Türkiye, Kıbrıs’a yönelik cami saldırılarının cevapsız kalmayacağını belirtti

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan iki günlük bir ziyaret için Katar’a gitmeden önce gazetecilere verdiği demeçte, Kıbrıs Rum kesiminde bir camiye kundaklama girişiminde bulunulmasının raporlarının ardından Kıbrıs’taki Müslüman ibadethanelerine yapılan saldırıların “cevapsız kalmayacağını” söyledi.

Güney Kıbrıs’a şunu söylüyoruz: İbadethanelerimize karşı bu tür sabotajlar yapmayın. Bu tür sabotajların bedeli ağır olacaktır” şeklinde konuştu.

Erdoğan’dan Katar ziyareti

Yüksek Stratejik Komite’nin 7’nci Toplantısı’na katılmak üzere Doha’ya giden Cumhurbaşkanı Erdoğan, Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed Al Sani’yle iki ülkenin yaptığı anlaşmaların imza töreninde bir araya geldi. Türkiye ve Katar arasında toplam 15 anlaşma imzalanırken Erdoğan, “Katar, Türk ekonomisine yönelik spekülatif ataklarda da daima bizlerin yanında olmuş, ülkemize duyduğu güveni göstermiştir.” dedi. 

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Doha’da düzenlediği basın toplantısında, Türkiye’nin Doha’dan mali yardım isteme planının olmadığını söyledi. Muadili Şeyh Muhammed bin Abdulrahman Al-Thani, Katar’ın Türkiye’nin ekonomik zorluklarından doğan fırsatlara baktığını söyledi.

Türkiye, İsrail’e Filistinlilere karşı ‘duyarlılık’ çağrısında bulundu

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsrail ile ilişkilerin iyileştirilmesine açık olduğunu, ancak ülkenin önce Filistinlilere karşı “daha hassas” politikalar sergilemesi gerektiğini söyledi. Erdoğan 7 Aralık Salı günü geç saatlerde Katar’da bir grup gazeteciye, İsrail ile daha iyi bağların daha geniş bölgede barış için faydalı olacağını söyledi. “Ancak bu noktada İsrail’in Filistin politikası konusunda, Kudüs ve Mescid-i Aksa konusunda hassas olması gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Erdoğan, “Hassaslıkları tespit eder etmez elimizden geleni yapacağız ve adımlar atacağız” dedi.

 

Türkiye ve Ermenistan ilişkileri normalleştirmek için elçiler atayacak

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye ve Ermenistan’ın bağlarını normalleştirmeye yönelik adımları görüşmek üzere özel temsilciler atayacağını söyledi. 13 Aralık Pazartesi günü geç saatlerde bakanlığının bütçesine ilişkin bir tartışma sırasında mecliste konuşan Mevlüt Çavuşoğlu, İstanbul ile Erivan arasındaki charter seferlerinin yakında yeniden başlayacağını da söyledi.

Azerbaycan ile istişare ettik. Yakında normalleşme adımları için Ermenistan ile karşılıklı özel temsilciler atayacağız ve her adımda Azerbaycan ile birlikte hareket edeceğiz” dedi.

Türkiye, Sırpların Bosna’nın kilit kurumlarından ayrılmaya başlama hamlesinin tehlikeli olduğunu söyledi

Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 13 Aralık Pazartesi günü yaptığı açıklamada, Sırp milletvekillerinin özerk Sırp Cumhuriyetini Bosna’nın silahlı kuvvetleri, yargısı ve vergi sisteminden çıkarmaya başlama oylamasının “yanlış ve tehlikeli” olduğunu ve bölgesel istikrarı tehdit edebileceğini söyledi.

Bakan’ın yorumları, Almanya’nın yeni hükümetinin Avrupa Birliği’ni karar nedeniyle Bosnalı Sırp lider Milorad Dodik’e yaptırım uygulamaya çağırmasının ardından geldi.

Dışişleri Bakanlığı, hafta sonu oylamayla ilgili endişelerini dile getirerek, Sırpları “barışa ve refaha zarar verme sorumluluğunu üstlenecekleri anayasal ve yasal çerçeveye uymaya ve diyaloğa başvurmaya” çağırdı.

Türkiye, Exxon Mobil ve Qatar Petroleum’un Doğu Akdeniz’deki yetki alanının dışında kalacağını söyledi

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ABD ve Katar’ın Türkiye’ye Exxon Mobil ve Qatar Petroleum’un Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığının dışında kalacağına dair güvence verdiğini söyledi.

Çavuşoğlu, bakanlığının bütçe görüşmeleri sırasında meclise verdiği demeçte, “Kim oldukları önemli değil, bizim iznimiz olmadan kıta sahanlığımıza giremezler. Bu nedenle 5. Bölüm’deki bu anlaşmada, her iki ülke – Amerika Birleşik Devletleri ve Katar – kıta sahanlığımıza girmeyeceklerini garanti ettiler” dedi.

 

Türkiye’nin Afrika zirvesi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, iki günlük Türkiye-Afrika zirvesinde, “büyük adaletsizlik” olarak nitelendirdiği şeye değindi. Cuma günü İstanbul’da başlayan zirvenin dinleyicileri arasında bir araya gelen onlarca Afrikalı lidere hitaben, “Son yıllarda yaşanan gelişmeler bize, BM’ye üye beş ülkenin tüm dünyanın kaderini belirlemesine izin vermenin bir hata olduğunu gösteriyor” dedi.

Erdoğan, “1,3 milyarlık nüfusuyla Afrika kıtasının, dünya nüfusunun altıda birini temsil ederken BM Güvenlik Konseyi’nde temsil edilmemesi adil değil” ifadelerini kullandı.

Onaylanmayan Anlaşmalar

Türkiye ve Libya’nın imzaladığı, 2019 tarihli deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ile güvenlik ve askerî iş birliği anlaşmasının Libya Temsilciler Meclisi’nde onaylanmadığı aktarıldı.

CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, deniz yetki alanlarının belirlenmesine yönelik anlaşmaya destek verdiklerini ancak Türkiye’yi çatışmanın tarafı hâline getirecek askerî anlaşmaya karşı çıktıklarını söyledi.

 

Referanslar: Associated Press, Euronews, Gazete Duvar, Reuters

Haftanın Öne Çıkanları

0

BATI’DAN RUSYA’YA YAPTIRIM GELEBİLİR

Avrupa Parlamentosu’nun Strazbourg’da düzenlenen Genel Kurul’daki gündemi yine Ukrayna ve Rusya’ydı. Oturumda AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Avrupa Birliği’nin geçen aya göre artan Rus askerleri karşısında endişe duyduğunu ve Ukrayna’yı desteklemeye devam ettiğini söyledi.

Rusya’nın sınıra asker konuşlandırmasını meşru bir hak olarak görmesine karşın Borrell, AB’nin yaptırım kararı aldığı Wagner Grubunun da Rusya’ya göre özel bir güvenlik şirketinden ibaret olduğunu dile getirdi. Josep Borrell, olası bir krizin önüne geçme kabiliyetine sahip olduğunu belirtirken “Farklı senaryolar üzerinde çalışıyoruz.” dedi.

Brüksel’deki zirvede konuşan Ukrayna lideri Volodymyr Zelenskiy ise anlaşmak için Rusya ile masaya oturmaya gönüllü olduklarını ancak yine de Batı bloğundan gelecek herhangi bir yaptırımın Rusya’yı işgal fikrinden vazgeçirebileceğine de vurgu yaptı. Slovenya Başbakanı Janez Jansa ise AB’nin muhtemel önlemlerinden birinin Rusya ile Almanya arasındaki yeni Kuzey Akım 2 boru hattının faaliyete geçmesini önlemek olabileceği yorumunu yaptı.

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de perşembe günü yaptığı bir açıklamada “Rusya’nın sınırdaki askerlerini azaltmadığını, aksine artırdığını” söyledi. Stoltenberg; Ukrayna sınırında muharebeye hazır Rus birlikler, tanklar, topçular, zırhlı birimler, insansız hava araçları ve elektronik savaş sistemleri bulunduğunu açıkladı. Bölgedeki Rus asker sayısının yaklaşık 100 bin olduğu tahmin ediliyor.

Kremlin ise Batı’dan gelen Ukrayna’yı işgal suçlamalarını reddetti. Bölgedeki faaliyetlerinin meşru olduğunu tekrarladı. NATO’ya da sınırlarını Doğu’ya doğru genişletmemesi yönünde uyarıda bulundu.

Kaynak: Reuters, AA

ALİYEV VE STOLTENBERG GÖRÜŞTÜ – Haftanın Öne Çıkanları

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlhami Aliyev ile NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg Brüksel’de bir araya geldi. Ortak basın toplantısında konuşan Aliyev, Azerbaycan’ın NATO’nun güvenilir bir müttefik olduğunu söyledi. Sözlerine “Afganistan’daki NATO misyonuna 2002’den bu yaza kadar katkı yaptık. Azerbaycan askerleri Afganistan’dan ayrılan son koalisyon askerleri arasında yer aldı.” cümleleriyle devam etti.

Desteklere ek olarak Aliyev, bölge barış ve istikrarı için 2021’de Türkiye ile 7 ortak askeri eğitim düzenlediklerini belirtti. Sözlerine Ermenistan meselesi ile devam etti. “Çabalarımız bölgede yeni bir savaş riskini asgariye indirme amacını taşımaktadır.” dedi. Ermenistan’dan iyi niyet görürlerse iki ülke arasında barış anlaşması için çabalayacaklarını ifade etti.

Jens Stoltenberg ise NATO’nun taraf tutmadığını söyledi. “Azerbaycan da, Ermenistan da NATO için değerli üyeler. İki ülke arasındaki diplomatik çabaları ve ilişkilerin normalleşmesini destekliyoruz.” dedi.

Kaynak: AA, NATO Int.

Hazırlayan: Gizem GÜVEN – TUİÇ Akademi İçerik Editörü – Haftanın Öne Çıkanları

 

Uluslararası Gündem – Haftalık Bülten: 11 – 17 Aralık

0

VERSAY SARAYI’NA BAE YATIRIMI

Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren anlaşmanın imzalandığı ve resmi kabul törenlerinin gerçekleştirildiği tarihi Versay Sarayı’nın bir kısmı Fransız basınında çıkan haberlere göre Birleşik Arap Emirlikleri’ne satılacak. 

Bugün Fransa’nın önemli yapılarından olan ve ordu tarafından kullanılan Récollets Kışlası’nın BAE’ye satılmaya hazırlandığı iddiası Fransa Yatırım Birimleri tarafından doğrulandı.

Tarihi Versay Sarayı’nın bir parçası olarak sarayın hemen yanında bulunan kışlanın satılarak otele dönüştürülmesi hedefleniyor. Versay Belediye Başkanlığı yetkilileri ile Dubai’ye giden bir heyetin otel projesi ile BAE’li yetkililere tanıtım yaptığı belirtildi.

Savunma Bakanlığı’na ait olan yaklaşık 5 bin metrekare büyüklüğündeki kışlanın 50 milyon dolarlık bir bedel ile yatırıma açılması beklenirken otelin belli bir konsept ile binicilik meraklılarına da kapılarını açması bekleniyor. 

Kaynak: Haber7, Orta Doğu Haber                                                       

Aybüke ÖZBUĞUTU

 

MYANMAR’IN SİVİL LİDERİ AUNG SAN SUU KYİ YENİDEN HAPİSTE

Myanmar sivil lideri Aung San Suu Kyi, pazartesi günü hapse girdi. Myanmar’ın demokratik yüzü olarak bilinen Suu Kyi, 10 ay önce ordu iktidarı ele geçirip onu gözaltına almadan önce ülkenin fiili lideriydi. 

Suu Kyi’nin hapse girmesiyle uluslararası kamuoyundan kınama haberleri de peş peşe geldi. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Özel Raportörü Tom Andrews, kararı “saçma bir tiyatro”  ve iktidardaki cuntayı “bir suç çetesi” olarak nitelendirdi. İnsan Hakları İzleme Örgütü ise “Ordu, askeri diktatörlüğe karşı tüm muhalefeti ortadan kaldırmak için bu düzmece mahkemeyi kullandı.” yorumunu yaptı. 

Myanmar Dışişleri Bakanlığı, yapılan yorumlara “Mahkeme önünde herkes eşittir ve hiç kimse yasaların üzerinde değildir.” karşılığını verdi. Bakanlık, BM ve diğer kuruluşların açıklamalarını “egemen bir ülkenin iç yargı yetkisine giren mahkeme kararına karşı tek taraflı bir karar vermekle” eleştirdi.

Kaynak: CNN News

Şamil ORHAN

 

PUTİN, SAVUNMA SANAYİİNDE LİDERLİK İDDİA EDİYOR

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ülkesinin yeni bir silahlanma yarışında birinci sırada olduğunu savundu. Moskova’nın gelişmiş savaş silahlarının geliştirilmesinde dünyanın geri kalanına liderlik ettiğini ve Washington’u geride bıraktığını iddia etti. 

Putin, Rus televizyonunda yayınlanan “Recent History” adlı yeni bir belgesel filmde Rusya’nın nükleer faaliyetlerine “Hem savaş başlığı hem de taşıyıcılarında ABD ile başa baş gidiyoruz, ancak yine de umut verici gelişmelerde şüphesiz biz lideriz.” diyerek vurgu yaptı.

Rusya lideri, “Silahlarda geleneksel olarak sahip olduğumuz yetenekleri modernize etmekle kalmıyoruz, yeni sistemleri de tanıtıyoruz.” dedi. Diğer devletlerin bir gün kendi ülkesinin sahip olduğu silahlara sahip olacağını, ancak Moskova’nın o aşamada zaten o silahlara karşı koymak için araçlar üretmiş olacağını söyledi.

Putin’in sözleri, Rusya’nın maksimum 9 Mach hızında hipersonik silahlar geliştirdiği açıklamasının ardından geldi. Putin bu silahların geliştirilmesinin “Batılı eylemlere gerekli bir yanıt” olarak niteledi. Moskova, Rusya Savunma Bakanlığı’nın bir Rus savaş gemisinin ses hızının dokuz katı veya 10.000 km/s hızla hareket eden son teknoloji Zirkon füzesinin test atışlarını gerçekleştirdiğini söyledi. Putin de kasım ayında füzelerin tamamlanmak üzere olduğunu ve 2022’de orduya teslim edileceğini doğruladı.

Kaynak: Reuters, Russia Today

Şamil ORHAN

 

ABD YÜKSEK MAHKEMESİ’NDEN KÜRTAJ KARARI

ABD Yüksek Mahkemesi, kürtaj merkezlerinin ‘Teksas Kürtaj Yasası’na itiraz etmek için dava açabileceğine hükmetti. ‘SB8’ olarak bilinen yasa, kadınların hamile olduğunu öğrenmeden önce veya hamileliğin ilk altı haftası içinde kürtaj yapan doktorlara dava açma hakkı verdi.

1 Eylül’de yürürlüğe giren ‘SB8’ yasası, bazı doktorların anne karnındaki ceninin kalp atışının başladığı dönemden sonrası için kürtajı yasakladı. Yasa, acil tıbbi durumlarda ise kürtaja istisna getiriyor: tecavüz veya ensest. Böylece bireylere Teksas’tan veya başka bir eyaletten altı haftadan sonra kürtaj yapan doktorlara dava açma hakkı tanıdı. 

Doktorlar, kadın hakları savunucusu aktivistler ve Biden yönetimi yasayı ağır bir şekilde eleştirdi. Teksas kürtaj merkezleri ve federal hükümetin yasaya itiraz etmek için dava açıp açamayacağı ise merak konusu. 

Kaynak: BBC

Özden BULUTBEYAZ

 

ABD’DEN EL SALVADOR’A ÇETELERLE MÜZAKERE SUÇLAMASI 

ABD Hazinesi, 2020’de Nayib Bukele yönetiminin MS-13 ve Barrio 18 sokak çetelerine “mali teşvikler” sağladığını söyledi. 2020 yılında benzer suçlamaları şiddetle reddeden Bukele yönetimi, ABD’nin söylemlerine yanıt vermedi.

Açıklama, Bukele hükümetinden iki yetkilinin mali yaptırımlar için görevlendirildiği sırada geldi. ABD Hazinesi, hükümet yetkilileri ve çete liderleri hakkında yapılan soruşturmanın gizli müzakereleri ortaya çıkardığını söyledi. İddiaya göre, “bilinen çete üyelerinin cezaevi tesislerine girmelerine ve üst düzey çete liderleriyle görüşmelerine izin verilen, hapsedilen çete liderlerini içeren bir dizi gizli toplantıya liderlik etti, kolaylaştırdı ve organize etti”.

Yapılan açıklamaların ardından ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı, yardımları El Salvador’daki devlet kurumlarından sivil toplum kuruluşlarına aktaracağını duyurdu. 

Kaynak: The Guardian

Özden BULUTBEYAZ

 

JAPONYA VE ABD’DEN İTTİFAK

Japonya Dışişleri Bakanı Yoshimasa Hayash ve ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken sert bir bölgesel güvenlik ortamında ülkelerinin ittifaklarını güçlendirmeye yönelik bir anlaşmada bulunduklarını söyledi. Bakanlar, bölgede artan güvenlik problemleri doğrultusunda Japonya ve ABD ittifakının caydırıcı olabileceği konusunda görüşlerinin ortak olduğunu vurguladı. 

Çin’in asker yığınağı ve Kuzey Kore’nin nükleer ve füze programlarıyla yüzleşen Japonya Başbakanı Fumio Kishida, yaptığı açıklamada düşman üslerine saldırı politikasını da geliştirme suretiyle Japonya’nın savunma duruşunu temelden güçlendirmeyi planladıklarını söyledi.

Kanada ise Çin’in insan hakları ihlalleri yaptığını savunarak Olimpiyat oyunlarına üst düzey yetkililerin katılmayacağını belirtti. Avustralya, İngiltere ve ABD de bu tutumu destekledi. Japonya’dan bu konuda henüz yanıt gelmedi. 

Kaynak: Reuters

İrem Damla MİRZA

 

ABD’NİN ÇİN’İN ASYA’DAKİ EKONOMİK BASKISINI KALDIRMA GİRİŞİMİ

ABD yönetimi, Hint-Pasifik’te Çin’e karşı ortak bir cephe oluşturmaya çalışıyor. Ortak cephe çabalarına yönelik ziyaretler Endonezya, Jakarta, Malezya ve Tayland’da gerçekleşecek. 

Güneydoğu Asya, dünyanın en büyük iki ekonomisi olan ABD ve Çin arasında stratejik bir savaş alanı haline geldi. Tayvan’a askeri ve siyasi baskı yapmakla suçlanan Çin, bölgeyi bağlayan ticaret yolunun tümünde de hak iddia ediyor.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken tarafından yapılacak ziyaret, Biden’ın Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği ile olan ilişkiyi derinleştirmek ve Çin’in zorbalığı karşısında bölgesel güvenlik altyapısını güçlendirme amacı taşıyor.

Biden yönetimi, Güneydoğu Asya’da Çin’in büyüyen ekonomik gücünü geri itme çabasının hayati bir önem taşıdığını vurguladı. ABD hükümeti, Biden’in Asya ülkeleriyle yapılacak olan planda ekonomik çerçevenin tam olarak neleri içerdiğini henüz açıklamadı. Fakat ticaretin kolaylaştırılması, dijital ekonomi, tedarik zinciri esnekliği, altyapı, temiz enerji ve işçi standartlarına odaklanılacağı belirtildi.

Kaynak: Reuters

İrem Damla MİRZA

 

IRAK BAŞBAKANI’NA YÖNELİK SALDIRIDA GÖZALTINA ALINANLAR SERBEST BIRAKILDI

7 Kasım’da Silahlı İnsansız Hava Aracı (SİHA) ile suikast saldırısına maruz kalan Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi, düzenlenen saldırıdan yara almadan kurtulmuştu. Irak basını, saldırının ardından gözaltına alınan Patlayıcı Maddeler ile Mücadele Müdürü Tümgeneral Sabah el-Şelebi ve Cinayet Delili Subayı ve diğer kişilerin serbest bırakıldığını duyurdu. 

Tümgeneral Sabah el-Şelebi, el-Kazımi’ye yönelik saldırıda infilak etmeyen bombayı patlatarak, delilleri karartmakla suçlanarak 24 Kasım’da gözaltına alınmıştı. Kazımi’ye yönelik suikast girişiminde 3 SİHA düşürülmüş ancak 1 tanesi el-Kazımi’nin evine isabet etmişti. 

Kaynak: Hürriyet, Gündem Ortadoğu

Aybüke ÖZBUĞUTU

 

DANİMARKA’DA VATANDAŞLIK İPTALİ YASASININ SINIRLARI GENİŞLETİLİYOR

Avrupa’nın göç konusunda en kısıtlayıcı ülkelerinden biri olan Danimarka, çifte vatandaşlığı olan kişilerin vatandaşlık haklarını iptal etmek için yeni bir düzenlemeye gitme hazırlığında. Hükümet, vatandaşlık iptali yasasının “devletin hayati çıkarlarına zarar veren” kişileri de kapsayacak şekilde genişletilmesini istediğini duyurdu.

Göç Bakanlığı’nın basın açıklamasında sosyal demokrat hükümetin bu yeni yasa tasarısı ile belirli uyuşturucu kaçakçılarının yanı sıra “ülkenin büyük bir bölümünde ödeme sistemlerinin uzun süreli kesintiye uğramasına” sebep olacak bilgisayar korsanlarını hedef almayı planladığı belirtiliyor.

Bakan Mattias Tesfaye, yaptığı açıklamada “Bir kişi devletin hayati çıkarlarını ciddi şekilde etkileyen suçlar işlerse, mahkemeler onu Danimarka vatandaşlığından mahrum etme yetkisine sahip olmalıdır.” şeklinde konuştu. Tesfaye, konuşmasına “Aşırılık yanlısı grupların bu tür suçları işlemenin bedelinin çok yüksek olduğunu anlamasını sağlayacağız.” şeklinde devam etti.

Bu yıla kadar sadece sahte evrakla çifte vatandaşlık almış olan kişiler veya terör, organize suç gibi hükümlerden hapis yatanlar yargı yoluyla Danimarka vatandaşlığından çıkarılabiliyordu.

Kaynak: Euronews

Aybüke ÖZBUĞUTU

 

2. Dünya Savaşı Sonrası Savaş Suçlarının Yargılanması: Uzak Doğu Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi Üzerine Genel Bir Değerlendirme

Özet

Bu makalede Japonya’nın II. Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında işlediği savaş suçları tanıtılmış ve bu suçlar uluslararası hukuk perspektifinden tartışılmıştır. Birinci bölümde uluslararası suçlar olan savaş suçu, insanlığa karşı suç ve barışa karşı suçun tanımı ve zaman içerisindeki gelişimi incelenmiş ve ardından Japonya’nın işlediği uluslararası suçlar hakkında tarihi arka plan, bu sürece nasıl geldiğinden bahsedilmiştir. Makalenin ikinci bölümünde uluslararası ceza mahkemelerinin tarihsel arka planından söz edilerek Nürnberg Mahkemesinin nasıl kurulduğu ve bunun sebeplerine değinilmiştir. Akabinde Uzak Doğu Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi’nden bahsedilerek iki mahkemenin karşılaştırması yapılmıştır. Üçüncü bölümde Uzak Doğu Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi hukuksal statüsü ele alınarak pozitif ve doğal hukuk perspektifinden değinilmiş ve on olarak Nürnberg Mahkemesi ve Uzak Doğu Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi’nin uluslararası hukuktaki önemi ve buna yönelik eleştiriler tartışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Uzak Doğu Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi, Savaş Suçları, Japonya, Nürnberg Mahkemesi.

Abstract 

This article introduces Japan’s war crimes before and during the World War II and they are discussed from the perspective of international law. In the first chapter, the definition and evolution of international crimes such as war crimes, crimes against humanity and crimes against peace are examined. Then, the historical background is given about the international crimes committed by Japan. In addition, it is mentioned how Japan came to this process. In the second part of the article, the historical background of the international criminal courts is mentioned and how the Nuremberg Trials were established and the reasons for this are mentioned. Then, the International Military Tribunal for the Far East is mentioned and the two courts are compared. Afterwards, the legal status of the International Military Tribunal for the Far East is discussed from a positive and natural law perspective. Finally, the importance of the Nuremberg Trials and the International Military Tribunal for the Far East in international law and the criticisms against it are discussed. 

Key Words: International Military Tribunal for the Far East, War Crimes, Japan, Nuremberg Trials. 

Giriş

Uluslararası toplumu derinden etkileyen II. Dünya savaşı, dünya tarihi açısından birçok büyük etki yaratmıştır. Almanya’nın Polonya’yı işgal etmesiyle başlayan bu süreç, İngiltere ve Fransa’nın da savaş dahil olmasıyla devam etmiş, ardından Japonya’nın Hawaii adalarını bombalamasıyla beraber ABD’nin Büyük Britanya ve Sovyetler Birliği ile ittifak kurarak savaşa girmesiyle yıkıcılığını arttırmıştır. Savaş bitimine yakın Berlin’in koşulsuz teslim oluşu, en sonunda ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atmasıyla savaş sona ermiştir. Hiç kuşkusuz bu yıkıcı savaşla beraber milyonlarca ölüm gerçekleşmiş; başta savaş devletler olmak üzere toplumlarda, daha barışçıl ve demokratik dünyaya geçme isteği baş göstermiş akabinde bu alanda ciddi adımlar atılmıştır.

Savaşları ve barışa yönelik tehditleri önlemek, ülkeler arası dostane ilişkiler kurmak ve uluslararası ekonomik ve sosyal işbirliği sağlamak için II. Dünya savaşından hemen sonra Birleşmiş Milletler kurulmuştur. BM Şartı’nın 8. Maddesinde ilk defa bahse konu olan savaş suçlarından söz edilmiş, ardından ilk defa BM şartı, savaş suçları için bir yargı mahkemelerinin kurulmasına ön ayak olmuştur. Toplu katliamlar ve soykırımların cezasız kalmaması gerektiği düşüncesiyle Almanya’da ve Japonya’da savaş suçluları hakkında yargılamalar başlatılmıştır. Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi bu alanda uluslararası suçların yargılandığı ilk mahkemedir. Hemen sonra kurulan bir diğer mahkeme, Uzak Doğu Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesidir. Uluslararası hukuk alanında büyük bir gelişme olarak sayılan bu iki mahkemenin içtihatları hemen hemen birbirine benzer olsa da farklılıkları mevcuttur. Özellikle Japonya’nın Uzak Doğu’da gerçekleştirdiği savaş suçları sonucu kurulan Tokyo Mahkemesi’nin ağırlığı üzerinde durduğumuz bu makalede, Asya toplumunun vicdanını rahatlatmaya yönelik önemli bir adım sayılan, dönemin Japonya hükümetinin tarihsel arka planı ve Nürnberg ve Tokyo Mahkemelerini genel hatlarıyla ele almayı ve Uzak Doğu Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi’nde uygulanan hukuku incelemeyi amaçladık.

1. Savaş Suçları, İnsanlığa Karşı Suçlar, Barışa Karşı Suç

Tarih boyunca savaşlarda belli davranışları sergilemek yasak olmuştur. Fakat özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında devletlerin ve bireylerin savaşlarda neleri yapamayacağı spesifik olarak tanımlanmaya başlanmış, buna istinaden savaş suçları hakkında geniş çaplı düzenlemeler yapılmıştır. Savaş suçları uluslararası hukuk alanında dört temel suçtan biri sayılmıştır. Takiben; soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar, saldırı suçu ve bunların yanında II. Dünya Savaşı sonrasındaki mahkemelerde barışa karşı suçlar bahse konu olmuştur. Tarihe bakıldığında soykırım, insanlığa karşı suçlar ve barışa karşı suçlar belli zamanlarda savaş suçlarının içine dahil olmuştur. Savaşlarda sergilenen bazı davranışların yasaklanması ve suç sayılması gibi temas edilen suç tipleri kuşkusuz belli uluslararası anlaşmalar ve konferanslar sayesinde olmuştur. Ancak uluslararası hukukta bütün savaş suçlarını tanımlayan bir sözleşme bulunmamakla birlikte farklı uluslararası sözleşmelerle bu suçlar tanımlanmıştır. Cenevre Konferansı (1929), Nürnberg Mahkemesi (1945), Uzak Doğu Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi (1946), Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Roma Statüsü (1998) savaş suçlarının tanımlanması ve uluslararası kamuoyu tarafından benimsenmesini sağlayan faktörlerdir. Bireyler belirli bir devletin ve o devletin askerlerinin sorumluluklarını üzerlerine savaş suçlarından sorumlu tutulabilirler. Roma Statüsü’nün 8. Maddesine göre başlıca savaş suçları işkence ve insanlık dışı davranışlar, insanlar üzerinde biyolojik deneyler, bilerek ve isteyerek insanların öldürülmesi, savaş esirlerinin zorla çalıştırılması vb. suçlardır (UN Charter). Cenevre Kongresi’nin 147. Maddesine göre işkence, istemli öldürme, 

insanlık dışı davranmak ve zorunlu olarak çalıştırmak savaş suçlarıdır (Kafala, 2009). Savaş suçları diğer bir uluslararası suç olan insanlığa karşı suçlarla benzer karakteristik özellikler taşımasına rağmen aralarında belli farklılıklar vardır. İnsanlığa karşı suçlar savaş veya barış zaman fark etmeksizin her zaman işlenebilir. Fakat savaş suçları sadece silahlı çatışma sırasında işlenebilir. Sistematik bir şekilde belli bir sivil grubu veya toplumun spesifik bir kesimini hedef alan saldırılar insanlığa karşı suçlar olarak tanımlanmaktadır. Roma Statüsü’nün 7/1 maddesine göre belli bir grubu öldürmek, imha etmek, köleleştirmek, zorla nakletmek, hapsetmek, işkence etmek, cinsel şiddet uygulamak, zulüm etmek, zorla kaçırmak, ırk ayrımına tutmak ve diğer insanlık dışı girişimler insanlığa karşı suçlardır (UN Charter). Bir diğer uluslararası suç olan “barışa karşı suç” planlı bir şekilde saldırganlık amaçlayan savaş ilan etme veya uluslararası hukuku ve uluslararası anlaşmaları ihlal eden bir saldırı yapma veya olağan bir saldırıya dahil olmak olarak tanımlanmıştır (Galvin, 2003: 70).

2. Tarihsel Arka Plan 

1868 Meiji devriminden sonra Japonya hem ekonomik olarak hem de askeri olarak Doğu Asya’da bir büyük güç olmuştur. Bu dönemdeki Japonya’ya literatürde emperyalist Japonya olarak bilinmektedir. Bu tarihten sonra Japonya Pasifik bölgesinde saldırgan bir tutum izleyerek Büyük Japon İmparatorluğu kurma projesini hedeflemiştir ve bu doğrultuda savaşların çıkmasına yol açmıştır (Najmuldeen, 2020: 194). Japonya bu süreçte savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlemiştir. Japonya’nın işlediği suçların büyük bir kısmı 1931-1945 aralığında Pasifik ve Asya bölgelerinde işlenmiştir. 1937 yılından II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar, yaklaşık olarak 3 milyon ve 10 milyon arası insan Japon ordusu tarafından katledilmiştir ve bu insanların 6 milyon kadarı Japonya’nın işgal ettiği Asya ülkelerinden ve geri kalan kısmı Avrupalı ve Amerikalı savaş esirleridir (Rummel, 1997). Japonya’nın bu katliamları 1931 yılında Çin’e ait olan Mançurya bölgesini işgali ile başlamıştır. Bu süreçte yaklaşık olarak 539.000 savaş esiri öldürülmüş ve bunların 400.000 civarı Çin bölgesini kapsamaktadır (Galvin, 2003: 63). Neredeyse esir alınan bütün Çin askerleri Japonlar tarafından öldürülmüştür (Margolin, 2006: 8). 984.000 insan zorunlu olarak Japonlar tarafından çalıştırılmıştır ve bunların 142.000’i Çin bölgesindedir (Galvin, 2003: 63). Emperyalist Japonya döneminde toplam 3.608.000 sivil katledilmiş ve bunların 2.850.000’i Çinlidir (Galvin, 2003: 63). Japonya bu süreçte sayısız kez uluslararası hukuka aykırı davranmıştır ve bunlardan bazıları biyolojik ve kimyasal silahların kullanımı, savaş esirlerinin zorla çalıştırılması, seks köleliği, savaş esirlerine işkence edilmesi ve öldürülmesidir. Emperyalist Japonya tarafından işlenen Nanjing katliamı Asya tarihinin en büyük katliamlarından biridir ve bu katliam sırasında yaklaşık olarak 260.000 insan öldürülmüştür. Japonya’nın II. Dünya Savaşı sırasında işlediği savaş suçları Nanjing katliamında işlediklerine benzerdir. II. Dünya Savaşı sırasında 

Japonya biyolojik ve kimyasal silahların kullanmaya, savaş esirlerini zorla çalıştırmaya ve savaş esirlerini öldürmeye devam etmiştir. Emperyalist Japonya’nın bu tarihler arasında yaptığı katliamlar ve işlediği savaş suçları göz önünde bulundurulduğunda bunları belli bir politika çerçevesinde yaptığı aşikardır. Japonya’nın bu süreçte izlediği saldırgan dış politikanın amacı bölgedeki güç dengesini lehine çevirerek bölgedeki tek süper güç olmak istemesi olarak yorumlanabilir. 

3. Uluslararası Ceza Mahkemelerinin Tarihsel Arka Planı 

Uluslararası sistemde egemen gücün ve belirleyici kuralların olmaması sebebiyle her ne kadar 19. Yüzyıldan itibaren savaş kurallarına ilişkin kurallar getirilmeye çalışılsa da devletlerin egemenlik haklarından feragat etmek istememeleri nedeniyle bu çabalar başarısız kalmıştır. I. Dünya Savaşı’ndan sonra çeşitli antlaşmalar ve uluslararası örgütlerle birlikte bir barış ortamı sağlanmaya çalışılsa da gerek dönemin siyasi ve ekonomik konjonktür, yenilen devletlerle ağır şartlar içeren barış antlaşmaları yapılması, 1929 ekonomik buhranı bu çabaları boşa çıkarmış ve II. Dünya Savaşı patlak vermiştir. En nihayetinde Uluslararası Ceza Mahkemeleri 20. Yüzyılda II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmuş ve beraberinde pek çok tartışmayı ve yeniliği getirmiştir (Bozkurt, 2010: 76-80). 

3.1. Nürnberg Mahkemesinin Kuruluş Aşaması ve Nürnberg Mahkemesi 

Nürnberg mahkemesinin temelleri aslında İkinci Dünya Savaşı sırasında müttefik devletler tarafından çeşitli görüşmeler yoluyla atılmıştı. Musevi nüfusunun toplama kamplarında topluca imha edilmesi, Almanya’nın işgal ettiği bölgelerde insanlık dışı faaliyetleri, müttefik devletleri, bundan sonra bir daha olmaması için önlem alma konusunda kamuoyu baskısıyla beraber hareket etmeye sevk etmiştir. Bu bağlamda işgal altındaki dokuz Avrupa ülkesinin sürgündeki liderlerinin Londra St. James Sarayında yayınladığı bildiri ve 1 Kasım 1943 tarihli Moskova Deklarasyonu önemlidir her ikisi de organize bir kurum kurup suçluların müttefikler tarafından cezalandırılması gerektiğini içeriyordu. 

Savaşın sonunda müttefikler arasında fikir ayrılıkları çıkmıştır. İngiltere uluslararası bir mahkeme olmadan yargılamaların yapılması gerektiğini savunmaktadır, ABD her ne kadar başta İngiltere’nin bu görüşünü benimsemiş olsa da sonrasında uluslararası mahkemelerin kurulması gerektiğini desteklemiş ve neticede 8 Temmuz 1945 yılında, yedi bölüm ve otuz maddeden oluşan “Londra Uluslararası Askerî Ceza Mahkemesi Sözleşmesi” (London Charter of the International Military Tribunal) veya daha bilinen adıyla “Nürnberg Şartı” (Nuremberg Charter) imzalanmıştır ve mahkemenin hukuki dayanağı olarak bu antlaşma gösterilmiştir (Şahin, 2010: 5052).

Ad hoc mahkemesi niteliğinde olan Nürnberg mahkemesinde 24 kişi sanık sıfatında yargılanmıştır. 20 Kasım 1945 tarihinde başlamış ve 1 Ekim 1946 tarihinde sona ermiştir. Yargı yetkisi yer bakımından Almanya ve Almanya’nın işgal ettiği topraklar ve açık denizler olarak belirtilmiştir, tarih olarak ise 1 Eylül 1939 ile 8 Ağustos 1945 tarihleri arasındaki süre baz alınmıştır. Barışa, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları kapsamında sanıklar yargılanmaya başlanmıştır (Şahin, 2010: 54-59).

3.2. Tokyo Mahkemesi

Japon imparatoru Hirohito’nun 15 Ağustos’ta müttefiklerin koşullarını kabul ederek müttefiklerin teslim koşullarını kabul etmiş ve 1 Ocak 1946’da ise “yarı tanrısal” konumundan vazgeçmiştir. Uzak Doğu Uluslararası Ceza Mahkemesi 3 Mayıs 1946’da yargılamalara başlamıştır ve mahkemede 11 farklı ülkeden 11 yargıç ve 12 savcı görev almıştır. Bir saldırı savaşı planlamak, çıkarmak ve uygulamak; Çin’e, ABD’ye, İngiliz Milliyetler Topluluğu’na, Hollanda’ya, Fransa’ya, SSCB’ye saldırgan bir şekilde savaşmak, insanlık dışı muamele, zulümleri önlememe gibi suçlamalar yöneltilmiştir. Yargılanan 25 kişinin 7’si ölüm, 16’sı müebbet, diğerleri de süreli hapis cezasına mahkûm edilirken imparator Hirohito yargılanmamıştır (Parlak, 2015: 43-45).

4. Nürnberg ve Tokyo Arasındaki Benzerlikler ve Farklar 

Nürnberg ve Tokyo mahkemeleri açısından ikisinin de ad hoc ve olağanüstü (ex post facto) mahkemeler olması benzerliklerinden biridir ayrıca her iki mahkemenin de askeri nitelikli olduğunu söylemek mümkündür. İnsancıl hukukun ihlalinin yargılanması, iki mahkemede de jürilerin bulunmaması, denetim muhakemesinin olmaması yenen tarafın yenilen tarafı yargılaması gibi benzerlikleri sayabiliriz. Farklarına gelecek olursak, Nürnberg’de dört hakim varken Tokyo’da on bir hakim vardı ve bu hakimlerin yedekleri mevcut değildi. Tokyo’da İngilizce ve Japonca dilleri kullanılırken Nürnberg dört farklı dil üzerinden ilerlemiştir. Nürnberg Mahkemesi uluslararası bir anlaşma ile kurulmuş fakat Tokyo mahkemeleri idari bir işlemle kurulmuştur. Tokyo mahkemeleri bu özelliği bakımından her ne kadar ulusal bir mahkeme olarak görünse de alınan kararlar bakımından uluslararası bir nitelik taşımaktadır (Parlak, 2015: 45-46).

4.1. Tokyo Mahkemesi’nin Hukuksal Statüsü 

Tokyo Uzak Doğu Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi uluslararası alanda kurulan diğer Nürnberg, Ruanda ve Yugoslavya Mahkemeleri gibi ad hoc (özel) ve olağanüstü niteliğe sahiptir (Tezcan, 2020). Bu mahkemeler, kurulmadan önceki kuruluş statülerinde öngörülen ve belirlenmiş suç statülerini yargılanmak üzere kurulmuştur. Ek olarak, Tokyo Askeri Ceza Mahkemesi’nin yargılamasında, bireysel cezai sorumluluk ilkesinin benimsenmiş ve mahkeme kararları kesin şekilde uygulanmıştır. Ayrıca denetim muhakemesi yolu öngörülmemiştir. Mahkeme asli yargı yetkisine sahip olduğu için bu itibarla ulusal yargı mercilerin yerine geçerek yargılama yapmıştır (Tezcan, Erdem ve Önok, 2021).

Tokyo Askeri Mahkemesi’nin Nürnberg Mahkemesi gibi objektif adaleti sağlama görevi bulunmamaktadır çünkü savaş sırasında tüm işlenen suçlar değil yalnızca mağlup devletlerin işledikleri suç yargıya taşınmıştır. Bazı yazarlarca, bu mahkemenin görünürdeki amacı adaleti sağlamak olarak yorumlansa da, karşıt görüş olarak, mağlup devletin yöneticilerinden ve üst düzey komutanlarından intikam almak olarak da yorumlanmıştır (TBMM Dergisi, 2013). Bu noktada mahkeme, tarafsız ve yenik devletlerden yargıç bulundurmaması ve mahkeme şartının yalnızca ABD tarafından hazırlanması, tarafsızlık ilkesine ve adil yargılanma hakkına gölge düşürdüğü sebebiyle eleştirilmiş, öğretide sık sık galiplerin adaleti olarak da anılmıştır. Nitekim, güçlünün güçsüz üzerinde kurduğu egemenliğin yansıması olarak da var olan Uzak Doğu Uluslararası Askeri Mahkemesi, uluslararası hukuk literatüründe en önemli hukuki güvencelerinden sayılan “suç ve cezada kanunilik” ve “doğal hakim” ilkelerini sekteye uğratarak geçmişe yönelik bir kanunlaştırma yaptığı açıktır. Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi gereği, bir kimsenin kanunun açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılması hakkaniyete ve hukukun güvenirliğine aykırı bir durum teşkil eder. Pozitif hukuk anlamında, suçun olması için kanunun cezalandırdığı bir fiilin varlığı şart olması, Tokyo Mahkemesi’nde Japon kuvvetlerine isnat edilen suçların, daha öncesinde uluslararası ceza hukuku tarafından tanımlanmamış olması bakımından tezatlık gösterdiği ortadadır. Tokyo Askeri Mahkemesinde yedi sanığın asılarak idam edilmesi, kazuistik norma dayanmadan yürütülen bir yargılamanın sonucu olarak tarihe geçmiştir.

Bir diğer sekteye uğratılan doğal hakim ilkesi, herkesin kanunla önceden kurulmuş bir mahkemenin, yetkili hakim önünde yargılanma hakkını ifade eder (Tezcan, 2021). Bu ilke uyarınca sadece belirli kişileri, belirli zaman aralığında yaptıkları fiilerden dolayı yargılamak ve mahkum etmek için kurulan olağanüstü mahkemeler, insan haklarını ve hukukun güvenirliğini tehlikeye düşürebilmektedir. Tüm bu eleştirilere istinaden Nürnberg Askeri Mahkemesi, savaşın planlanması ve başlatılmasının, esirlere ve sivillere kötü muamelenin hukuk dışı olduğunu, bahse konu eylemlerin cezalandırılması için tüm uluslarca haksız sayılmasının yeterli olduğunu savunmuştur (Şen, 2009: 21). Zira asıl hukuksuzluk mevcut suçları cezalandırmak değil, cezalandırmamak teşkil ederdi. Bu açıdan Tokyo Askeri Mahkemesi, geçmişe yönelik kanunlaştırma yaparak hukukun güvenirliğine zeval getirse de uluslararası alanda adaletin yansıması ile büyük bir adım atarak tarihe geçmiştir.

4.2. Mahkemenin Pozitif ve Doğal Hukuk Yanı 

Yargılamanın öncesinde 2. Dünya savaşı sırasında, gerek Japonya’nın Çin politikası gerekse Almanların Yahudilere karşı getirdiği düzende ortak nokta doğal hukuk öğretisine kararlı şekilde karşı çıkmış olmalarıdır. Yahudi soykırımında, Üçüncü Reich hukukuna göre tümüyle yasal olması, Nürnberg Mahkemesi’ndeki yargılamaların, ahlaki şekilde, kazuistik yasalar olmaksızın doğal hukukun verdiği yetkiyle yapılmış olması pozitif hukukun zaafını yakalayan bir örnektir. Nazi hukuk sisteminde, yargının siyasi iktidarın güttüğü politikanın menfaatleriyle psişik karar vermesi, kuralların adalet içeriğinden yoksun olup olmamasına bakılmaksızın şeklen var olmanın, o kuralı hukuk kuralı yapmaya yeterli olmadığını gösterir. Bu noktada 2. Dünya savaşının yarattığı vahşet sonucu doğal hukukun söylemlerine ciddi derecede ihtiyaç duyulduğu gözlemlenmiştir. Tokyo Mahkemesini de içeren Nürnberg yargılamaları, hukuki pozitivizmin yetersizliğini gözler önüne seren en açık örneği olmuştur.

Yaşanan ağır insan hakları ihlalleri sonucunda, hukuk felsefesinin her dönem önemli bir konusu olmuş “doğal hukuk – pozif hukuk” ayrımda, 2. Dünya savaşı sonu ile beraber yeni bir perspektif “Radbruch Formülü” ile ortaya çıkmıştır. Alman hukuk profesörü ve siyaset adamı Gustav Radbruch tarafından bir makalede formüle edilen bu hukuk teorisinde doğal hukuk ve pozitif hukuk karşılaştırılmıştır. Radbruch bu makalesinde Pozitivizmin gerçekte keyfi ve suç içerikli yasalara karşı Alman hukukçuları savunmasız bıraktığını iddia etmiştir. Bu açıdan pozitivizmin, kendi öz gücüyle yasaların geçerliliğini temellendirme olanağına sahip olmadığını ileri sürmüştür. Radbruch, 2. Dünya Savaşından sonra adaletin ağırlıkta olduğu doğal hukukun unsurlarına doğru kaymış, öyle ki makalenin ilk cümlelerinde “Yasa yasadır maksimi hiçbir zaman sınırlamaya tabii olmamıştır” diyerek hukukun pozitivizmle olan probleminin altını çizmiştir. Bu noktada Radbruch Formülü, insan haklarına aykırılık arz eden uygulamalara karşı kanunilik ilkesinin ihlalini meşrulaştırırken bu meşruluğun savaş sonrası dönemin ürünü olan uluslararası metinlerde düzenlenmesine de ön ayak olmuştur (Balan, 2018). Doğal hukuk ile pozitif hukukun sentezlenmesinin ilk adımları Radbruch formülü ile görülmüş, hukuk felsefesinin en önemli tartışması olan bu alana yeni bir perspektif kazandırmıştır. 

4.3. Nürnberg Yargılamaları, Uluslararası Hukuktaki Önemi ve Eleştiriler 

Londra Antlaşması Nürnberg mahkemesinin temel dayanağını oluşturmuştur ve uluslararası hukuka kaynaklık etmiştir yani diğer uluslararası ad hoc mahkemelerinde Nürnberg mahkemesi örnek olarak alınmıştır. Ayrıca içtihata da kaynaklık etmiştir. Nürnberg mahkemesindeki adil yargılama, sanığın kendi dilinde yargılanması ve sanığa detaylı bilgi verilmesi gibi temel ilkeler uzun zamandır hayata geçirilemeyen uluslararası mahkemelerin hayata geçirilmesiyle birlikte temel ilkeleri olmuştur (Şahin, 2010: 51). 

Nürnberg ve Tokyo Mahkemelerine getirilen ilk eleştiri doğal hakim ilkesine aykırı olması ve galip devletlerin zorlama yoluyla yenilen devletlere bu mahkemeleri deklare etmesi ve adaleti sağlama amacından ziyade bir dayatma söz konusudur. Savaş suçlarının sadece yenilen devletlere dayatılması, yenen devletlerin uyguladığı savaş suçlarının hiçe sayılması önemli bir eleştiri konusu olmuştur. İkinci büyük eleştiri ise ad hoc kapsamında kurulan bu mahkemelerin geriye dönük suçları yargılaması ve gıyabi yargılamalar yapmasıdır (ex post facto). Bu durum kanunilik ilkesine aykırı görülmüştür ve mahkemenin bu eleştiriye verdiği cevaplar tatmin edici olmamıştır (Parlak, 2015: 49-50).

Sonuç

Tarihsel süreç boyunca savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar devletlerarası ve uluslararası alanda işlenen suçlar olmuştur. Uluslararası Ceza Mahkemelerinin kurulduğu 20. Yüzyıla kadar devletler bu suçları önleme adına girişimlerde bulunsalar da “devletin egemenliği” ilkesi kapsamında bu çabalar kısıtlı kalmıştır. 19. Yüzyıldan itibaren I. Dünya Savaşı’ndan sonra Milletler Cemiyeti’nin kurulması, çeşitli anlaşmalarla yeni bir savaşın önlenmeye çalışılsa da uluslararası dönemin konjonktür, çeşitli güç dağılımları, ekonomik krizler bu çabaları olumsuz etkilemiştir ve II. Dünya Savaşı’nın çıkmasını engelleyememiştir. 

İki Savaş arası dönemde tüm dünyada yükselen faşizm Japonya’yı da etkilemiş ve çevresindeki ülkelere karşı daha saldırgan bir politika gütmeye itmiştir. Emperyalist Japonya 1931-1945 yılları arasında 1868 devriminden sonra güçlenerek Asya Pasifik’teki sağlamış olduğu hakimiyetini bu bölgede insanlık ve savaş suçları işleyerek sürdürmeye çalışmıştır. Tabii bunda imparatorun yarı- tanrısal konumu da önemli bir etkendir.

İkinci Dünya Savaşı sırasında müttefik devletlerinin savaş suçlularını uluslararası bir mahkeme kurarak yargılama istekleri bulunmaktadır. Bunun için kamuoyundan gelen baskıyla da beraber müttefik devletler üç farklı hukuksal sistemi de birleştirerek ortak bir mahkeme kurarak suçluları yargılamışlardır, bu yargılamaların ilkleri olması bakımından Nürnberg ve Tokyo mahkemeleri önemli bir rol oynamaktadır. Bu mahkemeler literatürde hukuksal sitemde değişikliklere sebep olmuş ve diğer Ad Hoc mahkemelerinde ise kaynak olarak kullanılmışlardır. 

Nürnberg ve Tokyo Mahkemelerine çeşitli hukuk görüşlerinden eleştiriler gelmiştir. Doğal hukuk ve pozitivist hukuk bazında çıkan bu tartışmalar, mahkemelerin ne kadar meşru olduğunu, yargılamaların ne derecede adil ve tutarlı olduğunu eleştirmiştir. Uluslararası Ceza Mahkemeleri beraberinde her ne kadar tartışmalar da getirse uluslararası hukuk ve toplum açısından önemli ilkelere sahiptir. Şüphesiz zamanla bu mahkemeler eleştiriler bazında kendilerini daha çok geliştireceklerdir ve söz konusu davalarda önemli roller oynayıp uluslararası vicdanı rahatlatacaklardır.

Ahsen Karakaya 

Ayça Topaloğlu 

Orkun Galip Günbey Somuncuoğlu

Uluslararası Hukuk Staj Programı

Kaynakça:

Balan, A. (2018). Orta yolcu bir formül olarak Radbruch formülü. Hacettepe HFD, 8(1), 69–94.

Bozkurt, M. (2010). Uluslararası ceza hukuku ilkeleri kapsamında ad hoc uluslararası ceza mahkemelerine yönelik eleştiriler ve uluslararası ceza mahkemesi. Güvenlik Stratejileri Dergisi, 6(11), 73-91.

Galvin, R. J. (2003). The case for Japanese truth commission covering World War II era Japanese war crimes. Tulane Journal of International and Comparative Law, 11, 59-116. 

Kafala, T. (2009). What is a war crime. BBC News. Erişim Adresi: http://news.bbc.co.uk/2/hi/europe/1420133.stm

Karakehya, H. (2008). Uluslararası ceza mahkemesi ve uygulanabilir Hukuk. AÜHFD, 2, 133-163. 

Margolin, J. (2006). Japanese crimes in Nanjing. 1937-38: A Reappraisal. French Centre for Research on Contemporary China, 63, 2-12. 

Najmuldeen, A. (2020). II. Dünya savaşında Japonya’nın uyguladığı Asya katliamları. Sosyal ve Ekonomi Araştırma Dergisi, 191-201.

Orhan, Z. C. (2016). Nuremberg askeri ceza mahkemesi ile Tokyo uzak doğu uluslararası askeri mahkemesi üzerine inceleme. TC Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk Bülteni, 7, 17-18.

Parlak, T. M. (2015). Galiplerin adaleti Nürnberg ve Tokyo askeri ceza mahkemeleri. Anadolu Bil Meslek Yüksekokulu Dergisi, (37), 137-153. 

Pazarcı, H. (2003). Uluslararası hukuk. Turhan kitabevi.

Rummel, R. J. (1997). Statistic of democide: Genocide and mass murder since 1900. Center for National Security Law

Radbruch, G. (1946). Yasal haksızlık ve yasa üstü hukuk. (75-101). Erişim Adresi: https://hukukfelsefesivesosyolojisi.files.wordpress.com/2019/03/yasalhaksc4b1zlc4b1k-ve-yasa-c39cstc3bc-hukuk.pdf 

Şahin, M. (2010). Nürnberg mahkemeleri üzerine bir inceleme. Aksaray Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2(1), 49-61.

Şen, E. (2009). Uluslararası ceza mahkemesi. Seçkin Yayıncılık.

Tezcan, D., Erdem, M., Önok, R. (2021). Uluslararası ceza hukuku. Seçkin Yayıncılık.

United Nations. (t.y.). Crimes against humanity. Erişim Adresi: https://www.un.org/en/genocideprevention/crimes-against-humanity.shtml

United Nations. (t.y.). War crimes. Erişim Adresi: https://www.un.org/en/genocideprevention/warcrimes.shtml 

Sizden Gelenler: Squid Game Dizi Analizi

Dizi Adı: Squid Game 

Yapım Yılı: 2021

Ülke: Güney Kore

Yönetmen & Senarist: Hwang Dong-hyuk

Türü: Dram

“Onay formu 1. madde: Bir oyuncu oyunu bırakamaz.

Onay formu 2. madde: Oynamayı reddeden oyuncu elenir.

Onay formu 3. madde: Çoğunluk kabul ederse, oyunlar feshedilebilir.” 

İşte Netflix’in en büyük izlenme oranına sahip dizisi Squid Game’in akıllarda kalan kuralları… Squid Game, sadece iki gün içerisinde Netflix’in ilk sırasına geldi ve bir hafta içerisinde de şimdiye kadar en çok izlenen dizi oldu (Variety, 2021). Dizi, ekonomik sıkıntı yaşayan 456 yetişkinin çocuk oyunları oynayarak toplamda 45,6 milyar Won kazanmasını anlatıyor. Dizinin ters köşesi ise oyunu kaybeden kişinin bunu hayatı ile ödemesi. Dizi, ana karakter olan Seong Gi-hun küçükken oynadıkları bir oyunu anlatması ile başlıyor. Dizinin ana kahramanı Gi-hun oyuna 456 numaralı oyuncu olarak borç batağından çıkamayan ve kendi kızına doğum gününde hediye alamayan, kumar bağımlılığı nedeniyle annesinden para çalan bir adam olarak giriyor. Dizide toplam 6 çocuk oyunu oynanıyor, her oyun oldukça renkli hatta bazen büyük çocuk parkına benzer alanlarda geçiyor ama oyunların sonunda her yer kana boyanıyor. Herkese hitap etmeyen bu temadaki film ve dizileri seviyorsanız Battle Royal, Snowpiercier ve Alice in Borderland içeriklerine de bakabilirsiniz.

Squid Game, seyirci ile buluştuktan sonra Hunger Games serisi ve As The Gods Will filminden esinlenildiği bir sürü kişi tarafından konuşulmuştu. Ancak unutulmaması gerekir ki ölümcül oyunlar ve bu oyunlardan zevk alan zengin elitler uzun süredir var olan ve işlenen fikirlerdir. Hatta sadece film ve dizilerde değil gerçek hayatta da bunu görebilmemiz mümkündür. Örneğin kraliyet aileleri ölümüne dövüşen askerler ve gladyatörleri şaraplar içerek izlerlerdi. Yakın tarihte insanlar, hayvanların birbiri ile dövüştüğü ve bunun üzerinde bahis oynadıkları dövüşler düzenliyorlardı. İspanya’da boğalar ve insanların kıyasıya mücadelesi hala devam etmektedir. 2008’deki Ekonomik Kriz ve teknolojinin gelişmesi, yönetmenin fikrini somutlaştırmasına yardımcı olmuş; hatta 456 numaralı oyuncunun başta kumarbaz olduğunu düşünsek de gerçek hayattan esinlenilmiş bir şekilde ekonomik kriz sırasında 10 yıl boyunca çalıştığı firmanın onu işten çıkardığını ve borçlarını ödeyebilmek için şans oyunlarına yöneldiğini görüyoruz. Fikrini ise zengin VIP’lere benzettiği Donald Trump’ın ABD başkanı seçilmesinden sonra hayata geçirmeye karar vermiş (Cnet, 2021). 

Bu noktada biraz karakterleri ve dünyayı tanımanın faydalı olacağı fikrindeyim. Hala izlemeyen varsa spoiler uyarısı vererek bu paragrafı atlamalarını tavsiye edeceğim. Squid Game dünyası öncelikle herkesin onay vererek girdiği yaratılmış bir dünya. Belli kurallar çerçevesinde bu dünyadan çıkılabiliyor veya değişiklik yapılabiliyor. Burada gerçek dünya ile küçük bir benzerlik görüyoruz, bizim dünyamız da Uluslararası İlişkilerin Sosyal İnşacı Kuramının savunduğu gibi oluşturmuş olduğumuz kurallara göre ilerliyor. Hepimiz bu kuralları değiştirmemeyi seçerek aslında onaylıyoruz ve bize sunulan dünyada bize sunulan kurallara göre oyunu oynamaya başlıyoruz. Çoğu baskın karakter, Kore sinemasında geleneksel olduğu üzere bir arketipi temsil ediyor. Altıncı bölümde oyuncular iki kişilik takımlar oluşturarak bilyeler ile oyun oynuyorlar, kim karşısındakinin bilyelerini toplarsa o kazanıyor bu nedenle ikili ilişkiler ve ahlaki ikilemler aracılığı ile karakterleri yakından tanıyabiliyoruz. Öncelikle hikâyenin kahramanı olan 456 numaralı oyuncu Seong Gi-hun’dan bahsedelim. Gi-hun insan bütünlüğünü temsil ediyor, içerisinde kızgınlık ve mutluluk; liderlik ve takipçilik; dürüstlük ve hilekârlığı barındırıyor. Dizi boyunca kahramanın rakibinin (antagonist) Cho Sang-woo 218 numaralı oyuncu olduğunu düşünüyoruz. Sang-woo küçük mahallesinde büyük bir üniversite kazanan zeki bir insanı temsil ediyor. Verilen birkaç yanlış karar ile kendini borç içinde bulan Sang-woo oyunu kazanmak ve borçlarını kapatmak için her şeyi yapmaya hazır. Bölümler ilerledikçe zekâsını kendi çıkarı için kullandığını ve başkalarını harcamaktan çekinmeyeceğini görüyoruz. Bunun tavan yaptığı nokta ise takım arkadaşı olan 199 numaralı Ali Abdul isimli saflığı temsil eden oyuncuyu kandırarak bilyelerini alması oluyor. Şunun altını çizmek gerekiyor ki Sang-woo da karakterlerin çoğu gibi iyi veya kötü birini temsil etmiyor, temsil ettiği şey oyunun kurallarının haksız olduğunu bilse bile kazanmak için olası tüm kötü sonuçlara rağmen oyunu oynamaya devam eden insanlar. 001 numaralı oyuncu yaşlı Il-nam dizide bilgeliği temsil ediyor, dâhil olduğu takım birkaç oyunu onun bilgeliği ve deneyimi sayesinde kazanıyorlar. Bahsetmek istediğim son karakter ise bir kadın; kendini takım arkadaşı için feda eden 240 numaralı oyuncu Ji-yeong. Bilye oyununda takım arkadaşı olan Kang Sae-byeok ile konuşmalarından anladığımız üzere eğer oyunu kazanırsa parayı kullanmak istediği bir şey yok. Hayattan bir beklentisi kalmamış ve kendini toplumun dışında tanımlayarak aykırılığı temsil ediyor. Bence bu önemli bir ayrıntı çünkü oyunun bir adada geçmesi tesadüf değil ve Ji-yeong’un verdiği en önemli mesaj “Büyük düşün!”dür. Kore aslında bir adayı temsil ediyor. Karayolunu kullanarak gidebildiğiniz yerler; Çin ve Rusya Kuzey Kore nedeniyle yıllardır kapalı bulunuyor (Vox, 2021). Bunu bir sorun olarak gören ve geleneksel Kore değerlerine sahip çıkmayan gençleri temsil eden Ji-yeong ailesinin ismini kullanmıyor. Maalesef sürüden ayrılan Ji-yeong oyunu kazandığında yapacak bir şeyi olmadığı için ailesine yardım etmek isteyen 067 numaralı oyuncu için hayatını feda ediyor. Çok kısa bir süre ekranda gördüğümüz Ji-yeong dizi boyunca beni en çok etkileyen ve sembolik açıdan en iyi düşünülmüş karakterlerden biri. Çünkü bana kalırsa dizi boyunca tekrar eden tema kolektivist Kore kültüründe paranın amaç değil araç olması gerektiğidir. Bunun yanı sıra bana kalırsa Ji-yeong sivil toplumun önemli bir kısmını da temsil etmektedir çünkü var olan kuralları kabul etmek yerine koşulları iyileştirmeye, daha iyisine ve daha büyüğüne ulaşmaya çalışıyor. Maalesef dizide ve kolektivist Kore kültüründe başarısız oluyor ama biz gerçek dünyada başarıların meyvesini toplayabiliyoruz. Dizinin son bölümünde çocukluk arkadaşları 456 numaralı ve 218 numaralı oyuncu final oyunu olan “Kalamar” oyununu oynuyorlar. Kahraman Gi-hun rakibi Sang-woo’yu öldürme ve oyunu kazanma şansı varken vicdanı nedeniyle öldürmemeyi, parasız bir şekilde oyunu bitirmeyi teklif ediyor. Ancak kapitalizm oyununu oynamaya kararlı olan Sang-woo annesine bakmasını rica ederek kendi canını alıyor ve 456 numaralı oyuncu kazanan ilan ediliyor. Tüm bunlar ana karakter ve rakibin 456 ve 218 numaralı oyuncu olduğunu gösterse de bir ters köşe daha var. Demans ve kanser hastası Oh Il-nam oyunu kaybetmesine rağmen hayatını kaybetmiyor, çünkü VIP’lerden biri. Hasta yatağına Gi-hun’ı çağırarak oyunun arkasında en başından beri kendi olduğunu anlatıyor. Neden mi? Çünkü Il-nam’a göre çok parası olan ve hiç parası olmayan insanların ortak bir yanı var; hayattan zevk almıyorlar. Yaşlı ve hasta Il-nam en çok çocukken oynadığı oyunları özlüyor. O zamanlarda hayattan zevk alabildiğini, çocukların oyunu oynamak için oynadığını düşünüyor. Bu yüzden de diğer zenginler gibi oyunu izlemek yerine bir şeyler hissedebilmek için ölmeden önce oyuna katılıyor. Şimdi oyunları tekrar düşündüğümüzde herkes ecel teri dökerken onun gülümseyerek oynaması ve bilye oyunundaki vedası farklı anlamlar kazanıyor. Çocukken inşa ettiğimiz oyunları oynamak zevkliyken büyüdüğümüzde inşa ettiğimiz kapitalizm oyununu oynamak neden zevkli değil? 

Peki ya kanlı bir oyun olması dışında Squid Game’in mesajı nedir? Bana göre dizi farklı toplumsal olaylar için farklı mesajlar vermeyi hedefleyen çok boyutlu bir amaç taşıyor. Bunlardan bir tanesi siyah kostümlü organizatörün verdiği mesaj: “Burada her oyuncu aynı koşullar altında adil bir oyun oynar. Bu insanlar dünyadaki eşitsizlik ve ayrımcılığa maruz kaldı ve onlara adil bir şekilde savaşmaları ve kazanmaları için son bir şans veriyoruz.” Bunun doğru olmadığını dizi boyunca görebiliyoruz. İlk ve en ortadaki örnek oyunculardan biri olan doktorun karaborsada satılmak üzere organları ayırarak bir sonraki oyunu öğrenmesi. Oyunlar aniden şansa bağlı takımlar ile kazanıldığı için oyunu önceden öğrenmek doktora haksız bir avantaj sağlıyor. Bu örnek bu kadar ortada olduğu için zaten karaborsada organ satan ekip ve doktorun dizide cezalandırıldığını görüyoruz. Hâlbuki bunun dışında yaşlı, kadın ve engellilere yönelik ayrımcılıklar da bulunuyor. Örneğin, halat çekme oyununu yaşlı oyuncu Il-nam’ın stratejisi sayesinde kazanmalarına rağmen takımlar oluşurken en genç ve güçlü erkekler ilk takım bulanlar arasında yerini alıyor. Hatta modern ve entelektüel erkeği temsil eden Sang-woo halat çekme oyunu öncesi takımlarına ikinci bir kadının dâhil olmasından sonra sakin tavrını yitiriyor. Oyunlar boyu elastik gibi kadınların daha iyi olduğu oyunlar çıkabileceği tüm katılımcılar arasında konuşulsa da bu takımların seçiminde bir fark yaratmıyor. Bir başka örnek ise Sang-woo’nun parmaklarından biri eksik olan Ali’yi “seni güçsüz zannederler kimseye gösterme” diyerek onu uyarması. Oysa, Ali ilk oyunda Gi-hun’ı tek eliyle tutarak kurtararak fiziksel kuvvetinin yerinde olduğunu kanıtlamıştır. Ayrıca VIP’lerin eğlencesine oyuna girebileceklerini ve oyunu kaybettiklerinde ölmedikleri için diğerleri ile eşit şartlarda yarışmadığını da görüyoruz. Dizinin başka bir mesajı ise sosyo-ekonomik sınıflara yönelik; aslında dizide üç tane sınıf bulunmaktadır. Oyuncular, görevliler ve VIP’ler. Dizide oyuncu ve VIP sınıfı oldukça açık olmasına rağmen görevliler benim ilgimi en çok çeken sınıf oldu. Hayatları için çocuk oyunları oynamıyor olsalar bile aslında oyunun kurallarını çiğneyen -yüzünü gösteren- tüm görevliler oyundan eleniyorlar. Çünkü tüm sınıflar için kuralları VIP’ler koyuyor. Örneğin siyah kostümlü organizatörün 2015 yılındaki oyunun kazananı olduğunu öğreniyoruz, kırmızı kostümlülere göre üst mevkide olmasına rağmen VIP’ler ile aynı sınıfta değil. Oyunu kazanıp 45,6 milyar won kazandıktan sonra bile zengin elit sınıfında yer alamıyorsan ne zaman alabilirsin? Bana kalırsa dizinin en önemli mesajları bunlar değil. Dizinin en önemli mesajı ve kapitalizmin en büyük kritiği dizinin ikinci bölümünde gerçekleşiyor. Onam formlarına göre oyuncular oy çokluğu ile oyunu bitirebiliyorlar ancak oyundan çıktıktan sonra %93’ü kendi istekleri ile geri dönüyorlar. Bence tam burası kapitalizm kritiğinin kalbi. Çünkü kapitalizm fikri, paranın kuralı satın aldığı ve kuralları satın almak için herkesin eşit şansa sahip olduğu fikri ile ayakta duruyor. Her ne kadar herkes doğumunuzda herkesle birlikte başlangıç noktasında değil de ailenizin yarışta geldiği yerden yarışa devam ettiğinizi biliyor olsa da yeterince hızlı koşarsanız birinci olabileceğinizi düşünüyorsunuz. Ve aslında Squid Game de sosyal inşacı kuram gibi gerçeği değiştirebileceğimizi savunuyor. Bir gün hepimiz uyanıp artık kapitalizm yok, %1 yok dersek, bundan sonra kapitalizm olmayacak. Ama tıpkı Squid Game’de olduğu gibi, hepimiz zengin olabileceğimizi -ödülü kazanabileceğimizi- ve sonra istediğimiz her şeyi yapabileceğimizi umduğumuz için, kapitalist dünyada oynamaya ve rekabet etmeye devam ediyoruz. Bu 455 kişinin ölümüne neden olacak olsa bile. Eğer birimiz bu dünyada oynamamaya karar verir de Ji-yeong gibi sürüden ayrılır isek; oynamayı reddeden oyuncu olarak dışarıda kalıyor ve eleniyoruz çünkü tek bir oyuncu oynamayı bırakamaz. 

Arzum Dilşad ÖLÇEN

Kaynakça

Fashingbauer Cooper, G. (2021). Squid Game Ending Explained and all your burning questions answered. CNET. Erişim Adresi: https://www.cnet.com/how-to/squid-game-ending-explained-and-all-your-burning-questions-answered/

Frater, P. (2021). ’Squid Game’ director Hwang Dong-hyuk on Netflix’s hit Korean series and prospects for a sequel (Exclusive). Variety. Erişim Adresi: https://variety.com/2021/global/asia/squid-game-director-hwang-dong-hyuk-korean-series-global-success-1235073355/

Romano, A. (2021). What Squid Game’s Fantasies and harsh realities reveal about Korea?. Vox. Erişim Adresi: https://www.vox.com/22704474/squid-game-games-korean-references-symbols

İklim Krizi ve 2021 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP26) Üzerine Bir Değerlendirme

COP26 ya da bilinen diğer adıyla Glasgow Zirvesi’nde; küresel ısınmanın 1.5 derecede tutulması hedefi çerçevesinde, ülkelerin bulunduğu noktaya karşın yeni kararlar alınması, Paris İklim Anlaşması’nda beyan edilen taahhütlerin uygulanma oranları ve temiz enerjiye geçiş süreci gibi maddeler etrafında düzenlenmesi planlanmıştır (BBC News, 2021). COP26 ile birlikte yürürlüğe girmesi hedeflenen maddeler; kömürden çıkış uygulamaları, temiz enerjiye yönelimin hızlandırılması, az gelişmiş/gelişmekte olan ülkelere ekonomik desteğin sağlanması gibi temel amaçları içermektedir. COP26’nın en belirgin özelliğinin ise, Paris İklim Anlaşması hedeflerine uyumun artırılması olduğu görülmektedir (UN Climate Change Conference UK 2021).

Haftanın Öne Çıkanları

0

ALMANYA’DA YENİ BİR DÖNEM BAŞLADI

Aylar önce yapılan seçimin ardından Olaf Scholz Almanya Başbakanı seçildi. 9. Şansölye Scholz, Almanya’nın Sosyal Demokrat Partili 4’üncü başbakanı oldu.

Alman Federal Meclisi’nde yapılan oylamaya 707 milletvekili katıldı. Scholz, 395’inin oyunu alarak Başbakan seçildi. 16 yıllık iktidarı sona eren Angela Merkel de genel kurula katıldı, oturumu locadan izledi. Milletvekilleri ise görevi biten eski şansölyeyi uzun süre alkışladı.

Olaf Scholz meclisteki oturumun ardından Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na gitti. Almanya Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeir’den göreve atandığını gösteren belgeyi aldı. Daha sonra meclise döndü ve yemin ederek resmen göreve başladı. Kabine üyeleri de yeni bakanlıklarının onayı için Cumhurbaşkanlığı’na gitti. Tek tek atanma belgeleri verildi. Böylece Almanya’nın yeni şansölyesi ve kabinesi başbakanlık binasındaki yerini aldı.

Kaynak: DW, AA

 

AFGANİSTAN’IN UMUTSUZ KIZ ÇOCUKLARI

3 ay önce kız çocuklarının ortaokula gitmesini yasaklayan Taliban, yasağın uzun sürmeyeceğini söylemesine rağmen herhangi bir gevşeme yoluna gitmedi. Her gün okul kapısından geri dönen Afgan kız çocuklarının çaresiz bekleyişi sürüyor.

Erkek çocuklar Eylül’den bu yana ortaokula devam ederken kız çocukları eğitimden mahrum bırakıldı. Taliban yönetiminin Afganistan halkında yarattığı yoksulluk ve güvenlik tehdidi, aileleri kız çocuklarını ilkokula dahi göndermekten alıkoydu. Taliban’ın kız çocuklara uyguladığı ortaokul yasağının ardından ilkokullarda da yüksek oranda devamsızlık gözlemlendi.

Bazı şehirlerde Taliban yetkilileriyle yapılan anlaşmalar sonucu kız çocuklarının ortaokul eğitimine devam ettiği görüldü. Ancak bu her bölge için söz konusu değil. BBC’ye verdiği röportajda okula gidemediğini söyleyen bir kız öğrenci, sokaklarda Taliban militanları tarafından saç ve ağızlarını kapatmaları yönünde uyarıldığını belirtti. Bu korkulardan dolayı sınıf arkadaşlarının okula gelmemesine vurgu yaptı.

Şartlar öğretmenler için de giderek zorlaşıyor. BBC’ye konuşan öğretmenlerden biri Haziran’dan bu yana maaşlarını alamadıklarını söyledi. Öğrencileri için kaygılandığını belirten öğretmen “Öğrenciler yiyecek ve barınma ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Böyle giderse hayatlarını kaybedecekler.” dedi.

Bir başka öğretmen ise “kısıtlamalar nedeniyle sınıfındaki öğrencilerden üçünün aileleri tarafından evliliğe zorlandığını” açıkladı. UNICEF de yaptığı açıklamada Afganistan’daki çocuk evliliklerinin çok yüksek oranlara erişebileceğinden endişelendiğini duyurdu.  

Kaynak: BBC

 

WIKILEAKS KURUCUSUNUN İADESİNE YEŞİL IŞIK

İngiltere, bilgisayar korsanlığı ve casusluğu dâhil ABD’de 18 suçtan aranan Wikileaks kurucusu Julian Assange’ın iade talebine yeşil ışık yaktı. ABD, birçok kişinin yaşamını riske attığı gerekçesiyle 2010 ve 2011 yıllarında binlerce gizli belgeyi sızdıran Assange’ı yargılamak istiyor.

2012 yılında Ekvador’un Londra Büyükelçiliğine sığınan şirket kurucusu, 2019’da büyükelçilikten alınıp İngiltere’deki Belmarsh Hapishane’sine yerleştirildi. Assange’ın iade istemini “ABD hapishanelerinde intihar edebileceği” gerekçesiyle 4 Ocak’ta reddeden İngiltere mahkemesi, iadeyi engelleyen karara ilişkin temyiz başvurusunu kabul etti. 

Londra’da Yüksek Mahkeme tarafından alınan kararda Washington’un Julian Assange’ın tutukluk şartlarına dair verilen güvencenin etkili olduğu belirtildi. Assange, olası bir iade ile ABD’de 175 yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilecek. Şimdi ise İngiltere’de alınan karara Assange’ın avukatlarının itiraz etmesi bekleniyor.

Kaynak: BBC, AA

 

Hazırlayan: Gizem GÜVEN – TUİÇ Akademi İçerik Editörü

 

Uluslararası Gündem – Haftalık Bülten: 4 – 10 Aralık

0

SUUDİ ARABİSTAN VE UMMAN’IN KARAYOLU İŞ BİRLİĞİ 

Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’ın Umman’ı resmi ziyareti sırasında ortak bir bildiri yayımlandı. Bildiride iki ülke arasında 725 kilometrelik kara sınırının açılacağı aktarıldı.

SPA

Yolun açılması, Krallığın Körfez İşbirliği Konseyi’nin tüm ülkeleriyle olan doğrudan bağlantılarını da tamamlaması ve geçen yıl 10 milyarı aşan iki ülke arasındaki ticaret değişim hacminin artmasına katkıda bulunması bekleniyor. 

Petrol Piyasaları Da Konuya Dahil

Yapılan görüşmelerde iş birliği anlaşmalarının gözden geçirildiğini ve birlikte çalışma zemininin güçlendirildiğini ifade eden liderler için OPEC+ petrol piyasaları da gündemdeydi. Ülkeler askeri, ekonomik, siyasi ve güvenlik alanlarında iş birliği içerisinde olmasına rağmen OPEC+ ülkelerinin petrol piyasalarında sağladığı istikrarı överek iş birliğinin uzun seneler sürdürülmesi konusunda ülkelere çağrıda bulundu. 

İklim Değişikliğine Karşı Yeşil Enerji

Görüşmelerin bir diğer konusu olan “Orta Doğu Yeşil Girişimi” projesi çerçevesinde küresel ısınma ve iklim değişikliğine karşı yeşil enerjiyi benimseme konusunda anlaşmaya varıldı. Tüm bunların yanı sıra gıda güvenliği, ticaret akışını yaratacak tesislerin artırılması, haber alışverişi, turizmin geliştirilmesi ve iki ülkenin de çıkarlarına hizmet edecek güvenlik iş birliğinin artırılması konusunda uzlaşı sağlandı.

Kaynak: Gündem Ortadoğu, Arab News

Aybüke ÖZBUĞUTU

 

NİKARAGUA, TAYVAN İLE BAĞLARINI KOPARIYOR

The Guardian

Nikaragua, Çin’e diplomatik bağlılık kararını değiştirdi ve Tayvan’ı dünya çapında onu resmen tanıyan 14 hükümetle baş başa bıraktı. Nikaragua Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan duyuruda Pekin’in Tayvan’ın bir Çin eyaleti olduğu iddiası kabul edildi. Tayvan hükümeti, Nikaragua’nın “tek taraflı” kararıyla ilgili “içten acı ve üzüntü duyduğunu” dile getirdi. Tayvan, Daniel Ortega liderliğindeki hükümeti iki halk arasında “uzun süredir devam eden yakın dostluğu” göz ardı etmekle suçladı. 

Nikaragua’nın karar değişikliği, resmi olarak tanınmasa da Tayvan’ın en güçlü müttefiklerinden biri olan ABD ile bozulan ilişkilerin ortasında gerçekleşiyor. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, Ortega hükümetinin kasım ayındaki “sahte seçim” sonrasında yetkisi olmadığını söylediği kararı eleştirdi.

Kaynak: The Guardian 

Özden BULUTBEYAZ

 

EKVADOR ORMANI İÇİN MAHKEMEDEN KARAR

Ekvador Yüksek Mahkemesi, korunan bir bulut ormanında bakır ve altın madenciliği planlarının anayasaya ve doğa haklarını korumaya aykırı olduğuna karar verdi.

The Guardian

Ekvador Anayasa Mahkemesi tarihi bir karar aldı. Ülkenin kuzeybatısındaki korunan alan Los Cedros’ta verilen madencilik izninin ormanın biyolojik çeşitliliğine zarar vereceği öngörüldüğünden çalışmaların iptaline hükmedildi. Ormanın gözlüklü ayılara, nesli tükenmekte olan kurbağalara, endemik orkide türlerine ve dünyanın en nadir primatlarından biri olan kahverengi başlı örümcek maymunu gibi canlılara ev sahipliği yaptığı biliniyor.

Ekvador’un en yüksek mahkemesinin çarşamba günü yayınlanan kararı, ülkenin anayasasında yer alan doğa haklarını onayladı. Mahkeme, bu kararın sadece korunan alanlar için değil tüm ülke genelinde geçerli olduğunu söyledi. Kararda önemli rol oynayan aktivistler ise alınan tedbirlerde Ekvador gibi ekolojik açıdan önemli alanlarda başka maden çıkarma projelerinin planlanmasının önüne geçilebileceğini söyledi. 

Kaynak: The Guardian

Özden BULUTBEYAZ

 

LAPİD’İN KAHİRE ZİYARETİ

İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid, Mısır’a gerçekleştirdiği sürpriz ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ile İran’ın nükleer güç haline gelme çabasını ve Gazze’deki durumu görüştü.

AFP

Görüşmede “İran’ın askeri nükleer kapasiteye sahip bir ülke olma girişimi, terörü sürekli kullanması ve Orta Doğu’ya doğurduğu tehdit, Gazze şeridindeki durum, İsrail’in ‘Güvenlik karşılığında ekonomi’ başlıklı planı, Gazze’deki esirler konusunun” ele alındığı bilgisi verilen açıklamada Lapid’in bölgede Mısır’ın oynadığı rolden övgüyle söz ettiği aktarıldı.

Yapılan açıklamada bölgede terör ve istikrarsızlıkla mücadele, Filistin meselesi, İsrail’in Filistin yönetimini güçlendirmek için adımları, ekonomik zorluklara çözüm arayışı, iki ülke arasındaki barışın derinleştirilmesi gibi konuların da görüşüldüğü bildirildi.

Güvenlik Anlaşması

Ziyaret; her iki ülkenin de huzursuz Sina Yarımadası’ndaki Mısır’ın, İsrail tarafından kontrol edilmeyen tek geçiş sınırı Refah kasabası çevresindeki Mısır askerlerinin sayısını artırmak için güvenlik anlaşması imzalamasından 1 ay sonra gerçekleşti.

Aktarılan bilgiye göre Lapid, görüşmede “Mısır, İsrail’in önemli bir stratejik ortağı. Amacım güvenlik, diplomatik ve ekonomik alandaki ilişkilerimizi ilerletmek. Uluslarımız arasındaki barış üzerinde çalışmamız önemli. Bölgeye ve iki ülke arasındaki ilişkilere tarihi düzeyde katkı sağlayan Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’ye teşekkür ediyorum.” ifadelerini kullandı.

Kaynak: Middle East Eye, Gündem Ortadoğu, AFP

Aybüke ÖZBUĞUTU

 

HİNDİSTAN’DA FACİA: 13 ÖLÜ 

Euronews

Helikopter kazasında Hindistan Genelkurmay Başkanı Bipin Rawat, içlerinde eşinin de olduğu 12 kişiyle beraber yaşamını yitirdi. Helikopter inerken meydana gelen kazada bir kişi ise yaralı olarak kurtuldu. 

Kaza, Genelkurmay Başkanı Rawat Sulur hava üssünde üniversite öğrencilerine konuşma yaparken meydana geldi. Rus yapımı Mi-17 tip helikopter varış yeri olan Tamil Nadu eyaletinde düştü. Kaza sonrası askeri yetkililer enkazda çıkan yangını söndürerek yaralı olan bir kişiyi hastaneye kaldırdı. Rus yapımı Mi-17 tipi helikopter  daha önce de Azerbaycan’da düşmüş ve 14 kişinin ölümüne neden olmuştu.

Kaynak: Euronews

İrem Damla MİRZA

 

ÇAVUŞOĞLU MEVKİDAŞI KATAR DIŞİŞLERİ BAKANI İLE BİR ARAYA GELDİ

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Doha’da Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdulrahman Al-Thani ile bir araya geldi.

İHA

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye-Katar Yüksek Stratejik Komite Yedinci Toplantısı için Katar’ın başkenti Doha’ya seyahat etti. Bakan Çavuşoğlu ile Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdulrahman Al-Thani, önce ikili ardından da heyetler arası görüşme gerçekleştirdi. Görüşmelerde öncelikli olarak savunma, ekonomi, eğitim, kültür ve sağlık dahil her alanda iş birliğinin derinleştirilmesi ele alındı. Afganistan, Libya ve Suriye gibi bölgesel konuların da görüşüldüğü bildirildi.

Mevlüt Çavuşoğlu ortak basın toplantısında “Katar ve Türkiye’nin duyarlılığının örnek olması gerekiyor. İlişkiler normalleşmeye başlayınca başlayınca iki ülke arasında trafiğin artması normal. 3-4 yıllık krizin aşılmasından memnuniyet duyuyoruz. Katar’a yönelik ablukaların kalkmasından ayrıca mutluluk duyuyoruz.” ifadelerini kullandı.

Al Sani: Aslında ekonomik kriz her ülkeyi etkiledi

Katar Dışişleri Bakanı Al Sani, Türkiye’deki yatırımlarının sonuçlarının olumlu olduğunu söyledi. Aslında ekonomik kriz her ülkeyi etkiledi. Türk kardeşlerimiz, aldıkları önlemlerle bu krizi aşacaklar. Bizim Türkiye ile ilişkilerimiz çok güçlüdür ve desteğimiz devam ediyor. Katar’ın Türkiye’deki yatırımları büyük ve bu yatırımların sonuçları olumludur. Biliyorsunuz ki Katar, Türkiye’deki yatırımları eskiye dayalı; çok sağlam temellere oturmuştur. Bu kriz geçici bir krizdir ve inşallah aşılacak. yorumunu yaptı.

Kaynak: Sputnik, Gündem Ortadoğu

Aybüke ÖZBUĞUTU